ZADU’L-MEAD |
ALTINCI KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.) VERDİĞİ HÜKÜMLER, EVLİLİK, ALIM-SATIM |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
C) EVLENİLMESİ HARAM
KILINAN KADINLAR
1- Evlenilmesi Haram
Kılınan Kadınlar
2- Evlilikte Din Farkı
1- Evlenilmesi Haram
Kılınan Kadınlar:
Allah Teala'nın,
Peygamberinin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) diliyle ev ğı kadınlar şunlardır:
1- Anneler: Allah Teala,
anneleri haram kılmıştır. Bunlar ister baba, ister anne yolu ile olun, kendisi
ile kişi arasında doğurma (annelik) ilişkisi olan kimselerdir. Anneler, yukarıda
doğru kadın ve erkek tarafından olan babalarının, dedelerinin anneleri gibi.
2- Kızlar: Kızları haram
kılmıştır. Bunlar kişiye doğum (Had) yolu ile bağlanan kadınlardır. Kendi
sulbünden olan kızları, kızlarının kızları, oğullarının kızları. Ne kadar aşağı
inerse insin:
3- Kızkardeşler: Her
cihetten öz, anne-baba bir kız kardeşler.
4- Halalar: Bunlar her
cihetten yukarı doğru babaların kız kardeşleridirler.
Amcanın halasına gelince;
eğer amca, baba bir amca ise o zaman onun halası kendi babasının da halasıdır.
Eğer amca, anne bir amca ise, bu takdirde halası kişiye yabancı sayılır,
evlenilmesi haram olan "halalar" kapsamına girmez.
Annenin halasına
gelince; babanın halası gibi annesinin halası da evlenilmesi haram olan
"halalar" kapsamına girer.
5- Teyzeler: Bunlar
annelerin ve yukarı doğru babaların annelerinin kız kardeşleridir.
Halanın teyzesine
gelince; eğer hala baba bir ise, teyzesi yabancıdır. Eğer anne bir hala ise,
teyzesi haramdır. Çünkü o da teyzesi sayılır.
Teyzenin halası; eğer
teyze hala ile bir anneden ise, onun halası yabancı sayılır. Eğer baba bir ise,
bu takdirde teyzenin halası haramdır. Çünkü annenin halası olur.
6- Kardeş kızları: Erkek
kardeşin kızlarını, kız kardeşin kızlarını haram kılmıştır. "Kardeş"
tabiri, her cihetten olan erkek ve kız kardeşi ve aşağı doğru onların kızlarını
içine alır.
7- Süt anne: Süt anneyi
haram kılmıştır. Süt anne tabiri yukarı doğru anne ve baba tarafından olan
anneleri de kapsar. Emziren kadın, çocuğun annesi olunca, sütün sahibi de -ki
kocadır veya cariye ise efendidir- babası olur. Süt babanın babaları da
dedeleri olur. Allah Teala, babaya ait sütü emziren kadının anne oluşunu ifade
etmekle, evleviyet yoluyla sütün sahibinin baba olduğuna dikkat çekmiştir.
Çünkü süt onundur ve onun cinsel ilişkide bulunması neticesinde oluşmuştur. Bu
yüzdendir ki Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) leben-i fahlin (süt
baba) haramlığına hükmetmiştir. Böylece nassla ve nassın işareti ile süt
haramlığının süt anne ve süt babaya geçtiği, emen çocuğun onların bir çocuğu
olduğu, kendilerinin de onun ebeveyni oldukları sabit olmuş olur. Bundan da
ebevyenin erkek ve kız kardeşlerinin süt çocuğunun teyzeleri ve halaları (aynı
zamanda dayıları ve.amcaları) oldukları; oğullarının ve kızlarının süt
çocuğunun kız veya erkek kardeşleri oldukları neticesi zaruri olarak ortaya
çıkar. Yüce Allah "Süt kız kardeşleriniz" (4/22) buyruğu ile, süt
haramlığının, süt ebeveynin erkek ve kız çocuklarına intikal ettiği ve böylece süt
kardeşliğinin oluştuğu gibi, erkek ve kız kardeşlerine de geçeceğine tenbihte
bulunmuştur. Süt ebeveynin dayıları ve teyzeleri, süt çocuğun da dayıları ve
teyzeleri (onların amcaları ve halaları) süt çocuğun da amca ve halalarıdır.
Birincisi nass yoluyla, ikincisi ise nassın işareti iledir. Nitekim haramlığın
anneyi kapsayışı nass yoluyla, babayı kapsayışı ise nassın işareti (tenbihi)
iledir.
Bu (delalet şekilleri),
Kur'an'da mevcut akıllara durgunluk verecek ve şaşmaz bir yoldur, bunlara ancak
Kur'an'ın manasının derinliklerine, delalet yönlerinin enginliklerine
dalabilenler vakıf olabilir. İşte bu noktadan hareketledir ki, Hz. Peygmaber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Nesebten dolayı haram olan her şey, sütten ötürü de
haram olur." diye hükmetmiştir.
Ancak delalet şekli iki
türlüdür: Gizli ve açık. Allah, beyanın tamamlanması, karışıklığın (iltibas)
giderilmesi için her iki delaleti de ümmete müyesser kılmıştır. Ne var ki gizli
delalet şekillerini anlamaktan aciz olanlar, ancak açık ve celi olan delalet
şekillerine vakıf olabilirler.
8- Karılarınızın
anneleri: Buna kadının (hanım) yukarı doğru neseb ya da süt anneleri girer.
Zifaf ister olsun, ister olmasın farketmez. Çünkü zifaf olmasa bile mücerred
nikahla "kanlarınız" ifadesi kapsamına girmektedirler,
9- Üvey kızlar: Allah
Teala, kocalarının yanında kalan ve kendileriyle zifaf vaki olmuş hanımların
(başka kocadan olan) kızlarını da haram kılmıştır. Bunların içerisine üvey
kızlar girdiği gibi kızlarının kızları, oğullarının kızları da girer. Çünkü
bunlar da "rabaib = üvey kızlar" kelimesinin kapsamı içindedirler.
Üvey kızlar haram
kılınırken iki kayıt getirilmiştir: 1) Kocaların yanlarında (bakımları altında)
kalmaları, 2) Anneleri ile gerdeğe girilmiş olması. Zifaf vaki olmadığı sürece
haramlık sabit olmamaktadır. Ayrılık ister ölümle ister talakla olsun,
farketmez. Nassın gereği budur.
Zeyd b. Sabit ve ona
katılanlar ile bir rivayette Ahmed b. Hanbel, üvey kızın haramlığı konusunda:
"Annesinin ölümü, kendisi ile zifafa girilme hükmündedir. Çünkü ölüm,
mehrin ödenmesi, iddet bekleme ve varis olma gibi hükümleri de
gerektirmektedir. Dolayısıyla "zifaf" hükmündedir." demişlerdir.
Cumhur bu görüşe katılmamış ve: "ölen kadınla (anne) zifaf vaki
olmamıştır, dolayısıyla (üvey kız) haram olmaz. Allah, haramlığı zifafa
bağlamış ve zifaf vukubulmadığı zaman haramlığın da olmayacağını açıkça
belirtmiştir." demişlerdir.
Üvey kızın kocanın
yanında, onun bakımında olması kaydına gelince: bu, ihtirazı bir kayıt
değildir. Üvey kızlar genellikle annelerinin, dolayısıyla da kocanın yanında
kalırlar. Bu yüzden de haramlığı için bir şart olarak değil de vakıanın
yansıtılması kabilinden zikredilmiştir: "Çocuklarınızı açlık korkusundan
öldürmeyiniz. "[İsra, 31] ayetindeki kayıt gibidir. (Açlık korkusu kaydı o
zaman bunun yaygın olmasındandır.) Buna göre ayetin anlamı şu şekildedir:
"Genellikle yanınızda kalmakta olan üvey kızlarınız... size haram
kılındı."
Bu kaydın
zikredilmesinde, ayrıca güzel bir fayda da vardır. O da üvey kızların, kocaların
(babalıklarının) yanında kalmalarının caiz olmasıdır. Böylece kocanın üvey
kızını kendisinden uzaklaştırmasının, birlikte yemekten, yolculuğa çıkmaktan,
başbaşa kalmaktan kaçınmasının gerekmeyeceği anlaşılır.
Bazı zahiri alimleri
bunu anlayamamış ve üvey kızın haram olması için kocanın (babalığı) yanında
bulunmasının şart olduğunu söylemiştir.
Allah Teala, kızın haram
olması için annesi ile zifaf vaki olmasını şart koşmuş, karının annesinin
haramlığını ise mutlak olarak zikretmiş ve zifaf şartına bağlamamıştır. Bundan
hareketle sahabe ve daha sonra gelen alimlerin çoğunluğu: "Kız üzerine
akdedilen mücerred nikahla -zifaf, ister olsun ister olmasın-, annesi haram
olur. Anne üzerine akdedilen nikahla ise, zifaf vaki olmadıkça kızı haram olmaz.
Allah'ın kayıtlamadığını (mübhem. bıraktığını) siz de kayıtlamayınız."
demişlerdir.
Bazıları ise '' ...
kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınız" kaydının, birinci ve ikinci
kez zikredilen = kadınlarınız" kelimesinin sıfatı olduğu ve annenin, ancak
kızı ile gerdeğe girilmesi durumunda haram olacağı zehabına kapılmışlardır ki;
kelamın akışı, sıfat ile mevsufu arasına matufun girmiş olması; sıfatı,
açıklanma durumu hariç, muzafa değil de muzaafun ileyhe tahsis etmenin imkansız
oluşu bu görüşü reddeder. Çünkü " = Zeyd'in akıllı kölesine uğradım."
(Akıllı Zeyd'in... değil) denildiğinde, kelimesi Zeyd'in değil " =
köle" kelimesinin sıfatıdır. Karışıklığı önleyecek bir karine bulunmadıkça
bu böyledir. misalinde kelimesi, müennes olduğu için Hind'in sıfatı olduğuna
karinedir. Böyle bir karine yoksa sıfat hep muzaafa tahsis edilir.
ibaresinin; hükmü,
müteallaki, amili farklı farklı olan iki mevsufa tek bir sıfat kılınması
keyfiyeti de bu görüşü reddeden başka bir husustur.
Sonra, sıfatın hemen
önünde bulunan mevsufa tahsisi, bitişik (yakın) oluşundan dolayı daha uygundur.
Komşuluk hakkı, uzağa hamledilmesini zaruri kılan bir durum olmadıkça bunu
gerektirir.
Soru: "Karısı"
olmadığı halde, ilişkide bulunduğu cariyesinin kızını "üvey kız"
kapsamına nereden sokuyorsunuz?
Cevap: Odalık (cariye),
bazan "kişinin kadınları" cümlesine girer. Nitekim "Kadınlarınız
sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın."[Bakara,
223]; "Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size
helal kılındı."[Bakara,
187] "Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin."[Nisa, 22]
ayetlerindeki cariyeler de "kanlar" kelimesinin kapsamı içindedir.
Soru: Bu takdirde
cariyelerin de "Karılarınızın anaları... size haram kılındı."[Nisa,
23] ayeti kapsamına girmesi ve cariyesinin anasının efendisine haram olması
gerekir.
Cevap: Evet! Biz de öyle
söylüyoruz. Eğer cariyesi ile ilişkide bulunursa, cariyenin anası ve kızı
efendiye haram olur.
Soru: Bizzat siz, ananın
haram olması için kız ile zifafa girme şartı yoktur, diyorsunuz, sonra nasıl
oluyor da burada şart koşuyorsunuz?
Cevap: Cariyenin
"kanlarınız" sözünün kapsamına girebilmesi için onunla ilişkide
bulunması şarttır. Çünkü zevce, sadece akitle hanımı olur. Cariye ise öyle
değildir. Onunla ilişkide bulunmadıkça "karıları" kapsamına girmez.
Cinsel ilişkide bulununca karısı olur ve onun anası ve kızı kendisine haram
olur.
Soru: Cariyeyi
muharremat ayetindeki "karılarınız" kapsamına sokuyorsunuz da, niçin
zıhar ve ila ayetlerindeki "kadınları" kapsamına sokmuyorsunuz?
Cevap: Ayetin siyakı ve
sibakı ve işin gerçeği buna mani olmaktadır. Çünkü zıhar, onlara göre talaktı.
Talakın mahalli ise zevcelerdir, cariyeler değildir. Allah zıharın hükmünü
talaktan, keffaretle izale edilen haramlığa nakletmiştir. Yani hükmü nakletmiş,
fakat hükmün mahallini korumuştur. İla'ya gelince, onun mahallinin zevceler
olduğu sarihtir. Zira Allah Teala: "Kadınlarından uzak kalmaya yemin (ila)
edenler için, dört ay beklemek vardır. Eğer (bu müddet içerisinde onlara)
dönerlerse, şüphesiz Allah bolca bağışlayan ve esirgeyendir. Eğer (yeminden
dönmeyip) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, Allah işitir ve
bilir."[Bakara, 226-227] buyurmuş ve böylece mahallin zevceler olduğunu
bildirmiştir.
10- Oğulların helalleri:
Allah Teala, oğulların helallerini de haram kılmıştır. Bunlar oğulların nikahla
ya da mülkiyet yolu ile ilişkide bulundukları kadınlar (eşleri ve
cariyeleredir. Çünkü ayette geçen halile kelimesi "helal kılınmış kadın =
helali" anlamındadır. Bu kelimenin kapsamına kendi oğlunun oğlundan ve
kızından torununun eşleri ve cariyeleri de girer. Ayetteki " = kendi
sulbünüzden olan" kaydı ile, evlatlık yoluyla edinilen oğul (eş ve
cariyesi) bu hükmün kapsamı dışında bırakılmıştır. Kayıt ihtirazıdır. Evlatlığı
hükmünden çıkarmak için zikredilmiştir.
Süt oğulun eşine
gelince, bu konuda dört imam ve onların görüşünde olanlar, bunu da
"Oğullarınızın eş ve cariyeleri" ayetinin kapsamına dahil etmişler,
"kendi sulbünüzden olan" kaydından dola*yı kapsam dışı
tutmamışlardır. Bunlar, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
"Neseb dolayısı ile haram kıldığınızı, sütten ötürü de haram kılınız.
" hadisini delil olarak kullanmışlar ve: "Bu eş ya da cariye, eğer
nesebten dolayı oğulun eş ya da cariyesi olsaydı, haram olurdu. Öyle ise süt
oğulun eşi ya da cariyesi olması durumunda da haram olur. Ayetteki kayıtlama,
sadece evlatlık yoluyla edinilen oğulu kapsam dışına çıkarmak içindir, başkası
için değil." diyerek neseb sebebiyle haram olanın benzerini süt yolu ile
de haram kılmışlardır.
Bu konuda diğerleri
onlara katılmadılar ve: "Süt oğulun eşi ya da cariyesi haram olmaz. Çünkü
o, kendi sulbünden değildir. Ayetteki kayıtlama, evlatlığın eş veya cariyesini
kapsam dışına çıkardığı gibi, süt oğulun eş veya cariyesini de kapsam dışına
çıkarır. Aralarında bir fark yoktur. Bunlar: Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), "Neseb dolayısı ile haram olan, sütten ötürü de haram
olur." hadisine gelince; o bizim en büyük delilimiz ve dayanağımızdır,
derler. Çünkü baba ve oğulların eş ya da cariyelerinin haram olması sıhriyet
(evlilik) yüzündendir, nesebten dolayı değildir. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) süt haramlığım sadece nesebten haram olan benzerlerine
(nazir) hasretmiş, sıhriyetten olan denklerine haramlığı bağlamamıştır. Haram
konularında sadece nassın bulunduğu konularla yetinmek vaciptir.
Yine bunlar şöyle
diyorlar: Süt dolayısı ile haramlık, sıhriyet haramlığı üzerine değil, neseb
haramlığı üzerine bina edilmiştir. Sıhriyet haramlığı, başlıbaşına kaim bir
asıldır. Allah Teala kitabında, süt haramlığına sadece neseb cihetinden temas
etmiş, asla onun haramlığına sıhriyet açısından ne bir nass, ne bir ima ve
işaret, hiçbir şeyle tenbihte (işarette) bulunmamıştır. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de nesebden dolayı haram olanın, sütten ötürü de haram
kılınmasını emir buyurmuştur. Bu emirde, sıhriyet yoluyla haram olanın sütten
dolayı haram olmayacağına irşad ve işaret vardır. Şayet haramlığın, nesebe
hasredilmesini istemiş olmasaydı, o zaman: Nesebten ve sıhriyetten dolayı haram
olanı haram kılınız, buyururdu.
Yine şöyle derler: Süt
emme (radfi) nesebe benzetilmiştir. Bu yüzden de sadece bazı hükümleri
almıştır: Haramlık ve mahremiyet gibi. Ama, miras, nafaka ve diğer neseb
ahkamını almamıştır. Çünkü (rada) süt emme zayıf bir neseptir. Zayıflığı
sebebiyle de neseb ahkamının ancak bazısını almış, diğer hükümlerini yüklenecek
güçte olmamıştır. O, sıhriyetten çok, nesebe benzemektedir. Bu durumda kendi
benzeri ve eşinin hükümlerini üstlenmeden zayıf kalan rada, nasıl olur da
sıhriyet ahkamını da üstelenecek kadar güçlü olabilir?
Sıhriyet ve rada (süt
emme) arasında ise, ne neseb ne de neseb şüphesi, ne cüzilik ne de bağlantılı
hiçbir ilişki yoktur. Diyorlar ki: Şayet sıhriyet haramlığı sabit olsaydı,
Allah ve Rasulü sadra şifa verecek, hüccet getirecek ve mazeret bırakmayacak
şekilde apaçık beyanda bulunurlardı. Beyan Allah'tandır. Tebliğ Rasulü'ne
aittir. Bize de teslim ve kabul düşer. Bu, konuyla ilgili fikir
yürütebileceğimiz son noktadır. Bu konuda kim bir hüccet ele geçirirse, onu
ortaya koysun ve delil olarak sunsun. Bilsin ki biz, hemen boyun eğecek ve ona
yapışacağız. Doğruya muvaffak kılan Allah Teala'dır.
11- Babaların eşleri:
Yüce Allah, babaların nikahladıkları (burada nikah cinsel ilişki anlamındadır)
kadınları da oğullara haram kılmıştır. Bunun kapsamına hem nikah akdi ile olan
eşleri, hem de odalık cariyeleri girer. Yukarı doğru babaların babalarını,
anaların babalarını da içine alır. Ayetteki (...) "Ancak geçmişte olanlar
hariç" ifadesi, yasaklama cümlesinin tüm içeriğinden yani günah ve cezayı
gerektiren haramlıktan istisnadır. Allah Teala, Peygamber ve Kitap aracılığı
ile haramlığı konusunda delil vaz'etmeden önceki cahiliye devri uygulamalarını
bundan istisna etmiştir.
12- Bir nikahta iki kız
kardeşi tutmak: Yüce Allah, iki kız kardeşin bir nikahta toplanmasını haram
kılmıştır. Bu hem nikah akdi, hem de odalık (cariye) edinme yoluyla olmak üzere
her iki türlü toplamayı kapsar. Nitekim haram kılınan diğer kadınlarla ilgili
durum da aynıdır. Bu, sahabe ve daha sonra gelen ulemanın çoğunluğunun
görüşüdür. Doğrusu da budur. Bir grup odalık (cariye) edinme yoluyla birbirine
mahrem olan iki kadının toplanmasının haramlığı konusunda duraksar ve
haramlığı, "Ve onlar ki ırzlarını korurlar; ancak eşleri ve ellerinin
sahip olduğu (cariyeleri) hariç. Doğrusu onlar (bunlarla ilişkilerinden dolayı
da) kınanmazlar." ayetinin umumuna aykırı bulurlar. Bu yüzden Hz. Osman
(r.a.) da: "Onları bir ayet helal kıldı, bir ayet de haram kıldı (ne
diyeceğimizi bilemiyoruz)." demiştir.
Bir rivayette İmam Ahmed:
"Ben, o haramdır demiyorum. Şu kadar var ki, ondan menederiz."
demiştir. İmam Ahmed'in bazı müntesipleri kendisinden bir rivayet olarak onu
mubah kıldığını söylerler. Doğrusu, o mubah kilmamıştır; ancak Hz. Osman gibi
bir sahabinin tevakkuf ettiği bir konuda, teeddüben "haram" sözünü
kullanmamış, aksine "Ondan menederiz." demeyi tercih etmiştir.
Haramlığa kesin
hükmedenler tahrim ayetini birçok yönden tercih etmişlerdir:
1) Tahrim ayetinde zikri
geçen evlenilmesi haram kılınan diğer kadınlar, hem nikah hem de cariyelik
yoluyla haramlığı kapsamaktadır. Bunun ne ayrıcalığı var ki yalnız başına
ötekilerin durumundan farklı olsun. Eğer ibaha ayeti (23/5-6) toplamayı helal
kılacaksa, o zaman odalık cariyesinin anasını, babasının ve oğlunun odalık
cariyelerini de kendisine helal kılmalıdır. Çünkü bunlar arasında hiçbir fark
yoktur. (Hepsi de ayetin umumu içerisine girer.) Oysa ki bu görüşte olan hiçbir
kimse bilinmemektedir.
2) Mülkiyet yolu ile
ibahayı getiren (23/5-6) ayet kesinlikle belli şekillere hastır ve bunda iki
kişi bile ihtilaf etmez. Mesela kişinin süt annesine, onun kızma, kız
kardeşine, halasına, teyzesine sahip olması gibi hatta imam Malik ve Şafii gibi
yakın akrabalık sebebiyle azadı gerekli görmeyenlere göre neseb kız kardeşine,
halasına ve teyzesine sahip olması durumunda bunları " = ellerinizin sahip
olduğu kadınlar" ifadesinin umumuna sokarak kişiye helal olacaklarını
söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla tahsis edilmiş olacağından ayetin
umumunun, akid ya da mülkiyet yolu ile onların haramlığının umumiliğine ters
düşeceği söylenemez, tki kız kardeşin bir nikahta toplanması hükmü de aynıdır.
3) İbaha ayeti, sadece
helallik cihetini ve sebebini açıklamaktadır. Helallik şartlan ve manileri
konularına değinmemektedir. Tahrim ayetinde ise neseb, rada (süt emme) sıhriyet
vb. gibi helallığa mani hallerin açıklanması vardır. Dolayısıyla aralarında
asla tearuz (çelişki) yoktur. Aksi takdirde, helallik şart ve manileri
zikredilen her ayet, helalliği gerektiren delile ters düşerdi ki, bu kesinlikle
batıldır. Bu gibi durumlarda helallik şart ve manilerini zikreden ayetler,
helalliği getiren ayetin sükut geçtiği şart ve manileri için beyan kabul
edilir.
4) Şayet iki kız kardeş
cariyeyi bir arada mülkiyet yolu ile odalık olarak almak caiz olsaydı, köle olan
anne ile kızı da bir arada almak caiz olurdu. Çünkü tahrim ayeti her ikisini de
aynı şekilde kapsamaktadır. Eğer ibaha ayetinin getirdiği mübahlık iki kardeş
cariyeyi kapsıyorsa, anne ile kızını da kapsar.
5) Nihayet Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa,
suyunu iki kız kardeş rahminde toplamasın. " buyurmuştur. Hiç şüphe yoktur
ki, suyun toplanması nikah akdi ile olduğu gibi, mülkiyet yoluyla da olur.
Hadiste mü'minin halinin buna mani olacağı belirtilmiştir.
Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), bir kadını halası veya teyzesi ile aynı nikahta toplamanın
haramlığına da hükmetmiştir. Bu haramlık, iki kız kardeşin bir nikahta
toplanmasının haramlığı aslından alınmıştır. Ancak bu, gizli bir delaletledir.
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haram kıldığı da, aynen Allah'ın
haram kıldığı gibidir. Ancak Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
haram kıldığı, hep Kitab'ın delaletinden istinbat edilmiştir.
Ashab, Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) buyruklarını, Kur'an'dan istinbat etme hususunda son derece
haristiler. Kim kendisini buna verir, kapısını çalar, kalbini ona açar, güçlü
bir sağduyu, zeki bir kalple buna itina gösterirse; sünnetin tamamının
Kur'an'ın tafsili, delalet yönlerinin açıklanması ve Allah'ın ondan muradının
ortaya konması olduğunu görecektir. Bu, ilmin en yüce mertebesidir. Kim buna
ulaşmişsa, Allah'a hamdetsin. Kim de erişememişse, sadece kendisini, himmetini
ve zaafını kınasın.
İki kız kardeşle, bir
kadının halası ya da teyzesi ile bir arada aynı nikahta evliliğin haramlığından
şu neticeye ulaşılır: Aralarında akrabalık olan iki kadından biri erkek
farzedildiğinde birbirlerine nikahları düşmüyorsa, böylesi iki kadının
aralarını nikah ya da odalık yolu ile cem etmek haramdır. Bunun hiçbir
müstesnası da yoktur. Eğer aralarında akrabalık yoksa, aralarını cem etmek
haram değildir. Ancak mekruh olur mu? İki görüş vardır. Bir kadın ile üvey
kızını bir nikahta toplamak gibi. (Aralarında akrabalık yoktur. Ama biri erkek
farzedildiğinde birbirlerine de nikahları, düşmez).
Allah Teala'nın, sözü
edilen haram kadınlarla evliliği ya da odalık edinmeyi haram kılışının genel
kapsamından şu netice de çıkmaktadır: Nikahı haram olan her kadının, mülkiyet
yolu ile de ilişkisi haramdır. Ehl-i kitab cariyeleri bundan hariçtir. Çünkü
alimlerin çoğunluğuna göre, ehi-i kitab cariyeleri ile nikah haramdır. Mülkiyet
ile ilişkisi ise caizdir. Ebu Hanife ise bu iki sini aynı kabul etmiş, mülkiyet
yolu ile ilişkisi caiz olduğu gibi nikahının da caiz olduğunu söylemiştir.
Cumhur, Ebu Hanife'ye
karşı şu şekilde delil getirmiştir: Yüce Allah, "İçinizden inanmış, hür
kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan inanmış
genç kızlarınız (olan cariyeleriniz)den alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi
bilir."[Nisa, 25] ayetinde, cariyelerle nikahlanmanın ancak iman vasfı ile
mubah olacağını beyan buyurmuştur. "Allah'a ortak koşan (müşrik)
kadınlarla, onlar iman edinceye kadar evlenmeyin."[Bakara, 221] ayetinde
de bunu ehl-i kitap hür kadınlarına tahsis etmiştir. Böylece (ehl-i kitap)
cariyeleri haramlık hükmü üzere kalmışlardır. Hz. Ömer (r.a.) ve daha başka
sahabiler ehl-i kitap hanımlarının, bu ayetin kapsamına sokulduklarını
anlamışlardır. Nitekim Hz. Ömer (r.a.): "Bir kadının, 'Mesih benim
ilahımdır.' demesinden daha büyük bir şirk bilmiyorum." demiştir.
Sonra şu da var:
Kadınların kadınlığından istifade konusunda asıl olan; haramlıktır. Sadece
mü'min olan cariyelerin nikahı helal kılınmıştır. Onların dışında kalan diğer
cariyeler ise asli haramlık üzere kalırlar. Onların haram oluşları neticesi
mefhum-ı muhalefet yolu ile de elde edilmemiştir.
Ayetin siyak ve delalet
ettiği hususlardan çıkarılan diğer bir netice de "Haram olan her kadının
kızı da haramdır." Ancak hala, teyze, oğulun eşleri, babanın eslen ve
zevcenin annesi bundan müstesnadır. Bunların kızları haram değildir. Bütün
akrabalar da haramdır. Bundan Ahzab süresinde zikri geçen amca kı/lan. hala
kızları, dayı kızları, teyze kızları olmak üzere don zümre müstesnadır.
13- Evli kadınlar:
Nassın evlenilmesini haram kıldığı kadınlardan biri de evli kadınlardır. Bunlar,
ayette "muhsanat" diye ifade edilmişler ve buyurularak sağ elin malik
olması durumu bundan istisna edilmiştir. Bu istisna, pek çokları için bir
problem teşkil etmiştir. Çünkü evli olan cariyelerle, efendilerinin ilişki
kurması haramdır. Şu halde istisnanın aslı nedir?
Bazıları, istisna
munkatıdır ve demektir, demişlerdir. Buna hem lafzın hem de mananın müsait
olmadığı şeklinde cevap verilmiştir. Lafzen müsait değildir. Çünkü istisna-i
munkatı, istisna-i mufarrağın olduğu yerde olur. Onun şartı da nefy, nehy, ya
da istifhamdan birinin bulunmasıyla müsbet olmamasıdır. Dolayısı ile buradaki
istisnanın yeri, istisna-i münkatı yeri değildir. Mana açısından da müsait
değildir. Çünkü istisna-i munkati'da, müstesna ile müstesna minh arasında,
herhangi bir şekilde müstesnanın ona dahil olacağı tevehhümünü bertaraf edecek
bir bağın (rabıt) bulunması gerekir. Çünkü sen " = Evde kimse yok,"
dediğin zaman, bu evde hayvanları ile, eşyası ile kimsenin bulunmadığını ifade
edersin '* = Evde eşekten veya sacayağından başka hiç kimse yoktur."
dersen, bununla müstesnanın, müstesna minhin hükmüne dahil olacağı tevehhümünü
izale etmiş olursun. Bundan daha açığı "Orada selam hariç hiçbir boş söz
işitmezler."[Meryem, 62] ayetidir. Selamın istisna edilmiş olması, hiçbir
şey işitmeyebilecekleri şeklindeki yanlış anlamayı giderir. Çünkü hiçbir boş
söz işitmemeleri, hiçbir söz işitme imkanının olmamasından da olabilir. Başka
söz işitmelerine rağmen boş söz işitmedikleri anlamına da gelebilir. Evli
kadınların nikahlarının haram kılınmasında, mülkiyet yolu ile cariyelerle
ilişkide bulunulmasının haramlığını tevehhüm ettirecek bir şey yoktur ki onu
istisna yolu ile çıkarsın.
Bazıları da şöyle der:
Hayır, istisna yerindedir. Kişi ne zaman evli cariyeye malik olursa, ona
malikiyeti talak sayılır ve cariye kendisine helal olur. Konu cariyenin satımı,
aynı zamanda onun talakı da sayılır mı, sayılmaz mı konusudur? Bu konuda
sahabenin iki ayrı görüşü vardır: İbn Abbas talak kabul ediyor ve bu ayeti
(4/24) delil getiriyor. Başkaları ise kabul etmiyor ve şöyle diyorlar: Nasıl ki
önceki mülkiyet ittifakla sonradan yapılacak nikahla ters düşmüyor ve bir arada
bulunuyorlarsa, aynı şekilde sonradan ele geçirilen mülkiyet de daha önceden
var olan nikahla çelişmez ve bir arada bulunabilir. Hem sonra Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Berire satıldığı zaman kendisini (nikahı konusunda) muhayyer
bırakmıştı. Eğer satış akdi ile nikah feshedilmiş olsaydı, onu muhayyer
bırakmazdı. Bunlar şöyle devam ediyorlar: Bu hadis İbn Abbas'a karşı bir
delildir. Ravisi de kendisidir. Prensip, sahabinin görüşünü değil, rivayetini
esas almaktır.
Üçüncü bir grup ise
şöyle diyorlar: Evli cariyeyi satın alan eğer kadınsa, nikah feshedilmiş olmaz.
Çünkü alıcı kadın ona, kadınlığından istifade için Üçüncü bir grup ise şöyle
diyorlar: Evli cariyeyi satın alan eğer kadınsa, nikah feshedilmiş olmaz. Çünkü
alıcı kadın ona, kadınlığından istifade için sahip olmamıştır. Ama alıcı
erkekse o zaman nikah feshedilir. Çünkü erkek, onun kadınlığından istifade
amacı ile kendisine malik olmuştur. Mülk mülkiyeti, nikah mülkiyetinden daha
güçlüdür. Mülkiyet nikahı iptal eder, ama aksi olmaz. Bunlar: "Bu takdirde
Berire hadisinde de bir problem sözkonusu olmayacaktır." demişlerdir.
Bir öncekiler bunlara
şöyle cevap vermişlerdir: Alıcı kadın her ne kadar cariyenin kadınlığından
bizzat istifade edemese de, onu başkası ile evlendirmek ve mehrini almak
suretiyle istifade edebilir. Bu da -her ne kadar cariyenin kadınlığından bizzat
kendisi istifade etmiyorsa da- malikiyetinin, erkeğin malikiyeti gibi olmasını
gerektirir.
Bir başka grup; ayetin
esir edilen kadınlara has olduğunu söylemişlerdir. Çünkü esir kadınlar, ele
geçirildiklerinde, istibradan sonra kendilerini elde edenler için helal
olurlar. Evli olmaları farketmez. Şafii'nin ve Hanbeli mezhebinin bir görüşü
böyledir. Sahih olan da budur. Nitekim Müslim, Sahih'inde, Ebu Said
el-Hudri'den şunu nakleder: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Evtas'a
ordu göndermişti. Düşmanla karşılaştılar. Onlarla savaştılar ve yendiler,
esirler ele geçirdiler. Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından
bazıları, esir kadınların kocaları bulunması dolayısıyla onlarla ilişkide
bulunmadan sıkıntı duyuyorlardı. Bunun üzerine Allah: "Kadınlardan evli
olanlar... (size haram kılındı) ancak sağ elinizin malik oldukları
müstesna" (4/24) ayetini indirdi. Ayetin manası: "İddetleri
bittiğinde onlar size helaldir" demektir. "
Bu hüküm, ele geçirilen
esir kadınlarla -kafirlerden kocaları olsa bile- ilişkide bulunmanın mübahlığım
içerir. Bu durum, onların esir edilmekle nikahlarının münfesih bulunduğuna ve karılarının
kendilerine has olmasının ortadan kalktığına delalet eder. Doğrusu da budur.
Çünkü müslümanlar onun hakkının bulunduğu mahalli ve karısının rakabesini elde
etmişlerdir. Böylece onları ele geçirenler, üzerlerinde kocalarından daha çok
hak sahibi olmuşlardır. Bu durumda kadınlığından istifade nasıl haram olur? Bu
görüşe ters düşecek ne bir nass ne de bir kıyas vardır.
İmam Ahmed'in
tabilerinden bazıları, "Esir kadın ile ilişki, sadece tek başına (kocası
ile değil) esir edilmişse mubah olabilir." demişlerdir. Çünkü geride kalan
kafir kocanın bekası meçhuldür. Meçhul ise yok hükmündedir. Dolayısıyla
istibradan sonra ilişkide bulunulması caiz olur. Eğer kocası beraberinde ise
caiz olmaz. Bunlara şu şekilde cevap verilmiştir: Kadın yalnız başına esir edilse
ve kesin olarak bilsek ki darulharpte kocası hayatta, bu durumda siz ilişkinin
helal olacağını söylüyorsunuz (Bu nasıl oluyor?). Buna pek mukni cevap
veremediler. "Asıl olan, nadiri galib olana ilhak etmektir." dediler.
Onlara denir ki: Genel ve galib olan -esir kadınların yalnız başlarına
getirilmeleri durumunda- kocalarının hayatta olmalarıdır. Onların tümden
ölmeleri çok nadirattandır. Sonra onlara şöyle denir: Kocanın kendisi, malları
ele geçirildiği takdirde ele geçirenlerin mülkü olmakta ve dokunulmazlığı
kalkmaktadır. Bu durumda özellikle, karısının üzerindeki hakkının hala
dokunulmaz olmasını gerektiren hususiyet nedir? Halbuki zevce, kocası ve
malları, hepsi kendilerini ele geçirenlerin mülkü olmuşlardır.
Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bu uygulaması, mülkiyet yoluyla putperest cariyelerle
ilişkide bulunmanın caiz olduğuna delalet eder. Çünkü Evtas esirleri ehl-i
kitap değillerdi. İlişkide bulunulmaları konusunda Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), onların müslüman olmalarını şart koşmamış, mani olarak
sadece istibrayı göstermiştir. Onlar yeni müslüman olmuşlarken, bu meselenin
hükmünün kendilerine gizli kalmasına sebep olacak şekilde beyanın ihtiyaç
anından geciktirilmesi mümkün değildir. Sayıları binlerce olan bütün esirlerin,
tek bir cariye geri kalmayacak şekilde tamamının müslüman olmasını var saymak
son derece uzaktır. Çünkü onlar İslam'a zorlanmamışlardır; derhal ve bütün
olarak İslam'a koşmalarını gerektirecek basiret, arzu ve sevgiye de sahip
değillerdi. Gerek sünnetin, gerekse Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
dönemi ve sonrasındaki sahabe tatbikatının gereği hangi dinden olurlarsa
olsunlar cariyelerle ilişkide bulunmanın cevazı şeklindedir. Bu Tavus ve
başkalarının görüşüdür. el-Muğni sahibi de bunu desteklemiş ve delillerini
tercih etmiştir. Muvaffakiyyet Allah'tandır.
Cariyelerle ilişkide
bulunmanın cevazı için müslüman olmalarının şart olmadığına, Tirmizi'nin İrbad
b. Sariye'den rivayet ettiği Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
"Kannlarındakini doğurmadıkça esir kadınlarla ilişkide bulunmayı haram
kıldığı*' hadisidir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), haramlık için
tek bir gaye belirlemiştir. O da çocuğun, doğurulmasıdır. Şayet İslam'a bağlı
olsaydı, onu açıklamak istibra şartını açıklamaktan daha önemli olurdu.
Sünen ve Müsned'at Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'a ve ahiret gününe inanan
bir kimseye, esirlerden bir kadına istibra etmedikçe yaklaşması helal
olmaz." buyurur. "Müslüman olmadıkça" diye buyurmaz.İmam
Ahmed'in rivayeti: "Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, esir
kadınlardan biriyle hayız görmedikçe ilişkide bulunmasın." şeklindedir.
Burada da "Müslüman olmadıkça" diye buyurmamıştır.
Yine Sünen'ue Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Evtas'ta elde edilen esir kadınlar
hakkında: "Hamile olanlar doğurmadıkça, hamile olmayanlar da bir hayız
görmedikçe kendileriyle ilişkide bulunulmaz." buyurmuş, bu hadiste de
"müslüman olmadıkça" dememiştir. Ondan tek bir yerde dahi, esir
kadınlarla ilişki için İslam şartından bahsettiği varid olmamıştır.
2- Evlilikte Din Farkı:
İbn Abbas (r.a.) şöyle
der: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kızı Zeyneb'i (kocası)
Ebu'l-As b. er-Rebi'e ilk nikahı üzere geri vermiştir. Başka bir şey
yapmamıştır. Bunu Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud ve Tirmizi, rivayet etmişlerdir.
Bir rivayetinde: "Altı sene sonra müslüman oldu, yeni bir nikah
yapmadı." şeklindedir. Tirmizi: "İsnadında bir beis yoktur."
demiştir. Başka bir rivayette de: "Zeynep ondan altı sene önce müslüman
olmuştu. Ne şahid tuttu, ne mehir verdi, hiçbir şey yapmadı." şeklindedir.
İbn Abbas (r.a.)
anlatır: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) devrinde bir kadın
müslüman oldu ve evlendi. Kocası, Hz. Peygamber'e geldi ve: "Ya
Rasülallah! Ben müslüman olmuştum ve o benim müslüman olduğumu biliyordu."
dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kadını öteki
kocadan aldı ve ilk kocasına teslim etti. Ebu Davud rivayet etmiştir.
İbn Abbas yine şöyle
der: Bir adam Hz. Peygamber döneminde müslüman olarak geldi. Arkasından karısı
müslüman oldu. Adam: "Ya Rasulallah, o benimle birlikte müslüman
oldu." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de, kadım
kocasına verdi. Tirmizi, hadisin sahih olduğunu söyler.
imam Malik şöyle nakleder:
Ümmü Hakim bt. Haris b. Hişam, Mekke'nin fethi günü müslüman olmuştu. Kocası
İkrime b. Ebu Cehl İslam'a girmedi; kaçtı ve Yemen'e gitti. Ümmü Hakim
arkasından Yemen'e gitti ve onu buldu; İslam'a davet etti, o da müslüman oldu.
Fetih senesinde O'na doğru koştu, üzerinde ridasi yoktu. Hemen biat etti. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları nikahları üzerine bıraktı.
İmam Malik şöyle der:
Bize ulaştığına göre, bir kadının Allah'a ve Resulü'ne hicret etmesi durumunda
kocası kafir olarak küfür diyarında ikamet ediyorsa iddeti henüz bitmeden
müslüman olarak çıkıp gelmezse, hicret, kadınla kocası arasını ayırır.
Bu hadislerden şu
hükümler çıkarılır:
1- Karı-koca birlikte
müslüman olsalar, bunlar eski nikahları üzeredirler, İslam'dan önceki vuku
şekli araştırılmaz. Sahih olarak akdedilip edilmediğine bakılmaz. Ancak akdi
iptal edici unsur hala mevcutça -mesela evlenmişler ve müslüman olmuşlar, ama
hala önceki kocasının iddeti içerisinde olması gibi- üzerinde icma olan ya da
ebedi haramlığı gerektiren bir unsur içeriyorsa -neseb ya da süt emme dolayısı
ile evlenmesi kendisine haram olan bir kadınla evlilik gibi-, aralarını cem
etmesi haram olan kadınlarla bir arada yapılmışsa -iki kız kardeş, beş ve daha
fazla hanım ile evlilik örneğindeki gibi-, işte bu üç şeklin hükümleri
farklıdır. İslam'dan önce yapılmış olmasına bakılmaksızın dikkate alınır ve
gereği yapılır.
2- Kan-koca müslüman
olurlar, fakat aralarında neseb, rada ya da sıhriyetten dolayı mahremiyet bulunursa
veya iki kız kardeşin, teyze ile yeğenin, hala ile yeğenin ve bir nikahta
birleştirilmeleri haram olan daha başka kimselerin aynı nikahta toplanması söz
konusu olursa, icma-i ümmetle araları ayrılır. Şu kadar ki haramlık
namahremlerin tümünden kaynaklanıyorsa dilediğini tutma hususunda koca muhayyer
kılınır. Eğer zevce, kocanın zinadan olma kızı ise cumhura göre araları yine
ayrılır. Eğer koca, nesebin zina ile sabit olacağına inanıyorsa, araları
ittifakla ayrılır. Kadın, bir müslümanın iddeti içerisinde iken birisiyle
evlense ve içlerinden biri müslüman olsa, ittifakla araları ayrılır. Eğer
kafirin iddetini beklerken evlilik olmuşsa, eğer tefrik illeti olarak müfsid
{akdi bozucu) unsurun devamını veya müfsidliği üzerinde icma edilmiş olmasını
alırsak, araları ayrılmaz. Çünkü kafirin iddeti devam etmez. Kafirlerin
nikahlarını iptal eden ve zina ile aynı kefede tutanlara göre kafirin iddeti
yeni nikaha mani değildir.
3- Kadın, akitten önce
işlediği zinadan hamile iken eşlerden biri müslüman olursa, bu durumda da
müfsid unsurun devamı veya müfsidliği üzerinde icma oluşu illetlerini esas
almaya bağlı olarak iki görüş bulunmaktadır.
Akit, velisiz veya
şahitsiz yapılmışsa veya iddet içerisinde yapılmış ve iddet bitmişse, kız
kardeş üzerine kıyılmış fakat ölmüşse, veya beşinci kadına nikah kıyılmış, o da
ölmüşse; bu gibi durumlarda müslüman olan eşler önceki nikahları üzere
bırakılırlar. Yine harbi bir erkek harbi bir kadını zorla ele geçirse ve bunun,
bir nikah olduğuna itikat etseler, sonra da müslüman olsalar, oldukları hal
üzere bırakılırlar.
Yine hadisler, eşlerden
birinin diğerinden önce müslüman olması durumunda, aradaki nikahın -araları
ister hicretle aynisin, ister ayrılmasın- münfesih olmayacağı hükmünü içerir.
Çünkü Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), eşlerden birinin
diğerinden evvel müslüman olması durumunda, aralarındaki nikahı yenilediği asla
bilinmemektedir. Sahabenin müslümanlığı öyle gerçekleşirdi. Kişi karısından
veya karısı kişiden önce müslüman olurdu. Onlardan müslüman olanların,
hiçbirisi eşleriyle aynı anda müslüman olduklarını telaffuz etmemişlerdir. Bu,
hiç olmamıştır. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kızı Zeyneb'i,
Ebu'l-As b. Rebi'e geri vermiştir. Halbuki o, Hudeybiye senesinde müslüman
olmuştur. Oysaki Zeyneb, ilk bi'set anından beri müslümandı. Her ikisinin de
müslüman olması arasında, on sekiz seneden fazla bir müddet vardır.
Ravinin hadisteki
"Zeyneb'İn müslümanlığı ile onun İslam'a girmesi arasında altı sene
vardı." sözünde, bir yanlış anlama vardır. Bununla "Zeyneb'İn hicreti
ile onun müslümanlığı arasında..." demek istemiştir.
"Bu takdirde bu
süre içerisinde iddet biter. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu
durumda nasıl nikahı yenilemez?" şeklindeki bir itiraza şöyle cevap
verilebilir: Müslüman kadınların müşriklere haramlığı hükmü, ancak Hudeybiye
barışından sonra inmiştir. Daha önce böyle bir haramlık yoktu. Dolayısıyla bu
müddet içerisinde, haramlık hükmü henüz meşru olmadığı için nikah feshedilmiş
olmuyordu. Haramlık hükmü inince, Ebu'l-As müslüman oldu. Hz. 'Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de (Zeyneb'i) kendisine geri verdi.
İddete itibar hakkında
ne bir nas ne de icma hiçbir delil yoktur. Hammad b. Seleme - Katade - Said b.
el-Müseyyeb yoluyla Hz. Ali; kafir olan eşlerden birinin müslüman olması
hakkında, "Kadın hicret yurdunda olduğu sürece, kocası onun kadınlığına
(nikahına) en çok malik olandır." demiştir. Süfyan b. Uyeyne - Mutarrif b.
Tarif - Şa'bi senediyle ise Hz. Ali: "Kadın şehrinden çıkmadıkça, kocası
onun üzerinde daha çok hak sahibidir." demiştir." İbn Ebi Şeybe,
Mu'temir b. Süleyman - Ma'mer - Zühri yoluyla şunu zikreder: "Kadın
müslüman olur, kocası olmazsa, aralarını sultan ayırmadıkça onlar nikahları
üzeredirler."
Hadislerde iddetin
itibara alındığına dair hiçbir kayıt yoktur. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) de kadına iddetinin bitip bitmediğini sormazdı. Şüphe yoktur ki,
müslüman olmak yalnız başına bir ayrılık sebebi olsaydı, bu ayrılık ric'i
(dönülebilir) değil, bain (dönüşü nikahla) olurdu. İddetin, nikahın devamı
konusunda herhangi bir etkisi yoktur. İddetin etkisi, kadının başkasıyla
nikahlanmasına engel olmada kendini göstermektedir. Eğer müslüman olmak,
aralarında ayrılığı gerçekleştirseydi, kocanın iddet içerisinde karısı üzerinde
daha fazla hakkı bulunmazdı. (Ayrılık bain olduğu için). Hz. Peygamber'in
uygulamasından anlaşılan şudur: Nikah mevkuftur. Eğer koca, iddet bitmeden önce
müslüman olursa kadın onun zevcesidir. Eğer iddeti sona ererse, kadın artık
istediğine varabilir. Dilerse eski kocasını bekler. Eğer müslüman olursa, yeni
bir nikaha ihtiyaç duyulmadan onun zevcesi olur.
Müslüman olduğundan ötürü
nikahım yenileyen hiçbir kimsenin bulunduğunu bilmiyoruz. Olan şu iki husustan
biri İdi: Ya ayrılıyorlardı ve kadın başkası ile nikahlanıyordu ya da ikisinden
birinin müslüman olması gecikse bile kadın kocasında kalıyordu. Ayrılığın
gerçekleşmesi ya da iddete itibar edilmesine gelince, bu konuda Hz.
Peygamber'in, kendi devrinde pekçok müslüman olanların bulunmasına ve eşlerden
birinin diğerinden önce ya da sonra müslüman olması arasında az ya da çok zaman
geçmesine rağmen, bu ikisinden biri ile hüküm verdiğini bilmiyoruz. Hudeybiye
sulhu ve Fetih sonrasında, Hz. Peygamber'in eşleri, birinin İslamiyet'i kabulü
diğerinden sonra olsa bile nikahları üzerinde bırakması sözkonusu olmasaydı; o
zaman "İslamiyetle, iddete itibar etmeksizin aralarının derhal ayrılmalarına"
hükmederdik. Çünkü Allah Teala: "Bunlar onlara helal değildir. Onlar da
bunlara helal olmazlar... Kafir kadınları nikahınızda
tutmayın."[Mümtahine, 10] buyurmaktadır. Bu durumda İslamiyet, ayrılık
sebebi olur. Ayrılık sebebi olan her şeyi ayrılık takip eder. Süt emme, hulu,
talak gibi. Bu, Hallal, ve arkadaşı Ebu Bekir ile İbnü'l-Münzir ve ibn Hazm'ın
görüşüdür. Hasan, Tavüs, İkrime, Katade, Hakem'in mezhepleri de böyledir. Ibn
Hazm, bunun aynı zamanda Hz. Ömer, Cabir b. Abdillah ve İbn Abbas'a da ait
olduğunu, Hammad b. Zeyd, Hakem b. Uteybe, Said b. Cübeyr, Ömer b. Abdülaziz,
Adiy b. Adiy el-Kindi, Şa'bi ve daha başkalarının da bu görüşle fetva
verdiklerini söyler. Ben de bunun, İmam Ahmed'den nakledilen iki rivayetten
biri olduğunu söylüyorum.
Ancak, "Kafir
kadınları nikahınızda tutmayın. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara
helal değildir." ayetinin üzerine indiği zat (Hz. Peygamber), ayrılığın
hemen gerçekleştirilmesi hükmüne gitmemiştir. İmam Malik, Muvatta'da İbn
Şihab'dan şunu nakleder: "Safvan b. Ümeyye ile, karısı VeIid b. Muğire'nin
kızının müslüman olmaları arasında bir ay kadar zaman vardır. O, Fetih günü
müslüman olmuş, kocası Safvan ise kafir olarak Huneyn ve Taif savaşlarına
katılmış, sonra müslüman olmuştur. Hz. Peygamber aralarını ayırmamış, eski
nikahları ile beraberlikleri devam etmiştir."
İbn Şihab şöyle der:
"Ümmü Hakim, Fetih gününde müslüman olmuştu. Kocası İkrime ise Yemen'e
kaçtı. Karısı onu İslam'a davet etti. O da müslüman oldu ve geldi. Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) biat etti. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) donları nikahları üzere bıraktı." İbn Abdilberr:
"Bu hadisin şöhreti, isnadından daha güçlüdür." demiştir.
Şu da kesin olarak
bilinmektedir: Ebu Süfyan b. Harb fetih sırasında, Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Mekke'ye girmeden önce oradan çıkmış ve müslüman olmuştu.
Karısı Hind ise fetih gerçekleşinceye kadar müslüman olmamıştı. Bunlar da
nikahları üzere kaldılar. Yine Hakim b. Hizam, karısından önce müslüman
olmuştu. Ebu Süfyan b. Haris ile Abdullah b. Ebi Ümeyye fetih senesinde çıkmışlar
ve Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile Ebva'da karşılaşmışlar ve
hanımlarından önce müslüman olmuşlardı. Bunlar da nikahları üzere kaldılar.
Özetle, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), müslüman olanlardan hiç birisinin karısı ile
arasını ayırdığı bilinmemektedir.
Müslüman olanların
nikahlarını yenilemenin gerekliliğini söylemek, son derece yanlıştır ve Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aslı olmayan, bilgisizce söz isnad
etmektir. Eşlerin şehadet kelimesini harfiyen aynı anda ve beraberce söylemiş
olmaları mümkün olamayacağı malumdur. Buna rağmen, O, hiç kimsenin nikahını
yenilememiştir.
Bu görüşü, bazı
tutarsızlıkları içermekle birlikte, ayrılığı iddetin bitmesine bağh (mevkuf)
kılan görüş takip eder. Çünkü bu görüş hakkında munkatı da olsa haberler
bulunmaktadır. Eğer bunlar sahih olsaydı, başka bir görüşe gitmek caiz olmazdı.
İbn Şübrüme şöyle diyor: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
zamanında bazan adam karısından önce, bazan da kadın kocasından önce müslüman
olurdu. İddet bitmeden önce diğerinin müslüman olması durumunda, kadın yine
karısı olurdu. İddet bittikten sonra müslüman olursa, aralarında nikah
kalmazdı."
Konuyla ilgili
Tirmizi'nin sözü, konu başında geçti. İbn Hazm'ın Hz. Ömer'den (r.a.) nakline
gelince, onu nerden naklettiğini bilmiyoruz. Bilindiği kadarıyla Hz. Ömer (r.a.)
aksi görüştedir. Çünkü Hammad b. Seleme - Eyyub ve Katade - İbn Sirin -
Abdullah b. Yezid el-Hatmi senediyle sabittir ki, Hz. Ömer karısı müslüman olan
bir hıristiyan hakkında kadına muhayyerlik vermiş ve dilerse ondan
ayrılabileceğine ve dilerse onun üzerinde kalabileceğine hükmetmiştir. Zaruri
olarak bilinecektir ki, Hz. Ömer (r.a.) kadını, ya müslüman oluncaya kadar onu
beklemesi ve eskiden olduğu gibi yine onun zevcesi olması ya da ondan ayrılması
arasında muhayyer bırakmıştır.
Yine Hz. Ömer hakkında
şu da sahih olarak bilinmektedir: Bir hristiyanın karısı müslüman olmuştu. Hz.
Ömer: "Eğer müslüman olursa kadın karışıdır. Müslüman olmazsa araları
ayrılır." dedi. Adam müslüman olmadı. Araları ayrıldı.
Yine karısı müslüman
olan Ubade b. Nu'man et-Tağlibi'ye Hz. Ömer: "Ya müslüman olursun, ya da
karını senden alır, ayırırız!" demiştir. Adam da yanaşmayınca, karısını
ondan ayırmıştır.
Bu nakiller, ibn Hazm'ın
naklettiği görüşe açıkça muhaliftir. ibn Hazm; Ömer, İbn Abbas ve Cabir'in
İslamiyet sebebiyle eşler arasım ayırdıklarına dair haberlere yapışmıştır.
Bunlar, mücmel haberlerdir ve ayırmanın derhal olduğu konusunda sarih
değillerdir. Bunlar sahih ise bizim Hz. Ömer'den (r.a.) ve Hz. Ali'den (r.a.)
naklettiklerimiz de sahihtir. Muvaffakiyet Allah'tandır.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: