ZADU’L-MEAD |
ALTINCI KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.) VERDİĞİ HÜKÜMLER, EVLİLİK, ALIM-SATIM |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
B) HARAM TALAK
1- Hayız ve Lohusa
Halindeki Kadını Boşama Konusundaki Hükmü
2- Haram Olan Talakın
Geçerli Sayılması Konusundaki İhtilaflar
1- Hayız ve Lohusa
Halindeki Kadını Boşama Konusundaki Hükmü:
Sahihayn'da rivayet
edilir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında, İbn Ömer,
karısını hayız halinde iken boşamıştı. (Babası) Hz. Ömer, durumu Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sordu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem): "Ona emret de karısına dönsün! Sonra kadın temizlenip akabinde
hayzını görünceye ve tekrar temizleninceye kadar onu tutsun. Ondan sonra artık
isterse nikahında tutar dilerse yakınlık etmeden boşar. İşte kadınların kendisi
için boşanmasını Allah'ın (c.c.) emrettiği iddet budur." buyurmuştur.
Müslim'in bir
rivayetinde: "Ona emret, karısına ric'at etsin! Sonra onu ya temiz iken
yahut hamile olduğu halde boşasın." buyurmuştur.
Başka bir metinde:
"Eğer dilerse, ona yakınlık etmeden, temiz iken boşasın." Allah
Teala'nın emrettiği gibi, "iddet için talak" işte budur. Buhari'ye
ait bir rivayette ise: "Ona emret karısına dönsün. Sonra iddetinin önünde
onu boşasın." buyurmuştur.
İmam Ahmed, Ebu Davud ve
Nesai'ye ait hadiste ise ibn Ömer'den şu nakledilir: Abdullah b. Ömer, hayız
halinde iken karısını boşamıştı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
onu kendisine geri çevirmiş, yani talak saymamış ve: "Temizlendiği zaman
boşasm veya tutsun." buyurmuştur. İbn Ömer (r.a.), Söyle demiştir: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Peygamber! Kadınları
boşadığınız zaman onları iddefteri içinde (adetten temiz oldukları sırada)
boşayın."[Talak, 1] ayetini okudu.
Bu hadisler talakın dört
çeşit olduğunu gösterir. İkisi helal, ikisi haram.
Helal olan talak
şekilleri: Karısını, cima etmeden, temizken boşaması veya hamile olduğu belli
iken boşamasıdır.
Haram olan şekilleri
ise: Hayız halinde iken boşaması veya cima ettiği temizlik süresi içerisinde
boşamasıdır. Bu kendisi ile zifaf gerçekleşen eşin boşanması ile ilgilidir.
Zifaf vaki olmayan
zevcenin boşanması ise, hayızlı iken de temizken de caizdir. Nitekim Allah
Teala: "Nikahtan sonra henüz dokunmadan ya da mehir kesmeden kadınları
boşarsanız, size bir günah yoktur..."[Bakara, 236] ve yine: "Ey
inananlar, inanan kadınları nikahlayıp da, henüz onlara dokunmadan boşarsanız,
artık onlar üzerinde bir iddet sayma hakkınız yoktur."[Ahzab, 49]
buyurmuştur. Bunun böyle olduğuna "Onları iddetleri içinde (adetten temiz
oldukları sırada) boşayın."[Talak, 1] ayeti delalet etmektedir. Zira zifaf
vaki olmamış kadının iddeti yoktur. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
de "İşte kadınların, kendisi için boşanmasını Allah'ın emrettiği iddet
budur." sözüyle buna dikkat çekmiştir. Eğer, zifaftan önce talakın mubah
olduğu hükmünü içeren bu iki ayet olmasaydı, iddet beklemek durumunda olmayan
kadının talakından men olurdu.
Nesai ve daha başka
kitaplarda Mahmud b. Lebid'den rivayet edilir: Hz. Peygamber'e (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), karısını üç talakla birden boşayan bir adamın durumu haber
verildi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), öfkelenerek kalktı ve:
"Ben henüz aranızda iken Allah'ın kitabı ile mi oynanılıyor?!"
buyurdu. Hatta adamın biri kalktı ve: "Ya Rasulallah! Onu öldürmeyeyim
mi?" dedi.
Sahihayn'da İbn Ömer'den
(r.a.) nakledilir: Kendisine talaktan sual edildiğinde: "Sen karını ya bir
ya da iki talakla boşadiysan (bu güzel). Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) bana bunu emreyledi. Eğer üç talak boşadıysan o sana artık, başka
bir koca ile evlenmedikçe (şer'i tahlil), helal olmaz. Bu halinle sen, karını
boşaman konusundaki Allah'ın emrine isyan etmiş oldun." derdi.
Ravileri sikadır.
Müellif birazdan tafsilata girecektir.
Bu nasslar, boşanan
kadınların da iki türlü olduğunu gösterir: Kendisi ile zifaf vaki olan ve zifaf
vaki olmayan. Her ikisini de üç talakla birden boşamak caiz değildir. Zifaf
vaki olmayan hanımı temizken de hayız halinde iken de boşamak caizdir.
Zifaf vaki olmuş
hanımlara gelince, eğer hayız ya da lohusalık hallerinde ise, onları boşamak
haram olur. Eğer temiz halde ise ve hamile olduğu da kesin belli ise, cimadan
önce de sonra da boşanması caizdir. Eğer hamile değilse, temizlik süresi
içerisinde ona dokunmadan önce boşamak caizdir. Dokunduktan sonra boşamak ise
caiz değildir.
Bunlar, Allah Teala'nın,
Peygamberinin lisanıyla teşri' buyurduğu talak konusundaki hükümlerdir.
Allah'ın izin verdiği ve mubah kıldığı talakın, eğer mükellef ve irade sahibi,
sözün delalet ettiği manayı bilen ve onu kasteden bir kimseden sadır olmuşsa,
vuku bulacağına dair bütün müslümanlar icma' etmişlerdir.
2- Haram Olan Talakın
Geçerli Sayılması Konusundaki İhtilaflar:
Haram olan talakın vukuu
konusunda ise müslümanlar ihtilaf etmidir. Burada karşımızda iki mesele vardır:
Birincisi: Havız halinde
iken veva cimada bulunduğu temizlik hailiken verilen talak.
İkincisi: Üç talakı
birden vermek. Biz her iki meseleyi de derinlemesine ele alıp araştıracağız,
her iki grubun da delillerini, ulaşabildikleri son noktayı zikredeceğiz.
Bununla birlikte biz mutaassıb mukallidin bütün ayetler ve deliller serdedilse
bile taklit ettiği kimseyi 'terketmeyeceğini, delile talip olanların ise ondan
başkasına uymayacağını, ancak delili hakem kabul edeceğini, insanlardan her
birinin, öte geçmeyeceği bir kaynağı, sapmayacağı bir yolu olduğunu da çok iyi
biliyoruz. Kuvvetinin en son yettiğini taşıyan, adımlarının en son ulaştığı
yere koşan kimse gerçekten mazurdur.
a) Hayız Halinde ve
Cimada Bulunulan Temizlik Süresi İçinde Boşama:
b) Bir Defada Verilen
Üç Talak:
a) Hayız Halinde ve
Cimada Bulunulan Temizlik Süresi İçinde Boşama:
Birinci mesele: Hayız
halinde ve cimada bulunulan temizlik süresinde boşamak.
Haram olan talakın vukuu
konusunda, selef ve halef uleması arasında mevcut olan görüş ayrılığı hala
devam etmektedir. Vukuuna dair icma iddiasında bulunan kimseler yanılmış ve
ancak ilminin yettiği kadarı ile konuşmuştur. Başkalarının muttali olduğu
bilgilerden yoksun kalmıştır. İmam Ahmed şöyle der: "Kim (bu konuda) icma
iddiasında bulunursa, o yalancıdır. Ne biliyor, belki de insanlar ihtilaf
etmişlerdir."
Nasıl icma olabilir ki,
bu konudaki ihtilafın, halef ve selef uleması arasında mevcut olduğu ötedenberi
bilinmektedir? Muhammed b. Abdüsselam el-Huşeni, Muhammed b. Beşşar -
Abdülvahhab b. Abdülmecid es-Sekafi - Ubeydullah b. Ömer - İbn Ömer'in azadlısı
Nafi' senedi ile İbn Ömer'den karısını hayızli iken boşayan bir adam hakkında:
"Buna itibar edilmez (sayılmaz)." dediğini nakleder. Bu rivayeti Ebu
Muhammed b. Hazm el-Muhalla'da isnadı ile zikretmiştir.
Abdürrezzak, Musannef'de
İbn Cüreyc - İbn Tavus senediyle Tavus'un, "Meşru talak ve meşru iddete
muhalif oldukça onu talak saymadığını" ve onun: "Meşru talak şekli
kişinin karısını, cima etmeksizin, temizken veya hamileliği belli iken boşaması
dır." diye söyleyip durduğunu nakleder.
Huşeni, Muhammed b.
el-Müsenna - Abdurrahman b. Mehdi - Hemmam b. Yahya - Katade senediyle Hilas b.
Amr'ın, karısını hayız halinde iken boşayan adama "O sayılmaz"
dediğini rivayet eder. Ebu Muhammed b. Hazm şöyle der: Bunların hilafına icma
bulunduğu iddiasına cür'et etmek karşısında şaşmamak elde değil. Böyle bir
iddia sahibi, hayız halinde iken veya cima ettiği temizlik süresi içinde iken
boşamanın geçerli kabul edileceğine dair kendi görüşüne uygun ashaptan hiçbir
kelime bulamamaktadır (sonra da icma iddiasında bulunmaktadır.) Ashabtan bu
konuda sadece ibn Ömer'den bir rivayet vardır. Ona da yine kendisinden daha
güçlü bir rivayet ters düşmektedir. Bunun dışında Hz. Osman ve Zeyd b.
Sabit'ten rivayet edilen kabul edilemeyecek iki rivayet daha vardır: Bunlardan
birincisini, İbn Vehb - İbn Sem'an - bir adam senediyle Hz. Osman'dan rivayet
etti: "Hz. Osman, kocası tarafından hayizh iken boşanan kadın hakkında, o
hayızını sayamayacağına, ondan sonra üç hayız beklemesi gerekeceğine
hükmederdi." şeklindedir. Derim ki: İbn Sem'an, yalancı (kezzab) olan
Abdullah b. Ziyad b. Seman'dır. Hem de kim olduğu bilinmeyen meçhul bir raviden
rivayet etmiştir. İbn Hazm devam eder: İkincisi, Abdürrezzak - Hişam b. Hasan -
Ebu Alkame'nin azadlısı Kays b. Sa'd - ismini verdiği bir adam - Zeyd b. Sabit
senedi ile rivayet edilmiştir. Rivayete göre Zeyd b. Sabit karısını hayızlı
iken boşayankimse hakkında: "Talak onu bağlar, kadın bu hayız hariç üç
hayız boyu iddet bekler." demiştir.
İbn Hazm şöyle der: Bu
konuda, şayet onların caiz gördüklerini biz de caiz görsek -bundan Allah'a
sığınırız- icma iddiasında biz onlardan daha şanslıyız. Zira muhaliflerimiz de
dahil olmak üzere ilim ehli arasında kesinlikle, hayızlı iken veya cima yapılan
temizlik süresinde iken verilen talakın bid'at olduğunda, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu yasakladığında ve emrine muhalefet etmemenin
gereğinde bir ihtilaf yoktur. Bu onlar katında da kuşkusuz böyle olunca, bu
durumda bir bid'at ve sapıklık olduğunu ikrar ettikleri bu bid'atın tecvizi
sureti ile hükmü nasıl caiz görebiliyorlar! Müşahade ile anladığımıza göre,
bid'ati tecviz eden, onun bid'at olduğunu söyleyenlerin icmaına muhalif olmaz mı?
İbn Hazm devam ediyor: Hatta bu konuda bize ihtilaf ulaşmasa bile kesin
bilmediği, hepsinden görüşlerinin ulaşmadığı bir konuda bütün ehl-i İslam adına
kesin bir yargıya varan, onların hepsi adına yalancı olmaz mı?
1. Haram Talakı
Geçerli Saymayanların Delilleri:
2. Haram Talakı
Geçerli Sayanların Delilleri:
1. Haram Talakı Geçerli
Saymayanların Delilleri:
Kesin olan nikah, ancak
kendisi gibi kesin olan Kitab'tan veya sünnet'ten ya da icma'dan bir delille
ortadan kalkar. Eğer siz bu üç şeyden bize bir delil ortaya koyabilirseniz, biz
de ona dayanarak nikahın hükmünü kaldırırız. Başka türlü kaldırılmasına imkan
yoktur. Nasıl olabilir ki, pek çok delil, haram talakın vuku bulmayacağına
delalet etmektedir. Yüce Allah asla böyle bir talakı meşru kılmamış, ona izin
vermemiştir. Öyleyse onun şeriatından değildir. Nasıl olur da, bu durumda onun
nafiz ve sahih olduğundan söz edilebilir?!
Aslen haram olan
talaktan, ancak Allah Teala'nın boşayan kimseye yetki verdiği şekil ve sayıdaki
gerçekleşebilir. Mesela dördüncü talak vuku bulmaz. Çünkü böyle bir yetkiyi ona
vermemiştir. Malumdur ki Allah Teala, kişiye haram olan talakı ika yetkisini
vermemiş, bu konuda onu mezun kılmamıştır. Dolayısıyla sahih olmaz, vuku
bulmaz.
Şayet kişi bir kimseye
karısını caiz talakla boşamak üzere vekalet verse, o da haram talakla boşasa bu
geçerli olmaz. Çünkü bu konuda yetkili değildir. Talakın ikaının sıhhatinde
mahlukun izni dikkate alınıyor da, yaratıcının izni itibara alınmıyor. Ne kadar
saçma! Malumdur ki, mükellef ancak izinle tasarrufta bulunabilir. Allah ve
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) izin vermediği bir konuda kişinin asla
tasarruf yetkisi olamaz.
Sari', koca üzerine;
karısını hayızlı iken cima yaptığı temizlik süresi içerisinde iken boşamamak
üzere kısıtlılık (hacr) koymuştur. Eğer bu halde iken talakı geçerli olacaksa,
Şari'in koyduğu hacrin bir anlamı kalmaz ve kadının tasarruftan men ettiği
kimse üzerine koyduğu hacri Şari' Teala'nın hacrından daha güçlü olmuş olur.
Zira kadı koyduğu hacr ile yapılan tasarrufu iptal edebilmektedir.
Bu noktadan hareketledir
ki, Cuma günü ezan vaktinde yapılan alış-verişi iptal ediyoruz. Zira bu, Sari'
tarafından satıcı üzerine hacr konulmuş bir satıştır. Onu yürürlüğe koymak ve
sahih kabul etmek caiz değildir.
Bu talak, haram ve
hakkında yasak olan bir talaktır. Yasak, yasaklanan şeyin fesadını gerektirir.
Şayet biz yasaklanan şeyi de sahih kabul edersek, sıhhat ve fesat açısından
yasaklanan şeylerle, izin verilen şeyler arasında bir fark kalmaz.
Allah Teala bu talak
şeklini buğzettiği, vukuunu sevmediği için yasaklamış, haram kılmıştır.
Buğzettiği, sevmediği şeyin meydana gelmemesi için haram kılmıştır. Onu sahih
kabul edip, yürürlüğe koymak bu maksada ters düşmektedir.
Yasaktan ötürü, hakkında
yasak bulunan nikah çeşidi sahih olmuyor da, aralarında ne fark vardır ki,
yasak olduğu halde talak vaki oluyor. Allah'ın yasakladığı nikah çeşitlerini
iptal ediyorsunuz, fakat Allah'ın haram kıldığı ve yasakladığı talak çeşidini
sahih kabul ediyorsunuz. Bu nasıl oluyor?! Yasak her iki konuda da yasaklanan
şeyin butlanını gerektirmez mi?
Bu konuda, emrine
muhalif olan bir şeyin reddi, iptali ve ilgası için, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) tahsis görmeyen genel hükmü yeterlidir. Buhari'de
Hz. Aişe hadisinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Üzerinde
emrimiz bulunmayan her iş merduddur."; diğer bir metinde ise: "Kim
üzerinde emrimiz bulunmayan bir iş işlerse o merduttur." buyurmuştur. Bu,
Hz. Peygamber'in emri dahilinde olmayan haram talakın merdud ve batıl olduğunda
gayet açıktır. Bu durumda nasıl olur da "O bağlayıcı ve nafizdir."
denebilir? Reddine hükmetmek nerde, bu nerde?
Haram talak, asla
Allah'ın meşru kılmadığı bir talaktır. Dolayısıyla yabancı kadını boşamak gibi
merdud ve batıl olur. "Yabancı kadın talaka mahal değildir. Zevce ise
mahaldir." şeklindeki bir fark size delil olamaz. Çünkü zevce, haram
talaka mahal değildir ve Şari'in kendi yetkisine verdiği bir husus değildir.
Allah Teala kadınları
(boşanmak istenildiğinde) ancak güzellikle salıvermeyi emretmiştir. Allah ve
Rasulü'nün haram kıldığı şekilde salıvermekten daha kötü ne olabilir? Nikah
akdinin gereği iki şeydir: Ya iyilikle tutmak veya güzellikle salıvermek. Haram
yollu salıvermek üçüncü bir şıktır, nikah akdinin gereğine girmez. Dolayısıyla
da asla dikkate alınmaz.
Allah Teala: "Ey
Peygamber! Kadınlarınızı boşamak istediğinizde onları iddetleri içinde
boşayınız." buyurmuştur.[Talak, 1] Yüce Allah'ın kelamından ne
kasdettiğini açıklama durumunda olan Hz. Peygamber, meşru ve mezun olunan
talakın sadece cima vaki olmayan temizlik süresi içinde veya hamile olduğu
belli olduktan sonra verilen talak olduğunu açıklamıştır. Dolayısıyla bunların
dışında kalan diğer (haram) talaklar, kendileri ile zifaf gerçeklemiş hanımlar
hakkında, Allah'ın emrine uygun olarak iddetleri içinde verilmiş talak
olmazlar. Sonuç itibarıyla da talak sayılmaz; kadın bununla nasıl haram olur?
Allah Teala: "Talak
iki defadır..." buyurmuştur."[Bakara, 269] Malumdur ki, Allah Teala
sadece izin verilen talakı kasdetmiştir ki, o da iddetleri içinde verilen
talaktır. Zira Allah, ric'at mümkün olar., izin verilmiş meşru talakı iki
defaya hasretmiştir. Bunun dışında kalanlar talak olmaz. Bu yüzden ashab
(r.anhum) haram talak hakkında fetva vermek için kendilerinin takati bulunmadığını
söylüyorlardı. Nitekim, İbn Vehb - Cerir b. Hazim - A'meş silsilesi ile İbn
Mes'ud şöyle demektedir: "Kim Allah'ın emrettiği gibi boşarsa, Allah ona
açıklamıştır. Kim muhalefet ederse, biz hilafına güç yetiremeyiz." Şayet
muhalefet edenin talakı vaki olsaydı, onunla fetva vermek takatlerini aşan bir
iş olmazdı. Eğer her iki tür de vaki ve geçerli olacaksa, bunların arasını
ayırmanın bir manası olmayacaktır.
Yine İbn Mes'ud şöyle
demiştir: "Kim işi şekli üzere yaparsa, şüphesiz ki Allah ona açıklamıştır.
Aksi takdirde, Allah'a yemin ederim ki, onların ihdas ettikleri her şey
(hakkında fetva vermeye) bizim takatimiz yoktur."
Kendisine üç talakın
birden verilmesi sorulan sahabeden biri: "Kim emrettiği gibi boşarsa,
(hüküm) kendisine açıklanmıştır. Kim de halt ederseP onu yaptığı haltı ile
başbaşa bırakırız." demiştir.
Bütün bunların yanında,
Ebu Davud'un sahih sabit bir senedle rivayet ettiği hadis delil olarak
yeterlidir. Hadis, Ahmed b. Salih - Abdürrezzak - İbn Cüreyc - Ebu'z-Zübeyr -
Urve'nin azadlısı Abdurrahman b. Eymen senediyle rivayet edilmiştir:
Ebu'z-Zübeyr; Urve'nin azadlısı Abdurrahman b. Eymen, İbn Ömer'e soruyordu. Ben
de dinliyordum. Karısını hayız halinde iken boşayan kimse hakkında ne
düşünüyorsun? dedi. O, İbn Ömer (kendisini kasdediyor) Hz. Peygamber zamanında
karısını hayızlı iken boşamıştı. Hz. Ömer bu konuyu Hz. Peygamber'e (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) sordu ve "Şüphesiz Abdullah b. Ömer, karısını hayız
halinde iken boşadı." dedi. Abdullah şöyle der: (Hz. Peygamber) onu bana
geri çevirdi ve bunu talak saymadı ve: "Hayızdan temizlendiği zaman ister
boşasın, ister tutsun." buyurdu. İbn Ömer şöyle der: Rasulullah "Ey
Peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde onları iddetleri içinde (adetten
temiz oldukları sırada) boşayın."(15) ayetini okudu. Bu hadisin isnadının
son derece sahih olduğunu söylemişlerdir. Zira Ebu'z-Zübeyr'in hıfzında ve
sikalığında şüphe yoktur. Sadece tedlis yapabileceğinden korkulabilir. veya
gibi semaa delalet eden ifadeleri kullandığı zaman tedlis mahzuru ortadan
kalkar ve hadis hakkında akla gelebilecek bu illet kaybolur. Hadis imamlarının
çoğu, onun semaa delalet eden ifade kullanmaksızın sadece ile naklettiği
hadislerle ihticac etmektedirler. Mesela Müslim, onun bu şekildeki hadisini
sahih kabul etmektedir. Semaa delalet eden kelimeleri kullandığında ise, hiçbir
problem kalmayacak ve hadis sahih olacak, hüccet olarak kullanılabilecektir.
Bu Ebu'z-Zübeyr
hadisinde, onun reddini gerektirecek hiçbir şey göremiyoruz. Bu hadisi
reddedenler, sadece onun sahih hadislere muhalif olduğuna itikat etmeleri
neticesinde reddetmişlerdir. Biz bu hadisi reddedenlerin sözlerini nakledecek
ve hadisin reddini gerektirecek bir hususun bulunmadığını ortaya koyacağız.
Ebu Davud: ''Hadislerin
tamamı Ebu'z-Zübeyr'in söylediğinin hilafınadır.'' der.
Şafii: "İbn
Ömer'den rivayette Nafi', Ebu'z-Zübeyr'den daha sağlamdır (esbet). Tearuz
durumunda daha güçlü olan ravinin hadisini almak daha uygundur." der.
Hattabi: "Yunus b.
Cübeyr hadisi bundan daha sağlamdır." der. Yunus hadisinden, "Ona
emret, karısına dönün." sözü ile, "Ne dersin! Aciz veya ahmak olsa da
(vuku bulan talak gider mi)" sözünü kasdediyor.
İbn Abdilber: "Bunu
Ebu'z-Zübeyr'den başka hiçbir kimse ondan nakletmemiştir. İbn Ömer'den değerli
bir cemaat nakilde bulunmuş, ama içlerinden hiçbir kimse bunu söylememiştir.
Ebu'z-Zübeyr kendisi gibi birinin muhalefeti halinde hüccet olmaktan çıkar. Ya
kendinden daha sağlam ravilerin muhalefetinde durum ne olur?" der.
Bir muhaddis de:
"Ebu'z-Zübeyr bu hadisten daha münker bir rivayette bulunmamıştır."
diyor.
Ebu'z-Zübeyr hadisi
hakkında söylenen sözler bunlar. Dikkatlice üzerinde durulduğunda onun reddini
ve ne de batıllığını gerektirmeyeceği görülür
Ebu Davud'un,
"Hadislerin tamamı onun hilafınadır." sözünü ele alalım. Acaba Ebu
Davud'u taklit etmekten başka elinizde bir şey var mıdır? Madem ki siz
(taklide) razı değilsiniz ve hüccetin kendi tarafınızda olduğunu
zannediyorsunuz, öyle ise taklidi bırakınız ve sahih hadislerde Ebu'z-Zübeyr
hadisine muhalif olan şeyler nerdeymiş gösteriniz. Acaba Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu talakı hesaba kattığına, onun itibara
alınmasını emrettiğine dair tek bir hadis var mıdır? Eğer varsa o zaman evet
vallahi, bu Ebu'z-Zübeyr hadisine apaçık bir muhalefet olur. Fakat buna asla
yol bulamıyorsunuz. Nihayet elinizde sarıldığınız: ".... Ona emret,
karısına ricat etsin." ifadesi vardır ve "ricat" talakın vukuunu
gerektirir diyorsunuz. İbn Ömer'in, kendisine "Bu boşama ile iddet bekler
mi?" diye sorulduğunda söylediği: "Sen ne dersin, acz gösterip
ahmaklık etse de (hiç vuku bulan talak gider) mi?", Nafi' ya da ondan
önceki raviye ait: "O ve (kadının) talakından sayıldı." sözü. Evet
bunların dışında, bu talakın vuku bulduğuna ve bununla iddet beklemenin gerekliliğine
delalet edecek tek bir harf yoktur. Bu lafızların sıhhati kuşkusuzdur. Onlarda
herhangi bir tenkit edilecek unsur da yoktur. Bütün mesele bu sözlerin İbn Ömer
hadisindeki: " = Onu bana geri çevirdi ve bunu (boşamayı) bir şey görmedi
(talak saymadı)." sözüne muarız olması ve onun önüne geçirilmesi, daha
önce serdetmiş bulunduğumuz delillere nuarız olmasında'dır. Bunları
karşılaştırdığımız zaman aradaki farklılık ortaya çıkacak ve mukavemet gücü
olmadığı gözükecektir. Biz bunları kelime kelime ele alıp irdeleyeceğiz:
" ... = Ona emret
ricat etsin." sözünden başlayalım: "Müracaat" kelimesi Allah ve
Rasulü'nün kelamında üç manada kullanılmıştır:
1) Nikah başlangıcı:
"Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka biriyle evlenmedikçe bir daha
kendisine helal olmaz. Eğer (ikinci koca da) onu boşarsa, Allah'ın yasalarını
koruyacaklarını sanırlarsa eski karı-kocanın birbirlerine dönmelerine
(müracaat) bir engel yoktur."[Bakara, 230]
Kur an'ı bilen hiçbir
kimse, burada sözkonusu edilen boşayan kimsenin ikinci koca, birbirlerine
(müracaat) dönmenin de kadınla birindi kocası arasında olduğunda ihtilaf
etmemiştir. Bu ise yeni baştan kıyılan Ibir nikahtır.
2) Bir şeyi daha önce
üzerinde bulunduğu hale çevirmek manasındadir. Ebu'n-Numan b. Beşir, oğulları
arasında ayırım yaparak sadece birine bir hizmetçi (köle) hediye etmişti. Hz,
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Onu geri çevir."
buyurmuştu. Bu, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tarafından
"zulüm" diye nitelenen, uygun olmadığı, adaletle bağdaşmayacağı
bildirilen -ilerde gelecektir- caiz hibenin sahih olmayacağı bir davranışın
reddİdir.
Hz. Peygamberdin,
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) satış sırasında cariyesi ile cariyenin çocuğu
arasını ayıran bir kimseye bu davranışını yasaklayarak "satışı geri
çevirmesi" ile ilgili sözü de bu türdendir. Bu geri çevirmek (red) satış
akdinin sıhhatini gerektirmez. Çünkü böyle bir akit batıldır. Aksine buradaki
red (geri çevirme), iki şeyi daha önce oldukları gibi birlikte olma haline
çevirmek manasını ifade etmektedir. İbn Ömer'e karısına ric'atte (müracaat)
bulunma emri de aynı şekildedir ve onları talaktan önceki birlik hallerine
döndürmek anlamındadır. Bu manada da, hayız halinde iken talakın vukuunu
gerektirecek bir şey bulunmamaktadır.
İbn Ömer'in: " = Sen
ne dersin? Acz gösterip ahmaklık etse de (hiç vuku bulan talak gider) mi?"
sözüne gelince; fe sübhanallah! Bu lafızda, bu talakın Hz. Peygamber {s.a.)
tarafından hesap edildiğine dair beyan nerededir? Hükümler bu tür lafızlardan
alınamaz. Şayet Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu talakı İbn Ömer
aleyhine saysa ve itibara alınsaydı, cevap verirken Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) fiilini ve koyduğu şer'i hükmü söylemek dururken;
" = Sen ne dersin?" şeklinde bir cevaba gitmezdi. Oysa ki, İbn
Ömer'in en çok hoşlanmadığı şey, şeklindeki şahsi görüş bildiren ifadelerdir.
Bu durumda apaçık sünnet varken; sebebi, kişinin Allah'ın kendisine izin
verdiği şekilde talakı gerçekleştirmekten acizliği ve ahmaklığı olan bir nevi
reye delalet eden lafzı ile başlayan bir cevaba nasıl dönebilirdi? Vasfı bu
şekilde olan hususlarda daha uygunu, o şeyin itibara alınmaması ve işleyenin
fiilinden sakıt olmasıdır. Çünkü Allah'ın dininde, sebebi emre yapışmaktan
acizlik ve ahmaklık olan hiçbir geçerli hüküm yoktur. Ancak geri çevrilmesi
mümkün olmayan bir fiil olması bundan müstesnadır. Onları, haram kılınan şekil
üzere akdedenlerin aciz ve ahmak oldukları haram akitleri ise bunun
hilafınadır. O zaman şöyle denilir: Bu, sıhhat ve lüzumdan çok, ondan (sadır olan
tasarrufun) reddine delalet eder. Zira Allah ve Rasulü'nün emri hilafına ortaya
konulmuş bir aciz ve ahmak tasarrufudur. Dolayısıyla merdud ve batıl olur. Bu
rey ve kıyas, aciz ve ahmak olan birinin talakının batıllığına, onun sıhhat ve
itibarına olduğundan dah; delalet eder.
"Onun talakından
sayıldı." sözüne gelince: Bu meçhul bir fiildir ve failden
bahsedilmemiştir. Eğer faili belirtilseydi, o zaman onun saymasında bir hüccet
olup olmadığı ortaya çıkardı. Meçhul birinin saymasında elbetteki delil olmaz.
"Onun talakından sayıldı." sözünün İbn Ömer veya Nafi' veya başka bir
ravi tarafından söylenmiş olması bir şeyi değiştirmez. Bu sözde hesap eden
kimsenin bizzat Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) olduğuna dair bir
beyan yoktur ki bağlayıcı bir hüccet olsun, ona muhalefet haram olsun. Böylece
diğer hadislerin Ebu'z-Zübeyr hadisine muhalif olmadıkları açıklık kazanmış
oldu. Hem sonra Ebu'z-Zübeyr hadisi Hz. Peygamberin bu talakı saymadığında
gayet açıkken, diğer hadisler mücmellik arzetmekte, bir beyan
taşımamaktadırlar.
2. Haram Talakı Geçerli
Sayanların Delilleri:
Bunlar şöyle derler: Ey
vuku bulmayacağı görüşünde olanlar! Siz, iyice sarpa sardınız ve çoğu talakı iptal
ettiniz. Zira verilen talakların büyük çoğunluğu bid'at talak şeklindedir.
Büyük imamlara muhalefetle onları karşınıza aldınız, cumhura muhalefetten
kaçınmadınız, çoğunluk ashabın ve ondan sonra gelenlerin hilafına fetva
verdikleri görüşünüzle ümmet Serisinde sivrilip kaldınız. Kur'an ve sünnet
sizin görüşünüzün batıllığına delalet etmektedir.
"Eğer onu boşarsa,
başka bir koca ile evlenmedikçe artık kendisine helal olmaz."'[Bakara,
230] ayeti, bütün talakları içine almaktadır: Yine "Boşanmış kadınlar,
bizzat kendileri üç hayız hali (veya temizlik müddeti) beklerler."[Bakara,
228] ayetinde de bir ayırım yoktur. "Talak iki keredir.";
"Boşanmış kadınların iyilikle faydalandırılmak haklarıdır."'[Bakara,
241] ayetleri hep mutlaktır ve genel (amm) bir lafızdır. (Haram yolla da olsa)
bu da boşanmış kadındır. Lafzın umumu altına bu da girer. Kur'an ayetlerinde
geçen bu umumi lafızların, nass veya icma olmadan tahsisine gitmek caiz
değildir.
İbn Ömer hadisi, haram
olan talakın vukuuna birçok önden delildir:
1- "Müracaat''la
emredilmesi, bu dağılan nikah umurunu toplamak demektir. Nikah umurunu dağıtan
da talakın vukuudur.
2- İbn Ömer'in: "Ve
ben de ric'at ettim." sözü ile hadisteki: "Boşadığı bu talak hesap
edildi." ifadesidir. İbn Ömer'in -Eğer Rasulullah bu talakı saymadı ise-
Hz. Peygamber'e muhalefet ederek, bu boşadığını kadının talakına sayması nasıl
düşünülebilir?
3- İbn Ömer'in,
kendisine "O talak hesap edilir mi?" diye sorduklarında: "Ne
dersin, aczedip ahmaklık gösterse de (vuku bulan talak gider) mi?" demesi.
Yani onun acizliği ve ahmaklığı, o talakın sayılmaması için bir özür olmaz,
demektir.
4- ibn Ömer'in:
"Onu saymama engel ne var?" demesi. Onun bu sözü, haram talakın
sayılmamasını inkar anlamındadır. Bu söz, Ebu'z-Zübeyr'in rivayet ettiği sözü
de iptal etmektedir. Zira o gerçekten Hz. Peygamber'in bu talakı reddedip
saymadığını görmüş birisi olsaydı, "Onu saymama ne engel var?" sözünü
nasıl söyleyebilirdi?
5- İbn Ömer'in görüşü,
hayız halinde iken verilen talakın sayılması şeklindedir. O, olayın
kahramanıdır ve dolayısıyla meseleyi herkesten iyi bilen biridir. Sünnete uyma
ve muhalefetten kaçınma konulunda da en titiz birisidir. İbn Vehb, CamV'ınae,
İbn Ebi Zi'b - Nafi' senediyle İbn Ömer'den nakleder: O (İbn Ömer) karısını
hayız halinde iken boşamıştır. (Babası) Ömer, Hz. Peygamber'e (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) durum hakkında sorar. O da: "Oğluna emret karısına
ric'at etsin. Sonra kadın temizlenip akabinde hayzını görünceye ve tekrar
temizleninceye kadar onu tutsun. Ondan sonra artık isterse nikahında tutar,
dilerse yakınlık etmeden boşar. İşte kadınların, kendisi için boşanmasını
Allah'ın emrettiği iddet budur ve o birdir." buyurur. İbn Ömer'in
hadisinin lafzı da işte budur.
Abdürrezzak, İbn
Cüreyc'den rivayet eder: ibn Cüreyc: Medine'ye gitmek üzere Darunnedve'ye inmiş
olan Nafi'e adam gönderdik. Biz Ata ile birlikte idik. "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında hayızh iken karısını boşayan Abdullah
b. Ömer'in talakı sayıldı mı sayılmadı mı?" diye sorduk. O: "Evet"
dedi.
Hammad b. Zeyd -
Abdülaziz b. Suheyb - Enes silsilesi ile rivayet edilir: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kim bid'at şeklinde boşarsa. onu bid'ati
ile ilzam ederiz." buyurur. Abdulbaki b. Kani, Zekeriyya es-Saci - İsmail
b. Ümeyye ez-Zari - Hammad ve yukardaki senedin aynı ile rivayet etmiştir.
Ashab'tan Osman b. Affan
ile Zeyd b. Sabit'in vukuuna dair olan fetvaları sebebiyle görüşleri yukarıda
geçti.
Talakın haram olması,
üzerine netice ve hükmünün terettübüne mani değildir. Zıhar gibi. Zira zıhar,
kötü bir söz ve çirkin bir yalandır, haram olduğunda hiç şüphe yoktur. Bununla
birlikte üzerine neticesi -ki keffaret verinceye kadar zevcenin haram
olmasıdır- terettüp eder. Aynı şekilde bid'i talak da haramdır, ric'at edinceye
kadar neticesi üzerine terettüp eder. Aralarında bir fark yoktur.
İşte ibn Ömer, karısını
üç talakla boşayan kimseye: "Başka bir koca ile evlenmedikçe sana artık
haram olmuştur. Bu halinle sen, karını boşaman konusunda Allah'ın emrine isyan
etmiş oldun. " demiş ve işlemek sureti ile Rabbine (c.c.) isyan halinde
olduğu talakını geçerli kabul etmiştir.
Yine kazif (iftira) de
haramdır. Buna rağmen üzerine hükmü terettüp eder ve had uygulanır, şahitliği
kabul edilmez vb.
Haram nikahla, haram talak
arasında fark vardır: Nikah zevcenin helalliğini ve onun kadınlığından istifade
mülkiyetini içerir, dolayısıyla ancak şer'an izin verilmiş şekli ile olur. Zira
kadınlıktan istifadede asıl olan haramlıktır. Ondan ancak Şari'in mubah kıldığı
şey helal olur. Talak ise böyle değildir. O kocanın kendi hakkını düşürmesi,
mülkiyetini izale etmesi demektir. Bu da izale edici sebebin şer'an izin
verilmiş olması üzerine bağlı olmaz. Kişinin malları üzerindeki mülkiyeti;
haram olan itlaf, yalan ikrar, günah ve haram yollarda harcayacağını bildiği
kimseye hibede bulunmak gibi haram teberru yolu ile zail olduğu gibi, nikah
mülkiyeti de haram olan bu yolla ortadan kalkar.
iman bütün akitlerin
aslı, en önemlisi, en şereflisidir. Buna rağmen eğer küfürse, haram olan sözle
yok olmaktadır. Bu durumda nikah akdi, onun izalesi için konulmuş haram talakla
nasıl ortadan kalkmaz?
Konuyla ilgili gayr-ı
ciddi verilen talaktan başka bir şey olmasaydı o da delil ©lurdu. Çünkü haram
olmasına reğmen vukubulmaktadır. Allah'ın ayetleri ile oynamak helal olur mu?
Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şf insanların
hallerine ne oluyor da, Allah'ın ayetlerini oyuna alıyorlar: "Boşadım,
rucu ettim; boşadım rücu ettim..." diyorlar." buyurmuştur. Haram
olmasına rağmen gayr-ı ciddi (hazil) kimsenin talakı vaki olunca, ciddi olarak
verilen talakın -haram olmasına rağmen- evleviyetle vuku bulması gerekir.
Haram nikahla, haram
talak arasında bir fark daha vardır: Nikah bir nimettir. Haramlarla mubah
kılınmak istenemez. Onun izalesi ve kadınlığından istifade mülkiyetinin elinden
çıkması ise bir azaptır. Dolayısıyla sebebinin haram bir şey olması caizdir.
Kadının kadınlığı ile
ilgili konularda ihtiyatlı davranılır. İhtiyat ise talakın vukuunu, ric'at ve
akdin yenilenmesini gerektirir.
Biz biliyoruz ki, nikah
akdinde, diğer akitlerde aranmayan icab ve kabulle ilgili, veli ve iki şahidin
bulunması gibi, rızasına itibar edilen bir kadınsa zevcenin rızasının alınması
gibi ek şartlar alınır, iş sıkı tutulur. Fakat nikahtan çıkışta en kolay
şekilde çıkılır, talakta nikah sırasında aranan bu şartlardan hiçbirisi
aranmaz. Nikaha azimetle girilir, fakat ondan şüphe ile çıkılır. Demek ki
bunlar biribirinden çok farklıdır. Birini diğerine kıyaslamak mümkün olmaz.
Elimizde başka hiçbir
şey olmasa bile sadece eski ve yeni bütün din alimlerinin "Hayızlı iken
hanımını boşadı", "Talak iki nevidir: Sünni talak, bid'i talak"
gibi sözleri ile, İbn Abbas'ın: "Talak dört şekil üzeredir: İkisi helal,
ikisi haramdır."' sözü delil olarak yine yeter. "Talak"
kelimesinin bu şekilde kullanılması ve taksime tabi tutulması, onlar katında
haram talakın da gerçek talak olduğuna delildir. "Talak" isminin
haram talakı da içine alması, helal talakı içine alması gibidir. Eğer haram
talak, bir hakikati olmayan soyut, boş bir söz olsaydı, o zaman "Hanımını
boşadı." denmezdi. Zira eğer bu söz boş olsaydı, varlığı ile yokluğu eşit
olurdu. Böylesi bir durum için de "boşadı" tabiri kullanılmaz ve
talak için; vaki olmayan talak, vaki olan talak gibi bir ayırım yapılmazdı.
Zira mevcut bir manası olmayan boş sözler, lafzen bir hakikati ve varlığı
bulunan bir şeyin kısmı olamazlar.
Bu serdettiklerimiz,
haram talakın vukuuna kail olanların yapıştıkları delillerin tamamını
oluşturmaktadır. Belki içlerinde, mevcut hilafı bilmediği için, icma iddiasında
bulunanlar da vardır.
3. Haram Talakı Geçerli
Saymayanların Cevaplan:
Haram talakın vaki
olmayacağı görüşünde olanlar cevap olarak şöyle derler: Sizinle tartışmamız üç
noktada olacak ve konuyla ilgili doğru buradan ortaya çıkacaktır:
Birinci nokta: İcma
iddianızın asılsızlığı. Bunu isbata asla imkan yoktur. Aksine icma olmadığı
yaygın olarak bilinmektedir.
İkinci nokta: Cumhur'un
(çoğunluk) bir görüş üzerinde fetva vermeleri, o grüşün sahihliğine delalet
etmez. Cumhur kavli hüccet değildir.
Üçüncü nokta: Haram
talak, Sari' Teala'nın ahkamını zikrettiği mutlak talakla ilgili nasslar
kapsamına girmez.
Eğer bu üç nokta ortaya
konulabilirse, o takdirde biz, bid'i talak, konusunda, doğruyu elde etmede sizden
daha şanslıyız demektir.
1- Birinci noktayı ele
alalım: Daha önce bu konuda ihtilaf bulunduğunu anlatmıştık. Buradan icma
iddiasının batıllığı ortaya çıkar. Nasıl çıkmaz ki? İhtilafların varlığı
bilinmese bile, bir hüccet olacak, mazerete imkan vermeyecek, muhalefeti haram
kılacak vasıfta bir icma isbatına yine imkanınız yoktur. Zira bu dediğimiz
vasıfta bir icma kesin ve herkesçe malum olan bir icmadır.
2- İkinci noktaya
gelince, cumhur ulemanın bu görüş üzere oluşları hiçbir şey ifade etmez. Şer'i
deliller içerisinde, Allah'ın kitabına, Rasulü'nün sünnetine ve ümmetin icmaına
ilave olarak "cumhur kavlinin de hüccet olduğunu" bize isbat ediniz.
Sahabe devrinden
zamanımıza kadar, eski ve yeni bütün alimlerin görüşleri üzerinde düşünenler ve
onların hallerini araştıranlar, onların tamamının cumhura muhalefeti caiz
görmede icma halinde olduklarını görecek ve her birinin cumhurdan ayrıldığı
birçok görüşü olduğunu bulacaktır. Bundan hiçbir kimse de müstesna değildir. Şu
kadar var ki kiminin az olur, kiminin de çok. Eğer isterseniz imamlardan
birini, ele alır ve cumhura muhalefet ettikleri görüşlerini araştırabilirsiniz.
Eğer biz böyle bir araştırmaya girsek ve muhalif görüşleri saysak, kitap
gerçekten uzar. O yüzden biz, ulemanın görüşlerini ve ihtilaflarını içeren
kitaplara bakmanızı tavsiye ile yetiniyoruz. İmamların görüşleri onların (bize
ulaşan) tarikleri hakkında bilgi sahibi olanlar, onların bu ihtilaflarından
cumhura muhalefeti tecviz konusunda icma halinde olduklarını çıkarır. Şu kadar
var ki, bu ihtilaflar, üzerinde içtihadın caiz olduğu, sahih ve açık sünnetin
engel teşkil etmediği konulardadır. İçtihadın caiz olmadığı bir konuda ise,
açık nasslara muhalefeti içeriyorsa, o takdirde böyle bir ihtilafın inkar ve
reddinde hemen hemen müttefiktirler. İmamların mezheplerinde her iki tarzla
ilgili herkesçe malum olan husus işte budur.
3- Üçüncü nokta: haram
talakın, talakla ilgili nassların kapsamı içine girmesi şeklindeki iddianızla
ilgiliydi. Şimdi size soruyoruz: Bir kimse kalksa da haramblan satış
türlerinin, haram olan nikahın satış ve nikahla ilgili nassların kapsamına
gireceğini iddia etse, ne derdiniz? Şöyle dese: "İsmin, o türden olan
şeyin sahihini kapsamasıyla fasidini kapsaması aynıdır." Hatta diğer haram
olan akitlerin de şer'i akülerle ilgili lafızların kapsamına gireceğini ve yine
yasak ve haram olan ibadetlerin de şer'i lafızlar kapsamına gireceğini iddia
etse ve bunların ismin kapsamına girdiği gerekçesiyle sıhhatlerine hükmetse
acaba bunun bu iddiası doğru mudur, yoksa yanlış mı? Eğer doğrudur derseniz -ki
bunu demenize imkan yok- bu söz, fasidliği dinen zorunlu olarak bilinen bir söz
olmuş olur. Eğer "Onun bu iddiası yanlıştır." derseniz, o zaman kendi
iddianızı bırakmış ve bizim dediğimize gelmiş olursunuz. Eğer "Bu iddia
bazı yerde kabul edilir, bazı yerde reddedilir." derseniz o zaman size
şöyle denilir: Buyurunuz ve bunların arasım, sağlam, değişmez, sapmaz bir
kriterle ayırınız. Sizin elinizde, haram akitlerden nasların lafızları
kapsamına girecek ve böylece ona sıhhat hükmü verilecek olanlarla; onların
kapsamına girmeyecek ve böylece batıllık hükmü verilecek olanlar arasında
ayırım yapabileceğiniz Allah katından gelen bir deliliniz (burhan) var mıdır?
Eğer böyle bir kriter ortaya koymaktan acizseniz, o zaman biliniz ki, elinizde herkesin
benzerini güzelce yapabileceği boş bir iddiadan başka bir şey yoktur veya siz
sözü ile değil de sözü için ihticacda bulunan birilerine yaslanıyorsunuz. Bu
yolda ortaya koyduğunuz şey üzerindeki örtü kaldırıldığında, bizzat tartışma
mahalli ortaya çıkmaktadır. Siz onu delilinize mukaddime (öncül) yapıyorsunuz.
Bu "müsadere ale'l-matlub"un ta kendisidir. Acaba bizim tartışmamız
nerede? Haram ve yasak talakın "Boşanmış kadınlar güzellikle
faydalandırılmalıdırlar", "Boşanmış kadınlar, bizzat kendileri üç
hayız müddeti beklerler" ve benzeri nasların kapsamına girip girmemesi
değil midir? Sizin iddianız kabul edildi mi ki, siz onu delilinize mukaddime
yapıyorsunuz?
İbn Ömer hadisi ile
istidlalinize gelince, birçok yönden o, sizin lehinize delil olmaktan ziyade
aleyhinize delil olmaya daha layıktır:
1) İbn Ömer'in " -
Onu bana geri çevirdi ve onu talak saymadı." şeklindeki gayet açık sözü.
Sıhhatinin beyanı daha önce geçmişti. Bu sarih ve sahih ifadeye karşı koyacak
elinizde hiçbir şey yoktur. Bilakis elinizdeki bütün lafızlar ya sahihtir fakat
sarih değildir; ya da sarihtir, fakat sahih değildir. Nitekim göreceksiniz.
2) İbn Ömer'den
Ubeydullah - Nafi senediyle, güneş gibi bir isnadla sabittir. Buna göre İbn
Ömer, hayizlı iken karısını boşayan adama: "Bu sayılmaz." demiştir.
Daha önce geçti.
3) Eğer İbn Ömer hadisi,
bu talakın sayılmasında sarih olsaydı, İbn Ömer sırf görüşüne başvurup da soru
sorana " = Sen ne dersin?" şeklinde bir cevap vermezdi.
4) İbn Ömer'den bu
konuda nakledilen lafızlar son derece muztaribtir ve hepsi de sahihtir. Bu da
İbn Ömer'den Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu talakı vaki
kabul ettiği ve saydığına dair sarih bir nass bulunmadığına delalet eder.
Lafızların tearuzu sözkonusu olduğu için İbn Ömer'in kendi görüş ve fetvasına
bakarız ve onun görüşünün bu talakın vuku bulmayacağı şeklinde olduğunu gayet
açık bir şekilde görürüz. Ayrıca hadislerinden birinin lafızlarının da bu
konuda gayet açık olduğunu görüyoruz. Böylece sarih rivayeti ile fetvası bu
talakın sayılmayacağında birleşmiş oldu. Mücmel ve muztarib lafızlar ise
muhalefet etmiş oldu. Daha önce açıklanmıştı.
İbn Ömer'in, "Niye
saymayacak mışım ki" ve: "Sen ne dersin! Acz gösterip ahmaklık etse
de (vuku bulan talak gider) mi?" sözüne gelince; nihayet bu söz İbn
Ömer'den talakın vukuna dair gelen sarih birrivayettir deriz. Bu takdirde de
İbn Ömer'den iki rivayet (muztariplik) olmuş olur.
Siz "Rasülullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), karısını kendisine geri çevirdiği ve onu (talak)
saymadığını bildirdiği halde nasıl olur da İbn Ömer vukuuna dair fetva
verir?" diyorsunuz. Bu ravisinin muhalefet ettiği ilk hadis değil ki. Bu
ve diğer ravisinin muhalefette bulunduğu hadisler için, sahabe ve ondan sonra
gelenlerin rivayetlerinin reylerine takdim edileceğine dair güzel bir örnek
(üsve-i hasene) vardır:
İbn Abbas, Berire
hadisini ve cariyenin satışının onun talakı olmadığını rivayet etmiş ve bunun
hilafına da fetva vermiştir. İnsanlar onun rivayetini almışlar ve reyini
terketmişlerdir. Doğrusu da budur. Çünkü rivayet masumdur (hatasızdır),
masumdan (Hz. Peygamber) gelmektedir. Rey ise böyle değildir. Hem sonra İbn
Ömer'den vuku bulmayacağına dair daha açık bir nakil yine bulunmaktadır ve o
vaki olmayacağına dair olan rivayetine uygundur. Kaldı ki bunda fıkhı bir incelik
de vardır ki, onu ancak sahabenin görüş ve kavillerine tam anlamıyla vakıf
olanlar, onların Allah ve Peygamber'inden anladıklarını ümmet için
gösterdikleri ihtiyatları gerçek anlamda kavrayabildiler ancak bilebilir.
İnşaallah bunu Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üç talakın birden
verilmesi ile ilgili hükmünü izah sırasında göreceksiniz.
İbn Vehb'in, ibn Ebi
Zi'b'den rivayet ettiği hadisteki: "-Ve o birdir." sözüne gelince;
Allah'a yemin ederim ki, eğer bu söz Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) sözünden olsaydı, onun önüne hiçbir şey geçirmez ve hemen ona koşardık.
Fakat bilmiyoruz, o sözü İbn Vehb kendisinden mi söyledi, yoksa İbn Ebi Zi'b
mi, Nafi mi? Hakkında onun sözü olduğuna dair kesin bir bilgi bulunmayan bir
şeyin Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) isnad edilmesi, ona
şahitlik edilmesi ve böylece üzerine ahkam terettüp etmesi, vehim ve ihtimalle
"Bu Allah'tandır.'' denilmesi asla caiz değildir. Öyle anlaşılıyor ki, o
söz İbn Ömer'den beride bulunan ravilerden birinin sözüdür. Maksadı da,
"İbn Ömer onu bii talakla boşamıştı, üç talakla boşamamıştı."
şeklinde olmalıdır. Yani İbn Ömer, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
zamanında karısını bir talakla boşadı diye başlamış ve rivayetine devam etmiştir.
Ata ve Nafi' senediyle
gelen ve: "İbn Ömer'in bu boşaması sayıldı." şeklindeki İbn Cüreyc
hadisi ise, olsa olsa Nafi'in sözü olmalıdır. Sayan da belli değildir. Bizzat
Abdullah mı, babası Ömer mi, yoksa Rasulullah mı? Resulullah'a şüphe ve zanla bir
şey nisbet etmek caiz değildir. Hem sonra bu mücmel ifade, "Onu talak
saymadı" şeklindeki sarih ifadeye nasıl muarız olur? Allah şahittir,
-şahit olarak da o yeter- eğer o talakı sayanın bizzat Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) olduğuna kesin kanaat getirsek, vallahi öte
aşmaz, başka bir delil aramazdık.
"Kim bid'at
şeklinde boşarsa, onu bid'ati ile ilzam ecicuz." şeklindeki Enes hadisi
ise Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nisbet edilmiş batıl bir hadistir.
Biz onun batıl olduğuna Allah'ı şahit tutuyoruz. Hammad b. Zeyd'in
arkadaşlarından hiçbir sika ravi onu rivayet etmemiştir. O sadece ekip biçen
yalancı (kezzab) ziraatçi İsmail b. Ümeyye tarafından rivayet edilmiş
hadislerdendir. Sonra, hadisin ondan rivayet eden ravisi Abdülbaki b. Kani'dir.
el-Bürkani ve başkaları onun zayıf olduğunu söylemişlerdir. Ömrünün sonlarına
doğru İhtilata maruz kalmıştır. Darakutni onun hakkında: "Çok hata
yapar" der. Böyle birisi, bir hadisle teferrüd ettiğinde, hadisi hüccet
olamaz.
Osman b. Affan ile Zeyd
b. Sabit'in vukuuna dair fetva vermeleri ise asla sahih olamaz. Zira Hz.
Osman'ın haberinde, yalancının (kezzab) hali ve kim olduğu belli olmayan meçhul
bir raviden rivayeti sözkonusudur. Çünkü İbn Seman, "bir adam"dan
rivayet etmiştir. Zeyd'in haberinde ise meçhul bir ravinin yine meçhul birinden
rivayeti sözkonusudur. Zira Kays b. Sa'd adını söylediği "bir adanf'dan, o
da Zeyd'den rivayet etmiştir. Allah aşkına bu iki rivayet nerde, Abdülvahhab b.
Abdülmecid es-Sekafi'nin, ümmetin hafızı Ubeydullah'tan, onun da Nafi'den
naklettiği, İbn Ömer'in "sayılmaz" dediği şeklindeki rivayeti nerede?
Eğer bu haber sizin elinizde olsaydı, mu laka onu delil olarak kullanır ve
onunla saldırırdınız.
"Onun haram olması,
neticesinin üzerine terettüp etmesine mani değildir. Zıhar gibi." sözünüze
gelince; önce bu, zikrettiğimiz nasslar ve ağır basan diğer deliller tarafından
reddedilecek bir kıyastır. İkinci olarak: "Onun haram olması, neticesinin
üzerine terettüp etmesine manidir. Nikah gibi' denmek suretiyle, bu tam tersine
çevrilerek itiraza, karşı itiraz ileri sürülebilir.
Üçüncü olarak zıhar'ın;
helal zıhar, haram zıhar diye iki yönü yoktur. Aksine hepsi haramdır. Çünkü o,
kötü bir söz ve iğrenç bir yalandır. Onun helal ve caiz; haram ve batıl diye
ikiye ayrılması mümkün değildir. Bilakis o, yabancıya yapılmış bir iftira ve
riddet mertebesindedir. Bulunduğu zaman mutlaka beraberinde mefsedeti ile
bulunur. Dolayısıyle, "Zıhardan bir kısmı vardır ki helal ve sahihtir; bir
kısmı da vardır ki haram ve batıldır." demek düşünülemez. Nikah, talak ve
satış ise böyle değildir. Zıhar, vukubulduğunda beraberinde mefsedetini de
bulunduran ve dolayısıyla üzerine hükümleri terettüp eden haram fiiller
grubundandır. Talakın, haram helal; sahih ve batıl kısımlarına ayrılan nikah,
satış, icare, ve diğer akitlere ilhak edilmesi daha uygundur.
"Nikah, kadının
kadınlığından istifade mülkiyeti doğuran bir akittir, talak ise, o mülkiyeti
izale eden bir akittir." sözünüze evet. Fakat; birinin hükmüne itibar edip
onu lazım kılıp geçerli kabul etmek, diğerini ise ilga ve iptal etmek
konusunda, iki akit arasında ayırıma delalet eden Allah ve Rasülü'nden gelen
elinizde bir burhanınız mı var?
Mal üzerindeki
mülkiyetin, haram olan itlafla yok olmasına gelince, burada maddi anlamda
kaybolan ve artık bir mahalli kalmayan bir mülk söz konusudur. Yalan ikrarla
zevaline gelince bu, çok çok uzak bir şey. Biz onu zahiren ikrarında tasdik
ederiz ve -kendi yalan bile olsa-, tasdik edilen bu ikrara dayanarak mülkünü izale
ederiz.
Küfür olan sözle imanın
zail olmasına gelince, bunun cevabı geç; für konusunda helal ve haram diye bir
ayırım yoktur.
Gayr-ı ciddi verilen
talak ise vakidir, çünkü mahalline isabet etmiştir. İçinde cima olmayan
temizlik süresinde verilmiş, bu yüzden de geçerli olmuştur. Gayr-ı ciddi
boşamış olması, talakın neticesinin üzerine terettüp etmemesini istemesi
demektir. Bu ise kendisine ait değil, Şari'in yetkisindedir. O, tam olarak
sebebi ortaya koymuştur, fakat neticesinin olmamasını dilemiştir. Bu, ona fayda
vermez. Talakı, meşru zamanı içerisinde vermeyenin durumu ise böyle değildir.
Zira o, Yüce Allah'ın talakın vukuuna götürmek üzere koymuş olduğu sebebi
ortaya koymamıştır. O kendine göre bir sebep ihdas etmiş ve onu talakın hükmüne
ulaştırıcı bir vasıta yapmak istemiştir. Mükellefin böyle bir yetkisi yoktur.
"Nikah nimettir,
onun sebebi de ancak taat olmalıdır. Talak ise nimetin izalesi kabilindendir.
Onun sebebinin masiyet olması da caizdir." sözünüze gelelim. Cevaben deriz
ki: Bazen olur ki talak kişinin boynuna geçen laleden, ayağına vurulan
bukağıdan kurtulabileceği en büyük nimetlerden biri haline gelir. Her talak
azap değildir. Aksine; kullarına, içlerinden biri eş değiştirmek, sevmediği ve
kendisine uygun düşmeyen eşinden kurtulmak istediğinde, talak yoluyla ayrılık
imkanını vermesi, yüce Allah'ın nimetlerinin kemalindendir. Birbirini sevenler
için nikah gibisi, birbirinden nefret edenler için ise talak gibisi
görülmemiştir. Sonra siz talaka nasıl azap (nikmet) dersiniz. Halbuki Allah: "Henüz
dokunmadan... kadınları boşarsanız bunda size bir günah yoktur..."[Bakara,
236] "Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde onları iddetleri
içerisinde boşayınız." buyurmaktadır.
"Kadının
kadınlığından istifade konusunda ihtiyatlı davranmak gerekir." diyorsunuz.
Evet buna biz de katılıyoruz. Bu yüzden de ihtiyatlı davrandık ve eşleri kesin
olan nikahları üzerinde -aynı kesinlikle nikahlarını izale edecek bir durum
olmadıkça- bıraktık. Eğer hata etmişsek, hatamız tek bir cihettedir. Eğer isabet
etmişsek iki cihetten olur; birinci koca ciheti, ikinci koca ciheti. Siz ise
iki şey irtikab ediyorsunuz: Kendisine yakinen helal olduğu bilinen kimseye
kadını haram, başkasına ise helal kılıyorsunuz. Eğer hata idiyse, iki cihetten
hata olmaktadır. Böylece ihtiyat açısından bizim durumumuzun sizinkinden daha
evla olduğu ortaya çıkmış oldu. Ebu Talib rivayetinde İmam Ahmed şöyle
demiştir: Sarhoşun talakı konusunda aynen bu ihtiyatın bir benzeri vardır.
Talakla emretmeyen kimse sadece bir haslet getirmiştir. Talakla emreden kimse
ise iki haslet getirmiştir: Kadını kocasına haram kılmış, başkasına ise helal
kılmıştır. Bu (birincisi), bundan daha hayırlıdır.
"Nikaha azimet ve
ihtiyatla girilir (ek şartlar aranır), en basit bir şekilde de çıkılır"
şeklindeki itirazınıza ise diyoruz ki, evet doğrudur, ancak sadece Allah
Teala'nın ondan çıkmak için sebep olarak belirlediği, izin verdiği şeylerle
çıkılabilir; kişinin kendi belirlediği ve çıkmak için bizzat kendisinin sebep
olarak ihdas ettiği şeylerle ise asla!
İşte buraya kadar
serdettiklerimiz, her iki grubun da, rehberlerinin (delil) dizginlerinden ancak
süvarilerin çekebileceği, hücumu anında cesurların şecaatinin sönük kalacağı bu
dar, korkulu ve sarp yolda ayaklarının ulaşabildiği son noktadır. Biz bunların
kaynaklarına ve delillerine sadece ilimden çok az bir sermayesi olan fakat
herşeyi bildiğini zannedenlerin, kendi bilgilerinin dışında daha başka şeylerin
de olduğunu bilmeleri için işarette bulunduk. Eğer kişi, ilimde bir payeye
sahip değilse, delillerin arkasında yaya kalıyorsa, kolu delillerin meyvesini
toplamaya yetişemiyorsa; azminin paçalarını çemreleyen, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünneti etrafında dönen, onu hakem kılmak,
meseleleri ona götürmek uğrunda bütün himmetini ortaya koyan kimseden özür
dilesin. Eğer kusuru ve bu ulaşamayacağı noktadan yüz çevirmesi konusunda,
kendisi ile tartışmada bulunana özür dilemeyecekse, o zaman bari karşısındaki
insanı, kendi nefsi için razı olduğu koyu taklitten yüz çevirmesinde mazur
görsün ve kendisi ile karşısındakine baksın, acaba hangisi mazur gösterilen
çabalardan, hangisi de şükranla karşılanmaya daha layıktır. Yardım
Allah'tandır, tevekkül O'nadır, yegane doğruya ulaştırıcı O'dur. Rızasını
kazanmak için onun kapısına yönelene her kapıyı açan O'dur.
b) Bir Defada Verilen Üç
Talak:
1. Bir Defada Verilen
Üç Talak Hakkındaki Hükmü:
2. Bir Defada Verilen
Üç Talakın Geçerli Sayilmasındaki İhtilaflar:
1. Bir Defada Verilen Üç
Talak Hakkındaki Hükmü:
Mahmud b. Lebid (r.a.) hadisi
daha önce geçmişti. Hadise göre Hz. Peygamber'e, bir adamın karısını üç talakla
birden boşadığı haber verilmişti. Hz. Peygmaber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kızarak kalkmış ve: "Ben sizin aranızda iken Allah'ın kitabı ile oyun mu
ediliyor?" buyurmuştu. Hadisin isnadı Müslim'in şartına göre sahihtir.
Zira İbn Vehb, hadisi Mahreme b. Bükeyr el-Eşec'den, o da babasından rivayet
etmiştir. Babası "Mahmud b. Lebid'den işittim ki..." diyerek hadisi
zikretmiştir. Mahreme'nin sika olduğunda şüphe yoktur. Müslim Sahih'inat onun
babasından rivayet ettiği hadisi ile ıhticacda bulunmuştur.
Hadisin kusurlu olduğunu
söyleyenler şöyle diyorlar: O (Mahreme) ondan işitmemiştir. Sadece kitaptan
rivayet etmiştir. Ebu Talib şöyle diyor: Ahmed b. Hanbel'e Mahreme b. Bükeyr'den
sual ettim. O şöyle dedi: "O sikadır, babasından işitmemiştir. O sadece
Mahreme'nin kitabıdır. Ona bakmıştır. Bana Süleyman b. Yesar'dan ulaşmıştır
tabirini kullandığı bütün hadisler, Mahreme'nin kitabındandır." Ebu Bekir
b. Ebi Hayseme şöyle der: Yahya b. Main'i işittim, şöyle diyordu: "Mahreme
b. Bükeyr'e babasının kitabı intikal etti, o babasından (hadis) işitmedi."
Abbas ed-Duri'nin rivayetinde: "O zayıftır. Babasından olan rivayeti kitap
(yolu ile) dir. Ondan işitmemiştir." der. Ebu Davud ise: "Babasından
bir tek hadisi, vitir hadisini işitmiştir." der. Said b. Ebi Meryem dayısı
Musa b. Seleme'den nakleder: Mahreme'ye geldim ve ona: "Baban sana hadis
rivayetinde bulundu mu?" diye sordum. O: "Ben babama yetişemedim,
fakat şunlar kitaplarıdır." diye cevap verdi.
Bu tenkitlere cevap iki
açıdan olacaktır:
1) Birincisi yazı ile
amel konusundadır. Eğer babasının kitabı, kendi yanında saklanıyor, koruma
altında bulunduruluyorsa, o takdirde hadisin hüccet olabilmesi için, onu işitme
yolu ile veya kitabına bakması yolu ile rivayeti arasında bir fark yoktur.
Hatta yazılı nüshadan alması, eğer ravi onun bizzat şeyhin kendi nüshası
olduğundan emin ise, daha ihtiyatlı olacaktır. Bu sahabe ve selefin yoludur.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) meliklere mektuplar yazar ve
gönderirdi ve bu mektuplar onlar üzerine birer hüccet olurdu. İslam ülkesinin
çeşitli yörelerinde görevli amillerine mektuplar göndermiş ve onlar bu
mektuplarla amel etmişler, onları delil olarak kullanmışlardı. Hz. Ebu Bekir
es-Sıddik, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zekat hakkındaki
yazısını Enes b. Malik'e vermiş ve Enes onu muhafaza etmiş, bütün ümmet onunla
amel etmiştir. Amr b. Hazm'a gönderdiği zekatlarla (sadakat) ilgili mektubu da
öyledir. Bu mektup da Amr ailesinde bulunuyordu. Selef ve halef Öteden beri
birbirlerine gönderdikleri yazılarla ihticacda bulunuyorlardı. Kendisine yazı
gönderilen kimse: "falan bana yazdı ki, kendisine falan haber
vermiş..." diyordu. Eğer yazılı malzemelerle delil getirmek batıl olsaydı,
ümmetin elinde ilim diye son derece az bir şey kalırdı. Şu bir gerçektir ki,
asıl itimat yazıyadır, hıfza değildir. Hafıza ihanetkardır. Yazı ise ihanet
etmez. Geçmişte hiçbir zaman için, yazı ile amelde bulunmayı reddeden ve yazıyı
yazan bana şifahen söylememiştir, dolayısıyla kabul etmiyorum diyen bir kimse
çıkmamıştır. Aksine hepsi de yazının kabulünde ve onunla amelin caiz olduğunda
-eğer onun yazdığı sahihse- icma halindedirler.
2) "O babasından
işitmemiştir." diyenin sözü, "Hayır işitmiştir" diyen ve onun
hakkında daha fazla bilgi sahibi olan ve hem de isbat durumunda olan kimsenin
sözü ile çatışmaktadır. Abdurrahman b. Ebi Hatim şöyle der: Babama Mahreme b.
Bükeyr'i sordular. Babam: "O salihu'l-hadistir." dedi, ibn Ebi Üveys
şöyle der: Malik'in kitabının sırtında şunu buldum: "Mahreme'ye babasından
rivayet ettiği hadisleri, ondan işitip işitmediğini sordum. Bana yemin etti ve:
Şu binanın (yani Mescidin) Rabbine yemin ederim ki, babamdan işittim,
dedi." Ali b. el-Medini şöyle der: Ma'n b. İsa'yı şöyle derken işittim:
"Mahreme babasından işitmiştir. Rebia ona Süleyman b. Yesar'ın re'yinden
(görüşlerinden) bazı şeyler arzetmiştir." Ali devamla: "Mahreme'nin
babasından Süleyman'ın kitabını işitmiş olacağını sanmıyorum. Belki az bir şey
işitmiş olabilir. Medine'de, "Mahreme b. Bükeyr'in hadislerinde,
('Babamdan işittim" diye söylediğini bana haber veren hiçbir kimse
görmedim. Mahreme sikadır." demektedir. İmam Malik'in onun kitabını
alması, ona bakması ve Muvatta'mda ona yer vermesi, onun güvenilirliği için
yeterlidir. İmam: "Bana Mahreme rivayet etti. O salih bir adamdı."
dedi. Ebu Hatim ise şöyle der: İsmail b. Ebi Üveys'e: "Malik b. Enes'in,
'Bana sika rivayet etti' dediği bu sika kimdir?" diye sordum.
"Mahreme b. Bükeyr'dir."dedi. Ahmed b. Salih el-Mısri'ye,
"Mahreme sika ravilerden miydi?" diye soruldu. "Evet",
dedi. İbn Adiy; İbn Vehb ve Ma'n b. İsa'dan, Mahreme'den (gelen hadisler için):
"Hasen, doğru hadislerdir. Sanırım bir beis yoktur." demiştir.
Müslim'in Sahih'inde;
İbn Ömer'in, karısını üç talakla boşayana sözü şöyledir: "O, başka bir
kocayla evlenmedikçc artık sana haram olmuştur ve bu halinle sen, karını
boşaman konusundaki Allah'ın emrine isyan etmiş oldun." Bu İbn Ömer'in,
emrolunan talakı tefsir şeklidir. Sahabinin tefsiri hüccettir. Hakim: "O
bizce merfudur." demiştir.
Gerçek anlamda Kur'an
üzerinde düşünenler bunu görürler ve zifaf dan sonra verilecek meşru talakın,
ric'atı mümkün kılan talak olduğunu, yüce Allah'ın üç talakı birden vermeyi
asla meşru kılmadığını anlarlar. Yüce Allah: " =Talak iki defadır."
buyurmuştur. Arap kendi lügatinde "iki defayı" ancak biri diğerinin
akabinde olan iki olgu şeklinde anlar. Nitekim Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Kim, her namazın arkasında otuz üç defa tesbih, otuz
üç defa tahmid, otuz dört defa tekbir getirirse..." buyruğu ve buna benzer
diğer ifadelerden, sadece birbiri arkasına getirilen tesbih, tahmid ve
tekbirler anlaşılır. Şayet: "Otuz üç defa Sübhanallah", "Otuz üç
defa Elhamdülillah", "Otuz üç defa Allahu Ekber" demiş olsa, bununla
sadece üç defa söylenilmiş olur. Şu ayet daha da açıktır: "Eşlerine zina
isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince; onların
her birinin şahitliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna dair dört defa
Allah adına yemin ederek şahitlik etmesidir."[Nur, 6] Şayet kişi:
"Allah'ı dört defa şahit tutarım ki, ben mutlaka doğrulardanım."
diyecek olsa, bu bir şahitlik yerine geçer. Yine: "Onlara iki defa azab
edeceğiz." buyurması, [Tevbe, 101] azabın birbiri peşinde ayrı ayrı olacağında
daha da açıktır. Bu mana, "Onun sevabını iki defa veririz."'[Ahzab,
3] ayeti ile, "Üç kişi vardır ki onların sevapları iki defa verilir."
hadisi tarafından bozulmuş olmaz. Çünkü bu ikisindeki, " = iki defa"
ifadesi "iki misli, iki katı" anlamındadır. Miktar bakımından iki
katı verileceği ifade olunmaktadır. Aynen: "Ona azab iki katı
katlanır."[Ahzab, 30] ayeti ile, "Ürününü iki kat
verir."[Bakara, 265] ayetindeki gibi. Yani: "Başkalarının o yüzden
azap gördüğünün iki katı", "verdiğinin iki katı" manalarınadır.
Enes'in: "Hz. Peygamber zamanında ay iki parçaya ayrıldı" sözünde de
iki kere ifadesi kullanılmıştır. Hadisteki kelimesi "ayrı ayrı iki
parça" anlamındadır. Nitekim başka bir lafızda: " = iki parça"
şeklinde rivayet edilmiştir. Buradaki kelimesinin "iki parça"
şeklinde anlaşılması kesinlik arzetmektedir. Zira ayın yarılması olayı, sadece
bir defa olmuştur. Zaman içerisinde iki kerelikle, miktar bakımından iki misli,
iki parça, iki kere olmak arasındaki fark bellidir. İkinci türden olanın aynı
anda bir araya gelmeleri mümkün iken, birincisinde bu durum sözkonusu olamaz.
Yüce Allah'ın üç talakın
birden verilmesini meşru kılmadığına delalet eden delillerden biri de:
"Boşanmış kadınlar, bizzat kendileri üç aybaşı hali (veya üç temizlik
müddeti) beklerler... Eğer kocalar barışmak isterlerse bu durumda onları tekrar
alma (onları geri çevirmeğe) daha hak sahibidirler." ayetidir.[Bakara,
228] Bu ayet zifaf sonrası verilen her talaktan sonra -akabinde bahsedilen
üçüncü talak hariç- boşayan kocanın, ric'at yolu ile karısını tekrar nikahına
döndürmeye hak sahibi olduğunu göstermektedir. Yine: "Ey Peygamber!
Kadınları boşamak istediğinizde onları iddetleri içinde boşaym ve iddeti de
sayın... İddet müddetlerini doldurduklarında onları ya güzelce tutun veya onlardan
uygun bir şekilde ayrılın.[Talak, 1-2] buyurmuştur. Meşru talak işte budur.
Yüce Allah talakın bütün kısımlarını Kur'an'da zikretmiş, hükümlerini
açıklamıştır. Zifaftan önce verilen talaktan bahsetmiş ve iddeti bulunmadığını
zikretmiştir. Üçüncü talakı zikretmiş ve boşanan kadının, yeni bir koca ile
evlenmedikçe, artık birinci kocaya haram olacağını beyan etmiştir.
"Hulu" denilen fidye lalağından bahsetmiş ve onu üç talaktan mahsup
etmemiştir (talak değil fesih), nitekim daha önce geçmişti. Kocanın ricat
hakkına sahip olduğu rici talaktan bahsetmiştir. Bu daha önce geçen üç kısmın
haricinde olandır.
Bunu delil olarak
kullanan İmam Ahmed, Şafii ve daha başkaları, zifaf sonrası bedelsiz verilen
tek talakın bain olmayacağı neticesine varmışlardır. Onlara göre koca:
"Sen bain olarak bir talak boşsun." dese bu talak bain değil rici
olur, hainlikle nitelemesine itibar edilmez. Kişi dönüşü olmayan ayrılığa ancak
bedelli talakla (halu yolu ile) ulaşabiir. Ebu Hanife ise: "Hayır, bu
talakla ayrılık (bain talak) meydana gelir. Çünkü ric'at kocanın hakkıdır ve
onu kendisi düşürmüştür." demektedir. Cumhur ulema: "Her ne kadar
ric'at kocanın hakkıysa da ric'i talak nafakası, kadının giyim kuşam masrafı
üzerine bir vazifedir. Dolayısıyla kadının isteği olmadan, ona bir hulu bedeli
vermeden veya, -cevaz veren bir kavle göre- bedelsiz de olsa kendisini kurtarma
talebinde bulunmadan kocanın bu hakkı düşürme yetkisi yoktur."
demektedirler.
Kadının talebi
olmaksızın veya hulu bedeli vermeksizin, kocanın kendi üzerinde bulunan nafaka
hakkını düşürmesi nassa ve kıyasa muhalif düşmektedir.
Yine Allah Teala talakı,
hem kadın hem de erkek için, en mükemmel şekli üzere meşru kılmıştır. Zira
cahiliye döneminde erkekler kadınlarını sayısız boşuyorlardı. Birisi istediği
zaman karısını boşar ve sonra da ric'at ederdi. Bir sınırı yoktu. Bu her ne
kadar erkekler için uygun idiyse de, kadınlara zarar veriyordu. Allah bunu
kaldırdı ve talakı üç sayısıyla sınırladı. Kocaya başka yetki vermedi, iddet
içerisinde onu rücu hakkı tanıdı. Eğer yetkisine verilen üç talakı da
kullandıysa, artık kadın kendisine haram oldu. Bunda erkeğin de durumu göz
önünde bulundurulmuştu. Zira ilk talakla kadın hemen kendisine haram olmuyordu.
Kadının durumu göz önüne alınmıştı, zira erkeğe üçten fazla bir yetki tanınmamıştı.
İşte Allah'ın şeriatı, hikmeti ve kulları için koyduğu sınırları budur. Eğer
kadın, verilen ilk talakla kocaya haram olsaydı bu, şeriatın ve Allah'ın
hikmetinin tersine bir iş olurdu. Koca üç talakı birden vermeye yetkili
değildir. Sadece bir tanesine yetkisi vardır. Bir talaktan fazlası, şer'i izin
dahilinde değildir.
Şari'in hükmüne muhalif
olduğu için, bir talakla onu bain (ayrı) kılmaya yetkili olmadığı gibi, bir
anda üç talak vererek onu bain kılmaya da yetkili değildir. Zira bu da Şari'in
koyduğu hükme aykırıdır.
Meselenin esası şudur:
Yüce Allah sadece iki yerde talakın bain olacağını hükme bağlamıştır:
Birincisi: Zifaf vaki olmayan eşlerin boşanması durumunda. İkincisi de: Üçüncü
talakın verilmesiyle. Bunun dışında kalan diğer talaklarda, koca için ric'at
hakkı tanımıştır. Kitab'ın gereği budur. Nitekim açıklaması geçti. Zahiriler:
"Üç talak olmaksızın sadece hulu yolu ile de beynunet (ayrılık) meydana
gelir." derler.
Kocanın: "Sen
ric'atı olmayan bir talakla boşsun!" demesi durumunda Malikilerin üç
görüşü bulunmaktadır: 1) Bu söz üç talaktır. Bu, İbn Macişun'un görüşüdür.
Çünkü ric'at hakkını düşürmüştür. Ric'at hakkı ise ancak üç talakla düşer.
Dolayısıyla bu söz zaruri olarak üç talakı gerektirir. 2) Bain bir talaktır.
Nitekim kendisi de öyle söylemiştir. Bu da İbnü'l-Kasım'ın görüşüdür. Çünkü
koca, bedelli bir talakla, kadını bain kılmaya yetkilidir. Bedelsiz de yetkili
olur. Ona göre hulu talaktır. 3) Ric'i bir talaktır. Bu da ibn Vehb'in
görüşüdür. Kitap, sünnet ve kıyasın gereği de budur. Çoğunluk ulema da bu görüş
üzerindedirler.
2. Bir Defada Verilen Üç
Talakın Geçerli Sayilmasındaki İhtilaflar:
İkinci mesele: Bir
defada verilen üç talakın vukuu hakkındadır. Alimler bu konuda dört görüşe
ayrılmışlardır:
1- Vaki olur. Dört
imamın, çoğunluk tabiin ulemasının ve sahabeden pek çoğunun görüşü bu
doğrultudadır.
2- Vaki olmaz, aksine
reddedilir. Çünkü bid'attir; bid'at ise merduddur. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Bir kimse, üzerinde emrimiz olmayan bir iş işlerse, o
merduttur." buyurmuştur. Bu görüşü İbn Hazm nakletmiştir. İmam Ahmed'e de
nisbet edilmişse de, onu inkar ederek: "Bu rafizilerin görüşüdür."
demiştir.
3- Sadece bir ric'i
talak vuku bulur. Bu, İbn Abbas'tan sabittir. Ebu Davud, ondan bu görüşünü
zikretmiştir. İmam ahmed şöyle der: Bu, İbn İshak'in görüşüdür. O,
"Sünnete muhalefet etmiştir, sünnete geri çevrilir." der. Bu görüş
ayrıca Tavus ve İkrime'nin de görüşüdür. Şeyhülislam İbn Teymiye'nin tercihi de
budur.
4- Zifaf vaki olanla,
olmayan arası ayrılır. Eğer boşanan zifaf vaki olan kadınsa, üç talak vuku
bulur. Zifaf olmamışsa bir talak gerekir. Bu da İbn Abbas'ın talebelerinden bir
grubun görüşüdür. Muhammed b. Nasr el-Mervezi'nin İhtilafu'l-Ulema adlı kitabında
naklettiğine göre, İshak b. Rahuyeh'in görüşü de böyledir.
İkinci görüşte olup,
hiçbir şey vuku bulmaz diyenler, bunun haram bir bid'at olduğunu, bid'atin de
merdud bulunduğunu söylemektedirler. Nitekim İbn Hazm, itiraf ederek:
"Eğer haram bir bid'at olsaydı red ve batıl kılınması gerekirdi."
demiş ancak (bid'at olduğunu kabul etmeyerek) İmam Şafii'nin "Üç talakı
birden vermek caizdir, haram değildir" şeklindeki görüşünü tercih
etmiştir. Bu görüşün delilleri ileride gelecektir.
Bir talak vuku bulur
diyenler ise, nass ve kıyastan delil getirmişlerdir. Nass delili: Ma'mer ve İbn
Cüreyc - İbn Tavus - Tavus - Ebu's-Sahba senediyle gelen haberdir. Ebu's-Sahba,
İbn Abbas'a: "Üç talakın, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve
Hz. Ebu Bekir devirleri ile Hz. Ömer devrinin de ilk yıllarında bir talak
kılındığını bilmiyor musun?" demiş, oda: "Evet, (biliyorum)."
demiştir. Bunu Müslim rivayet etmiştir.
Başka bir rivayette:
"Üç talakın, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Hz. Ebu Bekir
devirleri ile Hz. Ömer devrinin ilk yıllarında bir talaka çevrildiğini bilmiyor
musun?" demiş, o da: "Evet (biliyorum)." demiştir.
Ebu Davud, Ahmed b.
Salih - Abdürrezzak - İbn Cüreyc - Rasulullah'ın azadlısı Ebu Rafi'in
oğullarından biri -İkrime- İbn Abbas senedi ile rivayet eder: İbn Abbas
anlatır: Abdu Yezid -Rükane ve kardeşlerinin babası- Ümmü Rükane'yi boşadı ve
Müzeyne'den bir kadını nikahladı. Kadın, Hz . Peygamberce (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) geldi ve başından bir saç teli alarak: "Ondan benim istifadem
ancak şu saç telininki gibi. O yüzden aramızı ayır." dedi. Hz. Peygamber'i
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir hamiyettir a|dı. Hemen Rükane ve kardeşlerini
çağırttı ve meclisinde bulunanlara: "Şüphesiz ki, oğlu falanca Abdu
Yezid'e şu şu bakımdan, falanca da şu şu bakımdan benziyor, öyle değil
mi?" demiş, onlar da: "Evet" demişlerdi. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Abdu Yezid'e: "Onu boşa!" diye söyledi.
O da boşadı. Sonra: "Rükane ve kardeşlerinin annesi olan karına dön
(ric'at et)." buyurdu. O: "Ben onu üç talak boşadım Ya
Rasulallah!" dediyse de Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Tamam, anladım, sen ona dön." dedi ve: "Ey Peygamber! Kadınları
boşamak istediğinizde iddetleri içinde boşayınız." ayetini okudu.
İmam Ahmed, Sa'd b.
İbrahim - babası - Muhammed b. İshak - Davud b. el-Husayn - İbn Abbas'ın
azadlısı İkrime - İbn Abbas senediyle rivayet eder: İbn Abbas anlatır:
Muttaliboğullarının kardeşi Rükane b. Abdu Yezid, karısını bir mecliste üç
talakla boşamıştı. Buna çok üzüldü. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kendisine: Onu nasıl boşadın? diye sordu. O da: Üç talak boşadım, cevabını
verdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
— Bir mecliste mi? diye
sordu. O:
— Evet, dedi. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem):
— Şüphesiz ki o bir
talaktır. Eğer istersen ona dön! buyurdu, o da rücu etti. Ravi şöyle diyor: İbn
Abbas talakın, sadece her tuhurda (temizlik süresi) bir verilebileceği
görüşünde idi.
Kıyas deliline gelince:
Daha önce de geçtiği gibi üç talakı birden vermek haram ve bid'attir. Bid'at
ise merduttur. Çünkü Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emri üzere
değildir. Haramlığının beyanı sırasında geçen diğer deliller, birden verilen üç
talakın vukubulmayacağına delildir. Başka değil de sadece lian ayetinde [Nur,
6-8] geçen tarafların dörder defa şahitlik etmelerinin istenmesi ve yine yemin,
şehadet ve ikrar gibi tekrarı istenilen her husus bile bu hususta birer delil
teşkil eder. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kasame konusunda:
"Elli yemin edersiniz ve adamınızın kanına hak kazanırsınız. "
buyurmaktadır. Şayet: "Allah'a elli yemin ederiz ki, muhakkak ki onu
falanca öldürdü." deseler bu bir yemin yerine geçer. Zina ikrarı da böyledir.
Nitekim hadiste: Bazı sahabiler, Maiz'e: "Eğer dört ikrarda bulunursan,
Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) seni recmeder." demişlerdi. Bu
dört ikrarın aynı ağızda birden olması makul değildir.
Zifaf gerçekleşmiş
olanla, olmayan arasını ayıranlara gelince, bunların iki delilleri vardır:
Birincisi: Ebu Davud'un
sahih bir isnadla Tavus'dan rivayetidir. Ebu's-Sahba denilen bir adam İbn
Abbas'a çok soru soran birisiydi. Ona: "Kişi karısını zifaftan önce üç
talakla boşadığında, bunu Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Ebu
Bekir devirleriyle, Hz. Ömer devrinin ilk yıllarında bir talak sayarlardı. Hz.
Ömer, insanların talaka düşkünlük gösterdikleri görünce (ashaba): Bu talakları
aleyhlerine geçerli sayınız! dedi. Öyle değil mi?" diye sorunca İbn Abbas
da: "Evet." dedi.
İkinci delilleri: Zifaf
gerçekleşmeyen kadın, "Sen boşsun!" sözüyle ayrı düşmüş olur.
"Üç talakla" sözü ise, kadın ayrı düşmüş olacağından havada kalır.
Bunlar, Hz. Ömer'in üç talakla ilzamım zifaf gerçekleşen kadınlar hakkında
kabul etmişlerdir. Ebu's-Sahba hadisi, zifaf vuku bulmayan kadınlarla
ilgilidir. Bunlar, böyle bir ayırıma gitmenin hem iki yönden menkule hem de
kıyasa uygun olduğunu söylüyorlar.
Bu görüşlerden her
birisini benimseyen taraftarlar bulunmuştur. Nitekim İbn Hazm ve daha başkaları
bunu belirtmişlerdir. Ancak üç talakın hiç vuku bulmayacağı şeklindeki görüş
İmamiyye'nin görüşü olmaktadır. Ehl-i beytten olan bir gruptan da
nakledilmiştir.
a) Bir Defada Verilen
Üç Talakı Geçerli Sayanların Delilleri:
b) Bir Defada Verilen
Üç Talakı Geçerli Saymayanların Cevaplan:
a) Bir Defada Verilen Üç
Talakı Geçerli Sayanların Delilleri:
Bunlar şöyle diyorlar:
Sizinle tartışmamız iki noktada olacaktır:
1) Üç talakı birden
vermenin haramlığı,
2) Haram olmasına
rağmen, toptan vukuu. Şimdi bu iki noktayı ele almak istiyoruz:
1) Birinci nokta: İmam
Şafii, Ebu Sevr, bir rivayette İmam Ahmed ve zahirilerden bir grup üç talakı
birden vermenin sünnete uygun olduğunu söylemişler ve şu şekilde
delillendirmeye çalışmışlardır: "Eğer onu boşarsa, bir daha başka bir koca
ile evlenmedikçe artık kendisine helal olmaz. "[Bakara, 236] ayetinde
Allah (c.c.) üç talakın birden ya da ayrı ayrı verilmiş olmasını ayırmamıştır.
Allah'ın, birlikte belirttiği şeyleri bizim ayırmamız caiz olmaz. Nitekim Allah'ın
birbirinden ayırdığı şeyleri birleştirmemiz de caiz değildir. Ve yine
"Eğer onları, dokunmadan önce boşarsanız..."[Bakara, 227] ayetinde
bir ayırım yoktur. "Kadınları, dokunmadan önce boşamanızda size bir günah
yoktur."[Bakara, 236] "Boşanmış kadınlar iyilikle
yararlandırılmalıdirlar."[Bakara, 241] "Ey iman edenler, mü'min
kadınları nikahladığınız, sonra da onları, dokunmadan
boşadığınızda..."[Ahzab, 49] ayetlerinde herhangi bir ayırıma
gidilmemiştir.
Sahihayn'da
belirtildiğine göre Uveymir el-Aclani, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) huzurunda, onu boşamasını emretmeden önce karısını üç talakla
boşamıştı. Eğer üç talakı birden vermek günah olsaydı, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu onaylamazdı. Uveymir'in talakı, ya o henüz
karısı iken vaki olmuştu, ya da lian ile kendisine haram olduğu anda. Eğer
birinci şekilde olmuşsa hadisin hüccet oluşu gayet açıktır. Eğer İkinci şekilde
olmuşsa, bunda da, Uveymir'in onu henüz karısı zannederek boşadığında şüphe
yoktur. Eğer onun bu şekildeki boşaması haram olsaydı, mutlaka -karısı
kendisine haram olmuş da olsa- onun haramlığını kendisine açıklardı. Yine
Buhari'nin Sahih'ınde Kasım b. Muhammed hadisinde, mü'minlerin annesi Hz.
Aişe'den rivayet edilir: Bir adam karısını üç talakla boşamıştı. Kadın evlendi
ve hemen geri boşandı. Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O
ilk kocası için helal olur mu?" diye soruldu. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Hayır, birincinin tattığı gibi, balçığından tatmadıkça
(helal olmaz)." buyurdu ve bunu (üç talakla boşamayı) kötü görmedi. Bu da,
üç talakı birden vermenin mübahlığına ve verildiğinde vukuuna delalet eder.
Eğer vuku bulmayacak olsaydı, kadının birinci kocasına dönmesini, ikinci
kocanın balçığından tatması şartına bağlamazdı.
Yine Sahihayn'da. Ebu
Seleme b. Abdurrahman, Fatıma bt. Kays'ın kendisine şunları anlattığını rivayet
eder: Kocası Mahzumlu Ebu Hafs b. el-Muğire kendisini üç talakla boşamış, sonra
da Yemen'e gitmişti. Bunun üzerine Halid b. Velid birkaç kişi ile kalkarak
Meymüne validemizin evinde bulunan Resulullah'a geldiler ve; "Gerçekten
Ebu Hafs, karısını üç talakla boşamıştır. Acaba bu kadına nafaka var mı?"
diye sordular. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ona nafaka
yoktur, ama iddet vardır." buyurdu.
Sahih-i Müslim'de bu
olayla ilgili olarak Fatıma diyor ki: Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) geldim. Bana: "Seni kaç talak boşadı?" diye sordu. Ben de:
"Üç talak." dedim. Bana: "Doğru söylemiş, sana nafaka yoktur."
buyurdu.
Yine başka bir rivayette
Fatıma şöyle dedi: "Ya Rasülallah! Kocam beni üç talakla boşadı. Zorla
yanıma girerler diye de korkuyorum."
Bir başka rivayette Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), üç talakla boşanmış kadın hakkında:
"Onun ne mesken ne de nafaka hakkı yoktur." buyurdu.
Bir başka delil de
Abdürrezzak'ın Musannef 'inde, Yahya b. el-Ala - Ubeydullah b. Velid el-Vassafi
- İbrahim b. Ubeydullah b. Ubade b. Samit - Davud b. Ubade b. Samit senediyle
zikrettiği şu hadistir: Davud b. Ubade b. Samit anlatır: Dedem bir hanımını bin
talak boşamıştı. Babam Rasulullah*a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gitti ve
olanları O'na anlattı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Deden
Allah'tan korkmamış. Üç talak kendi hakkı, dokuz yüz doksan yedi talaka
gelince, bu bir haddi tecavüz ve zulümdür. Dilerse Allah azab eder, dilerse
affeder." buyurdu.
Bazıları bu hadisi,
Sadaka b. Ebi İmran - İbrahim b. Ubeydullah b. Ubade b. Samİt - babası - dedesi
yoluyla rivayet etmişlerdir. Dedesi (Ubade b. es-Samit) anlatır: Atalarımdan biri
karısını boşamışti. Çocukları Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
gittiler ve: "Ya Rasulallah! Babamız anamızı bin talak boşadı. Bir çaresi
yok mu?" diye sordular. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Babanız Allah'tan korkmamış ki, ona bir çıkış yolu kılsın. Kadın ondan,
sünnete uygun düşmeyecek şekilde üç talakla ayrılır. Dokuz yüzdoksan yedi talak
ise onun boynunda bir günahtır." buyurdu.
Bir başka delil;
Muhammed b. Şazan'ın, Mualla b. Mansur - Şuayb b. Züreyk - Ata el-Horasani - Hasan
- Abdullah b. Ömer senediyle rivayetidir. 'bn Ömer anlatır: Kendisi karısını
hayız halinde iken boşamiştı. Sonra da takip eden iki kur' (hayız veya temizlik
süresi) içerisinde iki talak daha vermek istemişti. Bu, Hz. Peygamber'e ulaştı
ve şöyle buyurdu: "Ey İbn Ömer! Allah, bu şekilde emretmedi. Sünnet olanda
hata ettin..." Sonra hadisi zikretti. Bu hadiste: "Dedim ki: Ya
Rasulallah! Şayet üç talak boşasaydım, böyle üç talakı birden verme yetkim var
mıydı? O: 'Hayır, kadın ayrı düşerdi ve bu, bir günah olurdu.' buyurdu."
ifadesi vardır.
Ebu Davud, Sünenyde,
Nafi' b. Uceyr b. Abdu Yezid b. Rükane'den rivayet eder: Rükane b. Abdu Yezid
karısı Süheyme'yi "elbette" kaydı ile boşamıştı. Bu durum Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haber verildi. Hz. Peygamber
(Rükane'ye): "Vallahi, bununla sadece bir talak kasdettin, (öyle
mi)?" diye sordu. Rükane: "Vallahi sadece bir talak kasdettim!"
dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), karısını
kendisine geri verdi. Sonra ikinci talakı Hz. Ömer zamanında, üçüncüsünü de Hz.
Osman zamanında kullandı.
Tirmizi'de, Abdullah b.
Ali b. Yezid b. Rükane - babası - dedesi senediyle rivayet eder: Ravi dede
(Yezid) karısını "elbette" kaydı ile boşamıştır. Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelir (ve durumu anlatır). Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem):
— Bununla ne kasdettin?
diye sorar. O da:
— Bir talak diye cevap
verir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
— Vallahi mi? der O:
— Evet, - Vallahi! diye
yemin eder. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de:
"— O, senin
kasdettiğin şey üzeredir." buyurur. Tirmizi: "Bu hadisi sadece bu
yoldan biliyoruz. Muhammed'e -yani Buhari'ye- bu hadis hakkında sordum. Onda
muztariblik vardır, diye cevap verdi." der.
Hadisin delil olarak
kullanılması şu şekildedir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona,
"elbette" ifadesinden ne kasdettiğine dair yemin ettirmiştir. Bu da
onun, bu sözle daha fazlasına niyet etmesi durumunda, onun da vuku bulacağına delalet
eder. Eğer durum farklılık arzetmeseydi, ona yemin ettirmezdi.
Bunlar şöyle diyorlar:
Bu hadis, İbn Cüreyc - Ebu Rafi'in oğullarından biri - İkrime senediyle rivayet
edilen İbn Abbas'ın "karısını üç talak boşadığı" şeklindeki
hadisinden daha sahihtir. Ebu Davud diyor ki: "Çünkü onlar, adamın
çocuklarıdır. Ailesi, Rükane'nin onu sadece elbette kaydı ile boşadığını dahi
iyi bilirler."
Sonra ibn Cüreyc onu Ebu
Rafi'İn oğullarından birinden rivayet etmiştir. Eğer o Ubeydullah ise, sika ve
bilinen bir ravidir. Eğer kardeşlerinden bir başkası ise, onun adil olup
olmadığı meçhuldür. Dolayısıyla hadis hüccet olmaz.
İmam Ahmed'in tutumuna
gelince, İbn İshak da öyledir, bu konudaki söz bellidir. Hattabi, İmam Ahmed'in
bu hadisin bütün senedlerini zayıf bulduğunu nakletmiştir.
Elinizde bulunan en
sahih hadisiniz Ebu's-Sahba'nın İbn Abbas'tan rivayetidir. Onun hakkında
Beyhaki: Bu hadis Buhari ve Müslim'in üzerinde ihtilaf ettikleri hadislerden
biridir. Müslim kitabına almış, Buhari ise terketmiştir. Sanıyorum onu, İbn Abbas'tan
gelen diğer rivayetlere muhalif olduğundan terketmiştir. Sonra (Beyhaki) üç
talakın vukuuna dair rivayetleri serd etmiş ve şöyle demiştir: "Bunlar,
Said b.'Cübeyr, Ata b. Ebi Rebah, Mücahid, ikrime, Amr b. Dinar, Malik b.
el-Haris, Muhammed b. İyas b. el-Bükeyr'in rivayetleridir." Beyhaki
devamlı şöyle diyor: "Biz onu Muaviye b. Ebi Ayyaş el-Ensari'den rivayet
ettik. Hepsi de İbn Abbas'tan, onun üç talakı onayladığı ve geçerli kabul
ettiği şeklindedir."
İbnü'l-Münzir şöyle der:
"İbn Abbas'ın Hz. Peygaber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir şey
Öğrenip de onun aksine fetva vermiş olmasını zannetmek caiz olmaz."
İmam Şafii ise şöyle
der: İbn Abbas'ın, '.'Üç talak Hz. Peygamber devrinde... bir sayılırdı."
şeklindeki sözünün manası Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
emriyle olduğunu kasdediyor. -Allah daha iyi bilir ya- ibn Abbas'ın onu öyİe
bildiği, fakat sonradan neshedildiği anlaşılıyor. Beyhaki; İkrime'nin İbn
Abbas'tan rivayetinde, Şafii'nin bu te'viline bir destek bulunduğunu söyler.
Beyhaki, Ebu Davud ve Nesai'nin rivayet ettikleri İkrime hadisini kasdediyor:
"Boşanmış kadınlar, bizzat kendileri üç hayız müddeti (veya temizlik
süresi) beklerler..." ayeti hakkında (İbn Abbas): Kişi karısını
boşadığında -isterse üç talak boşasın- ona rücu etmeye hak sahibi idi. Bu
neshedildi ve: "Talak iki defadır..." buyuruldu, der.
Yine muhtemeldir ki,
"O devirde üç bir kılınırdı." sözünün manası: "Koca bir talaktan
sonra rücu edebildiği gibi, üç talaktan sonra da rücu edebilirdi. Sonra bu
neshedildi." şeklinde olabilir.
İbn Süreyc ise şöyle
der: Bu sözün, "Sen boşsun!, Sen boşsun! Sen boşsun!" demesi gibi
lafızlar arasını ayırmak suretiyle verilen üç talak şekline ait olması
mümkündür. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Hz. Ebu Bekir zamanlarında
genel ahlak bozulmamıştı. İnsanlar doğruluk ve selamet üzere idiler. Gammazlık,
birbirini aldatma gibi kötü şeyler yoktu. Onlar bu ayrı ayrı söyledikleri
sözden te'kid murad ettiklerini, üç talak kasdetmediklerini söylediklerinde,
sözleri kabul görür, sözlerine inanılırdı. Hz. Ömer, kendi devrinde bazı
şeylerin ortaya çıktığını, genel ahlakın bozulmaya yüz tuttuğunu görünce, daha
önceden yapıldığı gibi, lafzın tekrara hamledilmesini men etti ve onları üç
talakla ilzam etti.
Bir başka grup da şöyle
bir yorum getirmişlerdir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
zamanında adet, bir talak verilmesi şeklindeydi. Iddeti bitinceye kadar başka
talak vermezlerdi. Sonra insanlar üç talakı birden vermeyi adet edindiler. Buna
göre hadisin manası: "Bu gün kişinin üç talak şeklinde verdiği boşama, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Hz. Ebu Bekir zamanlarında bir talak
ile olurdu." demek olur ve bu, vakıayı haber vermektir. Dinen meşru
kılınan hükmün bildirilmesi kabilinden değildir.
Bir grup şöyle der:
Hadiste, üçü bir sayanın bizzat Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
olduğuna, O'nun bundan haberi olup onayladığına dair bir açıklama yoktur.
Hüccet, sadece Hz. Peygamberin söylediği veya yaptığı ya da bildiği ve ikrar
ettiği (kabullendiği) hususlarda sözkomısudur. Ebu's-Sahba hadisinde, bunlardan
hiçbirinin sıhhati bilinmemektedir.
Bunlar şöyle diyorlar:
Hadisler ihtilaf ettiğinde, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ashabının üzerinde bulundukları şeylere iltifat ederiz. Çünkü Onlar, Onun
sünnetini en iyi bilenlerdir. Nitekim öyle de yaptık ve gördük ki Hz. Ömer'den
sabit olan -ki başka türlüsüde olamaz- Abdürrezzak'ın, Süfyan es-Sevri - Seleme
b. Küheyl - Zeyd b. Vehb senediyle rivayet ettiği şu hadistir: Hz. Ömer'in huzuruna
karısını bin talak boşayan bir adam çıkarılır. Hz. Ömer ona:
— Karını boşadın mı?
diye sorar. Adam:
— Ben sadece eğlence
olsun dedim, der. Hz. Ömer ona kamçısını kaldırır (ve döver). Ona:
— Sana bundan sadece üç
tanesi yeterlidir, der.
Veki, A'meş'ten, o da
Habib b: Ebi Sabit'ten rivayet eder: Hz. Ali'ye bir adam gelir ve ona:
— Ben karımı bin talak
boşadım! der. Hz. Ali de:
— O senden üç tanesi ile
ayrı düşmüş olur. Diğerlerini de öbür kadınların arasında taksim et, der.
Yine Veki, Cafer b.
Bürkan'dan, o da Muaviye b. Ebi Yahya'dan rivayet eder: Bir adam Osman b.
Affan'a gelerek:
— Karımı bin talak
boşadım, der, Hz. Osman da ona: O senden üç talakla ayrı düşmüştür, der.
Abdürrezzak, Süfyan
es-Sevri - Amr b. Mürre - Said b. Cübeyr senediyl zikreder: Bir adam İbn
Abbas'a:
— Ben karımı bin talak
boşadım, der. ibn Abbas ona:
— Üç talak onu sana
haram kılar; geri kalanları ise üzerine bir yüktı r (günahtır). Sen Allah'ın
ayetlerini eğlenceye almışsın! der.
Yine Abdürrezzak, Ma'mer
- A'meş - İbrahim - Alkame senediyle rivay :t eder: Bir adam İbn Mes'ud'a
gelmiş ve ona:
— Karımı doksan dokuz
talak boşadım, demiştir. İbn Mes'üd:
— Üç tanesi onu senden
ayırır. Geri kalanları ise haddi tecavüzdür, demiştir.
Ebu Davud, Sünen'at,
Muhammed b. İyas'tan rivayet eder: İbn Abbas, Ebu Hureyre ve Abdullah b. Amr b.
el-As'a, bakirenin üç talakla boşanmasının hükmü sorulur. Hepsi de: "Başka
bir kocayla nikahlanmadıkça artık ona helal olmaz." diye cevap verirler.
İşte bu Hz. Peygamber'in
sahabileri, gördüğünüz gibi, birden verilen üç talakı geçerli kabul
etmişlerdir. Bunlar değil de içlerinde sadece ilahi vahyin onayına mazhar olmuş
Hz. Ömer olsaydı o bile yeterdi. Zira, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ric'i talak olarak meşru kıldığı bir hükmü, onun değiştirerek haram
kılması asla düşünülemez. Böyle bir şey, kadım kendisine haram olmayana haram,
helal olmayana da mubah kılma durumunu içermektedir. Eğer böyle bir şeyi Hz.
Ömer yapsaydı, sahabe ona muvafakat etmek şöyle dursun, onun bu tutumunu tasvip
etmezler, muhalefet ederlerdi. Eğer İbn Abbas'ın elinde "üç talakın bir
sayıldığına" dair bir hüccet olsaydı, ona muhalefet edip de Hz. Ömer
doğrultusunda, onun aksi ile fetva vermezdi. Nitekim İbn Abbas'ın Hz. Ömer'e
avl, iki erkek kardeşle kız kardeşlerin bulunması durumunda annenin hacb
edilmesi vb. konularında muhalefeti bilinmektedir.
Biz bu konuda Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına uyarız. Onlar O'nun sünnet
ve şeriatını en iyi bilen insanlardır. Eğer O'nun şeriatında hüküm, "üç
talak birdir." şeklinde yerleşmiş olsaydı ve Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) o hal üzere ölseydi, bu durum onlara gizli kalıp da ondan
sonra gelenlerin buna vakıf olmaları, ashabın doğruya ulaşmaktan mahrum kalıp,
sonrakilerin muvaffak olmaları, ümmetin allamesi (hıbru'l-ümme) ve fakihi'nin
(İbn Abbas) üç talakın bir olduğunu rivayet etmesi, sonra da kalkıp ona
muhalefet etmesi sözkonusu olamazdı.
b) Bir Defada Verilen Üç
Talakı Geçerli Saymayanların Cevaplan:
Bu ve diğer konularda
hakem olarak başvuracağımız yer, Yüce Allah'ın yeminle, aramızdaki
anlaşmazlıklarda O'un hakem kılıp hükmüne razı olmadıkça, bundan da asla bir
sıkıntı duymadıkça, ancak O'na teslim olup, O'ndan başkasına -kim olursa olsun-
boyun eğmedikçe asla mü'min olamayacağımızı belirttiği Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) olacaktır. Ama ihtilaf yok da ümmet bir hüküm
üzerinde kesin ve asla şüpheye mahal kalmayacak şekilde icma etmişlerse, bu
takdirde o, asla muhalefeti caiz olmayan hak olacaktır. Yüce Allah ümmetini,
Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sabit olan bir sünnete muhalif
olarak icma etmekten muhafaza etmiştir. Böyle bir varsayım mümkün olamaz. Biz,
meseleyi isbat edici delilleri size karşı ortaya koymuş bulunuyoruz. Sizinle, o
deliller hakkında ileri sürdüğünüz tenkitler, getirdiğiniz karşı deliller
hakkında ancak şu şartla münazara ederiz: Biz ancak ya Allah'tan bir nass, ya
Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sabit bir sünnet (nass), yahut da
şüphe olmayan kesin bir icma'a boyun eğeriz. Bunun dışında kalan herşey,
tartışmaya açıktır. Nihayet bunlar, onlara uymanın caizliğini gösterebilir,
asla bağlayıcılığı değil. Bu ileri sürdüğümüz şart devamlı aklınızda bulunsun.
Yüce Allah: "Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz onu, Allah'a ve
Rasulü'ne götürünüz."[Nisa, 59] buyurmaktadır. Biz ve siz, bu konuda
anlaşmazlığa düşmüş bulunuyoruz. Dolayısıyle meselemizi Allah ve Rasulü'nden
başkasına götürmemize asla imkan yoktur. Bizim bu konuda ashaba uygunluk hususunda
da daha haklı olduğunuz ileride gelecektir.
Üç talakı birden
vermenin haram olmadığını söylüyorsunuz. Biz buna katılmıyoruz. Onun
haramlığına delalet eden deliller sizin aleyhinize bir hüccet olmaktadır.
"Kur'an üç talakı
birden vermenin caizliğine delalet etmektedir" şeklindeki sözünüz, değil
kabul görmek aksine batıl bir iddiadır. Nihayet bu konuda sarıldığınız
deliller, Kur'an'ın, talak sözcüklerini mutlak olarak (kayıtsız) zikretmesidir.
Bu mutlak ifadeler talakın, hem caiz hem de haram olanını içine almaz. Nitekim
hayızh kadının boşanması, cima edilen temizlik süresi içerisinde yapılan
boşanma da bu mutlak ifadenin kapsamına girmemektedir. Sizin bu durumunuz
tıpkı, bu mutlak ifadelerden hareketle, gayr-ı meşru talakın haramlığı
konusunda sahih sünnete karşı gelen kimselerin durumu ile aynıdır. Malumdur ki
Kur'an, her talakın caiz olduğuna delalet etmemektedir. Bu itibarla, ona
taşıyamayacağı yükü yükleyemezsiniz. Kur'an sadece talak hükümlerine delalet
etmekte, Allah adına açıklayıcı olan Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) de onun helalini, haramını beyan etmektedir. Başta da söylediğimiz gibi
Kur'an'ın zahiri bizimledir. Yüce Allah, zifaf gerçekleşmiş kadınlar için
bedelsiz bain talakı meşru kılmamıştır. Eğer son talakı da kullanmışsa, ancak o
zaman ayrılık sözkonusudur. İşte Allah'ın Kitabı önümüzdedir. Sizin delil
olarak kullandığınız en büyük şey Kur'an'ın mutlak ifadeleridir. Halbuki onları
sünnet takyid etmiş; şartlarını, hükümlerini açıklamıştır.
"Lianda bulunan
kişi, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) huzurunda karısını üç
talakla boşamıştlr." şeklindeki istidlalinize gelince, bu son derece sahih
bir hadistir. Fakat, beka ve devamı maksut olan nikah konusunda, tek bir kelime
ile üç talakın birden verilmesinin cevazına bu hadisi delil kullanmanız o
derecede de uzaktır. Sonra bu hadisi delil olarak kullanan kimse, lianda
ayrılık sadece kocanın Handa bulunması ile gerçekleşir görüşünde ise -ki İmam
Şafii böyle düşünmektedir-, veya hakim aralarını ayırmasa bile her ikisinin de
birden lianda bulunmalarından sonra gerçekleşir diyorsa -bir rivayette İmam
Ahmed gibi-; bu takdirde bu hadisin delil olarak kullanılması batıldır. Çünkü
bu durumda verilen üç talak havada kalır ve bir mana ifade etmez. Eğer ayrılığı
hakimin tefrikine bağlı kılanlardan ise, bu takdirde de hadisi delil olarak
kullanması sahih olmaz. Çünkü bu nikahın beka ve devamına artık imkan kalmamış,
aksine izalesi vacip ve ebedi haramlık sözkonusu olmuştur. İşte bu sırada
verilen üç talak, Handan gözetilen maksadı te'kid ve takrir etmek durumundadır.
Zira üç talak nihayet, kadım başka bir koca ile evlenmedikçe artık kendisine
haram kılarken, Handan doğan ayrılık onu kocaya ebedi olarak haram kılmaktadır.
Dolayısıyla icbari olarak ebedi haramlığa yüz tutmuş bir nikah içerisinde
verilen talakın geçerli olmasından; mevcut, beka ve devamı maksut olan bir
nikah içerisinde verilen talakın da nafiz (geçerli) olması gerekmez. Bu
yüzdendir ki, bu durumda kadını, hayız veya lohusa iken ya da cima bulunan
temizlik süresi içerisindeyken boşamış olsa, asi olmazdı. Çünkü bu nikahın
ebedi haramlık üzere izalesi istenmektedir.
Hem şuna şaşıyoruz ki,
siz bu talak üzerine varid olan Hz. Peygamber'in takririne yapışıyorsunuz,
fakat Han yapanın haricinde, üç talakla boşayanlara tepki gösterip, onlara
kızmasına, bu yaptıklarının Allah'ın kitabı ile oynamak olduğunu ifadesine hiç
dönüp bakmıyorsunuz. Halbuki bu ikrarla, bu tepki (münker bulma) arasında ne
kadar fark vardır! Allah'a hamdederiz ki, biz her ikisi yanında da varız, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ikrar buyurduklarını biz de kabul
ediyoruz. O'nun tepki gösterdiklerine biz de tepki gösteriyoruz.
Hz. Aişe hadisi ile
istidlalinize gelince; ki hadis şöyleydi: Bir adam karısını üç talak boşamıştı
Kadın evlendi (ve hemen boşandı). Hz. Peygamber'e: "O, ilk kocasına helal
olur mu?'* diye soruldu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Balçığından tatmadıkça hayır!" cevabını verdi. Bu hadis hakkında
size bir diyeceğimiz yok. Evet bu (şer'i tahlilde) ikinci kocanın sadece akid
kıyması ile iktifa edip "zifaf" şartı aramayanlara karşı iyi bir
delildir. Fakat hadiste üç talakı aynı ağızda verdiğine dair sarahat nerde?
Hatta hadisin bizim için bir delil olduğunu bile söyleyebiliriz. Zira, " =
Onu üç (defa) yaptı.", " =Üç (defa) dedi." gibi ifadeler, ancak
o şeyi birbiri arkasınca üç kere yapan ya da söyleyenler için kullanılır.
Arapça ve diğer bütün dillerde makul olan da budur. Nitekim; " = Ona üç
defa iftira etti.", " = Ona üç defa sövdü.", " = Ona üç
defa selam verdi." denilir. (Ve bunlar bu şeylerin birbiri arkasınca üç
kez ayrı ayrı yapıldığına delalet eder.)
Fatıma bt. Kays hadisi
ile istidlalinize gerçekten şaşmamak elde değil! Zira siz, bu hadiste son
derece sarih olan, te'vil kabul etmeyen kısmının gereğine muhalefet ediyor,
sıhhat ve açıklığına karşı koyacak bir delil olmamasına rağmen bain talakla
boşanan kadının nafaka ve giyecek hakkının düşmesi kısmına bakmıyor; hadisin
mücmel kısmına yapışıyorsunuz. Hatta bu mücmelliğin açıklanması, sizin o hadise
tutunmanızı imkansız kılacak biçimdedir. Çünkü, " = Onu üç (defa veya
talak) boşadı." sözü, bu talakların aynı anda verildiği hususunda açık
değildir. Nitekim az önce geçti. Nasıl olabilir ki, Sahih'de, Zühri'den rivayet
edilen aynı Fatıma bt. Kays hadisinde Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den,
"Kocasının, kendisine geri kalan bir talakı ile (geri evlenmek için)
haberci gönderdiğinden" bahsedilmektedir. Sahih*teki başka bir rivayette:
"Kocasının onu üç talakın sonuncusu ile boşadığı" ifadesi mevcut tur.
Bu, güneş gibi sahih ve muttasıl bir senede sahiptir. Dolayısıyla bunu bırakıp
da mücmel lafıza nasıl yapışabilirsiniz? Görüldüğü üzere bu hadis de aleyhinize
bir hüccettir.
Abdürrezzak'ın rivayet
ettiği Ubade b. es-Samit hadisi ile istidlalinize gelince, o hadis son derece düşük
bir haberdir. Çünkü senedinde Yahya b. Ali - Ubeydullah b. Velid el-Vassafi -
İbrahim b. Ubeydullah vardır. Bunlar sırasıyla zayıf, halik ve meçhul
ravilerdir. Sonra bu hadisin yalan ve batıl olduğuna şu husus da delalet
etmektedir: Sağlam, sakat; muttasıl, munkatı hiçbir haberde Ubade b.
es-Samit'in babasının İslam'a yetiştiğinden bahsedilmemektedir. Ya dedesinin
durumu nasıl olur!? Onun müslümanlığa yetişmesi hiç kuşkusuz ki muhaldir.
Abdullah b. Ömer
hadisine gelince, şüphesiz onun aslı sahihtir. Ancak sonundaki: "Ya
Rasulallah! Şayet onu üç talalrboşamış olsaydım o bana helal olur muydu?"
şeklindeki ilave kısım, sadece Şuayb b. Züreyk'ın rivayetinden gelmiştir. O
Şamlı*dır. Bazıları onun ismini tersine çevirerek Züreyk b. Şuayb diyorlar. Her
nasıl olursa olsun o zayıftır. Sahih olsa bile onda bir delil olacak durum
yoktur. Çünkü, " = Şayet onu üç (talak) boşamış olsaydım." sözü, =
Şayet üç ikrarda bulunsam, üç selam versem." sözleri mertebesindedir. Üç
talakın birden verilmesi manası çıkmaz.
Ebu Davud'un rivayet
ettiği; Rükane'nin, karısını "elbette" kaydı ile boşadığı ve Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine sadece bir talak kasdedip
etmediğine dair yemin verdirmesi şeklindeki Nafi' b. Uceyr hadisini ele
alıyoruz. Bu, asla hali bilinmeyen, kim ve ne olduğu belli olmayan Nafi' b.
Uceyr'in, İbn Cüreyc - Ma'mer - Abdullah b. Tavus - Ebu's-Sahba silsilesine
takdimine şaşmamak elde değildir. Ehl-i hadisin imamı Muhammed b. İsmail
el-Buhari, bu hadiste "muztariplik" bulunduğuna şahitlik etmiştir.
Tirmizi, el-Cami'de bunu böylece zikretmiştir. Başka bir yerde de yine ondan
bahsederek hadisin muztarib olduğunu söylemiştir. Hadiste bazan: "Üç talak
boşadı", bazan "bir talak", bazan da "elbette kaydı ile
boşadı" şeklindeki ifadeler çelişkilidir. İmam Ahmed, "Bu hadisin
bütün senedleri zayıftır." demiştir. Hadisi Buhari'nin de zayıf bulduğunu,
Münziri kendisinden nakletmiştir.
Sonra, rivayet açısından
muztarib ve meçhul olan bu hadis, nasıl olur da, sırf Ebu Rafi'in oğullarından
birinin cehaleti sebebiyle Abdürrezzak'ın rivayet ettiği İbn Cüreyc hadisine
tercih edilebilir? Ebu Rafi'in oğulları tabiindendir. Her ne kadar bunlar
içerisinde er meşhur olanı Ubeydullah ise de, öbürleri hakkında herhangi bir
yalancılıkla itham sözkonusu değildir. İbn Cüreyc ondan rivayet etmiştir.
Meçhulün, rivayetini kabul eden veya, "Adil ravinin meçhul raviden
rivayeti onu ta'dil sayılır." diyen için bu hadis hüccet olur. Ama onu
zayıf bulup, kendi ayarında veya daha da aşağı mertebede meçhul olan bir rivayeti
onun önüne almaya gelince; bu asla olamaz. Nihayet durum, bu iki meçhul ravinin
rivayetlerinin düşmesini gerektirir ve başka delil aramaya gidilir. Bunu
yaptığımızda, Sa'd b. İbrahim hadisine bakar ve onun sahih bir isnada sahip
olduğunu görürüz. Muhammed b. İshak'ın, seneddeki: "Bana Davud b.
el-Husayn tahdis etti." ifadesi ile tedlis şüphesi de kalmamıştır. Nitekim
İmam Ahmed, bu isnadla çeşitli yerlerde ihticacda bulunmuştur. Bizzat o ve daha
başkaları aynen bu isnadla rivayet edilen: "Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Zeyneb'i, kocası Ebu'l-As b. er-Rebi'e, ilk nikahla geri
verdi, yeni bir şey yapmadı. " hadisini sahih kabul etmişlerdir.
Davud b. el-Husayn'ın
İkrime'den rivayetlerine gelince, öteden beri imamlar onunla ihticacda
bulunagelmişlerdir. Araya bahsinde, hakkında şüphe edilen ve beş vesk veya daha
az bir miktarla takdiri konusunda kesin kanaat getirilemeyen bir konuda onu
delii olarak kullanmışlardır. Halbuki bu, yaş hurmaları kuru hurmalar
karşılığında satmayı yasaklayan hadislere terslik arzetmektedir. Buna rağmen
onunla ihticaca gitmişlerdir. O zaman sizin görüşünüz doğrultusunda rivayet
etmemekten başka, suçu nedir ki, öbürlerini kabul ediyor, bunu etmiyorsunuz?
Eğer İkrime hakkında da söz söyleyecek olursanız -belki onu da yaparsınız- o
zaman içinden çıkamayacağınız bir çelişkiye düşersiniz. Zira hem siz hem de
büyük hadis imamları onun rivayetiyle ihticacta bulunmakta, hadisini Sahih'me
almak suretiyle Buhari onu kabullendiğini ortaya koymaktadır.
Ebu's-Sahba hadisi
konusunda girdiğiniz sarp çıkmaz yollara gelince; bunlardan hiçbirisi doğru
değildir.
Birinci yol, bu hadisi
sadece Müslim'in rivayet edip Buhari'nin eserine almaması şeklindeydi. Bunun
özrü kabahatinden büyük! Müslim'in, Buhari'den ayrılmış olması hadise bir zarar
vermez. Sonra siz veya herhangi biri, bunu Müslim'in Buharı'den ayrılıp ya!nız
başına rivayet ettiği her hadis için kabul ediyor musunuz? Buhari:
"Kitabıma almadığım her hadis batıldır veya hüccet değildir veya
zayıftır." diye bir söz asla söyledi mi? Nice defalardır Buharı,
Sahih'inde hiç adı geçmeyen, Sahih'in dışında kalan hadislerle ihticacta
bulunmuş, nice kereler Sahih dışında kalan hadisleri sahih bulmuştur.
İbn Abbas'tan gelen
diğer rivayetlerin ona muhalefetine gelince, şüphe yoktur ki İbn Abbas'tan iki
sahih rivayet bulunmaktadır ve bu kesindir. Birincisi bu hadise uymakta, diğeri
ise muhalefet etmektedir. Bu iki rivayeti karşılaştırdığımızda hadis salim
olarak -Allah'a hamdolsun- ortada ayakta kalır. İbn Abbas'ın rivayet ettiği
hadise muhalefet ettiğine dair rivayetler ittifak halinde ise, ona bu konuda
örnekler yok değildir. O ravisinin muhalefet ettiği ilk hadis değildir. Size
soruyoruz: Sizce asıl olan şahabının rivayetini mi esas almaktır, yoksa onun
şahsi görüşünü mü? Eğer "rivayetini esas almaktır" derseniz, -ki bu
çoğunluğunuzun hatta ümmetin çoğunluğunun görüşüdür- o zaman bizi cevap
külfetinden kurtarmış olursunuz. Eğer, "Esas olan görüşünü almaktır."
derseniz o zaman içinden asla çıkamayacağınız, içinde bulunduğunuz çelişkinizi
size gösteririz. Özellikle de bizzat İbn Abbas'tan gelen rivayetler konusunda.
Zira o Berire hadisini ve onun muhayyer bırakıl (lığını, satışının talak
olmadığını rivayet etmiş, buna rağmen farklı düşünmüş ve cariyenin satışının
aynı zamanda onun talakı olduğunu benimsemiştir. Siz de -isabetli olarak- onun
rivayetini aldınız ve görüşünü terkettiniz. Bu konuda da aynı şeyi yapsaydınız
ve: "Rivayet masumdur (hatasızdır), sahabinin kavli ise masum değildir.
Rivayet ettiği şeye muhalefeti çeşitli şeylerden kaynaklanabilir: Unutabilir,
te'vilde bulunur, kendince daha ağır basan başka bir delile ters düşebilir,
mensuh veya tahsis görmüş olduğuna inanır vb... Bütün bu ihtimaller mümkün
iken, onun rivayetinin terki nasıl caiz olabilir? Bu kesin bilinen bir şeyin,
zandan hatta, meçhulden dolayı terkinden başka bir şey olur mu?"
deseydiniz ya! Ebu Hureyre, köpek yalamasından dolayı kapların yedi defa
yıkanması hadisini rivayet etmiş ve aksine fetva vermişti. Siz ise rivayetini
almış ve fetvasını bırakmıştınız. Şayet şahabının rivayetini alıp fetvasını
terkettiğiniz konuları araştırıp ortaya koyacak olsak çok uzardı.
Hadisin neshi iddianıza
gelince, bunun tutarlı olabilmesi için sonraki tarihli güçlü bir karşı delilin
olması gerekir. O da nerde?!
İbn Abbas'tan
nakledilen, "üç talaktan sonra ric'atta bulunmanın neshi" ile ilgili
İkrime hadisi, sahih olsa bile bunda size bir delil bulunmamaktadır. Çünkü bu
hadiste: "Kişi karısını sayısız kere boşar ve ric'atta bulunurdu. Bu
neshedildi ve üçe hasredildi. Üçüncüde ric'at kesilir." denilmektedir.
Bunda bir ağızdan çıkan üç talakla ilzam nerede? Sonra nasıl olur da, mensuh
hüküm -kadınların helalliği ile ilgili en önemli hükümlerden biri olduğu halde-
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Hz. Ebu Bekir devirleri boyunca
ve Hz. Ömer devrinin de ilk yıllarına kadar sürer gider de ümmetin ondan haberi
olmaz. Bu olacak bir şey mi? Sonra Ömer nasıl olur da: "İnsanlar teenni
ile davranır oldukları bir hususta acele etmeye başladılar." diyebilir?
Acaba mensuh bir hükümde herhangi bir şekilde, ümmet için teenni sözkonusu olur
mu? Sonra, sahih hadise; senedinde zayıflığı herkesçe malum olan Ali b.
el-Hüseyin b. Vakıd'in bulunduğu bu hadisle nasıl karşı çıkılabilir?
Boşayan kimsenin,
"Sen boşsun! Sen boşsun! Sen boşsun!" şeklinde söylemesi ve bundan
maksadının da ilk boşsun sözünün tekidi olduğu şeklindeki te'vilinizi, hadisin
akışı baştan sonra reddetmektedir. Zira sizin hadisi yorumladığınız durum ne
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefatı ile değişir, ne de O'nun
ve halifelerinin devirlerinde farklılık arzeder. Kıyamete kadar da hep öyle
devam eder. Eğer bir kimse böyle bir ifadede tekit kasdında bulunmuşsa onun
salih ya da facir; doğru ya da yalancı olduğu şeklinde bir ayırıma gidilmez.
Niyeti ne ise ona hamledilir. Aynı şekilde hükümde kişinin kasdını kabul
etmeyen de mutlak olarak kabul etmez. İster kişi salih olsun, ister facir; fark
etmez.
Yİne Hz. Ömer'in:
"İnsanlar, teenni ile davranır oldukları bir hususta acele etmeye ve
düşkünlük göstermeye başladılar. Keşke onu aleyhlerine geçerli saysak."
sözü, onun şunu bildirmesi demektir: Allah bir genişlik olmak üzere insanlara
lutufta bulunmuş, onlara acıyarak, nfk ve teennili olarak talakı zaman içinde
birini diğerinden sonra verilmek üzere meşru kılmış, böylece boşayanın pişman
olmamasını, ilk çırpıda sevgilisinin elinden çıkmamasını, telafisi zor bir şeye
fırsat verilmemesini amaçlamıştır. Onlara mühlet tanımış ve teennili
davranmalarını istemiştir ki, bu mühlet içerisinde boşayan kimse aklım başına
toplasın, hoşnutsuzluk sebebi ortadan kalksın, ayrılığa sebep olan şiddet, öfke
hali geçsin ve iyilikle tefcrar birbirlerine dönsünler. Fakat onlar Allah'ın bu
iradesinin aksine, kendilerinden teenni ile davranmaları istenen bu konuda
acelecilik göstermeye ve üç talak hakkını bir çırpıda kullanmaya başladılar.
Hz. Ömer de, onlara bir ceza olsun diye, kendi üstlendikleri bu tasarrufları
ile ilzam edilmelerini uygun gördü: Boşayan kimse, karısının, can yoldaşının,
üç talakı birden vermesi sebebiyle ilk andan itibaren artık kendisine haram
olacağını bilirse, ondan el çekecek ve izin verilen meşru talaka dönecektir. Bu
uygulama Hz. Ömer'in üç talakla boşamanın yaygınlaşması üzerine tebaasına
uyguladığı bir te'dib ve terbiye tedbiri mahiyetindedir. Nitekim birazdan onun
üç talakla ilzam etmesinde mazur olduğunu ifade sırasında biraz daha üzerinde
durulacaktır. Hadisin izahı işte budur. Başka türlü de olamaz. Sizin hadisin
lafızları ile asla uyum arzetmeyen, uzak kalan, çelişen hiç de hoş olmayan
tevilleriniz bizim bu izahımız yanında anlamsız kalacaktır.
Hadisin manası, "Bu
gün kişinin üç talak şeklinde verdiği boşama, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) zamanında... bir talak ile olurdu." şeklindedir diyenin sözüne
gelince, bu te'vil şunu demeye varır: "İnsanlar Hz. Peygamber zamanında
tek talakla boşarlardı. Hz. Ömer zamanında üç talakla boşar oldular." Eğer
te'vil bu safhaya ulaşacaksa, o te'vil ve ne murad edildiğinin açıklanması
değil, bilmece haline koyma ve konuyu saptırma (tahrif) olur. Bu te'vil doğru
olamaz. Çünkü insanlar öteden beri hem bir, hem de üç talakla boşuyorlardı. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında karılarını üç talakla boşayan
adamlar vardı: Kiminin bu üç talakını bire çevirmiştir. Nitekim İkrime'nin İbn
Abbas'tan rivayetinde böyledir. Kimini tepki ile karşılamış kızmış ve bunu
Allah'ın kitabı ile oynanması şeklinde telakki etmiştir. Fakat onlara ne
şekilde hüküm verdiğini bilmiyoruz. Bunlardan birisini, zaten Hanın
gerektirdiği haramlığı tekid ettiğinden dolayı sükutla (ikrar) karşılamıştır.
Kimisini de, üç talakın sonuncusunu verdiği için, onunla ilzam etmiştir. Bu
durumda kalkıp da: "İnsanlar ta Hz. Ömer zamanına kadar bir talakla
boşamakta idiler. Sonra onun devrinde üç talak boşadılar." demek doğru
olmaz. Böyle olsaydı, Hz. Ömer'in kalkıp da: "İnsanlar teenni ile hareket
eder oldukları bir hususta acele etmeye başladılar. Onu aleyhlerine geçerli
kabul etsek." demesi doğru olmazdı ve bu söz Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) devri ile kendi devri arasındaki farka hiçbir şekilde uygun
düşmezdi. Çünkü üç talak, bu te'viiinize göre, Hz. Ömer devri ve sonrasında
geçerli olmuştur.
Sonra, hadisin bazı
sahih rivayetlerinde şöyledir: "Kişi, karısını üç talakla boşadığında, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) döneminde onu bir talak sayarlardı.
"
Bir rivayette de
şöyledir: "Kişi, zifaftan önce karısını üç talakla boşadığında, Hz.
Peygamber ve Hz. Ebu Bekir devirleri ile Hz. Ömer devrinin ilk yıllarında, onu
bir talak sayarlardı. Bunu bilmiyor musun?" diye sormuş, İbn Abbas da:
"Evet! Kişi zifaftan önce karısını üç talakla boşadığında Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Hz. Ebu Bekir devirleri ile, Hz. Ömer devrinin
ilk yıllarında onu bir talak sayarlardı, insanların üç talaka düşkünlük
gösterdiklerini görünce -Hz. Ömer'i kasdediyor-: 'Onu aleyhlerine geçerli
sayınız!' dedi." demiştir. İşte hadisin lafzı. Hem de en sahih bir
isnadla. Bu hadisin zikrettiğiniz te'vile asla tahammülü yoktur. Ne var ki
bütün bu te'viller, delilleri mezhebe tabi kılanların çabalarıdır. Önce inanmış,
sonra inancına deliller aramıştır. Mezhebi delillere tabi kılan ve istidlalde
bulunan, sonra da deliller doğrultusunda inanan kimseler bu tür işleri
yapamazlar.
"Hadiste üçü bir
sayanın ne bizzat Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) olduğuna, ne onun
meseleden haberi bulunduğuna, ne de ikrarda (onay) bulunduğuna dair bir sarahat
yoktur." diyenlerin sözüne cevaba gelince; fesübhanallah! Allah'ın dinini
ve şeriatını değiştirmeye, kadını kendisine haram olana helal, helal olana da
haram kılmaya varan böylesi gayr-ı meşru bir (üç talakı bir) sayma işinin Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve insanların en hayırlı nesli ashab
devri boyunca devam edip gitmesi, ashabın onu yapması fakat Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu bildirmemeleri, üzerine vahiy inip dururken
O'mın da olanlardan habersiz kalması ve onların gayr-ı meşru hallerine ses
çıkarmaması büyük bir bühtan değil midir? Haydi farzedelim ki, Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bilmiyordu. Ashab da onu biliyorlar, Allah'ın
dinini, şeriatını değiştiriyorlardı. Allah bunu bilip dururken Rasulü'ne
vahiyle durumu bildirmiyor ve sonunda Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bu minval üzere vefat ediyor ve bu büyük sapıklık, sizce bu apaçık hata
bütün Hz. Ebu Bekir'in hilafeti boyunca devam ediyor ve Sıddik ölünceye kadar
amel ediliyor, değiştirilmiyor. Bu katmerli hata ve sapıklık bir süre Hz. Ömer
devrinde de devam ediyor, sonra o kendi re'yi ile insanları doğru olanla ilzam
etme neticesine ulaşıyor. Ashabın, Hz. Peygamber ve halifeleri devrindeki
uygulamayı bilmeme hususunda bundan daha kötü bir şey olabilir mi? Allah'a
yemin ederim ki, üç talakın bir sayılması kesin bir hata olsa, bu sizin irtikab
ettiğiniz hata, işlediğiniz te'vil cinayeti karşısında çok daha hafif kalırdı.
Eğer konuyu olduğu gibi bırakmış olsaydınız; kendi başına, şu getirdiğiniz
delil ve verdiğiniz cevaplardan daha güçlü ayakta dururdu.
Bu konuda hesaplaşma; ne
mutaassıb bir mukallidin, ne cumhurdan korkan, ne de, doğru kendi tarafında
olduğu halde bile yalnız kalmaktan ürken birinin huzurunda olmaz. Bu konuda
hakem kılınacak ve huzurunda hesaplaşılacak kimse ancak ve ancak ilimde yüksek
payeye erişen, yed-i tula sahibi, şüphe ile delil arasını ayıran, hükümleri
bizzat Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aydınlık penceresinden
alan, mertebeleri bilen ve oradaki görevlerini yerine getiren, kalbi, şeriatın
sırlarına ve yüce hikmetlerine açılmış, şer'i hükümlerin içerdiği açık gizli
mashahatlara vakıf olmuş, bu gibi zor meselelerin ta derinliklerine dalmış ve
her iki tarafın da delillerine hakkıyla vakıf olmuş kimse olacaktır.
Kendisinden yegane yardım istenen Allah'tır ve ancak O'na güvenilir.
"Hadisler ihtilaf
ettiğinde, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabının üzerinde
bulundukları şeylere iltifat ederiz." sözünüze gelince; evet, vallahi,
haydin İslam'ın bu öncülerine, bu iman cemaatine hep birden sarılalım. Şair
şöyle diyor:
"Bana onlardan
sonra, yerlerini dolduracak kimseler arama Çünkü, kalbim onlardan başkalarıyla
razı olur sanma."
Ancak bizi bir şeye
davet edip de ondan ilk kaçan ve muhalefet eden kimselerin siz olması asla
yakışık almaz.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) geride yüz bin sahabi bırakarak vefat etmişti.
Bunların hepsi de onu görmüş, ondan işitmişlerdi. Bunların hepsinden veya onda
birinden veya onda birin onda birinden, hatta onda birinin onda birinin onda
birinden, bir ağızdan verilen üç talakın bağlayıcılığı görüşünde oldukları
sahih olarak bilinseydi ya! Siz bütün çabalarınızı ortaya koysanız, bu konuda
ashabın ihtilaflı olmalarına rağmen, onlardan iddianızı benimseyen yirmi kişi
bulamazsınız. İbn Abbas'tan iki görüş de sahih olarak nakledilmiştir. İbn
Mes'ud'un üç talakın bağlayıcılığım benimsediği gibi tevakkuf edip, kesin bir
karar belirtmediği de rivayet edilmiştir. Eğer biz, kendi devirlerinde üç
talakın bir sayıldığını benimseyen sahabelerin çokluğuyla övünüp, onları saymak
isteseydik, onların kendilerinden bunun aksi rivayet edilen kimselerin kaç
katına ulaştıkları görülürdü. Hz. Ömer devrinin ilk yıllarına kadar yaşamış ve
ölmüş her sahabi bizim görüşümüz üzeredir. Ashabın öncüsü, en hayırlısı ve
üstünü (Ebu Bekir), devrinde yaşayan diğer sahabilerle birlikte iddiamızı isbat
için yeterlidirler. Hatta biz istesek şöyle de diyebiliriz ve doğru da olurdu:
Üç talakın bir sayılması eski bir icma* idi. Sıddık devrinde iki kişinin bile
ihtilafı yoktu. Ancak icma edenlerin asrı henüz son bulmamıştı ki, ortaya
ihtilaf çıktı. İlk icma henüz yerleşemeden sahabe iki görüşe ayrıldı ve ihtilaf
ümmet arasında zamanımıza kadar sürüp geldi. Sonra biz şunu söylüyoruz: Hz.
Ömer, kendinden önce geçenlerin icma'ına muhalefet etmedi. Aksine, onun haram
olduğunu bile bile yaptıkları ve düşkünlük gösterdikleri için üç talakın
bağlayıcılığını onlara bir ceza olarak uygun gördü. Kuşkusuz devlet başkanının,
insanların bir konuda Allah'ın ruhsatını ve kolaylaştırmasını kabul etmeyip,
şiddet ve zorluğu tercih etmeleri durumunda, kendi üstlerine yüklendikleri
aleyhte tasarruflarını onlara bağlayıcı sayma yetkisi bulunmaktadır. Bu böyle
olunca, mü'minlerin emiri Hz. Ömer gibi ümmet üzerinde son derece titreyen,
onların ahlaki seviyelerini yükseltmeye çalışan bir halife için, böyle bir
cezai tedbire başvurmak çok yerinde olacaktır. Cezalar zaman ve şahısların
değişikliği ile, üzerine ceza tertip edilecek fiilin haramlığının bilinip
bilinmemesi imkanına göre farklılık arzederler. Hz. Ömer, onlara "Bu
Allah'ın Rasulündedir." dememiştir. O sadece bu kararda ümipeti, üç talakı
birden verme davranışına koşuşmaktan alıkoyacağına inandığı bir maslahat
görmüştür, bu yüzden de "Keşke onu aleyhlerine yürürlüğe koysak"
başka bir rivayette: "Onu aleyhlerine onaylayın, geçerli kabul edin!"
demiştir. Görülmez mi ki, bu, Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
nakledilen bir haber değildir, sadece Hz. Ömer'in maslahat gereği ulaştığı bir
görüştür. Hz. Ömer (r.a.) şunu görmüştür: Teenni ile hareket ve ruhsat
(mühlet), Allah tarafından boşayana tanınmış bir nimettir. Ona merhametin bir
neticesidir, bir lutuftur. Buna rağmen o, bu nimeti tekmelemiş, Allah'ın
ruhsatını ve kendisi için kıldığı teennili hareket tarzını kabul etmemiştir.
Bunu müşahede eden Hz. Ömer kişi ile bu nimetler arasına geçmek, kendi
ihtiyarıyla üstlendiği şiddet ve aceleci tavrıyla kendisini ilzam etmek
suretiyle onu cezalandırmak istemiştir. Bu şer'i kaidelere uygundur. Hatta
Allah'ın yaratış hikmetine bile hem ölçü, hem de teşri' bakımından muvafıktır.
Zira Yüce Allah, insanlar hadlerini aşıp da sınır tanımadıklarında, sınırı
muhafaza edenler için koyduğu çıkış yollarını, onlara daraltmaktadır. Nitekim,
karısını üç talakla boşayan kimseye "Eğer sen Allah'tan sakınsaydm, o sana
mutlaka bir çıkış yolu kılardı." diye cevap veren sahabi, aynı espriye
işaret etmiş olmaktadır. Nitekim İbn Mes'ud ve İbn Abbas böyle söylemişlerdir.
Mü'minlerin emiri ve beraberindeki sahabilerin bakış açısı da budur. Yoksa haşa
o, Allah'ın hükmünün değiştirilmesine rıza göstermiş ve helali harama çevirmiş
değildir. İşte nasslarla, Hz. Ömer ve beraberindeki sahabilerin yaptıkları
arasını en güzel bulma yolu budur. Siz ise, ancak bu iki taraftan birisini iiga
etmek suretiyle işin içinden çıkmak istiyorsunuz.
Buraya kadar
arzettiklerimiz bu zor ve son derece karışık konu ile ilgili her iki grubun da ulaşabildikleri
son noktalardır. Tevfik Allah'tandır.
3. Karısını İki Talakla
Boşayan Köle Azad Edildiğinde Şer'i Tahli Olmadıkça Karısı Kendisine Helal Olur
mu?
Sünen sahipleri rivayet
ederler: Nevfeloğulları'nın azadlısı Ebu'l-Hasan, İbn Abbas'tan şu konuda fetva
talebinde bulunur: Bir köle var; nikahı altında bulunan köle hanımını boşuyor.
Bundan sonra her ikisi de azad ediliyorlar. Acaba koca, boşadığı karısına talip
olabilir mi? (Yoksa şer'i tahlil (hülle) mi gerekir)?
İbn Abbas: "Evet
(talip olabilir); Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu şekilde
hükümde bulundu." diye cevap verdi.
Başka bir rivayette İbn
Abbas: "Sana geriye bir talak kalmıştır. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) böylece hükmetti." demiştir.
İmam Ahmed, Abdürrezzak'tan
nakletmiştir: İbnü'l-Mübarek, Ma'mer'e: "Bu Ebu'l-Hasan da kim? Gerçekten
çok büyük bir kaya yüklenmiştir!" dedi. Münziri: Bu Ebu'l-Hasan, hayır ve
iyi haliyle anılmış bir kimsedir. Ebu Zür'a er-Razi ve Ebu Hatim er-Razi, onun
sika olduğunu söylemiştir. Şu kadar var ki, ondan rivayet eden Ömer b.
Muattib'tir. Ali b. el-Medini onun hakkında: "Onun hadisleri
münkerdir.", Nesai de: "O sağlam değildir." demiştir.
Zevce nikahı altında
iken, köle koca azad edilirse, üç talakın üçüne de sahip olur. Eğer iki talakla
boşamış iken azad edilirse, bu durumda fukahanın dört görüşü bulunmaktadır:
1- Boşanmış kadın hür
olsun köle olsun, yeni bir koca ile evlenmedikçe artık kendisine helal olmaz.
Bu İmam Şafi'i'nin ve iki rivayetten birinde İmam Ahmed'in görüşüdür. Bu görüş,
talakta itibarın kocaya olduğu esasına dayanır. Kölenin ancak iki talak hakkı
vardır. İsterse karısı hür olsun.
2- Başka bir koca ile
evlenme şartı aranmaksızın, üzerine yeni bir akit akdetme yetkisine sahiptir.
Nitekim bu Ömer b. Muattib hadisi, buna delalet etmektedir. Bu görüş de, iki
rivayetten diğerinde İmam Ahmed'e aittir. Aynı zamanda İbn Abbas'ın görüşüdür.
Şafiilerin imamlarına nisbet ettikleri iki vecihten biri de bu doğrultudadır.
Bu görüşte fıkhi bir incelik vardır: Zira boşadığı karısı, kölelikten
kaynaklanan noksanlığından dolayı iki talakla haram olmuştu. Kadın henüz iddet
içindeyken, koca azad edilince noksanlık ortadan kalkmış ve üç talak
malikiyetin sebebi vücuda gelmiş oldu. Nikahın hükümleri de henüz baki
olduğundan, onun üzerinde üçüncü talak hakkına da sahip olmuş olur. Böylece
ric'at hakkı doğar. Eğer iddetin bitiminden sonra azad edilmişse, kadın
kendisinden ayrı düşmüş olur. Fakat ikinci bir koca ile evlenme ve zifaf şartı
aranmaksızın (yeni bir nikahla ve tek talak hakkı ile) kendisine helal olur. Bu
görüş kıyasa uzak değildir.
3- İddeti içerisinde
rücu hakkı vardır. İddet bittikten sonra da ikinci bir evlilik ve zifaf
olmaksızın tekrar evlenebilirler. Bütün Zahiri'lerin görüşü böyledir. Çünkü
onlara göre talak konusunda hür ve köle eşittir.
Süfyan b. Uyeyne; Amr b.
Dinar - İbn Abbas'ın azadlısı Ebu Ma'bed - İbn Abbas senediyle rivayet eder:
ibn Abbas'ın bir kölesi, karısını iki talak boşamıştı. İbn Abbas ona rücu
etmesini emrettiyse de o yanaşmadı. İbn Abbas: "Haydi, o senindir!
Mülkiyet yoluyla onu helal kıl." dedi.
4- Eğer karısı hür ise,
köle kocanın üç talak hakkı vardır. Eğer cariye ise iki talak hakkı olduğundan
ikinci bir evlilik ve zifaf olmadıkça artık kendisine helal olmaz. Bu da Ebu
Hanife'nin görüşüdür.
Bu konu selef ve halef
ulemasının dört görüş olmak Üzere ihtilaf ettikleri bir yerdir:
Birinci görüş: Köle ve
hürün talakı eşittir. Bütün zahiriler bu görüştedir.
Bunu onlardan İbn Hazm nakletmiştir.
Bunlar, talak konusunda varid olan nassların umumi oluşu, mutlak bulunuşu ve
hür-köle arasında bir ayırıma yer vermeyişi, böyle bir ayırım hakkında icma
bulunmayışı gibi hususlarla görüşlerini delillendirmeye çalışmışlardır. ibn
Abbas'ın, bir kölesine cariye olan karısını iki talakla boşamasına rağmen ona
ric'atte bulunmasını emrettiği sahih olarak bilinmektedir. ibn Abbas'tan
yapılan bu nakil hakkında incelemede bulunmak gerekir. Çünkü Abdürrezzak, ibn
Cüreyc - Amr b. Dinar - Ebu Ma'bed senediyle şöyle rivayet ediyor: ibn Abbas'a
ait bir köle ve yine ibn Abbas'a ait bir cariye vardı. Bunlar evliydiler. Köle,
cariye hanımını boşadı ve bain kıldı. ibn Abbas ona: "Senin talak hakkın
yok. Ona rücu et!" dedi.
Abdürrezzak, Ma'mer -
Simak b. el-Fadl senediyle rivayet eder: Köle ibn Ömer'e sordu; o "Başını
vursalar da, ona rücu etme." dedi.
Bu fetvanın dayanağı
şudur: Kölenin talakı, nikahta olduğu gibi, efendinin elindedir. Nitekim
Abdurrahman b. Mehdi, Sevri - Abdülkerim el-Cezeri - Ata senediyle ibn
Abbas'ın: "Kölenin ne talakı, ne de ayrılığı bir şey değildir."
dediğini rivayet eder.
Abdürrezzak, İbn Cüreyc
- Ebu'z-Zübeyr senediyle nakleder: Ebu'z-Zübeyr, Cabir b. Abdillah'ı cariye ve
köle hakkında: "Efendileri aralarını birleştirir ve ayırır." derken
işitir. Bu, Ebu'ş-Şa'sa'nın kavlidir. Şabi şöyle demiştir: "Medine
uleması, efendiden izin almadan kölenin boşayamayacağı görüşündedirler."
İbn Abbas'ın yaklaşımı işte budur. Yoksa, 'Nikahı altında cariye bulunduğunda
kölenin talakı üçtür.' şeklinde bir görüşe sahip değildir. Bu görüşte olan
hiçbir sahabinin varlığını bilmiyoruz.
İkinci görüş: Eşlerden
hangisi köle olursa olsun, talak onun köleliği sebebiyle ikidir. Nitekim Hammad
b. Seleme, Abdullah b. Ömer - Nafi' senediyle İbn Ömer'in: "Hür, cariyeyi
iki talakta boşar. (Boşanan cariye) iki hayız müddeti iddet bekler. Köle, hür
kadını iki talakla boşar. (Boşanan hür kadın) üç hayız süresi iddet
bekler." dediğini rivayet eder. Osman el-Betti bu görüştedir.
Üçüncü görüş: Talakta
itibar kocalaradır. Dolayısıyla hür koca, üç talaka maliktir, isterse karısı
cariye olsun. Köle koca da iki talaka sahiptir, isterse karısı hür olsun. Bu
görüş de İmam Şafii, Malik ve ifadelerinden anlaşıldığına göre imam Ahmed'e
aittir. Ashaptan Zeyd b. Sabit, Aişe ve Ümmü Seleme validelerimiz, Osman b.
Affan, Abdullah b. Abbas da bu görüştedirler. Ayrıca el-Kasım, Salim, Ebu
Seleme, Ömer b. Abdülaziz, Yahya b. Said, Rebia, Ebu'z-Zinad, Süleyman b.
Yesar, Amr b. Şuayb, İbnü'l-Müseyyeb, Ata gibi simalar da hep bu görüşü benimsemişlerdir.
Dördüncü görüş: Talakta
itibar, iddette olduğu gibi, kadınlaradır. Nitekim Şu'be, Eş'as b. Sevvar -
Şa'bi - Mesrük silsilesiyle İbn Mes'ud'un: "Sünnet; talak ve iddette
kadınlara itibar şeklindedir." dediğini rivayet eder.
Abdürrezzak, Muhammed b.
Yahya ve başkaları - İsa - Şa'bi senediyle on iki sahabiden: "Talak ve
iddette itibar kadınlaradır." dediklerini rivayet etmiştir. Hadisin lafzı
bu. Bu, Hasan, İbn Sirin, Katade, İbrahim, Şa'bi, İkrime, Mücahid, Sevri, Hasan
b. Hayy, Ebu Hanife ve arkadaşlarının görüşleridir.
"Bu konuda Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hükmü nedir?" denilirse, bunun
cevabını Ebu Davud vermiştir: Muhammed b. Mes'ud - Ebu Asim - İbn Cüreyc -
Mezahir b. Eşlem - Kasım b. Muhammed - Aişe senediyle Hz. Peygamber'den
nakledilir: "Cariyenin boşanması iki talakladır. İddeti de İki
hayızdır."
Zekeriyya b. Yahya
es-Saci ise, Muhammed b. İsmail b. Semüre el-Ahmesi - Ömer b. Şebib el-Müsli -
Abdullah b. İsa - Atıyye - İbn Ömer silsilesiyle Hz. Peygamber'in: (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) "Cariyenin talakı ikidir. İddeti de iki hayizdır."
buyurduğunu rivayet eder.
Abdürrezzak, İbn Cüreyc
- yazı ile Abdullah b. Ziyad b. Seman - Abdullah b. Abdurrahman el-Ensari -
Nafi' - Ümmü Seleme validemiz senediyle rivayet eder: Validemizin bir kölesi,
hür karısını iki talakla boşar ve Ümmü Seleme Hz. Peygamber'den (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) fetva ister. Peygamberimiz: "Başka bir koca ile
evlenmedikçe artık ona haram olmuştur." buyurur.
Daha önce Ömer b.
Muattib - Ebu Hasan - İbn Abbas senediyle rivayet edilen hadis geçmişti.
Sağlamıyla, çürüğü ile rivayet edilen bu dört hadisten başka Hz. Peygamber'den
mevcut başka bir nakil bilinmemektedir.
Birinci hadisi ele
alalım: Ebu Davud: "O meçhul bir ravinin hadisidir." der. Tirmizi:
"Garib bir hadistir. Sadece Mezahir b. Eşlem yoluyla biliyoruz. Mezahir
ilim dünyasında sadece bir hadisle ismi duyulan bir kimsedir." der.
Ebu'l-Kasim b. Asakir el-Etrafında bu hadisi zikrettikten sonra şöyle der:
"Üsame b. Zeyd b. Eşlem babasından rivayet eder: Babasının yanında
oturuyorken, Emir'in habercisi gelir ve kendisinin Kasım b. Muhammed'le Salim
b. Abdullah'a bunu sorduğunu ve onların: Bu (mu?). Gerçekten bu ne Allah'ın
kitabında, ne de Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetinde vardır.
Ancak Öteden beri müslümanlar onunla amel etmişlerdir, dediklerini haber
verir." Hafız (İbn Hacer) şöyle der: "Bu, merfu hadisin mahfuz
olmadığına delalet eder." Ebu Asim en-NebiI: "Mezahir b. Eşlem
zayıftır."; Yahya b. Main; "Onun bir değeri yok, üstelik
tanınmıyor."; Ebu Hatim er-Razi; "Hadisi münkerdir."
demişlerdir. Beyhaki ise: "Eğer sabit olsaydı biz de onunla amel ederdik.
Ne var ki biz, adaletini bilmediğimiz bir kimsenin rivayet ettiği hadisi sabit
göremeyiz." der.
İkinci hadis: Bunda da
Ömer b. Şebib el-Müsli var ve o zayıftır. Yine zayıf olan Atıyye bulunmaktadır.
Üçüncü hadis: Bunda da
yalancı (kezzab) olan İbn Sem'an vardır. Abdullah b. Adurrahman ise meçhuldür.
Dördüncü hadis: Bunda da
Ömer b. Muattib vardır. Onun hakkında söz geçti.
Konuyla ilgili olarak
geriye sahabeden gelen haberlerle kıyas kaldı. Ashabdan gelen haberlere (asar)
baktığımızda, daha önce de geçtiği gibi onları çelişkili bir halde görüyoruz.
Bunların bir kısmı, diğerlerinden üstün değildir. Son olarak geriye kıyas kalıyor.
Burda da iki taraf çekişiyor: Boşayan taraf, boşanan taraf. Boşayan tarafına
itibar eden: "Talaka malik olan odur ve yetki onun elindedir. Dolayısıyla
köle olması durumunda yarıya bölünür. Nitekim köleliği sebebiyle
nikahlayabileceği kadınların sayısı, nisabın yarısına inmektedir."
diyorlar. Boşanan tarafı gözönünde bulunduranlar ise: *'Talak kadının üzerinde
gerçekleşiyor ve ona iddet, haramlık ve bunlara tabi diğer hükümler gerekiyor.
Dolayısıyla kadının köle olması durumunda iddete olduğu gibi talak da yarıya
bölünür." diyorlar. Kimi iddette olduğu gibi kadının köle olmasıyla yarıya
indiriyor, kimi de eşlerden hangisi olursa olsun, birinin köle olmasıyla,
yarıya indiriyor. Sanki bunlar her ikisini de gözönünde bulunduruyor ve her iki
benzerliği devreye sokuyorlar. Kimisi de tamamlıyor ve üç talak hakkı veriyor.
Bu sonuncular bu konuda sabit nass yoktur. Sahabeden nakledilenler ise
çelişkilidir. Kıyas da öyle diyorlar ve bunlardan hiç birisine iltifat
etmeyerek "ric'i talakın iki defa" olduğunu ifade eden nassların
mutlak oluşuna sarılıyorlar. Öyle ya Allah bu nasslarda hür, köle; hür kadın,
cariye diye bir ayırıma gitmemiştir. "Rabbin unutkan değildir." Hem
sonra, ric'i talakın iki kılınmasını gerektiren hikmet hür için de köle için de
aynıdır. Nitekim İmam Malik: "Kölenin hür gibi dört kadın nikahlama hakkı
vardır. Çünkü onun buna ihtiyacı hürün ihtiyacı gibidir." demiştir. İmam
Şafii ve Ahmed: "ila'da kölenin müddeti, hürün müddeti gibidir. Çünkü her
iki durumda da zevcenin göreceği zarar aynıdır." demişlerdir. Ebu Hanife:
"Kölenin talakı ile hürün talakı, zevcelerinin hür olmaları durumunda
eşittir. Talakla ilgili nassların mutlaklığı, ve onların hürü de, köleyi de
kapsamaları bunu gerektirir." demiştir.
Ahmed b. Hanbel, -diğer
alimlerle birlikte-: "Bütün keffaretlerde kölenin orucu ile hürün orucu
aynıdır. Hırsızlık ve içki cezalarında köle ile hürün durumu aynıdır."
demiştir.
Bunlar devamla şöyle
derler: (yukarıdaki nakledilen) bu haberler veya bir kısmı sabit olsaydı,
onlara koşmakta bizi asla geçemezdiniz ve onlar üzerinde bize galebe
edemezdiniz. Eğer ashabtan gelen haberler çelişkili olmasa, ittifak halinde
olsaydı asla onları bırakıp da başka deliller aramazdık. Çünkü hak, onların
üzerinde oldukları şeydedir, ötesinde değil. Tevfik Allah'tandır.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
C) BOŞAMA YETKİSİ
VE ŞER'İ TAHLİL