ZADU’L-MEAD |
ALTINCI KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.) VERDİĞİ HÜKÜMLER, EVLİLİK, ALIM-SATIM |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
A) HAD VE KISAS
CEZALARI HAKKINDA VERDİĞİ HÜKÜMLER
Bu bölümden amacımız genel
teşriden bahsetmek değildir. Her ne kadar Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) verdiği özel hükümler genel teşri oluyorsa da ası! maksadımız,
Peygamberimizin taraflar arasım neticeye bağladığı cüz'i kararlarındaki
tutumunu, insanlar arasında hüküm verirken takındığı tavrı ortaya koymak
olacaktır. Bu arada genel teşrii hükümlerinden de bahsedeceğiz.
1- Hapis Cezası
Hakkında Verdiği Hükümler:
2- Yaralama, Cinayet,
Kısas ve Diyet Cezaları Hakkında Verdiği Hükümler:
3- Zina, Lutilik ve
Kazif Cezaları Hakkında Verdiği Hükümü:
4- İrtidat, İçki ve
Hırsızlık Cezalan Hakkında Verdiği Hükümler:
1- Hapis Cezası Hakkında
Verdiği Hükümler:
a) Hapis Cezası
Hakkındaki Hükmü:
ehz b. Hakim hadisinden
anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), töhmetten (suç
isnadı) dolayı bir adamı hapsetmiştir. Ahmed ve Ali b. el-Medini hadisin
isnadının sahih olduğunu söylemişlerdir.
İbn Ziyad ise Ahkamında:
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir kölede bulunan kendi payını
azad eden bir adamı hapsettiği, kölenin geri kalan kısmını da azad etmesinin
ona vacip olduğu ve sonunda kendisine ait bir ganimeti (veya az bir koyunu)
sattığı rivayetine yer vermiştir.
b) Kölesini Öldüren
Kimse Hakkındaki Hükmü:
Evzai, Amr b. Şuayb'tan,
o babasından, o da dedesinden rivayet ediyor: "Bir adam, kölesini
taammüden (kasıtlı) öldürmüştü. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona
yüz değnek (sopa) vurdu ve bir sene sürgün cezası verdi. Ayrıca bir köle azad
etmesini de emretti. Kısas yolu ile kendisini öldürmedi."
imam Ahmed ise Hasan'ın
Semüre'den, onun da Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kim
kölesini öldürürse biz de onu öldürürüz." buyurduğunu rivayet etmiştir.
Hadis her ne kadar müteberse (mahfuz) de -çünkü Hasan bu hadisi Semüre'den
duymuştur- köle karşılığında efendinin öldürülmesi, görülecek maslahat (yarar)
gereği devlet başkanına bırakılmış bir ta'zir cezası olmaktadır.
c) Borçlunun
Hapsedilmesi:
Hz. Peygamber; bir
adama, borçlusunu yakalamasını ve bırakmamasını emretmiştir. Nitekim Ebu Davud,
Nadr b. Şümeyl - Hirmas b. Habib - babası - dedesi kanalıyla rivayet etmiştir:
(Sahabi ravi şöyle anlatır): Bana borcu olan birisini Hz. Peygamber'e (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) getirdim. Bana: "Onu tut, bırakma" dedi. Sonra
bana: "Ey Sehmoğullarından olan kardeş! Esirine ne yapmak
istiyorsun?" buyurdu.
2- Yaralama, Cinayet,
Kısas ve Diyet Cezaları Hakkında Verdiği Hükümler:
a) Katile Yardımcı Olan
Kimse Hakkındaki Hükmü:
Ebu Ubeyd'in rivayetine
göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), öldürenin öldürülmesini,
tutanın da tutulmasını emretmiştir. Ebu Ubeyd; "Yani, ölmesi için
hapsedilir." demiştir.
Abdürrezzak ise
Musannef'inde Hz. Ali'nin: "Maktulü tutarak katile yardımcı olan kimse,
ölünceye dek hapishanede tutuklanır." dediğini zikreder.
b) Yol Kesme Cezası
Hakkındaki Hükmü:
(Hz. Peygamber, zekat
develerini güden çobanların gözlerini oyan ve develeri de sürüp götüren
Ureynelileri yakalatmış) yaptıklarına misilleme olarak ellerinin ve ayaklarının
kesilmesine, gözlerine mil çekilmesine hükmetmiş ve ölünceye dek aç susuz o
vaziyette bırakmıştır.
c) Katil ve Maktulün
Velileri Arasındaki Hükmü:
Sahih-i Müslim'de varid
olduğu üzere, bir adam diğer birisi aleyhinde, "Kardeşimi öldürdü."
d;ye davada bulunur, o da itiraf eder. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "(Kısas yapmak üzere) al adamını." buyurur. Adam gittikten
sonra Rasulullah: "Onu öldürürse, o da onun gibi olur." buyurur.
Derken adam döner ve: "(Ya Rasulallah) Ben onu senin emrinle aldım."
der. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onun; seninle
kardeşinin günahlarını üzerine almasını istemez misin?" buyurur. Adam:
"Evet, isterim." der ve katili serbest bırakır.
Hadisteki, "O da
onun gibi olur." ifadesini iki türlü anlamak mümkündür:
1) Eğer katil kısas yolu
ile öldürülürse üzerinden (günah) düşer ve boylerce onunla, kısası uygulayan
aynı mertebece olur. Hadiste öldürmeden önce denmiyor, "Eğer öldürürse, o
da onun gibi olur." buyuruluyor. Bu da öldürdükten sonra aralarında
benzerliği gerektirir. Bu manada hadiste bir problem de yoktur. Aksine böyle
bir ifadede, hak sahibine kısastan vazgeçmesi ve affetmesi için bir tariz
bulunmaktadır.
2) Eğer katil, taammüden
öldürmemiş ve veli de onu kısas yolu ile öldürmüşse, her ikisinin durumu da
birbirine müsavi olur. Zira katil cinayetten, kısası uygulayan da öldürmede
kasdı bulunmayan birini öldürmekten dolayı, her ikisi de mütecaviz durumda
olmaktadır. İmam Ahmed'in Müsnedindeki rivayeti de bu te'vili
delillendirmektedir: Ebu Hureyre'nin rivayetine göre, Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) döneminde bir adam öldürülür. Dava sonunda Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) katili, maktulün velisine teslim eder. Katil: "Ya
Resulullah! Ben öldürmek istememiştim, (kastım yoktu)." demiş, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de veliye: "Eğer o sözünde doğru
ise ve sen de onu öldürürsen, cehenneme girersin." buyurmuş, bunun üzerine
veli adamın yakasını bırakmıştır.
İbn Habib'in kitabında
bu hadiste bir fazlalık vardır ki, şöyledir: "Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Elde kasıt, kalpte hata (böyle bir cinayet)."
d) Bir Cariyeyi Öldürene
Kısas Uygulaması:
Sahihayn'da sabit olduğu
üzere, bir yahudi zinetleri için bir cariyenin kafasını iki taş arasında ezerek
öldürmüştü. Yakalandı ve suçunu itiraf etti. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem), başının iki taş arasında ezilerek öldürülmesini emretti.
Bu hadiste kadına
karşılık erkeğin kısas yoluyla öldürüleceğine, caniye yaptığının aynısının
yapılacağına, öldürmenin suikast olduğu ve bu yüzden kısas için velinin izni
aranmayacağına delil vardır. Zira Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
katili cariyenin velilerine teslim edip: "İsterseniz öldürün, isterseniz
affedin." dememiş, mutlak surette öldürmüştür. Bu, Maliki mezhebinin
görüşüdür. Şeyhülislam ibn Teymiye'nin tercihi de budur.
Bu hususta, "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), katil yahudiyi ahdi bozduğu için
öldürmüştür." diyenlerin görüşü doğru değildir. Çünkü ahdi bozmanın
(hiyanet) cezası kılıçla öldürmektir, başını taşla ezmek değildir.
e) Hamile Kadına Vurup
Çocuğunu Düşüren Kimse Hakkındaki Hükmü:
Sahihayn 'daki bir
hadiste şöyle anlatılır: Huzeyl kabilesinden iki kadın birbirlerine taş
atmışlar, biri diğerini karnındaki çocuğu ile öldürmüş. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), cenin için gurre yani bir köle veya cariye azadı ile hüküm
buyurmuş, ölen kadının diyetini de katilin asabesine yüklemiştir. Sahihayn'daki
ifade böyle. Nesai'de ise şöyledir: "Karnındaki çocuk hakkında gurre ile
hükmetti, kendisinin de kısas yoluyla öldürülmesine karar verdi."
Başkaları da: "Katili ona karşı öldürdüğünü" ifade etmişlerdir.
Doğrusu Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), yukardaki hadisten
anlaşıldığı üzere, katil kadını öldürmemiştir. Buharı, Sahih'inde Ebu
Hureyre'den şu rivayette bulunur: "Hz. Peygamber, Lihyanoğullarından bir
kadının cenini hakkında gurre ile yani bir köle ya da cariye ile hükmetti.
Sonra hakkında gurre ile hükmolunan kadın öldü de, Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) mirasını çocukları ile kocasına, diyeti de asabesine ödetmeye
hükmetti. "
Bu uygulamadan şu
neticeler çıkar:
1- Kasıt benzeriyle
katil (şibhu'l-amd) kısası gerektirmez.
2- Akile, diyete tabi
olarak gurreyi de öder.
3- Akile, asabeden
ibarettir.
4- Katilin kocası,
akileye dahil değildir.
5- (Katil kadının
çocukları da akileye dahil değildir.
f) Katili Bilinmeyen
Öldürme Olaylarında Kasame İle Hükmü:
Sahihayn'da Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ensar'a yahudiler arasında me ile
hükmettiği sabittir.
(Huveyyısa, Muhayyısa ve
Abdurrahman, Hayber'de ölü olarak buldukları yakınları Abdullah b. Sehl b. Zeyd
için Hz. Peygamber'e davacı olduklarında) Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bunlara: "Yemin edebilir misiniz ki, adamınızın kanına hak sahibi
olasınız?" buyurmuştur. Buhari'nin ifadesi: "Katilinize ya da
adamınıza" şeklindedir. Bunlar da: "Şahid olmadığımız, görmediğimiz
bir iş (nasıl yemin ederiz?)" demişler. Hz. Peygamber: "Öyle ise
yahudiler elli kişinin yemini ile sizi aklar." buyurunca onlar:
"Kafir bir kavmin yeminlerini nasıl kabul edebiliriz?" demişler.
Bunun üzerine onun diyetim Hz. Peygamber kendisi vermiştir.
Bir rivayette:
"Sizden elli erkek, onlardan bir adam aleyhine yemin eder ve adam tamamı
ile size verilir." ifadesi vardır.
Sahih hadislerin
ifadelerinde diyetin nereden ödendiği hakkında ihtilaf vardır. Bazısında, Hz.
Peygamber'in kendisinden ödediği, bazısında da zekat develerinden ödediği
belirtilir.
Ebu Davud'un Sünen'mde
ise; maktul, yahudilerin içerisinde bulunduğu için, Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) diyeti onlara yüklediği ifade olunur.'
Abdürrezzak'ın
Musannef'inde: "Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), önce yahudilere
yemin verdirdiği ve onların yeminden kaçındıkları, sonra Ensar'dan kasamede
(yemin) bulunmalarını istediği, onların da yemin etmemeleri üzerine diyeti
yahudiler üzerine yüklediği'' zikredilir.
Nesai'de de:
"Diyeti, yahudiler üzerine koyduğu ve bir kısmını ödeyerek onlara yardımcı
olduğu" kaydı vardır.
Bu uygulama aşağıdaki
hükümleri içerir:
1- Kasame ile hükmetmek,
Allah'ın dininden ve şeriatındandır.
2- Kasame yolu ile
kısasın meşruiyeti: Hadislerde geçen: "Adam tamamı ile size teslim
edilir.", "Adamınızın kanına hak sahibi olursunuz" gibi ifadeler
buna delildir. Kur'an ve sünnet'in zahiri, mülaanede bulunan kocanın ve
kasamede kan sahiplerinin yeminleri ile öldürme hükmünü getiriyor. Bu, Medine
alimlerinin görüşüdür. İrak alimleri ise, her iki durumda da öldürme olmayacağı
görüşündedir. İmam Ahmcd'in mezhebi; kasamede öldürüleceği, Handa
öldürülmeyeceği şeklindedir. Şafii ise aksi kanaattedir.
3- Diğer davaların
aksine, kasamede yemin, önce davacılara {müddet) verdirilir.
4- Zimmiler, üzerlerine
düşen görevi yapmazlarsa, ahdi bozmuş sayılırlar. Hz. Peygamber'in; "Ya
diyeti ödersiniz ya da harp ilan etmiş sayılırsınız." ifadesinden bu
anlaşılır.
5- Davalı {müddea aleyh)
hüküm meclisinden uzakta ise, hakim k sine yazar, hasmın mahkemeye gelişini
aramaz.
6- Kadi'nın yazısına
istinaden -onun yazısı olduğuna dair üzer» hit tutulmasa bile- amel ve hükümde
bulunmanın cevazı.
7- Gıyabi hükmün cevazı.
8- Kasamede -eğer varsa-
elliden daha az kişinin yemini ile yenilmeyeceği.
9- Eğer dava, müslüman
ve zimmiler arasında ise, bize baş vurmasalar bile onlara (zimmilere) İslam
ahkamının tatbik edileceği.
10- Diyetin zekat
develerinden ödenmesi ki, bu durum bir çokları için izahı zor bir problem
arzetmektedir. Bazılarınca, garimin (borçlular) faslından ödemiştir ki doğru
değildir. Zira, zimrriilerin borçluların? zekat verilmez. Bazılarınca, ödenen
bu diyet, zekat mallarından yerlerine harcandıktan sonra arta kalan kısımdır ve
devlet başkanının bu fazlayı maslahat (yarar) gördüğü yerlere harcama yetkisi
vardır. Bu izah birincisinden daha uygundur. Daha makulü; Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), diyeti kendisinden ödemesi ve zekat develerinden ödünç
alması şeklindeki yorumdur. Buna hadisteki: "Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) diyeti kendi yanından verdi." ifadesi delil olur. Bütün
bu yorumlardan en uygunu şu olacaktır: Hz. Peygamber, iki unsur arasındaki
anlaşmazlığı gidermek için diyeti yüklenince, verdiği hüküm, ara bulmak için
borçlanan kimse (ğarim) üzerine verilmiş bir hüküm oldu. "Hz. Peygamber
diyeti garimin faslından ödedi" diyenler de belki bunu kasdediyorlar. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kendisi için zekattan asla bir şey
almamıştır. Çünkü sadaka kendisine helal değildir. Şu kadar var ki, bu fasıldan
diyeti ödemiş olması, ara bulmak için borçlanan bir kimseye vermesi kabilinden
olmuştur. En doğrusunu Allah bilir.
Bir itiraz olarak,
hadisteki: "Diyetini yahudiler üzerine kıldı." sözüne ne dersiniz
denebilir. Bu ifade mücmeldir ve ravi, diyetin yahudiler üzerine kılınış
keyfiyetini zabtedememiştir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
yahudilere yazıp: "Maktulun diyetini verin ya da harp ilan etmiş
sayılırsınız." diye bildirince bu tutumuyla Hz. Peygamber, diyetin
ödenmesi için onları ilzam etmiş olur. Ancak bilinen şudur ki, onlar
öldürdüklerini kabul etmemişler ve buna dair yemin etmişlerdir. Bu durumda da
Hz. Peygamber diyeti kendisi ödemiştir. İşte diğer ravilerin zabtettikleri bu
fazlalık, bir öncekinden daha tercih edilir durumdadır.
Peki, Nesai'nin
rivayetinde yer alan: "Diyeti yahudiler üzerine dağıttığı ve bir kısmını
da ödeyerek onlara yardımcı olduğu" şeklindeki ifadeye ne dersiniz? Bu
soruya şöyle cevap verilir: Bu ifade kesinlikle muteber (mahfuz) değildir. Zira
diyet, sırf maktulun velilerinin iddia etmiş olmaları ile davalılar üzerine
gerekmez. Mutlaka ikrar, beyyine (delil), ya da davacıların yemini gibi bir
mesned bulunması gerekir. Burada bunlardan hiçbiri yoktur. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), davacılara kasame yemini teklif etmiş, onlar yeminden
kaçınmışlardır. Bu durumda mücerred dava ile yahudileri diyet ödemeğe nasıl
icbar edebilir?
g) Birbirlerine
Sarılarak Kuyuya Düşüp Ölen Dört Kişi Hakkındaki Hükmü:
İmam Ahmed, Bezzar ve
diğerlerinin zikrettiklerine göre, bir grup insan Yemen'de bir kuyu
kazmışlardı. Bu kuyuya birisi Hüştü. Bu kimse düşerken yanındakine sarıldı, o
da düştü. İkinci üçüncüye, üçüncü dördüncüye, derken hepsi de düştü ve öldüler.
Akrabaları (orada kadı olan) Hz. Ali'ye durumu ilettiler. Hz. Ali: "Kuyuyu
kazan insanları toplayın." dedi ve ilk düşen için, diyetin dörtte birine
hükmetti. Çünkü üzerinde üç kişi helak olmuştu. İkinci için diyetin üçte birine
karar verdi. Onun üzerinde de iki kişi helak olmuştu. Üçüncü için diyetin
yarısına hükmetti, çünkü üzerinde bir kişi ölmüştü. Dördüncü için de tam diyet
ödenmesini kararlaştırdı. Bunlar, ertesi yıl Hz. Peygamber'e gelmişler ve
durumu kendisine anlatmışlardı. Hz. Peygamber onlara: "Durum aranızdaki
hükmü gibidir." demiş ve tasvip etmişti. Bezzar'ın hadisi nakli bu
şekildedir.
İmam Ahmed'in hadisi de
aşağı yukarı aynıdır. Şöyle diyor: "Onlar, Hz. Ali'nin hükmüne razı
olmaktan kaçındılar ve Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldiler.
Peygamberimiz Makam-ı İbrahim'in yanında idi. Durumu O'na anlattılar. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hz. Ali'nin verdiği hükmü onayladı ve
diyeti, kuyunun kazılması sırasında orada bulunanların kabilelerine
yükledi."
h) Analığı İle Evlenen
Kimse Hakkındaki Hükmü:
İmam Ahmed, Nesai ve
diğerleri rivayet ederler: Bera (r.a.) şöyle anlatır: Dayım Ebu Bürde ile
karşılaştım, beraberinde bir sancak vardı. Bana: "Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) beni, babasının karısı (analığı) ile evlenen birisini
öldürmem ve malına el koymam için gönderdi." dedi.
İbn Ebi Hayseme,
Tan/Tinde, Muaviye b. Kurre'den, o babasından, c da dedesinden rivayet ediyor.
Ravi şahabı şöyle anlatıyor: "Hz. Peygamber beni babasının karısı ile
gerdeğe giren bir adama gönderdi. Boynunu yurdun: ve malına (el koyup) beşte
birini ayırdım."
Yahya b. Main: "Bu,
sahih bir hadistir." demiştir.
İbn Mace'nin
Sünen'indeki İbn Abbas hadisinde ise Hz. Peygamber (ş.a.) "Kim, nikah
düşmeyen bir yakını ile ilişkide bulunursa, onu öldürünü yurmuştur.
Cüzcani şunu nakleder:
Kendisi için kız kardeşini zorla alan bir adamın durumu Haccac'a iletildi.
Haccac: "Onu hapsedin ve Hz. Peygamber'in (r.a.) ashabından burada
bulunanlara durumu sorun." dedi. Abdullah b. Ebi Mutarrif'e sordular. O,
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kim mü'minlerin harim-i
ismetini çiğnerse, onu kılıçla ortadan biçin! " buyurduğunu işittim,
demiştir.
İmam Ahmed, İsmail b.
Said rivayetinde söz edilen, babasının karısıyl; ya da mahremiyle evlenen bir
kimse hakkında; onun öldürüleceğini ve malının da beytülmal'e konulacağını
ifade etmiştir.
Sahih olan bu görüştür.
Bu Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) verdiği hüKmun d gereğidir.
İmam Şafii, Malik ve Ebu
Hanife ise, böyle birinin cezasının zina cezası olduğunu söylemişlerdir. Sonra
Ebu Hanife: "Eğer bir akitle cinsi ilişkid bulunmuşsa, ta'zir cezası
uygulanır, had cezası verilmez." demiştir ki, bizzat Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hükmü ve uygulaması daha doğru ve uyulmaya daha layıktır.
i) Zina Töhmetine Maruz
Kalanın Öldürülmesine Hükmetmesi, Suçsuzluğu Ortaya Çıktığında Öldürmekten
Vazgeçmesi:
İbn Ebi Hayseme,
İbnü's-Seken ve diğerlerinin Enes'ten (r.a.) sabit olar rivayetlerinde şöyle
anlatılır: Mariye ile amcası oğlu arasında dedikodu vardı. Bunun üzerine
Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Ali'ye: "Git, eğer onu
Mariye'nin yanında bulursan boynunu vur." buyurmuştu. Hz. Ali ona geldi ve
bir kuyunun içinde onu serinliyor buldu. Hz. Ali: "Çık!" dedi ve
elinden tutarak dışarı çıkardı. Bir de ne görsün adam mecbubdu, cinsel organı
yoktu. Hz. Ali hemen ondan el çekmiş ve Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) gelerek: "Ya Rasulallah! Adam mecbub, cinsel organı yok."
demişti. Başka bir rivayette: "Hz. Ali onu ağaçta hurma toplarken bulmuş,
bir kumaş parçasına bürünmüştü. Adam kılıcı görünce irkildi ve üzerinden kumaş
parçası duştü. Bir de ne görsün adam mecbubdu, cinsel organı yoktu."
ifadeleri vardır.
Bu uygulama birçok alim
için bir problem teşkil etmiştir. Bazıları hadisi eleştirmek istemişlerdir.
Ancak hadisin senedinde tenkid edilebilecek kimse yoktur. Bazıları ise şöyle
bir yorum yapmışlardır: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) verdiği
emirde, gerçekten onu öldürmesini istememiş; bir daha Mariye'nin yanına
gelmemesi için ona gözdağı vermek istemişti. Nitekim Hz. Süleyman, bir çocuk
hakkında çekişen iki kadına: "Bana bir bıçak getirin. Çocuğu ortadan ikiye
biçeyim." demişti ve bununla gerçekten öyle yapmayı kasdetmemiş, aksine bu
yolla işin gerçeğine ulaşmak istemişti. Bu yüzdendir ki hadis imamlarından
bazıları bu hadise, "Doğruyu elde edebilmek için hakim, hilaf-ı hakikat
bir tavır gösterebilir babı" şeklinde başlık atmışlardır. İşte bunun gibi
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de ashabın, dedikodusu çıkan adamın
suçsuzluğunu, Mariye'nin iffetini öğrenmelerini istemiş; kılıcı ensesinde görünce
adamın gerçek durumunun görüleceğini düşünmüştü. Nitekim durum Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) tasarladığı gibi ortaya çıkmıştı.
Bundan daha güzel bir
izah tarzı şudur: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ali'ye, o adamın
Hz. Peygamber'in ümmü veledi ile halvete yeltenmesi ve cür'eti sebebiyle ta'zir
yoluyla öldürmesini emretmişti. Hz. Ali, işin iç yüzünü öğrenip onun şüpheden
uzak olduğunu görünce öldürmekten vazgeçti. Durumun açıklanması adamın
öldürülmesine ihtiyaç bırakmamıştı. Ta'zir yoluyla ölüm cezası, had gibi zorunlu
da değildir. Maslahata tabidir. Eğer öldürmede yarar varsa öldürülür, yoksa
öldürülmez.
J- iki Köy arasında
Bulunan Maktul Hakkındaki Hükmü:
imam Ahmed ve ibn Ebi
Şeybe, Ebu Said el-Hudri'nin şöyle anlattığını rivayet ederler: "İki köy
arasında bir maktul bulunmuştu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
(maktulün bulunduğu noktadan) her iki köy arasının ölçülmesini emretti.
Köylerden birine daha yakın bulundu. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) karışı, hala gözümün önündedir. Ölüyü daha yakın olan köyün üzerine
atti."
Abdürrezzak'ın
Musannef'mut şu bilgiler vardır: Ömer b. Abdülaziz şöyle der: Bize ulaştığı
kadarıyla bir kavmin yurdu civarında Öldürülmüş olarak bulunan kişi hakkında
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yemin davalılar {müddea
aleyh) üzerinedir. Eğer yeminden kaçınılırsa (nükul), davacılara yemin
verdirilir, ederlerse (kana) hak kazanırlar, Eğer iki taraf da yemin
etmezlerse, diyetin yarısı davalılar üzerine gerekir. Diğer yarısı ise
düşer." şeklinde hükmetmiştir.
İmam Ahmed, Mervezi'nin
rivayetinde Ebu Said'in rivayet ettiği hadisle hüküm verme üzerinde durmuş ve
şöyle demiştir: Ebu Abdullah'a sordum: "Söz konusu insanlar üzerlerine
konulan şeyi verseler ve sonra bu işte bazı insanlara zulmedildiği ortaya çıksa
ne olur?" "Eğer biliniyorlarsa kendilerine iade olunur." dedi.
Ben: "Ya bilinmiyorlarsa?" diye sordum. O: "Söz konusu yerin
yoksullarına dağıtılır." dedi. Ben: "O yerin yoksullarına
dağıtılacağına dair delil nedir?" diye sordum. O şöyle cevap verdi:
"Hz. Ömer, diyeti, maktulün bulunduğu köyün ahalisi üzerine koymuştur.
Sanıyorum şöyle dedi: Nasıl ki diyet oranın ahalisi üzerine konuluyorsa, zulme
uğrayan insanlar belli değillerse yine onlara dağıtılır."
İşte Hz. Ömer, hadisin
gereği ile hükmetmiş ve diyeti maktulün bulunduğu yerin ahalisi üzerine
koymuştur. Aynı hadisi İmam Ahmed delil olarak kullanmış ve bunu, zulme uğrayan
insanlar belli değillerse haksızlıkla alınar şeyin oranın ahalisine dağıtılması
konusuna da asıl yapmıştır.
Diğer eser (haber) ise
mürseldir, delil olacak güçte değildir. Eğer sahir olsaydı, onunla amel etmek
gerekirdi ve muhalefet caiz olmazdı; "deava' ve "kasame"
bablanna da muhalif değildir. Çünkü içlerinde önce davacıla rın yemin etmesini
gerektirecek açık bir levs (yani maktulün ölmeden önct 'beni falan öldürdü'
dediğine şehadet eden bir kişinin, ya da aralarında düş manlık, tehdid vb.
olduğuna tanıklık edecek iki şahidin bulunması durumu olmadığı için, yemin etme
hususunda davalılar tarafının önceliği vardır. Bazen yeminden kaçınırlarsa
davacılar tarafı iki yönden kuvvet kazanır: Birincisi: Maktulün kendi
muhitlerinde bulunması. İkincisi: Kendi mıntıkalarının beraetine dair yeminden
kaçınmaları. Bu durum açık bir levs yerine geçer, davacılar yemin eder ve
(kana) hak kazanırlar. Her iki taraf da yeminden kaçınırlarsa, bu her iki taraf
için de katmerli şüphe uyandırır ve bu durum -davacılar yemin etmedikçe-
diyetin tam olarak ödetilmesi için yeterli bir sebep olamaz. Kendileri yemin
etmedikleri için de diyetin tamamen düşmesini gerektirmez; böylece diyet ikiye
bölünmüş olur, yarısı yemin etmemeleri sebebiyle mevcut şüpheden Ötürü
davalılar üzerine gerekir. Diyet tam olarak gerekmez. Çünkü hasım taraf da
yemin etmemiştir. Levs, davacıların yemini ile davalıların yeminden
kaçınmalarından oluşmuş iken, bir tarafın bulunmamasıyla tamam olmayınca davacıların
yeminlerine tekabül eden kısım düşer, ki bu diyetin yarısıdır. Davalıların
yeminden kaçınmalarına tekabül eden diğer yarı ise vacip olur. Bu, en güzel ve
en adilane bir hükümdür. Başarı Allah'tandır.
k) Yaralama Olaylarında
Yaranın İyileşmesine Kadar Kısası Ertelemesi:
Abdürrezzak
Musannef'inde, -daha başkaları da- İbn Cüreyc hadisinde Amr b. Şuayb'dan
naklediyorlar: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), boynuzla bir
başkasının ayağını yaralayan kimse hakkında hükümde bulundu. Yaralanan:
"Ya Rasulallah! Bana kısas İmkanı ver!" dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Yaran iyileşinceye kadar dur." buyurdu. Adam inad
etti ve kısas istedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de kısasa
izin verdi. Sonunda kısas cezası tatbik edilen iyi oldu, kısası yapan ise topal
oldu. Adam: "Ya Rasulallah! Ben topal oldum, adamsa iyi oldu."
deyince Peygamberimiz: "Ben sana yaran iyileşinceye kadar kısas işini
ertelemeni emretmemiş miydim? Sen ise inad ettin. Allah da sana müstehakım
verdi. (İkinci bir kısas hakkından) uzaklaştırdı. Topallığın havada kaldı."
buyurdu.
Bu topal olan adamın
durumundan sonra Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), yaralanan
kimselerin, yaralan iyileşmedikçe kısas talebinde bulunmamalarını emretti.
Yaralama iyileşinceye kadar neyse o. Eğer bir topallık veya çolaklık varsa bu
durumda kısas yoktur, diyet vardır. Kim bir yaradan dolayı kısas yapar ve kısas
yapılan kimseye fazla bir zarar verilirse, o bu fazla zararın diyetine (aradaki
farka) hak kazanır.
Derim ki: Hadis İmam
Ahmed'in Müsned'inde, Amr b. Şuayb - babası - dedesi tarikiyle muttasıldır ve
şöyledir: Bir adam boynuzla birisini dizkapağından yaralamıştı. Yaralı, Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi ve: "Ya Rasulallah, bana
kısas imkanı ver!" dedi. Peygamberimiz de: "İyileşinceye dek
(bekle)!" buyurdu. Adam yine geldi ve kısas istedi. Peygamberimiz de kısas
yaptırdı. Sonra adam geldi ve: "Ya Rasulallah! Topal oldum." dedi.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sana, yapma dedim, beni
dinlemedin. Allah da seni uzaklaştırdı ve topallığını (ikinci bir defa) kale
almadı." buyurdu.
Sonra Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), yaralananın durumu iyileşmeden, yaralama olaylarında kısas
yapılmasını yasakladı.
Darakutni'nin Sünen'inde
ise Cabir'den şöyle rivayet edilmiştir:]**Bir adam yaralanmış ve kısas talep
etmişti. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), yaralananın durumu
iyileşmedikçe yaralayan üzerine kısas uygulamasını yasakladı.
Bu uygulama (hüküm), şu
hususları içermektedir:
1- Yaralananın durumu
iyileşme ya da yaranın son şeklini alması suretiyle istikrar kazanmadıkça kısas
caiz değildir.
2- Cinayetin sirayeti de
kısas kapsamındadır.
3- Değnek, boynuz vb.
ile döğme olaylarında kısas caizdir.
4- Bu hükmü nesheden bir
delil yoktur, muarız bir hüküm de bulunmamaktadır. Neshedilen husus,
iyileşmeden önce kısasın uygulanmasıdır, yoksa bizzat kısas neshedilmiş
değildir. Bunu akıldan çıkarmamak lazımdır.
5- Mağdur, derhal cani
üzerinde kısas icra eder ve sonra yara başka bir uzvuna sirayet eder veya
ölümüne sebep olursa, (kısas sonrası) sirayet hederdir.
6- Sadece kısasla
yetinilir, caninin ayrıca tazir ve hapsine gidilmez. {Tabiin müctehidi) Ata
şöyle diyor: "Yaralama olaylarında kısas vardır. Devlet başkanının caniyi
döğme ve hapis hakkı yoktur. Ceza, sadece kısastır. Rabbin unutucu değildir.
Eğer dileseydi ayrıca döğülmesini, hapsini de emrederdi." İmam Malik ise:
"Kul hakkı dolayısıyla kısas yapılır, cüretkarlığından dolayı da
cezalandırılır." demiştir.
Çoğunluk alimler
(cumhur); kısas, ek bir cezaya ihtiyaç bırakmaz. Had cezası gibi uygulanınca
başka bir cezaya ihtiyaç duyulmaz, demişlerdir.
Günahlar üç nevidir:
a) Belirli bir had cezası
olan günahlar. Hadle birlikte ta'zir cezası uygulanmaz.
b) Ne had ne de keffaret
belirlenmeyen günahlar. Bunların ta'zir cezası ile önüne geçilmeye çalışılır.
c) Keffareti olan haddi
olmayan günahlar. İhram halinde ve oruçlu iken cinsi ilişkide bulunmak gibi. Bu
gibi günahlar için keffaret ve ta'zir birden uygulanır mı? Alimler bu konuda
iki görüş benimsemişlerdir. Hanbeli mezhebi alimlerince de bu iki görüş
sözkonusudur. Kısas, had cezası yerine geçer. Hem kısas hem de ta'zir bir anda
uygulanmaz.
l) Diş Kırılması
Hakkında Kısasla Hükmü:
Sahihayn 'da Enes
hadisinde şöyle anlatılır: Rübeyyi'in kızkardeşi Nadr'ın kızı bir cariyeyi
tokatlamış ve dişini kırmıştı. Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şikayetçi oldular. O da kısas yapılmasını emretti. Ümmü'r-Rübeyyi': "Ya
Rasulallah! Falancadan dolayı kısas mı yapacaksın? Hayır! Vallahi ona karşılık
kısas olamaz." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Fesübhanallah! Ey Ümmü'r-Rübeyyi', Allah'ın hükmü kısastır!"
buyurdu. Kadın: "Hayır, Allah'a yemin ederim, asla ona karşılık kısas
yapılmayacak." dedi. Neyse ki mağdurun tarafları kısastan vazgeçtiler ve
diyeti kabul ettiler. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de:
"Öyle kullar var ki, Allah'a karşı yemin etseler, Allah onların
yeminlerini doğruya çıkarır." buyurdu.
m) İşınlan Adam Elini
Çektiğinde Dişleri Dökülen kimsenin Heder Olduğuna Hükmetmesi:
Sahihayn'da
bulunmaktadır: Bir adam diğer birinin elini ısırmış, adam da elini kuvvetle
çekince ön dişlen düşmüştü. Hz. Peygamber'e davacı oldular. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Sizden biriniz aygır gibi kardeşinin elini ısırıyor.
Sana diyet yok." buyurmuştur.
Bu uygulamadan şu netice
çıkar: Zalimin elinden bir kimse kendisini kurtarırsa ve bu arada zalim ölse
veya bir organı ya da malı telef ols hederdir, tazmin sorumluluğu yoktur.
n) Başkasının Evini
İzinsiz Gözetleyenin Gözü Çıkarılsa Bir Şey Lazım Gelmeyeceğine Hükmetmesi:
Yine Sahihayn'da varid
olduğu üzere Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir: "Birisi senden izinsiz evini gözetlese, sen
de bir taş atsan da gözünü çıkarsan sana hiçbir vebal yoktur."
Sahihayn'daki başka bir
rivayette ise: "Bir kimse başka birilerinin evini izinleri olmadan
gözetlese, onlar da onun gözünü çıkarsalar, ne diyet lazım gelir ne de
kısas." buyurmuştur.
Yine Sahihayn'da bir
adamın Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hücre-i saadetlerinden
birinde, bir delikten içeriyi gözetlediği ve Hz. Peygamber'in eline bir ok
demiri alarak (gözüne) dürtmek için durumu kolladığı belirtilmiştir.
Ehl-i hadis, bu ve
bundan Önceki hükümle amel edileceği görüşündedirler. İmam Ahmed ile Şafii de
bunlara dahildir. Ebu Hanife ve Malik ise bu görüşte değildir.
o) Kısasla İigilİ
Çeşitli Hükümleri:
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), hamile bir kadının taammüden birini öldürmesi durumunda
çocuğunu doğurmadıkça ve çocuğu kendisini kurtaracak duruma gelmedikçe kısas
yolu ile öldürülmeyeceğine hükmetmiştir. Bunu İbn Mace Sünen'inde rivayet
etmiştir.
Babanın, oğluna karşı
kısas yoluyla öldürülemeyeceğine hükmetmiştir, Nesai ve Ahmed rivayet
etmişlerdir.
Mü'minlerin kanlarının
eşit olduğuna ve kafire karşılık mü'minin öldürülemeyeceğine hükmetmiştir.
Maktulün taraflarının
iki şeyi seçebileceklerine; ya kısas yolu ile öldürebileceklerine veya diyet
alabileceklerine hükmetmiştir.
p) Diyet ve Miktarları
Konusundaki Hükümleri;
El ve ayak
parmaklarından her birinin diyetinin on deve, her biri dişin -ayırım
yapmaksızın- diyetinin beş deve olduğuna, muzıha için ise beşer deveye
hükmetmiştir.
Görmeyen bir göz izale edilmişse,
çolak el kesilmişse, çürük diş sökülmüşse, bunların diyetlerinin, normal
diyetlerinin üçte biri olacağına hükmetmiştir.
Burun tümden kesilmişse
tam diyete, ucu (yumuşak kısmı) kesilmişse yarım diyete hükmetmiştir.
*Me'mume ve caife
hakkında üçte bir diyete, munakkıle için ise on beş deveye hükmetmiştir. Dilin,
iki dudağın, taşakların, cinsel organın, belin, iki gözün diyetlerinin tam
olduğuna; tek gözün, tek ayağın, tek elin diyetlerinin de yarım olduğuna
hükmetmiştir. Kadına karşılık erkeğin kısas yoluyla öldürüleceğine de
hükmetmiştir.
Hata yolu ile işlenen
öldürme cinayetinde diyetin yüz deve olduğuna ve diyeti akilenin ödeyeceğine
hükmetmiştir. Bu develerin yaşı hakkında rivayetler farklıdır: Dört Sünen'de
Amr b. Şuayb hadisinde: "30 binti mahad, 30 binti lebun, 30 hıkka ve 10
ibn lebun (erkek)'den ibarettir." denilmiştir. Hattabi, bu görüşte olan
bir fakih bulunduğunu bilmediğini söylemiştir. Yine Sünen kitaplarında İbn
Mes'ud hadisinde ise diyetin beşli taksimden ibaret olduğu belirtilir: "20
binti mahad, 20 binti lebun, 20 ibn mahad, 20 hıkka ve 20 cezea."
Taammüden katilde -eğer
kan sahipleri razı olmuşlarsa- diyetin; 30 hıkka, 30 cezea, 40 halife olduğuna
hükmetmiştir. (Eğer sulh olmuşlarsa) ne üzerine sulh oldularsa, o onlarındır.
İmam Ahmed ve Ebu
Hanife, İbn Mes'ud hadisi ile amel etmişlerdir. İmam Şafii ve Malik ise ibn
mahad yerine ibn lebunu koymuşlardır ki her iki hadiste de bu yoktur.
Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) diyeti; devecilik ile uğraşanlar için yüz deve, sığırla
iştigal edenlere 200 sığır, koyunculuk yapanlara 2000 koyun, elbise işi ile
uğraşanlara da 200 hülle (takım elbise) olarak belirlemiştir.
Amr b. Şuayb,
babasından, o da dedesinden olmak üzere Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) diyeti; 800 dinar veya 8000 dirhem olarak belirlediğini rivayet
etmiştir.
Dört Sünen sahipleri
İkrime hadisinde İbn Abbas'tan şöyle dediğini naklederler: "Bir adam
öldürüldü. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun diyetim 12.000
(dirhem) kıldi."
Hz. Ömer'in,
"Develer pahalandı" dediğini ve diyet miktarını altından 1000 dinar,
gümüşten 12000 dirhem, sığırdan 200, koyundan 2000, elbiseden 200 hülle olarak
belirlediğini, ehl-i zimmetin diyetine ise dokunmadığını ve onu yükseltmediğini
biliyoruz.
Dört Sünen 'in
sahipleri, "Muahidin (zimmi) diyeti hür müslümanın diyetinin yarısıdır."
hadisini rivayet etmişlerdir.
İbn Mace'nin lafzı
şöyledir; "Ehl-i kitabın diyeti müslümanların diyetlerinin yarısıdır.
Ehl-i kitap, yahudi ve hıristiyanlardır."
Fukaha bu konuda ihtilaf
etmişlerdir: İmam Malik: "Onların diyetleri hata yollu öldürmede de,
taammüden öldürmede de müslümanların diyetlerinin yarısıdır." demiştir.
İmam Şafii: "Her ikisinde de üçte biridir." demiştir. Ebu Hanife ise:
"Her iki türlü öldürmede de müslümanın diyeti ile aynıdır." demiştir.
İmam Ahmed ise: "Taammüden öldürmede müslümanın diyeti gibidir." der.
Hata yollu öldürmede ise kendisinden iki rivayet vardır. Birincisi: Diyetin
yarısıdır, şeklindedir ki zahir mezhebi budur. İkincisi: üçte biridir.
İmam Malik, Amr b. Şuayb
hadisinin zahiri ile amel etmiştir. İmam Şafii ise, Hz. Ömer'in zimmilerin
diyetini 4000 dirhem olarak belirlemesi -ki müslümanın diyetinin üçte biridir-
şeklindeki uygulamasına dayanır. İmam Ahmed de Amr hadisini almıştır. Şu kadar
var ki, taammüden öldürmede kısas düşmüş olduğu için diyeti ceza olarak ikiye
katlamıştır. Ona göre kendisinden kısas düşen kimsenin üzerine ceza olarak
diyet ikiye katlanır. İmam Ahmed, bu prensiple hadisin arasını böylece bulmak
istemiştir. İmam Ebu Hanife'nin dayanağı ise, zimmi ile müslümanın arasında
kısasın cereyan edeceği ilkesidir. Tabii bu eşitlik, diyetlerinin de eşit
olmasını gerektirecektir.
Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), kadının diyetinin, tam diyetin üçte bir miktarına ulaşıncaya
kadar erkeğin diyeti ile aynı olduğuna hükmetmiştir. Bunu Nesai zikrediyor.
Sonra erkeğin diyetinin yarısı olur. Diyeti akileye yüklemiştir ve koca ile
katil kadının oğlunu diyetden muaf tutmuştur.
Öldürülen bir mükateb
(azad konusunda anlaşmalı köle) hakkında ise şöyle hükmetmiştir: Mükatebe
borcundan ne kadarını ödemişse o oranda hür diyeti, geri kalan kısmı için ise
köle diyeti, yani kıymeti ödenir. Aynı hükümle Hz. Ali, İbrahim en-Nehai de
hükmetmişlerdir. İmam ahmed'den de bir rivayet zikredilir. Hz. Ömer şöyle
demiştir: "Mükateb köle, borcunun yarısını ödemişse o ğarim (borçlu) olur,
bir daha köleliğe dönmez." Abdülmelik b. Mervan da böyle hükmetmiştir. ibn
Mes'ud, üçte birini; Ata ise, dörtte üçüncü öderse ğarim sayılır demişlerdir.
Bundan çıkan sonuç şudur: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu
hükmünün terkinde, ümmetin icmaı yoktur ve bu hükmü nesheden bir delil de
bilinmemektedir.
"Mükateb, üzerinde
tek bir dirhem kaldığı sürece köledir." hadisi ile bu hüküm arasında bir
çelişki yoktur. Çünkü mükateb henüz köledir ve tam hürriyetine ancak (son
kuruşuna kadar) ödemekle kavuşur.
3- Zina, Lutilik ve
Kazif Cezaları Hakkında Verdiği Hükümü:
a) Zina İtirafında
Bulunan Kimse Hakkındaki Hükmü:
Sahih-i Buharive
Müslim'de rivayet edilir: Eslemlilerden bir adam Hz. Peygamber'e (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) geldi ve zina itirafında bulundu. Hz. Peygamber, kendi
aleyhine dört defa şehadette bulununcaya dek kulak asmadı, sonra ona:
"Sende
delilik var mı?"
diye sordu. Adam: "Hayır!" dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Evlendin mi?" diye sordu. Adam; "Evet" deyince,
Hz. Peygamber emretti ve namazgahta (musalla) recmedildi. İlk taşa tutulduğunda
adam kaçtı, yakalandı ve ölünceye kadar taşlandı. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), onu hayırla andı ve cenaze namazını kıldı.
Hadisin diğer bir
rivayetinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hakkında bana
ulaşanlar doğru mu?" diye sormuş. Adam: "Ne duydunuz?" deyince
Hz. Peygamber "Bana ulaştığına göre sen falanca oğullarının cariyesi ile
ilişkide bulunmuşsun." dedi. Adam: "Evet." cevabım verdi ve
kendi aleyhine dört defa şehadette (ikrarda) bulundu. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), sonra onu çağırarak aklından zoru olup olmadığını sordu.
Adam: "Hayır." dedi. Evlenip evlenmediğini sordu. "Evet."
deyince, emretti ve recmedildi.
Yine her ikisindeki
diğer rivayette ise: "Kendi aleyhine dört defa şehadette bulununca, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu çağırdı ve: "Sende delilik
falan var mı?" diye sordu. Adam: "Hayır." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Evlendin mi?" dedi. Adam: "Evet" diye
cevap verdi. Hz. Peygamber de: "Götürün ve recmedin." buyurdu.
Buhari'deki bir metinde
de şöyledir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Belki de sen
onu öptün veya kadına yeltendin yahut da ona baktın?" diye buyurunca adam:
"Hayır ya Rasulallah!" dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), kinayeli ifade kullanmaksızın: "Onu (şey) ettin mi?" diye
sordu. Adam: "Evet." diye cevap verince, o zaman recmedilmesini
emretti.
Ebu Davud'un rivayet
ettiği bir hadis ise şöyledir: Adam kendi aleyhine dört defa şahitlik etti. Her
defasında Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona kulak asmadı.
Beşincisinde ona döndü ve açıkça: "Onu (şey) ettin mi?" diye sordu.
Adam: "Evet." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Senin şeyin onun şeyi içine girdi mi?" diye sordu. Adam:
"Evet." dedi. Hz. Peygamber: "Milin sürmedanlığa, ipin kuyuya
girdiği gibi mi?" diye sordu. Adam: "Evet." diye cevapladı. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Zina ne demektir biliyor musun?"
diye sordu. Adam: "Evet, bir kişinin karısıyla helal olarak yaptığım, ben
onunla haram olarak yaptım." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Peki, şimdi bu sözle ne demek istiyorsun?" diye sordu.
Adam: "Beni temizlemeni istiyorum." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) emretti ve adam recmedildi.
Ebu Davud'un Sünen'inde:
"Taşlar değince adam bağırdı ve şöyle dedi:
"Ey insanlar! Beni
Allah'ın Rasulü'ne geri çevirin. Kavmim, beni öldürdü ve beni aldattılar.
Rasulullah'ın beni öldürmeyeceğini söylediler." dediği rivayeti
bulunmaktadır.
Sahih-i Müslim'de şöyle
anlatılır: Gamidli kadın gelerek: "Ya Rasulallah! Ben zina ettim. Beni
temizle!" demiş, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de onu geri
çevirmişti. Ertesi gün olunca kadın: "Ya Rasulallah! Beni niye geri
çeviriyorsun? Belki beni, Maiz'i çevirdiğin gibi geri çevireceksin. Allah'a
yemin ederim ki, ben gerçekten gebeyim." dedi. Efendimiz: "Olmazsa
haydi doğuruncaya kadar git (buradan)!" buyurdu. Kadın doğurduğunda çocuğu
bir bez parçası içinde Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) getirdi ve:
"İşte! Onu doğurdum." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Git, bu çocuğu sütten kesilinceye kadar emzir!" buyurdu.
Kadın onu memeden ayırdıktan sonra çocuğun elinde bir ekmek parçası olduğu
halde Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) getirdi ve: "İşte ya
Rasulallah! Onu sütten kestim, yemek yemeğe de başladı." dedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çocuğu müslümanlardan
birine verdi, sonra emretti. Kadın, göğsüne kadar kazılan bir çukura gömüldü ve
recmettiler. Halid b. Velid bir taşla kadına yönelmiş ve başına atmıştı da yüzüne
kan sıçramıştı. Halid de ona söğmüştü. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) işitince: "Yavaş ol ey Halid! İrade ve kudreti ile yaşadığım
Allah'a yemin ederim; bu kadın öyle bir tevbe etti ki, onu bir baççı (sahibu
meks) yapsaydı mutlaka affolunurdu." buyurmuştur. Sonra kadının
(getirilmesini) emrederek cenazesini kılmış ve kadın defnedilmiştir.
Sahih-i Buhari'ae ise
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), evlenmemiş (gayr-ı muhsan)
zinakar hakkında bir yıl sürgün ile had cezası uyguladığı belirtilir.
Sahihayn'aa. rivayet ediliyor:
Bir adam Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelerek: "Ya
Rasulallah! Senden Allah aşkına aramızda ancak Allah'ın kitabı ile hüküm
vermeni dilerim." dedi. Öteki hasım -ki ondan daha anlayışlı idi-:
"Evet, aramızda Allah'ın kitabıyla hükmet. Bana da müsaade buyur
(anlatayım)." dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Anlat." buyurdu. Adam şöyle anlattı: "Benim oğlum bu adamın
yanında çıraktı. Derken karısıyla zina etmiş. (Oğluma recm lazım geleceğini
duydum) ve hemen onun namına yüz koyunla bir hizmetçi fidye verdim. Bir de ulemaya
sordum. Bana oğluma ancak yüz dayakla bir yıl sürgün cezası lazım geldiğini,
bunun karısına da recm gerektiğini bildirdiler." Bunun üzerine Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İrade ve kudretiyle yasadığım
Allah'a yemin ederim ki, aranızda mutlaka Allah'ın kitabıyla hükmedeceğim. Yüz
koyun ve hizmetçi sana geri iade edilecek. Oğluna yüz değnekle bir yıl sürgün
gerek. Haydi ya Üneys! Git bunun karışma. Şayet itiraf ederse onu
recmediver." buyurdu. Kadın itiraf etti, Üneys de onu recmetti.
Sahih-i Müslim'de Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle dediği rivayet edilir: "Bekarla bekar
(zina ederse) yüz değnekle bir yıl sürgün, evli ile evli (zina ederse) yüz
değenkle recim vardır. "
Bu uygulamalar şu
hükümleri içerir:
1- Evli zinakar
recmedilir,
2- Dört defa ikrar
olmadıkça recmedilmez.
3- Dörtten az sayıda
ikrarda bulunursa ikrar nisabına (dört defa) tamamlatılması gerekli değildir,
bilakis devlet başkanının kulak asmaması ve ona ikrarın tamamlatılmamasını
tariz (dolaylı anlatma) yetkisi vardır.
4- Delilik, sarhoşluk
gibi bir sebeple aklı başında bulunmayan bir kimsenin ikrarı boştur, dikkate
alınmaz. Talakı, azadı, yemini, vasiyyeti de böyledir.
5- Hadlerin namazgahta
ikamesi caizdir. Bu, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mescidlerde
had cezalarının tatbikini yasaklaması ile çelişmez.
6- Hür ve muhsan (evli)
olan bir kimsenin cariye ile zina etmesi halinde cezası, aynen hür kadınla zina
etmiş gibi recmdir.
7- Yetkilinin, ikrar
eden kimseye ikrar etmemesini çıtlatması müstahaptır. Keyfiyetin iyice ortaya
çıkması için ikrarda bulunana sorular sorması vaciptir. Kadından elle, dudakla,
gözle istifade etmek de (hadislerde) zina sayıldığından ötürü, ihtimali
bertaraf için sorması gerekmektedir.
8- Yetkilinin, gereği
halinde cinsel ilişki için kullanılan sarih ifadeyi kullanması caizdir.
9- Zinanın haram
olduğunu bilmeyen kimseye had uygulanmaz. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), zina eden sahabiye zinanın hükmünü sormuş, o da:
"Kişinin karısıyla helal olarak yaptığını ben onunla haram olarak
işledim." diye cevap vermiştir.
10- Gebe kadına had
uygulanmaz. Çocuğunu doğurup onu s sinceye kadar emzirmesi için mühlet verilir.
11- Kadın recm anında
çukura gömülür.
12- Devlet başkanının,
recmi başlatması vacip değildir.
13- Eğer tevbe
etmişlerse günahkarlara sövmek (hakaret) cais
14- Zina cezasından
dolayı öldürülenin cenazesi kılınır.
15- İkrarla cezaya
çarptırılan kimse, cezasının tatbiki sırasında bağışlanmasını ister ve kaçarsa,
kendi haline bırakılır had cezası tamamlanmaz. Çünkü bu hali ikrarından rücu
manasına gelir, denilmiştir. Bazıları ise, bu haddin tamamlanmasından önce
yapılmış bir tevbedir. Nasıl ki, hadde başlamadan önce tevbe ettiğinde hadde
başlanmazsa bu durumda da had tamamlanmaz, şeklinde yorum getirmişlerdir. Bu
üstedımızın (İbn Teymiye) tercihidir.
16-Bir kimse, ben falan
kadınla zina ettim deyince zina cezası yanında kazf (iftira) cezası uygulanmaz.
17- Batıl sulhle elde
edilen mal helal olmaz, geri iadesi gerekir.
18- Devlet başkanı
haddin uygulanması için başkasını görevlendirebilir (tevkil).
19- Evli zinakara hem
celd (değnek), hem de recm uygulanmaz. Çünkü ne Maiz'e, ne de Gamidli kadına
celd (değnek) cezası uygulanmamıştır. Üneys'e de, gönderdiği kadına celd
cezasını emretmemiştir. Bu cumhurun görüşüdür. Ubade'den rivayet edilen:
"Hükmü benden alınız. Allah kadınlar için bir yol (hüküm) kıldı: Evli evli
ile (zina ederse) yüz değnek ve recm vardır." şeklindeki hadis mensuhtur.
Bu hüküm, zina cezasının ilk nüzulü sırasında idi. Sonra Maiz'i ve Gamidli
kadını recmetmiş, celd cezası tatbik etmemiştir. Bunun Ubade hadisinden sonra
olduğunda şüphe yoktur. Sünen'deki Cabir hadisi ise farklıdır: "Adamın
birisi zina etmiş, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de had cezası
uygulanmasını emretmişti. Adam, daha sonra muhsan (evli) olduğunu ikrar edince,
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emretmiş ve adam
recmedilmişti." Bizzat ravi olan Cabir, hadis hakkında: "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), adamın muhsan (evli) olduğunu
bilmiyordu. Bu yüzden had (celd) cezası uyguladı. Sonra adamın muhsan olduğu
öğrenilmiş ve recmedilmiştir." der.
20- Yapılan işin haram
olduğu biliniyorsa, cezanın ne olduğunu bilmemek' haddi düşürmez. Çünkü Maiz,
cezasının ölüm (recm) olduğunu bilmiyordu. Bu cehaleti kendisinden haddi
düşürmemişti.
21- Hakimin, kendi
huzurunda yapılan ikrarla hükmetmesi caiz oluyor ve ayrıca ikrarın iki şahitçe
de işitilmesi gerekmiyor. Bunu İmam Ahmed belirtmiştir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Üneys'e: "Eğer kadın iki şahit huzurunda ikrar ederse
onu recmet." dememiştir.
22- Dava konusu, halis
Allah hakkı ise, hüküm için haKim huzurunda dava edilmiş olması şartı yoktur.
23- Bir kadına had
cezası gerekiyorsa, devlet başkanının kadını huzura getirtmeden, haddi ikame
edecek birisini ona göndermesi caizdir. Nitekim Nesai, hadise böyle başlık
atmıştır. Böylece kadınlar, hüküm meclisine getirilmekten korunmuş olurlar.
24- Devlet başkanı,
hakim ve müftü gibi kimselerin, verdikleri hükümde herhangi bir kuşkuları yoksa
ve kesin inanıyorlarsa; o hükmün, Allah'ın hükmü olduğunu dair yemin etmeleri
caiz olur.
25- Hadlerin ikamesinde
tevkil (görevlendirme) caizdir. Bu hususta düşünmek lazım. Çünkü Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı istinabe (naib kılmak)dir.
26- Uygulama ve
hükümler, erkek gibi kadının da sürüleceği hükmünü içermektedir. Ancak, eğer
beraberinde mahremi de varsa gönderilir; yoksa kadın sürülmez. İmam Malik:
"Kadınlar için sürgün cezası yoktur. Çünkü onlar avrettirler."
demiştir.
b) Ehl-i Kitaba Hadler
Konusunda İslam Ahkamı İle Hükmetmesi:
Sahıhayn ve Müspetlerde
rivayet edilmektedir: Yahudiler Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
gelerek kendilerinden bir erkekle kadının zina ettiklerini söylediler. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara: "Recm hakkında Tevrat'ta
ne buluyorsunuz?" diye sordu. Onlar: "Biz onları rüsvay (teşhir)
ederiz ve sopa ile (celd) dövülürler." dediler. Abdullah b. Selam hemen:
"Yalan söylediniz! Tevrat'ta recm hükmü vardır." dedi. Tevrat'ı
getirdiler ve açtılar. Birisi recm ayetinin üzerini eli ile kapattıktan sonra
üst ve alt tarafım okudu. Abdullah b. Selam: "Elini kaldır!" dedi,
adam elini kaldırdı. Bir de baktık orada recm ayeti var. Sonunda yahudiler:
"Ya Muhammedi (Abdullah) doğru söyledi. Tevrat'ta recm hükmü vardır."
dediler. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de emretti ve her ikisi de
recmedildi.
Bu uygulama şu hükümleri
içerir:
1- Zina cezasının
tatbikinde aranan muhsan olma şartı için kişinin müslüman olması
aranmamaktadır.
2- Evli zimmiler de
birbirlerini muhsan yaparlar. İmam Ahmed ve Şafii de bu görüşü
benimsemişlerdir. Bu görüşte olmayanlar, hadisin izahında ihtilaf etmişlerdir:
İmam Malik, Muvatta 'dan başka bir yerde şöyle demiştir: "Yahudiler zimmi
değillerdi." Sahih-i Buhari'dzki ifade ise, onların zimmet ehlinden
oldukları şeklindedir. Şüphesiz bu olay Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ile aralarında geçen muahededen sonra olmuştur ve o sırada harp halinde
değillerdi. Yoksa nasıl Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) muhakeme
olmak için başurur ve hükmüne razı olurlar? Hadisin başka bir yoldan
rivayetinde: "Bizi şu peygambere götürün. Çünkü O hafifletme (prensibi)
ile gönderilmiştir." demişlerdir.
Diğer bazı
rivayetlerinde ise şöyledir: "Yahudiler O'nu (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ders ve okuma odalarına (midras) davet ettiler." Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) gelmiş ve aralarında hükmetmiştir. Şüphesiz onlar (bu
haliyle) muahade ve sulh ehli idiler
Bir başka grup ise şöyle
te'vil yapmışlardır: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlar
Tevrat'ın hükmüne göre recmetti. Hadisenin akışından bu açıkça anlaşıl
maktadır.
Bu yorum onlara asla bir
fayda sağlamaz. Çünkü Hz. Peygamber (s.a. onların arasında mutlak adaletle
(hakla) hükmetmiştir ve her halükarda uyul ması gerekir. Hak varken başka yol
aramak sadece sapıklık değil midir?
Bir başka grup da; Hz.
Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları siyaseten recmettiğin
söylemişlerdir. Bu, en olmayacak görüştür. Aksine Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) on lan kendisinden başka hükme yer olmayan Allah'ın hükmüyle
recmetmiştir
Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bu uygulamasından şu neticeler de çıkar:
3- Zimmiler davalarını
bize getirdiler mi, aralarında ancak İslam ah kamı ile hükmedebiliriz.
4- Zimmilerin,
birbirleri hakkındaki şahitliklerinin kabulü gerekir. Çün kü bu uygulamada
zinakarlar ikrarda bulunmamışlardır. Aleyhlerine müslü manlar da şahitlik
yapmamışlardır. Çünkü onların zinalarını görmemişler dir. Nasıl olur ki,
Sünen'&z bu hadiseyle ilgili olarak Hz. Peygamber'in (s.a. şahitleri
istediği, dört kişinin geldiği ve erkeğin aletini, milin sürmedanlığa girdiği
gibi kadının uzvu içerisinde gördüklerine dair şehadette bulundukları
yazılıdır.
Bu hadisin bazı
rivayetlerinde: "Onlardan dört kişi geldi." ifadesi, diğer
bazılarında da: "Bana sizden dört kişi getirin." buyurduğu
belirtilir.
5- Bu uygulama, recm ile
iktifa edilip hem celd hem de recmin bir arada uygulanmayacağını gösterir. Ibn
Abbas şöyle der: Recm Allah'ın kitabında vardır. Onu ancak inceliklere dalan
kimse çıkarabilir. O da Allah'ın: "Ey ehl-i kitab! Rasulümüz size kitaptan
gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi." Ayetidir [Maide,
15] Başkaları ise recm hükmünü: "Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur
olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler
onunla yahudilere hükmederlerdi."[Maide, 44] ayetinden istinbat
etmişlerdir.
Zühri, hadisinde şöyle
diyor: Bize ulaştığına göre, "Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu
halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla
yahudilere hükmederlerdi." ayeti onlar (yahudiler) hakkında inmiştir. Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) da onlardandı. (Ayette zikri geçen nebilerden.)
c) Karısının Cariyesiyle
Zina Eden Kimse Hakkındaki Hükmü:
Müsnedve dört Sünen'az
Habib b. Salim yolu ile rivayet edilen Katade hadisinde şöyle anlatılır:
Abdurrahman b. Huneyn, karısının cariyesi ile cinsi ilişkide bulunmuştu. Küfe
emiri olan Numan b. Beşir'e şikayet olundu. Numan: "Hakkında mutlaka Hz,
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) verdiği hükümle hükmedeceğim. Eğer
karın cariyeyi sana helal kılmışsa sana yüz değnek vururum, aksi halde seni
recmederim." dedi. Karısının kendisine cariyesini helal kıldığını
öğrendiler ve adama yüz değnek vurdu.
Tirmizi, hadis hakkında
şöyle diyor: Bu hadisin senedinde ıztırab vardır (muztarib). Muhammed'i
(Buhari'yi) şöyle derken işittim: "Katade bu hadisi, Habib b. Salim'den
işitmemiştir. Aksine Halid b. Urfuta'dan rivayet etmiştir. Ebu Bişr de bu
hadisi Habib b. Salim'den işitmemiş, Halid b. Urfuta'dan rivayet
etmiştir." Muhammed'e (Buhari) bu hadisi sordum. Bana: bu hadisi reddediyorum,"
dedi, Nesai de: "O muztariptir." demiştir Hatim er-Razi ise, Halid b.
Urfuta'nın meçhul olduğunu söyler.
Müsnedvç Sünen'de ise
Kabisa b. Hureys - Seleme b. el-Muhabbık senediyle şöyle rivayet edilir: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), karısının cariyesi ile ilişkide
bulunan birisi hakkında şöyle hüküm vermiştir: "Eğer cariyeyi zorlamışsa,
cariye hürdür ve adamın, cariyenin bir benzerini (benzer bir cariye) hanımına
vermesi gerekir. Eğer cariye gönüllü karşılık vermişse, cariye adamındır;
adamın hanımına, benzeri bir cariye vermesi gerekir."
Alimler, bu hükümle amel
hakkında ihtilaf etmişlerdir. Zahir mezhebinde İmam Ahmed bu hükümle amel
görüşündedir. Çünkü hadis hasendir. Halid b. Urfuta'dan, iki sika ravi, Katade
ve Ebu Bişr rivayette bulunmuşlardır; onun cerh edildiği de bilinmemektedir.
Bir ravinin cehaleti, kendisinden iki sika ravinin rivayette bulunmasıyla
ortadan kalkar. Kıyas ve şer'i kaideler de bu hükmün gereği ile amel etmeyi
gerektirir. Şöyle ki, karısının cariyeyi kendisine helal kılması haddin düşürülmesini
gerektiren bir şüphedir. Ta'ziri ise düşürmez. Vurulan yüz değnek de ta'zir
olur. Eğer helal kılmamış ise, ilişki zina olur ve bir şüphe de yoktur. Bu
durumda da recm cezası vardır, Şimdi bu uygulamada kıyasa muhalif ne var?
Seleme b. el-Muhabbık
hadisine gelince, eğer sahİhse onunla amel etmet ve ondan yüz çevirmemek
gerekir. Ancak Nesai: "Bu hadis sahih değildir.' der. Ebu Davud ise:
"Ahmed b. Hanbel'i işittim, şöyle diyordufSeleme b el-Muhabbık'tan rivayet
eden kimse bilinmemektedir. Ondan Hasan -yan Kabisa b. Hureys-'den başkası da
rivayet etmemektedir." der. Buhari ist Tarihinde: "Kabisa b. Hureys,
Seleme b. el-Muhabbık'tan işitmiştir. Hadisi üzerinde ise durmak lazım"
diyor. İbnü'l-Münzir: "Seleme o. El-Muhabbık'ın haberi sabit olmaz."
derken, Beyhaki: "Kabisa b. Hureys maruf değildir." der. Hattabi:
"Bu münker bir hadistir. Kabisa maruf değildir, böyle bir hadis hüccet
olmaz. Hasan, her duyduğundan hadis rivayetinde bulunmaya aldırmayan bir
kimsedir." der.
Başka bir grup, hadisi
kabul etmiş, sonra ihtilafa düşmüşlerdir: Bir kısmı; mensuhtur, bu hadlerin
nüzulünden önceydi, demiştir.
Bir başka kısmı ise;
hayır mensuh değil demişler ve hadisin izahını şöyle yapmışlardır: "Adam
cariyeyi zorlayınca, onu artık hanımefendisine karşı ifsad etmiş, yaramaz hale
sokmuş olur. Ona uygun biri olmaz. Ayrıca cariye bundan ar duyar ki, bu manevi
bir işkence (müsle)dir." Manevi müsle gerçek (hissi) müsle gibidir, hatta
daha büyüktür. Böylece zoraki ilişki iki hususu içermiş olur: 1) Cariyeyi hanımefendisine
yaramaz hale getirme, 2) Cariyeye karşı manevi müsle. Bu iki durum, cariyenin
bedelinin hanımefendisine ödenmesini ve cariyenin de azadını gerektirir.
Eğer cariye gönüllü
karşılık vermişse, bu durumda ilişki cariyeyi hanımefendisine yaramaz kılar ve
adam tarafından cariyenin kıymetinin hanımefendiye ödenmesi gerekir. Adam
cariyeye de sahip olur. Çünkü cariyenin kıymeti ödenmek üzere adamın boynuna
borç olmuştur. Gönüllü karşılık verip kendi de istediği için ilişki, müsle
şüphesinden çıkar. Bu yorumu yapanlar şöyle diyorlar: "Manevi itlafın,
maddi (hissi) itlaf şeklinde telakki edilmesi (onun mertebesinde tutulması)
haktan uzaklaşma sayılmaz. Çünkü her ikisi de malikin, mülkünden faydalanmasına
engel olmaktadır. Hiç şüphesiz zevcenin cariyesi, kocası tarafından iğfal
edilmişse, artık daha önceden olduğu gibi kendisine yaramaz." Bu hüküm en
güzel hükümlerden biridir, usuli kıyasa da uygundur.
Kısaca: Bu hükümle amel,
hadisin kabulüne dayalıdır. Muhalifler ne kadar çok olurlarsa olsunlar, onların
çokluğu hükme (veya hadise) bir zarar vermez.
d) Lutilik Hakkındaki
Hükmü:
Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), livata hakkında şöyle veya böyle bir hükümde bulunduğu sabit
değildir. Çünkü bu fiil, Arapların bilmediği bir işti. Hz. Peygamber'e (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de böyle bir dava intikal etmemişti. Şu kadar var ki
kendisinin: "Yapanı da, yapılanı da öldürünüz." buyurduğu vakidir.
Bunu dört Sünen sahipleri rivayet etmişlerdir. İsnadı sahihtir. Tirmizi:
"Bu hasen bir hadis." demiştir.
Hz. Ebu Bekir bu hadisin
gereği ile hükmetmiştir. Sahabe ile istişareden sonra -içlerinde en katıları
Hz. Ali idi- Halid'e de aynısını yazmıştır.
İbnü'l-Kassar ve
üstadımız (İbn Teymiye) şöyle diyorlar: Sahabi, livatanın hükmünün öldürme
olduğunda icma etmiştir. İhtilafları sadece öldürmenin nasıl olacağı
hakkındadır. Hz. Ebu Bekir: "Yüksekten atılır." Hz. Ali:
"Üzerine duvar yıkılır." İbn Abbas: "Taşla öldürülürler."
demişlerdir. Görüldüğü üzere hepsi de öldürüleceğinde hemfikirdirler, İhtilaf
keyfiyette dir. Bu hüküm, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nikah
düşmeyen yakını ile ilişkide bulunan kimse hakkındaki hükmüne de uygun
düşmektedir. Çünkü her ik yönden de ilişkide bulunmak faile hiçbir halde mubah
olmamaktadır. Bu yüz den İbn Abbas (r.a.) hadisinde her ikisi bir arada
zikredilmiştir. Ondan şöylı rivayet edilir: "Lut kavminin amelini işleyen
birini bulursanız öldürünüz.' Yine ondan: "Nikah düşmeyecek yakın mahremi
ile ilişkide bulunanı öldü rünüz." rivayeti mevcuttur. Müsned bir
hadisinde de: "Kim bir hayvanla mü nasebette bulunursa, onu öldürün ve
beraberinde hayvanı da öldürün." rivayetinde bulunmuştur.
Bu hüküm, Şari'in
hükmüne uygundur. Çünkü haramlar katmerleştifc çe cezalan da ağırlaşmaktadır.
Hiçbir zaman ilişkide bulunulması helal o: mayan bir kadınla ilişkide bulunmak
bazı durumlarda (mesela nikahlı oh rak) kendisi ile ilişki helal olan bir
kadınla münasebette bulunmaktan dah ağır bir cürümdür. Cezası da o oranda ağır
olur. İmam Ahmed, kendisinde nakledilen iki rivayetten birisinde, hayvanla
münasebette bulunmanın hül mü ile livatanın hükmünün aynı olduğunu belirtmiş ve
her halükarda öldürüleceğini veya cezasının z!na cezası olduğunu ifade
etmiştir.
Selefin bu konuda
ihtilafı vardır: Hasan: "Lutinin cezası, zina cezasıdır." demiştir.
Ebu Seleme ondan; behemehal öldürüleceğini de nakletmiştir. Şa'bi ve Nehai,
ta'zir edileceğini söylemişlerdir. İmam Şafii, Malik, Ebu Hanife ve bir
rivayette Ahmed de onların bu görüşünü almışlardır. Hadisin ravisi olduğu halde
İbn Abbas (r.a.) da böyle fetva vermiştir.
e) Belirli Bir Kadınla
Zina Ettiği İtirafında Bulunan Kimse Hakkındaki Hükmü:
Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), belirli bir kadınla zina ettiğini itiraf eden bir kimse
hakkında zina cezasını uygulamış, ayrıca iftira cezası tatbik etmemiştir.
Sünen'ae Sehl b. Sa'd hadisinde şöyle anlatılır: "Bir adam Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi ve adını verdiği bir kadınla zina ettiğine
dair ikrarda bulundu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kadına haber
gönderdi ve durumu sordu. Kadın, zina ettiğini inkar etti. Bunun üzerine Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), adama had cezası (celd) vurdu. Kadım
İse serbest bıraktı. "
Bu uygulama iki hususu
içeriyor:
1- Kadın yalanlasa bile
(ikrarda bulunan) adama haddin gerekliliği. Ebu Hanife ve Ebu Yusuf, kadının
inkarı durumunda erkeğe had uygulanmayacağı görüşündedirler.
2- Kadına iftira etmiş
olacağı için ayrıca bir kazif (iftira) cezası gerekmeyeceği.
Ebu Davud'un Sözen'inde
İbn Abbas'tan rivayet ettiği hadise gelince ki, şöyledir: Bir adam Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi ve bir kadınla zina ettiğine
dair dört defa ikrarda bulundu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de
bekar olduğu için yüz değnek vurdu. Sonra kadının aleyhine kendisinden beyyine
istedi. Kadın ise: "Vallahi yalan ya Rasulallah!" dedi. Bu kez de
adama iftira cezası olarak seksen değnek vurdu.
İşte bu hadis hakkında
Nesai: "Bu, münker bir hadistir." demiştir. Hadisin isnadında Kasım
b. Feyyaz el-Enbari es-San'ani vardır ki, pek çokları onu tenkit etmişlerdir.
İbn Hibban da bu hadisle ihticacda bulunmanın batıl olduğunu söylemiştir.
f) Zina Eden Cariye
Hakkındaki Hükmü:
Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), cariye zina eder ve muhsan (evli) da olmazsa celd (döğme)
ile hükmederdi.'' Cariyelerle ilgili olan: "Evlendikten sonra fuhuş (zina)
yaparlarsa onlara hür kadınların cezasının yarısı (uygulanır). "[Nisa, 25]
ayetine gelince; bu ayet, evlendikten sonra cariyenin cezasının, hür kadına
uygulanan celd (değnek) cezasının yarısı olduğu hakkındadır. Evlenmeden Önce
zina etmesi durumunda ise Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), celd
uygulanmasını emretmiştir.
Celd konusunda iki görüş
vardır:
1) Bu bir haddir. Şu kadar
var ki, evlenmeden önce ve sonrası \A farklıdır. Evlenmeden önce cariyenin
efendisi tarafından ikamesi mümkft iken, evlendikten sonra ancak devlet başkanı
tarafından uygulanır.
2) Evlilikten önce çeldi
ta'zirdir, had değildir. Bu, Müslim'in Sahih'inde rivayet edilen şu hadisi
iptal etmez. Ebu Hureyre merfu olarak Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) nisbet ediyor: "Birinizin cariyesi zina ederse onu döğsün (celd)
ve ayıplamasın (başına kakmasın). Üç defa böyle davransın. Dördüncü defa yine
yaparsa yine döğsün ve onu bir örme (ip) karşılığında bile olsa satsın."
Bir rivayetinde de: "Onu Allah'ın kitabı gereği dövsün." ifadesi
vardır.
Yine Müslim'de, Hz. Ali
(r.a.) bir hitabesinde şöyle demiştir: Ey insanlar! köleleriniz evli olsun
olmasın, onlara haddi tatbik ediniz. Çünkü Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ait bir cariye zina etmişti. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bana, ona celd vurmamı emretmişti. Ben de baktım ki, cariye henüz
nifastan yeni çıkmış. Ona celd uygularsam öldüreceğimden korktum (ve
uygulamadım). Durumu Hz. Peygamber'e anlattım, Bana: "(Aferin) iyi
yapmışsın." buyurdu.
Şeriat literatüründe
"ta'zir" ifadesinin kapsamına "had" de girmektedir. Nitekim
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "On kamçıdan fazlası ancak
Allah'ın koyduğu hadlerden birinde vurulabilir." hadisinde bu durum söz konusudur.
Hem cins hem de miktar
bakımından ondan daha fazlasıyla yapılan ta'zir cezalan pek çok yerde sabittir
ve neshi de vaki değildir. Hilafına da icma yoktur.
Her nasıl olursa olsun,
cariyenin evlenmeden önceki hali ile sonraki halinin farklı olması gerekir.
Aksi takdirde (ayetteki) kayıtlamanın bir manası olmaz. Yahut, evlilikten önce
cariyeye had yoktur denecektir ki sahih sünnet bunu iptal etmektedir. Veya
evlilikten önceki cezası hür kadının cezasıdır, evlilikten sonra ise yarasıdır
denilecektir. Bu ise kesinlikle batıldır. Şeriatın kaidelerine ve usule
muhaliftir. Ya da şöyle denilecek: Evlilikten önce döğülmesi (celd) ta'zir,
evlilikten sonra ise haddir. Bu yorum daha güçlüdür. Bir başka yorum da şöyle
olacaktır: İki durum arasındaki fark haddin uygulanışı konusundadır, sayısında
değildir. Evlilikten öncesinde olursa haddin uygulanması efendiye ait iken,
sonrasında yapılması durumunda had devlet başkanı tarafından uygulanacaktır.
Bu, getirilen yorumların içerisinde doğruya en yakın olandır.
Şöyle de denebilir:
Ayetteki, evlilikten sonra cezanın hür kadının cezasının yarısı olacağı
şeklindeki kayıt, bir yanlış anlamanın önüne geçmek için olabilifc. Şöyle ki:
Birileri, bekar birisine uygulanan celd cezası naşı! ki evlilikle recme
dönüşüyorsa, cariyenin cezası da evlilikle hür kadının had cezasına dönüşür,
şeklinde yanlış anlayabilir. Cezanın yarıya indirilmesi, cariyenin ekmel haline
yani evlilik sonrasına ait suç için zikredildi ki, bu dönemde bu kadarla
yetinüdiğine göre evlilik öncesinde o kadarla yetinileceği evleviyetle
anlaşılsın. Doğruyu en iyi Allah bilir.
Zina eden ve had
cezasının tatbikine tahammülü bulunmayan bir hasta hakkında Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), içerisinde yüz (koruk) hurma bulunan bir salkım alınmasını
ve onunla hastaya bir defa vurulmasını hüküm buyurmuşlardır.
g) Kazif (İftira)
Hakkındaki Hükmü:
Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), eşi (Aişe)nin beraetine dair Allah vahiy indirince kazf
(iftira) cezasına hükmetmiş ve iki erkekle bir kadına had tatbik etmiştir.
Bunlar Hassan b. Sabit, Mistah b, Üsase'dir. Ebu Cafer en-Nüfeyli, kadının
Hamne bint. Cahş olduğunu söylediklerini ifade eder,
4- İrtidat, İçki ve
Hırsızlık Cezalan Hakkında Verdiği Hükümler:
a) İrtidat Hakkındaki
Hükmü:
Dinini değiştiren kimse
hakkında öldürülmesine hükmetmiştir. Kadın erkek ayvnmı yapmamıştır. Ebu Bekir
es-Sıddik de, müsluman olduktan sonrati irtidat eden ve Ümmü Kırfe adı verilen
kadını öldürmüştür.
b) İçki İçen Hakkındaki
Hükmü:
içki {hamr) içen hakkında
dal, pabuç (gibi şeylerle) döğmelerine hükmetmişti ve kırk adet vur(dur)muştu.
Hz. Ebu Bekir de Peygamberimizi takip etmiş ve içki içenlere 40 sopa vurmuştu.
Abdürrezzak'ın,
Musannef'mde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), içki içenlere 80
sopa vurduğu rivayet edilmiştir.
İbn Abbas (r.a.):
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) içki hakkında belli bir ceza
koymamıştır." demiştir.
Hz. Ali (r.a.) ise:
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) içki cezası olarak kırk sopa
vurdu. Hz. Ebu Bekir de kırk vurdu. Hz. Ömer ise seksene iblağ etti. Hepsi de
sünnettir." der.
Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) dördüncü veya beşinci defa tekrar içen kimsenin öldürülmesini
emrettiği de sahih olarak bilinmektedir. İlim adamları, bu hususta ihtilaf
etmişlerdir. Mensuhtur diyenler olmuştur ve nasih (neshedici delil) olarak da:
"Bir müslümanın kanı ancak şu üç şeyden biri sebebiyledir. " hadisi
gösterilmiştir. Muhkem olduğunu, -özellikle de ammın sonra varid olduğu
bilinmiyorsa- has ile amm (özel ve genel) nasslar arasında tearuzun
bulunmadığını söyleyenler de olmuştur.
Bazılarınca da neshedici
delil, Abdullah Himar hadisidir. Çünkü bu zat, içki içtiği için defalarca Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) getirilmiş, Hz. Peygamber de ona celd
(dayak) tatbik etmiş ve öldürmemiştir.
Bir yorum da şöyledir:
Eğer pek sık içer, had onu engellemez ve cezayı küçümserse, maslahat gereği
olarak öldürülmesi ta'zir kabilinden olmuş olur. Devlet başkanının, böyle
birisini had olarak değil de ta'zir yoluyla (siyaseten) öldürme yetkisi vardır.
Abdullah b. Ömer'den (r.a.) şöyle dediği sahih olarak bilinir: "Dördüncüde
siz onu bana getirin. Sizin adınıza onu öldürmek bana ait." Bu sözlerin
sahibi İbn Ömer, Hz. Peygamber'in (içki içenin dördüncü defada) öldürülmesini
isteyen emrini rivayet eden ravilerden biridir. Bu raviler: Muaviye, Ebu
Hureyre, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr ve Kabisa b. Züeyb'dir (r. anhum).
Kabisa hadisi: Bu
hadiste öldürmenin "had" olmadığına veya mensuh bulunduğuna dair
delalet vardır. Çünkü hadiste şöyle denmektedir: "içki içmiş bir adam
Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) getirilmişti. Hz. Peygamber ona celd
uyguladı. Sonra yine getirildi, yine celd uyguladı. Sonra yine getirildi, yine
celd tatbik etti. (Sonra yine getirildi yine celd tatbik etti) ve öldürmeyi
kaldırdı. Daha önce ruhsattı." Bunu Ebu Davud rivayet etmiştir.
Hz. Ali'den rivayet edilen
ve sıhhatinde ittifak edilen şu hadis hakkında itirazda bulunulabilir. Hadis
şöyle: Hz. Ali: "Üzerine had uygulanıp da ölen kimse için asla diyet
ödeyecek değilim. Ancak içki içenfin durumu) bundan müstesna. Çünkü Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bu konuda bir hüküm koymadı. Uyguladığımız bu ceza bizzat
bizim kendi görüşümüz." demiştir. Ebu Davud'un lafzı böyledir. Buhari ve
Müslim'in lafzı ise: "Çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öldü
ve onu bir hükme bağlamadı." şeklindedir.
Deniliyor ki: Bu
ifadeden maksat, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) içki hakkında
diğer hadlerde olduğu gibi artırılamaz eksiltilemez bir ceza miktarı
belirlemesine gitmediğini ifade olmalıdır. Yoksa nasıl olur, bizzat Hz. Ali'nin
kendisi Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) içki için kırk (sopa)
vurduğuna şahitlik etmiştir.
Hz. Ali: "Bu bizzat
bizim kendi görüşümüz" sözü ile içki cezasının seksen sopa ile takdir
edilmesini kasdetmektedir. Zira Hz. Ömer ashabı toplamış ve onlarla istişare
etmiş, onlar da seksen olarak belirlenmesini işaret etmişler, Hz. Ömer de öylece
yürürlüğe koymuştur. Sonra Hz. Ali kendi hilafeti döneminde 40 sopa olarak
uygulamış ve: "Bu bana göre daha iyi." demiştir.
Hadisler üzerinde
dikkatlice düşünen kimse görür ki, içki cezasında kırk sopa vurulması haddir.
Ziyade edilen diğer kırk sopa ise üzerinde ashabın ittifak ettikleri tavır
nevindendir. Öldürme cezası ise ya mensuhtur ya da devlet başkanının görüşüne
bırakılmış maslahat gereği bir tasarruftur. Devlet başkanı insanların içki
cezasını önemsemeyerek içkiye düşkünlük gösterdiklerini görür ve diğerlerinin
ibret almaları ve içkiden vazgeçmeleri için birini öldürmeyi uygun görürse,
böyle bir yetkisi mevcuttur. Nitekim Hz. Ömer, içki yüzünden başı kazıtma ve
sürgün gibi cezalar da uygulamıştır. Bu devlet başkanlığı tasarrufları ile
ilgili hükümlerden biri olmaktadır. Tevfik Allah'tandır.
c) Hırsızlık Yapan Kimse
Hakkındaki Hükmü:
Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) değeri üç dirhem olan bir kalkan için hırsızın elini
kesmiştir.
Çeyrek dinar
(değerinden) daha az şeyler için el kesilmeyeceğine hükmetmiştir.
Şöyle buyurduğu sahih
olarak bilinmektedir: "Çeyrek dinar için kesin, daha az olan şeyler için
kesmeyin." Hadisi İmam Ahmed nakletmiştir.
Hz. Aişe şöyle demiştir:
"Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında hırsızın eli çelik
veya deriden mamul bir kalkan kıymetinden -ki her ikisi de bir değer ifade
eder- daha az değerde bir şey için kesilmemiştir."
Yine Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğu bilinmektedir: "Allah hırsıza lanet
eylesin! ipi çalar da eli kesilir, yumurta çalar da eli kesilir."
Bu hadisteki
"ip"ten maksadın "gemi ipi" olduğu ve yumurtadan miğfer
(beydatu'l-hadid) kastedildiği söylenmiştir. Her türlü ip ve yumurta olduğunu
söyleyenler de olmuştur. Bazıları ise: "Bu olacağı önceden haber vermek
kabilindendir. Yani kişi bunu çalar, giderek işi büyütür ve bu elinin
kesilmesine sebep olur." demişlerdir. A'meş: "Alimler ondan miğfer
(beydu'l-hadid) kastedildiği görüşündedirler. İpten de maksatları birkaç dirhem
edecek bir iptir." demiştir.
Başkalarından ödünç
alan, sonra da inkar eden bir kadın hakkında elinin kesilmesine hükmetmiştir.
İmam Ahmed der ki:
"Bu hükümle amel etmiştir ve uygulamayadır muarız da yoktur.
Yağmacı, soyguncu
(muhtelis) ve hainden el kesmenin düşürülmesine hükmetmiştir. Hainden maksat
emanete hıyanet edendir. Ödünç (iare) alınan şeyin inkarı ise şer'an hırsız
(sarık) isminin kapsamına girer. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), ödünç aldığını inkar eden kadın hakkında kendisine şikayette
bulunduklarında elini kesmiş ve: "İdare ve kudretiyle yaşadığım Allah'a
yemin ederim ki Muhammed'in kızı Fatıma da çalsa (hırsızlık etse) mutlaka onun
elini de keserdim.*' buyurmuştur.
Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), iareyi inkar edeni "sarık = hırsız!" kapsamına
sokması, sair müskiratı "hamr=şarap" isminin kapsamına sokması
gibidir. Bu nokta düşünülmelidir. Böylece (sünnet), Allah'ın kelamını İan ne
kastedildiğini ümmete açıklamaktadır.
Meyve ve hurma cümmarı
(keser=hurma ağacından çıkan ve yenen ak bir nesne) çalan kimseden el kesme
cezasını düşürmüş ve bunlardan ihtiyacı olup da yiyenlere bir şey lazım
gelmeyeceğine, beraberinde götürenler için ise iki mislini tazmin ve ayrıca
ceza gerekeceğine hükmetmiştir.
Meyveyi (kurutmak için
toplanan) harman yerinden çalan kimseye -eğer çaldığı kalkan değerine
ulaşıyorsa- el kesme cezası uygulanır. Bu Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem), hakkı batıldan ayıran ve adaleti temsil eden hükmüdür.
Otlağından alınan koyun
için iki katı kıymetine hükmetmiş, ayrıca ibret cezası vermiştir. Yatalgasından
(ağıl vb.) alınan koyun için ise -kalkan değerine (nisab) ulaşıyorsa- el
kesilmesine hükmetmiştir.
Safvan b. Ümeyye'nin,
mescidde uyurken üzerindeki ridasını çalan kimse hakkında el kesmeye
hükmetmiştir. Safvan, rida'yı hırsıza hibe ya da satmak isteyince: "Onu
bana getirmenden önce olaydı ya." buyurmuştur.
Mescidde kadınların bulunduğu
yerden bir kalkan (türs) çalanın elini kesmiştir.
Humus (beytülmal
birimlerinden biri) kölelerinden olup da yine humus mallarından çalan bir
köleden el kesmeyi düşürmüş ve: "Allah'ın malı, bazısı bazısını
çalmış." buyurmuştur. Hadisi İbn Mace rivayet etmiştir.
Kendisine bir hırsız
getirildi. Adam itiraf etti. Yanında mal yoktu. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Sanmam ki o çalsın." buyurdu. Adam: "Evet
(çaidım)." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu iki veya
üç defa tekrarladı. Sonunda emretti ve adamın eli kesildi.
Yine bir başka hırsız
getirildi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onun çaldığını
sanmıyorum." buyurdu. Adam: "Evet çaldım." deyince Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Götürün ve (elini) kesin. Sonra da (kanın
kesilmesi için ateşle ya da kayar yağ ile) dağlayın ve bana getirin."
buyurdu. Adamın eli kesildi ve sonra Hz. Peygamber'e getirildi. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ona: "Allah'a tevbe et!" buyurdu. Adam: "Tevbe
ettim." deyince Hz. Peygamber: "Allah tevbeni kabul etsin."
buyurdu.
Tirmizi, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir hırsızın elini kestiğini ve
elini boynuna astığım belirtmiştir. Hadisin hasen olduğunu da ifade etmiştir.
d) Birini Hırsızlık
Suçuyla İtham Eden Kimse Hakkındaki Hükmü:
Ebu Davud, Ezher b.
Abdillah'tan şöyle rivayet etmiştir: Bazı kimselerin eşyaları çalınmıştı.
Birkaç dokumacıdan şüphelendiklerini söyleyerek Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) sahabisi Numan b. Beşir'e (şikayete) geldiler. Numan
şüphelileri birkaç gün hapsettikten sonra salıverdi. Şikayetçiler ona gelip:
— Onları dövmeden,
sorguya çekmeden tahliye mi ettin?, dediler. Numan onlara:
— Ne istiyorsunuz?
Dilerseniz onları döverim. Eşyalarınız onlarda çıkarsa ne ala, yoksa onların
sırtlarından aldığım kadarını sizin sırtlarınızdan da alırım (onları dövdüğüm
kadar sizi de döverim), dedi. Onlar:
— Hükmün bu mu? diye
sordular. Numan da:
— Allah ve Rasulü'nün
hükmü, diye cevap verdi.
e) Hırsızlık Cezası
Hakkındaki Uygulama ve Hükümlerden Çıkan Sonuçlar:
Zikri geçen uygulama ve
hükümlerden çıkarılan neticeler şunlardır:
1- Üç dirhem veya dörtte
bir dinardan daha az bir şey karşılığında el kesilmez.
2- İsim vermeksizin
büyük günah işleyenlere lanet etmek caizdir. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), hırsıza, riba yiyene, yedirene, şarabı içene, sıkana, Lut
kavminin amelini işleyene lanet etmiş; eşek lakaplı Abdullah'a ise şarap
içtiğinde lanet etmeyi yasaklamıştı. Bu iki durum arasında bir çelişki yoktur.
Çünkü lanetleme durumlarında, lanetin bağlandığı vasıf mevcut ve laneti
gerektirmektedir. İsim zikretmeye gelince durum farklıdır. Belki de büyük günah
işlese bile, kendisine lanetin yağmasını bertaraf edecek hemen akabinde yapılan
ve onu silecek bir iyilik yahut tevbe veya keffaret olacak bir musibet ya da
Allah'tan af gibi bir durum mevcut olabilir. Bundan dolayı günah işleyenler genel
olarak lanetlenebilir, ama falan kişiye diye belirtilerek lanet edilemez.
3- Sedd-i zerai'ye
işaret vardır. Çünkü (nisaba ulaşmadığı halde) ip ve yumurta çalmanın neticede
el kesme noktasına ulaştıracağını bildirmiştir.
4- İareyi inkar edenin
elinin kesilmesi. Bu tür inkarcı -geçtiği gibi- şer'an hırsızdır.
5- El kesme cezası
gerektirmeyen hırsızlık olaylarında, çalınan şeyin iki kat kıymeti ile
ödetilmesi cihetine gidilir. İmam Ahmed buna temas etmiş ve: "Kendisinden
kesme cezası düşen kimseye iki kat tazminat gerekir." demiştir. Hz.
Peygamber'in bu konudaki hükmü, daldaki meyvelerin çalınması ile otlağından
koyun çalınması şekillerinde daha önce geçmişti.
6- Tazirle tazmin
cezalarının bir arada verilebilmesi. Bu takdirde mali ve bedeni iki ceza toplanmış
oluyor.
7- El Kesme için,
lihırz= koruma altına alınması" şartının aranması. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), ağaçtan meyve çalandan kesme cezasını düşürürken, harman
yerinden çalan kimse için gerekli görmüştür. Ebu Hanife'ye göre: Meyve, çabuk
bozulmaya maruz olduğu için mallığında bir noksanlık vardır ve bu yüzden el
kestirmemiştir. Ebu Hanife bu uygulamayı çabuk bozulabilen her türlü mala
teşmil ederek bir asıl yapmıştır. Cumhurun görüşü daha doğrudur. Çünkü Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), meyve hakkında üç ayrı hüküm
getirmiştir: a) Ağzı ile oracıkta yemesi hali, bir şey gerekmez, b) Ağacından
alıp (yemeyip) bahçeden çıkarır götürürse iki katı ile ödettirilir ve eli
kesilmez, dövülür, c) Harman yerinden (koruma altında olan yerden) çalarsa,
kuruma işi ister tamamlansın ister tamamlanmasın esas alınan husus mekan ve
hırz unsurudur, meyvenin kuruluğu yaşlığı değildir. Bu takdirde de eli kesilir.
Hz. Peygamber'in, koyunun otlağından çalındığında el kesme cezasını
uygulamayıp, yatalgasından (ağıl vb.) çalındığında cezayı tatbik etmesi de esas
itibarın hırz olduğuna delalet etmektedir.
8- Mali cezaların
mevcudiyeti. Bu konuda çeşitli hadisler vardır ve bunların bir muarızı da
yoktur. Raşid halifeler ve diğer ashap da bu şekilde uy gulayagelmişlerdir. En
çok mali ceza uygulayan da Hz. Ömer olmuştur.
9- İnsan nerede olursa
olsun, ister mescidde ister hariçde, üzerindek elbise ile altındaki yatağını
koruma altına almış sayılır.
10- Koyulması mutad olan
şeyler için mescid hırz sayılır. Zira Hz. Pey gamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), mescidden bir kalkan çalanın elini kesmiştir. Buna göre mes cidden
hasır, kilim, kandil vb. çalanın eli kesilir. Bu görüş Hanbeli mezhe bindeki
iki görüşten birini teşkil eder. Bu görüşte olan başkaları da vardır
"Hayır, bunlardan el kesilmez" diyenler, "Çünkü onlarda onun da
hakk vardır. Eğer hakkı olmasa -zimmi gibi- o takdirde eli kesilir."
şeklind izah getirmektedirler.
11- Hırsızlık
olaylarında el kesilmesi için dava (mutalebe) şartı vardır Yetkiliye intikal
etmeden çalman şey hırsıza hibe edilse veya satılsa el kesm cezası düşer.
Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onu bana getirmenden
öne olsaydı ya." buyurmuştur.
12- Satma ya da hibe
durumu, mahkemeye intikal ettikten sonra el kesm cezasını düşürmez. Devlet
başkanına intikal eden ve sabit bulunan her türl had cezalarının durumu
aynıdır; düşmez. Sünen'de rivayet edildiğine göre Hs Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Had cezaları devlet başkanına ulaşmışsa (yani cezalar
S£ bit olmuşsa) Allah, şefaatçiye de şefaat edilene de lanet etsin!"
buyurmuştur.
13- İçinde kendisine de
ait bir hak bulunan şeyi çalanın eli kesilme;
14- Kesme cezası ancak
iki defa yapılan ikrarla veya iki şahidin şehs deti ile sabit olur. Çünkü Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kendi yanında ikrarda buh nan hırsıza:
"Sanmam ki sen çalmış olasın!" buyurmuş, adam da: "Evet (ça
dım)." deyince, o zaman elini kesmiştir. İkrarını iki defa yapmadan kesmı
mistir.
15- Hırsıza suçunu ikrar
etmemesini ve ikrarından rücuda bulunmas m çıtlatmak. Tabii bu, her hırsız için
değildir. Öyle hırsızlar vardır ki -ilerde de inşaallah bahsedileceği gibi-
ancak ceza ile ve tehdidle suçlarını ikrar ederler.
16- Elin telef olmaması
için, kesildikten sonra dağlanması devlet başkanının görevleri arasındadır.
Hadiste geçen kestikten sonra " = dağlayınız" ifadesi, bunun için
gerekli masrafın hırsız üzerine ait olmadığına delildir.
17- Hem kendisine hem de
başkalarına ibret olması için, kesilen eli hırsızın boynuna asmak caizdir.
18- Eğer şüphe
alametleri varsa töhmet altındaki kimseler dövülebilir. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) töhmetten (şüphe) dolayı ceza vermiş, hapis ettiği de
olmuştur.
19- Töhmetle ilgili bir
ipucu bulunmadığı takdirde şüphelinin tahliyesi gereklidir. Ayrıca ithamda
bulunan kimse, şüphelinin döğülmesini isterse, çalman malın onda çıkması
durumunda bir şey yok, aksi takdirde o kadar da kendisinin döğüleceği
anlaşılır. Nitekim Numan b. Beşir böylece hükmetmiş ve bunun Allah Rasülü'nün (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hükmü olduğunu haber vermiştir.
20- Kırbaç, değnek vb.
ile dövme olaylarında kısasın sabit olduğu.
Ebu Davud, Cabir'den rivayet
etmiştir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir hırsızın
öldürülmesini emretmişti. Dediler ki: "Bu sadece çaldı." Hz.
Peygamber de: "Kesin." buyurdu. Sonra ikinci defa yine getirildi. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öldürülmesini emretti. Onlar: "Bu
sadece çladı." dediler. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de:
"Kesin." buyurdu. Üçüncü kez yine getirildi. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) öldürülmesini emretti. Onlar: "Bu sadece çaldı."
dediler. Hz. Peygamber de: "Kesin." buyurdu. Dördüncü kez yine
getirildi. Hz. Peygamber öldürülmesini emretti. Onlar: "Bu sadece
çaldı." dediler. Hz. Peygamber de: "Kesin." buyurdu. Beşinci
defasında yine getirildi. Hz. Peygamber öldürülmesine hükmetti. Onlar da onu
öldürdüler.
Alimler bu hüküm ve
uygulama hakkında ihtilaf ettiler: Nesai ve daha başkaları hadisi sahih bulmuyorlar.
Nesai: "Bu, münker bir hadistir. Mus'ab b. Sabit sağlam değildir."
diyor. Diğerleri hadisi hasen kabul ediyor ve şöyle diyorlar: "Bu hüküm,
sadece o adama mahsustur. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
onun öldürülmesindeki maslahatı görmüş ve öyle emretmiştir." Üçüncü bir
grup da hadisi kabul ve onunla amel etmektedir: "Hırsız, beş defa çalarsa,
beşincisinde öldürülür." M ali kilerden Ebu Mus'ab da bu görüşü
benimseyenlerdendir.
Şu uygulamada, hırsızın
dört organının da (iki el, iki ayak) kesildiği görülmektedir. Abdürrezzak,
Musannef'inde şöyle rivayet eder: "Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) hırsızlık eden bir köle getirildi. Dört defa getirildi. Her defasında
da Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu bıraktı. Sonra beşinci kez
getirildi. Hz. Peygamber de elini kesti. Altıncı kez getirildi ayağını kesti,
yedinci kez getirildi ellerini kesti. Sonra sekizinci oldu, ayağını
kesti."
Sahabe ve daha sonra
gelenler hırsızın dört organının da kesilip kesilmeyeceğinde iki görüşe
ayrılmışlardır: İmam Şafii, Malik, iki rivayetten birinde İmam Ahmed:
"Hepsi de kesilir." demişlerdir. Ebu Hanife ile diğer görüşünde İmam
Ahmed: "Bir eli ile bir ayaktan fazlası kesilmez." demişlerdir. Bu
görüşe göre bütün organların kesilmesine engel (illet) nedir? El ve ayak
cinsinin menfaatinin imkansızlığı mı yoksa bir taraftan iki uzvun gitmesi mi?
Bu konuda iki görüş vardır ve neticesi şurada ortaya çıkar: Hırsızın sadece sağ
eli kesik olsa veya sadece sol ayağı kesik olsa, bu durumda eğer bütün
organları kesilir görüşüne katılırsak, sağ eli ya da sol ayağının olmaması etki
etmez, kesilir. Ebu Hanife'nin görüşüne katılır, bir el bir ayaktan fazlası
kesilmez dersek o zaman, birinci durumda (sağ eli olmadığında) sol ayağı
kesilir, ikinci durumda da (sol ayağı olmadığında) sağ eli kesilir. Her iki
illete göre de durum aynıdır. Eğer hırsızın hem sol eli hem sağ ayağı birden
yok idiyse, her iki illete göre de hiçbir şey kesilmez. Eğer sadece sol eli yok
idiyse her iki illete göre de sağ eli kesilmez ki, bu görüş su götürür. Düşün.
Acaba sol ayağının
kesilmesi iki İllete mi dayanıyor? Eğer illeti cins (el ya da ayak) menfaatinin
gitmesi, imkansızlaşması olarak kabul edersek ayağı kesilir. Yok illetin aynı
taraftan iki organın izalesi olduğunu kabul edersek ayağı kesilmez.
Eğer sadece iki eli de
yok idiyse, illeti cins menfaatinin imkansızlığı kabul edersek sol ayağı
kesilir. Eğer bir taraftan iki uzvun gitmesi dersek ayağı kesilmez. Bu durum
sözkonusu kaidenin gereğidir. el-Muharrer sahibi bu konuda şöyle demiştir:
"Hırsızın, iki rivayete göre de sağ eli kesilir. İki eli kesik olanla bu
durum arasında fark vardır. Fark hakkında şu söylenir: Hırsız, iki ayağı da
kesik olma durumunda kötürüm gibidir. İki elinden biri kesildiğinde yemek,
içmek abdest almak, istincada bulunmak vb. gibi hususlarda diğer
elinden yararlanır. Her
iki eli de kesik olma durumunda ise ancak iki ayağı ile faydalanabilir.
Ayaklarından biri kesildiği zaman eli olmadan tek ayakla istifadede bulunmak
onun için mümkün olamaz. Farklardan biri de şudur: Tek el, yürüme menfaati
olmadan da fayda verir. Ama tek ayak, tutacak bir el olmadan bir işe
yaramaz."
f) Kendisine Söven
Kimseler Hakkındaki Hükmü:
Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), kendisine sövdüğü için sahibi tarafından öldürülen ama ümmü
veledin (cariye) kanının heder olduğuna hükmettiğini biliyoruz.
Kendisine küfür ve
eziyet eden bir grup yahudiyi öldürmüş, Fetih günü nerkese eman vermiş, ancak
kendisine eza veren, hicivde bulunan dört erkekle iki kadının kanını heder
kılmıştır. Yine: "Ka'b b. Eşrefin hakkından kim gelir? Çünkü o, Allah ve
Rasulü'ne eziyet etmiştir." buyurmuş ve onun kanıyla Ebu Rafi'İn kanını
heder kılmıştır.
Hz. Ebu Bekir, kendisine
söven kimseyi öldürmeye yeltenen Ebu Berze el-Eslemi'ye: "Böyle bir hak,
Rasulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sonra kimse için yoktur...'*
demiştir. İşte Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve O'ndan sonra
gelen halifelerinin hükmü budur. Ashabtan onlara bir muhalif de yoktur. Bu
hükme muhalefetten Allah onları korumuştur.
Ebu Davud, Sünen'inde
Hz. Ali'den rivayet ediyor: "Yahudi bir kadın Hz. Peygamber'e (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) sövüyor ve hakkında kötü söylüyordu. Bir adam o kadının,
ölünceye dek boğazını sıktı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kadının kanım heder kıldı."
Siyer ve meğazi
müellifleri, İbn Abbas'tan rivayet ederler: Bir kadın Hz. Peygamber'i (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hicvetti. Durum Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
bildirildi. Bunun üzerine: Onun hakkında iki keçi toslaşmaz (vuruşmaz)."
buyurdu.
Bu konuda kimi sahih,
kimi hasen ve meşhur on küsur hadis vardır, bir sahabe icmaıdır.
(İsmail b.) Harb,
MesaiF'mde Mücahid'den şöyle zikretmiştir: Hz. Ömer'e Hz. Peygamber'e (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) söven bir adam getirildi ve hemen öldürüverdi. Sonra (Hz.
Ömer) şöyle dedi: "Kim Allah'a ve Rasulü'ne ya da peygamberlerden birine
söverse onu öldürünüz." Mücahid sonra İbn Abbas'tan şunu rivayet etti:
"Hangi müslüman Allah'a ve Rasulü'ne ya da peygamberlerden birine söverse,
Allah Rasulü'nü tekzib etmiş olur ki, bu bir ridde (dinden dönme)dir. Tövbe
etmesi istenir. Dönerse ne ala, aksi takdirde öldürülür. Hangi muannit
anlaşmalı, Allah'a ya da peygamberlerden birine söverse veya bunu yayarsa, o
ahdini bozmuş olur, onu öldürünüz."
Ahmed (b. Hanbel), İbn
Ömer'den şöyle rivayet etmiştir: Bir rahib yanından geçerken kendisine:
— Bu, Hz. Peygamber'e (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) sövüyor, denildi. Bunun üzerine İbn Ömer (r.a.):
— Şayet duysaydım, onu
öldürürdüm. Biz onlara Peygamberimize sünler diye zimmet ahdi vermedik, dedi.
Bu konuda sahabeden
nakledilen haberler pek çoktur. İmamlardan birçoğu, öldürülmesine dair icma
bulunduğunu nakletmişlerdir. Üstadımız (İbn Teymiye): "Bu ifade, sahabe ve
tabiin nesillerinin icmaına hamledilir," demiştir. Bizim maksadımız (daha
sonraki uygulamaları değil) sadece, kendisine şovenlere dair Hz. Peygamber'in(Sallallahu
aleyhi ve Sellem) verdiği hüküm ve tatbikatını zikretmektir.
Hz. Peygamber (s;a.),
kendisini adil bulmayan ve adaletini ta'n eden kimseleri ise öldürmemiştir:
Mesela birisi: "Adil ol, çünkü adaletli davranmadın!" demiş, hükmüne
razı olmayan biri: "O (Zübeyr) halanın oğlu olduğu için (değil mi)?"
demiş; (ganimet taksimindeki) amacı hakkında bir başkası: "Bu, kendisinde
Allah'ın rızası gözetilmeyen bir taksimdir! " demiş; bir diğeri verdiği
hüküm hakkında: "Derler ki sen, haksızlığı yasaklar, fakat kendin
yaparmışsın!" demiştir. Daha başka örnekler de vardır. Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bu gibilerini öldürmeyişinin izahına gelince; bu durumlarda
hak sahibi Hz. Peygamber'dir. Hakkını almak kendisine ait olduğu gibi, terketme
hakkı da vardır. Fakat ümmeti için Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ait hakkı terketme yetkisi yoktur.
Sonra bu durumlar,
devamlı af ve bağışlama ile emrolunduğu İlk zamanlara aitti.
Yine biz biliyoruz ki
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kalpleri telif t birliği sağlamak,
insanları kendinden kaçırmamak ve Muhammed adamlarını öldürüyor dedirtmemek
için kendisine ait haklardan vazgeçebiliyordu. Bütün bunlar Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hayatına mahsus şeylerdir.
g) Kendisini Zehirleyen
Kimse Hakkındaki Hükmü:
Sahihayn'da mevcuttur:
Yahudi bir kadın, (Hz. Peygamber'e sunulan) bir koyunu zehirlemişti. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ondan bir lokma aldı ve onu attı.
Beraberinde Bişr b. el-Bera da yemişti. Hz. Peygamber kadını affetti ve onu
cezalandırmadı. Sahihayn'aa böyledir, Ebu Davud'da ise: "Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kadının öldürülmesini emrettiği" belirtilir.
Denildiğine göre Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kendi hakkından dolayı affetmiş, fakat
Bişr b. el-Bera ölünce, kadını ona karşı öldürmüştür.
Bu hükümde, bir kimsenin
diğerinin önüne zehirli yemek koyması, öbürünün de bilmeden yemesi durumunda,
zehirli yemek sunanın kısas yolu ile öldürüleceğine delil vardır.
h) Büyücü Hakkındaki
Hükmü:
Tirmizi, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sihirbazın (büyücü) cezası
kılıçla (boynunu) vurmaktır." buyurduğunu rivayet eder. Doğrusu bu söz,
Cündüb b. Abdillah'a mevkuftur (aittir).
Hz. Ömer'in, sihirbazın
öldürülmesini emrettiği sahih olarak bilinmektedir. Yine biliyoruz ki Hz. Hafsa
kendisine büyü yapan müdebber (efendisinin ölümünden sonra azad edilecek) bir
cariyeyi öldürmüş, Hz. Osman tarafından da emri olmadan öldürdüğü için tepki
görmüştür. Hz. Aişe'den de, kendisine büyü yapan bir müdebber cariyeyi
öldürdüğü rivayet edilir; onu sattığı rivayeti de vardır. Bunu İbnü'l-Münzir ve
daha başkaları zikretmiştir.
Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), kendisine büyü yapan yahudiyi öldürmediği sahih olarak
sabittir. İmam Şafii ve Ebu Hanife de (r.a.) bu görüştedirler. Malik ve Ahmed ise
büyücüyü öldürmek görüşündedirler. Ancak İmam Ahmed'den açıkça belirlenen
şudur: "Zimmi büyücü öldürülmez." Bu görüşe delil olarak da Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kendisine büyü yapan yahudi Lebid
b. el-A'sam'ı öldürmemesini getirmiştir. Zimmi büyücülerin öldürülmesi
görüşünde olanlar, bu delile şöyle cevap veriyorlar: "Lebid ikrar
etmemişti ve suçuna delil de yoktu. Üstelik Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), onu öldürdüğü takdirde yaptığı büyünün kuyuda kalması neticesinde
insanlara büyük şerri dokunacağından da korkmuştu."
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
B) SAVAŞIN SONA
ERMESİYLE İLGİLİ OLARAK VERDİĞİ HÜKÜMLER