ZADU’L-MEAD |
ALTINCI KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.) VERDİĞİ HÜKÜMLER, EVLİLİK, ALIM-SATIM |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
D) KENDİSİNE
CARİYESİNİ, ZEVCESİNİ YA DA EŞYASINI HARAM KILAN KİMSE HAKKINDAKİ HÜKMÜ
1- Kendisine Cariyesini
veya Zevcesini ya da
Eşyasını Haram Kılan
Kimse Hakkındaki Hükmü:
Yüce Allah şöyle
buyurur: *'Ey Peygamber! Eşlerinin nzasını gözeterek, Allah'ın sana helal
kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok
esirgeyendir. Allah yeminlerinizi çözmenizi size meşru
kılmıştır..."[Tahrim, 1-2]
Sahihayn'da. sabit
olduğu üzere Efendimiz, Zeynep bt. Cahş'ın evinde bal şerbeti içmişti. Hz. Aişe
ve Hafsa, ona (Ağzında megafir kokuyor! demek suretiyle) bir hile kurdular.
Efendimiz de: "Bir daha onu içmeyeceğim."; bir rivayette de;
"Yemin enim ki..." buyurdu.
Nesai'de, Enes'ten
(r.a.) şöyle rivayet edilir: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
cinsi ilişkide bulunduğu bir cariyesi vardı. Hz. Aişe ve Hafsa çok üzerine
gittiler, sonunda Efendimiz onu kendisine haram kıldı. Bunun üzerine Yüce
Allah: "Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek, Allah'ın sana helal
kıldığı şeyi niçin kendine haram kılıyorsun..." ayetini indirdi.
Sahih-i Müslim'de, İbn
Abbas: "Kişi karışım kendisine haram kıldığında bu bir yemin olur,
keffaret gerekir." der ve: "Sizin için Allah Rasulü'nde en güzel bir
örnek vardır." ayetini eklerdi.
Tirmizi'de, Hz. Aişe'nin
şöyle dediği nakledilir: "Hz. Peygamber kadınlarına ilada (yaklaşmama
yemininde) bulundu ve onları kendine haram kıldı. Sonra haramı helal kıldı ve
yemine keffaret gerektiğini gösterdi." (Tirmizi der ki:) "Mesleme b.
Alkame, Davud - Şa'bi - Mesruk - Aişe senediyle aynen böyle rivayette
bulunmuştur. Aynı haberi Ali b. Müsher ve başkaları Şa'bi'den mürsel olarak
rivayet etmişlerdir ki bu daha doğrudur."
"Haramı helal
kıldı" sözü "Haram kıldığı şeyi -ki bal veya cariye idi- kendisine
haram kıldıktan sonra helal kıldı." anlamınadır.
Leys b. Sa'd, Yezid b.
Ebi Habib - Abdullah b. Hübeyre - Kabisa b. Züeyb senediyle naklediyor: Kabisa:
"Zeyd b. Sabit'le İbn Ömer'e (r. anhum): Karısına; 'Sen bana haramsın.'
diyen kimse hakkında sordum. Her ikisi de: Yemin keffareti gerekir, dediler.
"
Abdürrezzak, İbn Uyeyne
- İbn Ebi Necih - Mücahid silsilesiyle, İbn Mes'ud'un, haram kılma konusunda:
"O bir yemindir, keffaret verir." dediğini nakleder.
İbn Hazm bunu, Hz. Ebu
Bekir es-Sıddik ve mü'minlerin annesi Hz. Aişe'den de rivayet eder.
Haccac b. Minhal der ki:
Cerir b. Hazim bana şöyle rivayet etmiştir: İbn Ömer'in azadlısı Nafi'e, haram
kılmanın hükmünü sordum: "Bu bir talak mıdır?" dedim. O: "Hayır!
Allah Rasulü cariyesini haram kılmamış mıydı? Yüce Allah O'na, yeminine
keffaret vermesini emretti, onu kendisine haram kılmadı." dedi.
Abdürrezzak, Ma'mer -
Yahya b. Ebi Kesir ve Eyyub es-Sahtiyani - İkrime senediyle nakleder: Hz. Ömer,
haram kılmayı kastederek: "O yemindir." demiştir.
İsmail b. İshak,
Mukaddemi - Hammad b. Zeyd - Sahr b. Cüveyriye - Nafi' senediyle nakleder: İbn
Ömer: {,'Haram (kılma) yemindir." demiştir.
Sahih-i Buhari'de Said
b. Cübeyr'den nakledilir. O İbn Abbas'ı şöyle derken işitmiştir: "Karısını
haram kılması bir şey değildir." Sonra şu ayeti okumuştur: "Allah
Rasülü'nde sizin için gü/cl bir örnek vardır." Denilir ki: Bu, İbn
Abbas'tan yapılan başka bir rivayettir. Yine denilir ki: İbn Abbas bu sözüyle
sadece onun bir talak olmadığını ve ona yemin keffareti gerekeceğini
kasdetmiştir. Bu yüzden de Hz. Peygamber'in fiilini delil getirmiştir. Bu ikinci
yorum daha açıktır.
Bu konuda alimlerin tam
yirmi görüşü bulunmaktadır. Biz bu görüşleri, onların yaklaşım ve mesnedlerini
zikredeceğiz ve Allah'ın yardım ve tevfiki ile üstün olan görüşü ortaya koymaya
çalışacağız:
Birincisi: Haram kılma
(tahrim) boştur, bir şey lazım gelmez. Ne hanım hakkında, ne de bir başka şey
hakkında bir hüküm ifade etmez. O ne talaktır, ne de ila; ne yemindir, ne de
zıhar, hiçbir şey değildir. Veki, İsmail b. Ebi Halid - Şa'bi kanalıyla
Mesruk'un: "Karımı veya bir tabak tiridi haram kılmışım, hiç
aldırmam." dediğini rivayet eder. Abdürrezzak, es-Sevri - Salih b. Müslim
- Şa'bi senediyle şöyle nakleder: Şa'bi, kadının haram kılınması hakkında:
"O bana pabucumdan daha önemsiz kalır." demiştir. İbn Cüreyc -
Abdülkerim vasıtasıyla da Ebu Seleme b. Abdurrahman'm, karısını kastederek:
"Ha onu haram kılmışım, ha nehrin suyunu, farketmez." dediği
nakledilir. Katade der ki: Bir adam bu konuyu, Hamid b. Abdurrahman
el-Himyeri'ye sordu. O cevap olarak Yüce Allah'ın: "İşlerinden boşaldığın
vakit, tekrar çalış ve yorul, Rabbine rağbet et (O'na yönel, boş durma)!
[İnşirah, 7] ayetini okudu ve: "Sen oyun oynayan bir adamsın, git oyununu
oyna!" dedi. Bütün Zahirilerin görüşü budur.
İkinci görüş: Zevcenin
haram kılınması üç talak demektir. İbn Hazm: "Bunu Hz. Ali, Zeyd b. Sabit,
İbn Ömer söylemiştir. Hasan (el-Basri) ile Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi
Leyla'nın da görüşleri böyledir. Hakem b. Uteybe'den de aynı görüş
nakledilmiştir." demektedir.
Ben derim ki: Zeyd b.
Sabit ve İbn Ömer hakkında asıl sabit olan, bizzat kendisinin, Leys b. Sa'd -
Yezid b. Ebi Habib - Ebu Hureyre - Kabisa senediyle rivayet ettiği şu hadistir:
Kabisa, Zeyd b. Sabit'le İbn Ömer'e: Karısına, "Sen bana haramsın."
diyen kimse hakkında sormuş, her ikisi de: "Yemin keffareti gerekir."
demişlerdir. Onlardan bunun aksine bir görüş sabit olmamıştır. Hz. Ali'nin
durumuna gelince; yine Ebu Muhammed b. Hazm, Yahya b. el-Kattan - İsmail b. Ebi
Halid kanalıyla Şa'bi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Haram (kılma)
konusunda bazı adamlar: ''O başka bir koca ile evlenmedikçe artık haramdır'
diyorlar. Hayır! Vallahi, Hz. Ali bunu söylememiştir. O sadece: 'Ben onun sana
ne helal kıhcısıyım, ne de haram kılıcısı; ister ileri git, ister geri dur!'
demiştir." Hasan (el-Basri)'ye gelince; Ebu Muhammed, Katade tarikiyle
ondan:."Her helal üzerime haramdır, sözü yemindir.'* dediğini
nakletmiştir. Bu durumda, sanırız Ebu Muhammed (İbn Hazm), Hz. Ali, Zeyd ve İbn
Ömer'in "el-haliyye", "el-beriyye" ve "elbettete"
meselesi hakkındaki görüşlerinde bir yanlışlık yapmıştır. Çünkü imam Ahmed,
onlardan: "Bunların üç talak olduğu" naklinde bulunmuş ve, "Hz.
Ali ve ibn Ömer hakkında doğrudur." demiştir. Ebu Muhammed yanlış
anlayarak bu görüşü, "Sen bana haramsın" ifadesiyle ilgili olarak
nakletmiştir. Bu açık bir hatadır. Çünkü onlar, "haram kılma"yi
diğerlerinden ayırmışlar ve onun yemin olduğuna dair fetva vermişlerdir.
Senhaliyyesin." ifadesi hakkında da "üç talaktır" demişlerdir.
Hepsi için de üç talaktır diyen birisini tanımıyorum.
Üçüncü görüş: Zifaf gerçekleşmiş
kadın için söylendiğinde bu üç talaktır. Kocanın başka türlü sözüne bakılmaz.
Eğer zifaf gercekleşmemişse kocanın niyetine göre; bir, iki, üç talak
vukubulur. Eğer mutlak zikrederse, bir talak vuku ulur. Eğer, talak murad
etmedim derse bakılır: Eğer daha önce, sözü ona yormayı mümkün kılan bir ifade
geçmişse sözüne itibar edilir; eğer söz başında söylemişse, sözü kabul edilmez.
Cariyesini, yiyeceğini ve eşyasını haram kılması durumunda ise bir şey
gerekmez. Bu görüş de İmam Malik'e aittir.
Dördüncü görüş: Eğer
bununla talakı niyet ederse talak olur. Sonra bununla üçe niyet etmişse üç,
daha aza niyet etmişse bain bir talak olur. Eğer yemine niyet ederse yemin olur
ve keffaret gerekir. Hiçbir niyeti yoksa ila olur ve ila hükmüne tabidir. Eğer
yalana niyet etmişse, fetva konusunda sözü kabul edilir ve bir şey lazım
gelmez; kazada ise, ila hükmüne tabi kılınır. Eğer haram kılma, zevce dışında
cariye, yiyecek vb. gibi bir şey için kullanılmışsa, bu bir yemin olur ve
keffaret gerekir. Ebu Hanife'nin görüşü de budur.
Beşinci görüş: Eğer
bununla talaka niyet ederse, talak olur ve niyeti kaçsa o kadarı vaki olur.
Eğer mutlak kullanmışsa, bir talak gerçekleşir. Eğer zıhara niyet ederse zihar;
yemine niyet ederse yemin olur. Talaksız veya zıharsız bizzat kendisinin
haramlığına niyet ederse, üzerine yemin keffareti gerekir. Eğer bir şeye niyet
etmemişse bu durumda iki görüş vardır: Birincisi, bir şey gerekmez. İkincisi:
Yemin keffareti gerekir, şeklindedir. Eğer cariyeye söylemiş ve azad etmesini
kasdetmişse azad olur. Eğer haram olmasını kasdetmişse aynı lafızla kendisine
yemin keffareti gerekir. Eğer cariyeye zıhar yapmaya niyet etse, bu sahih olmaz
ve bir şey de lazım gelmez. "Hayır, yemin keffareti gerekir." diyen
de olmuştur. Eğer bir şeye niyet etmezse; iki görüş vardır: Birincisi, bir şey
gerekmez. İkincisi: Üzerine yemin kefareti gerekir şeklindedir. Zevce ve cariye
dışında kalan şeylerin haram kılınması durumunda bir şey gerekmez. İmam
Şafii'nin görüşü de budur.
Altıncı görüş: Mutlak
söylemesi durumunda, niyet etsin etmesin zihar olur. Ancak niyetle talak ya da
yemine çevirmesi durumunda, niyeti ne ise o gerçekleşir. İmam Ahmed'in zahir
mezhebi budur. Ondan ikinci bir rivayet daha vardır: Mutlak söylemesi halinde
yemindir. Ancak niyetle, zıhar ya da talaka çevirmesi durumunda, niyet ettiği
şey gerçekleşir. Ondan gelen bir üçüncü rivayete göre de herhalükarda zıhardır,
isterse başka şeye niyet etsin. Ebu'l-Hüseyn'in el-Furu'unda naklettiği
dördüncü rivayete göre ise, bain talaktır.
"Sen bana haramsın"
sözünün hemen peşine: "Ben bununla talakı kastediyorum," demesi
durumuyla ilgili olarak İmam Ahmed'den iki rivayet vardır: Birincisi: O
talaktır. Buna göre üç talak mı gerekir, yoksa bir talak mı olur? İki görüş
vardır. İkinci rivayet: Yine zıhardır. "Sen bana anamın sırtı gibisin.
Bununla talakı kastediyorum." demesi durumundaki gibi olur. İmamın
mezhebinin özeti budur.
Yedinci görüş: Eğer
bununla üçe niyet etmişse üç talak; bire niyet etmişse bir bain talak; yemine
niyet etmişse yemin olur. Hiçbir şeye niyet etmemişse, o bir yalan olur ve bir
şey gerekmez. Bu görüş de Süfyan es-Sevri'ye aittir. Bunu İbn Hazm nakleder.
Sekizinci görüş: Her
halükarda bir bain talaktır. Bu da Hammad b. Ebi Süleyman'ın görüşüdür.
Dokuzuncu görüş: Eğer üç
talaka niyet ederse üç talak; eğer bir talaka niyet ederse veya hiçbir niyette
bulunmazsa, bir bain talak vukubulur. Bu da İbrahim en-Nahai'ye aittir. Bunu,
İbn Hazm nakletmiştir.
Onuncu görüş: Ric'i bir
talaktır. İbnu's-Sabbağ ve arkadaşı Ebu Bekir eş-Şasi bu görüşün Zühri
tarafından Hz. Ömer'e nisbet edildiğini nakletmişlerdir.
On birinci görüş: Bu
lafızla kadın kendisine haram olur. Bunlar ne zıhar, ne talak, ne de yeminden
söz etmemişler ve mücerred, haram kılışının gereği ile kendisini ilzam
etmişlerdir. İbn Hazm şöyle der: Bu görüş Hz. Ali'den, ashaptan isimleri
zikredilmeyen bazılarından, Ebu Hureyre'den, avrıca Hasan (el-Basri), Hılas b.
Amr, Cabir b. Zeyd, Katadegibi zevattan nakledilmiştir. Bunlar o kişiye, sadece
ondan uzak durmasını emretmişlerdir.
On ikinci görüş:
Tevakkuf edip kesin bir hükme varmamak gerekir. Müftü, kadım kocasına ne helal
kılabilir, ne de haram. Nitekim Şa'bi, Hz. Ali'nin: "Ben onun, sana ne
helal kılıcısıyım, ne de haram kılıcısı; ister ileri git, ister geri dur!"
dediğini nakletmiştir.
On üçüncü görüş: Haram
kılma işini derhal yapmak veya maksatlı bir şekilde şarta bağlamakla, yemin
olarak kullanmayı birbirinden ayırma şeklindedir. Birincisi, her ne şekilde
olursa olsun zihardır. İsterse onunla talaka niyet etsin ve sözünün hemen akabinde:
"Ben bu sözle talaka niyet ettim." desin, farketmez. İkincisi ise
yemindir ve yemin keffareti gerekir. Eğer: "Sen bana haramsın!" veya
"Ramazan girdiğinde sen bana haramsın!" derse bu zıhar olur. Şayet:
"Eğer yola çıkarsam" ya da "Eğer şu yemeği yersen" veya
"Falanla konuşursam karım üzerime haram olsun!" derse, bu bir
yemindir. Keffaret gerekir. Şeyhülislam İbn Teymiye'nin tercihi de bu görüş
olmaktadır.
Bu mesele, yirmiden
fazla görüşün dal saldığı asıllardan birisi olmaktadır.
2- Deliller ve Münakaşaları:
"Haram klimanın
tamamı boştur, bir şey gerekmez." diyenler, görüşlerini şu şekilde
delillendiriyorlar: Yüce Allah helal ve haram kılma yetkisini kula vermemiştir.
Ona sadece, bir şeyin helal ya da haram olmasını gerektirecek, talak, nikah,
bey' (satış), azad gibi sebepleri ortaya koyma yetkisini tanımıştır. Bunun
ötesinde, "Şunu haram kıldım, o bana artık haramdır." demek gibi bir
tutuma girmesi kişinin kendi işi değildir. Yüce Allah: "Dillerinizin yalan
olarak vasfettiği şeyler hakkında 'Bu helaldir, bu da haramdır.' demeyin. Çünkü
Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz..."[Nahl, 116] ve yine: "Ey
Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek, Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin
kendine haram ediyorsun..."[Tahrim, 1] buyurmaktadır. Yüce Allah, kendisinin
helal kıldığı bir şeyi haram kılma yetkisini Peygamberine bile tanımayınca,
başkalarına bu yetki nasıl tanınabilir?
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Emrimiz üzere bulunmayan her iş
merdudtur." buyururlar. Bu haram kılma işi de böyledir, dolayısıyla merdud
ve batıl) olur.
Zİra helali haram
kılmakla, haramı helal kılmak arasında bir fark yoktur. Nasıl ki bu ikincisi
boş ve batıldır, birincisi de öyledir.
Kişinin karısına:
"Sen bana haramsın." demesi ile, yiyecek için: "O bana | haramdır.*'
demesi arasında bir fark yoktur.
"Sen bana
haramsın." sözüyle kişi, ya onu haram kılmak için bir tasarruf kurma
(inşa) amaçlamaktadır, ya da onun haramlığını haber vermektedir (ihbar).
Kişinin helali haram kılma yetkisi olmadığı için birinci ihtimal mümkün
değildir. Böyle bir tasarruf ancak, helali helal, haramı haram kılan, şer'i
ahkamı vaz'eden Allah'a aittir. Eğer ihbar ise, yalan söylemiş olur. Netice
itibarıyla bu söz ya batıl bir inşa ya da yalan bir haberdir. Her ikisinin de
bir anlamı yoktur.
Bunun dışındaki diğer
sözlere baktığımızda, onların çelişkili, tutarsız, bir kısmı diğer kısmını
reddeden sözler olduğunu görürüz. Allah ve Rasulü'nden bir delil olmadıkça bu
sözlerden hiçbiriyle zevce haram olmaz. Eğer haram kılarsak iki suç işlemiş
oluruz: Birinciye haram, başkalarına helal kılmış oluruz. Asıl olan, helalliğin
zevaline dair icma ya da Allah ve Rasulü'nden gelen kesin bir delil
bulunmadıkça, nikahın devamına hükmetmektedir. Bunlar da olmadığına göre, haram
kılma işinin boş ve üzerine bir şey lazım gelmeyeceği görüşünü benimsemek
durumu ortaya çıkmaktadır.
Bu grubun delilleri
bunlardır.
"Her halükarda üç
talaktır." görüşünde olanlar adına şöyle bir delil getirilebilir:
"Haram lılma" sözü talaktan kinaye kılınır: Talakın en üst şekli de
üç talakla boşamaktır. Kadınların kadınlığından istifade konusunda ihtiyatlı
davranabilmek için en üst şekline yorulur.
Sonra biz, bu ifadeyle
haramlığı konusunda kesin kanaate sahip bulunuyoruz; ama bu haramlığın zihar
gibi keffaretle izale edilebilecek bir haramlık mı, ya da hulu' gibi yeni bir
akdin giderilebileceği haramlık mı, veyahut üç talakta olduğu gibi ancak başka
bir kocayla yapacağı yeni bir evlilik ve zifafın giderebileceği bir haramlık mı
olduğu konusunda şüpheliyiz. Bu (sonuncusu) kesindir, diğerlerinde ise şüphe
vardır. Şüphe ile helal olmaz.
Hem sonra ashab;
ifadeleri hakkında bunların üç talak olduğuna dair fetva vermişlerdir. İmam
Ahmed: "Bu, Hz. Ali ve İbn Ömer'den gelen sahih görüştür." diyor.
Malumdur ki "haliyye" ve "beriyye " kelimelerinin ifade
edeceği anlam nihayet "haramlık"tır. Dolayısıyla haramlığı açıkça
söylediğinde, onun üç talak olması öncelikle sabit olmalıdır. Hem haram kılan
insanın düşüncesinden, onu üç talaksız haram kılma fikri geçmez. Böylece bu söz
üç talakın verilmesi konusunda (kinaye değil) örfi bir hakikat olmuş olur.
Hem sonra tek talak,
ancak ivazlı (hulu') veya zifaftan önce verilen talakla, veyahut da bir bain
talakın verilebileceği görüşünde olanlara göre, kayıtlanması durumunda haram
kılabilir. Tek bir bain talakla haram kılmak kayıtlıdır. Haram kılma ifadesi
mutlak zikredilir ve kayıtlanmazsa; zifaf öncesi, sonrası; ivazlı, ivazsız
sabit olabilen mutlak haramlığa yorulur ki o da üç talaktır.
"Zifaf sonrası
söylendiğinde üç talak, zifaf öncesi ise bir bain talak lazım gelir."
diyenlerin delili ise şudur: Zifaf vaki olan kadını ancak üç talak haram kılar.
Zifaf gerçekleşmemiş kadını ise bir talak haram kılar, onun hakkında birden
fazlası, haramlığı için gerekli değildir.
Bunlara, koca, bir bain
talakla da zifafda bulunduğu karısını ayrı kılabilir şeklinde bir itiraz
yapılır. Buna yetersiz bir cevap vermişler ve: "Bain olduğu belirtilen bir
talakla gerçekleştirilen ayrı kılma, kayıtlı bir ayrı kılmadır. Haram kılma ise
öyle değildir. Çünkü onunla ayrı kılma mutlaktır. Bu ise ancak üç talakla
gerçekleşir." demişlerdir. Bu kadarlık bir cevap, onları itirazı kabulden
kurtaramaz. Çünkü haram kılma neticesinde gerçekleşecek ayrı kılmada kayıtlama,
" = Sen bir bain talakla boşsun!" demekten daha ileri bir durumdur.
Çünkü bain talakın gayesi haram kılmaktır. Bu ise "haram kılma"yı
bizzat tasrih etmiştir. Dolayısıyla haram kılma sözü, ayrı kılma konusunda
"Sen bain bir talakla boşsun." sözünden daha önceliklidir.
"Zifaf
gerçekleşsin, gerçekleşmesin her ikisi için de bir bain talak gerekir."
görüşünde olanların mesnedleri şudur: "Haram kılma", dil bakımından
bir sayı bildirmez. Sadece haramlığı doğuracak bir ayrılığı gerektin. Koca,
zifaftan sonra karısını bedelsiz olarak da bir talakla bain kılabilir. Mesela:
"Sen bain bir talakla boşsun." diyebilir. Zira ric'at, kocanın
hakkıdır; kullanmadığında bu hakkı düşer. Kadından aldığı bir ivaz (bedel)
karşılığında karısını ayrı kılma hakkına sahip olduğuna göre, bedelsiz ayırmaya
da hakkı olur. Zira bedelden vazgeçmesiyle iyilikte bulunan biri olur. ivaz,
koca lehine bir hak mevzuudur, aleyhine değildir. Bedeli düşürür ve ayrı
kılarsa buna hakkı olur.
"O ric'i bir
talaktır." diyenlere gelince; bunların dayanakları şöyledir: Haram kılma
mutlak olarak mülkiyetin kesilmesi demektir. Bu anlamda, bu ifadeden kesinliği
belli olan bir talakın kastedilmesi doğru olur. Birden fazlasına ise lafızda
bir temas bulunmamaktadır. Dolayısıyla gerektirici bir delil olmadan birden
fazlasının isbatı caiz olmaz. Lafzın kullanılışı bir talak hakkında mümkün
olunca, gereği yerine getirilmiş olur. Bir talaktan fazlası için gerektirici
bir unsur yoktur.
Bunlar şöyle diyorlar:
Ric'i talakla boşanmış kadını, kocasına mahrem kabul edenlerin prensiplerine
göre bu gerçekten açıktır. O takdirde şöyle deriz: Haram kılma, ric'i yollu
haramlıktan da, bain yollu haramlıktan da daha umumidir. Daha umumi bir manaya
delalet eden, daha hususi olan şeye delalet etmez. İsterseniz bunu siz şöyle
söyleyiniz: "Daha umumi olan, daha hususi olanı gerektirmez." veya
"Daha hususi olan, daha umumi olanın gereklerinden değildir." ya da
"Daha umumi olan, daha hususi olanı neticelendirmez."
"Ne murad ettiği
sorulur. Zıhar mı, ric'i talak mı, bain talak mı veya yemin mi? Ne murad
etmişse o vuku bulur." diyenlerin yaklaşımları da şöyledir: Bu lafız özel
olarak talakı gerçekleştirmek için konulmuş değildir. Aksine talak, ahar ve ila
arasında muhtemeldir. Niyetle bunlardan birisine çevrildiği zaman, o ifadeyi
uygun bir anlamda kullanmış olur. Dolayısıyla da murad ettiği manaya yorulur.
Ne öteye gidilir, ne de geri kalınır. Bu ifadeyle cariyesinin azad olmasına
niyet etmesi durumunda da aynı şekilde, cariye azad olur. Aynı şekilde
zevcesine ilada bulunmaya, cariyesine yeminde bulunmaya niyet edecek olsa,
niyeti ne ise kendisini bağlar. Bizzat kadının kendisinin haramlığına niyet
ettiğinde ise, aynı lafızla kendisine yemin keffareti gerekir. Kur'an'ın zahiri
ile Müslim'in rivayet ettiği İbn Abbas hadisi bunu Amirdir. Hadis şöyledir: İbn
Abbas: "Kişi karısını haram kıldığı zaman, o bir yemin olur; keffaret
verir." demiş ve: "Sizin için Allah Rasulü'nde güzel bir örnek
vardır." ayetini okumuştur. Bu, Mücahid'in zıhar hakkında söylediği:
"Onu mücerred söylemesiyle zıhar keffareti gerekir." ifadesine
benzemektedir. Aslında bu görüş Şafii'nin görüşü olmalıdır. Çünkü o, hemen
akabinde boşamadığı zaman keffareti gerekli görmektedir. Bunlar devam
ediyorlar: Şu da var ki lafız, hem inşa, hem de ihbara muhtemeldir. Eğer ihbari
anlamda kullanmışsa, uygun bir kullanımda bulunmuş olur, dolayısıyla kabul
edilir. Eğer haram kılıcı bir tasarruf kurma (inşa) amaçlamışsa, o zaman, o
ifadeyle kadını haram kıldığı sebebin ne olduğu sorulur: Eğer üç talak veya bir
veya iki talak kasdettim derse, kabul edilir. Çünkü hem lafız buna
elverişlidir, hem de niyet bitişmiştir. Eğer zıhara niyet etmişse, aynı şekilde
o da doğru olur. Çünkü bu ifade ile zıharın gereğini tasrih etmiş olmaktadır.
Zira: "Sen bana anamın sırtı gibisin.*' demenin gereği haram kılmaktır.
Dolayısıyla "haram kılma'* lafzı ile buna niyeti durumunda zıhar olur.
"Haram kılma" sözünün niyetle birlikte talaka delalet etmesi, yine
niyetle zıhara delalet etmesinin üstünde değildir. Mutlak olarak kadının
haramlığına niyet etmesi durumunda ise, yemin olur, keffaret gerekir. Çünkü bu,
kadından "haram kılma" ifadesiyle uzak durması demektir. Bu da aynen
yeminle ondan kaçınıp uzak durması gibidir.
"O, talaka niyet
etmedikçe zıhardır." diyenlerin yaklaşımları şöyledir: Lafız haram kılma
için konulmuştur. O kötü bir söz ve iğrenç bir yalandır. Çünkü kulun helal-haram
kılma yetkisi yoktur. O sadece üzerine helal ya da haramlığm bineceği sebepleri
ortaya koyabilir. Allah'ın helal kıldığını haram kılmakla, o kötü ve iğrenç bir
yalan söylemiş olmaktadır. Böylece o, "Sen bana anamın sırtı
gibisin." demiş gibi olur. Hatta "Sen bana haramsın" sözü, zıhar
olmaya daha layıktır. Çünkü, kişi karısını kendi mahremlerinden birine
benzetince, bu lazımlık - melzumluk ilişkisiyle haram kılmaya delalet
etmektedir. Kadının haram olduğunu tasrih etmesi durumunda ise, zıhar lafzında
kullanılan teşbihin gereğini açıklamış olmaktadır. Dolayısıyla bu ifadenin
zıhar olması evleviyet arzeder.
Devamla diyorlar ki: Biz
bunu niyetle talak kıldık ve ona yorduk. Çünkü talak için kinaye lafızlardan
olmaya elverişlidir, dolayısıyla niyet durumunda talaka yorulur. Mutlak ifadesi
halinde ise, zıhar anlamına gelir.
Bu ifadeyle yemine niyet
ederse, yemin de olur. Zira bu görüş sahiplerinin prensiplerine göre, yiyecek
vb. eşyanın haram kılınması yemindir, keffaret gerekir. Zevceyi haram kılması
esnasında, bununla yemine niyet ederse, lafzın elverişli olduğu bir şeye niyet
etmiş olur ve sözü kabul edilir.
"Talaka yemin etse
bile veya sözünün hemen akabinde ben bununla talakı kasdettim dese bile
zıhardır." diyenlerin mesnedleri, az önce zikrettiğimiz haram kılmanın
zıhar olduğu esasıdır. Bunlara göre zıhar olan bu söz, talaka niyet etmekle
zıharlıktan çıkmaz. Nitekim "Sen bana anamın sırtı gibisin." dese ve
bununla talaka niyet etse veya ben bununla talakı kasdettim dese zıharlıktan çıkıp
da talak olmaz. Ulemanın çoğunluğuna göre bu böyledir. Ancak sözlerine iltifat
edilmeyecek şaz bir grup hariç. (Bunlar demişlerdir ki:) Zıharlıktan çıkmaz.
Çünkü bu durum, İslam dinince nesh ve iptal edilen, zıharın talak kılınması
şeklindeki cahiliye dönemi uygulamasına uygunluk arzeder. Bu durumda bununla
talaka niyet ettiği zaman, aslında Allah ve Rasulü tarafından iptal edilen,
cahiliye devrindeki "zıhar lafzından talakın kasdı" gibi şer'an ilga
edilen, ihtimali bulunmayan bir şeye niyet etmiş olur. Dolayısıyla bu
niyetinin, Yüce Allah'ın kulları arasında hükmettiği, hükmünün üzerinde
istikrar kazandığı şeyi değiştirme hususunda bir etkisi olmaz.
Sonra İmam Ahmed ve
tabileri, -talak ve azadda da olduğu gibi- bunun ikaı ile yemini aynı tutma
ilkesinden yürümüşlerdir. ibn Teymiye ise ika ve yemini birbirinden ayırma
şeklindeki ilkesine binaen, burada da İkisini birbirinden ayırmıştır. Nitekim
İmam Şafii ve Ahmed (r.h.) ve onlar gibi düşünenler, nezir bahsinde ikisini
birbirinden ayırmışlar: "Bununla yemin etmesi durumunda keffareti gereken
bir yemin olur; derhal vukuunu istemesi veya olmasını kasdettiği bir şarta
bağlaması durumunda ise, ifası gerekli bir nezir olur.'' demişlerdir. Yeminler
bahsinde inşaallah izahı gelecektir.
Bu takdirde, haram kılma
tasarrufu (inşa) ile yemini birbirinden ayırmaları gerekir; haram kılma
ifadesiyle yemin eden, yemin etmiş olur; ona yemin keffareti gerekir.
Derhal ika etmek ya da
olmasını kasdettiği bir şarta bağlaması halinde ise, kendisine zıhar keffareti
gerekir. Bu görüş İbn Abbas'tan nakledilen haberin bir gereği olmaktadır. Çünkü
o, bir defasında zıhar, diğer bir defasında da yemin kabul etmiştir.
"Her halükarda
yemindir, keffaret gerekir." diyenlerin görüşüne gelince, bunların
dayanakları şöyledir: Yiyecek, içecek ve giyeceklerden helal olan şeylerin
haram kılınması nas ile, mana açısından ve ashaptan gelen haberlerle yemin
olmaktadır ve keffaret gerekir: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey
Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek, Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin
kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Allah,
yeminlerinizi çözmenizi size meşru kılmıştır."[Tahrim, 1-2]
Şüphesiz helalin haram
kılınması da bu hükmün kapsamına girmelidir. Çünkü hükmün sebebi budur. Amm
lafzın kapsamından sebep mahallini tahsise gitmek kesinlikle mümkün değildir.
Çünkü beyanda gözetilen asıl maksai öncelikle odur. Eğer böyle bir tahsise
gidilecek olsa, hükmün sebebi beyandan uzak kalmış olurdu ki, bu da mümkün
değildir. Bu son derece güçlü bir istidlaldir.
Ben bu konuyu
Şeyhülislam İbn Teymiye'ye sordum. Dedi ki: "Evet, haram kılma zevce
hakkında olursa büyük yemin olur ve keffareti, zıhar keffaretidir. Zevce
dışında kalan şeylerin haram kılınması ise, küçük yemindir. Keffareti, yemin
keffaretidir. İbn Abbas'ın, ashap ve onlardan sonra gelenlerden birçoğuna ait,
'Haram kılma yemindir, keffaret gerekir.' şeklindeki sözün manası işte
budur."
Şimdiye kadar, bu
meselede varid olan görüşleri, onların istidlal yollarını ortaya koymuş olduk.
İlim ve insafı tercih eden, taassuptan, tarafgirlikten uzak olan kimse için
hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğu gizli kapalı değildir. Yardım ancak
Allah'tan istenir!
Buraya kadar
anlattıklarımızdan anlaşılacağı üzere; zevcesi dışında, yiyecek, içecek ve
giyeceklerden bir şeyi ya da cariyesini haram kılması durumunda, bunlar
kendisine haram olmamaktadır. Üzerine yemin keffareti gerekir.
Bu konuda üç yerde
ihtilaf vardır.
Birincisi: Bunlar haram
olmaz. Bu çoğunluk ulemanın görüşleridir. Ebu Hanife ise şöyle demiştir:
Kayıtlı olarak haram olur. Bu haramlıği keffaret izale eder. Şöyle ki, karısına
zıhar yapması durumunda keffaret ödemedikçe kendisine cimada bulunması helal
olmamaktadır. Nitekim Yüce Allah, bu husustaki keffareti "tahille"
diye isimlendirmiştir ki bu *'helalliği gerektiren şey" demektir. Bu da
keffaret öncesinde haramlığm sabit olduğuna delalet eder. Yine Yüce Allah,
Peygamberine: "Allah'ın sana helal kıldığını niçin haram ediyorsun?"
buyurmuştur. Bu da kendisi için mubah kılınan şeyin haram kılınmasıdır.
Dolayısıyla kişinin haram kılması İle, zevcesini haram kılmasındaki durum gibi
o şey kendisine haram olur.
Ebu Hanife'ye karşı
çıkanlar şöyle diyorlar: Yüce Allah keffarete sadece "akd=
düğümleme"nin zıddı olan "çözme" anlamında "tahille"
ismini vermiştir. Yoksa kelime haram kılmanın zıddı olan, "el-hillu =
helal kılma" kökünden değildir. "Allah'ın sana helal kıldığını niçin
haram ediyorsun?" ayetine gelince; bundan murad bal ya da cariyeyi haram
kılması ve kendisini ondan uzak tutmasıdır. Buna dilde "haram kılma"
denilebilir. Bu sadece söz ile yapılan bir haram klimadır; şer'an haramlığınm
isbatı değildir.
Ebu Hanife'nin delil
olarak kullandığı, zıhar yolu ile veya "Sen bana haramsın" sözü ile
zevcenin haram kılınması durumuna gelince; eğer bu kıyas sahih olacak olsa, o
takdirde zıhara kıyasen keffaret vermenin, yemini bozmadan (hıns) önce gelmesi
gerekirdi. Çünkü zıhar manasında oluyordu. Hanefilere göre ise keffaret, ancak
yeminde hanis olduktan sonra sözkonusudur. Bu durumda, onlarca şu iki şeyden
birisi gerekir: Ya o şeyi haram olarak işleyecektir. Halbuki Allah yeminin
çözülmesini emretmiştir. Bu durumda haram olan şey farz kılınmış veya farzın
zaruri neticesinden olmuş olacaktır. Çünkü yeminin çözülmesine ancak yemin
ettiği şeyi işlemek suretiyle ulaşacaktır, ya da o şeyi helal olarak yapmaya
imkan bulamayacaktır. Çünkü keffaretin önce gelmesi caiz değildir ki, onunla
helalliğe ulaşabilsin. O haramken işlemeye yeltenmesi de mümkün olmayacaktır.
Her iki taraftan da konuyla ilgili olarak söylenenler işte bunlardır.
Sonrasında konu hakkında
derinlik, incelik ve kapalılıklar var. Çünkü bir şeyi kendisine haram kılan
kimse, o şeyi terke dair Allah'a yemin eden durumdadır. Şayet o şeyin terkine
dair Allah'a yemin etse, keffareti üstlenmedikçe üzerine yemin ettiği şeyin
hürmetini çiğnemesi caiz olmaz. Keffareti üstlenince, yemin ettiği şeyi yapmaya
yeltenmesi caiz olur. Eğer keffareti terke azmetse, Yüce Allah, yemin konusu
şeyi yapmaya yeltenmesini mubah kılmaz, ona izin vermez. Ona ancak Allah'ın
farz ettiği keffareti üstlenmesi durumunda izin verir, onun işlenmesini mubah
kılar. Yemin ya da haram kılma yoluyla kaçındığı o şey hakkında Yüce Allah'ın
ona izin vermesi ve onu kendisine mubah kılması, ona bir ruhsat ve nimettir.
Bunun sebebi de Allah'ın koyduğu keffaret hükmünü üstlenmesi olmaktadır. Eğer
bu hükmü üstlenmezse, kendi üzerine akdettiği bu yasak, üzerinde bir yük olarak
kalır. Çünkü Yüce Allah, ancak kendisinden sakınan ve hükmüne razı olan kullarından
ağır yükleri kaldırır. Bizden önceki şeriatlerde, yeminin kesinlikle yerine
getirilmesi gerekirdi, asla vefasızlık ve bozmak caiz değildi. Allah bu ümmete
hükmü genişletti ve keffaret şartıyla yemini bozmayı da caiz kıldı. Önce ya da
sonra, keffaret verilmediği zaman ise, yeminde hanis olma konusunda müsamaha
yoktur. "Keffaret vermedikçe haram olur." sözünün manası işte budur.
Bu Ebu Hanife'nin yalnız
kaldığı konulardan değildir. İmam Ahmed'in mezhebindeki iki görüşten birisi de
budur: Şöyle izah ediyor: Bu haram kılma ve yemine iki mana taalluk etmektedir:
a) O şeyin işlenmesini, kendisinden kaynaklanan engelleme, b) Şari'den gelen,
keffaretsiz yeminde hanis olmayı engelleme. Eğer, haram kılması ya da yemini o
şeyi harama çevirmeseydi, ne kendi kendisini engellemesinin, ne de'Şari'in onu
engellemesinin bir etkisi olmazdı. Aksine durum, nihayet Sari' Teala'nın, o
kişiye bu engelleme ile bir sadaka veya köle azadı ya da oruç vacib kılması ve
bunların üzerine de yemin edilen şeyin helalliği veya haramlığının asıla bağlı
olmaması demek olurdu. Hatta o, engelleme öncesi, sonrası aynı olur, hiçbir
fark olmazdı. Bu durumda da elbette keffaretin ne engelleme konusunda, ne de
izin hususunda hiçbir etkisi bulunmazdı. Bununsa fasitliği gizli kapalı
değildir.
Keffaretin öne alınması
caiz olmaması sebebiyle, haramlığına rağmen, o şeyin işlenmesiyle ilzam
olunmasının izahı şöyle olacaktır: Kişiye yemin ettiği ya da haram kıldığı şeyi
işlemesi, ancak ve ancak keffaret vermeyi üstlendiği zaman caiz olur. Keffaret
vermeye olan azmi, o şeyin üzerine haram olmasını engeller. Haramlık ancak
keffareti üstlenmediği zaman sabit olur; üstlenmesi durumunda ise haramlık
devam etmez.
İkincisi: Kişiye haram
kılma sebebiyle keffaret gerekir. Haram kılma, yemin mertebesindedir. Bu, ashaptan
isimlerini verdiğimiz zevatla, re'y ve hadis fukahasının görüşleridir. Sadece
İmam Malik ve Şafii; "Haram kılma ile üzerine keffaret yoktur.*'
demişlerdir.
Keffareti gerekli
görenler, düşürenlere nisbetle nasdan yana daha şanslılar. Çünkü Yüce Allah,
yeminlerin çözülmesini hemen, "Niçin Allah'ın sana helal kıldığını haram
ediyorsun?" ifadesinden sonra zikretmiştir. Bu, helalin haram kılınması
hususunda, yeminlerin çözülmesinin gereğine açıkça delalet eder. Çünkü ya sırf
ona özeldir, ya da hem onu hem de diğerlerini kapsamaktadır. Sözün yukarısında
zikredilen keffaret sebebinin, keffaret hükmünden hariç tutulması ve başka bir
şeye bağlanması caiz değildir; bunun imkansızlığı açıktır.
Yine haram kılma yoluyla
o şeyi yapmaktan engelleme, yeminle olan engelleme gibidir, hatta ondan daha da
güçlüdür. Çünkü yemin, eğer Yüce Allah'ın isminin hürmetini çiğnemek anlamını
içeriyorsa, haram kılma O'nun şeriat ve emrini çiğneme anlamını içermektedir.
Çünkü Allah bir şeyi helal kılmış, mükellef de onu haram kılmışsa, bu haram
kılışı onun teşri buyurduğu hükmün hürmetini çiğnemek olur. Biz diyoruz ki, ne
yeminde hanis olmak Allah'ın isminin hürmetini, ne de haram kılma şeriatinin
hürmetini çiğnemek anlamı taşımaz. Nitekim fakihlerden öyle diyenler olmuştur.
O şekilde bir izah, gerçekten fasid bir ta'Iildir. Çünkü yeminde hanis olmak ya
caiz, ya vacib ya da müstahaptır. Allah hiçbir kimse için, isminin hürmetini
çiğnemeye asla cevaz vermemiştir. O, keffaret ile yeminde hanis olmayı kulları
için meşru kılmıştır. Hz. Peygamber, kişi yemin ettiğinde, başkasını daha
hayırlı görürse, yeminine keffaret vererek, yemin konusu şeyi İşlemesini
bildirmiştir. Malumdur ki, Yüce Allah'ın isminin hürmetinin çiğnenmesi hiçbir
şeriatta asla mubah kılınmamıştır. Keffaret; Allah'ın, "el-hillu"
kökünden olarak "tef'ile" kalıbında "tahille" diye de
isimlendirdiği gibi, sadece yemin ile düğümlenen şeyi çözmektedir, başka bir
şey değildir. Bu düğümleme (akd) de, yeminle olduğu gibi, haram kılmayla da
olur. Böylece, "Allah size yeminlerinizi çözmenizi meşru kıldı."
ayetinin hemen, "Allah'ın sana helal kıldığını niye haram ediyorsun?"
buyruğu akabinde gelmesinin sırrı da ortaya çıkmış oldu.
Üçüncüsü: Sadece Şafii
hariç, cumhura göre, zevce haricinde cariye ile başka şeylerin haram kılınması arasında
fark yoktur. İmam Şafii, sadece cariyenin, haram kılınması durumunda yemin
keffaretini gerekli görmüştür. Zira ona göre, haram kılmanın etkisi, sadece
kadının kadınlığıyla ilgili hususlardadır.
Sonra,
"tahrim" ayetinin nüzul sebebi cariyedir. Sebep mahallinin hükümden
hariç olması ve başkasına bağlanması caiz olmaz. Ona karşı olanlar ise şöyle
diyorlar: Nas, yeminin çözülmesi farziyetini helalin haram kılınmasına
bağlamıştır. O da cariye ve cariye dışındakilerin haram kılınması hususunda
daha umumidir. Dolayısıyla sebebinin bulunduğu her yerde keffaret gerekir.
Bunun izahı daha önce geçmişti.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
E) "AİLENE
DÖN!" SÖZÜNÜN HÜKMÜ