ZADU’L-MEAD

ALTINCI KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.)

VERDİĞİ HÜKÜMLER, EVLİLİK, ALIM-SATIM

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

C) BOŞAMA YETKİSİ VE ŞER'İ TAHLİL

 

1- Boşama Yetkisi Kocanın Elindedir:

 

Yüce Allah: "Ey iman edenler! Mü'min kadınları nikahladığınız, sonra da onları boşadığınız zaman..."[Ahzab, 49] ve yine: "Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, ya onları iyilikle tutun, yahut iyilikle bırakın."[Bakara, 231] buyurmakta ve talakı nikah edene has kılmaktadır. Çünkü tutma hakkı -ki o ric'attir- ona aittir.

 

İbn Mace, Sünen'lnde ibn Abbas'tan şunu rivayet eder: "Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir adam gelir ve: "Ya Rasulallah! efendim beni cariyesi ile evlendirdi. Şimdi de aramızı ayırmak istiyor." dedi. Hz. Peygamber hemen minbere çıktı ve: "Ey İnsanlar! Ne oluyor ki, sizden biriniz cariyesini kölesiyle evlendiriyor, sonra da aralarını ayırmak istiyor. Biliniz ki talak, bacağı tutana aittir." buyurdu.

 

Abdürrezzak, İbn Cüreyc - Ata senediyle İbn Abbas'tan nakleder: O şöyle derdi: "Kölenin talakı efendisinin elindedir. Eğer o boşarsa, boşaması caizdir. Eğer aralarını ayırırsa -her ikisi de onun köleleriyse- bu bir talak sayılır. Eğer köle kendisinin, cariye bir başkasının ise, efendi isterse yine boşayabilir.

 

Sevri, Abdülkerim el-Cezeri - Ata kanalıyla yine İbn Abbas'tan: "Kölenin talakı, ayrılığı bir şey değildir." dediğini rivayet eder.

 

Abdürezzak, İbn Cüreyc'den nakleder: Ebu'z-Zübeyr, köle ve cariye hakkında, Nafi'i şöyle derken işitmiştir: "Efendileri aralarını birleştirir ve ayırır."

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hükmü uyulmaya daha layıktır. Önce geçen İbn Abbas hadisini -her ne kadar isnadı tenkide açıksa da-, Kur'an desteklemektedir. Tatbikat da o doğrultudadır.

 

Üçten daha az sayıda boşanan çiftlerin, kadının yaptığı ikinci evlilikten sonra tekrar birbirlerine dönmeleri durumunda üç talakla mı, geriye kalan talakla mı dönerler?

 

ibnü'l-Mübarek; Osman b. Miksem - Nübeyh b. Vehb - kavminden bir adam - ashabtan bir adam senediyle nakleder: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), üçten daha az sayıda boşanan bir kadına, ikinci evliliğinden sonra kocasının tekrar rücuu durumunda, (üç talakla değil) geriye kalan talak hakkı ile döner şeklinde hükümde bulunmuştur.

 

"Her ne kadar bu haberin senedinde bir zayıf ile bir meçhul ravi varsa da, büyük sahabiler de o doğrultuda düşünmektedirler. Nitekim Abdürrezzak, Musannef'inde, Malik ve İbn Uyeyne'den, onlar Zühri, İbnü'l-Müseyyeb, Humeyd b. Abdurrahman, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud ve Süleyman b. Yesar'dan nakletmiştir. Bunların hepsi de: "Ebu Hureyre'den işittim şöyle diyordu." derler. Ebu Hureyre: Ömer b. el-Hattab'dan işittim, şöyle diyordu: "Herhangi bir kadını, kocası bir veya iki talakla boşar, sonra terkeder, kadın da bir başkası ile evlenir, ikinci koca ölür veya kadını boşarsa, bu durumda birinci kocanın onu nikahlaması halinde, kadın onun yanında geriye kalan talakı üzere bulunur." der.

 

Ali b. Ebi Talib, Übey b. Ka'b, İmran b. Husayn'dan (r. anhum) da aynısı nakledilmiştir.

 

İmam Ahmed; "Bu ileri gelen sahabilerin görüşüdür." demiştir. ibn Mes'ud, İbn Ömer, İbn Abbas (r. anhum) ise, "Üç talakla döner." emişlerdir. İbn Abbas: "Yeni bir nikah, yeni bir talak." der.

 

Muhaddisler birinci görüşü benimsemişlerdir: İçlerinde İmam Ahmed, afn, Malik de vardır. Ebu Hanife de ikinci görüşü benimsemiştir. Tabii bu, ikinci kocanın zifafı durumundadır. Eğer zifafa girmemişse, hepsine göre de, eskiden kalan talak sayısı ile döner. en-Nehai: "Bu konuda ihtilaf bulunduğunu işitmedim. Eğer meseleyle ilgili hadis sabit olsaydı, ihtilafı kesmiş olurdu. Sahabeden gelen haberler uyum arzetseydi, onlar da ihtilafın halli için yeterli olurdu." der.

 

Meselenin fıkhi yönü, karşılıklı denge halindedir. Çünkü ikinci kocanın zifafı, üç talakı yıkıp, kadını birinci kocaya yeni talakla döndürdüğüne göre, daha az sayıdaki talakı evleyiyetle yıkması gerekir. Birinci görüşün sahipleri ise şöyle diyorlar: Üç talakla boşanan kadının birinci kocaya helal olabilmesi için onunla cimada bulunması şart olunca, mutlaka onun yıkılması ve yeni talakla iadesi kaçınılmaz olmaktadır. Üçten daha az sayıda boşanmış kadının durumunda ise, ikincinin cimaı, izale edeceği bir haramlıkla karşılaşmamaktadır. Birinciye helal olabilmesi için zaten cima şart da değildir. Birinci koca ve kadım ona helal kılma açısından ikincinin zifafının varlığı ile yokluğu aynıdır. Dolayısıyla zifaf olmama durumunda olduğu gibi, kalan talak üzere geri döner. Çünkü onun ne nikahının ne de cima'ının bir etkisi yoktur. Birincinin talakı ikincinin cimaıyla bir etki görmeyecek şekilde ilişkilidir.

 

 

2- Şer'i Tahlil (Hülle):

 

Üç talakla boşanmış kadının, birinci kocaya tekrar helal olabilmesi için, ikinci kocanın onunla zifafa girmiş olması hakkındaki hükmü:

 

Sahihayn'da sabittir. Hz. Aişe validemiz anlatır: Rifaa el-Kurazi'nin hanımı Hz. Peygamber'e gelir ve: "Ya Rasülallah! Rifaa beni üç talakla boşadı ve ben ondan sonra Abdurrahman b. Zebir ile evlendim. Ama gerçek şu ki, onunki elbisenin saçağı gibi bir şey." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Galiba sen Rifaa'ya geri dönmek istiyorsun. Hayır. Sen onun balçığım, o da senin balçığını tatmadıkça (dönemezsin)." buyurmuştur.

 

Sünen-i Nesai'de Hz. Aişe'nin rivayetinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Balçık, cimadır; isterse inzal (boşalma) olmasın." buyurmuştur.

 

Yine Nesai'de İbn Ömer'den nakledilir: Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sordular: "Adam karısını üç talakla boşar, öbürü onunla evlenir. Kapıyı sürgüler, perdeleri indirir, sonra cimada bulunmadan onu boşar. (Bu kadın birinciye helal olur mu)?" Hz. Peygamber: "Diğeri onunla cima etmedikçe birinciye helal olmaz." buyurdu.

 

Bu hadisler şu hükümleri içerir:

 

1- Kadının, kocası aleyhine söylediği cimaa kadir olmadığı şeklindeki beyanı kabul edilmez.

 

2- Üç talakla boşanmış kadının birinci kocaya tekrar helal olabilmesi için, sadece akdin yeterli olacağını ileri sürenlerin aksine, ikinci kocanın mutlaka cimada bulunması da şarttır. Akitle yetinme görüşü, kesin sünnetle merduttur.

 

3- İnzal şartı yoktur. Balçığından tatmaktan ibaret olan sadece cima yeterlidir.

 

4- Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) helallik için, ne mücerred istek halinde kalan nikah akdini ne de onun peşinde gelen onunla başbaşa kalma, kapıların sürgülenmesi, perdelerin indirilmesi durumlarını yeterli görmemiş, mutlaka çımanın bulunmasını şart koşmuştur. Bundan şu çıkar: Hülle nikahı yani zevç ve zevcenin sureta nikah yapmak ve böylece kadının birinci kocasına helalliğini sağlamaktan başka bir amaçları bulunmayan mücerred akit, helallik için evleviyetle yeterli olmaz. Çünkü devamı maksut olan rağbet akdi yeterli görülmeyip, cinsel ilişkinin bulunması şart koşulunca, kadını tutma konusunda hiç arzusu bulunmayan, sadece birinciye helal kılması için yapılan "ödünç teke" akdi nasıl yeterli olabilir? Zira o, öşürcülerin damızlık için çekilen ödünç eşeği gibi, tamamen iğreti bir kocadır.

 

Kocasının, kendisini boşadığına bir şahidi bulunan kadın hakkında, kocasının da inkarı durumunda hükmü:

 

İbn Vaddah; İbn Ebi Meryem - Amr b. Ebı Seleme - Züheyr b. Muhammed - ibn Cüreyc - Amr b. Şuayb - babası - dedesi senediyle Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şunu rivayet eder: "Kadın kocasının kendisini boşadığını iddia eder ve adil bir şahid de getirirse, kocaya yemin verdirilir. Eğer (boşamadığına) yemin ederse şahidin şehadeti anlamsız olur. Eğer yemine yanaşmazsa, onun bu hali (nükul) diğer şahit yerine geçer ve talakı caiz otur."

 

Bu hüküm aşağıdaki durumları içerir:

 

1- Talak konusunda ne bir şahidin şahitliğiyle, ne de bir şahitle birlikte kadının yeminiyle iktifa edilmez. İmam Ahmed: "Bir şahid ve yeminle yetinmek sadece mal davalarına hastır. Had (ceza), nikah, talak, azad etme, hırsızlık, öldürme gibi hususlarda bir şahid ve yeminle hüküm verilmez." der. Bir başka rivayette İmam şöyle demiştir: "Köle, efendisinin kendisini azad ettiğini iddia etse ve bir şahit getirse, şahid yanında yemin de etse hür olur." Hiraki'nin tercihi de budur. Yine İmam: "Bir köleye sahip olan iki ortaktan her biri, diğerinin kendi payını azad ettiğine dair iddiada bulunsa, her ikisi de varlıklı olmasalar, fakat adil olsalar, köle için onlardan her biri ile birlikte yemin etme ve böylece hür olma durumu vardır. Biri ile birlikte yemin ederse, yarısı hür olur." der. Fakat imam'dan Talakın bir şahid ve yeminle sabit olacağına dair herhangi bir beyanda bulunduğu bilinmemektedir.

 

Bu Amr b. Şuayb hadisi talakın, bir şahit ve kocanın yeminden kaçınması ile sabit olacağına delalet etmektedir. İnşaallah doğrusu da budur. Çünkü Amr b. Şuayb - babası - dedesi senediyle gelen hadisle ihticacta bulunmayan, bazı konularda muhalefet etse bile onun üzerine hüküm bina etmeyen bir imamın varlığı bilinmemektedir. İbn Cüreyc'den rivayet eden Züheyr b. Muhammed sikadır. Sahihayrf'da rivayetlerine yer verilmiştir. Amr b. Seleme, Ebu Hafs el-Tenisi'dir. Yine aynı şekilde Sahihayn ravilerindendir. Amr b. Şuayb hadisini delil olarak kullanan bilmelidir ki, bu onun en sahih hadislerinden biridir.

 

2- Kadının iki şahidi (beyyine) bulunmadığı takdirde talak davasında kocaya yemin verdirilir. Ancak yemin, dava konusunun bir şahidle kuvvet kazanması durumunda verdirilir.

 

3- Talak davalarında bir şahid ve davalının yeminden kaçınmasına istinaden hüküm verilebilir. İmam Ahmed, iki rivayetten birinde, şahid olmasa bile, sırf kocanın nükulü (yeminden kaçınması) ile talakın vukuuna hükmeder: Kadın, kocasına karşı talak davasında bulunsa, iki rivayetten birinde, kocaya yemin verdirir. O yeminden kaçınırsa, aleyhine hükmedilir. Kadın bir şahit getirir ve koca da, kadının davasının asılsızlığına dair yemin etmezse, bu takdirde nükul ile aleyhine hükümde bulunmak daha güçlüdür.

 

Hadisin zahiri: Kadın bir şahit ikame etmedikçe, nükul ile koca aleyhine hükümde bulunulamayacağı şeklindedir. İmam Malik'ten gelen bir rivayette de öyledir. Nitekim şahitsiz sırf davada bulunması ve kocanın yeminden nükulü ile hükme gidilmez. Kocanın nükulü ile hüküm verileceği görüşünde olanlar şöyle diyorlar: Nükul, ya ikrardır ya da beyyinedir. Her ikisi ile de hüküm verilebilir. Ancak bu tez, kısas davasındaki nükul ile bozulur. Buna şöyle ap verilir: Nükul bedel ile mubah olabilen -ki bunlar mali davalardır- hususlarda ihtiyacı karşılayan bir bedeldir. Mali davalara ait haklar; nikah ve ilgili konularına ait hakların daha altındadır.

 

4- "Nükul" (yeminden kaçınma), beyyine (şahit vb.) makamındadır. Kadın bir şahit getirince -ki bu beyyinenin yarısıdır- nükul de diğer yarısının yerine geçmiş, böylece beyyine tamamlanmış oldu.

 

Biz bu konudaki mezhepleri (görüşleri) zikrediyoruz: Ebu'l-Kasim b. el-Cellab, Tefsir*inde şöyle der: "Kadın kocasına karşı talak davasında bulunursa, sırf dava etmiş olmasıyla kocaya yemin verdirilmez. Eğer kadın davasına bir şahit getirirse, şahidi ile birlikte kendisine yemin verdirilmeye gidilmez. Bununla kocası aleyhine talak sabit olmaz." Onun söylediği bu durumda, dört imam arasında bir anlaşmazlık bulunmamaktadır. Devamla ediyor: "Ancak bir şahidi ikamesi durumunda kocaya yemin verdirilir: Eğer yemin ederse, kadının davasından beraet etmiş olur."

 

Ben derim ki: Bu konuda fukahanın iki ayrı görüşü vardır. Her ikisi de İmam Ahmed'den rivayet edilmiştir.

 

Birincisi: Kadının davasından ötürü kocaya yemin verdirilir. Bu Şafii,| Malik ve Ebu Hanife'nin görüşleridir.

 

İkincisi: Yemin verdirilmez şeklindedir.

 

Eğer biz "yemin verdirilmez" dersek bir problem bulunmamaktadır. Eğeri "yemin verdirilir" dersek ve adam da nükulde bulunarak yeminden kaçınırsa, bu durumda nükule dayanılarak karısının boş olduğuna dair hükme gidilebilir mi? Bu konuda İmam Malik'ten iki rivayet vardır: Birincisi: "Bu hadisle amel edilir ve kadın bir şahit ve nükulle boş olur." Eşheb'in tercihi del budur. Aynı zamanda bu görüş son derece güçlüdür. Çünkü şahit ve nükull farklı iki cihetten gelen iki sebeptir. Dolayısıyla davacı tarafı bunlarla kuvvet| kazanır ve lehine hükmedilir. Haber ve kıyasın gereği de budur.

 

İmam Malik'ten gelen ikinci rivayet ise: "Koca nükulde bulunduğunda! hapsedilir. Eğer hapis süresi uzarsa (ve yeminden kaçınmada ısrar ederse) bırakılır." şeklindedir. İmam Ahmed'den gelen rivayetler; kadının talak davasında nükulle hükmedilebilir mi konusunda ikiye ayrılmıştır. Ona göre, şahid ikamesinin bir etkisi yoktur. Kadının talak davasında bulunması durumunda, bu konuda kocaya yemin verdirilip verdirilemeyeceği konusunda ikil rivayet vardır. Eğer "yemin verdirilmez" dersek, kadının davasının bir etkisi) olmaz. Eğer "Yemin verdirilir." dersek ve koca da kaçınırsa, bu durumda aleyhine talakla hükmedilebilir mi? İki rivayet vardır. İnşaallah ileri de "Nükul ile hüküm verme" bahsinde geleceği gibi ikrar mıdır, bedel midir yoksa| beyyine yerine mi geçmektedir, orada görülecektir.

 

 

3- Hz, Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Eşlerini Muhayyer Bırakması:

 

Sahihayn'da. Hz. Aişe'den rivayet edilir: Şöyle anlatır:

 

Rasülullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kadınlarını muhayyer bırakması emroluflpica benden başladı ve buyurdu ki:

 

Ben sana bir şey söyleyeceğim, ama ebeveyninden emir almadan (cevap vermeye) acele etmeyebilirsin."

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) annemle babamın O'ndan ayrılmamı emretmeyeceklerini pekala biliyordu. Sonra şu ayeti okudu:

 

"Ey Peygamber! Eşlerine söyle: Eğer siz, dünya hayatını ve onun zinetini istiyorsanız, gelin size müt'a (boşanma bedeli) vereyim ve sizi güzellikle boşayayım! Yok Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu dilerseniz bilin ki, Allah, sizden güzel hareket edenlere büyük bir ecir hazırlamıştır."[Ahzab, 28-29]

 

Ben O'na: "Bunun nesi için annemle babamdan izin isteyecekmişim! Ben Allah'ı, Rasulü'nü, ahiret yurdunu dilerim." dedim. Sonra Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) diğer eşleri de benim yaptığım gibi yaptılar. Bu bir talak değildi.

 

Rebia ve İbn Şihab şöyle diyorlar: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zevcelerinden birisi kendi nefsini tercih etti ve gitti. Kesin ayrılıktı. İbn Şihab: "Kadın bedevi idi." der. Amr b. Şuayb: "O Dahhak el-Amiriyye'nin kızıydı. Ailesine döndü." der. ibn Habib ise: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onunla gerdeğe girmişti." der.

 

Gerdeğe girmediği de söylenir. Hayvan kığılarım toplar ve: "Ben bahtsız bir kadınım." derdi.

 

Alimler bu muhayyer bırakma konusunda, iki konuda ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Muhayyerlik hangi konuda idi? İkincisi: Hükmü ne idi?

 

Birincisini ele alalım: Cumhura göre muhayyerlik, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)ile beraberlik ya da ayrılık konusundaydı. Abdürrezzak ise Musannef 'inde Hasan'dan, "Allah Teala onları, sadece dünya ve ahiret arasında muhayyer kılmıştır. Onları talak hakkında muhayyer kümamıştır." sözünü nakleder. Kur'an'ın söz akışı (siyak) ve Hz. Aişe'nin sözü, onun bu görüşünü reddetmektedir. Şüphesiz Allah Teala onları, Allah ve Rasulü ve ahiret yurdu ile dünya hayatı ve zineti arasında muhayyer bırakmış ve Allah'ı, Rasulü'nü ve hiret yurdunu tercih etmelerinin gereğini Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraberlik, dünya ve zinetini tercih etmelerinin gereğini de kendilerine müt'a verilmesi ve güzellikle salıverilmeleri kılmıştı ki tabii bu da şüphesiz ve ihtilafsız talak olmaktadır.

 

Hüküm konusundaki ihtilafları ise iki noktadadır:

 

1) Kocayı tercih etme durumunda hüküm nedir?

 

2) Kendi nefsini tercih etmesinin hükmü nedir?

 

Birinci konu: Ashabın büyük çoğunluğunun, bütün validelerimizin ve ümmetin tamamına yakın bir kısmın kabul ettiği görüşe göre, muhayyer olan kadının, kocasını tercih etmesi durumunda boşanma olmaz, sadece muhayyer kılma talak değildir. Bu Hz. Ömer, İbn Mes'ud, İbn Abbas ve Aişe'den sahih olarak nakledilmiştir. Hz. Aişe şöyle demiştir: "Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizi muhayyer kıldı. Biz de onu tercih ettik. Bunu bir talak saymadık." Aynı şey Ümmü Seleme, kızkardeşi ve Abdurrahman b. Ebi Bekir'den de gelmiştir.

 

Hz. Ali, Zeyd b. Sabit ve sahabeden bir gruptan sahih olarak nakledildiğine göre de: "Eğer kadın kocasını tercih ederse bu bir ric'i talaktır." Hasan (el-Basri)'nin görüşü de böyledir. ishak b. MansuT rivayetinde İmam Ahmed: "Eğer kocasını tercih ederse bu bir talaktır. Koca ric'ata sahiptir. Eğer kendi nefsini tercih ederse, bu takdirde üç falak olur.*' der. Ebu Bekir: "Bu rivayetle İshak b. Mansur teferrüd etmiştir. Amel çoğunluğun görüşü üzeredir." demiştir. el-Muğni sahibi (İbn Kudame) şöyle der: "Bu görüşün izahı şöyledir: "Muhayyer kılma" sözü, kocasının talaka niyet ettiği bir kinaye lafzıdır. Dolayısıyla sırf bu ifadeyi kullanmasıyla, diğer kinaye lafızlarda olduğu gibi, talak vaki olur. Bu bizzat Hz. Aişe'nin de tasrih ettiği husustur." Doğrusu, Hz. Aişe'nin bunun talak olduğunu red ve inkarı şeklindedir. Çünkü, validelerimiz Peygamberimizi tercih ettiklerinde onlara: "Bir talakınız vuku bulmuştur." dememiş, onlara ric'atte bulunmamıştır. Bu konuyu en iyi bilen kimse bizzat içinde olması hasebiyle Hz. Aişe'dir. Nitekim ondan sahih olarak: "Bu bir talak değildi."; başka bir rivayette: "Onu talak saymadık."; bir başka hadiste, kendisine tevdi edilen bir soruya cevaben verdiği: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da bizi muhayyer bıraktı. (Yani şimdi) o bir talak mıydı?" ifadeleri nakledilmiştir.

 

"Muhayyer kılma ric'i bir talaktır" şeklinde düşünenlerin mülahazası şu olmalıdır: "Muhayyer kılma" temliktir. Kadın ise kendisine ancak boşanmış olduğunda malik olabilir. Dolayısıyla temlik, talakın vukuunu gerekli kılmaktadır. Bu mülahaza, iki önermeye dayanmaktadır: Birincisi: Muhayyer kılma temlik demektir. İkincisi: Temlik talakın vukuunu gerekli kılar. Her iki önerme de doğru değildir: Muha\ yer kılma temlik değildir; eğer temlik olsaydı, mülkünde ikaından evvel, talakın vukuunu gerektirmezdi. Çünkü nihayet bu, koca daha önce talaka nasıl malikse ve mülkünde kullanmadan düşmüyorsa, kadının da aynı şekilde ona malik olması demektir. Hem dedikleri doğru olsaydı, o zaman bain talak olması gerekirdi. Çünkü ric'i talakta kadın, kendi nefsine malik değildir.

 

Muhayyer kılma hususunda fukaha ihtilaf etmişlerdir: Nedir bu? Temlik mi, tevkil mi veya bir kısmı temlik bir kısmı tevkil mi, yoksa derhal boşama mı (müneccez tatlik) ve nihayet asla bir neticesi olmayan boş bir tasarruf mu? Bu beş ayırım İmam Ahmed ve Malik mezhebleridir. Ebu'l-Hattab, Ruusu'l-MesaiPde şöyle der: O temliktir, (kadının) kabulüne bağlıdır. İbn Kudame ise MuğnPde: Koca: " = Emrin elindedir." veya: ( = Tercih et." der, ve kadın da: "Kabul ettim." derse bir şey lazım gelmez. Çünkü "Emrin elindedir." sözü tevkil (vekalet verme) dir. Kocanın sözüne "Kabul ettim." şeklinde karşılık vermesi, "Vekaleti kabul ettim." demek olur ve bir şey gerekmez. Nitekim yabancı bir kadına: "Karımın emri (boşanma işi) senin elindedir." demesi ve onun da: "Kabul ettim." demesi gibi olur. "Tercih et!" sözü de o manadadır. Yine aynı şekilde kadının: " = Emrimi aldım." demesi durumunda da bir şey lazım gelmez. İmam Ahmed, İbrahim b. Hani rivayetinde bu ikisine temas etmiş ve: Koca, karısına: "Emrin elindedir." der ve kadın da: "Kabul ettim!" derse, işin gerçeği meydana çıkıncaya kadar bir şey lazım gelmez. Eğer kadın: t(=Emrimi aldım." derse bu bir şey değildir. Eğer karısına: " = Tercih et." der ve kadın da: "Nefsimi kabul ettim." veya: "Nefsimi tercih ettim." derse bu daha açık olur, demiştir.

 

İmam Malik; ''(...) = Tercih et." sözü ile = Emrin elinedir." sözlerini birbirinden ayırmış, ikinciyi temlik; "Tercih et" sözünü de temlik değil muhayyer kılma saymıştır. Maliki alimler: "O tevkildir." demişlerdir.

 

Şafii'nin iki görüşü vardır: Birincisi: Temliktir. Şafii alimlerince sahih olan da budur. İkincisi, tevkildir. Bu da mezheb-i kadimidir.

 

Hanefiler; temliktir, demişlerdir.

 

Hasan ve ashabtan bir grup ise: "Bu bir boşamadır ve derhal bir talak vuku bulur, kocanın rücu hakkı vardır." demişlerdir. Bu aynı zamanda» İbn Mansur rivayetinde İmam Ahmed'den de nakledilmiştir.

 

Zahiriler ve bir diğer grup sahabi ise: "Bununla talak vuku bulmaz. Kadın ister kendisini tercih etsin, ister kocasını farketmez. Talakın vukuu konusunda muhayyer kılmanın hiçbir etkisi yoktur." demişlerdir.

 

Biz, bu görüşlerin dayanaklarını zikretmek istiyoruz: "Temliktir" görüşünde olanlar şöyle delil getirmeye çalışıyorlar:

 

Kadınlığından istifade hakkı, kocaya ait iken, kadına dönünce bu bir gerçek temlik olur.

 

Yine "tevkil" vekilin, vekil kılındığı konuyu doğrudan yapabilmesi için ehliyet şartına sahip olmasını gerektirir. Kadın ise talak vermeye ehil değildir. Bu yüzdendir ki bir koca, karısını boşamak üzere bir kadına vekalet verse, bir görüşe göre bu sahih olmaz. Çünkü kadının doğrudan talakı kullanma ehliyeti yoktur. Sahih görenler ise: "Nasıl ki kocanın, karısını boşamak üzere bir erkeğe vekalet vermesi sahihse, aynı şekilde onu boşamak üzere bir kadını tevkil etmesi de sahih olur." derler.

 

Sonra burada tevkilin manasını anlamak mümkün değildir. Çünkü vekil -kendisi değil- müvekkili adına tasarruf eden kimsedir. Burada kadın ise kendi nefsi ve çıkan için tasarrufta bulunmaktadır. Bu ise vekilin tasarrufuna Özde ters düşer.

 

İbn Kudame'nin nakline göre, "tevkildir" görüşünde olanlar şöyle diyorlar: "O temliktir. " diyenlerin sözü doğru değildir. Çünkü talakın temliki sahih değildir ve kocadan bir başkasına da intikal etmez. Onun yerine bir başkası ancak naib olabilir. O konuda, başkasını naib kılmak istediğinde, bu başka bir şey değil ancak tevkil olur.

 

Sonra eğer temlik olsaydı, kadının kadınlığından istifade üzerindeki mülkiyetin, kadına geri intikali iktiza ederdi. Bu ise muhaldir. Çünkü bu hiçbir zaman kadından çıkmamıştır ki. Bunun içindir ki, kadının şüphe yolu ile cima edilmesi durumunda mehir kendisinin olmakta, kocanın olmamaktadır. Eğer koca kadınlığından istifade mülkiyetine sahip olsaydı, onun bedeline de sahip olurdu. Nitekim bir malın menfaatine malik olanlar, o menfaatin bedeline de maliktirler.

 

Yine, eğer temlik olsaydı, kadın talaka malik olurdu. O takdirde de kocanın talaka malikiyeti kalmazdı. Zira bir şeyin bütün parçaları ile aynı anda, iki ayrı malikin mülkü olması muhaldir. Koca muhayyer kıldıktan sonra da talaka maliktir. Dolayısıyla kadın talaka malik olamaz. Ama bizim dediğimiz böyle değildir. Bu bir tevkil ve naib kılma işidir. Koca maliktir. Zevce ise onun naibi ve vekildir.

 

Yine şayet ona "Kendini boşa!" dese, sonra boşamayacağına dair yemin etse, kadın kendisini boşasa yemininde hanis (yalancı) olur. Bu da kadının kendisinin naibi ve asıl boşayanın koca olduğunu gösterir.

 

Sonra "O temliktir" sözünüzü ele alalım: Bununla ya "Ona nefsini temlik etmiştir." demeyi kasdediyorsunuz, ya da "Boşama hakkını temlik" demeyi. Eğer birinci manayı kasdediyorsanız, o zaman kadının sadece "Kabul ettim." demesi ile talak vuku bulur, demeniz gerekir. Çünkü koca, kadınlığından istifade hakkını mülkiyetinden çıkarmayı gerektiren icabda bulunmuş ve kadın tarafından gelen "kabul" de icab ile kenetlenmiştir. Eğer ikinci manayı kasdediyorsanız, bu bir tevkil demektir. Kullanılan ifadenin değişikliği farketmez.

 

Muhayyer kılma şekillerini ayırıma tabi tutan Maliki fukahası şöyle diyorlar: Koca, karısına: " = İşin elindedir." veya " = İşini sana verdim." veya " = İşini sana temlik ettim." derse bu ifadeler temlik demektir. " = Tercih et." derse, bu da muhayyer kılmadır. Aralarında hem hakikaten, hem de hükmen fark vardır: Hakikatte farka gelince; " = Tercih et!" ifadesi kadının muhayyer bırakılmasından fazla bir mana içermez. Bununla koca, kadına nefsini temlik etmemiştir. Sadece iki şey arasında onu muhayyer kılmıştır. "İşin elindedir." sözü böyle değildir. Çünkü bu, ancak kadının kendine malik olması durumunda elinde olabilir. Hüküm açısından ele aldığımızda da farklıdır. Çünkü koca, "İşin elindedir." deyip de "Ben bununla bir talaka niyet ettim.'* derse, söz yeminle birlikte kendisinindir. "Tercih et." dediğinde kadın kendisini üç talak boşarsa, üçü de vuku bulur. İsterse koca "Ben bir talak kasdettim." desin. Ancak bu durumda kadın, zifaf vaki olmamış biriyse, o zaman bir talak kasdı hususunda söz yeminle birlikte kocanındır. Çünkü muhayyer kılma, kadının kendi nefsini tercihte bulunabilmesini gerektirir. Bu da ancak ayrılıkla (beynunet) gerçekleşir. Eğer kadınla zifaf vuku bulmuşsa bu, ancak üç talakla tahakkuk eder. Eğer zifaf olmamışsa bir talakla da bain olur. "İşin elindedir." sözü ise böyle değildir. Çünkü bu ifade kendisi ile kocası arasında bir tercihte bulunmasını gerektirmez; aksine emrini ona temlik anlamı taşır ve bu üç talakla ayrı kılmak veya bir talak ve akabinde dolan iddetle ayrı kılmak suretiyle nefıni ona temlik etmek manalarını, her ikisini de kapsar. Koca bu muhtemel manalarından birini kasdettiğinde sözü kabul edilir.

 

Doğrusu,* bu izahları aynısıyla " = Tercih et" sözü için de variddir ve kendilerini bağlar. Çünkü bu söz de kadının "Nefsini üç talakla veya bir talak ve arkasından biten iddetle kendini bain (ayrı) kıl." manalarına şamildir. Hatta "İşin elindedir." sözü, üçün temliki hususunda "tercih et" sözünden daha da açıktır. Çünkü "işin (emrin)" ifadesi gramer bakımından muzaaf, muzaafun ileyh (isim tamlaması) olması açısından "ne var ne yok bütün emrini" içine alır. "Tercih et" sözü ise mutlaktır, umumiliği yoktur. Dolayısıyla üç talak onun neresinden çıkıyor? İmam Ahmed'in ortaya koyduğu budur. Çünkü o, "Tercih et" ifadelen hakkında: "Bununla kocamı niyeti olmaksızın, zevce tek bir talaktan fazlasına malik değildir." demiş; "Env rin elindedir", "Talakın elindedir.", "Talak konusunda seni tevkil ettim." ifadeleri hakkında ise, "Kadın bunlarla üç talak hakkına sahip olur." demiştir. Yine ondan bir başka rivayet daha vardır; bu da: "Kadın ancak kocanın niyeti ile buna malik olabilir." şeklindedir.

 

"Derhal boşama olur." diyenlerin bakış açısı ve görüşlerinin zayıflığı daha önce geçti.

 

"Bu bir boş sözdür, bir şey lazım gelmez." diyenlere gelince; bunların iki dayanakları vardır: Birincisi: Allah talakı kadınların eline değil, sadece erkeklerin yetkisine vermiştir. Allah'ın koyduğu, kulun dileğiyle değişmez. Dolayısıyla kocanın, talakı, kendisine Allah'ın asla talak yetkisi vermediği bir kimseye tevdi edebilme hakkı yoktur.

 

Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, Ebu Bekir b. Ayyaş - Habib b. Ebi Sabit senediyle nakleder: Bir adam, hanımlarından birisine: "Eğer şu dengi (yükü) şu eve sokarsan, kumanın emri senin elindedir." der ve kadın onu içeri sokar. Sonra da (kuması için): "O boştur." der. Durum Hz. Ömer'e intikal ettirilir. O kadını adamdan ayırır. Yolları üstünde Abdullah b. Mes'ud'a uğrarlar ve durumu ona haber verirler. İbn Mes'ud onları Hz. Ömer'e götürür ve:

 

"— Ey Mü'minlerin emiri! Şüphesiz Allah Teala, erkekleri kadınlar üzerine hakim kılmıştır; kadınları erkekler üzerine hakim kılmamıştır." der. Hz.

 

Ömer:

 

— Ne düşünüyorsun? der. İbn Mes'ud:

 

— O karışıdır diye düşünüyorum, diye cevap verir. Hz. Ömer:

 

— Ben o görüşteyim der ve onu bir sayar.

 

Ben derim ki: "Onu bir sayması" muhtemelen kocanın "Kumanın emri elindedir" sözü sebebiyledir. Bu söz, talak hakkında kinaye olmuş olur. Yine muhtemeldir ki, kumasının "O boştur" sözüne istinaden bir talak saymıştır. Kadının koca üzerine hakim olmaması için (üç talakla) ayırma yetkisini kadına vermemiştir. Doğrusu bu haberde, bv grubun görüşü doğrultusunda bir delil yoktur. Hatta denilebilir ki bu haber onların aleyhine bir hüccet olarak kabul edilebilir.

 

Ebu Ubeyd, Abdülgaffar b. Davud - İbn Lehia - Yezid b. Habib senediyle nakleder: İranlı Rümeysa, Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi Bekr'in nikahındaydı. Emrini ona temlik etti. Kadın da üç defa (kocasına) "Sen boşsun!" dedi. Hz. Osman, Muhammed'e: "Hata ettin. Onun talak hakkı yoktur. Çünkü kadın boşayamaz." dedi.

 

Bu haber de onlar için bir delil olamaz. Zira Hz. Osman sadece, kadın talakı mahalline isnad etmediği için geçerli kabul etmemiştir. Koca da: "Ben senden boşum" dememiştir. Bu, Abdürrezzak'ın rivayet ettiği durumun bir benzeri olmaktadır: İbn Cüreyc - Ebu'z-Zübeyr - Mücahid senediyle nakleder: Bir adam ibn Abbas'a gelir ve:

 

— Karıma emrini temlik ettim, o da beni üç talakla boşadı, der. İbn Abbas:

 

— Allah ona yıldızını şaşırtmış. Talakı, ancak sen ona verebilirsin, onun sana talak verme hakkı yoktur, demiştir.

 

Esrem: Ebu Abdullah'a, karısına "Emrin elindedir." diyen bir adamın durumu nedir? diye sordum. O dedi ki: Hz. Osman ve Ali (r.a.) "Hüküm kadının hükmettiğidir." dediler. Ben: "Ben nefsimi üç talak boşadım" derse? dedim. O: "Hüküm kadının hükmettiğidir." dedi. Ben: Kadın "Seni üç talak boşadım." derse? dedim. O: "Kadın boşayamaz." dedi ve İbn Abbas'ın, "Allah ona yıldızını şaşırtmış," hadisi ile istidlalde bulundu. Hadisi Veki'den, Şube'den, el-Hakem*den, İbn Abbas'tan, karısının emrini eline veren adam hakkında, kadının da "Seni üç talak boşadım." demesi durumu ile ilgili olarak rivayet etti. İbn Abbas: "Allah ona yıldızını şaşırtmış, kendisini boşasaydı ya!" demişti. İmam Ahmed, Ebu Matar'ın tashif yaparak İbn Abbas'ın ... sözünü ... şekline çevirdiğini söyler. Ancak Abdürrezzak, ibn Cüreyc'den şöyle nakleder: Abdullah b. Tavus'a: "Baban karısına emrini temlik eden bir adam hakkında nasıl hükmederdi? Kadın kendisini boşamaya kadir mi, değil mi?" diye sordum. O: "Babam: Kadınlara talak yok, derdi." dedi. Ben: "Baban başka bir adama karısının enrini temlik eden bir adam hakkında ne derdi? O adam karısını boşamaya kadir mi?" dedim. O: "Hayır." dedi. Bu, Tavus'un görüşünü gayet açık ortaya koyuyor. Ona göre ancak koca boşayabilir, zevceye emrini temlik etmek anlamsızdır; aynı şekilde bir başkasına vekalet vermesi de caiz değildir. İbn Hazm: "Bu, Ebu Süleyman'ın ve biz tüm Zahirilerin görüşüdür." demektedir.

 

Bu grubun ikinci delili: Yüce Allah, talak işini kadınlara değil, sadece erkeklere tevdi etmiştir. Çünkü kadınlar hem akılca, hem de dince noksandırlar. Pek çoğu da sefihtirler. Erkeklere karşı duydukları şevhet ve meyil onlara her şeyi yaptırır. Eğer talak işi onlara verilmiş olsaydı, erkeklerin onlarla ilişkileri istikrar bulmazdı. Bunda da kocalar için büyük bir zarar söz konusu olurdu. Bu yüzden Yüce Allah'ın hikmet ve rahmeti, ayrılık hususunda kadınlara hiçbir yetki vermemeyi ve bu işi kocalara tevdi etmeyi gerektirdi. Eğer kocalar için bunun kadınlara nakli caiz olursa, bu Allah'ın hikmet ve rahmetine, kocaları gözetmesine ters düşmüş olur. Bunlar şöyle diyorlar: Hadis, sadece muhayyer kılmaya delalet etmektedir. Eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu tercih ederlerse -nitekim öyle olmuştur-, bulundukları hal üzere Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zevceleri olarak kalırlar. Eğer kendi nefislerini tercih ederlerse Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara müt'a verir ve bizzat kendisi onları boşar ki, "güzellikle salıvermek" o demektir. Yoksa, onların kendilerini tercih etmeleri bizzat talak olur, manasına değildir. Görüldüğü üzere bu gayet açıktır.

 

Bunlar devamla şöyle diyorlar: Bu konuda ashabtan gelen haberler son derece ihtilaflıdır. Emrini karısının eline vermesi ve onun da kendisini üç talakla boşaması durumunda Hz. Ömer, İbn Mes'ud, Zeyd b. Sabit'in bunu tek bir ric'i talak saydıkları sahih olarak bilinmektedir ve yine sahih olarak Hz. Osman'ın: "Hüküm kadının hükmettiğidir." dediği sabittir. Bunu Said b. Mansur, İbn Ömer'den, bir başkası İbn Zübeyr'den rivayet eder. Hz. Ali, Zeyd ve bir grup sahabiden: "Eğer kadın kendisini tercih ederse bu bir bain talaktır. Eğer kocasını tercih ederse bu bir ric'i talaktır." dedikleri sahih ve sabittir.

 

Bir başka grup sahabiden: "Eğer kendisini tercih ederse her halükarda üç talaktır." dedikleri bilinmektedir. İbn Mes'ud'dan; kişinin, karısının emrini bir başka adam eline vermesi ve onun da boşaması durumunda, bir şey lazım gelmeyeceğini söylediği rivayet edilir.

 

ibn Hazm şöyle der: Ashabtan kendisinden muhayyer kılma ile ilgili rivayette bulunduğumuz kimseleri araştırdık. Bu rivayetler sahihi, gayr-ı sahihi ile birlikte sadece yedi tanedir. Sonra bunlar da ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmının sözü diğerininkinden üstün değildir. Dolayısıyla bunların konuya bir etkisi olmayacaktır. Ancak Nesai ile rivayet ettiğimiz hariç. Nasr b. Ali el-Cehdami - Süleyman b. Harb - Hammad b. Zeyd senediyle rivayet edilen bu hadiste Hammad şöyle der: Eyyub es-Sahtiyani'ye: "Emrin elindedir." hakkında, el-Hasan'dan başka, "O üç talaktır." diyen birisini tanıyor musun? diye sordum. O: "Hayır. Ancak olsa olsa bana Katade'nin İbn Semüre'nin azadlısı Kesir'den, onun Ebu Seleme'den, onun da Ebu Hureyre'den Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "üçtür" dediği rivayeti vardır. Eyyub şöyle der: "İbn Semüre'nin azadlısı Kesir'le karşılaştım ve ona bunu sordum, bilemedi. Hemen Katade'ye döndüm ve durumu ona haber verdim. O: Unutmuş, dedi."

 

İbn Hazm şöyle der: İbn Semüre'nin azadlısı Kesir meçhuldür. Eğer güvenilirliği ve hafızasının yerinde olduğu meşhur olsaydı, biz de bu habere asla muhalefet etmezdik. Kaldı ki, bazı raviler bu hadisi Ebu Hureyre'ye mevkuf kılarlar.

 

Mervezi anlatır: Ebu Abdillah'a: "Muhayyer kılınan ve kendi nefsini tercih eden kadın hakkında ne dersin?" diye sordum. "Onun hakkında ashabtan beş kişi, bir adet ric'i talak olur demişlerdir: Hz. Ömer, İbn Mes'ud, İbn Ömer, Aişe." dedi ve bir başka isim daha söyledi. Bir başkası o beşincinin Zeyd b. Sabit olduğunu söylemiştir.

 

İbn Hazm şöyle der: Bir kimse karısını muhayyer bırakır ve o da kendisini tercih ederse veya kocasını tercih ederse ya da hiçbir tercihte bulunmazsa bütün bunlar boştur, hiçbir şey lazım gelmez. Hepsi de aynıdır, bununla talak vuku bulmaz, kadın kocaya haram olmaz, bunlardan birine hiçbir hüküm terettüp etmez. İsterse koca muhayyer kıldığını defaetle tekrar etsin, kadın kendisini veya talakın tercihini bin defa tekrarlasın, hiçbir şey gerekmez. "Nefsini kendisine temlik etmesi", "Emrini eline vermesi" durumlarında da aynıdır, bir fark yoktur.

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dışında kimse hüccet olamaz. Madem ki ne Kur'an'da, ne de Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetinde: "Kişinin karısına söylediği "Emrin elindedir" veya "Emrini sana temlik ettim" ya da "Tercih et" ifadeleri talakı gerektirir ve kadının kendisini boşama veya talakı tercihi hakkını doğurur" gibi bir ayet ya da hadis yoktur; o halde kişiye, Allah ve Resulü'nün kendisine helal kıldığı kadını, ne Allah ne de Peygamberinin vacip

 

madiği görüşlerle haram kılmak caiz değildir. Bu son derece açıktır. İbn Hazm'ın sözü burada bitti.

 

Bunlar şöyle devam ediyorlar: Talakın vuku bulacağı görüşünde olanların sözlerindeki tutarsızlıklar, çelişkiler, birinin diğerine ters düşmesi bu görüşlerin temelinin bozuk olduğunu göstermektedir. Eğer asıl sağlam olsaydı, onun üzerine bina edilen hükümler arasında ahenk olur, çelişki ve uyumsuzluklar olmazdı. Biz, bu ihtilaflardan bir kısmına işaret ediyoruz:

 

Acaba sadece muhayyer kılma ile talak vuku bulur mu? Yoksa kadın tercihini yapıncaya kadar vuku bulmaz mı? konusunda ikiye ayrılmışlardır. Daha önce temas edildi. Sonra sırf "Emrin elindedir" sözü ile talak vuku bulmayacağı görüşünde olanlar ihtilaf etmişlerdir: Acaba kadının tercihi, o meclisle mi sınırlıdır, yoksa koca vazgeçmediği veya cinsel ilişkide bulunmadığı sürece devam edebilir mi? İki görüş vardır. Birisi "o meclisle sınırlıdır." şeklindedir. Ebu Hanife, Şafii ve bir rivayette Malik bu görüştedirler. İkincisi: Koca vazgeçmedikçe veya cinsel ilişkide bulunmadığı sürece tercih hakkı kadının elindedir. Bu da İmam Ahmed, İbnü'l-Münzir, Ebu Sevr, diğer rivayette Malik'in görüşleridir. Sonra Maliki alimleri "Bu, kadının kocasını terk ettiği anlaşılacak kadar uzamadığı gibi bir zaman içinde söz konusudur. Bu da iki ayı asmasıyla anlaşılır demişlerdir. Sonra yine ihtilaf etmişler ve: Acaba terkedip etmediğine dair, kadın üzerine yemin etmesi gerekir mi, gerekmez mi? demişler ve ikiye ayrılmışlardır.

 

Sonra kocanın kadına tevdi ettiği yetkilerini geri alıp alamayacağında ihtilaf etmişlerdir. İmam Ahmed, İshak, Evzai, Şa'bi, Mücahid, Ata: "Kocanın rücu hakkı vardır ve kadının muhayyerliği ortadan kalkar.'' demişlerdir. İmam Malik, Ebu Hanife, Sevri, Zühri ise: "Rücu hakkı yoktur*' demişlerdir. Şafiilerin ise, "Bu temlik midir, tevkil midir?" şeklindeki telakkiye mebni olarak ihtilafları vardır. "Tevkildir." denirse, müvekkilin rücua hakkı vardır. "Temlik." denilirse hakkı yoktur. "Temliktir." görüşünde olanların bazıları: "Muhayyer kılma temliktir, desek bile rücu, imkansız değildir. Çünkü henüz "kabul" bitişmemiştir. Dolayısıyle hibe ve satış akillerinde olduğu gibi (kabulden önce) rücu etmek caizdir." diyorlar.

 

Bir diğer ihtilaf konusu da, kadının kendisini tercih etmesi durumunda ne lazım geleceği hakkındadır. İmam Ahmed ve Şafii: "Bir adet ric'i talak gerekir." demişlerdir. Bu, aynı zamanda İbn Ömer, İbn Mes'ud ve İbn Abbas'ın da görüşleridir. Ebu Ubeyd ve İshak'ın tercihleri de böyledir. Hz. Ali'den "Bir bain talak olur." görüşü nakledilir. Ebu Hanife'nin görüşü de budur. Zeyd b. Sabit'ten "üç olur" görüşü vardır ki, el-Leys'in görüşü de budur. İmam Malik: "Eğer kadınla zifaf gerçekleşmişse, üç talak olur, eğer zifaf gerçekleşmemişse, kocanın bir talaka niyet ettim iddiası kabul edilir." demiştir.

 

Bir ihtilaf daha: Acaba "Emrin elindedir" sözü, niyete ihtiyaç duyar mı, duymaz mı? İmam Ahmed, Şafii ve Ebu Hanife: "Niyete ihtiyaç duyar"; İmam Malik: "Hayır, niyete ihtiyaç duymaz." demişlerdir. Sonra yine ihtilaf etmişlerdir: Talakın vukuu, "Nefsimi tercih ettim", veya "Nikahını fesh ettim." demesi durumunda, kadının niyetine ihtiyaç gösterir mi, göstermez mi? Ebu Hanife: "Koca niyet ettiği zaman, talakın vukuu için kadının niyetine ihtiyaç yoktur." der. Ahmed ve Şafii: "Eğer kadın kinaye lafızlarla nefsini tercih etmişse mutlaka niyeti gereklidir." demişlerdir. Sonra Maliki fukahası: Eğer kadın "Kendimi tercih ettim" veya "Nefsimi kabul ettim" derse talak lazım gelir. "Ben onu murad etmedim" dese bile durum değişmez. Eğer "Emrimi kabul ettim." derse ne kasdettiği sorulur: Eğer talakı murad etmişse talak olur. Talakı murad etmemişse talak olmaz. Sonra İmam Malik şöyle der: Koca karısına "Emrin elindedir." der ve bir talak kasdettim diye söylerse, yeminiyle birlikte söz kendisinindir. Eğer bir niyeti yok idiyse, dilediğini ika edebilir. "Tercih et" der ve bir talak murad ettiğini söylerse, kadın da kendisini tercih ederse üç talak boşanmış olur. Kocanın sözü kabul edilmez.

 

Daha nice, birbirleriyle son derece farklılık arzeden ve ne Kitab'tan, ne sünnetten, ne de icmadan hiçbir delili bulunmayan pek çok furu meseleler.

 

Kadın, kocanın nikahından çıktığına dair kesin bir delil olmadıkça karışıdır.

 

Bunlar devamla şöyle derler: Allah ne nikah ne de talak konusunda kadınlara bir yetki tanımadı, bunu sadece erkeklere verdi. Yüce Allah erkekleri kadınlar üzerinde hakim kıldı; dilerse tutarlar, dilerlerse boşarlar. Erkeğin, kadını kendi üzerine, dilerse tutacak, dilerse boşayacak şekilde hakim kılması caiz değildir. Eğer Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı, bir konuda icma edecek olsalar, biz onların icmalanru aşmayız. Ancak onlar bu konuda ihtilaf ettiler. Onların görüşlerini destekleyecek başka deliller aradık. Sonunda hüccetin, sadece bu görüş üzerinde olduğunu gördük. Eğer falandan bir rivayet varsa, onun tam aksine rivayet de vardır. Bu konuda icma iddiası son derece asılsızdır. Sahabe ve tabiin arasında -naklettiğimiz gibi- anlaşmazlıklar, görüş ayrılıkları sabittir. İhtilaf varken icmadan söz etmek olmaz. İşte ibn Abbas ve Osman b. Affan: "Adamın karısı eline emrini tevdi eylemesi bir şey değildir." demişlerdir. İbn Mes'ud, karısının emrini başka bir adamın eline veren adamın hakkında onun da boşaması durumunda "Bir şey değildir."der. Tavus, karısına emrini tevdi eden kimse hakkında: "Kadınlara talak yoktur.*' der. Yine O: Başka bir adama karısının emrini tevdi etmesi durumunda, o adamın kadını boşamaya yetkisi olduğu sorulduğunda: "Hayır, yok!" demiştir.

 

 

4- Değerlendirme ve Sonuç:

 

Ben derim ki: Tavus'tan nakledilen rivayet, sahihtir, sarihtir. Ne sened, ne de sarahat bakımından tenkide açık değildir. İbn Mes'ud'dan yapılan nakillere gelince, farklıdır: Onun talakın vukuu konusunda Hz. Ali ve Zeyd'e muvafakat ettiği de nakledilmiştir. Nitekim bunu İbn Ebı Leyla, Şa'bi'den "Emrin elindedir." "Tercih et" ifadeleri hakkında, "Hz. Ali ile İbn Mes'üd ve Zeyd'in görüşleri hep aynıdır." dediğini nakleder. Yine ondan, bir hanımına "Eğer bu yükü eve sokarsan (kuman) falancanın emri senin elinde olsun" diyen bir adam hakkında -ki kadın bunu yapmıştı-: "O, onun karışıdır." dediği ve bunu talak kabul etmediği de nakledilir.

 

İbn Abbas ve Osman'dan yapılan nakiller, sadece muhayyer kılınan kadının talakı kocasına nisbet ederek "Sen boşsun" demesi durumuyla ilgilidir. İmam Ahmed ve Malik de aynı görüşte olmakla birlikte kadının kendisini tercih etmesi veya talakı kendisine nisbet ederek kendisini boşaması durumunda talakın vuku bulacağını da söylerler. Ashabtan, muhayyer kılma ve temliki ilga edip, hiçbir şey lazım gelmez diyen bir sahabi bilinmemektedir. Sadece İbn Mes'ud'dan gelen az önceki rivayet vardır. Ondan, aksi görüşte olduğu da nakledilmiştir. Şu halde sahabeden kesin olarak sabit olan husus, muhayyer kılmanın dikkate alınması ve talakın bununla vuku bulmasıdır. Şu kadar var ki, kadının bununla neye malik olduğu hususunda ihtilafları vardır. Nitekim az önce geçti. Muhayyer kılmanın hiçbir etkisi yoktur demek, asla hiçbir sahabiden nakledilmeyen bir husustur. Sadece Ebu Muhammed İbn Hazm; İbn Abbas ve Osman'dan gelen nakilleri yanlış değerlendirmiştir. Ancak bunun Tavus'un görüşü olduğu doğrudur. Ata'dan da buna delalet eden nakiller yapılmıştır: Abdürrezzak, İbn Cüreyc'den rivayet eder: Ata'ya: Bir adam karısına: "Bir gün veya iki gün sonra emrin elindedir." dese ne lazım gelir dedim. O: "Bu bir şey değildir." dedi. Ben: "Kadına bir adam gönderse ve bir gün ya da bir süre emri elinde olduğunu bildirse." dedim. O: "Bu nasıl olur bilmiyorum. Bunun bir şey olacağını sanmam." dedi. Ata'ya: "el-Münzir, Hafsa'nın emrini Aişe'ye temlik ettiğinde, Aişe, Hafsa'ya temlikte bulundu mu" diye sordum. O: "Hayır! Sadece kendisini boşayıp boşamama konusunda arzda bulundu. Ona emrini temlik etmedi." dedi.

 

Eğer ashabın bir heybeti olmasaydı, biz bu görüşten ayrılmazdık. Ancak İslam'ın öncüleri olan Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı her ne kadar muhayyer kılmanın hükmü üzerinde ihtilaf etmişlerse de, bu ihtilaflarının içinde muhayyerliğin itibara alınacağı, ilga edilmeyeceği konusunda da ittifak halindedirler. Bu konuda bütün sahabiler müttefiktirler. Bunda bir zarar da yoktur. Bahsettiğiniz talakın kadının elinde olması durumunda sözkonusu olan zarar, sadece müstakillen kadının elinde olması durumuyla ilgilidir. Ama kocanın bizzat talakı elinde bulundurması halinde, bazan olur ki maslahat bu hakkın kullanılmasının kadına tevdi edilmesinde görülebilir; böylece karı-koca arasındaki durum ortaya çıkar. Eğer kadın kocasını seviyorsa, onunla yaşamaya devam eder. Yok, nefret ediyorsa ondan ayrılır. Bu, hem kadın hem de erkek için bir maslahattır. Bunda Allah'ın şeriatını ve hikmetini değiştirmeyi gerektirecek bir şey de yoktur. Kadını kendi talakı hakkında tevkil etmekle, yabancı birini tevkil arasında bir fark yoktur. Talak konusunda üçüncü bir şahsa vekalet vermeyi caiz görmenin bir anlamı yoktur. Oysa nikah ve hulu konularında yabancının tevkili sahihtir.

 

Cenab-ı Allah, geçimsizlik durumunda taraflardan seçilecek iki hakeme evli çiftlerin hallerine bakma yetkisi vermiştir: Eğer aralarının ayrılmasını gerekli görürlerse ayırırlar, evliliğin devamını uygun görürlerse devama karar alırlar. Bu bir talaktır veya kocanm dışından gelen bir fesihtir. Bu netice eğer hakemler vekildir denilirse kocanın rızasıyla, eğer onlar hakemdirler denilirse kocanın rızası aranmadan gerçekleşir. Hakime, çeşitli konularda kocaya naib sıfatı ile aleyhine talak verme yetkisi tanınmıştır. Koca kendisi adına boşamak veya hulu yapmak üzere birini vekil veya naib tayin edecek olsa bunda, Allah'ın hükmünü değiştirecek bir husus yoktur, O'nun dinine de muhalif değildir. Çünkü boşayan kimse bizzat kocadır, ama doğrudan, ama vekili kanalıyla. Bazan vekil kişinin haklarını gözetmede kendisinden daha ileri görüşlü olur, çıkarlarını daha iyi korur. Dolayısıyla fayda ve çıkarlarını daha iyi bildiği o konu, ona havale edilir. Azad, nikah, hulu, ibra ve diğer konularda, hakların talebinde bulunmak, onları isbat etmek, almak ve mahkemede savunmak gibi hususlarda vekalet caiz oluyor da, aynı şey talak konusunda niye caiz olmasın?! Haram kılan bir şey mi var? Evet, vekil talak konusunda onun talaktan malik oldukları, olmadıkları; ona helal olanlar, haram olanlar gibi hususlarda müvekkilin yerine geçmektedir. Gerçekte boşayan, ya doğrudan ya da vekil aracılığı ile olmak üzere bizzat kocanın kendisi olmaktadır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

D) KENDİSİNE CARİYESİNİ, ZEVCESİNİ YA DA EŞYASINI HARAM KILAN KİMSE HAKKINDAKİ HÜKMÜ