ZADU’L-MEAD

ALTINCI KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.)

VERDİĞİ HÜKÜMLER, EVLİLİK, ALIM-SATIM

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

B) SAHİH OLMAYAN EVLİLİKLER

 

1- Şiğar Nikahı:

2- Hülle Nikahı:

3- Mut'a Nikahı:

4- İhramlının Nikahı:

5- Zinakar Kadınla Evlenme:

6- Dörtten Fazla Kadınla veya İki Kız Kardeşle Evlenme:

7- Hz. Ali'nin Hz. Fatıma Üstüne Evlenmek İstemesi:

 

1- Şiğar Nikahı:

 

Şiğar nikahı, hülle, müt'a nikahı, ihramlı iken evlilik ve zina eden kadının evliliği konularındaki hükmü:

 

Şiğar nikahını yasakladığı, İbn Ömer, Ebu Hureyre ve Muaviye hadislerinden sahih olarak bilinmektedir.

 

Sahih-i Müslim'de ibn Ömer'den merfu olarak "İslam'da şiğar yoktur." rivaye,' vardır. İbn Ömer hadisinde şiğar nikahının tarifi: "Aralarında mehir olmaksızın, bir adamın kendi kızını diğerimin kızı karşılığında ona nikahlamasıdır." şeklinde yapılmıştır.

 

Şiğar, Ebu Hureyre hadisinde: "Bir kimsenin diğerine: *Sen kızını bana ver, ben de kızımı sana vereyim.' veya: 'Sen kızkardeşini bana ver, ben de kızkardeşimi sana vereyim.' demesidir." şeklinde tarif edilmiştir.

 

Muaviye hadisi de şöyledir: Abbas b. Abdullah b. Abbas, kızını Abdurrahman b. Hakem'e nikahlamış; Abdurrahman da kızını ona vermişti. Aralarında mehir de belirlemişlerdi. Muaviye, Mervan'a yazarak aralarını ayırmasını emretti ve: "Bu, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yasakladığı şiğar nikahıdır." dedi.

 

Fakihler, şiğar nikahı konusunda ihtilaf etmişlerdir. İmam Ahmed şöyle demiştir: "Batıl olan şiğar nikahı; kişinin velayeti altındaki kadını, öbürünün velayeti altındaki kadın karşılığında ona nikahlamasıdır. Yasak olan şiğar nikahı kapsamına girmesi için -İbn Ömer hadisine göre-, aralarında mehir olmaması gerekir. Eğer (kadınlara verilmek üzere) aralarında mehir belirtirlerse, İmam Ahmed'e göre akit, belirlenen bu mehirle sahih olur. el-Hıraki ise: "Hayır. Muaviye hadisine göre, mehir belirleseler de sahih olmaz." demiştir. Hanbeli alimlerinden Ebu'l-Berekat İbn Teymiye ve daha başkaları ise: "Eğer mehir belirtirler ve buna rağmen, 'her birinin kadınlığı, diğerinin mehri olsun.' derlerse, akit sahih olmaz. Eğer bunu söylemezlerse sahih olur." demişlerdir.

 

Yasaklamanın gerekçesi konusunda ihtilaf vardır: Bazıları "Akitlerden her birinin diğerinde şart olmasıdır." demişlerdir. Diğer bazıları ise kadınlığına ortak kılma (teşrik fil"bud) ve her birinin kadınlığından istifade etme hususunun diğerine mehir olarak biçilmesidir. Halbuki her ikisi de bundan faydalanamayacak, aksine mehir veliye dönmüş olacaktır. O karısının kadınlığından istifadeye, velayeti altındaki kadının kadınlığını temlik etme karşılığında malik olmuştur. Bu, her iki kadın için de zulümdür ve nikahlarını faydalanacakları bir mehirden hali kılmaktır.

 

Bu mana dil açısından da uygundur. Çünkü Araplar, emirden hali bir memleket için: "beled şagir min emir", sahipleri olmayan bir yurt (ev) için de: "dar şagıra" derler. Köpek ayağını kaldırıp işediğinde "şagara'l-kelb" derler.

 

Eğer bu durumda mehir belirlerlerse asıl mahzur ortadan kalkar ve geride sadece herbirinin diğerine karşı akdi bozmayacak bir şart ileri sürmüş olmaları kalır ki (bunun da bir zararı olmaz.) İmam Ahmed'in ifadesi böyledir.

 

Ayırıma gidenler ise şöyle demişlerdir: "Mehir belirleme yanında 'her birinin kadınlığından istifade keyfiyeti, diğerinin mehri olsun' derlerse, akit fasid olur. Çünkü mehri kendisine dönmez ve kadınlığı hak sahibi olmayana ait bulunur. Eğer böyle söylemezlerse akit sahih olur." İmam Ahmed'in usulüne göre şu netice çıkar: Onlar ne zaman bir şekilde bir akit yapsalar ve bunu dilleri ile söylemeseler de akit sahih olmaz. Çünkü akitlerde muteber olan, maksatlardır, örfen şart koşulan şey, sözlü olarak da şart koşulmuş gibidir. Dolayısıyla bu şartın bulunması, üzerinde anlaşılması ve niyeti ile akit batıl olur. Eğer her biri için emsal mehri belirtilirse, akit sahih olur. Böylece yasağın hikmeti ve konu ile ilgili hadislerin ittifakı ortaya çıkar.

 

 

2- Hülle Nikahı:

 

Hülle nikahına gelince, Müsned ve Tirmizi'de İbn Mes'ud'dan yapılar rivayette, Hz. Peygamber'in, (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hülle yapana da, yapılana da lanet ettiğ belirtilir. Tirmizi, bu hadisin hasen-sahih olduğunu söyler.

 

Müsned'de merfu olarak rivayet edilen Ebu Hureyre hadisinde de; "Allah hülle yapana da, yapılana da lanet eder (veya etsin)." buyrulur. İsnadı hasendir.

 

Yine Müsned'Ğe Hz. Ali'den de aynı rivayet nakledilir.

 

İbn Mace'deki Ukbe b. Amir hadisinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Size iğ reti tekeyi haber vereyim mi?" dedi. Ashab: "Evet (bildir), ya Rasulallah!' dediler. Buyurdu: "Helal kılmak için evlenen kimsedir. Allah buna da, o ko caya da lanet etsin."

 

Bu dört büyük sahabi, Hz, Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hullecilere, hem yapan hem de yapılana lanette bulunduğuna şahitlik etmişlerdir.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hadislerindeki ifadesi ya, Allah'tan bir haberdir ve var olan laneti bildirmektedir, ya da "lanet etsin" şeklinde bedduadır. Bu da (peygamber duası olması hasebiyle) kesinlikle müstecab dir duadır. B hulleciliğin, işleyeni mel'un sayılan büyük günahlardan (kebair) olduğunu ifad eder. Medine alimleri, hadis ehli ve fukahasına göre, hulleciliğin böyle ifad edilerek, karşılıklı, anlaşarak ya da içinde saklanarak (kasıt) yapılması an sında bir fark yoktur. Çünkü akitlerde muteber olan kasıtlardır. Ameller, n yetlere göredir. Tarafların danışıklı olarak üzerinde anlaştıkları bir şart, if; de edilmese bile aynen açıksa söylenmi'ş gibidir. Sözler, o şeylere söylemiş o mak için değil, bir takım manaları göstermek için kullanılır. Mana ve mal satlar açıksa, söylenen sözler dikkate alınmaz. Çünkü sözler, vasıtadır ve (onlarla ulaşılmak istenen) amaçlar gerçekleşmiştir. Şu halde üzerine gerekli hı kümlere de etkisini gösterecektir.

 

 

3- Mut'a Nikahı:

 

Mut'a nikahına gelince, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu Fetih senesinde helal kıldığı sabittir. Yine Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Fetih senesinde onu yasakladığı da sabittir. Mut'a nikahını, Hayber gününde yasakladığı veya yasaklamadığı hakkında iki görüş vardır. Sahih olan, yasağın ancak Fetih gününde olmasıdır. Hayber günündeki yasaklama, sadece evcil eşek etleriyle ilgiliydi. Hz. Ali (r.a.): "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kadınlarla müt'a nikahı yapılmasını haram kıldı ve evcil eşek etlerini de Hayber günü haram kıldı." sözünü, (bunları mubah gören) ibn Abbas'a karşı delil olmak üzere söylemişti. Sonra bazı raviler "Hayber gününde" kaydının, her iki yasaklama için sözkonusü olduğunu zannetmiş ve hadisi bu mana ile rivayet etmişlerdir. Sonra bazıları bu iki meseleyi ayırmış ve "Hayber günü" kaydını öbür şıkka bağlamış, derken Hz. Ali'nin sözü "Hayber gününde Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) müt'a nikahı yapılmasını yasakladı. Evcil eşek etlerini de yasakladı." şekline dönmüştür. Daha önce Mekke'nin fethi bahsinde de izah edildiği gibi, Hz. Ali'nin sözünde, aslında Hayber günü evcil eşek etinin haram kılınması konusu vardır. Müt'anın, Hayber günü haram kılındığına dair bir açıklama yoktur.

 

ibn Mes'ud'un sözünün zahirinden, müt'anın mubah olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Sahihayn 'daki rivayetinde şöyle demektedir: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte savaşıyorduk. Yanımızda kadınlarımız da yoktu. Bunun üzerine: Ya Rasulallah! Hadım olalım mı? diye sorduk. Fakat Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize bunu yasakladı. Sonra bize elbise karşılığında belli bir müddetle kadın nikahlamamıza izin verdi." Sonra Abdullah b. Mes'ud, şu ayeti okudu: "Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı güzel ve temiz şeyleri kendinize haram etmeyin ve haddi aşmayın. Doğrusu Allah, haddi aşanları sevmez. "

 

Ai .ak Sahihayn'da Hz. Ali'den, (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) müt'a nikahını haram kıldığı rivayeti sabittir.

 

Bu haram kılma olayı, mubah kılmadan sonra olmalıdır. Aksi takdirde nesh hadisesinin iki defa vuku bulması lazım gel;r. Hz. Ali (r.a.), İbn Abbas'a karşı bunu (neshi) delil getirmiştir. Ancak şu düşünülebilir: Acaba müt'anın haram kılınması, kesinkes onu haram kılmak şeklinde midir? Yoksa ölü eti ve kan veya cariye ile evlenmenin haram kılınması gibi midir ki zaruret ve sıkıntıya düşme gibi hallerde mubah olsun? İbn Abbas'ın böyle düşünmesi ve zaruretten dolayı fetva vermesi, işte bu mülahazadan ötürüdür. Şartların müsait hale geldiğini ve zaruret durumunun ortadan kalktığını görünce müt'anın helal olduğuna dair fetva vermeyi artık kesmiş ve görüşünden dönmüştür.

 

 

4- İhramlının Nikahı:

 

İhramımın nikahı hakkında Müslim'de Osman b. Affan (r.a.) hadisinde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğu sabittir: "İhramda olan bir kimse ne nikah yapabilir ne de nikahlanabilir."

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Meymune validemizi ihramlı iken mi, ihramsız iken mi nikahladığı konusunda ihtilaf edilmiştir. ibn Abbas: "Onu ihramlı iken nikahladı." derken, Ebu Rafi': "Onu ihramlı değilken nikahladı. Ben de aralarında elçi idim." diyor. Ebu Rafi'in bu sözü, birçok yönden tercihe şayandır. Şöyle ki:

 

1- Ebu Rafi' o sırada yetişkin bir adamdı. İbn Abbas ise, henüz buluğ çağına ulaşmamıştı, on yaşlarındaydı. Buna göre Ebu Rafi'in hadiseyi kavraması daha güçlü oluyordu.

 

2- Ebu Rafi', Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile Meymune arasında elçi idi ve olay onun etrafında dolaşıp duruyordu. Dolayısıyla konuya, İbn Abbas'tan daha iyi vakıf olacağı şüphesizdir. Nitekim kendisi de, olayı bizzat yaşayan ve yakinen bilen biri sıfatıyla buna işaret etmiştir. Hadiseyi başkasından nakletmemiş, bizzat yaşamıştır.

 

3- İbn Abbas, bu umrede Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraber değildi. Çünkü bu, kaza umresiydi ve İbn Abbas, o sırada Allah'ın kendilerini (Mekke'de kalmada) mazur kabul ettiği mustad'afin zümresinden, çocuklardandı. Bu olayda bulunmamış, sadece başkalarından işitmişti.

 

4- Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'ye girdiğinde önce Kabe'yi tavaf etmiş, sonra Safa Merve arasında sa'y yapmış, tıraş olmuş ve sonra ihramdan çıkmıştır.

 

Şurası malumdur ki, Hz Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onunla yolda evlenmemiş, tavaftan önce nikahla da işe başlamamıştır. Tavaf anında da nikah olmaz. Bütün bunlardan, nikahın, ihramlı iken akdedilmediği ve Ebu Rafi'in sözünün kesin olarak doğru olduğu ortaya çıkar.

 

5- Ashab, bu konuda İbn Abbas'ın (r.a.) yanıldığını söylemiş, Ebu Rafı'i hatalı bulan olmamıştır.

 

6- Ebu Rafi'in sözü, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), "ihramlıya getirdiği nikah yasağına" uygun düşer. İbn Abbas'ın sözü ise, bu yasakla çelişir. Bu durumda ibn Abbas'ın sözü, ya yasağın neshini ya da ihramlı iken nikahın caiz olması keyfiyetinin, sadece Hz. Peygamber'e has bir özellik olmasını gerektirir; bunların her ikisi de asla muhaliftir, delili yoktur, dolayısıyla kabul edilmez.

 

7- Meymune'nin (r.anha) kız kardeşinin oğlu Yezid b. el-Asamm, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu ihramlı değilken nikahladığına şahidlik etmiş ve: "(Meymüne), benim ve ibn Abbas'ın teyzesiydi." demiştir. Bunu Müslim nakletmiştir.

 

 

5- Zinakar Kadınla Evlenme:

 

Allah Teala, zina eden kadınla evlenmenin haram kılındığını Nur suresinde açıkça bildirmiş ve onu nikahlayan erkeğin, zinakar ya da müşrik olduğunu haber vermiştir. Çünkü böyle bir evlilikte bulunan kimse, Allah'ın bu hükmüne ya inanmış ve bunun kendi üzerine vacip olduğuna itikat etmiştir ya da buna iman etmemiştir. Eğer benimsememiş ve inanmamışsa, o müşriktir. Benimsediği, vücubuna inandığı halde muhalefet etmişse, o da zinakardır. Allah, ayetin sonunda: "Böyleleriyle evlenmek bu mü'minlere haram kılınmıştır."[Nur, 3] buyurarak zina eden bir kadınla evlenmenin haramlığını açıkça belirtmiştir.

 

Ayetin, "İçinizden evli olmayanları evlendirin..."[Nur, 34] ayeti ile neshedildiğini söylemek, son derece zayıf bir görüştür. Bundan daha da zayıfı ayetteki nikah "la yenkıhu" kelimesine, "la yezni" şeklinde zina manası vermektir. Bu takdirde ayetin manası şöyle olacaktır: Zina eden bir erkek, ancak zinakar ya da müşrik bir kadınla zina eder. Zina eden bir kadın da, ancak zinakar ya da müşrik bir erkekle zina eder. Allah kelamının bu tür saçmalıklardan korunması gerekir.

 

Ayetteki yasağın, "müşrik fahişe kadın" şeklinde yorumlanması ise, ayetin lafzına, siyah ve sibakına son derece uzaktır. Böyle bir yorum nasıl yapılabilir? Çünkü Allah Teala, hür kadınların ve cariyelerin mikahını, ihsan yani iffetli olmaları şartıyla mubah kılmış ve; "...Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmuş olmamaları şartıyla, velilerinin izniyle onları nikahlayıp alın ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin..."[Nİsa, 25] buyurmuş ve onlarla evlenmenin meşruluğunu sadece bu şartlara bağlamıştır. Bu, mefhum-u muhalefetin delaleti kabilinden de değildir. Çünkü kadınların kadınlığından istifadede asıl olan haramlıktır. Mübahlığı sadece şeriatın delil getirdiği yerlere hasredilir, hakkında delil olmayan diğerlerinin hükmü ise asıl olan haramlık üzere kalır.

 

Yine Allah Teala: "Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler de kötü kadınlara mahsustur. "[Nur, 26] buyurmaktadır. Ayetteki kötü (habis) kadınlardan maksat, zina eden kadınlardır. Bu da onlarla evlenen erkeklerin de onlar gibi zinakar (habis) olmalarını gerektirir.

 

Yine en iğrenç çirkinliklerden biri de, erkeğin, fahişe bir kadının kocası olmasıdır. Bunun çirkinliği halk nazarında yerleşmiştir ve onlara göre böylesi bir koca, her türlü küfre layıktır. Sonra fahişenin, kocasının yatağına ihanet etmeyeceğinden, başkalarından aldığı çocukları ona yüklemeyeceğinden emin olunamaz. Dolayısıyla haramlık haddizatında sabit olur.

 

Yine biliyoruz ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir erkekle, zinadan hamile bulduğu karısının aralarını ayırmıştır,

 

Mersed b. Ebi Mersed el-Ganevi, bir fahişe olan Anak ile evlenmek için izin istemişti. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de ona, Nur süresindeki ayeti (24/3) okumuş ve: "Onu nikahlama!" buyurmuştu"

 

 

6- Dörtten Fazla Kadınla veya İki Kız Kardeşle Evlenme:

 

Nilcahı altında dörtten fazla kadın bulunan ya da iki kızkardeşle evli olan birisinin müslüman olması durumunda verdiği hükmü:

 

Tirmizi, ibn Ömer'den rivayet eder: Gaylan on kadınla evli iken müslüman oldu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "İçlerinden dört tanesini seç." başka bir rivayette de: "Ve diğerlerinden ayrıl" buyurdu.

 

Feyruz ed-Deylemi, iki kız kardeşle evli iken müslüman olmuştu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine: "Hangisini istersen onu seç." buyurdu.

 

Bu hüküm, kafirlerin nikahının sahih olduğunu ve bu durumda olanların, önceki - sonraki ayırımı yapmaksızın seçimde bulunma hakkının kendilerine ait olduğunu ifade eder. Bu cumhur ulemanın görüşüdür. Ebu Hanife ise şöyle der: Eğer kadınların hepsini tek bir akitle nikahlamışsa, hepsinin nikahı bozulur. Eğer arka arkaya (sırayla) nikahlamışsa ilk dördünün nikahı sabit, sonrakilerin nikahları ise fasid olur. Seçme hakkı verilmez.

 

Hz. Peygamber {s.a.), efendisinin izni olmadan evlenen (erkek) kölenin zinakar olduğuna hükmetmiştir. Tirmizi, hadisin hasen olduğunu söyler.

 

 

7- Hz. Ali'nin Hz. Fatıma Üstüne Evlenmek İstemesi:

 

Hişam b. Muğire oğulları, Ebu Cehil'in kızını Hz. Ali ile evlendirmek üzere Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) izin istediler, buna izin vermedi ve şöyle buyurdu: "Ebu Talib'in oğlu kızımı boşamak ve kızlarını nikahlamak istiyorsa o başka! Biliniz ki, Fatıma benim bir parçamdir; Onu huzursuz eden şey, beni de huzursuz eder. Ona eziyet veren şey, bana da eziyet verir. Ben Fatıma'nın dini hususunda fitneye uğrayacağından korkarım. Şüphesiz ben, haramı helal, helali da haram kılıyor değilim. Fakat, Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın Rasulü'nün kızıyla, Allah'ın düşmanının kızı ebediyyen bir araya gelemez."

 

Hadisin başka bir rivayetinde de, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bir damadını andı, ona övgüde bulundu ve: "O benimle konuştu, bana doğruyu söyledi; bana vaadetti, sözünü yerine getirdi." buyurdu.

 

Bu hadis, çeşitli hükümler içerir:

 

1- Kişi, karısının üzerine evlenmeyeceğine dair söz vermişse, bu şarta uyması gerekir. Ne zaman evlenirse, kadının nikahı feshetme hakkı vardır. Hadisin bu hükmü içeriş şekli şöyledir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Ali'nin (r.a.) yapacağı bu evliliğin Fatıma'ya eziyet vereceğini, onu huzursuz edeceğini, kendisinin de aynı şekilde bundan huzursuz olacağını ve eza duyacağını haber vermiştir. Şu kesin olarak bilinmektedir ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Fatıma'yı (r.anha) Hz. Ali'ye verirken -her ne kadar akdin özünde şart koşulmuş değilse de- gerek kendisini ve gerekse babasını huzursuz etmemek, kendilerine eziyet etmemek üzere vermiştir. Dolayısıyla, akdin zımnında bu şart vardı. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), öbür damadını anması, ona övgüde bulunması ve hakkında; "O benimle konuştu, bana doğruyu söyledi; bana vaadetti, sözünü yerine getirdi." buyurması, Hz. Ali (r.a.) için bir tariz ve onun gibi davranması için bir teşvik ve telkindir. Bundan Fatıma'yı ve babasını huzursuz etmeyeceğine, onlara eza vermeyeceğine dair bir vaadin bulunduğu Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) -diğer damadının sözünde durduğu gibi- Hz. Ali'nin de sözünde durması için ona bir teşvik ve telkinde bulunduğu anlaşılır.

 

2- Hadisten, "Örfen şart olan şey, sözlü olarak şart koşulmuş gibidir, bulunmadığında ise karşı taraf için feshetme hakkı doğar." kaidesi de çıkar. Farzedilse ki, bir kavim adet olarak kadınlarını kendi yurtlarından dışarı çıkarmazlar ve kocalara asla böyle bir imkan tanımazlar. Bu adetleri de hep böyle sürer gider. Bu durumda kadınlarının adeten yurtlarından çıkarılmaması şartı sözlü olarak belirlenmiş şart gibi olur. Bu, Medine uleması ile İmam Ahmed'in "örfi şart, sözlü şart gibidir." şeklindeki kaidelerine uygun düşer. Bu kaideden hareketledir ki onlar, bir kimsenin, ücretle iş yaptıkları bilinen çamaşır yıkayıcıya veya çamaşır ağartıcısına elbise vermesi, fırıncıya hamur vermesi, aşçıya yemek malzemesi vermesi, hamama girmesi ve işi ücretle yıkamak olan birisini istihdam etmesi vb. durumlarda -ücretten söz etmese bile- hep emsal ücret ödemesi gerekeceğini söylemişlerdir. Buna göre, farzedilse ki falanca ailenin kadınları üzerine kocaları evlenemezler ve onlar kocalara bu imkanı vermezler, adetleri öteden beri hep böyle süregelmiştir; bu durumda evlilik sırasında üzerine evlenmeme şartı, sanki sözlü olarak şarl koşulmuş hükmünde olur.

 

Yine aynı şekilde şerefi, soyu ve celaleti İle üzerine kuma getirilmesine asla izin vermeyeceği adeten belli olan kadınlardan biri ile evleniliyorsa, üzerine evlenmeme şartı sanki sözlü olarak zikredilmiş mesabesinde olur.

 

Buna göre, bütün kadınların efendisi ve lüm Ademoğullarının efendisinin kızı, bu hakka diğer kadınlardan daha layıktır. Şayet Hz. Ali akit sırasında bu şartı sözlü olarak kabullenseydi, bu sadece bir tekid olurdu. Yeni bir şey getirmiş olmazdı.

 

Hz. Fatıma ile Ebu Cehil'in kızının Hz. Ali'nin nikahı altında bir araya gelmesine mani olmada ince bir nükte daha vardır: Şöyle ki, bir kadın her ne kadar kendisi açısından yüksek dereceye sahip birisi olsa da, kocasına tabi olması hasebiyle onun derecesinde onunla birlikte olur. Hz. Fatıma, hem kendisi hem kocası itibarıyla yüksek derecede bulunuyordu. Hz. Fatıma ve Hz. Ali'nin durumu bu idi. Allah herhalde Ebu Cehil'in kızım, ne kendisi, ne de (kocasına) tabi olarak Hz. Fatıma ile aynı derecede tutacak değildi. Aralarında bu kadar fark vardı. Dolayısıyla onun, bütün dünya kadınlarının efendisi Hz. Fatıma üstüne evlenmesi ne şer'an ne de onun kadri, şerefi itibarıyla hoş bir şey değildi. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'a yemin ederim ki, Allah Rasulü'nün kızı ile Allah düşmanının kızı ebediyyen bir araya gelmez." sözüyle bu hususa işaret buyurmuştur.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

C) EVLENİLMESİ HARAM KILINAN KADINLAR