ZADU’L-MEAD

ALTINCI KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.)

VERDİĞİ HÜKÜMLER, EVLİLİK, ALIM-SATIM

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

D) KARI-KOCA MÜNASEBETLERİ

 

1- Azil Konusundaki Hükmü

2- Emzikli Kadınla Cinsel İlişki (Gıyle) Konusundaki Hükmü

3- Zifaf Hakkı ve Geceleme Nöbetine Riayet ve Bu Konudaki Fıkhı Hükümler

4- Başkasından Hamile Kalan Kadınla Cinsel İlişkide Bulunmak

 

1- Azil Konusundaki Hükmü:

 

Sahihayn'da. Ebu Said şöyle anlatır: Esir kadınlar ele geçirmiştik ve azil (cinsel ilişki sırasında meninin dışarı dökülmesi) yapıyorduk. Bunu Rasulullah'a sorduk. Bize üç defa: "Siz onu gerçekten yapıyor musunuz?" diye sordu ve devamla: "Kıyamete kadar yaratılması mukadder hiçbir can yoktur ki, dünyaya gelmiş olmasın." buyurdu.

 

Sünen'de yine Ebu Said'den rivayet edilir: Bir adam: "Ya Rasulullah! Benim bir cariyem var, ondan azilde bulunuyorum; onun gebe kalmasını istemiyorum. Erkeklerin (bir kadından) istediği şeyi de istiyorum. Yahudiler ise azlin, "ve'd-i hafi" (bir nevi, çocuğun gizlice drri diri gömülmesi) olduğunu söylüyorlar." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yahudiler yalan söylemiş. Eğer Allah onun yaratılmasını dilemişse, sen onu geri çeviremezsin." buyurdu.

 

 Sahihayn'da Cabir'den (r.a): "Biz Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında, Kur'an inip dururken azilde bulunurduk." dediği nakledilir.

 

Yine Cabir (r.a.) Sahih-i Müslim'de şöyle diyor: "Rasulullah zamanında azil yapardık. Bu duyum Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ulaştı. O, bize bunu yasaklamadı. "

 

Yine Müslim, Cabir'den (r.a.) şöyle naklediyor: Bir adam, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sual sordu ve: "Yanımda bir cariyem var, ondan azil yapıyorum." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şüphesiz ki bu hareket, Allah'ın irade ettiği bir şeye mani olamaz." buyurdu. Bilahare o adam gelerek; "Ya Rasulallah! Sana bahsettiğim cariye hamile kaldı." dedi. O zaman Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben, Allah'ın kulu ve Rasulü'yüm!" buyurdu.

 

Yine Müslim'de Üsame b. Zeyd'den rivayet edilir. Bir adam Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi ve: "Ya Rasulallah! Ben karımdan azilde bulunuyorum." dedi. Hz. Peygamber "Bunu niçin yapıyorsun?" diye sordu. Adam: "Kadının çocuğuna (veya çocuklarına) zarar geleceğinden korkuyorum." cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu iş zararlı bir şey olsaydı; İranlılarla, Bizanslılara (Rum) zarar verirdi." buyurdu.

 

imam Ahmed'in Müsned'i ile İbn Mace'nin Sözen'inde Hz. Ömer (r.a.) "Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) izni olmadıkça hür kadından azilde bulunulmasını yasakladı." demiştir.

 

Ebu Davud, Ebu Abdillah - İbn Lehia - Cafer b. Rebia - Zühri - Muharrar b. Ebi Hureyre - Ebu Hureyre senedi ile Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hür bir kadından ancak izni ile azil yapılabilir." buyurduğunu nakletmiş ve sonunda: "Son derece münker bir hadis!" demiştir.

 

Bu hadisler, azlin caiz olduğuna açıkça delalet eder. Bu konuda ruhsat bulunduğu on sahabiden rivayet edilmiştir. Bunlar: Hz. Ali, Sa'd b. Ebi Vakkas, Ebu Eyyub, Zeyd b. Sabit, Cabir, İbn Abbas, Hasan b. Ali, Habbab b. Eret, Ebu Said el-Hudri, İbn Mes*ud'dur. Allah hepsinden razı olsun.

 

İbn Hazm: "Azlin mübahlığı Cabir, İbn Abbas, Sad b. Ebi Vakkas, Zeyd b. Sabit ve İbn Mes'ud'dan (r.anhum) sahih olarak gelmektedir." demiştir. Sahih olan da budur.

 

Bir grup alim ise azli haram kılmıştır. Ebu Muhammed İbn Hazm da bunlardandır.

 

Bir grup da ayırıma giderek, eğer hür kadın izin verirse mubah olur, izin vermezse haram olur. Eğer kadın, cariye ise o takdirde efendisinin izni ile mubah olur; izni olmazsa mubah olmaz. Bu İmam Ahmed'in tasrih ettiği görüşüdür. Onun yolundakilerden bazıları: "Hiçbir şekilde mubah olmaz." derken, bir kısmı da: "Her hal ve şekilde helal olur." demişlerdir. Kimisi de: "Hür olsun köle olsun, kadının izni ile mubah olur. İster hür ister köle olsun, kadının izni yoksa mubah olmaz." demişlerdir.

 

Kayıtsız olarak mubah görenler zikrettiğimiz hadisleri delil olarak kullanmakta ve kadının hakkının balçığından zevk duymada olduğunu, inzalde bir hakkının bulunmadığım söylemektedirler. Kayda bağlamadan mutlak surette haram kılanlar ise, Müslim'in Sahih'inde naklettiği Hz . Aişe hadisini delil olarak kullanmaktadırlar. Şöyle ki: Hz. Aişe, Ukkaşe'nin kız kardeşi Cüdame bt. Vehb'den şöyle naklediyor: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir takım insanların arasındayken yanına vardım. Ona azil konusunu sordular. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de: "O, bir çocuğu diri diri giziice mezara gömmek (ve'd-i hafi)dir, *Diri diri mezara gömülen kız çocuğuna sorulduğu vakit''[Tekvir, 8] ayetinde söz konusu olandır." buyurdu.

 

Azl'in haramlığı görüşünde olanlar şöyle derler: Bu, azlin helalliğini bildiren haberleri nesheden bir delildir. Çünkü bu, asıldan naklediyor. Helalliğini bildiren hadisler ise beraet-i asliye üzere varid olmuşlardır. Şeriatın getirdiği hükümler beraet-i asliyeden (harama, vacibe v.b.) nakledici bir özellik arzeder.

 

Cabir'in, "Kur'an inerken, biz azii yapardık. Eğer yasaklanacak bir şey olsaydı, Kur'an onu yasaklardı." sözüne karşı şöyle denebilir: Evet, kendisine Kur'an inen zat, "O kız çocuğunu küçük yollu diri diri gömmektir." sözü ile onu yasaklamıştır. Diri diri gömmenin her türlüsü haramdır. Nitekim Hasan Basri, Ebu Said el-Hudri hadisinde, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında azilden söz edilince: " = Hayır; onu yapmamalısınız. Çünkü bu ancak bir kaderden ibarettir." (Hadis, "azli terketmekte size bir zarar yoktur" şeklinde de anlaşılabilir.) buyurmasından, bir yasak manası sezinlemiştir. İbn Avn diyor ki: Ben bu hadisi Hasan'a söyledim. Bana: "Vallahi bu söz, tıpkı bir yasaklamaya benziyor." dedi. Azlin haram olduğunu savunanlar, azilde nikahtan beklenen neslin kesintiye uğraması söz konusu olduğunu, kötü bir beraberliğe ve kadın için tam nefsinin arzuladığı sırada duyduğu lezzetin kesilmesine sebep olduğunu ifade ile görüşlerini delillendirmek istemişlerdir.

 

Bunlar devamla şöyle diyorlar: Haramlığından dolayıdır ki, ibn Ömer (r.a.) azil yapmıyordu ve: "Eğer çocuklarımdan birisinin azil yaptığını bilsem, ona ibret olacak bir ceza verirdim." demişti. Hz. Ali (r.a.) azil yapmayı kerih görüyordu, İbn Mes'ud, azil hakkında: "O, küçük yollu kız çocuğunu diri diri gömmektir." demişti. Ebu Ümame'ye sorulduğunda, "Onu yapan bir müslüman görmüş değilim." demişti. Nafi\ Hz. Ömer'in azil yüzünden bazı çocuklarını dövdüğünü belirtir. Said b. el-Müseyyeb: "Hz. Ömer ve Hz. Osman azil yapmayı menederlerdi." demiştir.

 

Serdedilen bu delillerin, bütün sarahat ve sıhhati ortada olan azli mubah kılan hadisler ile çelişmesi sözkonusu değildir. Cüdame bt. Vehb hadisini ele alalım. Her ne kadar Müslim rivayet etmişse de, onun hilafına pekçok hadis bulunmaktadır. Ebu Davud; Musa b. İsmail - Eban ve Yahya - Abdurrahman b. Sevban ve Rifaa - Ebu Said el-Hudri senedi ile şunu nakleder: Bir adam: "Ya Rasulallah! Benim bir cariyem var. Ben ondan azilde bulunuyorum. Onun gebe kalmasını istemiyorum. Erkeklerin (bir kadından) istediği şeyi de istiyorum. Yahudiler ise azlin "ved'i hafi" (çocuğun gizlice diri diri gömülmesi) olduğunu söylüyorlar." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yahudiler yalan söylemiş. Eğer Allah onun yaratılmasını dilemişse, sen onu geri çeviremezsin." buyurdu. Sıhhat bakımından işte bu isnad kafidir. Ravilerinin hepsi de sika ve hafız. Bazıları hadisin muztarib olduğunu söyleyerek cerhine gitmek istemişlerdir. Çünkü hadiste Yahya b. Ebi Kesir üzerinde ihtilaf vardır. Bazıları Yahya b. Ebi Kesir - Muhammed b. Abdurrahman b. Sevban - Cabir kanalıyla gelmiştir, demişlerdir. Hadisi bu senedle Tirmizi ve Nesai tahric etmişlerdir. Bazıları: Ebu Muti' b. Rifa'a'dan, bazıları: Ebu Rifaa'dan, diğer bazıları da: Ebu Seleme - Ebu Hureyre'den nakledilmiştir, demişlerdir. Bu durum hadise bir zarar vermez. Çünkü bu hadis Yahya katında hem Muhammed b. Abdurrahman - Cabir senediyle hem İbn Sevban - Ebu Seleme - Ebu Hureyre senediyle hem de İbn Sevban - Rifaa - Ebu Said senediyle sabit olmuş olabilir. Geriye Ebu Rifaa'nın ismi hakkında ihtilaf kalıyor. Ebu Rafi'mi, İbn Rifaa mı, yoksa Ebu Muti mi? Bu durum ise Rifaa'nın durumu belli olduğu için bir zarar vermez.

 

Cabir hadisinin, azil yapmanın caiz olduğu konusunda açık ve sahih olduğunda bir kuşku yoktur. İmam Şafii (r.a.): "Biz Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından pek çok kimsenin, bu konuya ruhsat verdikleri ve azil yapmakta bir sakınca görmedikleri konusundaki rivayetlerini biliyoruz." demiştir. Beyhaki: "Azil hakkında ruhsat rivayetlerini Sa'd b. Ebi Vakkas, Ebu Eyyub el-Ensari, Zeyd b. Sabit, ibn Abbas vb. gibi ashabtan naklediyoruz." der. Bu, aynı zamanda İmam Malik, Şafii ve Küfe alimleriyle ilim adamlarından çoğunluğun görüşüdür.

 

Cüdame hadisi hakkında: "Tenzihen sakınmak gereğini bildirmek içir varid olmuştur." diyenler olduğu gibi, bazıları da onu zayıf bulmuş ve: "Nasıl olur da Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) azil konusunda yahudileri tekzip eder, sonrE da onların sözlerini söyler? Bunun muhal olduğu apaçık ortadadır." demişlerdir. Bir başka grup buna itiraz etmiş ve: "Yahudileri tekzib hadisi muzta ribtir. Cüdame hadisi ise Sahih'de rivayet edilmiştir." demiştir.

 

İki hadisin arasını bulmaya çalışanlar da olmuş ve şöyle demişlerdir: Ya hudiler: 'Azil yapıldığında asla çocuk olmaz' diyorlardı; Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları bu konuda yalanladı. Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem), "Eğer Allah onu yarat mayı dilemişse, sen onu geri çeviremezsin." sözü de buna delalet eder. "O ve'd-i hafi'dir, (çocuğu diri diri gizlice gömmektir)." sözüne gelince, azil he ne kadar gebeliğe tümden mani değil ise de -cinsel ilişkiyi terketme gibi- azalmasında etkilidir.

 

Bir başka grup daha çıkmış ve: "Her iki hadis de sahihtir. Ancak haram kılan hadis, öbürünü neshetmektedir." demişlerdir. Bu da İbn Hazm vb.'nin yoludur. Bunlar şöyle delil getiriyorlar: "Çünkü tahrim hadisi, (hükmü) asıldan (haramlığa) nakilde bulunmaktadır. Hükümler, haram kılınmadan önce asli ibaha üzere olurlar." Bunların bu nesih iddiası, iki hadisten birisinin diğerinden daha sonra varid olduğunu açıklayacak kesin bir tarih belirlemesine muhtaçtır. O da nerede! Şunu da biliyoruz ki, Hz. Ömer ve Hz. Ali cenin üzerinden yedi devre geçmedikçe itlafı durumunda "mev'ude" (diri diri toprağa gömülmüş) olmayacağında ittifak etmişlerdir. Kadı Ebu Ya'la ve başkaları, Ubeyd b. Rifaa - babası yoluyla şöyle anlatıyorlar: Hz. Ömer'in ya nında, Rasülullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından bir grupla birlikte Hz. Ali, Zübeyr ve Sa'd toplandılar ve azil hakkında tartıştılar ve: "Azilde bir sakınca yoktur'' dediler. Bir adam: "Onun, 'küçük mev'ude (diri diri gömülen kız)' olduğunu sananlar vardır." dedi. Bunun üzerine Hz. Ali: "Üzerinden yedi devre geçmedikçe "mev'ude" olmaz. Önce çamurdan bir öz, sonra nutfe, sonra kan pıhtısı (alaka), sonra bir çiğnem et (mudga), sonra kemik, sonra et, sonra da bambaşka bir yaratılış (şekillenme) devreleri." dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Doğru söyledin. Allah sana uzun ömürler versin." diye onu tasdik etti. "Uzun ömürler dileme"nin cevazını benimseyenler, Hz. Ömer'in bu sözüne dayanırlar.

 

Hür kadının izni ile azli caiz görenlere gelince, bunlar da şöyle diyorlar: "Çocukta, erkeğin hakkı olduğu gibi, kadının da hakkı vardır. Bu yüzdendir ki hidane (çocuğun bakımı) konusunda kadının hakkı daha önce gelir." Bunlar, azil hususunda odalık cariyenin iznine itibar edilmeyeceğini söylerler. Çünkü cariyenin nöbet {kasm) hakkı yoktur. Eğer cinsel ilişkide cariyenin bir hakkı olsaydı, efendisinin ila (yaklaşmayacağına yemin) yapması durumunda, kendisinden rücuda bulunması talep edilirdi.

 

Bunlar şöyle diyorlar: Kişinin karısının cariye olması durumunda ise, çocuğunun köle olmasını önlemek amacıyla karısının izni olmaksızın azilde bulunabilir. Ancak cariyenin efendisinin izni önemlidir. Çünkü çocuk üzerindeki hak ona aittir. Dolayısıyla -hür kadında olduğu gibi- azil yapabilmek için efendinin iznine itibar edilir. Hem sonra kadınlığından istifadenin bedeli, hür kadın için sözkonusu olduğu gibi, efendi için de söz konusudur. (Bu yüzden efendinin durumu ile hür kadının durumu arasında benzerlik vardır.) Dolayısıyla azil konusunda efendinin izni, hür kadının izini gibi olur.

 

Ebu Talib'in rivayetinde İmam Ahmed: "Kişi, cariyeyi nikahladığı zaman sahiplerinden (azil hususunda) izin ister. Çünkü onlar çocuk isterler. Hür kadın ise, hak kendisinindir, çocuk ister (bu yüzden azil için izni gerekir). Kendi cariyesine gelince ondan izin istemez." demiştir.

 

Salih, İbn Mansur, Hanbel, Ebu'l-Haris, FadI b. Ziyad ve el-Mervezi rivayetlerinde ise (İmam Ahmed) şöyle diyor: "Hür kadından izni ile azilde bulunur. Cariye -kendi cariyesin-den ise izinsiz azil yapar." İbn Hani'nin rivayetinde ise: "Azilde bulunduğunda ise (eğer olursa) çocuk onundur." Çünkü azil yapmakla beraber yine de çocuk olabilir. Nitekim bazı kimseler: "Çocuğum olmuşsa, ancak azil yapmaktan olmuştur." demişlerdir. el-Mervezi'nin, ünıraii veledden azil yapma konusundaki rivayetinde ise: "Eğer (efendi) isterse; şayet ümmü veled, sana helal olmaz derse, onun buna hakkı yoktur." demiştir.

 

 

2- Emzikli Kadınla Cinsel İlişki (Gıyle) Konusundaki Hükmü:

 

Sahih-i Müslim'de Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur: "Vallahi, gıyleyi yasak etmek içimden geçti. Nihayet Bizanslılar'la, İranlıların bunu yaptıklarını, fakat çocuklanna bir zarar vermediğini hatırladım."

 

Sünen-i Ebi DavucTda ise: Esma bt. Yezid hadisinde: "Çocuklarınızı gizlice öldürmeyiniz. irade ve kudreti ile yaşadığım Allah'a yemin ederim ki, (gıylenin etkisi çocuk büyüdükten sonra bile kendisini gösterir) o ata binen süvariye erişir de onu düşürür, ölümüne sebep olur." Ravi; bundan neyi kasdediyor? dedim. Esma: "Gıyleyi, kişinin emzikli kadını ile ilişkide bulunmasını." dedi.

 

Ben derim ki: Birinci hadis Cüdame bt. Vehb hadisidir. Cüdame hadisi, iki konuyu içermektedir; her ikisinin de muarızı vardır. Hadisin başı, "VAllahi gıyleyi yasak etmek içimden geçti." şeklinde yukarıda geçti. Esma hadisi buna muarızdır. Hadisin sonu ise: "Sonra azilden sordular. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de: O, ve'd-i hafidir (çocuğu gizlice diri diri gömmektir), buyurdu." şeklindedir. Buna da Ebu Said'in, "Yahudiler yalan söylemiş" şeklindeki hadisi muarızdır. Belki, "Çocuklarınızı gizlice öldürmeyiniz." buyruğu buna sebep olunmamasını yasaklamaktadır, denilebilir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gıyleyi, çocuğun öldürülmesine benzetmiştir. Oysa ki, gerçek bir öldürme değildir. Öyle olsaydı, büyük günahlardan olur ve Allah'a sirk koşmakla birlikte zikredilirdi. Hiç şüphe yoktur ki, emzikli kadınlarla ilişkide bulunmak kaçınılmaz bir durumdur. Bir erkeğin, çocuğuna süt verdiği sürece karısına yaklaşmaması sabretmesi mümkün değildir. Eğer onlarla ilişkide bulunmak haram olsaydı, dinden zaruri olarak bilinen, onun açıklanması en önemli olan bir husus olur, ümmet ve en hayırlı nesil (ashab) o konuyu ihmal etmezdi. Oysa ki, gıylenin haram olduğunu açıklayan bir kişi olmamıştır. Bunlardan da anlaşılır ki, Esma hadisi irşad ve çocuğa karşı İhtiyatlı davranmayı, yeni bir hamilelikle fesada uğrayacak sütü emme durumuna maruz kalmamasını öğütlemek içindir. Bu sebepledir ki, Arapların adetine göre, çocuklara analarının dışında süt anne tutulurdu. Hadisteki menden olsa olsa, çocuğa zarar verecek yolların kapatılmasını isteme (sedd-i zeria) anlamı çıkar. Sedd-i zeria babında prensip şudur: Eğer daha üstün bir maslahatla sedd-i zerianın tearuzu sözkonusu olursa, maslahat, zeriaya takdim edilir. Daha önce de tekrar tekrar açıklanmıştı. Allah en iyi bilendir.

 

 

3- Zifaf Hakkı ve Geceleme Nöbetine Riayet ve Bu Konudaki Fıkhı Hükümler:

 

Sahihayn'da. Enes'ten rivayet edilen hadis şöyledir: "Sünnet olan şudur: Bir adam, bakire kızı dul kadının üzerine alırsa onun yanında yedi gece kalir. Sonra sıra ile devam eder. Dulu bakirenin üzerine alırsa yanında üç geçe kalır ve sonra sıra ile devam eder." Ebu Kılabe: "Enes'nvbu hadisi Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ref ettiğini söyleyebilirim." demiştir.

 

Ebu Kılabe'nin bu söylediği, bizzat Enes'ten tasrih edilmiş olarak gelmiştir. Bezzar, MüsnecHnde Eyyub es-Sahtiyani - Ebu Kılabe - Enes silsilesi ile Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bakire için yedi, dul için de üç (geçe) ayırdığını rivayet eder.

 

Sevri de, Eyyub ve Halid el-Hazza - Ebu Kılabe - Enes senediyle Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kişi bakire kızla evlenirse, onun yanında yedi (gece) kalır. Dul ile evlenirse, yanında üç (geçe) kalır." buyurduğunu rivayet eder.

 

Sahih-i Müslim'de Ümmü Seleme'den şöyle anlatılır: Rasulullah kendisi ile evlenip, zifafta bulunup yanında üç gece kaldıktan sonra şöyle demiştir: -"Senin ehlin (kocan) üzerine bir yüklüğün yok. Eğer istersen sana yedi geceyi tamamlarım. Ama senin yanında yedi gece kalırsam, diğer kadınlarımın yanında da yedi gece kalırım." Başka bir rivayette: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çıkmak isteyince elbisesini tuttum. Bana: "Eğer istersen senin yanında daha fazla kalayım ve bunu senin nöbetine (sıra) sayayım. Bakire için yedi, dul için üç gece (zifaf hakkı) vardır.'' buyurdu.

 

Sünen'de Hz. Aişe'den şöyle rivayet edilir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), sıraya uyar (kasm) ve adil davranırdı. Sonra: "Allah'ım! Gücümün yettiği hususlarda benim yapabildiğim taksimat işte budur. Senin malik olduğun, fakat benim elimde olmayan hususlarda (kalbi kastediyor) beni kınama." diye dua ederdi.

 

Sahihayrfda: "Bir sefere çıkmak istediğinde, kadınları arasında kur'a çekerdi. Kur'a hangisine çıkarsa, beraberinde onu götürürdü." rivayeti yer alır.

 

Yine Sam'hayn'da bildirildiğine göre: Hz. Sevde validemiz kendi sırasını Hz. Aişe validemize bağışlamıştı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Aişe'ye hem kendi sırasını, hem de Sevde validemizin sırasını ayırırdı.

 

Sünen*de Hz. Aişe validemiz şöyle anlatıyor: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımları arasında yaptığı paylaştırmada onların yanında eğleşme konusunda bizi birbirimizden üstün tutmazdı. Çok nadir günler dışında hepimizi ziyaret eder, dokunmadan bütün hanımlarına uğrar, sonunda sırası gelen eşinin yanına varır ve geceyi onun yanında geçirirdi."

 

Sahih-i Müslim'de, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bütün eşlerinin, her gece, Hz. Peygamber'in yanına geleceği eşinin evinde toplandıkları belirtilir.

 

Sahihayn'da Hz. Aişe'den rivayet edilir: "Eğer bir kadın, kocasının ge çimsizliğinden (nüşuz), yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse..."[Nisa, 128] ayeti hakkında validemiz: "Bu ayet, uzun süre yanında kaldığı erkeği tarafından boşanmak istenilen kadın hakkında İnmiştir. Kadın: "Beni boşama, yanında tut, bana karşı nafaka ve sırama riayet hakkundan vazgeçiyorum." diyebilir, işte ayetin ikinci kısmındaki, "Anlaşma ile aralarını düzeltmelerinde ikisine de günah yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır." ifadesi de bununla ilgilidir.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) raşid halifesi ve amca oğlu Ali b. Ebi Talib, kişinin cariye üzerine hür kadınla evlenmesi durumunda cariyeye bir gece, hür kadına iki gece ayırması gerektiğine hükmetmiştir. Raşid halifelerinin hükümleri, her ne kadar Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendi hükümlerine eşit değilse de, ümmete vacip olması açısından kendi hükümleri gibidir. Nitekim İmam Ahmed, aynı onuda Hz. Ali'nin (r.a.) bu hükmünü delil olarak kullanmıştır. ibn Hazm, bu haberin Minhal b. Amr ve İbn Ebi Leyla yüzünden zayıf olduğunu söylemişse de, bu bir şey ifade etmez. Çünkü her ikisi de sika, hafız ve kadri yüce insanlardır. Öteden beri alimler, her konuda İbn Ebi Leyla ile ihticacta bulunagelmişler, rivayetlerin sika ravilere muhalif olma ya da herkesten ayrılıp (şaz) tek kalma gibi hususlardan korunabilmesi için onun rivayetlerine vurmuşlar, aksi takdirde o rivayeti güvenilir ve doğru bulmamışlardır.

 

Konu ile ilgili hadisler şu hükümleri içerir:

 

1- Başlangıçta zifaf hakkının vacip olması: Kişi, dul üzerine bakire kızla evlenirse, yanında yedi gece kalır. Sonra aralarında eşit olarak sırayı gözetir. Eğer dul ile evlenirse, onu muhayyer bırakır, isterse yedi gece kalır ve üçten fazlasını sonraki haklarına mahsup eder. İsterse üç gece kalır ve bunu sonraki hakları yerine saymaz. Çoğunluk alimlerin görüşü budur. Re'y ehli imamı ile zahir ehli imamı bu konuda muhalefet etmişler ve: "Yeni hanımın, öncekilerden fazla bir hakkı yoktur. Aralarında eşitliği gözetmek vaciptir." demişlerdir.

 

2- Dul, yedi gün gecelemesini tercih ederse, daha sonra telafi edilir ve üç gün de aleyhine hesap edilir. Ama üç gün gecelemesini tercih ederse, bu üç gün aleyhine hesap edilmez. Bundan şu sonuç çıkar: Bir konuda fazla değil, sadece üç gün için kendisine izin verilen bir kimse, o şeyi üç günden fazla yapsa, o üç gün de, izinsizlik kapsamına girer ve eğer üzerine günah gereken bir şey ise günahkar olur. Bu, Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Muhacirlere, hac menasikini tamamladıktan sonra (Mekke'de) üç gün ikamet etmesi için ruhsat yermesine benzer. Eğer devamlı ikamet ederse, oradaki ikametin tamamı için (ruhsat verilen üç gün de dahil olmak üzere) zemme maruz kalır.

 

3- Sevgi konusunda, eşler arasında eşitlik vacip değildir. Çünkü bu elde olmayan bir iştir. Hz. Aişe, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) en çok sevdiği eşi idi. Bundan, cinsel ilişkide de eşitliğin gerekmeyeceği neticesi çıkarılır. Zira bu da sevgi ve arzuya bağlıdır. O da kalpleri çevirip döndüren Allah'ın elindedir.

 

Bu hususta tafsilat vardır: Eğer koca, bir istek olmadığı ve aletinin uyanmadığı için cinsel ilişkiyi terkediyorsa mazurdur. İstek var, fakat kadının kumasına olan aşın arzusundan dolayı terkediyorsa, bu kendi elinde ve kudretinde bir şeydir. Bu durumda üzerine vacip olan ilişkiyi yerine getirmişse, kadının başka bir hakkı kalmayacağından eşit davranması gerekmez. Eğer vacip olan görevi yerine getirmemişse, kadının kocadan onu yerine getirmesini isteme hakkı vardır.

 

4- Koca, yolculuğa çıkmak istediğinde, kur'a çekmeden eşlerinden birini beraberinde götürmesi caiz değildir.

 

5- Bu durumda, dönüşte yolda geçen günleri, o kadının sırasına sayamaz. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu günleri kadının gelecek sıralarına mahsup etmemişti.

 

Bu konuda üç görüş vardır:

 

a) Kur'a çeksin çekmesin, yolda geçen günleri o kadının sırasına sayamaz. Ebu Hanife ve Malik bu görüştedirler.

 

b) Kur'a çeksin çekinesin, o günleri kadının sırasına sayar. Zahiriler de bu görüştedir.

 

c) Eğer kur'a çekerse saymaz. Kur'a çekmeden birisini götürürse, o günleri onun sırasına sayar. İmam Ahmed ve Şafii'nin görüşleri de böyledir.

 

6- Btr kadın kendi sırasını kumasına bağışlayabilir. Bu durumda koca, geceleme nöbetini kendisine hibe edilen kumadan başkasına tahsis edemez. Eğer zevce, kendi sırasını doğrudan kocasına hibe etmişse, koca onu dilediği hanımına tahsis edebilir. Aralarındaki fark şudur: Gece kadının kendi hakkıdır. Hakkından vazgeçer ve kumasına tahsis ederse, onun için belirlenmiş olur. Kocaya hibesi durumunda ise tayin yoktur. Koca onu istediğine tahsis eder. Hibe edenin nöbeti ile, hibe edilenin nöbeti peşpeşe geliyorsa, ona peşpeşe iki gece ayırır. Eğer peşpeşe gelmiyorsa, acaba günlerin yerini değiştirerek sırasını peşpeşe iki gün şekline getirebilir mi? Bu konuda fukaha iki görüşe ayrılmıştır. Her iki görüş de İmam Ahmed ve Şafii'nin mezhebinde mevcuttur.

 

7- Koca, birisinin gününde bütün kadınlarına uğrayabilir, ancak sırası olmayanla cinsel ilişkide bulunamaz.

 

8- Bütün kadınların, sıra kendisinde olan kumalarının evinde toplanmaları ve uyku saatine kadar sohbet etmeleri, sonra her birinin kendi odasına çekilmesi caizair.

 

9- Kişi karısından usanır ve ondan hoşlanmazsa, veyahut evlilik hukukunu yerine getirmekten aciz kalırsa, onu boşayabilir, ya da muhayyer bırakır: Dilerse kendi yanında ikamete devam eder; ama -artık anlaşmalarına göre- sıra gözetme, cinsel ilişki ve nafaka gibi konularda ya da bunların bir kısmında hakkı bulunmaz. Eğer kadın böyle bir anlaşmaya rıza gösterirse, anlaşma bağlayıcı olur ve daha sonra kadın için talep hakkı kalmaz.

 

Bu Sünnetin ortaya koyduğu, gerektirdiği netice olmaktadır. Doğrusu da budur, başka türlüsü de caiz olmaz. "Kadının hakkı yenilenir ve ne zaman isterse bu anlaşmadan dönebilir." diyenlerin görüşü fasiddir. Çünkü bu anlaşma, bir nevi bedelli akit (muavaza) sayılmaktadır. Allah buna "sulh" ismini vermiştir. Dolayısıyla, diğer hak ve mallar üzerine yapılan sulh anlaşmasının bağlayıcılığı gibi, bu da bağlayıcıdır. Eğer anlaşmadan sonra, kadına hakkını talep imkanı verilecek olursa, bu durumda zarar daha katmerli haline ertelenmiş olur ve asla sulh olmaz. Aksine en yakın düşmanlık sebeplerinden biri olur ki, şeriat böylesi bir durumdan münezzehtir. Hem sonra vaadettiği zaman sözünde durmaması, anlaştığı zaman hıyanet etmesi; kişinin münafıklığının alametlerindendir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uygulaması, bu durumu reddetmektedir.

 

10- Evli cariye kadının hakları, Hz. Ali'nin (r.a.) hükmettiği gibi, hür kadınınkinin yarısı kadardır. Ashabtan buna bir muhalifin bulunduğu bilinmemektedir. Fakihlerin çoğunluğu da bu görüştedir. İmam Malik'ten bir rivayet hariç. Ona göre ikisi de eşittir. Zahiriler de bu görüştedir. Cumhurun görüşü, adaletin gerektirdiği görüştür. Çünkü Allah Teala hür kadınla köle kadını ne talakta, ne iddette, ne hadde (ceza), ne mülkte, ne mirasta, ne hacda, ne gündüz ya da gece koca yanında kalma müddetinde, ne nikahının azimet telakkisinde -çünkü cariye ile evliliği zaruret kabilinden saymıştır- ne nikahlı kadınların adeti hakkında -çünkü köle, iki kadından fazlası ile evlenemez-, evet bütün bunlarda hür kadın ile köle kadım eşit tutmamıştır. Cumhurun görüşü budur. imam Ahmed, müsned olarak Hz. Ömer'den: "Erkek köle iki kadınla evlenir, iki talakla boşar, karısı iki hayız müddeti iddet bekler." dediğini nakletmiş ve bunu delil olarak kullanmıştır. Ebu Bekir Abdülaziz de Hz. Ali'den (r.a.): "Köleye, iki kadından fazlasını nikahlaması helal olmaz." dediğim rivayet etmiştir.

 

İmam Ahmed, senedi ile birlikte Muhammed b. Sirin'den nakleder: Hz Ömer, insanlara: "Köle, kaç kadınla evlenebilir?" diye sordu. Abdurrahman: "İki kadınla! Talakı da ikidir." diye cevap verdi. İşte Ömer, Ali ve Abdurrahman -Allah onlardan razı olsun- (hep aynı fikirde); bu görüşün yaygınlığı, kıyasa uygunluğu ve açıklığı yanında, ashab içerisinde onlara muhalif birisinin olduğu da bilinmemektedir.

 

 

4- Başkasından Hamile Kalan Kadınla Cinsel İlişkide Bulunmak:

 

Sahih-i Müslim*ae Ebu'd-Derda'dan rivayet edilir: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir çadır kapısında hemen hemen doğurmak üzere olan bir kadının yanına uğramış da: "Galiba bu adam bu kadınla cima etmek istiyor." demiş, ashab: "Evet," cevabını vermişlerdi. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Vallahi içimden geldi, bu adama öyle bir lanet edeyim ki, onunla birlikte kabrine girsin! Acaba bu adam çocuğu mirasçı yapmak kendisine helal olmadığı halde, onu nasıl mirasçı yapar. Çocuğu köle gibi kullanmak kendisine helal olmadığı halde onu nasıl hizmetçi olarak kullanır." buyurmuştur.

 

Ebu Muhammed ibn Hazm: "(Başkasından) hamile olan kadınla cinsel ilişkide bulunmanın haramlığı konusunda bu haberden başka sahih haber yoktur." demiştir. Sünen sahipleri, Ebu Said'den (r.a.) Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Evtas esirleri hakkında: "...Hamile olan kadın doğurmadıkça, hamile olmayan kadın bir hayız görmedikçe kendisi ile ilişkide bulunulmaz." buyurduğunu rivayet ederler.

 

Tirmizi de, hasen olduğunu belirttiği: "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kimse, kendi suyu ile, başkasının çocuğunu sulamasın." hadisini rivayet etmiştir.

 

Yine Tirmizi'de Irbaz b. Sariye'den (r.a.): "Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), karınlarındakileri doğurmadıkça, esir edilen kadınlarla cimada bulunmayı haram kıldığı" nakledilmiştir.

 

İlk hadiste geçen, "Acaba bu adam, çocuğu mirasçı yapmak kendisine helal olmadığı halde onu nasıl mirasçı yapar. Onu köle gibi kullanmak kendisine helal olmadığı halde, onu nasıl hizmetçi olarak kullanır." sözü hakkında üstadımız (İbn Teymiyye) şöyle derdi: "Onu nasıl kendisinden miras kalan bir köle yapar da, kendi oğlu olduğu halde onu köle istihdam eder gibi kullanır? Çünkü ilişkide bulunması, çocuğun gelişmesine katkıda bulunur." İmam Ahmed: "Cima çocuğun işitme ve görmesini arttırır." demiştir. Yine İmam, başkasından hamile olan bir cariye satın alıp da onunla doğurmadan önce ilişkide bulunan birisi hakkında; "Çocuk, satın alana ilhak edilmez, ona tabi de olmaz. Aksine onu azad etmesi gerekir. Çünkü çocuğa kendisi de ortak olmuştur. Zira su (meni), çocuğun gelişmesine katkıda bulunur." demiştir. Ebu'd-Derda (r.a.), Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yukarıda naklettiğimiz hadisi rivayet eder. Hadisin manası şudur: Başkasından hamile olan kadınla cima eden kimse, eğer o çocuğu kendi nesebine katar ve mirasına ortak ederse, bu helal olmaz. Çünkü kendi çocuğu değildir. Eğer onu, (köleden doğma olduğu için) köle olarak alır ve istihdam ederse, bu da helal olmaz. Çünkü su (meni) çocuğun gelişiminde etkili olduğu için onun oluşumuna ortak olmuştur.

 

Hadisimizde, hamile bir kadının nikahlanmasının haramlığına açık bir delalet vardır. Gebeliği ister kocadan ister efendisinden olsun, ister şüphe yolu ile veya zina mahsulü olsun farketmez. Bu konuda ihtilaf yoktur. Sadec gebeliğin zina mahsulü olması durumunda yapılan akdin sıhhati konusunda iki görüş bulunmaktadır. Birincisi: Bu tür nikah batıldır. imam Ahmed ve Malik'in görüşü böyledir. İkincisi: Nikah sahihtir. Bu da Ebu Hanife ve Şafii'nin görüşü olmaktadır. Sonra bunlar İhtilaf etmişler ve Ebu Hanife, iddeti bitirinceye kadar (çocuğu doğurana kadar) cinsi münasebette bulunmaktan menetmiştir. İmam Şafu ise mekruh görmüştür. Şafii'nin tabileri ise: "Haram olmaz." demişlerdir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

E) NİKAHTA DENKLİK