ZADU’L-MEAD

ALTINCI KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.)

VERDİĞİ HÜKÜMLER, EVLİLİK, ALIM-SATIM

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

B) HARAM TALAK

 

1- Hayız ve Lohusa Halindeki Kadını Boşama Konusundaki Hükmü

2- Haram Olan Talakın Geçerli Sayılması Konusundaki İhtilaflar

 

1- Hayız ve Lohusa Halindeki Kadını Boşama Konusundaki Hükmü:

 

Sahihayn'da rivayet edilir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında, İbn Ömer, karısını hayız halinde iken boşamıştı. (Babası) Hz. Ömer, durumu Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sordu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ona emret de karısına dönsün! Sonra kadın temizlenip akabinde hayzını görünceye ve tekrar temizleninceye kadar onu tutsun. Ondan sonra artık isterse nikahında tutar dilerse yakınlık etmeden boşar. İşte kadınların kendisi için boşanmasını Allah'ın (c.c.) emrettiği iddet budur." buyurmuştur.

 

Müslim'in bir rivayetinde: "Ona emret, karısına ric'at etsin! Sonra onu ya temiz iken yahut hamile olduğu halde boşasın." buyurmuştur.

 

Başka bir metinde: "Eğer dilerse, ona yakınlık etmeden, temiz iken boşasın." Allah Teala'nın emrettiği gibi, "iddet için talak" işte budur. Buhari'ye ait bir rivayette ise: "Ona emret karısına dönsün. Sonra iddetinin önünde onu boşasın." buyurmuştur.

 

İmam Ahmed, Ebu Davud ve Nesai'ye ait hadiste ise ibn Ömer'den şu nakledilir: Abdullah b. Ömer, hayız halinde iken karısını boşamıştı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu kendisine geri çevirmiş, yani talak saymamış ve: "Temizlendiği zaman boşasm veya tutsun." buyurmuştur. İbn Ömer (r.a.), Söyle demiştir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman onları iddefteri içinde (adetten temiz oldukları sırada) boşayın."[Talak, 1] ayetini okudu.

 

Bu hadisler talakın dört çeşit olduğunu gösterir. İkisi helal, ikisi haram.

 

Helal olan talak şekilleri: Karısını, cima etmeden, temizken boşaması veya hamile olduğu belli iken boşamasıdır.

 

Haram olan şekilleri ise: Hayız halinde iken boşaması veya cima ettiği temizlik süresi içerisinde boşamasıdır. Bu kendisi ile zifaf gerçekleşen eşin boşanması ile ilgilidir.

 

Zifaf vaki olmayan zevcenin boşanması ise, hayızlı iken de temizken de caizdir. Nitekim Allah Teala: "Nikahtan sonra henüz dokunmadan ya da mehir kesmeden kadınları boşarsanız, size bir günah yoktur..."[Bakara, 236] ve yine: "Ey inananlar, inanan kadınları nikahlayıp da, henüz onlara dokunmadan boşarsanız, artık onlar üzerinde bir iddet sayma hakkınız yoktur."[Ahzab, 49] buyurmuştur. Bunun böyle olduğuna "Onları iddetleri içinde (adetten temiz oldukları sırada) boşayın."[Talak, 1] ayeti delalet etmektedir. Zira zifaf vaki olmamış kadının iddeti yoktur. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de "İşte kadınların, kendisi için boşanmasını Allah'ın emrettiği iddet budur." sözüyle buna dikkat çekmiştir. Eğer, zifaftan önce talakın mubah olduğu hükmünü içeren bu iki ayet olmasaydı, iddet beklemek durumunda olmayan kadının talakından men olurdu.

 

Nesai ve daha başka kitaplarda Mahmud b. Lebid'den rivayet edilir: Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem), karısını üç talakla birden boşayan bir adamın durumu haber verildi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), öfkelenerek kalktı ve: "Ben henüz aranızda iken Allah'ın kitabı ile mi oynanılıyor?!" buyurdu. Hatta adamın biri kalktı ve: "Ya Rasulallah! Onu öldürmeyeyim mi?" dedi.

 

Sahihayn'da İbn Ömer'den (r.a.) nakledilir: Kendisine talaktan sual edildiğinde: "Sen karını ya bir ya da iki talakla boşadiysan (bu güzel). Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana bunu emreyledi. Eğer üç talak boşadıysan o sana artık, başka bir koca ile evlenmedikçe (şer'i tahlil), helal olmaz. Bu halinle sen, karını boşaman konusundaki Allah'ın emrine isyan etmiş oldun." derdi.

 

Ravileri sikadır. Müellif birazdan tafsilata girecektir.

 

Bu nasslar, boşanan kadınların da iki türlü olduğunu gösterir: Kendisi ile zifaf vaki olan ve zifaf vaki olmayan. Her ikisini de üç talakla birden boşamak caiz değildir. Zifaf vaki olmayan hanımı temizken de hayız halinde iken de boşamak caizdir.

 

Zifaf vaki olmuş hanımlara gelince, eğer hayız ya da lohusalık hallerinde ise, onları boşamak haram olur. Eğer temiz halde ise ve hamile olduğu da kesin belli ise, cimadan önce de sonra da boşanması caizdir. Eğer hamile değilse, temizlik süresi içerisinde ona dokunmadan önce boşamak caizdir. Dokunduktan sonra boşamak ise caiz değildir.

 

Bunlar, Allah Teala'nın, Peygamberinin lisanıyla teşri' buyurduğu talak konusundaki hükümlerdir. Allah'ın izin verdiği ve mubah kıldığı talakın, eğer mükellef ve irade sahibi, sözün delalet ettiği manayı bilen ve onu kasteden bir kimseden sadır olmuşsa, vuku bulacağına dair bütün müslümanlar icma' etmişlerdir.

 

 

 

2- Haram Olan Talakın Geçerli Sayılması Konusundaki İhtilaflar:

 

Haram olan talakın vukuu konusunda ise müslümanlar ihtilaf etmidir. Burada karşımızda iki mesele vardır:

 

Birincisi: Havız halinde iken veva cimada bulunduğu temizlik hailiken verilen talak.

 

İkincisi: Üç talakı birden vermek. Biz her iki meseleyi de derinlemesine ele alıp araştıracağız, her iki grubun da delillerini, ulaşabildikleri son noktayı zikredeceğiz. Bununla birlikte biz mutaassıb mukallidin bütün ayetler ve deliller serdedilse bile taklit ettiği kimseyi 'terketmeyeceğini, delile talip olanların ise ondan başkasına uymayacağını, ancak delili hakem kabul edeceğini, insanlardan her birinin, öte geçmeyeceği bir kaynağı, sapmayacağı bir yolu olduğunu da çok iyi biliyoruz. Kuvvetinin en son yettiğini taşıyan, adımlarının en son ulaştığı yere koşan kimse gerçekten mazurdur.

 

 

a) Hayız Halinde ve Cimada Bulunulan Temizlik Süresi İçinde Boşama:

b) Bir Defada Verilen Üç Talak:

 

a) Hayız Halinde ve Cimada Bulunulan Temizlik Süresi İçinde Boşama:

 

Birinci mesele: Hayız halinde ve cimada bulunulan temizlik süresinde boşamak.

 

Haram olan talakın vukuu konusunda, selef ve halef uleması arasında mevcut olan görüş ayrılığı hala devam etmektedir. Vukuuna dair icma iddiasında bulunan kimseler yanılmış ve ancak ilminin yettiği kadarı ile konuşmuştur. Başkalarının muttali olduğu bilgilerden yoksun kalmıştır. İmam Ahmed şöyle der: "Kim (bu konuda) icma iddiasında bulunursa, o yalancıdır. Ne biliyor, belki de insanlar ihtilaf etmişlerdir."

 

Nasıl icma olabilir ki, bu konudaki ihtilafın, halef ve selef uleması arasında mevcut olduğu ötedenberi bilinmektedir? Muhammed b. Abdüsselam el-Huşeni, Muhammed b. Beşşar - Abdülvahhab b. Abdülmecid es-Sekafi - Ubeydullah b. Ömer - İbn Ömer'in azadlısı Nafi' senedi ile İbn Ömer'den karısını hayızli iken boşayan bir adam hakkında: "Buna itibar edilmez (sayılmaz)." dediğini nakleder. Bu rivayeti Ebu Muhammed b. Hazm el-Muhalla'da isnadı ile zikretmiştir.

 

Abdürrezzak, Musannef'de İbn Cüreyc - İbn Tavus senediyle Tavus'un, "Meşru talak ve meşru iddete muhalif oldukça onu talak saymadığını" ve onun: "Meşru talak şekli kişinin karısını, cima etmeksizin, temizken veya hamileliği belli iken boşaması dır." diye söyleyip durduğunu nakleder.

 

Huşeni, Muhammed b. el-Müsenna - Abdurrahman b. Mehdi - Hemmam b. Yahya - Katade senediyle Hilas b. Amr'ın, karısını hayız halinde iken boşayan adama "O sayılmaz" dediğini rivayet eder. Ebu Muhammed b. Hazm şöyle der: Bunların hilafına icma bulunduğu iddiasına cür'et etmek karşısında şaşmamak elde değil. Böyle bir iddia sahibi, hayız halinde iken veya cima ettiği temizlik süresi içinde iken boşamanın geçerli kabul edileceğine dair kendi görüşüne uygun ashaptan hiçbir kelime bulamamaktadır (sonra da icma iddiasında bulunmaktadır.) Ashabtan bu konuda sadece ibn Ömer'den bir rivayet vardır. Ona da yine kendisinden daha güçlü bir rivayet ters düşmektedir. Bunun dışında Hz. Osman ve Zeyd b. Sabit'ten rivayet edilen kabul edilemeyecek iki rivayet daha vardır: Bunlardan birincisini, İbn Vehb - İbn Sem'an - bir adam senediyle Hz. Osman'dan rivayet etti: "Hz. Osman, kocası tarafından hayizh iken boşanan kadın hakkında, o hayızını sayamayacağına, ondan sonra üç hayız beklemesi gerekeceğine hükmederdi." şeklindedir. Derim ki: İbn Sem'an, yalancı (kezzab) olan Abdullah b. Ziyad b. Seman'dır. Hem de kim olduğu bilinmeyen meçhul bir raviden rivayet etmiştir. İbn Hazm devam eder: İkincisi, Abdürrezzak - Hişam b. Hasan - Ebu Alkame'nin azadlısı Kays b. Sa'd - ismini verdiği bir adam - Zeyd b. Sabit senedi ile rivayet edilmiştir. Rivayete göre Zeyd b. Sabit karısını hayızlı iken boşayankimse hakkında: "Talak onu bağlar, kadın bu hayız hariç üç hayız boyu iddet bekler." demiştir.

 

İbn Hazm şöyle der: Bu konuda, şayet onların caiz gördüklerini biz de caiz görsek -bundan Allah'a sığınırız- icma iddiasında biz onlardan daha şanslıyız. Zira muhaliflerimiz de dahil olmak üzere ilim ehli arasında kesinlikle, hayızlı iken veya cima yapılan temizlik süresinde iken verilen talakın bid'at olduğunda, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu yasakladığında ve emrine muhalefet etmemenin gereğinde bir ihtilaf yoktur. Bu onlar katında da kuşkusuz böyle olunca, bu durumda bir bid'at ve sapıklık olduğunu ikrar ettikleri bu bid'atın tecvizi sureti ile hükmü nasıl caiz görebiliyorlar! Müşahade ile anladığımıza göre, bid'ati tecviz eden, onun bid'at olduğunu söyleyenlerin icmaına muhalif olmaz mı? İbn Hazm devam ediyor: Hatta bu konuda bize ihtilaf ulaşmasa bile kesin bilmediği, hepsinden görüşlerinin ulaşmadığı bir konuda bütün ehl-i İslam adına kesin bir yargıya varan, onların hepsi adına yalancı olmaz mı?

 

 

1. Haram Talakı Geçerli Saymayanların Delilleri:

2. Haram Talakı Geçerli Sayanların Delilleri:

 

1. Haram Talakı Geçerli Saymayanların Delilleri:

 

Kesin olan nikah, ancak kendisi gibi kesin olan Kitab'tan veya sünnet'ten ya da icma'dan bir delille ortadan kalkar. Eğer siz bu üç şeyden bize bir delil ortaya koyabilirseniz, biz de ona dayanarak nikahın hükmünü kaldırırız. Başka türlü kaldırılmasına imkan yoktur. Nasıl olabilir ki, pek çok delil, haram talakın vuku bulmayacağına delalet etmektedir. Yüce Allah asla böyle bir talakı meşru kılmamış, ona izin vermemiştir. Öyleyse onun şeriatından değildir. Nasıl olur da, bu durumda onun nafiz ve sahih olduğundan söz edilebilir?!

 

Aslen haram olan talaktan, ancak Allah Teala'nın boşayan kimseye yetki verdiği şekil ve sayıdaki gerçekleşebilir. Mesela dördüncü talak vuku bulmaz. Çünkü böyle bir yetkiyi ona vermemiştir. Malumdur ki Allah Teala, kişiye haram olan talakı ika yetkisini vermemiş, bu konuda onu mezun kılmamıştır. Dolayısıyla sahih olmaz, vuku bulmaz.

 

Şayet kişi bir kimseye karısını caiz talakla boşamak üzere vekalet verse, o da haram talakla boşasa bu geçerli olmaz. Çünkü bu konuda yetkili değildir. Talakın ikaının sıhhatinde mahlukun izni dikkate alınıyor da, yaratıcının izni itibara alınmıyor. Ne kadar saçma! Malumdur ki, mükellef ancak izinle tasarrufta bulunabilir. Allah ve Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) izin vermediği bir konuda kişinin asla tasarruf yetkisi olamaz.

 

Sari', koca üzerine; karısını hayızlı iken cima yaptığı temizlik süresi içerisinde iken boşamamak üzere kısıtlılık (hacr) koymuştur. Eğer bu halde iken talakı geçerli olacaksa, Şari'in koyduğu hacrin bir anlamı kalmaz ve kadının tasarruftan men ettiği kimse üzerine koyduğu hacri Şari' Teala'nın hacrından daha güçlü olmuş olur. Zira kadı koyduğu hacr ile yapılan tasarrufu iptal edebilmektedir.

 

Bu noktadan hareketledir ki, Cuma günü ezan vaktinde yapılan alış-verişi iptal ediyoruz. Zira bu, Sari' tarafından satıcı üzerine hacr konulmuş bir satıştır. Onu yürürlüğe koymak ve sahih kabul etmek caiz değildir.

 

Bu talak, haram ve hakkında yasak olan bir talaktır. Yasak, yasaklanan şeyin fesadını gerektirir. Şayet biz yasaklanan şeyi de sahih kabul edersek, sıhhat ve fesat açısından yasaklanan şeylerle, izin verilen şeyler arasında bir fark kalmaz.

 

Allah Teala bu talak şeklini buğzettiği, vukuunu sevmediği için yasaklamış, haram kılmıştır. Buğzettiği, sevmediği şeyin meydana gelmemesi için haram kılmıştır. Onu sahih kabul edip, yürürlüğe koymak bu maksada ters düşmektedir.

 

Yasaktan ötürü, hakkında yasak bulunan nikah çeşidi sahih olmuyor da, aralarında ne fark vardır ki, yasak olduğu halde talak vaki oluyor. Allah'ın yasakladığı nikah çeşitlerini iptal ediyorsunuz, fakat Allah'ın haram kıldığı ve yasakladığı talak çeşidini sahih kabul ediyorsunuz. Bu nasıl oluyor?! Yasak her iki konuda da yasaklanan şeyin butlanını gerektirmez mi?

 

Bu konuda, emrine muhalif olan bir şeyin reddi, iptali ve ilgası için, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tahsis görmeyen genel hükmü yeterlidir. Buhari'de Hz. Aişe hadisinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Üzerinde emrimiz bulunmayan her iş merduddur."; diğer bir metinde ise: "Kim üzerinde emrimiz bulunmayan bir iş işlerse o merduttur." buyurmuştur. Bu, Hz. Peygamber'in emri dahilinde olmayan haram talakın merdud ve batıl olduğunda gayet açıktır. Bu durumda nasıl olur da "O bağlayıcı ve nafizdir." denebilir? Reddine hükmetmek nerde, bu nerde?

 

Haram talak, asla Allah'ın meşru kılmadığı bir talaktır. Dolayısıyla yabancı kadını boşamak gibi merdud ve batıl olur. "Yabancı kadın talaka mahal değildir. Zevce ise mahaldir." şeklindeki bir fark size delil olamaz. Çünkü zevce, haram talaka mahal değildir ve Şari'in kendi yetkisine verdiği bir husus değildir.

 

Allah Teala kadınları (boşanmak istenildiğinde) ancak güzellikle salıvermeyi emretmiştir. Allah ve Rasulü'nün haram kıldığı şekilde salıvermekten daha kötü ne olabilir? Nikah akdinin gereği iki şeydir: Ya iyilikle tutmak veya güzellikle salıvermek. Haram yollu salıvermek üçüncü bir şıktır, nikah akdinin gereğine girmez. Dolayısıyla da asla dikkate alınmaz.

 

Allah Teala: "Ey Peygamber! Kadınlarınızı boşamak istediğinizde onları iddetleri içinde boşayınız." buyurmuştur.[Talak, 1] Yüce Allah'ın kelamından ne kasdettiğini açıklama durumunda olan Hz. Peygamber, meşru ve mezun olunan talakın sadece cima vaki olmayan temizlik süresi içinde veya hamile olduğu belli olduktan sonra verilen talak olduğunu açıklamıştır. Dolayısıyla bunların dışında kalan diğer (haram) talaklar, kendileri ile zifaf gerçeklemiş hanımlar hakkında, Allah'ın emrine uygun olarak iddetleri içinde verilmiş talak olmazlar. Sonuç itibarıyla da talak sayılmaz; kadın bununla nasıl haram olur?

 

Allah Teala: "Talak iki defadır..." buyurmuştur."[Bakara, 269] Malumdur ki, Allah Teala sadece izin verilen talakı kasdetmiştir ki, o da iddetleri içinde verilen talaktır. Zira Allah, ric'at mümkün olar., izin verilmiş meşru talakı iki defaya hasretmiştir. Bunun dışında kalanlar talak olmaz. Bu yüzden ashab (r.anhum) haram talak hakkında fetva vermek için kendilerinin takati bulunmadığını söylüyorlardı. Nitekim, İbn Vehb - Cerir b. Hazim - A'meş silsilesi ile İbn Mes'ud şöyle demektedir: "Kim Allah'ın emrettiği gibi boşarsa, Allah ona açıklamıştır. Kim muhalefet ederse, biz hilafına güç yetiremeyiz." Şayet muhalefet edenin talakı vaki olsaydı, onunla fetva vermek takatlerini aşan bir iş olmazdı. Eğer her iki tür de vaki ve geçerli olacaksa, bunların arasını ayırmanın bir manası olmayacaktır.

 

Yine İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Kim işi şekli üzere yaparsa, şüphesiz ki Allah ona açıklamıştır. Aksi takdirde, Allah'a yemin ederim ki, onların ihdas ettikleri her şey (hakkında fetva vermeye) bizim takatimiz yoktur."

 

Kendisine üç talakın birden verilmesi sorulan sahabeden biri: "Kim emrettiği gibi boşarsa, (hüküm) kendisine açıklanmıştır. Kim de halt ederseP onu yaptığı haltı ile başbaşa bırakırız." demiştir.

 

Bütün bunların yanında, Ebu Davud'un sahih sabit bir senedle rivayet ettiği hadis delil olarak yeterlidir. Hadis, Ahmed b. Salih - Abdürrezzak - İbn Cüreyc - Ebu'z-Zübeyr - Urve'nin azadlısı Abdurrahman b. Eymen senediyle rivayet edilmiştir: Ebu'z-Zübeyr; Urve'nin azadlısı Abdurrahman b. Eymen, İbn Ömer'e soruyordu. Ben de dinliyordum. Karısını hayız halinde iken boşayan kimse hakkında ne düşünüyorsun? dedi. O, İbn Ömer (kendisini kasdediyor) Hz. Peygamber zamanında karısını hayızlı iken boşamıştı. Hz. Ömer bu konuyu Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sordu ve "Şüphesiz Abdullah b. Ömer, karısını hayız halinde iken boşadı." dedi. Abdullah şöyle der: (Hz. Peygamber) onu bana geri çevirdi ve bunu talak saymadı ve: "Hayızdan temizlendiği zaman ister boşasın, ister tutsun." buyurdu. İbn Ömer şöyle der: Rasulullah "Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde onları iddetleri içinde (adetten temiz oldukları sırada) boşayın."(15) ayetini okudu. Bu hadisin isnadının son derece sahih olduğunu söylemişlerdir. Zira Ebu'z-Zübeyr'in hıfzında ve sikalığında şüphe yoktur. Sadece tedlis yapabileceğinden korkulabilir. veya gibi semaa delalet eden ifadeleri kullandığı zaman tedlis mahzuru ortadan kalkar ve hadis hakkında akla gelebilecek bu illet kaybolur. Hadis imamlarının çoğu, onun semaa delalet eden ifade kullanmaksızın sadece ile naklettiği hadislerle ihticac etmektedirler. Mesela Müslim, onun bu şekildeki hadisini sahih kabul etmektedir. Semaa delalet eden kelimeleri kullandığında ise, hiçbir problem kalmayacak ve hadis sahih olacak, hüccet olarak kullanılabilecektir.

 

Bu Ebu'z-Zübeyr hadisinde, onun reddini gerektirecek hiçbir şey göremiyoruz. Bu hadisi reddedenler, sadece onun sahih hadislere muhalif olduğuna itikat etmeleri neticesinde reddetmişlerdir. Biz bu hadisi reddedenlerin sözlerini nakledecek ve hadisin reddini gerektirecek bir hususun bulunmadığını ortaya koyacağız.

 

Ebu Davud: ''Hadislerin tamamı Ebu'z-Zübeyr'in söylediğinin hilafınadır.'' der.

 

Şafii: "İbn Ömer'den rivayette Nafi', Ebu'z-Zübeyr'den daha sağlamdır (esbet). Tearuz durumunda daha güçlü olan ravinin hadisini almak daha uygundur." der.

 

Hattabi: "Yunus b. Cübeyr hadisi bundan daha sağlamdır." der. Yunus hadisinden, "Ona emret, karısına dönün." sözü ile, "Ne dersin! Aciz veya ahmak olsa da (vuku bulan talak gider mi)" sözünü kasdediyor.

 

İbn Abdilber: "Bunu Ebu'z-Zübeyr'den başka hiçbir kimse ondan nakletmemiştir. İbn Ömer'den değerli bir cemaat nakilde bulunmuş, ama içlerinden hiçbir kimse bunu söylememiştir. Ebu'z-Zübeyr kendisi gibi birinin muhalefeti halinde hüccet olmaktan çıkar. Ya kendinden daha sağlam ravilerin muhalefetinde durum ne olur?" der.

 

Bir muhaddis de: "Ebu'z-Zübeyr bu hadisten daha münker bir rivayette bulunmamıştır." diyor.

 

Ebu'z-Zübeyr hadisi hakkında söylenen sözler bunlar. Dikkatlice üzerinde durulduğunda onun reddini ve ne de batıllığını gerektirmeyeceği görülür

 

Ebu Davud'un, "Hadislerin tamamı onun hilafınadır." sözünü ele alalım. Acaba Ebu Davud'u taklit etmekten başka elinizde bir şey var mıdır? Madem ki siz (taklide) razı değilsiniz ve hüccetin kendi tarafınızda olduğunu zannediyorsunuz, öyle ise taklidi bırakınız ve sahih hadislerde Ebu'z-Zübeyr hadisine muhalif olan şeyler nerdeymiş gösteriniz. Acaba Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu talakı hesaba kattığına, onun itibara alınmasını emrettiğine dair tek bir hadis var mıdır? Eğer varsa o zaman evet vallahi, bu Ebu'z-Zübeyr hadisine apaçık bir muhalefet olur. Fakat buna asla yol bulamıyorsunuz. Nihayet elinizde sarıldığınız: ".... Ona emret, karısına ricat etsin." ifadesi vardır ve "ricat" talakın vukuunu gerektirir diyorsunuz. İbn Ömer'in, kendisine "Bu boşama ile iddet bekler mi?" diye sorulduğunda söylediği: "Sen ne dersin, acz gösterip ahmaklık etse de (hiç vuku bulan talak gider) mi?", Nafi' ya da ondan önceki raviye ait: "O ve (kadının) talakından sayıldı." sözü. Evet bunların dışında, bu talakın vuku bulduğuna ve bununla iddet beklemenin gerekliliğine delalet edecek tek bir harf yoktur. Bu lafızların sıhhati kuşkusuzdur. Onlarda herhangi bir tenkit edilecek unsur da yoktur. Bütün mesele bu sözlerin İbn Ömer hadisindeki: " = Onu bana geri çevirdi ve bunu (boşamayı) bir şey görmedi (talak saymadı)." sözüne muarız olması ve onun önüne geçirilmesi, daha önce serdetmiş bulunduğumuz delillere nuarız olmasında'dır. Bunları karşılaştırdığımız zaman aradaki farklılık ortaya çıkacak ve mukavemet gücü olmadığı gözükecektir. Biz bunları kelime kelime ele alıp irdeleyeceğiz:

 

" ... = Ona emret ricat etsin." sözünden başlayalım: "Müracaat" kelimesi Allah ve Rasulü'nün kelamında üç manada kullanılmıştır:

 

1) Nikah başlangıcı: "Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka biriyle evlenmedikçe bir daha kendisine helal olmaz. Eğer (ikinci koca da) onu boşarsa, Allah'ın yasalarını koruyacaklarını sanırlarsa eski karı-kocanın birbirlerine dönmelerine (müracaat) bir engel yoktur."[Bakara, 230]

 

Kur an'ı bilen hiçbir kimse, burada sözkonusu edilen boşayan kimsenin ikinci koca, birbirlerine (müracaat) dönmenin de kadınla birindi kocası arasında olduğunda ihtilaf etmemiştir. Bu ise yeni baştan kıyılan Ibir nikahtır.

 

2) Bir şeyi daha önce üzerinde bulunduğu hale çevirmek manasındadir. Ebu'n-Numan b. Beşir, oğulları arasında ayırım yaparak sadece birine bir hizmetçi (köle) hediye etmişti. Hz, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Onu geri çevir." buyurmuştu. Bu, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tarafından "zulüm" diye nitelenen, uygun olmadığı, adaletle bağdaşmayacağı bildirilen -ilerde gelecektir- caiz hibenin sahih olmayacağı bir davranışın reddİdir.

 

Hz. Peygamberdin, (Sallallahu aleyhi ve Sellem) satış sırasında cariyesi ile cariyenin çocuğu arasını ayıran bir kimseye bu davranışını yasaklayarak "satışı geri çevirmesi" ile ilgili sözü de bu türdendir. Bu geri çevirmek (red) satış akdinin sıhhatini gerektirmez. Çünkü böyle bir akit batıldır. Aksine buradaki red (geri çevirme), iki şeyi daha önce oldukları gibi birlikte olma haline çevirmek manasını ifade etmektedir. İbn Ömer'e karısına ric'atte (müracaat) bulunma emri de aynı şekildedir ve onları talaktan önceki birlik hallerine döndürmek anlamındadır. Bu manada da, hayız halinde iken talakın vukuunu gerektirecek bir şey bulunmamaktadır.

 

İbn Ömer'in: " = Sen ne dersin? Acz gösterip ahmaklık etse de (hiç vuku bulan talak gider) mi?" sözüne gelince; fe sübhanallah! Bu lafızda, bu talakın Hz. Peygamber {s.a.) tarafından hesap edildiğine dair beyan nerededir? Hükümler bu tür lafızlardan alınamaz. Şayet Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu talakı İbn Ömer aleyhine saysa ve itibara alınsaydı, cevap verirken Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) fiilini ve koyduğu şer'i hükmü söylemek dururken; " = Sen ne dersin?" şeklinde bir cevaba gitmezdi. Oysa ki, İbn Ömer'in en çok hoşlanmadığı şey, şeklindeki şahsi görüş bildiren ifadelerdir. Bu durumda apaçık sünnet varken; sebebi, kişinin Allah'ın kendisine izin verdiği şekilde talakı gerçekleştirmekten acizliği ve ahmaklığı olan bir nevi reye delalet eden lafzı ile başlayan bir cevaba nasıl dönebilirdi? Vasfı bu şekilde olan hususlarda daha uygunu, o şeyin itibara alınmaması ve işleyenin fiilinden sakıt olmasıdır. Çünkü Allah'ın dininde, sebebi emre yapışmaktan acizlik ve ahmaklık olan hiçbir geçerli hüküm yoktur. Ancak geri çevrilmesi mümkün olmayan bir fiil olması bundan müstesnadır. Onları, haram kılınan şekil üzere akdedenlerin aciz ve ahmak oldukları haram akitleri ise bunun hilafınadır. O zaman şöyle denilir: Bu, sıhhat ve lüzumdan çok, ondan (sadır olan tasarrufun) reddine delalet eder. Zira Allah ve Rasulü'nün emri hilafına ortaya konulmuş bir aciz ve ahmak tasarrufudur. Dolayısıyla merdud ve batıl olur. Bu rey ve kıyas, aciz ve ahmak olan birinin talakının batıllığına, onun sıhhat ve itibarına olduğundan dah; delalet eder.

 

"Onun talakından sayıldı." sözüne gelince: Bu meçhul bir fiildir ve failden bahsedilmemiştir. Eğer faili belirtilseydi, o zaman onun saymasında bir hüccet olup olmadığı ortaya çıkardı. Meçhul birinin saymasında elbetteki delil olmaz. "Onun talakından sayıldı." sözünün İbn Ömer veya Nafi' veya başka bir ravi tarafından söylenmiş olması bir şeyi değiştirmez. Bu sözde hesap eden kimsenin bizzat Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) olduğuna dair bir beyan yoktur ki bağlayıcı bir hüccet olsun, ona muhalefet haram olsun. Böylece diğer hadislerin Ebu'z-Zübeyr hadisine muhalif olmadıkları açıklık kazanmış oldu. Hem sonra Ebu'z-Zübeyr hadisi Hz. Peygamberin bu talakı saymadığında gayet açıkken, diğer hadisler mücmellik arzetmekte, bir beyan taşımamaktadırlar.

 

 

2. Haram Talakı Geçerli Sayanların Delilleri:

 

Bunlar şöyle derler: Ey vuku bulmayacağı görüşünde olanlar! Siz, iyice sarpa sardınız ve çoğu talakı iptal ettiniz. Zira verilen talakların büyük çoğunluğu bid'at talak şeklindedir. Büyük imamlara muhalefetle onları karşınıza aldınız, cumhura muhalefetten kaçınmadınız, çoğunluk ashabın ve ondan sonra gelenlerin hilafına fetva verdikleri görüşünüzle ümmet Serisinde sivrilip kaldınız. Kur'an ve sünnet sizin görüşünüzün batıllığına delalet etmektedir.

 

"Eğer onu boşarsa, başka bir koca ile evlenmedikçe artık kendisine helal olmaz."'[Bakara, 230] ayeti, bütün talakları içine almaktadır: Yine "Boşanmış kadınlar, bizzat kendileri üç hayız hali (veya temizlik müddeti) beklerler."[Bakara, 228] ayetinde de bir ayırım yoktur. "Talak iki keredir."; "Boşanmış kadınların iyilikle faydalandırılmak haklarıdır."'[Bakara, 241] ayetleri hep mutlaktır ve genel (amm) bir lafızdır. (Haram yolla da olsa) bu da boşanmış kadındır. Lafzın umumu altına bu da girer. Kur'an ayetlerinde geçen bu umumi lafızların, nass veya icma olmadan tahsisine gitmek caiz değildir.

 

İbn Ömer hadisi, haram olan talakın vukuuna birçok önden delildir:

 

1- "Müracaat''la emredilmesi, bu dağılan nikah umurunu toplamak demektir. Nikah umurunu dağıtan da talakın vukuudur.

 

2- İbn Ömer'in: "Ve ben de ric'at ettim." sözü ile hadisteki: "Boşadığı bu talak hesap edildi." ifadesidir. İbn Ömer'in -Eğer Rasulullah bu talakı saymadı ise- Hz. Peygamber'e muhalefet ederek, bu boşadığını kadının talakına sayması nasıl düşünülebilir?

 

3- İbn Ömer'in, kendisine "O talak hesap edilir mi?" diye sorduklarında: "Ne dersin, aczedip ahmaklık gösterse de (vuku bulan talak gider) mi?" demesi. Yani onun acizliği ve ahmaklığı, o talakın sayılmaması için bir özür olmaz, demektir.

 

4- ibn Ömer'in: "Onu saymama engel ne var?" demesi. Onun bu sözü, haram talakın sayılmamasını inkar anlamındadır. Bu söz, Ebu'z-Zübeyr'in rivayet ettiği sözü de iptal etmektedir. Zira o gerçekten Hz. Peygamber'in bu talakı reddedip saymadığını görmüş birisi olsaydı, "Onu saymama ne engel var?" sözünü nasıl söyleyebilirdi?

 

5- İbn Ömer'in görüşü, hayız halinde iken verilen talakın sayılması şeklindedir. O, olayın kahramanıdır ve dolayısıyla meseleyi herkesten iyi bilen biridir. Sünnete uyma ve muhalefetten kaçınma konulunda da en titiz birisidir. İbn Vehb, CamV'ınae, İbn Ebi Zi'b - Nafi' senediyle İbn Ömer'den nakleder: O (İbn Ömer) karısını hayız halinde iken boşamıştır. (Babası) Ömer, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) durum hakkında sorar. O da: "Oğluna emret karısına ric'at etsin. Sonra kadın temizlenip akabinde hayzını görünceye ve tekrar temizleninceye kadar onu tutsun. Ondan sonra artık isterse nikahında tutar, dilerse yakınlık etmeden boşar. İşte kadınların, kendisi için boşanmasını Allah'ın emrettiği iddet budur ve o birdir." buyurur. İbn Ömer'in hadisinin lafzı da işte budur.

 

Abdürrezzak, İbn Cüreyc'den rivayet eder: ibn Cüreyc: Medine'ye gitmek üzere Darunnedve'ye inmiş olan Nafi'e adam gönderdik. Biz Ata ile birlikte idik. "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında hayızh iken karısını boşayan Abdullah b. Ömer'in talakı sayıldı mı sayılmadı mı?" diye sorduk. O: "Evet" dedi.

 

Hammad b. Zeyd - Abdülaziz b. Suheyb - Enes silsilesi ile rivayet edilir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kim bid'at şeklinde boşarsa. onu bid'ati ile ilzam ederiz." buyurur. Abdulbaki b. Kani, Zekeriyya es-Saci - İsmail b. Ümeyye ez-Zari - Hammad ve yukardaki senedin aynı ile rivayet etmiştir.

 

Ashab'tan Osman b. Affan ile Zeyd b. Sabit'in vukuuna dair olan fetvaları sebebiyle görüşleri yukarıda geçti.

 

Talakın haram olması, üzerine netice ve hükmünün terettübüne mani değildir. Zıhar gibi. Zira zıhar, kötü bir söz ve çirkin bir yalandır, haram olduğunda hiç şüphe yoktur. Bununla birlikte üzerine neticesi -ki keffaret verinceye kadar zevcenin haram olmasıdır- terettüp eder. Aynı şekilde bid'i talak da haramdır, ric'at edinceye kadar neticesi üzerine terettüp eder. Aralarında bir fark yoktur.

 

İşte ibn Ömer, karısını üç talakla boşayan kimseye: "Başka bir koca ile evlenmedikçe sana artık haram olmuştur. Bu halinle sen, karını boşaman konusunda Allah'ın emrine isyan etmiş oldun. " demiş ve işlemek sureti ile Rabbine (c.c.) isyan halinde olduğu talakını geçerli kabul etmiştir.

 

Yine kazif (iftira) de haramdır. Buna rağmen üzerine hükmü terettüp eder ve had uygulanır, şahitliği kabul edilmez vb.

 

Haram nikahla, haram talak arasında fark vardır: Nikah zevcenin helalliğini ve onun kadınlığından istifade mülkiyetini içerir, dolayısıyla ancak şer'an izin verilmiş şekli ile olur. Zira kadınlıktan istifadede asıl olan haramlıktır. Ondan ancak Şari'in mubah kıldığı şey helal olur. Talak ise böyle değildir. O kocanın kendi hakkını düşürmesi, mülkiyetini izale etmesi demektir. Bu da izale edici sebebin şer'an izin verilmiş olması üzerine bağlı olmaz. Kişinin malları üzerindeki mülkiyeti; haram olan itlaf, yalan ikrar, günah ve haram yollarda harcayacağını bildiği kimseye hibede bulunmak gibi haram teberru yolu ile zail olduğu gibi, nikah mülkiyeti de haram olan bu yolla ortadan kalkar.

 

iman bütün akitlerin aslı, en önemlisi, en şereflisidir. Buna rağmen eğer küfürse, haram olan sözle yok olmaktadır. Bu durumda nikah akdi, onun izalesi için konulmuş haram talakla nasıl ortadan kalkmaz?

 

Konuyla ilgili gayr-ı ciddi verilen talaktan başka bir şey olmasaydı o da delil ©lurdu. Çünkü haram olmasına reğmen vukubulmaktadır. Allah'ın ayetleri ile oynamak helal olur mu? Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şf insanların hallerine ne oluyor da, Allah'ın ayetlerini oyuna alıyorlar: "Boşadım, rucu ettim; boşadım rücu ettim..." diyorlar." buyurmuştur. Haram olmasına rağmen gayr-ı ciddi (hazil) kimsenin talakı vaki olunca, ciddi olarak verilen talakın -haram olmasına rağmen- evleviyetle vuku bulması gerekir.

 

Haram nikahla, haram talak arasında bir fark daha vardır: Nikah bir nimettir. Haramlarla mubah kılınmak istenemez. Onun izalesi ve kadınlığından istifade mülkiyetinin elinden çıkması ise bir azaptır. Dolayısıyla sebebinin haram bir şey olması caizdir.

 

Kadının kadınlığı ile ilgili konularda ihtiyatlı davranılır. İhtiyat ise talakın vukuunu, ric'at ve akdin yenilenmesini gerektirir.

 

Biz biliyoruz ki, nikah akdinde, diğer akitlerde aranmayan icab ve kabulle ilgili, veli ve iki şahidin bulunması gibi, rızasına itibar edilen bir kadınsa zevcenin rızasının alınması gibi ek şartlar alınır, iş sıkı tutulur. Fakat nikahtan çıkışta en kolay şekilde çıkılır, talakta nikah sırasında aranan bu şartlardan hiçbirisi aranmaz. Nikaha azimetle girilir, fakat ondan şüphe ile çıkılır. Demek ki bunlar biribirinden çok farklıdır. Birini diğerine kıyaslamak mümkün olmaz.

 

Elimizde başka hiçbir şey olmasa bile sadece eski ve yeni bütün din alimlerinin "Hayızlı iken hanımını boşadı", "Talak iki nevidir: Sünni talak, bid'i talak" gibi sözleri ile, İbn Abbas'ın: "Talak dört şekil üzeredir: İkisi helal, ikisi haramdır."' sözü delil olarak yine yeter. "Talak" kelimesinin bu şekilde kullanılması ve taksime tabi tutulması, onlar katında haram talakın da gerçek talak olduğuna delildir. "Talak" isminin haram talakı da içine alması, helal talakı içine alması gibidir. Eğer haram talak, bir hakikati olmayan soyut, boş bir söz olsaydı, o zaman "Hanımını boşadı." denmezdi. Zira eğer bu söz boş olsaydı, varlığı ile yokluğu eşit olurdu. Böylesi bir durum için de "boşadı" tabiri kullanılmaz ve talak için; vaki olmayan talak, vaki olan talak gibi bir ayırım yapılmazdı. Zira mevcut bir manası olmayan boş sözler, lafzen bir hakikati ve varlığı bulunan bir şeyin kısmı olamazlar.

 

Bu serdettiklerimiz, haram talakın vukuuna kail olanların yapıştıkları delillerin tamamını oluşturmaktadır. Belki içlerinde, mevcut hilafı bilmediği için, icma iddiasında bulunanlar da vardır.

 

 

3. Haram Talakı Geçerli Saymayanların Cevaplan:

 

Haram talakın vaki olmayacağı görüşünde olanlar cevap olarak şöyle derler: Sizinle tartışmamız üç noktada olacak ve konuyla ilgili doğru buradan ortaya çıkacaktır:

 

Birinci nokta: İcma iddianızın asılsızlığı. Bunu isbata asla imkan yoktur. Aksine icma olmadığı yaygın olarak bilinmektedir.

 

İkinci nokta: Cumhur'un (çoğunluk) bir görüş üzerinde fetva vermeleri, o grüşün sahihliğine delalet etmez. Cumhur kavli hüccet değildir.

 

Üçüncü nokta: Haram talak, Sari' Teala'nın ahkamını zikrettiği mutlak talakla ilgili nasslar kapsamına girmez.

 

Eğer bu üç nokta ortaya konulabilirse, o takdirde biz, bid'i talak, konusunda, doğruyu elde etmede sizden daha şanslıyız demektir.

 

1- Birinci noktayı ele alalım: Daha önce bu konuda ihtilaf bulunduğunu anlatmıştık. Buradan icma iddiasının batıllığı ortaya çıkar. Nasıl çıkmaz ki? İhtilafların varlığı bilinmese bile, bir hüccet olacak, mazerete imkan vermeyecek, muhalefeti haram kılacak vasıfta bir icma isbatına yine imkanınız yoktur. Zira bu dediğimiz vasıfta bir icma kesin ve herkesçe malum olan bir icmadır.

 

2- İkinci noktaya gelince, cumhur ulemanın bu görüş üzere oluşları hiçbir şey ifade etmez. Şer'i deliller içerisinde, Allah'ın kitabına, Rasulü'nün sünnetine ve ümmetin icmaına ilave olarak "cumhur kavlinin de hüccet olduğunu" bize isbat ediniz.

 

Sahabe devrinden zamanımıza kadar, eski ve yeni bütün alimlerin görüşleri üzerinde düşünenler ve onların hallerini araştıranlar, onların tamamının cumhura muhalefeti caiz görmede icma halinde olduklarını görecek ve her birinin cumhurdan ayrıldığı birçok görüşü olduğunu bulacaktır. Bundan hiçbir kimse de müstesna değildir. Şu kadar var ki kiminin az olur, kiminin de çok. Eğer isterseniz imamlardan birini, ele alır ve cumhura muhalefet ettikleri görüşlerini araştırabilirsiniz. Eğer biz böyle bir araştırmaya girsek ve muhalif görüşleri saysak, kitap gerçekten uzar. O yüzden biz, ulemanın görüşlerini ve ihtilaflarını içeren kitaplara bakmanızı tavsiye ile yetiniyoruz. İmamların görüşleri onların (bize ulaşan) tarikleri hakkında bilgi sahibi olanlar, onların bu ihtilaflarından cumhura muhalefeti tecviz konusunda icma halinde olduklarını çıkarır. Şu kadar var ki, bu ihtilaflar, üzerinde içtihadın caiz olduğu, sahih ve açık sünnetin engel teşkil etmediği konulardadır. İçtihadın caiz olmadığı bir konuda ise, açık nasslara muhalefeti içeriyorsa, o takdirde böyle bir ihtilafın inkar ve reddinde hemen hemen müttefiktirler. İmamların mezheplerinde her iki tarzla ilgili herkesçe malum olan husus işte budur.

 

3- Üçüncü nokta: haram talakın, talakla ilgili nassların kapsamı içine girmesi şeklindeki iddianızla ilgiliydi. Şimdi size soruyoruz: Bir kimse kalksa da haramblan satış türlerinin, haram olan nikahın satış ve nikahla ilgili nassların kapsamına gireceğini iddia etse, ne derdiniz? Şöyle dese: "İsmin, o türden olan şeyin sahihini kapsamasıyla fasidini kapsaması aynıdır." Hatta diğer haram olan akitlerin de şer'i akülerle ilgili lafızların kapsamına gireceğini ve yine yasak ve haram olan ibadetlerin de şer'i lafızlar kapsamına gireceğini iddia etse ve bunların ismin kapsamına girdiği gerekçesiyle sıhhatlerine hükmetse acaba bunun bu iddiası doğru mudur, yoksa yanlış mı? Eğer doğrudur derseniz -ki bunu demenize imkan yok- bu söz, fasidliği dinen zorunlu olarak bilinen bir söz olmuş olur. Eğer "Onun bu iddiası yanlıştır." derseniz, o zaman kendi iddianızı bırakmış ve bizim dediğimize gelmiş olursunuz. Eğer "Bu iddia bazı yerde kabul edilir, bazı yerde reddedilir." derseniz o zaman size şöyle denilir: Buyurunuz ve bunların arasım, sağlam, değişmez, sapmaz bir kriterle ayırınız. Sizin elinizde, haram akitlerden nasların lafızları kapsamına girecek ve böylece ona sıhhat hükmü verilecek olanlarla; onların kapsamına girmeyecek ve böylece batıllık hükmü verilecek olanlar arasında ayırım yapabileceğiniz Allah katından gelen bir deliliniz (burhan) var mıdır? Eğer böyle bir kriter ortaya koymaktan acizseniz, o zaman biliniz ki, elinizde herkesin benzerini güzelce yapabileceği boş bir iddiadan başka bir şey yoktur veya siz sözü ile değil de sözü için ihticacda bulunan birilerine yaslanıyorsunuz. Bu yolda ortaya koyduğunuz şey üzerindeki örtü kaldırıldığında, bizzat tartışma mahalli ortaya çıkmaktadır. Siz onu delilinize mukaddime (öncül) yapıyorsunuz. Bu "müsadere ale'l-matlub"un ta kendisidir. Acaba bizim tartışmamız nerede? Haram ve yasak talakın "Boşanmış kadınlar güzellikle faydalandırılmalıdırlar", "Boşanmış kadınlar, bizzat kendileri üç hayız müddeti beklerler" ve benzeri nasların kapsamına girip girmemesi değil midir? Sizin iddianız kabul edildi mi ki, siz onu delilinize mukaddime yapıyorsunuz?

 

İbn Ömer hadisi ile istidlalinize gelince, birçok yönden o, sizin lehinize delil olmaktan ziyade aleyhinize delil olmaya daha layıktır:

 

1) İbn Ömer'in " - Onu bana geri çevirdi ve onu talak saymadı." şeklindeki gayet açık sözü. Sıhhatinin beyanı daha önce geçmişti. Bu sarih ve sahih ifadeye karşı koyacak elinizde hiçbir şey yoktur. Bilakis elinizdeki bütün lafızlar ya sahihtir fakat sarih değildir; ya da sarihtir, fakat sahih değildir. Nitekim göreceksiniz.

 

2) İbn Ömer'den Ubeydullah - Nafi senediyle, güneş gibi bir isnadla sabittir. Buna göre İbn Ömer, hayizlı iken karısını boşayan adama: "Bu sayılmaz." demiştir. Daha önce geçti.

 

3) Eğer İbn Ömer hadisi, bu talakın sayılmasında sarih olsaydı, İbn Ömer sırf görüşüne başvurup da soru sorana " = Sen ne dersin?" şeklinde bir cevap vermezdi.

 

4) İbn Ömer'den bu konuda nakledilen lafızlar son derece muztaribtir ve hepsi de sahihtir. Bu da İbn Ömer'den Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu talakı vaki kabul ettiği ve saydığına dair sarih bir nass bulunmadığına delalet eder. Lafızların tearuzu sözkonusu olduğu için İbn Ömer'in kendi görüş ve fetvasına bakarız ve onun görüşünün bu talakın vuku bulmayacağı şeklinde olduğunu gayet açık bir şekilde görürüz. Ayrıca hadislerinden birinin lafızlarının da bu konuda gayet açık olduğunu görüyoruz. Böylece sarih rivayeti ile fetvası bu talakın sayılmayacağında birleşmiş oldu. Mücmel ve muztarib lafızlar ise muhalefet etmiş oldu. Daha önce açıklanmıştı.

 

İbn Ömer'in, "Niye saymayacak mışım ki" ve: "Sen ne dersin! Acz gösterip ahmaklık etse de (vuku bulan talak gider) mi?" sözüne gelince; nihayet bu söz İbn Ömer'den talakın vukuna dair gelen sarih birrivayettir deriz. Bu takdirde de İbn Ömer'den iki rivayet (muztariplik) olmuş olur.

 

Siz "Rasülullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem), karısını kendisine geri çevirdiği ve onu (talak) saymadığını bildirdiği halde nasıl olur da İbn Ömer vukuuna dair fetva verir?" diyorsunuz. Bu ravisinin muhalefet ettiği ilk hadis değil ki. Bu ve diğer ravisinin muhalefette bulunduğu hadisler için, sahabe ve ondan sonra gelenlerin rivayetlerinin reylerine takdim edileceğine dair güzel bir örnek (üsve-i hasene) vardır:

 

İbn Abbas, Berire hadisini ve cariyenin satışının onun talakı olmadığını rivayet etmiş ve bunun hilafına da fetva vermiştir. İnsanlar onun rivayetini almışlar ve reyini terketmişlerdir. Doğrusu da budur. Çünkü rivayet masumdur (hatasızdır), masumdan (Hz. Peygamber) gelmektedir. Rey ise böyle değildir. Hem sonra İbn Ömer'den vuku bulmayacağına dair daha açık bir nakil yine bulunmaktadır ve o vaki olmayacağına dair olan rivayetine uygundur. Kaldı ki bunda fıkhı bir incelik de vardır ki, onu ancak sahabenin görüş ve kavillerine tam anlamıyla vakıf olanlar, onların Allah ve Peygamber'inden anladıklarını ümmet için gösterdikleri ihtiyatları gerçek anlamda kavrayabildiler ancak bilebilir. İnşaallah bunu Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üç talakın birden verilmesi ile ilgili hükmünü izah sırasında göreceksiniz.

 

İbn Vehb'in, ibn Ebi Zi'b'den rivayet ettiği hadisteki: "-Ve o birdir." sözüne gelince; Allah'a yemin ederim ki, eğer bu söz Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözünden olsaydı, onun önüne hiçbir şey geçirmez ve hemen ona koşardık. Fakat bilmiyoruz, o sözü İbn Vehb kendisinden mi söyledi, yoksa İbn Ebi Zi'b mi, Nafi mi? Hakkında onun sözü olduğuna dair kesin bir bilgi bulunmayan bir şeyin Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) isnad edilmesi, ona şahitlik edilmesi ve böylece üzerine ahkam terettüp etmesi, vehim ve ihtimalle "Bu Allah'tandır.'' denilmesi asla caiz değildir. Öyle anlaşılıyor ki, o söz İbn Ömer'den beride bulunan ravilerden birinin sözüdür. Maksadı da, "İbn Ömer onu bii talakla boşamıştı, üç talakla boşamamıştı." şeklinde olmalıdır. Yani İbn Ömer, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında karısını bir talakla boşadı diye başlamış ve rivayetine devam etmiştir.

 

Ata ve Nafi' senediyle gelen ve: "İbn Ömer'in bu boşaması sayıldı." şeklindeki İbn Cüreyc hadisi ise, olsa olsa Nafi'in sözü olmalıdır. Sayan da belli değildir. Bizzat Abdullah mı, babası Ömer mi, yoksa Rasulullah mı? Resulullah'a şüphe ve zanla bir şey nisbet etmek caiz değildir. Hem sonra bu mücmel ifade, "Onu talak saymadı" şeklindeki sarih ifadeye nasıl muarız olur? Allah şahittir, -şahit olarak da o yeter- eğer o talakı sayanın bizzat Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) olduğuna kesin kanaat getirsek, vallahi öte aşmaz, başka bir delil aramazdık.

 

"Kim bid'at şeklinde boşarsa, onu bid'ati ile ilzam ecicuz." şeklindeki Enes hadisi ise Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nisbet edilmiş batıl bir hadistir. Biz onun batıl olduğuna Allah'ı şahit tutuyoruz. Hammad b. Zeyd'in arkadaşlarından hiçbir sika ravi onu rivayet etmemiştir. O sadece ekip biçen yalancı (kezzab) ziraatçi İsmail b. Ümeyye tarafından rivayet edilmiş hadislerdendir. Sonra, hadisin ondan rivayet eden ravisi Abdülbaki b. Kani'dir. el-Bürkani ve başkaları onun zayıf olduğunu söylemişlerdir. Ömrünün sonlarına doğru İhtilata maruz kalmıştır. Darakutni onun hakkında: "Çok hata yapar" der. Böyle birisi, bir hadisle teferrüd ettiğinde, hadisi hüccet olamaz.

 

Osman b. Affan ile Zeyd b. Sabit'in vukuuna dair fetva vermeleri ise asla sahih olamaz. Zira Hz. Osman'ın haberinde, yalancının (kezzab) hali ve kim olduğu belli olmayan meçhul bir raviden rivayeti sözkonusudur. Çünkü İbn Seman, "bir adam"dan rivayet etmiştir. Zeyd'in haberinde ise meçhul bir ravinin yine meçhul birinden rivayeti sözkonusudur. Zira Kays b. Sa'd adını söylediği "bir adanf'dan, o da Zeyd'den rivayet etmiştir. Allah aşkına bu iki rivayet nerde, Abdülvahhab b. Abdülmecid es-Sekafi'nin, ümmetin hafızı Ubeydullah'tan, onun da Nafi'den naklettiği, İbn Ömer'in "sayılmaz" dediği şeklindeki rivayeti nerede? Eğer bu haber sizin elinizde olsaydı, mu laka onu delil olarak kullanır ve onunla saldırırdınız.

 

"Onun haram olması, neticesinin üzerine terettüp etmesine mani değildir. Zıhar gibi." sözünüze gelince; önce bu, zikrettiğimiz nasslar ve ağır basan diğer deliller tarafından reddedilecek bir kıyastır. İkinci olarak: "Onun haram olması, neticesinin üzerine terettüp etmesine manidir. Nikah gibi' denmek suretiyle, bu tam tersine çevrilerek itiraza, karşı itiraz ileri sürülebilir.

 

Üçüncü olarak zıhar'ın; helal zıhar, haram zıhar diye iki yönü yoktur. Aksine hepsi haramdır. Çünkü o, kötü bir söz ve iğrenç bir yalandır. Onun helal ve caiz; haram ve batıl diye ikiye ayrılması mümkün değildir. Bilakis o, yabancıya yapılmış bir iftira ve riddet mertebesindedir. Bulunduğu zaman mutlaka beraberinde mefsedeti ile bulunur. Dolayısıyle, "Zıhardan bir kısmı vardır ki helal ve sahihtir; bir kısmı da vardır ki haram ve batıldır." demek düşünülemez. Nikah, talak ve satış ise böyle değildir. Zıhar, vukubulduğunda beraberinde mefsedetini de bulunduran ve dolayısıyla üzerine hükümleri terettüp eden haram fiiller grubundandır. Talakın, haram helal; sahih ve batıl kısımlarına ayrılan nikah, satış, icare, ve diğer akitlere ilhak edilmesi daha uygundur. 

 

"Nikah, kadının kadınlığından istifade mülkiyeti doğuran bir akittir, talak ise, o mülkiyeti izale eden bir akittir." sözünüze evet. Fakat; birinin hükmüne itibar edip onu lazım kılıp geçerli kabul etmek, diğerini ise ilga ve iptal etmek konusunda, iki akit arasında ayırıma delalet eden Allah ve Rasülü'nden gelen elinizde bir burhanınız mı var?

 

Mal üzerindeki mülkiyetin, haram olan itlafla yok olmasına gelince, burada maddi anlamda kaybolan ve artık bir mahalli kalmayan bir mülk söz konusudur. Yalan ikrarla zevaline gelince bu, çok çok uzak bir şey. Biz onu zahiren ikrarında tasdik ederiz ve -kendi yalan bile olsa-, tasdik edilen bu ikrara dayanarak mülkünü izale ederiz.

 

Küfür olan sözle imanın zail olmasına gelince, bunun cevabı geç; für konusunda helal ve haram diye bir ayırım yoktur.

 

Gayr-ı ciddi verilen talak ise vakidir, çünkü mahalline isabet etmiştir. İçinde cima olmayan temizlik süresinde verilmiş, bu yüzden de geçerli olmuştur. Gayr-ı ciddi boşamış olması, talakın neticesinin üzerine terettüp etmemesini istemesi demektir. Bu ise kendisine ait değil, Şari'in yetkisindedir. O, tam olarak sebebi ortaya koymuştur, fakat neticesinin olmamasını dilemiştir. Bu, ona fayda vermez. Talakı, meşru zamanı içerisinde vermeyenin durumu ise böyle değildir. Zira o, Yüce Allah'ın talakın vukuuna götürmek üzere koymuş olduğu sebebi ortaya koymamıştır. O kendine göre bir sebep ihdas etmiş ve onu talakın hükmüne ulaştırıcı bir vasıta yapmak istemiştir. Mükellefin böyle bir yetkisi yoktur.

 

"Nikah nimettir, onun sebebi de ancak taat olmalıdır. Talak ise nimetin izalesi kabilindendir. Onun sebebinin masiyet olması da caizdir." sözünüze gelelim. Cevaben deriz ki: Bazen olur ki talak kişinin boynuna geçen laleden, ayağına vurulan bukağıdan kurtulabileceği en büyük nimetlerden biri haline gelir. Her talak azap değildir. Aksine; kullarına, içlerinden biri eş değiştirmek, sevmediği ve kendisine uygun düşmeyen eşinden kurtulmak istediğinde, talak yoluyla ayrılık imkanını vermesi, yüce Allah'ın nimetlerinin kemalindendir. Birbirini sevenler için nikah gibisi, birbirinden nefret edenler için ise talak gibisi görülmemiştir. Sonra siz talaka nasıl azap (nikmet) dersiniz. Halbuki Allah: "Henüz dokunmadan... kadınları boşarsanız bunda size bir günah yoktur..."[Bakara, 236] "Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde onları iddetleri içerisinde boşayınız." buyurmaktadır.

 

"Kadının kadınlığından istifade konusunda ihtiyatlı davranmak gerekir." diyorsunuz. Evet buna biz de katılıyoruz. Bu yüzden de ihtiyatlı davrandık ve eşleri kesin olan nikahları üzerinde -aynı kesinlikle nikahlarını izale edecek bir durum olmadıkça- bıraktık. Eğer hata etmişsek, hatamız tek bir cihettedir. Eğer isabet etmişsek iki cihetten olur; birinci koca ciheti, ikinci koca ciheti. Siz ise iki şey irtikab ediyorsunuz: Kendisine yakinen helal olduğu bilinen kimseye kadını haram, başkasına ise helal kılıyorsunuz. Eğer hata idiyse, iki cihetten hata olmaktadır. Böylece ihtiyat açısından bizim durumumuzun sizinkinden daha evla olduğu ortaya çıkmış oldu. Ebu Talib rivayetinde İmam Ahmed şöyle demiştir: Sarhoşun talakı konusunda aynen bu ihtiyatın bir benzeri vardır. Talakla emretmeyen kimse sadece bir haslet getirmiştir. Talakla emreden kimse ise iki haslet getirmiştir: Kadını kocasına haram kılmış, başkasına ise helal kılmıştır. Bu (birincisi), bundan daha hayırlıdır.

 

"Nikaha azimet ve ihtiyatla girilir (ek şartlar aranır), en basit bir şekilde de çıkılır" şeklindeki itirazınıza ise diyoruz ki, evet doğrudur, ancak sadece Allah Teala'nın ondan çıkmak için sebep olarak belirlediği, izin verdiği şeylerle çıkılabilir; kişinin kendi belirlediği ve çıkmak için bizzat kendisinin sebep olarak ihdas ettiği şeylerle ise asla!

 

İşte buraya kadar serdettiklerimiz, her iki grubun da, rehberlerinin (delil) dizginlerinden ancak süvarilerin çekebileceği, hücumu anında cesurların şecaatinin sönük kalacağı bu dar, korkulu ve sarp yolda ayaklarının ulaşabildiği son noktadır. Biz bunların kaynaklarına ve delillerine sadece ilimden çok az bir sermayesi olan fakat herşeyi bildiğini zannedenlerin, kendi bilgilerinin dışında daha başka şeylerin de olduğunu bilmeleri için işarette bulunduk. Eğer kişi, ilimde bir payeye sahip değilse, delillerin arkasında yaya kalıyorsa, kolu delillerin meyvesini toplamaya yetişemiyorsa; azminin paçalarını çemreleyen, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünneti etrafında dönen, onu hakem kılmak, meseleleri ona götürmek uğrunda bütün himmetini ortaya koyan kimseden özür dilesin. Eğer kusuru ve bu ulaşamayacağı noktadan yüz çevirmesi konusunda, kendisi ile tartışmada bulunana özür dilemeyecekse, o zaman bari karşısındaki insanı, kendi nefsi için razı olduğu koyu taklitten yüz çevirmesinde mazur görsün ve kendisi ile karşısındakine baksın, acaba hangisi mazur gösterilen çabalardan, hangisi de şükranla karşılanmaya daha layıktır. Yardım Allah'tandır, tevekkül O'nadır, yegane doğruya ulaştırıcı O'dur. Rızasını kazanmak için onun kapısına yönelene her kapıyı açan O'dur.

 

 

 

b) Bir Defada Verilen Üç Talak:

 

1. Bir Defada Verilen Üç Talak Hakkındaki Hükmü:

2. Bir Defada Verilen Üç Talakın Geçerli Sayilmasındaki İhtilaflar:

 

1. Bir Defada Verilen Üç Talak Hakkındaki Hükmü:

 

Mahmud b. Lebid (r.a.) hadisi daha önce geçmişti. Hadise göre Hz. Peygamber'e, bir adamın karısını üç talakla birden boşadığı haber verilmişti. Hz. Peygmaber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kızarak kalkmış ve: "Ben sizin aranızda iken Allah'ın kitabı ile oyun mu ediliyor?" buyurmuştu. Hadisin isnadı Müslim'in şartına göre sahihtir. Zira İbn Vehb, hadisi Mahreme b. Bükeyr el-Eşec'den, o da babasından rivayet etmiştir. Babası "Mahmud b. Lebid'den işittim ki..." diyerek hadisi zikretmiştir. Mahreme'nin sika olduğunda şüphe yoktur. Müslim Sahih'inat onun babasından rivayet ettiği hadisi ile ıhticacda bulunmuştur.

 

Hadisin kusurlu olduğunu söyleyenler şöyle diyorlar: O (Mahreme) ondan işitmemiştir. Sadece kitaptan rivayet etmiştir. Ebu Talib şöyle diyor: Ahmed b. Hanbel'e Mahreme b. Bükeyr'den sual ettim. O şöyle dedi: "O sikadır, babasından işitmemiştir. O sadece Mahreme'nin kitabıdır. Ona bakmıştır. Bana Süleyman b. Yesar'dan ulaşmıştır tabirini kullandığı bütün hadisler, Mahreme'nin kitabındandır." Ebu Bekir b. Ebi Hayseme şöyle der: Yahya b. Main'i işittim, şöyle diyordu: "Mahreme b. Bükeyr'e babasının kitabı intikal etti, o babasından (hadis) işitmedi." Abbas ed-Duri'nin rivayetinde: "O zayıftır. Babasından olan rivayeti kitap (yolu ile) dir. Ondan işitmemiştir." der. Ebu Davud ise: "Babasından bir tek hadisi, vitir hadisini işitmiştir." der. Said b. Ebi Meryem dayısı Musa b. Seleme'den nakleder: Mahreme'ye geldim ve ona: "Baban sana hadis rivayetinde bulundu mu?" diye sordum. O: "Ben babama yetişemedim, fakat şunlar kitaplarıdır." diye cevap verdi.

 

Bu tenkitlere cevap iki açıdan olacaktır:

 

1) Birincisi yazı ile amel konusundadır. Eğer babasının kitabı, kendi yanında saklanıyor, koruma altında bulunduruluyorsa, o takdirde hadisin hüccet olabilmesi için, onu işitme yolu ile veya kitabına bakması yolu ile rivayeti arasında bir fark yoktur. Hatta yazılı nüshadan alması, eğer ravi onun bizzat şeyhin kendi nüshası olduğundan emin ise, daha ihtiyatlı olacaktır. Bu sahabe ve selefin yoludur. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) meliklere mektuplar yazar ve gönderirdi ve bu mektuplar onlar üzerine birer hüccet olurdu. İslam ülkesinin çeşitli yörelerinde görevli amillerine mektuplar göndermiş ve onlar bu mektuplarla amel etmişler, onları delil olarak kullanmışlardı. Hz. Ebu Bekir es-Sıddik, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zekat hakkındaki yazısını Enes b. Malik'e vermiş ve Enes onu muhafaza etmiş, bütün ümmet onunla amel etmiştir. Amr b. Hazm'a gönderdiği zekatlarla (sadakat) ilgili mektubu da öyledir. Bu mektup da Amr ailesinde bulunuyordu. Selef ve halef Öteden beri birbirlerine gönderdikleri yazılarla ihticacda bulunuyorlardı. Kendisine yazı gönderilen kimse: "falan bana yazdı ki, kendisine falan haber vermiş..." diyordu. Eğer yazılı malzemelerle delil getirmek batıl olsaydı, ümmetin elinde ilim diye son derece az bir şey kalırdı. Şu bir gerçektir ki, asıl itimat yazıyadır, hıfza değildir. Hafıza ihanetkardır. Yazı ise ihanet etmez. Geçmişte hiçbir zaman için, yazı ile amelde bulunmayı reddeden ve yazıyı yazan bana şifahen söylememiştir, dolayısıyla kabul etmiyorum diyen bir kimse çıkmamıştır. Aksine hepsi de yazının kabulünde ve onunla amelin caiz olduğunda -eğer onun yazdığı sahihse- icma halindedirler.

 

2) "O babasından işitmemiştir." diyenin sözü, "Hayır işitmiştir" diyen ve onun hakkında daha fazla bilgi sahibi olan ve hem de isbat durumunda olan kimsenin sözü ile çatışmaktadır. Abdurrahman b. Ebi Hatim şöyle der: Babama Mahreme b. Bükeyr'i sordular. Babam: "O salihu'l-hadistir." dedi, ibn Ebi Üveys şöyle der: Malik'in kitabının sırtında şunu buldum: "Mahreme'ye babasından rivayet ettiği hadisleri, ondan işitip işitmediğini sordum. Bana yemin etti ve: Şu binanın (yani Mescidin) Rabbine yemin ederim ki, babamdan işittim, dedi." Ali b. el-Medini şöyle der: Ma'n b. İsa'yı şöyle derken işittim: "Mahreme babasından işitmiştir. Rebia ona Süleyman b. Yesar'ın re'yinden (görüşlerinden) bazı şeyler arzetmiştir." Ali devamla: "Mahreme'nin babasından Süleyman'ın kitabını işitmiş olacağını sanmıyorum. Belki az bir şey işitmiş olabilir. Medine'de, "Mahreme b. Bükeyr'in hadislerinde, ('Babamdan işittim" diye söylediğini bana haber veren hiçbir kimse görmedim. Mahreme sikadır." demektedir. İmam Malik'in onun kitabını alması, ona bakması ve Muvatta'mda ona yer vermesi, onun güvenilirliği için yeterlidir. İmam: "Bana Mahreme rivayet etti. O salih bir adamdı." dedi. Ebu Hatim ise şöyle der: İsmail b. Ebi Üveys'e: "Malik b. Enes'in, 'Bana sika rivayet etti' dediği bu sika kimdir?" diye sordum. "Mahreme b. Bükeyr'dir."dedi. Ahmed b. Salih el-Mısri'ye, "Mahreme sika ravilerden miydi?" diye soruldu. "Evet", dedi. İbn Adiy; İbn Vehb ve Ma'n b. İsa'dan, Mahreme'den (gelen hadisler için): "Hasen, doğru hadislerdir. Sanırım bir beis yoktur." demiştir.

 

Müslim'in Sahih'inde; İbn Ömer'in, karısını üç talakla boşayana sözü şöyledir: "O, başka bir kocayla evlenmedikçc artık sana haram olmuştur ve bu halinle sen, karını boşaman konusundaki Allah'ın emrine isyan etmiş oldun." Bu İbn Ömer'in, emrolunan talakı tefsir şeklidir. Sahabinin tefsiri hüccettir. Hakim: "O bizce merfudur." demiştir.

 

Gerçek anlamda Kur'an üzerinde düşünenler bunu görürler ve zifaf dan sonra verilecek meşru talakın, ric'atı mümkün kılan talak olduğunu, yüce Allah'ın üç talakı birden vermeyi asla meşru kılmadığını anlarlar. Yüce Allah: " =Talak iki defadır." buyurmuştur. Arap kendi lügatinde "iki defayı" ancak biri diğerinin akabinde olan iki olgu şeklinde anlar. Nitekim Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kim, her namazın arkasında otuz üç defa tesbih, otuz üç defa tahmid, otuz dört defa tekbir getirirse..." buyruğu ve buna benzer diğer ifadelerden, sadece birbiri arkasına getirilen tesbih, tahmid ve tekbirler anlaşılır. Şayet: "Otuz üç defa Sübhanallah", "Otuz üç defa Elhamdülillah", "Otuz üç defa Allahu Ekber" demiş olsa, bununla sadece üç defa söylenilmiş olur. Şu ayet daha da açıktır: "Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince; onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesidir."[Nur, 6] Şayet kişi: "Allah'ı dört defa şahit tutarım ki, ben mutlaka doğrulardanım." diyecek olsa, bu bir şahitlik yerine geçer. Yine: "Onlara iki defa azab edeceğiz." buyurması, [Tevbe, 101] azabın birbiri peşinde ayrı ayrı olacağında daha da açıktır. Bu mana, "Onun sevabını iki defa veririz."'[Ahzab, 3] ayeti ile, "Üç kişi vardır ki onların sevapları iki defa verilir." hadisi tarafından bozulmuş olmaz. Çünkü bu ikisindeki, " = iki defa" ifadesi "iki misli, iki katı" anlamındadır. Miktar bakımından iki katı verileceği ifade olunmaktadır. Aynen: "Ona azab iki katı katlanır."[Ahzab, 30] ayeti ile, "Ürününü iki kat verir."[Bakara, 265] ayetindeki gibi. Yani: "Başkalarının o yüzden azap gördüğünün iki katı", "verdiğinin iki katı" manalarınadır. Enes'in: "Hz. Peygamber zamanında ay iki parçaya ayrıldı" sözünde de iki kere ifadesi kullanılmıştır. Hadisteki kelimesi "ayrı ayrı iki parça" anlamındadır. Nitekim başka bir lafızda: " = iki parça" şeklinde rivayet edilmiştir. Buradaki kelimesinin "iki parça" şeklinde anlaşılması kesinlik arzetmektedir. Zira ayın yarılması olayı, sadece bir defa olmuştur. Zaman içerisinde iki kerelikle, miktar bakımından iki misli, iki parça, iki kere olmak arasındaki fark bellidir. İkinci türden olanın aynı anda bir araya gelmeleri mümkün iken, birincisinde bu durum sözkonusu olamaz.

 

Yüce Allah'ın üç talakın birden verilmesini meşru kılmadığına delalet eden delillerden biri de: "Boşanmış kadınlar, bizzat kendileri üç aybaşı hali (veya üç temizlik müddeti) beklerler... Eğer kocalar barışmak isterlerse bu durumda onları tekrar alma (onları geri çevirmeğe) daha hak sahibidirler." ayetidir.[Bakara, 228] Bu ayet zifaf sonrası verilen her talaktan sonra -akabinde bahsedilen üçüncü talak hariç- boşayan kocanın, ric'at yolu ile karısını tekrar nikahına döndürmeye hak sahibi olduğunu göstermektedir. Yine: "Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde onları iddetleri içinde boşaym ve iddeti de sayın... İddet müddetlerini doldurduklarında onları ya güzelce tutun veya onlardan uygun bir şekilde ayrılın.[Talak, 1-2] buyurmuştur. Meşru talak işte budur. Yüce Allah talakın bütün kısımlarını Kur'an'da zikretmiş, hükümlerini açıklamıştır. Zifaftan önce verilen talaktan bahsetmiş ve iddeti bulunmadığını zikretmiştir. Üçüncü talakı zikretmiş ve boşanan kadının, yeni bir koca ile evlenmedikçe, artık birinci kocaya haram olacağını beyan etmiştir. "Hulu" denilen fidye lalağından bahsetmiş ve onu üç talaktan mahsup etmemiştir (talak değil fesih), nitekim daha önce geçmişti. Kocanın ricat hakkına sahip olduğu rici talaktan bahsetmiştir. Bu daha önce geçen üç kısmın haricinde olandır.

 

Bunu delil olarak kullanan İmam Ahmed, Şafii ve daha başkaları, zifaf sonrası bedelsiz verilen tek talakın bain olmayacağı neticesine varmışlardır. Onlara göre koca: "Sen bain olarak bir talak boşsun." dese bu talak bain değil rici olur, hainlikle nitelemesine itibar edilmez. Kişi dönüşü olmayan ayrılığa ancak bedelli talakla (halu yolu ile) ulaşabiir. Ebu Hanife ise: "Hayır, bu talakla ayrılık (bain talak) meydana gelir. Çünkü ric'at kocanın hakkıdır ve onu kendisi düşürmüştür." demektedir. Cumhur ulema: "Her ne kadar ric'at kocanın hakkıysa da ric'i talak nafakası, kadının giyim kuşam masrafı üzerine bir vazifedir. Dolayısıyla kadının isteği olmadan, ona bir hulu bedeli vermeden veya, -cevaz veren bir kavle göre- bedelsiz de olsa kendisini kurtarma talebinde bulunmadan kocanın bu hakkı düşürme yetkisi yoktur." demektedirler.

 

Kadının talebi olmaksızın veya hulu bedeli vermeksizin, kocanın kendi üzerinde bulunan nafaka hakkını düşürmesi nassa ve kıyasa muhalif düşmektedir.

 

Yine Allah Teala talakı, hem kadın hem de erkek için, en mükemmel şekli üzere meşru kılmıştır. Zira cahiliye döneminde erkekler kadınlarını sayısız boşuyorlardı. Birisi istediği zaman karısını boşar ve sonra da ric'at ederdi. Bir sınırı yoktu. Bu her ne kadar erkekler için uygun idiyse de, kadınlara zarar veriyordu. Allah bunu kaldırdı ve talakı üç sayısıyla sınırladı. Kocaya başka yetki vermedi, iddet içerisinde onu rücu hakkı tanıdı. Eğer yetkisine verilen üç talakı da kullandıysa, artık kadın kendisine haram oldu. Bunda erkeğin de durumu göz önünde bulundurulmuştu. Zira ilk talakla kadın hemen kendisine haram olmuyordu. Kadının durumu göz önüne alınmıştı, zira erkeğe üçten fazla bir yetki tanınmamıştı. İşte Allah'ın şeriatı, hikmeti ve kulları için koyduğu sınırları budur. Eğer kadın, verilen ilk talakla kocaya haram olsaydı bu, şeriatın ve Allah'ın hikmetinin tersine bir iş olurdu. Koca üç talakı birden vermeye yetkili değildir. Sadece bir tanesine yetkisi vardır. Bir talaktan fazlası, şer'i izin dahilinde değildir.

 

Şari'in hükmüne muhalif olduğu için, bir talakla onu bain (ayrı) kılmaya yetkili olmadığı gibi, bir anda üç talak vererek onu bain kılmaya da yetkili değildir. Zira bu da Şari'in koyduğu hükme aykırıdır.

 

Meselenin esası şudur: Yüce Allah sadece iki yerde talakın bain olacağını hükme bağlamıştır: Birincisi: Zifaf vaki olmayan eşlerin boşanması durumunda. İkincisi de: Üçüncü talakın verilmesiyle. Bunun dışında kalan diğer talaklarda, koca için ric'at hakkı tanımıştır. Kitab'ın gereği budur. Nitekim açıklaması geçti. Zahiriler: "Üç talak olmaksızın sadece hulu yolu ile de beynunet (ayrılık) meydana gelir." derler.

 

Kocanın: "Sen ric'atı olmayan bir talakla boşsun!" demesi durumunda Malikilerin üç görüşü bulunmaktadır: 1) Bu söz üç talaktır. Bu, İbn Macişun'un görüşüdür. Çünkü ric'at hakkını düşürmüştür. Ric'at hakkı ise ancak üç talakla düşer. Dolayısıyla bu söz zaruri olarak üç talakı gerektirir. 2) Bain bir talaktır. Nitekim kendisi de öyle söylemiştir. Bu da İbnü'l-Kasım'ın görüşüdür. Çünkü koca, bedelli bir talakla, kadını bain kılmaya yetkilidir. Bedelsiz de yetkili olur. Ona göre hulu talaktır. 3) Ric'i bir talaktır. Bu da ibn Vehb'in görüşüdür. Kitap, sünnet ve kıyasın gereği de budur. Çoğunluk ulema da bu görüş üzerindedirler.

 

 

2. Bir Defada Verilen Üç Talakın Geçerli Sayilmasındaki İhtilaflar:

 

İkinci mesele: Bir defada verilen üç talakın vukuu hakkındadır. Alimler bu konuda dört görüşe ayrılmışlardır:

 

1- Vaki olur. Dört imamın, çoğunluk tabiin ulemasının ve sahabeden pek çoğunun görüşü bu doğrultudadır.

 

2- Vaki olmaz, aksine reddedilir. Çünkü bid'attir; bid'at ise merduddur. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bir kimse, üzerinde emrimiz olmayan bir iş işlerse, o merduttur." buyurmuştur. Bu görüşü İbn Hazm nakletmiştir. İmam Ahmed'e de nisbet edilmişse de, onu inkar ederek: "Bu rafizilerin görüşüdür." demiştir.

 

3- Sadece bir ric'i talak vuku bulur. Bu, İbn Abbas'tan sabittir. Ebu Davud, ondan bu görüşünü zikretmiştir. İmam ahmed şöyle der: Bu, İbn İshak'in görüşüdür. O, "Sünnete muhalefet etmiştir, sünnete geri çevrilir." der. Bu görüş ayrıca Tavus ve İkrime'nin de görüşüdür. Şeyhülislam İbn Teymiye'nin tercihi de budur.

 

4- Zifaf vaki olanla, olmayan arası ayrılır. Eğer boşanan zifaf vaki olan kadınsa, üç talak vuku bulur. Zifaf olmamışsa bir talak gerekir. Bu da İbn Abbas'ın talebelerinden bir grubun görüşüdür. Muhammed b. Nasr el-Mervezi'nin İhtilafu'l-Ulema adlı kitabında naklettiğine göre, İshak b. Rahuyeh'in görüşü de böyledir.

 

İkinci görüşte olup, hiçbir şey vuku bulmaz diyenler, bunun haram bir bid'at olduğunu, bid'atin de merdud bulunduğunu söylemektedirler. Nitekim İbn Hazm, itiraf ederek: "Eğer haram bir bid'at olsaydı red ve batıl kılınması gerekirdi." demiş ancak (bid'at olduğunu kabul etmeyerek) İmam Şafii'nin "Üç talakı birden vermek caizdir, haram değildir" şeklindeki görüşünü tercih etmiştir. Bu görüşün delilleri ileride gelecektir.

 

Bir talak vuku bulur diyenler ise, nass ve kıyastan delil getirmişlerdir. Nass delili: Ma'mer ve İbn Cüreyc - İbn Tavus - Tavus - Ebu's-Sahba senediyle gelen haberdir. Ebu's-Sahba, İbn Abbas'a: "Üç talakın, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Hz. Ebu Bekir devirleri ile Hz. Ömer devrinin de ilk yıllarında bir talak kılındığını bilmiyor musun?" demiş, oda: "Evet, (biliyorum)." demiştir. Bunu Müslim rivayet etmiştir.

 

Başka bir rivayette: "Üç talakın, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Hz. Ebu Bekir devirleri ile Hz. Ömer devrinin ilk yıllarında bir talaka çevrildiğini bilmiyor musun?" demiş, o da: "Evet (biliyorum)." demiştir.

 

Ebu Davud, Ahmed b. Salih - Abdürrezzak - İbn Cüreyc - Rasulullah'ın azadlısı Ebu Rafi'in oğullarından biri -İkrime- İbn Abbas senedi ile rivayet eder: İbn Abbas anlatır: Abdu Yezid -Rükane ve kardeşlerinin babası- Ümmü Rükane'yi boşadı ve Müzeyne'den bir kadını nikahladı. Kadın, Hz . Peygamberce (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi ve başından bir saç teli alarak: "Ondan benim istifadem ancak şu saç telininki gibi. O yüzden aramızı ayır." dedi. Hz. Peygamber'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir hamiyettir a|dı. Hemen Rükane ve kardeşlerini çağırttı ve meclisinde bulunanlara: "Şüphesiz ki, oğlu falanca Abdu Yezid'e şu şu bakımdan, falanca da şu şu bakımdan benziyor, öyle değil mi?" demiş, onlar da: "Evet" demişlerdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Abdu Yezid'e: "Onu boşa!" diye söyledi. O da boşadı. Sonra: "Rükane ve kardeşlerinin annesi olan karına dön (ric'at et)." buyurdu. O: "Ben onu üç talak boşadım Ya Rasulallah!" dediyse de Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Tamam, anladım, sen ona dön." dedi ve: "Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde iddetleri içinde boşayınız." ayetini okudu.

 

İmam Ahmed, Sa'd b. İbrahim - babası - Muhammed b. İshak - Davud b. el-Husayn - İbn Abbas'ın azadlısı İkrime - İbn Abbas senediyle rivayet eder: İbn Abbas anlatır: Muttaliboğullarının kardeşi Rükane b. Abdu Yezid, karısını bir mecliste üç talakla boşamıştı. Buna çok üzüldü. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine: Onu nasıl boşadın? diye sordu. O da: Üç talak boşadım, cevabını verdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):

 

— Bir mecliste mi? diye sordu. O:

 

— Evet, dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):

 

— Şüphesiz ki o bir talaktır. Eğer istersen ona dön! buyurdu, o da rücu etti. Ravi şöyle diyor: İbn Abbas talakın, sadece her tuhurda (temizlik süresi) bir verilebileceği görüşünde idi.

 

Kıyas deliline gelince: Daha önce de geçtiği gibi üç talakı birden vermek haram ve bid'attir. Bid'at ise merduttur. Çünkü Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emri üzere değildir. Haramlığının beyanı sırasında geçen diğer deliller, birden verilen üç talakın vukubulmayacağına delildir. Başka değil de sadece lian ayetinde [Nur, 6-8] geçen tarafların dörder defa şahitlik etmelerinin istenmesi ve yine yemin, şehadet ve ikrar gibi tekrarı istenilen her husus bile bu hususta birer delil teşkil eder. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kasame konusunda: "Elli yemin edersiniz ve adamınızın kanına hak kazanırsınız. " buyurmaktadır. Şayet: "Allah'a elli yemin ederiz ki, muhakkak ki onu falanca öldürdü." deseler bu bir yemin yerine geçer. Zina ikrarı da böyledir. Nitekim hadiste: Bazı sahabiler, Maiz'e: "Eğer dört ikrarda bulunursan, Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) seni recmeder." demişlerdi. Bu dört ikrarın aynı ağızda birden olması makul değildir.

 

Zifaf gerçekleşmiş olanla, olmayan arasını ayıranlara gelince, bunların iki delilleri vardır:

 

Birincisi: Ebu Davud'un sahih bir isnadla Tavus'dan rivayetidir. Ebu's-Sahba denilen bir adam İbn Abbas'a çok soru soran birisiydi. Ona: "Kişi karısını zifaftan önce üç talakla boşadığında, bunu Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Ebu Bekir devirleriyle, Hz. Ömer devrinin ilk yıllarında bir talak sayarlardı. Hz. Ömer, insanların talaka düşkünlük gösterdikleri görünce (ashaba): Bu talakları aleyhlerine geçerli sayınız! dedi. Öyle değil mi?" diye sorunca İbn Abbas da: "Evet." dedi.

 

İkinci delilleri: Zifaf gerçekleşmeyen kadın, "Sen boşsun!" sözüyle ayrı düşmüş olur. "Üç talakla" sözü ise, kadın ayrı düşmüş olacağından havada kalır. Bunlar, Hz. Ömer'in üç talakla ilzamım zifaf gerçekleşen kadınlar hakkında kabul etmişlerdir. Ebu's-Sahba hadisi, zifaf vuku bulmayan kadınlarla ilgilidir. Bunlar, böyle bir ayırıma gitmenin hem iki yönden menkule hem de kıyasa uygun olduğunu söylüyorlar.

 

Bu görüşlerden her birisini benimseyen taraftarlar bulunmuştur. Nitekim İbn Hazm ve daha başkaları bunu belirtmişlerdir. Ancak üç talakın hiç vuku bulmayacağı şeklindeki görüş İmamiyye'nin görüşü olmaktadır. Ehl-i beytten olan bir gruptan da nakledilmiştir.

 

 

a) Bir Defada Verilen Üç Talakı Geçerli Sayanların Delilleri:

b) Bir Defada Verilen Üç Talakı Geçerli Saymayanların Cevaplan:

 

a) Bir Defada Verilen Üç Talakı Geçerli Sayanların Delilleri:

 

Bunlar şöyle diyorlar: Sizinle tartışmamız iki noktada olacaktır:

 

1) Üç talakı birden vermenin haramlığı,

 

2) Haram olmasına rağmen, toptan vukuu. Şimdi bu iki noktayı ele almak istiyoruz:

 

1) Birinci nokta: İmam Şafii, Ebu Sevr, bir rivayette İmam Ahmed ve zahirilerden bir grup üç talakı birden vermenin sünnete uygun olduğunu söylemişler ve şu şekilde delillendirmeye çalışmışlardır: "Eğer onu boşarsa, bir daha başka bir koca ile evlenmedikçe artık kendisine helal olmaz. "[Bakara, 236] ayetinde Allah (c.c.) üç talakın birden ya da ayrı ayrı verilmiş olmasını ayırmamıştır. Allah'ın, birlikte belirttiği şeyleri bizim ayırmamız caiz olmaz. Nitekim Allah'ın birbirinden ayırdığı şeyleri birleştirmemiz de caiz değildir. Ve yine "Eğer onları, dokunmadan önce boşarsanız..."[Bakara, 227] ayetinde bir ayırım yoktur. "Kadınları, dokunmadan önce boşamanızda size bir günah yoktur."[Bakara, 236] "Boşanmış kadınlar iyilikle yararlandırılmalıdirlar."[Bakara, 241] "Ey iman edenler, mü'min kadınları nikahladığınız, sonra da onları, dokunmadan boşadığınızda..."[Ahzab, 49] ayetlerinde herhangi bir ayırıma gidilmemiştir.

 

Sahihayn'da belirtildiğine göre Uveymir el-Aclani, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) huzurunda, onu boşamasını emretmeden önce karısını üç talakla boşamıştı. Eğer üç talakı birden vermek günah olsaydı, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu onaylamazdı. Uveymir'in talakı, ya o henüz karısı iken vaki olmuştu, ya da lian ile kendisine haram olduğu anda. Eğer birinci şekilde olmuşsa hadisin hüccet oluşu gayet açıktır. Eğer İkinci şekilde olmuşsa, bunda da, Uveymir'in onu henüz karısı zannederek boşadığında şüphe yoktur. Eğer onun bu şekildeki boşaması haram olsaydı, mutlaka -karısı kendisine haram olmuş da olsa- onun haramlığını kendisine açıklardı. Yine Buhari'nin Sahih'ınde Kasım b. Muhammed hadisinde, mü'minlerin annesi Hz. Aişe'den rivayet edilir: Bir adam karısını üç talakla boşamıştı. Kadın evlendi ve hemen geri boşandı. Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O ilk kocası için helal olur mu?" diye soruldu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, birincinin tattığı gibi, balçığından tatmadıkça (helal olmaz)." buyurdu ve bunu (üç talakla boşamayı) kötü görmedi. Bu da, üç talakı birden vermenin mübahlığına ve verildiğinde vukuuna delalet eder. Eğer vuku bulmayacak olsaydı, kadının birinci kocasına dönmesini, ikinci kocanın balçığından tatması şartına bağlamazdı.

 

Yine Sahihayn'da. Ebu Seleme b. Abdurrahman, Fatıma bt. Kays'ın kendisine şunları anlattığını rivayet eder: Kocası Mahzumlu Ebu Hafs b. el-Muğire kendisini üç talakla boşamış, sonra da Yemen'e gitmişti. Bunun üzerine Halid b. Velid birkaç kişi ile kalkarak Meymüne validemizin evinde bulunan Resulullah'a geldiler ve; "Gerçekten Ebu Hafs, karısını üç talakla boşamıştır. Acaba bu kadına nafaka var mı?" diye sordular. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ona nafaka yoktur, ama iddet vardır." buyurdu.

 

Sahih-i Müslim'de bu olayla ilgili olarak Fatıma diyor ki: Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldim. Bana: "Seni kaç talak boşadı?" diye sordu. Ben de: "Üç talak." dedim. Bana: "Doğru söylemiş, sana nafaka yoktur." buyurdu.

 

Yine başka bir rivayette Fatıma şöyle dedi: "Ya Rasülallah! Kocam beni üç talakla boşadı. Zorla yanıma girerler diye de korkuyorum."

 

Bir başka rivayette Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), üç talakla boşanmış kadın hakkında: "Onun ne mesken ne de nafaka hakkı yoktur." buyurdu.

 

Bir başka delil de Abdürrezzak'ın Musannef 'inde, Yahya b. el-Ala - Ubeydullah b. Velid el-Vassafi - İbrahim b. Ubeydullah b. Ubade b. Samit - Davud b. Ubade b. Samit senediyle zikrettiği şu hadistir: Davud b. Ubade b. Samit anlatır: Dedem bir hanımını bin talak boşamıştı. Babam Rasulullah*a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gitti ve olanları O'na anlattı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Deden Allah'tan korkmamış. Üç talak kendi hakkı, dokuz yüz doksan yedi talaka gelince, bu bir haddi tecavüz ve zulümdür. Dilerse Allah azab eder, dilerse affeder." buyurdu.

 

Bazıları bu hadisi, Sadaka b. Ebi İmran - İbrahim b. Ubeydullah b. Ubade b. Samİt - babası - dedesi yoluyla rivayet etmişlerdir. Dedesi (Ubade b. es-Samit) anlatır: Atalarımdan biri karısını boşamışti. Çocukları Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gittiler ve: "Ya Rasulallah! Babamız anamızı bin talak boşadı. Bir çaresi yok mu?" diye sordular. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Babanız Allah'tan korkmamış ki, ona bir çıkış yolu kılsın. Kadın ondan, sünnete uygun düşmeyecek şekilde üç talakla ayrılır. Dokuz yüzdoksan yedi talak ise onun boynunda bir günahtır." buyurdu.

 

Bir başka delil; Muhammed b. Şazan'ın, Mualla b. Mansur - Şuayb b. Züreyk - Ata el-Horasani - Hasan - Abdullah b. Ömer senediyle rivayetidir. 'bn Ömer anlatır: Kendisi karısını hayız halinde iken boşamiştı. Sonra da takip eden iki kur' (hayız veya temizlik süresi) içerisinde iki talak daha vermek istemişti. Bu, Hz. Peygamber'e ulaştı ve şöyle buyurdu: "Ey İbn Ömer! Allah, bu şekilde emretmedi. Sünnet olanda hata ettin..." Sonra hadisi zikretti. Bu hadiste: "Dedim ki: Ya Rasulallah! Şayet üç talak boşasaydım, böyle üç talakı birden verme yetkim var mıydı? O: 'Hayır, kadın ayrı düşerdi ve bu, bir günah olurdu.' buyurdu." ifadesi vardır.

 

Ebu Davud, Sünenyde, Nafi' b. Uceyr b. Abdu Yezid b. Rükane'den rivayet eder: Rükane b. Abdu Yezid karısı Süheyme'yi "elbette" kaydı ile boşamıştı. Bu durum Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haber verildi. Hz. Peygamber (Rükane'ye): "Vallahi, bununla sadece bir talak kasdettin, (öyle mi)?" diye sordu. Rükane: "Vallahi sadece bir talak kasdettim!" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), karısını kendisine geri verdi. Sonra ikinci talakı Hz. Ömer zamanında, üçüncüsünü de Hz. Osman zamanında kullandı.

 

Tirmizi'de, Abdullah b. Ali b. Yezid b. Rükane - babası - dedesi senediyle rivayet eder: Ravi dede (Yezid) karısını "elbette" kaydı ile boşamıştır. Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelir (ve durumu anlatır). Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):

 

— Bununla ne kasdettin? diye sorar. O da:

 

— Bir talak diye cevap verir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):

 

— Vallahi mi? der O:

 

— Evet, - Vallahi! diye yemin eder. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de:

 

"— O, senin kasdettiğin şey üzeredir." buyurur. Tirmizi: "Bu hadisi sadece bu yoldan biliyoruz. Muhammed'e -yani Buhari'ye- bu hadis hakkında sordum. Onda muztariblik vardır, diye cevap verdi." der.

 

Hadisin delil olarak kullanılması şu şekildedir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona, "elbette" ifadesinden ne kasdettiğine dair yemin ettirmiştir. Bu da onun, bu sözle daha fazlasına niyet etmesi durumunda, onun da vuku bulacağına delalet eder. Eğer durum farklılık arzetmeseydi, ona yemin ettirmezdi.

 

Bunlar şöyle diyorlar: Bu hadis, İbn Cüreyc - Ebu Rafi'in oğullarından biri - İkrime senediyle rivayet edilen İbn Abbas'ın "karısını üç talak boşadığı" şeklindeki hadisinden daha sahihtir. Ebu Davud diyor ki: "Çünkü onlar, adamın çocuklarıdır. Ailesi, Rükane'nin onu sadece elbette kaydı ile boşadığını dahi iyi bilirler."

 

Sonra ibn Cüreyc onu Ebu Rafi'İn oğullarından birinden rivayet etmiştir. Eğer o Ubeydullah ise, sika ve bilinen bir ravidir. Eğer kardeşlerinden bir başkası ise, onun adil olup olmadığı meçhuldür. Dolayısıyla hadis hüccet olmaz.

 

İmam Ahmed'in tutumuna gelince, İbn İshak da öyledir, bu konudaki söz bellidir. Hattabi, İmam Ahmed'in bu hadisin bütün senedlerini zayıf bulduğunu nakletmiştir.

 

Elinizde bulunan en sahih hadisiniz Ebu's-Sahba'nın İbn Abbas'tan rivayetidir. Onun hakkında Beyhaki: Bu hadis Buhari ve Müslim'in üzerinde ihtilaf ettikleri hadislerden biridir. Müslim kitabına almış, Buhari ise terketmiştir. Sanıyorum onu, İbn Abbas'tan gelen diğer rivayetlere muhalif olduğundan terketmiştir. Sonra (Beyhaki) üç talakın vukuuna dair rivayetleri serd etmiş ve şöyle demiştir: "Bunlar, Said b.'Cübeyr, Ata b. Ebi Rebah, Mücahid, ikrime, Amr b. Dinar, Malik b. el-Haris, Muhammed b. İyas b. el-Bükeyr'in rivayetleridir." Beyhaki devamlı şöyle diyor: "Biz onu Muaviye b. Ebi Ayyaş el-Ensari'den rivayet ettik. Hepsi de İbn Abbas'tan, onun üç talakı onayladığı ve geçerli kabul ettiği şeklindedir."

 

İbnü'l-Münzir şöyle der: "İbn Abbas'ın Hz. Peygaber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir şey Öğrenip de onun aksine fetva vermiş olmasını zannetmek caiz olmaz."

 

İmam Şafii ise şöyle der: İbn Abbas'ın, '.'Üç talak Hz. Peygamber devrinde... bir sayılırdı." şeklindeki sözünün manası Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emriyle olduğunu kasdediyor. -Allah daha iyi bilir ya- ibn Abbas'ın onu öyİe bildiği, fakat sonradan neshedildiği anlaşılıyor. Beyhaki; İkrime'nin İbn Abbas'tan rivayetinde, Şafii'nin bu te'viline bir destek bulunduğunu söyler. Beyhaki, Ebu Davud ve Nesai'nin rivayet ettikleri İkrime hadisini kasdediyor: "Boşanmış kadınlar, bizzat kendileri üç hayız müddeti (veya temizlik süresi) beklerler..." ayeti hakkında (İbn Abbas): Kişi karısını boşadığında -isterse üç talak boşasın- ona rücu etmeye hak sahibi idi. Bu neshedildi ve: "Talak iki defadır..." buyuruldu, der.

 

Yine muhtemeldir ki, "O devirde üç bir kılınırdı." sözünün manası: "Koca bir talaktan sonra rücu edebildiği gibi, üç talaktan sonra da rücu edebilirdi. Sonra bu neshedildi." şeklinde olabilir.

 

İbn Süreyc ise şöyle der: Bu sözün, "Sen boşsun!, Sen boşsun! Sen boşsun!" demesi gibi lafızlar arasını ayırmak suretiyle verilen üç talak şekline ait olması mümkündür. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Hz. Ebu Bekir zamanlarında genel ahlak bozulmamıştı. İnsanlar doğruluk ve selamet üzere idiler. Gammazlık, birbirini aldatma gibi kötü şeyler yoktu. Onlar bu ayrı ayrı söyledikleri sözden te'kid murad ettiklerini, üç talak kasdetmediklerini söylediklerinde, sözleri kabul görür, sözlerine inanılırdı. Hz. Ömer, kendi devrinde bazı şeylerin ortaya çıktığını, genel ahlakın bozulmaya yüz tuttuğunu görünce, daha önceden yapıldığı gibi, lafzın tekrara hamledilmesini men etti ve onları üç talakla ilzam etti.

 

Bir başka grup da şöyle bir yorum getirmişlerdir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), zamanında adet, bir talak verilmesi şeklindeydi. Iddeti bitinceye kadar başka talak vermezlerdi. Sonra insanlar üç talakı birden vermeyi adet edindiler. Buna göre hadisin manası: "Bu gün kişinin üç talak şeklinde verdiği boşama, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Hz. Ebu Bekir zamanlarında bir talak ile olurdu." demek olur ve bu, vakıayı haber vermektir. Dinen meşru kılınan hükmün bildirilmesi kabilinden değildir.

 

Bir grup şöyle der: Hadiste, üçü bir sayanın bizzat Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) olduğuna, O'nun bundan haberi olup onayladığına dair bir açıklama yoktur. Hüccet, sadece Hz. Peygamberin söylediği veya yaptığı ya da bildiği ve ikrar ettiği (kabullendiği) hususlarda sözkomısudur. Ebu's-Sahba hadisinde, bunlardan hiçbirinin sıhhati bilinmemektedir.

 

Bunlar şöyle diyorlar: Hadisler ihtilaf ettiğinde, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabının üzerinde bulundukları şeylere iltifat ederiz. Çünkü Onlar, Onun sünnetini en iyi bilenlerdir. Nitekim öyle de yaptık ve gördük ki Hz. Ömer'den sabit olan -ki başka türlüsüde olamaz- Abdürrezzak'ın, Süfyan es-Sevri - Seleme b. Küheyl - Zeyd b. Vehb senediyle rivayet ettiği şu hadistir: Hz. Ömer'in huzuruna karısını bin talak boşayan bir adam çıkarılır. Hz. Ömer ona:

 

— Karını boşadın mı? diye sorar. Adam:

 

— Ben sadece eğlence olsun dedim, der. Hz. Ömer ona kamçısını kaldırır (ve döver). Ona:

 

— Sana bundan sadece üç tanesi yeterlidir, der.

 

Veki, A'meş'ten, o da Habib b: Ebi Sabit'ten rivayet eder: Hz. Ali'ye bir adam gelir ve ona:

 

— Ben karımı bin talak boşadım! der. Hz. Ali de:

 

— O senden üç tanesi ile ayrı düşmüş olur. Diğerlerini de öbür kadınların arasında taksim et, der.

 

Yine Veki, Cafer b. Bürkan'dan, o da Muaviye b. Ebi Yahya'dan rivayet eder: Bir adam Osman b. Affan'a gelerek:

 

— Karımı bin talak boşadım, der, Hz. Osman da ona: O senden üç talakla ayrı düşmüştür, der.

 

Abdürrezzak, Süfyan es-Sevri - Amr b. Mürre - Said b. Cübeyr senediyl zikreder: Bir adam İbn Abbas'a:

 

— Ben karımı bin talak boşadım, der. ibn Abbas ona:

 

— Üç talak onu sana haram kılar; geri kalanları ise üzerine bir yüktı r (günahtır). Sen Allah'ın ayetlerini eğlenceye almışsın! der.

 

Yine Abdürrezzak, Ma'mer - A'meş - İbrahim - Alkame senediyle rivay :t eder: Bir adam İbn Mes'ud'a gelmiş ve ona:

 

— Karımı doksan dokuz talak boşadım, demiştir. İbn Mes'üd:

 

— Üç tanesi onu senden ayırır. Geri kalanları ise haddi tecavüzdür, demiştir.

 

Ebu Davud, Sünen'at, Muhammed b. İyas'tan rivayet eder: İbn Abbas, Ebu Hureyre ve Abdullah b. Amr b. el-As'a, bakirenin üç talakla boşanmasının hükmü sorulur. Hepsi de: "Başka bir kocayla nikahlanmadıkça artık ona helal olmaz." diye cevap verirler.

 

İşte bu Hz. Peygamber'in sahabileri, gördüğünüz gibi, birden verilen üç talakı geçerli kabul etmişlerdir. Bunlar değil de içlerinde sadece ilahi vahyin onayına mazhar olmuş Hz. Ömer olsaydı o bile yeterdi. Zira, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ric'i talak olarak meşru kıldığı bir hükmü, onun değiştirerek haram kılması asla düşünülemez. Böyle bir şey, kadım kendisine haram olmayana haram, helal olmayana da mubah kılma durumunu içermektedir. Eğer böyle bir şeyi Hz. Ömer yapsaydı, sahabe ona muvafakat etmek şöyle dursun, onun bu tutumunu tasvip etmezler, muhalefet ederlerdi. Eğer İbn Abbas'ın elinde "üç talakın bir sayıldığına" dair bir hüccet olsaydı, ona muhalefet edip de Hz. Ömer doğrultusunda, onun aksi ile fetva vermezdi. Nitekim İbn Abbas'ın Hz. Ömer'e avl, iki erkek kardeşle kız kardeşlerin bulunması durumunda annenin hacb edilmesi vb. konularında muhalefeti bilinmektedir.

 

Biz bu konuda Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına uyarız. Onlar O'nun sünnet ve şeriatını en iyi bilen insanlardır. Eğer O'nun şeriatında hüküm, "üç talak birdir." şeklinde yerleşmiş olsaydı ve Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) o hal üzere ölseydi, bu durum onlara gizli kalıp da ondan sonra gelenlerin buna vakıf olmaları, ashabın doğruya ulaşmaktan mahrum kalıp, sonrakilerin muvaffak olmaları, ümmetin allamesi (hıbru'l-ümme) ve fakihi'nin (İbn Abbas) üç talakın bir olduğunu rivayet etmesi, sonra da kalkıp ona muhalefet etmesi sözkonusu olamazdı.

 

 

b) Bir Defada Verilen Üç Talakı Geçerli Saymayanların Cevaplan:

 

Bu ve diğer konularda hakem olarak başvuracağımız yer, Yüce Allah'ın yeminle, aramızdaki anlaşmazlıklarda O'un hakem kılıp hükmüne razı olmadıkça, bundan da asla bir sıkıntı duymadıkça, ancak O'na teslim olup, O'ndan başkasına -kim olursa olsun- boyun eğmedikçe asla mü'min olamayacağımızı belirttiği Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) olacaktır. Ama ihtilaf yok da ümmet bir hüküm üzerinde kesin ve asla şüpheye mahal kalmayacak şekilde icma etmişlerse, bu takdirde o, asla muhalefeti caiz olmayan hak olacaktır. Yüce Allah ümmetini, Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sabit olan bir sünnete muhalif olarak icma etmekten muhafaza etmiştir. Böyle bir varsayım mümkün olamaz. Biz, meseleyi isbat edici delilleri size karşı ortaya koymuş bulunuyoruz. Sizinle, o deliller hakkında ileri sürdüğünüz tenkitler, getirdiğiniz karşı deliller hakkında ancak şu şartla münazara ederiz: Biz ancak ya Allah'tan bir nass, ya Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sabit bir sünnet (nass), yahut da şüphe olmayan kesin bir icma'a boyun eğeriz. Bunun dışında kalan herşey, tartışmaya açıktır. Nihayet bunlar, onlara uymanın caizliğini gösterebilir, asla bağlayıcılığı değil. Bu ileri sürdüğümüz şart devamlı aklınızda bulunsun. Yüce Allah: "Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz onu, Allah'a ve Rasulü'ne götürünüz."[Nisa, 59] buyurmaktadır. Biz ve siz, bu konuda anlaşmazlığa düşmüş bulunuyoruz. Dolayısıyle meselemizi Allah ve Rasulü'nden başkasına götürmemize asla imkan yoktur. Bizim bu konuda ashaba uygunluk hususunda da daha haklı olduğunuz ileride gelecektir.

 

Üç talakı birden vermenin haram olmadığını söylüyorsunuz. Biz buna katılmıyoruz. Onun haramlığına delalet eden deliller sizin aleyhinize bir hüccet olmaktadır.

 

"Kur'an üç talakı birden vermenin caizliğine delalet etmektedir" şeklindeki sözünüz, değil kabul görmek aksine batıl bir iddiadır. Nihayet bu konuda sarıldığınız deliller, Kur'an'ın, talak sözcüklerini mutlak olarak (kayıtsız) zikretmesidir. Bu mutlak ifadeler talakın, hem caiz hem de haram olanını içine almaz. Nitekim hayızh kadının boşanması, cima edilen temizlik süresi içerisinde yapılan boşanma da bu mutlak ifadenin kapsamına girmemektedir. Sizin bu durumunuz tıpkı, bu mutlak ifadelerden hareketle, gayr-ı meşru talakın haramlığı konusunda sahih sünnete karşı gelen kimselerin durumu ile aynıdır. Malumdur ki Kur'an, her talakın caiz olduğuna delalet etmemektedir. Bu itibarla, ona taşıyamayacağı yükü yükleyemezsiniz. Kur'an sadece talak hükümlerine delalet etmekte, Allah adına açıklayıcı olan Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de onun helalini, haramını beyan etmektedir. Başta da söylediğimiz gibi Kur'an'ın zahiri bizimledir. Yüce Allah, zifaf gerçekleşmiş kadınlar için bedelsiz bain talakı meşru kılmamıştır. Eğer son talakı da kullanmışsa, ancak o zaman ayrılık sözkonusudur. İşte Allah'ın Kitabı önümüzdedir. Sizin delil olarak kullandığınız en büyük şey Kur'an'ın mutlak ifadeleridir. Halbuki onları sünnet takyid etmiş; şartlarını, hükümlerini açıklamıştır.

 

"Lianda bulunan kişi, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) huzurunda karısını üç talakla boşamıştlr." şeklindeki istidlalinize gelince, bu son derece sahih bir hadistir. Fakat, beka ve devamı maksut olan nikah konusunda, tek bir kelime ile üç talakın birden verilmesinin cevazına bu hadisi delil kullanmanız o derecede de uzaktır. Sonra bu hadisi delil olarak kullanan kimse, lianda ayrılık sadece kocanın Handa bulunması ile gerçekleşir görüşünde ise -ki İmam Şafii böyle düşünmektedir-, veya hakim aralarını ayırmasa bile her ikisinin de birden lianda bulunmalarından sonra gerçekleşir diyorsa -bir rivayette İmam Ahmed gibi-; bu takdirde bu hadisin delil olarak kullanılması batıldır. Çünkü bu durumda verilen üç talak havada kalır ve bir mana ifade etmez. Eğer ayrılığı hakimin tefrikine bağlı kılanlardan ise, bu takdirde de hadisi delil olarak kullanması sahih olmaz. Çünkü bu nikahın beka ve devamına artık imkan kalmamış, aksine izalesi vacip ve ebedi haramlık sözkonusu olmuştur. İşte bu sırada verilen üç talak, Handan gözetilen maksadı te'kid ve takrir etmek durumundadır. Zira üç talak nihayet, kadım başka bir koca ile evlenmedikçe artık kendisine haram kılarken, Handan doğan ayrılık onu kocaya ebedi olarak haram kılmaktadır. Dolayısıyla icbari olarak ebedi haramlığa yüz tutmuş bir nikah içerisinde verilen talakın geçerli olmasından; mevcut, beka ve devamı maksut olan bir nikah içerisinde verilen talakın da nafiz (geçerli) olması gerekmez. Bu yüzdendir ki, bu durumda kadını, hayız veya lohusa iken ya da cima bulunan temizlik süresi içerisindeyken boşamış olsa, asi olmazdı. Çünkü bu nikahın ebedi haramlık üzere izalesi istenmektedir.

 

Hem şuna şaşıyoruz ki, siz bu talak üzerine varid olan Hz. Peygamber'in takririne yapışıyorsunuz, fakat Han yapanın haricinde, üç talakla boşayanlara tepki gösterip, onlara kızmasına, bu yaptıklarının Allah'ın kitabı ile oynamak olduğunu ifadesine hiç dönüp bakmıyorsunuz. Halbuki bu ikrarla, bu tepki (münker bulma) arasında ne kadar fark vardır! Allah'a hamdederiz ki, biz her ikisi yanında da varız, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ikrar buyurduklarını biz de kabul ediyoruz. O'nun tepki gösterdiklerine biz de tepki gösteriyoruz.

 

Hz. Aişe hadisi ile istidlalinize gelince; ki hadis şöyleydi: Bir adam karısını üç talak boşamıştı Kadın evlendi (ve hemen boşandı). Hz. Peygamber'e: "O, ilk kocasına helal olur mu?'* diye soruldu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Balçığından tatmadıkça hayır!" cevabını verdi. Bu hadis hakkında size bir diyeceğimiz yok. Evet bu (şer'i tahlilde) ikinci kocanın sadece akid kıyması ile iktifa edip "zifaf" şartı aramayanlara karşı iyi bir delildir. Fakat hadiste üç talakı aynı ağızda verdiğine dair sarahat nerde? Hatta hadisin bizim için bir delil olduğunu bile söyleyebiliriz. Zira, " = Onu üç (defa) yaptı.", " =Üç (defa) dedi." gibi ifadeler, ancak o şeyi birbiri arkasınca üç kere yapan ya da söyleyenler için kullanılır. Arapça ve diğer bütün dillerde makul olan da budur. Nitekim; " = Ona üç defa iftira etti.", " = Ona üç defa sövdü.", " = Ona üç defa selam verdi." denilir. (Ve bunlar bu şeylerin birbiri arkasınca üç kez ayrı ayrı yapıldığına delalet eder.)

 

Fatıma bt. Kays hadisi ile istidlalinize gerçekten şaşmamak elde değil! Zira siz, bu hadiste son derece sarih olan, te'vil kabul etmeyen kısmının gereğine muhalefet ediyor, sıhhat ve açıklığına karşı koyacak bir delil olmamasına rağmen bain talakla boşanan kadının nafaka ve giyecek hakkının düşmesi kısmına bakmıyor; hadisin mücmel kısmına yapışıyorsunuz. Hatta bu mücmelliğin açıklanması, sizin o hadise tutunmanızı imkansız kılacak biçimdedir. Çünkü, " = Onu üç (defa veya talak) boşadı." sözü, bu talakların aynı anda verildiği hususunda açık değildir. Nitekim az önce geçti. Nasıl olabilir ki, Sahih'de, Zühri'den rivayet edilen aynı Fatıma bt. Kays hadisinde Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den, "Kocasının, kendisine geri kalan bir talakı ile (geri evlenmek için) haberci gönderdiğinden" bahsedilmektedir. Sahih*teki başka bir rivayette: "Kocasının onu üç talakın sonuncusu ile boşadığı" ifadesi mevcut tur. Bu, güneş gibi sahih ve muttasıl bir senede sahiptir. Dolayısıyla bunu bırakıp da mücmel lafıza nasıl yapışabilirsiniz? Görüldüğü üzere bu hadis de aleyhinize bir hüccettir.

 

Abdürrezzak'ın rivayet ettiği Ubade b. es-Samit hadisi ile istidlalinize gelince, o hadis son derece düşük bir haberdir. Çünkü senedinde Yahya b. Ali - Ubeydullah b. Velid el-Vassafi - İbrahim b. Ubeydullah vardır. Bunlar sırasıyla zayıf, halik ve meçhul ravilerdir. Sonra bu hadisin yalan ve batıl olduğuna şu husus da delalet etmektedir: Sağlam, sakat; muttasıl, munkatı hiçbir haberde Ubade b. es-Samit'in babasının İslam'a yetiştiğinden bahsedilmemektedir. Ya dedesinin durumu nasıl olur!? Onun müslümanlığa yetişmesi hiç kuşkusuz ki muhaldir.

 

Abdullah b. Ömer hadisine gelince, şüphesiz onun aslı sahihtir. Ancak sonundaki: "Ya Rasulallah! Şayet onu üç talalrboşamış olsaydım o bana helal olur muydu?" şeklindeki ilave kısım, sadece Şuayb b. Züreyk'ın rivayetinden gelmiştir. O Şamlı*dır. Bazıları onun ismini tersine çevirerek Züreyk b. Şuayb diyorlar. Her nasıl olursa olsun o zayıftır. Sahih olsa bile onda bir delil olacak durum yoktur. Çünkü, " = Şayet onu üç (talak) boşamış olsaydım." sözü, = Şayet üç ikrarda bulunsam, üç selam versem." sözleri mertebesindedir. Üç talakın birden verilmesi manası çıkmaz.

 

Ebu Davud'un rivayet ettiği; Rükane'nin, karısını "elbette" kaydı ile boşadığı ve Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine sadece bir talak kasdedip etmediğine dair yemin verdirmesi şeklindeki Nafi' b. Uceyr hadisini ele alıyoruz. Bu, asla hali bilinmeyen, kim ve ne olduğu belli olmayan Nafi' b. Uceyr'in, İbn Cüreyc - Ma'mer - Abdullah b. Tavus - Ebu's-Sahba silsilesine takdimine şaşmamak elde değildir. Ehl-i hadisin imamı Muhammed b. İsmail el-Buhari, bu hadiste "muztariplik" bulunduğuna şahitlik etmiştir. Tirmizi, el-Cami'de bunu böylece zikretmiştir. Başka bir yerde de yine ondan bahsederek hadisin muztarib olduğunu söylemiştir. Hadiste bazan: "Üç talak boşadı", bazan "bir talak", bazan da "elbette kaydı ile boşadı" şeklindeki ifadeler çelişkilidir. İmam Ahmed, "Bu hadisin bütün senedleri zayıftır." demiştir. Hadisi Buhari'nin de zayıf bulduğunu, Münziri kendisinden nakletmiştir.

 

Sonra, rivayet açısından muztarib ve meçhul olan bu hadis, nasıl olur da, sırf Ebu Rafi'in oğullarından birinin cehaleti sebebiyle Abdürrezzak'ın rivayet ettiği İbn Cüreyc hadisine tercih edilebilir? Ebu Rafi'in oğulları tabiindendir. Her ne kadar bunlar içerisinde er meşhur olanı Ubeydullah ise de, öbürleri hakkında herhangi bir yalancılıkla itham sözkonusu değildir. İbn Cüreyc ondan rivayet etmiştir. Meçhulün, rivayetini kabul eden veya, "Adil ravinin meçhul raviden rivayeti onu ta'dil sayılır." diyen için bu hadis hüccet olur. Ama onu zayıf bulup, kendi ayarında veya daha da aşağı mertebede meçhul olan bir rivayeti onun önüne almaya gelince; bu asla olamaz. Nihayet durum, bu iki meçhul ravinin rivayetlerinin düşmesini gerektirir ve başka delil aramaya gidilir. Bunu yaptığımızda, Sa'd b. İbrahim hadisine bakar ve onun sahih bir isnada sahip olduğunu görürüz. Muhammed b. İshak'ın, seneddeki: "Bana Davud b. el-Husayn tahdis etti." ifadesi ile tedlis şüphesi de kalmamıştır. Nitekim İmam Ahmed, bu isnadla çeşitli yerlerde ihticacda bulunmuştur. Bizzat o ve daha başkaları aynen bu isnadla rivayet edilen: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zeyneb'i, kocası Ebu'l-As b. er-Rebi'e, ilk nikahla geri verdi, yeni bir şey yapmadı. " hadisini sahih kabul etmişlerdir.

 

Davud b. el-Husayn'ın İkrime'den rivayetlerine gelince, öteden beri imamlar onunla ihticacda bulunagelmişlerdir. Araya bahsinde, hakkında şüphe edilen ve beş vesk veya daha az bir miktarla takdiri konusunda kesin kanaat getirilemeyen bir konuda onu delii olarak kullanmışlardır. Halbuki bu, yaş hurmaları kuru hurmalar karşılığında satmayı yasaklayan hadislere terslik arzetmektedir. Buna rağmen onunla ihticaca gitmişlerdir. O zaman sizin görüşünüz doğrultusunda rivayet etmemekten başka, suçu nedir ki, öbürlerini kabul ediyor, bunu etmiyorsunuz? Eğer İkrime hakkında da söz söyleyecek olursanız -belki onu da yaparsınız- o zaman içinden çıkamayacağınız bir çelişkiye düşersiniz. Zira hem siz hem de büyük hadis imamları onun rivayetiyle ihticacta bulunmakta, hadisini Sahih'me almak suretiyle Buhari onu kabullendiğini ortaya koymaktadır.

 

Ebu's-Sahba hadisi konusunda girdiğiniz sarp çıkmaz yollara gelince; bunlardan hiçbirisi doğru değildir.

 

Birinci yol, bu hadisi sadece Müslim'in rivayet edip Buhari'nin eserine almaması şeklindeydi. Bunun özrü kabahatinden büyük! Müslim'in, Buhari'den ayrılmış olması hadise bir zarar vermez. Sonra siz veya herhangi biri, bunu Müslim'in Buharı'den ayrılıp ya!nız başına rivayet ettiği her hadis için kabul ediyor musunuz? Buhari: "Kitabıma almadığım her hadis batıldır veya hüccet değildir veya zayıftır." diye bir söz asla söyledi mi? Nice defalardır Buharı, Sahih'inde hiç adı geçmeyen, Sahih'in dışında kalan hadislerle ihticacta bulunmuş, nice kereler Sahih dışında kalan hadisleri sahih bulmuştur.

 

İbn Abbas'tan gelen diğer rivayetlerin ona muhalefetine gelince, şüphe yoktur ki İbn Abbas'tan iki sahih rivayet bulunmaktadır ve bu kesindir. Birincisi bu hadise uymakta, diğeri ise muhalefet etmektedir. Bu iki rivayeti karşılaştırdığımızda hadis salim olarak -Allah'a hamdolsun- ortada ayakta kalır. İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadise muhalefet ettiğine dair rivayetler ittifak halinde ise, ona bu konuda örnekler yok değildir. O ravisinin muhalefet ettiği ilk hadis değildir. Size soruyoruz: Sizce asıl olan şahabının rivayetini mi esas almaktır, yoksa onun şahsi görüşünü mü? Eğer "rivayetini esas almaktır" derseniz, -ki bu çoğunluğunuzun hatta ümmetin çoğunluğunun görüşüdür- o zaman bizi cevap külfetinden kurtarmış olursunuz. Eğer, "Esas olan görüşünü almaktır." derseniz o zaman içinden asla çıkamayacağınız, içinde bulunduğunuz çelişkinizi size gösteririz. Özellikle de bizzat İbn Abbas'tan gelen rivayetler konusunda. Zira o Berire hadisini ve onun muhayyer bırakıl (lığını, satışının talak olmadığını rivayet etmiş, buna rağmen farklı düşünmüş ve cariyenin satışının aynı zamanda onun talakı olduğunu benimsemiştir. Siz de -isabetli olarak- onun rivayetini aldınız ve görüşünü terkettiniz. Bu konuda da aynı şeyi yapsaydınız ve: "Rivayet masumdur (hatasızdır), sahabinin kavli ise masum değildir. Rivayet ettiği şeye muhalefeti çeşitli şeylerden kaynaklanabilir: Unutabilir, te'vilde bulunur, kendince daha ağır basan başka bir delile ters düşebilir, mensuh veya tahsis görmüş olduğuna inanır vb... Bütün bu ihtimaller mümkün iken, onun rivayetinin terki nasıl caiz olabilir? Bu kesin bilinen bir şeyin, zandan hatta, meçhulden dolayı terkinden başka bir şey olur mu?" deseydiniz ya! Ebu Hureyre, köpek yalamasından dolayı kapların yedi defa yıkanması hadisini rivayet etmiş ve aksine fetva vermişti. Siz ise rivayetini almış ve fetvasını bırakmıştınız. Şayet şahabının rivayetini alıp fetvasını terkettiğiniz konuları araştırıp ortaya koyacak olsak çok uzardı.

 

Hadisin neshi iddianıza gelince, bunun tutarlı olabilmesi için sonraki tarihli güçlü bir karşı delilin olması gerekir. O da nerde?!

 

İbn Abbas'tan nakledilen, "üç talaktan sonra ric'atta bulunmanın neshi" ile ilgili İkrime hadisi, sahih olsa bile bunda size bir delil bulunmamaktadır. Çünkü bu hadiste: "Kişi karısını sayısız kere boşar ve ric'atta bulunurdu. Bu neshedildi ve üçe hasredildi. Üçüncüde ric'at kesilir." denilmektedir. Bunda bir ağızdan çıkan üç talakla ilzam nerede? Sonra nasıl olur da, mensuh hüküm -kadınların helalliği ile ilgili en önemli hükümlerden biri olduğu halde- Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Hz. Ebu Bekir devirleri boyunca ve Hz. Ömer devrinin de ilk yıllarına kadar sürer gider de ümmetin ondan haberi olmaz. Bu olacak bir şey mi? Sonra Ömer nasıl olur da: "İnsanlar teenni ile davranır oldukları bir hususta acele etmeye başladılar." diyebilir? Acaba mensuh bir hükümde herhangi bir şekilde, ümmet için teenni sözkonusu olur mu? Sonra, sahih hadise; senedinde zayıflığı herkesçe malum olan Ali b. el-Hüseyin b. Vakıd'in bulunduğu bu hadisle nasıl karşı çıkılabilir?

 

Boşayan kimsenin, "Sen boşsun! Sen boşsun! Sen boşsun!" şeklinde söylemesi ve bundan maksadının da ilk boşsun sözünün tekidi olduğu şeklindeki te'vilinizi, hadisin akışı baştan sonra reddetmektedir. Zira sizin hadisi yorumladığınız durum ne Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefatı ile değişir, ne de O'nun ve halifelerinin devirlerinde farklılık arzeder. Kıyamete kadar da hep öyle devam eder. Eğer bir kimse böyle bir ifadede tekit kasdında bulunmuşsa onun salih ya da facir; doğru ya da yalancı olduğu şeklinde bir ayırıma gidilmez. Niyeti ne ise ona hamledilir. Aynı şekilde hükümde kişinin kasdını kabul etmeyen de mutlak olarak kabul etmez. İster kişi salih olsun, ister facir; fark etmez.

 

Yİne Hz. Ömer'in: "İnsanlar, teenni ile davranır oldukları bir hususta acele etmeye ve düşkünlük göstermeye başladılar. Keşke onu aleyhlerine geçerli saysak." sözü, onun şunu bildirmesi demektir: Allah bir genişlik olmak üzere insanlara lutufta bulunmuş, onlara acıyarak, nfk ve teennili olarak talakı zaman içinde birini diğerinden sonra verilmek üzere meşru kılmış, böylece boşayanın pişman olmamasını, ilk çırpıda sevgilisinin elinden çıkmamasını, telafisi zor bir şeye fırsat verilmemesini amaçlamıştır. Onlara mühlet tanımış ve teennili davranmalarını istemiştir ki, bu mühlet içerisinde boşayan kimse aklım başına toplasın, hoşnutsuzluk sebebi ortadan kalksın, ayrılığa sebep olan şiddet, öfke hali geçsin ve iyilikle tefcrar birbirlerine dönsünler. Fakat onlar Allah'ın bu iradesinin aksine, kendilerinden teenni ile davranmaları istenen bu konuda acelecilik göstermeye ve üç talak hakkını bir çırpıda kullanmaya başladılar. Hz. Ömer de, onlara bir ceza olsun diye, kendi üstlendikleri bu tasarrufları ile ilzam edilmelerini uygun gördü: Boşayan kimse, karısının, can yoldaşının, üç talakı birden vermesi sebebiyle ilk andan itibaren artık kendisine haram olacağını bilirse, ondan el çekecek ve izin verilen meşru talaka dönecektir. Bu uygulama Hz. Ömer'in üç talakla boşamanın yaygınlaşması üzerine tebaasına uyguladığı bir te'dib ve terbiye tedbiri mahiyetindedir. Nitekim birazdan onun üç talakla ilzam etmesinde mazur olduğunu ifade sırasında biraz daha üzerinde durulacaktır. Hadisin izahı işte budur. Başka türlü de olamaz. Sizin hadisin lafızları ile asla uyum arzetmeyen, uzak kalan, çelişen hiç de hoş olmayan tevilleriniz bizim bu izahımız yanında anlamsız kalacaktır.

 

Hadisin manası, "Bu gün kişinin üç talak şeklinde verdiği boşama, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında... bir talak ile olurdu." şeklindedir diyenin sözüne gelince, bu te'vil şunu demeye varır: "İnsanlar Hz. Peygamber zamanında tek talakla boşarlardı. Hz. Ömer zamanında üç talakla boşar oldular." Eğer te'vil bu safhaya ulaşacaksa, o te'vil ve ne murad edildiğinin açıklanması değil, bilmece haline koyma ve konuyu saptırma (tahrif) olur. Bu te'vil doğru olamaz. Çünkü insanlar öteden beri hem bir, hem de üç talakla boşuyorlardı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında karılarını üç talakla boşayan adamlar vardı: Kiminin bu üç talakını bire çevirmiştir. Nitekim İkrime'nin İbn Abbas'tan rivayetinde böyledir. Kimini tepki ile karşılamış kızmış ve bunu Allah'ın kitabı ile oynanması şeklinde telakki etmiştir. Fakat onlara ne şekilde hüküm verdiğini bilmiyoruz. Bunlardan birisini, zaten Hanın gerektirdiği haramlığı tekid ettiğinden dolayı sükutla (ikrar) karşılamıştır. Kimisini de, üç talakın sonuncusunu verdiği için, onunla ilzam etmiştir. Bu durumda kalkıp da: "İnsanlar ta Hz. Ömer zamanına kadar bir talakla boşamakta idiler. Sonra onun devrinde üç talak boşadılar." demek doğru olmaz. Böyle olsaydı, Hz. Ömer'in kalkıp da: "İnsanlar teenni ile hareket eder oldukları bir hususta acele etmeye başladılar. Onu aleyhlerine geçerli kabul etsek." demesi doğru olmazdı ve bu söz Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) devri ile kendi devri arasındaki farka hiçbir şekilde uygun düşmezdi. Çünkü üç talak, bu te'viiinize göre, Hz. Ömer devri ve sonrasında geçerli olmuştur.

 

Sonra, hadisin bazı sahih rivayetlerinde şöyledir: "Kişi, karısını üç talakla boşadığında, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) döneminde onu bir talak sayarlardı. "

 

Bir rivayette de şöyledir: "Kişi, zifaftan önce karısını üç talakla boşadığında, Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir devirleri ile Hz. Ömer devrinin ilk yıllarında, onu bir talak sayarlardı. Bunu bilmiyor musun?" diye sormuş, İbn Abbas da: "Evet! Kişi zifaftan önce karısını üç talakla boşadığında Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Hz. Ebu Bekir devirleri ile, Hz. Ömer devrinin ilk yıllarında onu bir talak sayarlardı, insanların üç talaka düşkünlük gösterdiklerini görünce -Hz. Ömer'i kasdediyor-: 'Onu aleyhlerine geçerli sayınız!' dedi." demiştir. İşte hadisin lafzı. Hem de en sahih bir isnadla. Bu hadisin zikrettiğiniz te'vile asla tahammülü yoktur. Ne var ki bütün bu te'viller, delilleri mezhebe tabi kılanların çabalarıdır. Önce inanmış, sonra inancına deliller aramıştır. Mezhebi delillere tabi kılan ve istidlalde bulunan, sonra da deliller doğrultusunda inanan kimseler bu tür işleri yapamazlar.

 

"Hadiste üçü bir sayanın ne bizzat Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) olduğuna, ne onun meseleden haberi bulunduğuna, ne de ikrarda (onay) bulunduğuna dair bir sarahat yoktur." diyenlerin sözüne cevaba gelince; fesübhanallah! Allah'ın dinini ve şeriatını değiştirmeye, kadını kendisine haram olana helal, helal olana da haram kılmaya varan böylesi gayr-ı meşru bir (üç talakı bir) sayma işinin Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve insanların en hayırlı nesli ashab devri boyunca devam edip gitmesi, ashabın onu yapması fakat Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu bildirmemeleri, üzerine vahiy inip dururken O'mın da olanlardan habersiz kalması ve onların gayr-ı meşru hallerine ses çıkarmaması büyük bir bühtan değil midir? Haydi farzedelim ki, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bilmiyordu. Ashab da onu biliyorlar, Allah'ın dinini, şeriatını değiştiriyorlardı. Allah bunu bilip dururken Rasulü'ne vahiyle durumu bildirmiyor ve sonunda Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu minval üzere vefat ediyor ve bu büyük sapıklık, sizce bu apaçık hata bütün Hz. Ebu Bekir'in hilafeti boyunca devam ediyor ve Sıddik ölünceye kadar amel ediliyor, değiştirilmiyor. Bu katmerli hata ve sapıklık bir süre Hz. Ömer devrinde de devam ediyor, sonra o kendi re'yi ile insanları doğru olanla ilzam etme neticesine ulaşıyor. Ashabın, Hz. Peygamber ve halifeleri devrindeki uygulamayı bilmeme hususunda bundan daha kötü bir şey olabilir mi? Allah'a yemin ederim ki, üç talakın bir sayılması kesin bir hata olsa, bu sizin irtikab ettiğiniz hata, işlediğiniz te'vil cinayeti karşısında çok daha hafif kalırdı. Eğer konuyu olduğu gibi bırakmış olsaydınız; kendi başına, şu getirdiğiniz delil ve verdiğiniz cevaplardan daha güçlü ayakta dururdu.

 

Bu konuda hesaplaşma; ne mutaassıb bir mukallidin, ne cumhurdan korkan, ne de, doğru kendi tarafında olduğu halde bile yalnız kalmaktan ürken birinin huzurunda olmaz. Bu konuda hakem kılınacak ve huzurunda hesaplaşılacak kimse ancak ve ancak ilimde yüksek payeye erişen, yed-i tula sahibi, şüphe ile delil arasını ayıran, hükümleri bizzat Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aydınlık penceresinden alan, mertebeleri bilen ve oradaki görevlerini yerine getiren, kalbi, şeriatın sırlarına ve yüce hikmetlerine açılmış, şer'i hükümlerin içerdiği açık gizli mashahatlara vakıf olmuş, bu gibi zor meselelerin ta derinliklerine dalmış ve her iki tarafın da delillerine hakkıyla vakıf olmuş kimse olacaktır. Kendisinden yegane yardım istenen Allah'tır ve ancak O'na güvenilir.

 

"Hadisler ihtilaf ettiğinde, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabının üzerinde bulundukları şeylere iltifat ederiz." sözünüze gelince; evet, vallahi, haydin İslam'ın bu öncülerine, bu iman cemaatine hep birden sarılalım. Şair şöyle diyor:

 

"Bana onlardan sonra, yerlerini dolduracak kimseler arama Çünkü, kalbim onlardan başkalarıyla razı olur sanma."

 

Ancak bizi bir şeye davet edip de ondan ilk kaçan ve muhalefet eden kimselerin siz olması asla yakışık almaz.

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geride yüz bin sahabi bırakarak vefat etmişti. Bunların hepsi de onu görmüş, ondan işitmişlerdi. Bunların hepsinden veya onda birinden veya onda birin onda birinden, hatta onda birinin onda birinin onda birinden, bir ağızdan verilen üç talakın bağlayıcılığı görüşünde oldukları sahih olarak bilinseydi ya! Siz bütün çabalarınızı ortaya koysanız, bu konuda ashabın ihtilaflı olmalarına rağmen, onlardan iddianızı benimseyen yirmi kişi bulamazsınız. İbn Abbas'tan iki görüş de sahih olarak nakledilmiştir. İbn Mes'ud'un üç talakın bağlayıcılığım benimsediği gibi tevakkuf edip, kesin bir karar belirtmediği de rivayet edilmiştir. Eğer biz, kendi devirlerinde üç talakın bir sayıldığını benimseyen sahabelerin çokluğuyla övünüp, onları saymak isteseydik, onların kendilerinden bunun aksi rivayet edilen kimselerin kaç katına ulaştıkları görülürdü. Hz. Ömer devrinin ilk yıllarına kadar yaşamış ve ölmüş her sahabi bizim görüşümüz üzeredir. Ashabın öncüsü, en hayırlısı ve üstünü (Ebu Bekir), devrinde yaşayan diğer sahabilerle birlikte iddiamızı isbat için yeterlidirler. Hatta biz istesek şöyle de diyebiliriz ve doğru da olurdu: Üç talakın bir sayılması eski bir icma* idi. Sıddık devrinde iki kişinin bile ihtilafı yoktu. Ancak icma edenlerin asrı henüz son bulmamıştı ki, ortaya ihtilaf çıktı. İlk icma henüz yerleşemeden sahabe iki görüşe ayrıldı ve ihtilaf ümmet arasında zamanımıza kadar sürüp geldi. Sonra biz şunu söylüyoruz: Hz. Ömer, kendinden önce geçenlerin icma'ına muhalefet etmedi. Aksine, onun haram olduğunu bile bile yaptıkları ve düşkünlük gösterdikleri için üç talakın bağlayıcılığını onlara bir ceza olarak uygun gördü. Kuşkusuz devlet başkanının, insanların bir konuda Allah'ın ruhsatını ve kolaylaştırmasını kabul etmeyip, şiddet ve zorluğu tercih etmeleri durumunda, kendi üstlerine yüklendikleri aleyhte tasarruflarını onlara bağlayıcı sayma yetkisi bulunmaktadır. Bu böyle olunca, mü'minlerin emiri Hz. Ömer gibi ümmet üzerinde son derece titreyen, onların ahlaki seviyelerini yükseltmeye çalışan bir halife için, böyle bir cezai tedbire başvurmak çok yerinde olacaktır. Cezalar zaman ve şahısların değişikliği ile, üzerine ceza tertip edilecek fiilin haramlığının bilinip bilinmemesi imkanına göre farklılık arzederler. Hz. Ömer, onlara "Bu Allah'ın Rasulündedir." dememiştir. O sadece bu kararda ümipeti, üç talakı birden verme davranışına koşuşmaktan alıkoyacağına inandığı bir maslahat görmüştür, bu yüzden de "Keşke onu aleyhlerine yürürlüğe koysak" başka bir rivayette: "Onu aleyhlerine onaylayın, geçerli kabul edin!" demiştir. Görülmez mi ki, bu, Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nakledilen bir haber değildir, sadece Hz. Ömer'in maslahat gereği ulaştığı bir görüştür. Hz. Ömer (r.a.) şunu görmüştür: Teenni ile hareket ve ruhsat (mühlet), Allah tarafından boşayana tanınmış bir nimettir. Ona merhametin bir neticesidir, bir lutuftur. Buna rağmen o, bu nimeti tekmelemiş, Allah'ın ruhsatını ve kendisi için kıldığı teennili hareket tarzını kabul etmemiştir. Bunu müşahede eden Hz. Ömer kişi ile bu nimetler arasına geçmek, kendi ihtiyarıyla üstlendiği şiddet ve aceleci tavrıyla kendisini ilzam etmek suretiyle onu cezalandırmak istemiştir. Bu şer'i kaidelere uygundur. Hatta Allah'ın yaratış hikmetine bile hem ölçü, hem de teşri' bakımından muvafıktır. Zira Yüce Allah, insanlar hadlerini aşıp da sınır tanımadıklarında, sınırı muhafaza edenler için koyduğu çıkış yollarını, onlara daraltmaktadır. Nitekim, karısını üç talakla boşayan kimseye "Eğer sen Allah'tan sakınsaydm, o sana mutlaka bir çıkış yolu kılardı." diye cevap veren sahabi, aynı espriye işaret etmiş olmaktadır. Nitekim İbn Mes'ud ve İbn Abbas böyle söylemişlerdir. Mü'minlerin emiri ve beraberindeki sahabilerin bakış açısı da budur. Yoksa haşa o, Allah'ın hükmünün değiştirilmesine rıza göstermiş ve helali harama çevirmiş değildir. İşte nasslarla, Hz. Ömer ve beraberindeki sahabilerin yaptıkları arasını en güzel bulma yolu budur. Siz ise, ancak bu iki taraftan birisini iiga etmek suretiyle işin içinden çıkmak istiyorsunuz.

 

Buraya kadar arzettiklerimiz bu zor ve son derece karışık konu ile ilgili her iki grubun da ulaşabildikleri son noktalardır. Tevfik Allah'tandır.

 

 

3. Karısını İki Talakla Boşayan Köle Azad Edildiğinde Şer'i Tahli Olmadıkça Karısı Kendisine Helal Olur mu?

 

Sünen sahipleri rivayet ederler: Nevfeloğulları'nın azadlısı Ebu'l-Hasan, İbn Abbas'tan şu konuda fetva talebinde bulunur: Bir köle var; nikahı altında bulunan köle hanımını boşuyor. Bundan sonra her ikisi de azad ediliyorlar. Acaba koca, boşadığı karısına talip olabilir mi? (Yoksa şer'i tahlil (hülle) mi gerekir)?

 

İbn Abbas: "Evet (talip olabilir); Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu şekilde hükümde bulundu." diye cevap verdi.

 

Başka bir rivayette İbn Abbas: "Sana geriye bir talak kalmıştır. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böylece hükmetti." demiştir.

 

İmam Ahmed, Abdürrezzak'tan nakletmiştir: İbnü'l-Mübarek, Ma'mer'e: "Bu Ebu'l-Hasan da kim? Gerçekten çok büyük bir kaya yüklenmiştir!" dedi. Münziri: Bu Ebu'l-Hasan, hayır ve iyi haliyle anılmış bir kimsedir. Ebu Zür'a er-Razi ve Ebu Hatim er-Razi, onun sika olduğunu söylemiştir. Şu kadar var ki, ondan rivayet eden Ömer b. Muattib'tir. Ali b. el-Medini onun hakkında: "Onun hadisleri münkerdir.", Nesai de: "O sağlam değildir." demiştir.

 

Zevce nikahı altında iken, köle koca azad edilirse, üç talakın üçüne de sahip olur. Eğer iki talakla boşamış iken azad edilirse, bu durumda fukahanın dört görüşü bulunmaktadır:

 

1- Boşanmış kadın hür olsun köle olsun, yeni bir koca ile evlenmedikçe artık kendisine helal olmaz. Bu İmam Şafi'i'nin ve iki rivayetten birinde İmam Ahmed'in görüşüdür. Bu görüş, talakta itibarın kocaya olduğu esasına dayanır. Kölenin ancak iki talak hakkı vardır. İsterse karısı hür olsun.

 

2- Başka bir koca ile evlenme şartı aranmaksızın, üzerine yeni bir akit akdetme yetkisine sahiptir. Nitekim bu Ömer b. Muattib hadisi, buna delalet etmektedir. Bu görüş de, iki rivayetten diğerinde İmam Ahmed'e aittir. Aynı zamanda İbn Abbas'ın görüşüdür. Şafiilerin imamlarına nisbet ettikleri iki vecihten biri de bu doğrultudadır. Bu görüşte fıkhi bir incelik vardır: Zira boşadığı karısı, kölelikten kaynaklanan noksanlığından dolayı iki talakla haram olmuştu. Kadın henüz iddet içindeyken, koca azad edilince noksanlık ortadan kalkmış ve üç talak malikiyetin sebebi vücuda gelmiş oldu. Nikahın hükümleri de henüz baki olduğundan, onun üzerinde üçüncü talak hakkına da sahip olmuş olur. Böylece ric'at hakkı doğar. Eğer iddetin bitiminden sonra azad edilmişse, kadın kendisinden ayrı düşmüş olur. Fakat ikinci bir koca ile evlenme ve zifaf şartı aranmaksızın (yeni bir nikahla ve tek talak hakkı ile) kendisine helal olur. Bu görüş kıyasa uzak değildir.

 

3- İddeti içerisinde rücu hakkı vardır. İddet bittikten sonra da ikinci bir evlilik ve zifaf olmaksızın tekrar evlenebilirler. Bütün Zahiri'lerin görüşü böyledir. Çünkü onlara göre talak konusunda hür ve köle eşittir.

 

Süfyan b. Uyeyne; Amr b. Dinar - İbn Abbas'ın azadlısı Ebu Ma'bed - İbn Abbas senediyle rivayet eder: ibn Abbas'ın bir kölesi, karısını iki talak boşamıştı. İbn Abbas ona rücu etmesini emrettiyse de o yanaşmadı. İbn Abbas: "Haydi, o senindir! Mülkiyet yoluyla onu helal kıl." dedi.

 

4- Eğer karısı hür ise, köle kocanın üç talak hakkı vardır. Eğer cariye ise iki talak hakkı olduğundan ikinci bir evlilik ve zifaf olmadıkça artık kendisine helal olmaz. Bu da Ebu Hanife'nin görüşüdür.

 

Bu konu selef ve halef ulemasının dört görüş olmak Üzere ihtilaf ettikleri bir yerdir:

 

Birinci görüş: Köle ve hürün talakı eşittir. Bütün zahiriler bu görüştedir.

 

Bunu onlardan İbn Hazm nakletmiştir. Bunlar, talak konusunda varid olan nassların umumi oluşu, mutlak bulunuşu ve hür-köle arasında bir ayırıma yer vermeyişi, böyle bir ayırım hakkında icma bulunmayışı gibi hususlarla görüşlerini delillendirmeye çalışmışlardır. ibn Abbas'ın, bir kölesine cariye olan karısını iki talakla boşamasına rağmen ona ric'atte bulunmasını emrettiği sahih olarak bilinmektedir. ibn Abbas'tan yapılan bu nakil hakkında incelemede bulunmak gerekir. Çünkü Abdürrezzak, ibn Cüreyc - Amr b. Dinar - Ebu Ma'bed senediyle şöyle rivayet ediyor: ibn Abbas'a ait bir köle ve yine ibn Abbas'a ait bir cariye vardı. Bunlar evliydiler. Köle, cariye hanımını boşadı ve bain kıldı. ibn Abbas ona: "Senin talak hakkın yok. Ona rücu et!" dedi.

 

Abdürrezzak, Ma'mer - Simak b. el-Fadl senediyle rivayet eder: Köle ibn Ömer'e sordu; o "Başını vursalar da, ona rücu etme." dedi.

 

Bu fetvanın dayanağı şudur: Kölenin talakı, nikahta olduğu gibi, efendinin elindedir. Nitekim Abdurrahman b. Mehdi, Sevri - Abdülkerim el-Cezeri - Ata senediyle ibn Abbas'ın: "Kölenin ne talakı, ne de ayrılığı bir şey değildir." dediğini rivayet eder.

 

Abdürrezzak, İbn Cüreyc - Ebu'z-Zübeyr senediyle nakleder: Ebu'z-Zübeyr, Cabir b. Abdillah'ı cariye ve köle hakkında: "Efendileri aralarını birleştirir ve ayırır." derken işitir. Bu, Ebu'ş-Şa'sa'nın kavlidir. Şabi şöyle demiştir: "Medine uleması, efendiden izin almadan kölenin boşayamayacağı görüşündedirler." İbn Abbas'ın yaklaşımı işte budur. Yoksa, 'Nikahı altında cariye bulunduğunda kölenin talakı üçtür.' şeklinde bir görüşe sahip değildir. Bu görüşte olan hiçbir sahabinin varlığını bilmiyoruz.

 

İkinci görüş: Eşlerden hangisi köle olursa olsun, talak onun köleliği sebebiyle ikidir. Nitekim Hammad b. Seleme, Abdullah b. Ömer - Nafi' senediyle İbn Ömer'in: "Hür, cariyeyi iki talakta boşar. (Boşanan cariye) iki hayız müddeti iddet bekler. Köle, hür kadını iki talakla boşar. (Boşanan hür kadın) üç hayız süresi iddet bekler." dediğini rivayet eder. Osman el-Betti bu görüştedir.

 

Üçüncü görüş: Talakta itibar kocalaradır. Dolayısıyla hür koca, üç talaka maliktir, isterse karısı cariye olsun. Köle koca da iki talaka sahiptir, isterse karısı hür olsun. Bu görüş de İmam Şafii, Malik ve ifadelerinden anlaşıldığına göre imam Ahmed'e aittir. Ashaptan Zeyd b. Sabit, Aişe ve Ümmü Seleme validelerimiz, Osman b. Affan, Abdullah b. Abbas da bu görüştedirler. Ayrıca el-Kasım, Salim, Ebu Seleme, Ömer b. Abdülaziz, Yahya b. Said, Rebia, Ebu'z-Zinad, Süleyman b. Yesar, Amr b. Şuayb, İbnü'l-Müseyyeb, Ata gibi simalar da hep bu görüşü benimsemişlerdir.

 

Dördüncü görüş: Talakta itibar, iddette olduğu gibi, kadınlaradır. Nitekim Şu'be, Eş'as b. Sevvar - Şa'bi - Mesrük silsilesiyle İbn Mes'ud'un: "Sünnet; talak ve iddette kadınlara itibar şeklindedir." dediğini rivayet eder.

 

Abdürrezzak, Muhammed b. Yahya ve başkaları - İsa - Şa'bi senediyle on iki sahabiden: "Talak ve iddette itibar kadınlaradır." dediklerini rivayet etmiştir. Hadisin lafzı bu. Bu, Hasan, İbn Sirin, Katade, İbrahim, Şa'bi, İkrime, Mücahid, Sevri, Hasan b. Hayy, Ebu Hanife ve arkadaşlarının görüşleridir.

 

"Bu konuda Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hükmü nedir?" denilirse, bunun cevabını Ebu Davud vermiştir: Muhammed b. Mes'ud - Ebu Asim - İbn Cüreyc - Mezahir b. Eşlem - Kasım b. Muhammed - Aişe senediyle Hz. Peygamber'den nakledilir: "Cariyenin boşanması iki talakladır. İddeti de İki hayızdır."

 

Zekeriyya b. Yahya es-Saci ise, Muhammed b. İsmail b. Semüre el-Ahmesi - Ömer b. Şebib el-Müsli - Abdullah b. İsa - Atıyye - İbn Ömer silsilesiyle Hz. Peygamber'in: (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Cariyenin talakı ikidir. İddeti de iki hayizdır." buyurduğunu rivayet eder.

 

Abdürrezzak, İbn Cüreyc - yazı ile Abdullah b. Ziyad b. Seman - Abdullah b. Abdurrahman el-Ensari - Nafi' - Ümmü Seleme validemiz senediyle rivayet eder: Validemizin bir kölesi, hür karısını iki talakla boşar ve Ümmü Seleme Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) fetva ister. Peygamberimiz: "Başka bir koca ile evlenmedikçe artık ona haram olmuştur." buyurur.

 

Daha önce Ömer b. Muattib - Ebu Hasan - İbn Abbas senediyle rivayet edilen hadis geçmişti. Sağlamıyla, çürüğü ile rivayet edilen bu dört hadisten başka Hz. Peygamber'den mevcut başka bir nakil bilinmemektedir.

 

Birinci hadisi ele alalım: Ebu Davud: "O meçhul bir ravinin hadisidir." der. Tirmizi: "Garib bir hadistir. Sadece Mezahir b. Eşlem yoluyla biliyoruz. Mezahir ilim dünyasında sadece bir hadisle ismi duyulan bir kimsedir." der. Ebu'l-Kasim b. Asakir el-Etrafında bu hadisi zikrettikten sonra şöyle der: "Üsame b. Zeyd b. Eşlem babasından rivayet eder: Babasının yanında oturuyorken, Emir'in habercisi gelir ve kendisinin Kasım b. Muhammed'le Salim b. Abdullah'a bunu sorduğunu ve onların: Bu (mu?). Gerçekten bu ne Allah'ın kitabında, ne de Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetinde vardır. Ancak Öteden beri müslümanlar onunla amel etmişlerdir, dediklerini haber verir." Hafız (İbn Hacer) şöyle der: "Bu, merfu hadisin mahfuz olmadığına delalet eder." Ebu Asim en-NebiI: "Mezahir b. Eşlem zayıftır."; Yahya b. Main; "Onun bir değeri yok, üstelik tanınmıyor."; Ebu Hatim er-Razi; "Hadisi münkerdir." demişlerdir. Beyhaki ise: "Eğer sabit olsaydı biz de onunla amel ederdik. Ne var ki biz, adaletini bilmediğimiz bir kimsenin rivayet ettiği hadisi sabit göremeyiz." der.

 

İkinci hadis: Bunda da Ömer b. Şebib el-Müsli var ve o zayıftır. Yine zayıf olan Atıyye bulunmaktadır.

 

Üçüncü hadis: Bunda da yalancı (kezzab) olan İbn Sem'an vardır. Abdullah b. Adurrahman ise meçhuldür.

 

Dördüncü hadis: Bunda da Ömer b. Muattib vardır. Onun hakkında söz geçti.

 

Konuyla ilgili olarak geriye sahabeden gelen haberlerle kıyas kaldı. Ashabdan gelen haberlere (asar) baktığımızda, daha önce de geçtiği gibi onları çelişkili bir halde görüyoruz. Bunların bir kısmı, diğerlerinden üstün değildir. Son olarak geriye kıyas kalıyor. Burda da iki taraf çekişiyor: Boşayan taraf, boşanan taraf. Boşayan tarafına itibar eden: "Talaka malik olan odur ve yetki onun elindedir. Dolayısıyla köle olması durumunda yarıya bölünür. Nitekim köleliği sebebiyle nikahlayabileceği kadınların sayısı, nisabın yarısına inmektedir." diyorlar. Boşanan tarafı gözönünde bulunduranlar ise: *'Talak kadının üzerinde gerçekleşiyor ve ona iddet, haramlık ve bunlara tabi diğer hükümler gerekiyor. Dolayısıyla kadının köle olması durumunda iddete olduğu gibi talak da yarıya bölünür." diyorlar. Kimi iddette olduğu gibi kadının köle olmasıyla yarıya indiriyor, kimi de eşlerden hangisi olursa olsun, birinin köle olmasıyla, yarıya indiriyor. Sanki bunlar her ikisini de gözönünde bulunduruyor ve her iki benzerliği devreye sokuyorlar. Kimisi de tamamlıyor ve üç talak hakkı veriyor. Bu sonuncular bu konuda sabit nass yoktur. Sahabeden nakledilenler ise çelişkilidir. Kıyas da öyle diyorlar ve bunlardan hiç birisine iltifat etmeyerek "ric'i talakın iki defa" olduğunu ifade eden nassların mutlak oluşuna sarılıyorlar. Öyle ya Allah bu nasslarda hür, köle; hür kadın, cariye diye bir ayırıma gitmemiştir. "Rabbin unutkan değildir." Hem sonra, ric'i talakın iki kılınmasını gerektiren hikmet hür için de köle için de aynıdır. Nitekim İmam Malik: "Kölenin hür gibi dört kadın nikahlama hakkı vardır. Çünkü onun buna ihtiyacı hürün ihtiyacı gibidir." demiştir. İmam Şafii ve Ahmed: "ila'da kölenin müddeti, hürün müddeti gibidir. Çünkü her iki durumda da zevcenin göreceği zarar aynıdır." demişlerdir. Ebu Hanife: "Kölenin talakı ile hürün talakı, zevcelerinin hür olmaları durumunda eşittir. Talakla ilgili nassların mutlaklığı, ve onların hürü de, köleyi de kapsamaları bunu gerektirir." demiştir.

 

Ahmed b. Hanbel, -diğer alimlerle birlikte-: "Bütün keffaretlerde kölenin orucu ile hürün orucu aynıdır. Hırsızlık ve içki cezalarında köle ile hürün durumu aynıdır." demiştir.

 

Bunlar devamla şöyle derler: (yukarıdaki nakledilen) bu haberler veya bir kısmı sabit olsaydı, onlara koşmakta bizi asla geçemezdiniz ve onlar üzerinde bize galebe edemezdiniz. Eğer ashabtan gelen haberler çelişkili olmasa, ittifak halinde olsaydı asla onları bırakıp da başka deliller aramazdık. Çünkü hak, onların üzerinde oldukları şeydedir, ötesinde değil. Tevfik Allah'tandır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

C) BOŞAMA YETKİSİ VE ŞER'İ TAHLİL