ZADU’L-MEAD

BEŞİNCİ KİTAP TIBBU'N-NEBİ PEYGAMBER'İN (s.a.)

Sağlık Konusundaki Tutum Ve Öğütleri

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

HZ. PEYGAMBER’İN (s.a.) HADİSLERİNDEKİ İLAÇ VE GIDALAR

 

B U   S A Y F A D A K İ   B A Ş L I K L A R:

1- İsmid Sürme Taşı — 2- Ütruc C. Medica, Turunç (Ağaç Kavunu) — 3- Eruzz Oryza Sativa, Pirinç — 4- Erz C. Libani, Çam Ağacı — 5- İzhir A. Schenanthus, Tibni Mekke — 6- Bittih , E. Vulgaris, Karpuz — 7- Belan, Çağla Hurma — 8- Büsr Koruk Hurma — 9- Beyd, Yumurta — 10- Basal A. Cepa, Soğan — 11- Bazincan S. Melengena, Patlıcan — 12- Temr Hurma — 13- Tin, F. Carica, İncir — 14- Telbine Arpa Bulamacı — 15- Selc / Kar — 16- Sum A. Sativum, Sarımsak — 17- Sirid Tirid — 18- Cümmar Hurma Özü — 19- Cübn Peynir — 20- Hınna - Lawsonia Alba, Kına — 21- Habbetu's-Sevda, N. Sativa, Çörek Otu — 22- Harir İpek — 23- Hurf Senebiera Coronopus / Peganum Hamala, Üzerlik Otu — 24- Hulbe T. Foenum-graecum, Çemen / Hülbe / Boy Tohumu — 25- Hubz Ekmek — 26- Hail - Sirke — 27- Hilal Kürdan — 28- Diihn, Yağ — 29- Zerire , A. İtalicum, Tutya/Hanut — 30- Zübab Sinek — 31- Zeheb Altın — 32- Rutab Yaş Olgun Hurma — 33- Reyhan — 34- Rumman - Punica Granatum, Nar — 35- Zeyt Zeytinyağı — 36- Zübd Kaymak/Tereyağı — 37- Zebib Kuru Üzüm — 38- Zencebil - Zingiber Officinale, Zencefil — 39- Sena C. Angustifolia, Hind Sınai — 40- Sefercel C. Vulgaris, Ayva — 41- Sivak Misvak — 42- Semn - Sadeyağı — 43- Semek - Balık — 44- Silk B. Vulgaris, Pazı, Silkiye — 45- Şüniz, Çörek Otu — 46- Şübrüm, Boğumluca — 47- Şair , H. Vulgare, Arpa — 48- Şeva - Kızartma — 49- Şahm İç Yağı — 50- Salat, Namaz — 51- Sabır — 52- Sabir Aloe Vera, Sarı Sabr / Öd Ağacı — 53- Savm Oruç — 54- Dabb - Keler — 55- Dıfda' Kurbağa — 56- Tib - Güzel Koku — 57- Tin - Toprak (Kil) — 58- Talh A. Gummifera, Kitre, Sant Ağacı/Muz: — 59- Tal - Tomurcuk — 60- Ineb V. Vinifera, Üzüm — 61- Asel Bal — 62- Acve - İyi Cins Hurma — 63- Anber — 64- Ud Aloexylon Agallochum, Öd Ağacı — 65- Ades- Lens Esculenta, Mercimek — 66- Gays - Yağmur — 67- Fatihatu'l-Kitab - Fatiha Suresi — 68- Fağıye Kına Çiçeği — 69- Fidda Gümüş — 70- Kur'an — 71- Kıssa C. Sativus, Acur — 72- Kust / Küst C. Speciosus, Öd Ağacı — 73- Kasabu's-Sükker - Saccharum Officinanım, Şeker Kamışı — 74- Kitab — 75- Keme T. Brumale, Mantar — 76- Kebas - Erak Ağacı Yemişi — 77- Ketem , (Bir boya otu) — 78- Kerm V. Vinifera, Üzüm Çubuğu, Asma — 79- Kerfes A. Graveolens, Kereviz — 80- Kürras, A. Roseum, Pırasa — 81- Lahm, Et — 82- Kuş Etleri — 83- Leben - Süt — 84- Lüban Boswellia Carterii, Akgünlük — 85- Ma, Su — 86- Misk — 87- Mercencuş, Majorane Hortensis, Macuran Otu / Mercanköşk / Merzenküş — 88- Müh , Tuz — 89- NahI, Phoenix Dactylifera, Hurma Ağacı — 90- Nercis N. Tazzetta, Nergis — 91- Nevre , Har/eme — 92- Nebik Flacourtia Cataphracte, Sidr veya Nebik Ağacı — 93- Hindiba Cichorium Endivia, Yaban Marulu —94- Vers C. Lonca, Kurkum / Zerdeçöp / Hind Zafranı — 95- Vesme, Isatis Tinctoria, Yabani Civid Otu — 96- Yaktin C. Pepo, Kabak

 

1- İsmid Sürme Taşı:

 

Siyah sürme taşıdır. İsfahan'dan getirilir. En iyisi budur. Mağrib (Fas) taraflarından da getirilir. En kalitelisi çabuk ufalanan, parçaları parlak olan, içinde kir bulunmayıp düz, pürüzsüz olandır.

 

Özelliği: Soğuk ve kurudur. Göze fayda verir ve güçlendirir. Göz sinirlerine destek verir ve sağlıklı olmalarını sağlar. Yaralardaki fazla eti giderir ve iyileştirir, kirlerini temizler, dezenfekte eder. İnce sulu balla sürme çekildiği zaman baş ağrısını giderir. İnceltilip taze iç yağı ile karıştırılıp ateş yanığına sürüldüğü zaman, artık ona haşkeriyye isabet etmez. Yeni kaynar su yanıklarına da fayda verir. Özellikle de yaşlılar ve gözleri zayıflamış kimseler için birazcık misk katılması durumunda ismid en iyi göz sürmesidir.

 

 

2- Ütruc C. Medica, Turunç (Ağaç Kavunu):

 

Buharı'nin Sahihinde sabit olduğu üzere Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Kur'an okuyan mü'min turunca (ağaç kavununa) benzer. Tadı da güzeldir, kokusu da güzeldir."

 

Turuncun pek çok faydalan vardır. O dört şeyden mürekkeptir: Kabuk, etli kısım, ekşi kısım ve tohum. Her birisinin kendisine ait özelliği vardır: Kabuğu sıcak ve kurudur. Etli kısım sıcak ve kurudur. Ekşi kısım soğuk ve kurudur. Tohum ise sıcak ve kurudur.

 

Kabuğunun faydaları: Elbise içerisine konulduğu zaman güve düşmez. Kokusu havayı temizler, vebaya iyi gelir. Ağıza alındığında ağız kokusunu güzelleştirir ve şişkinliği giderir. Baharat (kekik) gibi yemeğe konulduğu zaman, hazmı kolaylaştırır. Kanun sahibi şöyle der: "Kabuğunun usaresi (öz suyu) içmek suretiyle, kabuğu da sarmak suretiyle yılan sokmalarına iyi gelir. Kabuğunun kav kısmı baras (alaca) hastalığı için sürülmek bir ilaçtır."

 

Etli kısmına gelince, mide hararetine iyi gelir, sarı safrası olanlara fayda verir ve sıcak özellikli buharları önler. el-Gafiki: "Etli kısmını yemek basurlara fayda verir" demiştir.

 

Ekşi kısmı ise, safrayı tutar ve kırar, sıcak hafakanı teskin eder. İçmek ya da sürme çekmek suretiyle sanlığa iyi gelir. Safralı kusmaları keser, iştahı açar. Tabiatı eski haline döndürür. Safralı ishallere fayda verir. Öz suyu kadının cima arzusunu teskin eder, yüze sürüldüğünde çiğit denen beneklere iyi gelir. Temreği adındaki deride meydana gelen kaşarlanmayı izale eder. Bu, elbiseye boya döküldüğü zaman onu çıkarması ile de anlaşılır. İyileştirici, kesici, soğutucu gücü vardır. Ciğerlerin hararetini söndürür, mideyi güçlendirir, safranın keskinliğini önler ve ondan arız olan balgamı giderir, susuzluğu yatıştırır.

 

Tohumuna gelince, çözücü ve kurutucu bir özelliği vardır. İbn Masiveyh şöyle der: "Çekirdeğinin özelliği, öldürücü zehirlere karşı fayda vermesidir. Bir mıskal ağırlığında soyulmuş çekirdeği ılık su ile birlikte içilir ve kaynatılarak yara yerine sürülür. Eğer öğütülür de sokulan (ışınlan) yere konulursa fayda verir. Tabiatı yumuşatır, ağız kokusunu güzelleştirir. Bu özelliklerinin çoğu kabuğunda mevcuttur." Bir başkası da: "Onun çekirdeğinin özelliği, akrep sokmalarına, soyulmuş iki miskal kadarı ılık su ile birlikte içildiği zaman iyi gelmesidir. Aynı şekilde öğütülür de sokulan yere konulursa, o da iyi gelir." demiştir. Bir başkası ise: "Çekirdeği bütün zehirlere iyi gelir, bütün haşerat sokmalarına karşı yararlıdır." demiştir.

 

Anlatıldığına göre, Kisralardan birisi tabiplere kızmış ve hapsedilmelerini emretmiş ve onları tek bir katık seçmeleri için muhayyer bırakmış. Onlar da ütrucu (ağaç kavununu) seçmişler. Sebebini sorduklarında: "Çünkü o dünyada bir reyhandır. Görünüşü ferahlatıcıdır, kabuğu gayet güzel kokar, etli kısmı meyvedir, ekşisi katıktır, çekirdeği zehirlenmelere karşı ilaçtır ve onda yağ vardır." demişlerdir.

 

Bu kadar faydası ve meziyeti olan bir şeye, kainatın hülasası olan, Kur'an okuyan mü'minin benzetilmesi çok yerindedir. Seleften bazıları, insana huzur ve ferahlık verdiği için ona bakmayı severlerdi.

 

 

3- Eruzz Oryza Sativa, Pirinç:

 

Bununla ilgili Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) adına uydurulmuş iki asılsız hadis vardır. Bunlardan birincisi: "Eğer o adam olsaydı, halim birisi olurdu."; İkincisi de: "Toprağın bitirdiği herşeyde dert de vardır, şifa da. Bundan pirinç müstesnadır. Çünkü o şifadır, onda dert yoktur." şeklindedir. Bunlan bir uyan olarak zikrettik.

 

Pirinç sıcak ve kurudur. Buğdaydan sonra en besleyici ve en iyi karışan bir tahıldır. Karnı hafif tutar, mideyi kuvvetlendirir ve temizler, tok tutar. Hind tabibleri inek sütü ile pişirildiği zaman en gıdalı ve faydalı bir gıda maddesi olduğu kanaatindedirler. Bedenin gelişmesinde, meninin artmasında, fazla besleyicilikte ve rengin tasfiyesinde tesiri vardır.

 

 

4- Erz C. Libani, Çam Ağacı:

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bundan şu hadisinde söz eder: "Mü'min kişi ekin nevinden, bir sap üzerine biten taze ot gibi (yumuşak)tır; hangi taraftan ona rüzgar dokunursa rüzgar onu eğer (fakat o yıkılmaz, yine doğrulur.) Doğrulunca rüzgar belasıyla yine eğriiir (fakat yine yıkılmaz, doğrulur ve doğru kalır.) Haktan yüz çeviren facir kişi de (sert ve düz) çam ağacı gibidir. Kökü üzerinde durur. Onun kökünden sökülmesi bir defalık bir iştir."

 

Tanesi sıcak ve rutubetlidir. Olgunlaştıncı, yumuşatıcı, çözümleyici özelliği vardır. Yakıcılığı suda ıslatmakla gider. Hazmı zordur. Büyük bir besleyici gücü vardır. Öksürüğe ve ciğerlerin rutubetinin giderilmesine çok iyi gelir. Meniyi arttırır. Bağırsak ağrısına neden olur. Panzehiri mayhoş nar tanesidir.

 

 

5- İzhir A. Schenanthus, Tibni Mekke:

 

Sahih'te, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke hakkında: "Otlan kesilmez" buyurduğu, bunun üzerine Hz. Abbas'ın (r.a.): "İzhir müstesna ya Rasülallah! Çünkü o Mekke'nin demircileri ile evlerine lazımdır." dediği, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de: "(Evet) İzhir, müstesna." buyurduğu sabittir.

 

İzhir, ikinci derecede sıcak, birinci derecede kurudur. Hoştur, genzi ve damarların ağzını açar, sidiği ve aybaşı kanını söktürür, taşları parçalar. Mide, ciğer ve böbreklerdeki sert şişkinlikleri indirir. Hem içilerek alınır, hem de merhem olarak sarılır. Kökü dişlerin diplerini ve mideyi güçlendirir. Kusmayı teskin eder ve ishali önler.

 

 

6- Bittih , E. Vulgaris, Karpuz:

 

Ebu Davud ve Tirmizi'nin rivayetlerine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), karpuzu yaş olgun hurma ile yer ve: "Bunun hararetini bunun soğukluğu ile, bunun soğukluğunu da bunun harareti ile kırarız." derdi.

 

Karpuz (bittih) hakkında bir çok hadis vardır. Zikrettiğimiz bu hadisten başka hiçbirisi sahih değildir. Bittih'tan murad yeşil olanıdır (yani karpuz).

 

Karpuz, soğuk ve rutubetlidir. Arıtma gücü vardır. Acur ve hıyardan bile daha hızlı mideden bağırsaklara geçer. Midede karşılaştığı şeyle, ne olursa olsun, çok çabuk karışır. Eğer yiyen hararetli ise çok faydasını görür. Eğer üşüyorsa, zararını birazcık zencefil vb. ile geçiştirir. Yemekten önce yenilmelidir. Yoksa mideyi kaldırır ve kusmaya sebep olabilir. Bazı tabibler: "Yemekten önce yenen karpuz karnı yıkar ve derdi siler götürür." demişlerdir.

 

 

7- Belan, Çağla Hurma:

 

Nesai ve İbn Mace, Sünelerinde Hz. Aişe validemizden rivayet ederler: Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Çağla hurmayı, hurma ile birlikte yeyiniz. Çünkü şeytan, Ademoğlunun çağla ile hurma yediğini gördüğü zaman: Ademoğlu yaşadı, sonunda yenisini eskisiyle birlikte yedi, der." Buyurmuştur. Başka bir rivayette: "Çağla hurmayı kuru hurma ile yeyiniz. Çünkü şeytan Ademoğlunu onu öyle yerken gördüğünde üzülür ve: Ademoğlu yaşadı, sonunda yeniyi eskisi ile birlikte yedi, der," Bunu Bezzar Müsned'mde rivayet etmiştir, lafız onundur.

 

Bazı İslam tabipleri şöyle derler: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sadece çağla hurma ile kuru hurma yemeyi emretmiş, koruk hurma ile kuru hurma yemeyi emretmemiştir. Çünkü çağla hurma soğuk ve kurudur. Hurma ise sıcak ve rutubetlidir. Her birisinde diğerinin ıslahı vardır. Hurma ile koruğu ise böyle değildir. Çünkü onların her ikisinde de -her ne kadar kuru hurmada daha çok ise de- hararet vardır. Tıp açısından iki sıcağın ya da iki soğuğun bir arada alınması uygun değildir. Nitekim bu konu daha önce de geçti." Yukarıdaki hadiste tıp ilminin temelinin sıhhatine, bazı gıda ve devaların birbiri ile karşılanmak sureti ile ıslahı için gerekli tedbire riayette bulunmaya ve koruyucu hekimliğe önem vermeye işaret vardır.

 

Çağla hurmada soğukluk ve kuruluk vardır. Ağıza, diş etlerine ve mideye faydalıdır. İçindeki sertlikten dolayı göğüse ve ciğerlere iyi gelmez. Midede çok kalır ve gıdası azdır. Üzüm koruğu gibidir. Her ikisi de şişkinlik doğurur, karnı guruldatır. Özellikle de üzerlerine su içildiği zaman bu iyice artar. Zararları hurma ile veya bal ve kaymakla giderilir.

 

 

8- Büsr Koruk Hurma:

 

Sahih'tç sabit olduğu üzere, Ebu'l-Heysem b. Teyyihan, kendisine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile Hz. Ebu Bekir ve Ömer misafir olduklarında, onlara bir hurma salkımı getirdi -ki onda koruk, kuru ve olgun hurmalar vardı-. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Bize olgunlarından toplasaydın ya!" buyurdu. Ev sahibi zat: "Ya Rasulallah; istedim ki hem koruğundan, hem olgunundan istediğinizi yiyesiniz." dedi.

 

Koruk hurma, kurudur, kuruluğu hararetinden daha çoktur. Rutubeti emer, mideyi temizler, karnı tutar, diş etlerine ve ağıza fayda verir. En faydalısı da yumuşak ve tatlı olanıdır. Koruk ya da çağla hurmanın çok yenmesi içeride tıkanıklığa sebep olur.

 

 

9- Beyd, Yumurta:

 

Beyhaki, Şuabu'l-iman'da merfu bir haber zikreder: "Bir peygamber Yüce Allah'a zayıflığından şikayette bulunmuş. Allah da ona yumurta yemesini emretmiş." Bu haberin sübutunu araştırmak lazımdır.

 

Yumurtanın tazesi, bayatına; tavuk yumurtası da diğer kuş yumurtalarına tercih edilir. Hafif soğukluğa meyleden mutedil bir gıdadır.

 

Kanun sahibi şöyle der: "Yumurtanın sarısı sıcak ve rutubetlidir, güzel ve sıhhatli kan üretir, kolay gıda verir. Rafadan olduğu zaman mideden çabuk intikal eder." Başka birisi ise şöyle der: Yumurtanın sarısı elemi teskin eder, boğazı ve ciğer borusunu temizler. Boğaza, öksürüğe, ciğer, böbrek ve mesane yaralarına iyi gelir. Özellikle de tatlı badem yağı ile birlikte alındığı zaman sertliği giderir; göğüste olan şeyi olgunlaştırır, onu yumuşatır, boğazın sertliğini giderir. Beyazı, sıcak şişme bulunan göze damlatıldığı zaman, onu serinletir ve ağrıyı teskin eder. Ateş yanıklarına sürülür. Yanmaya maruz kalan yerlere sürüldüğü zaman yakmasına imkan vermez. Ağrıyan yere sürüldüğünde güneş yakmasını önler. Kendir ağacı zamkı ile karıştırılıp alına sürüldüğü zaman nezleye iyi gelir.

 

Kanun sahibi, yumurtayı kalp ilaçları arasında zikretmiş ve sonra şöyle demiştir: Her ne kadar o mutlak anlamda bir ilaç değilse de, gerçekten sarısının kalbi takviyede büyük etkisi vardır. Sarı, çabuk kana dönüşür, posası çok azdır, ondan oluşan kan, kalbi besleyen kanla mütecanis ve hafiftir, ona doğru süratle atılır. Bu yüzden yumurta insan sağlığını bozacak hastalıklara karşı en uygun telafi edici bir gıda olmaktadır.

 

 

10- Basal A. Cepa, Soğan:

 

Ebu Davud, Siinen'inde rivayet eder: Hz. Hz. Aişe'ye (r.a.) soğan sorulduğu zaman: "Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yediği son yemekte soğan vardı." demiştir.

 

Sahihayn'da mevcut bir hadiste de: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) soğanı yiyeni mescidden menetmiştir." denilmektedir.

 

Soğan üçüncü derecede hararetlidir. Onda fazla bir rutubet vardır. Su değişimi için faydalıdır. Zehir kokusunu giderir, iştahı açar, mideyi güçlendirir, şehveti harekete geçirir. Meniyi arttırır, rengi güzelleştirir, balgamı keser, mideyi temizler. Tohumu cildde ortaya çıkan alacalıkları (behak) giderir, saç döken derdi onunla oğulduğunda, gerçekten güzel fayda verir. Tuzla birlikte sivilceleri giderir. Müshil ilacı içen kimse, soğanı kokladığı zaman, kusmasını ve içerisinin yükselmesini önler, o ilacın kokusunu giderir. Suyu burna çekildiği zaman, kafayı temizler. Az işitme, kulak çınlaması ve cerahat sebebiyle kulağa giren suyu çıkartmak için kulağa damlatılır. Tohumu balla birlikte gözün beyazına çekildiği zaman, gözden akan su için fayda verir. Pişirilince bol gıdalı bir besin olur ve sarılık, öksürük, göğüs darlığı için faydalı olur. Sidik söktürür, tabiatı yumuşatır. Kuduz olmayan köpek ısırıklarına, sedef otu ve tuzla birlikte soğan suyu damlatıldığında iyi gelir. Buna tahammül edilebildiğinde basurların ağzını açar.

 

Zararına gelince, yanmcaya sebep olur ve başı ağrıtır, şişkinlik yapar, göze iyi gelmez. Çok yenildiğinde unutkanlık doğurur ve aklı ifsad eder. Ağızm raiha ve kokusunu değiştirir. Yanındakilere ve meleklere eziyet verir. Pişirmek suretiyle öldürüldüğü zaman bu zararları ortadan kalkar.

 

Su'nen'de Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) soğan ve sarmısak yiyenlere pişirmek suretiyle onları öldürmelerini emrettiği rivayet edilmiştir.

 

Üzerine sedef otu yaprağı çiğnemek kokusunu giderir.

 

 

11- Bazincan S. Melengena, Patlıcan:

 

Hz. Peygamber adına uydurulan bir mevzu hadiste: ''Patlıcan ne niyetle yenilirse öyledir." denilmiştir. Bu sözün değil bir peygambere aklı başında bir insana bile nisbeti hoş bir şey değildir.

 

Patlıcan iki nevidir: Beyaz ve siyah. Soğuk mu sıcak olduğunda ihtilaf vardır. Doğrusu o sıcaktır. Kara safra, sevda, basur, tıkanıklık, seratan (kanser) ve cüzzama sebebiyet verir. Rengi bozar ve siyahlaştırır, ağıza kötü koku verir. Uzun ve beyaz olanı bu zararlardan uzaktır.

 

 

12- Temr Hurma:

 

Sahih'de Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kim sabah yedi hurma yerse -başka bir lafızda, "yaylanın hurmasından" ilavesi vardır- o kişiye o gün ne zehir zarar verir ne de sihir." buyurmuştur. Yine O: "İçinde kuru hurma olmayan evin halkı açtır." buyurmuştur. O'nun hurmayı kaymakla yediği, ekmekle yediği ve sade olarak yediği sabittir.

 

Hurma ikinci derecede hararetlidir. Birinci derecede rutubetli mi, yoksa kuru mu olduğu konusunda iki görüş vardır. Ciğeri güçlendirir, tabiatı yumuşatır. Özellikle de çam tohumu ile birlikte şehveti arttırır. Boğazın haşinliğini giderir. Soğuk ülkelerde yaşayan insanlar gibi, alışkın olmayanlar yediğinde tıkanıklığa sebep olur, dişlerine eza verir, baş ağrısını harekete geçirir. Zararı badem ve haşhaşla giderilir. Hurma, meyveler içerisinde beden için en gıdalısıdır. Çünkü hem sıcak, hem de rutubete sahiptir. Aç karına yenildiğinde kurtlan öldürür. Çünkü harareti yanında, ilaç özelliği vardır. Aç karnına yenilmeye devam edildiğinde kurtları zayıflatır, azaltır veya öldürür. O hem meyvedir, hem gıda maddesi, hem ilaç, hem meşrubat, hem de tatlıdır.

 

 

13- Tin, F. Carica, İncir:

 

Hicaz ve Medine'de incir bulunmadığı için sünnette incirden söz edildiği varid değildir. Çünkü incirin yetiştiği toprak, hurmanın yetiştiği topraktan farklıdır. Ancak, Yüce Allah Kitabı'nda menfaat ve faydalarının çokluğu sebebiyle incire yemin etmiştir. Sahih görüşe göre, yemin edilen şey bildiğimiz incirdir.

 

İncir sıcaktır. Rutubeti ya da kuruluğunda iki görüş vardır. En kalitelisi beyaz ve olgun kabuklu olanıdır. Böbrek taşlarını ve mesaneyi temizler, zehirlere karşı koruyucudur. Bütün meyvelerden daha gıdalıdır. Boğaz, göğüs ve gırtlak sertliğine iyi gelir. Karaciğeri ve dalağı yıkar, mideden balgamı temizler, bedene iyi bir gıda olur. Ancak çok yenildiği zaman bitlenmeye yol açar.

 

:ürusu gıda olur ve sinirlere iyi gelir. Ceviz ve bademle çok iyi gider. Galinos: "Bir kimse öldürücü zehir almadan önce, ceviz ve sedef otu ile birlikte incir yerse, fayda verir ve onu zarardan korur." demiştir.

 

Ebu'd-perda'dan yapılan rivayete göre Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir tabak incir hediye edilmişti. Hz. Peygamber: "Yeyiniz!" buyurdu vetondan yedi. Daha sonra: "Eğer bir meyve cennetten indi deseydim bunu derdim. Ne var ki, cennet meyvesi çekirdeksizdir. Ondan yiyiniz. Çünkü o basurları keser ve nikris hastalığına iyi gelir." buyurdu. Hadisin sübutu konusunda emin değiliz.

 

İncirin et kısmı daha iyidir. Hararetli olanları susatır, tuzlu balgamdan hasıl olan susuzluğu yatıştırır, müzmin öksürüğe iyi gelir. Sidiği söktürür, Karaciğer ve dalak tıkanıklıklarını açar, böbrek ve mesanelere iyi gelir. Aç karnına, özellikle de badem ve cevizle yenildiği vakit gıda alan kılcal damarların açılmasında müthiş etkisi vardır. Ağır gıdalarla alınması gerçekten kötüdür. Beyaz dut incire yakındır, ancak incirden hem gıdası daha azdır, hem de mideye daha çok zararlıdır. [Bakara, 61]

 

 

14- Telbine Arpa Bulamacı:

 

Daha önce bunun öğütülmüş arpa suyu (bulamacı) olduğu ve faydaları bunun Hicazlılar için normal arpa suyundan daha faydalı olduğu zikredilmişti.

 

 

15- Selc / Kar:

 

Sahih'de Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Allah'ım! Beni hatalarımdaı su ile kar ile, dolu ile yıka!" diye dua ettiği nakledilmiştir.

 

Bu hadisten şu çıkar: Dert, zıddı ile tedavi edilir. Çünkü hatalar, hara rettendir. Yanan şeye ise zıt olarak kar, dolu ve soğuk su vardır. Kirin temiz lenmesi hususunda sıcak su daha etkilidir denilemez. Çünkü soğuk su sıca suyun aksine, yıkanılan şeyi katılaştırır ve güçlendirir. Hatalar iki netice de gururlar: Kirletme ve gevşetme. Arzulanan şey bunların kalbi temizleyecek ve onu güçlendirecek bir şeyle tedavi edilmeleridir. Hadiste işte bu iki manaya işaret olmak üzere soğuk su, kar ve dolu zikredilmiştir.

 

Kar, daha sahih görüşe göre soğuktur. O sıcak bir özelliğe sahiptir diyen kimse hata etmiştir. Kardan canh (kurt gibi) mahlukatın meydana gelmesi onu bu düşünceye itmiştir. Bu karın sıcak olduğunu göstermez. Çünkü kurt soğuk olan meyvelerde ve sirkede de oluşur. Susatmasına gelince, bu, insandaki harareti harekete geçirmesinden olmaktadır. Yoksa karın kendi hararetinden değildir. Mideye, sinirlere zarar verir. Eğer diş ağrısı aşırı hararetten ise, kar onu teskin eder.

 

 

16- Sum A. Sativum, Sarımsak:

 

Soğana yakındır. Hadiste: "O ikisini kim yiyecekse, pişirerek onları öldürsün." buyurulmuştur. Bir seferinde Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem), içerisinde sarımsak olan bir yemek hediye edilmişti. Onu Ebu Eyyub el-Ensari'ye gönderdi. Ebu Eyyub: "Ya Rasulallah! Sen ondan hoşlanmıyor ve onu bana gönderiyorsun?" dedi. Hz. Peygamber de ona: " Ben senin münacaatta bulunmadığın kimselerle münacaatta bulunuyorum. (Dolayısıyla sen ye!)." buyurmuşlardır.

 

Sarmisak sıcaktır, dördüncü derecede kurudur, kuvvetli ısı verir ve iyi kurutucudur. Soğuk olanlar ve balgamlı mizaca sahip olanlar, felce tutulmak üzere olanlar için faydalıdır. Meniyi kurutur, tıkanıklıkları açar, yoğun yelleri çözümler, yemeği hazmettirir, susuzluğu keser, karnı bırakır, sidiği söktürür. Haşerat sokmaları ve tüm soğuk şişliklere karşı panzehir yerine geçer. Ezilip de yılanın ya da akrebin soktuğu yere sarıldığı zaman fayda verir ve oradan zehiri emer. Bedeni ısıtır ve hararetini arttırır. Balgamı keser, şişkinliği indirir, boğazı temizler. Çoğu bedenler için sıhhatin koruyuculuğunu sağlar, su değişimine, müzmin öksürüğe iyi gelir. Çiğ olarak, pişirilerek ve kızartılarak yenilir. Soğuktan olan göğüs ağrısına iyi gelir. Boğazda pıhtı varsa onu çıkarır. Ezilip sirke, tuz ve balla karıştırılıp çürük diş üzerine konulduğunda onu dağıtır ve düşürür. Ağrıyan diş üzerine konulduğunda ağrısını teskin eder. İki dirhem kadarı ezilip bal şerbeti ile içildiğinde balgamı söktürür ve kurtları çıkarır. Balla birlikte ciltte meydana gelen beyazlıklara sürüldüğünde iyi gelir.

 

Zararları: Baş ağrısına sebep olur. Beyin ve gözlere zararlıdır, görmeyi ve şehveti zayıflatır. Susatır, safrayı harekete geçirir, ağız kokusunu bozar ve kötü kokar. Üzerine sedef otu yaprağı çiğnemek kokusunu giderir.

 

 

17- Sirid Tirid:

 

Sahihayn'da: "Aişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir." hadisi vardır.

 

Tirid, aslında mürekkeb ise de, terkibi ekmek ve ettendir. Ekmek azıkların en üstünü, et de katıkların efendisidir. İkisi bir araya geldiğinde, artık bundan daha ötesinde bir arzu yoktur.

 

Hangisinin daha üstün olduğu tartışmalıdır* Doğrusu şudur: Ekmeğe olan ihtiyaç daha çok ve yaygındır, et ise daha önemli ve üstündür. O beden cevherine diğer bütün gıdalardan daha çok benzer, aynı zamanda cennet ehlinin yemeğidir. Yüce Allah; sebze, hıyar (acur), fum (sarmısak ya da buğday) mercimek ve soğan isteyenlere karşı: "Hayırlı olanı daha düşük olan şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz?" buyurmuştur. Seleften pek çoğuna göre ayette geçen "fum" kelimesi buğday demektir. Bu tefsire göre ayet, etin buğdaydan daha hayırlı olduğu konusunda nasstır.

 

 

18- Cümmar Hurma Özü:

 

Sahthayn'da Abdullah b. Ömer anlatır: Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında otururken, bir de baktık hurma özü (cümmar) getirildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Ağaçlar içerisinde bir tanesi vardır ki, müslüman adama benzer, yaprakları düşmez..." buyurdu.

 

Cümmar, birince derecede soğuktur ve kurudur. Yaraların ağazını kapatır. Kanamalara, karın gitmesine, acı safranın galebesine, kanın galeyanına karşı iyi gelir. Sindirimi zor değildir, kolay gıda verir, yavaş yavaş hazmolunur. Ağacının herşeyi faydalıdır. Fayda ve menfaati çok olduğundan Hz. Peygamber tarafından, müslüman adama benzetilmiştir.

 

 

19- Cübn - Peynir:

 

Sünen'Ğt Abdulah b. Ömer'den nakledilir: "Tebük'te Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peynir getirilmişti. Bir bıçak istedi. Besmele çekti ve kesti." Bunu Ebu Davud rivayet etmiştir. Ashab da Suriye'de ve Irak'ta onu yemişlerdi.

 

Yaş ve tuzsuz olanı mide için iyidir. Uzuvlardan kolay geçer, şişmanlatır, karnı mutedil bir şekilde yumuşatır. Tuzlu olanı daha az gıdalıdır ve mide için iyi değildir, bağırsaklara eza verir. Eski peynir karnı tutar. Kızartılmış olanı da öyledir. Yaralara iyi gelir ve ishali önler.

 

Peynir soğuk ve rutubetlidir. Kızartılarak alınırsa, mizaca daha uygun olur. Çünkü ateş onu düzeltir ve dengeler, cevherini yumuşatır, tat ve kokusunu güzelleştirir. Eski ve tuzlu olanı sıcak ve kurudur. Kızartılması durumunda iyileşir, acılığı kırılır. Çünkü ateş, kendisine münasip olan sıcak ve kuru parçaları emer. Tuzlu olanı ise zayıflatır, böbrek ve mesane taşlan oluşturur. Mideye iyi gelmez. İnceltici özelliği olan şeylerle karıştırmak daha da kötüdür. Çünkü onun mideye zararlı etkisini arttırır.

 

 

20- Hınna - Lawsonia Alba, Kına:

 

Fazileti hakkında hadisler geçti, faydaları anlatıldı. Tekrar dönmeyeceğiz.

 

 

21- Habbetu's-Sevda, N. Sativa, Çörek Otu:

 

Sahihayn'Ğa. Ebu Hureyre'den nakledilir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu siyah tohuma önem veriniz. Çünkü o ölüm hariç her derde devadır." buyurmuştur.

 

Hadiste geçen "el-Habbetu's-Sevda" çörek otudur. Siyah kimyon, Hind kimyonu da denir. Hasan'ın: **O hardaldır." dediği rivayet edilir. Herevi de: "O 'butum' ağacının yeşil tohumlarıdır." şeklinde bir nakilde bulunmuştur. Her ikisi de yanlıştır. Doğrusu çörek otudur.

 

Gerçekten çok faydaları vardır. Hz. Peygamberdin: "Her derde devadır." sözü, "Hayır o (rüzgar), Rabbinin buyruğu ile herşeyi yokeder."[Ahkaf, 25] ayetine benzer. Yoketmeyi, alt üst etmeyi kabul eden herşeyi demektir. Çörek otu her türlü soğuk hastalıklara karşı iyi gelir. Arazi olan sıcak ve kuru hastalıklara da etki eder, azıcık alındığı zaman hızlı etkisi sebebiyle soğuki'e rutubetli hastalıklara ait ilaçların etkisini hızlandırır.

 

Kanun sahibi ibn Sina ve diğerleri, kafur hapı içerisine konulacak za'feranın hızlı etkisinden ve kafurun gücünü çabuk ulaştırmasından söz etmişlerdir. Bunun daha bir çok benzerleri vardır ki, sanatında mahir, olanlar bunu bilirler. Dolayısıyla sıcak özellik gösteren hastalıklarda ilaç olarak yine sıcak bir nesnenin kullanılması uzak bulunmamalıdır. Bu durum birçok ilaçta vardır. Mesela göz ağrısı {remed) için terkip yapılan enzeru ve beraberinde şeker vb. gibi sıcak olan maddele/den meydana gelen ilaç gibi. Remed, tabiplerin ittifakı ile sıcak bir derttir. Yine son derece sıcak olan kükürtün (kibrit) uyuza olan faydası da böyledir.

 

Çörek otu üçüncü derecede sıcak ve kurudur. Şişkinliği giderir. Tenyayı düşürür. Barasa (alaca hastalığı), her dört günde bir tutan hummalara, balgam hastalığına İyi gelir. Tıkanıklıkları açar, yelleri çözümler, midenin ıslaklık ve rutubetini kurutur. Öğütülüp balla yoğurulur ve sıcak su ile devamlı içilirse böbrek ve mesanedeki taşlan eritir; sidiği, hayız kanını söktürür, memeye süt gelir. Sirke ile ısıtılır ve karına sürülürse tenyayı öldürür. Yaş ya da pişirilmiş Ebu Cehil karpuzunun suyu ile yoğurulduğunda, kurtların çıkarılmasındaki etkisi daha güçlü olur. O temizleyici, kesici ve çözümleyici özellik arzeder. Soğuk olan zukkam hastalığına (soğuk algınlığı), öğütülüp bir bez parçası içine konulup devamlı koklandığı zaman şifa verir ve onu giderir.

 

Yağı; deri kavlamasına (sedef hastalığı), sivilce ve benlere iyi gelir. Bir miskal kadan su ile içildiği zaman nefes darlığına ve hızlı soluma derdine fayda verir. Yedi tanesi bir kadının sütü içerisinde ıslatılır ve onu sanlık hastası burnuna çekerse çok fayda verir.

 

Sirke ile pişirilir ve gargara edilirse soğuktan olan diş ağrılarına iyi gelir. Ezilerek burna çekildiğinde, gözde arız olan akma başlangıcında faydalıdır. Sirke ile birlikte sargı yapılırsa, sivilce ve kabarcıkları, yaralı uyuzu söker atar. Müzmin balgamlı şişlikleri, katı şişlikleri çözer. Yağı buruna çekildiğinde yüz felcine iyi gelir. Yarım ila bir mıskal arasında içildiğinde böcek sokmalarına fayda verir. İyice öğütülür ve yeşil tohum (butum ağacının tohumu, beneviş) yağı ile karıştırılır ve kulağa üç damla damlatıİırsa, sonradan olan üşütme, gaz ve tıkanıklıklara iyi gelir.

 

Önce kaynatılır, sonra iyice öğütülür ve zeytinyağına bırakılır, sonra buruna üç ya da dört damla damlatıİırsa, çok hapşırman soğuk algınlığına fayda verir.

 

Yakılıp susam ya da kına yağı ile eritilmiş muma katılır ve bacaklar önce sirke ile yıkandıktan sonra oradaki mevcut yaralara haricen sürülürse fayda verir ve yaralan iyileştirir.

 

Sirke ile ezilir ve ciltteki alaca hastalığına ve siyah beneklere, "h'azaze" denilen bulaşıcı müzmin ve bazan da öldürücü cilt hastalığının bulunduğu yerlere sürüldüğünde faydası görülür ve iyileştirir.

 

İyice öğütülür ve her gün soğuk su ile iki dirhem kuru olarak alınırsa, kuduz bir köpeğin ısırdığı kimseye henüz sudan korkma dönemi başlamadan önce, fevkalade netice sağlar ve onu helaktan kurtarır. Yağı buruna çekildiğinde, felce ve aşırı soğuktan meydana gelen "kuzaz" (kurulma) hastalığına iyi gelir, onların sebeplerini ortadan kaldırır. Onunla tütsü yapıldığında haşeratı kovar.

 

Enzerut (zamk) su ile eritilir ve halkanın içine sürülür, sonra da üzerine çörek otu ekilirse, basurlara karşı çok faydalı bir ilaç olur. Faydaları zikrettiğimizden kat kat fazladır. Şerbet iki dirhem olacaktır. Bazıları fazla sürüldüğünde öldürücü olabileceği kanaatindedirler.

 

 

22- Harir İpek:

 

Daha önce, kendilerinde bulunan bir kaşıntıdan dolayı Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ipeği Zübeyr ile Abdurrahman b. Avf için mubah kıldığı, ipeğin yapısı ve özellikleri, faydaları geçmişti. Bu itibarla tekrar dönmeye gerek yoktur.

 

 

23- Hurf Senebiera Coronopus / Peganum Hamala, Üzerlik Otu:

 

Ebu Hanife ed-Dineveri: "Bu ilaç olarak kullanılan tohumdur, Hz. Pey gamber'in hadisinde de adı ile geçen ot budur. Üzerlik otu denilir. Halk arasında tabir ederler." der. Ebu Ubeyd de: "hurf yani üzerlik otudur." der.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) söz konusu hadisi: "İki acı şeyde, sabir ve üzerlik otunda ne şifa vardır biliyor musunuz?" şeklindedir. Ebu Davud, el-Merasil'de rivayet etmiştir.

 

Kuvveti, ikinci derecede hararet ve kuruluğundadır. Isı verir, karnı yumuşatır, kurtçukları (solucan vb.) ve tenyayı düşürür. Dalak şişliklerini indirir, cima arzusunu kamçılar, yaralı uyuz ve temreğiyi iyi eder.

 

Bal ile lapası sarıldığı zaman dalak şişini indirir. Kına ile pişirildiği zaman göğüsteki fazlalıkları çıkarır. İçilmesi, haşarat ısırık ve sokmalarına iyi gelir. Tütsü yapıldığı yerden haşaratı uzaklaştırır. Saç dökülmesini önler. Arpa kavutu ve sirke ile karıştırılıp lapası sargı yapıldığında, siyatik {ırku'n-nesa) hastalığına iyi gelir ve sonunda sıcak şişlikleri indirir.

 

Su ve tuzla karıştırılarak sargı yapıldığında çıbanları olgunlaştınr. Bütün azalardaki gevşemeye karşı faydalıdır. Cima arzusunu arttırır. İştahı açar, astıma ve nefes zorluğuna, dalak kalınlaşmasına iyi gelir, ciğeri temizler, hayız kanını söktürür, siyatiğe, kazayı hacetten doğan makat ağrılarına -içildiği zaman ya da dübüre damlatıldığında- iyi gelir. Göğüste ve akciğerde bulunan yapışkan balgamı siler.

 

Ezildikten sonra beş dirhem kadarı sıcak su ile içildiğinde tabiatı yumuşatır, yelleri çözümler. Soğuktan olan kulunç ağrılarım dindirir. Ezilir ve içilirse, baras (alaca) hastalığına iyi gelir.

 

Baraslı yerlere ve beyaz lekelere sirke ile sürülürse, faydalı olur. Soğuktan ve balgamdan doğan baş ağrılarına iyi gelir. Eğer kavrulur ve içilirse -özellikle de ezilmediği zaman- tabiatı tutar. Suyu ile kafa yıkandığı zaman, kirlerden ve yapışkan diğer rutubetlerden arındırır.

 

Galinos şöyle der: "Kuvveti hardal tohumunun kuvveti gibidir. Bu yüzdendir ki, siyatik diye bilinen kalça ağrıları, baş ağrıları ve ısıtılmaya ihtiyaç duyan her çeşit hastalık bununla (üzerlik) ısıtılır. Hardal tohumu da aynı şekilde ısıtır. Astım hastalarının kullandıkları ilaçlar içerisine de katılır, çünkü üzerlik otu yoğun karışımları hardal tohumu gibi güçlü bir şekilde keser. Üzerlik her açıdan hardal tohumuna benzer.

 

 

24- Hulbe T. Foenum-graecum, Çemen / Hülbe / Boy Tohumu:

 

Zikredildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), hasta olan Sa'd b. Ebi Vakkas'ı Mekke'de ziyarette bulunmuştu: "Ona bir doktor çağırın." buyurdu. Haris b. Kelede çağırıldı. O geldi, baktı ve: "Önemli bir şeyi yok. Ona ferika tabir edilen acve hurması ile hulbeden oluşan bir terkib hazırlayın. İkisini pişirin ve yudum yudum içirin." dedi. Öyle yapıtlar ve iyileşti.

 

Hulbenin kuvveti ikinci derecede hararetle, birinci derecede kurulukladır. Su ile kaynatıldığı zaman boğazı, göğüsü ve karnı yumuşatır. Öksürüğü, sertliği, astımı, nefes darlığını teskin eder. Cima arzusunu arttırır. Yel, balgam ve basurlar için iyidir. Bağırsaklara çökmüş besinleri hareket ettirir, göğüsten yapışkan balgamı söker. Dahili yaralara, akciğer hastalıklarına iyi gelir. Karın boşluğunda bulunan bu tür dertler için tereyağı ve ham şekerle (faniz) alınır.

 

Beş dirhem kızıl boya (füvve) ile içildiğinde hayzı söktürür. Pişirilip onunla saç yıkandığı zaman, saçı toplar ve konağı (kepek) giderir.

 

İncesi, natrun ve sirke ile karıştırılıp sargı yapılırsa dalak şişliğini indirir. İçerisinde hulbe pişirilen suya kadının oturması durumunda, şişlikten doğan rahim ağrılarına karşı istifadesi olur. Az hararetli katı şişlikler üzerine lapası sargı yapıldığında, fayda verir ve onları indirir. Suyu içildiğinde gazdan çıkan bağırsak ağrılarına iyi gelir ve bağırsakları kayganlaştırır.

 

Pişirilmiş olarak, aç karnına hurma, bal ya da incirle birlikte yenildiğinde, göğüste ve midede arız olan yapışkan balgamı söker ve ondan kaynaklanan uzun öksürüklere karşı fayda verir.

 

Kabızlığa iyi gelir, karnı bırakır. Buruşuk, bozuk tırnak üzerine konulduğu zaman onu düzeltir. Yağı, mum ile karıştırıldığı zaman, soğuktan meydana gelen yarıklara fayda verir. Faydalan zikrettiklerimizden kat kat fazladır.

 

Kasım b. Abdurrahman'ın, Hz. Peygamberdin (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hulbe ile şifa arayınız." buyurduğunu söylediği zikredilir. Bazı tabipler de: ''İnsanlar eğer 3nun faydalarım bilselerdi, ağırlığında altın vererek satın alırlardı." demişlerdir.

 

 

25- Hubz Ekmek:

 

Sahihayn 'da sabit olan bir hadiste Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde yer bir çörek olacak. Onu Cebbar, kendi yed-i kudreti ile sizden birinizin seferde çöreğini elden ele çevirdiği gibi, cennetliklere ikram olmak üzere çevirecektir."

 

Ebu Davud, Sünen 'inde İbn Abbas'tan (r.a.) rivayet eder: "Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) en çok sevdiği yemek, ekmekten yapılan tirid ile hays (yani hurma ve yağın karıştırılmasından yapılan) tirid idi."

 

Yine Ebu Davud, Sünenindi İbn Ömer'den (r.a.) şöyle rivayet eder: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Keşke şimdi yanımda esmer buğdaydan, tereyağı ve süte banılmış beyaz bir ekmek olsa!" buyurdu. Orada hazır bulunanlardan birisi kalktı ve onu hazırladı ve getirdi. Hz. Peygamber: "Bu yağ ne içerisindeydi?" diye sordu. Adam: "Keler derisinden yapılmış bir kapta." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onu kaldır!" buyurdu.

 

Beyhaki, Hz. Aişe'den merfu olarak rivayet ediyor: Buna göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ekmeğe ikram ediniz. Ona ikramdan birisi de o varken katık beklememektedir.'' Hadisin mevkuf olması daha uygundur. Merfuluğu sabit değildir.

 

Ekmeğin bıçakla kesilmesinin yasaklandığı hadisin aslı esası yoktur. Rivayet edilen sadece etin bıçakla kesilmesini yasaklama hakkındıdır, onun da aslı esası yokdur.

 

Mühenna şöyle der: İmam Ahmed'e, Hz. Aişe'den nakledilen "Eti bıçakla kesmeyiniz. Çünkü o Acemlerin işlerindendir." hadisini sordum.

 

"Sahih değildir. Böyle bir hadis bilinmemektedir. Amr b. Ümeyye hadisi bunun aksini ifade etmektedir." dedi. Buna göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Koyun etini keserdi." Yine Amr b. Ümeyye hadisinde: "Muğire, Hz. Peygamber'i misafir ettiğinde, Hz. Peygamber (koyunun) böğrünü emretmiş ve pişirilmiş, sonra da eline bıçağı almış ve kesmeye başlamış." denilmektedir.

 

Ekmek nevilerinin en iyi ve kalitelisi, mayalanmış ve iyi yoğurulmuş olanıdır. En iyi sınıfı tandır ekmeğidir. Sonra fırın ekmeği, sonra da üçüncü mertebede küle gömülerek pişirileni gelir. En kalitelisi yeni undan yapılanıdır.

 

En fazla gıdalısı, buğday özünden yapılan ekmektir. Kepeği az olduğu için en yavaş hazmedilen de bu türdür. Sonra kepeği alınmış buğday ekmeği, daha sonra da, iri undan yapılmış ekmek gelir.

 

Yenilmesi için en uygun vakit, pişirildiği günün akşamıdır. Ekmeğin yumuşağı, daha çok yumuşatıcı, gıda vericidir; mideden daha çabuk intikal eder. Kuru ekmek ise bunun aksinedir.

 

Buğday ekmeği, ikinci derecenin ortasında sıcaktır, rutubet ve kuruluk konusunda itidale yakındır. Ateşin kuruttuğu ekmeklerde kuruluk, zıddında da rutubet daha galiptir.

 

Buğday ekmeğinin bir özelliği de çabuk şişmanlatmasıdır. Kadayıf ekmeği yoğun bir karışım oluşturur. Kırıntı ekmek şişiricidir ve hazmı yavaştır. Sütle yapılanrçok gıdalıdır, doyurucudur, mideden yavaş iner.

 

Arpa ekmeği birinci derecede soğuk ve kurudur. Buğday ekmeğinden daha az besleyicidir.

 

 

26- Hail - Sirke:

 

Müslim, Sahih'inde Cabir b. Abdillah'tan (r.a.) rivayet eder: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ailesinden katık ister. Onlar da: "Sirkeden başka yanımızda bir şey yok." derler. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu ister, yemeğe başlar ve: "Sirke ne güzel katıktır, sirke ne güzel katıktır!" buyurur.

 

İbn Mace'nin Sünen'inde Ümmü Sa'd'dan (r.a.) Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sirke ne güzel katıktır! Allah'ım, sirkeyi mübarek kıl! O benden önceki peygamberlerin katığı idi. İçinde sirke olan ev fakirlik görmez." buyurduğu rivayet edilir.

 

Sirke hararet ve soğukluktan mürekkeptir. Soğukluk özelliği daha galiptir. Üçüncü derecede kuru ve güçlü kurutucudur. Maddelerin akışmasını önler, tabiatı iyileştirir. Şaraptan dönüştürülen sirke yanan mideye iyi gelir, safrayı bastırır, öldürücü ilaçların zararlarını bertaraf eder. İçeride çöken süt ve kam çözer, dalağa fayda verir, mideyi tabaklar, karnı tutar, susuzluğu keser. Meydana gelmek üzere olan şişliklere engel olur, hazmı kolaylaştırır, balgama karşı durur, kaba yiyecekleri yumuşatır, kanı inceltir.

 

Tuzla içildiği zaman, öldürücü mantar yenilmesine karşı fayda sağlar. Yudumlandığında, damak köküne yapışan pıhtıyı keser, sıcak halde gargara yapıldığında diş ağrılarına iyi gelir ve diş etlerini güçlendirir.

 

Sürüldüğünde tırnak iltihabına, karıncalanmaya (ısırgı) ve sıcak özellikli şişliklere, ateş yanığına faydalı olur. İştahı açar, mideyi iyileştirir. Gençlere ve yazın sıcak ülke sakinlerine elverişlidir.

 

 

27- Hilal Kürdan:

 

Kürdan hakkında aslı olmayan iki hadis vardır: Birincisi; Ebu Eyyub el-Ensari'den merfu olarak rivayet edilir: Buna göre Hz. Peygamber: "Yemekten sonra dişlerini kürdanla temizleyenler ne hoşturlar! Melek üzerine ağızda kalan yemek artıklarından daha ağır bir şey yoktur." buyurmuştur. Hadisin senedinde Vasıl b. es-Saib vardır. Buhari ve Razi: "Onun hadisleri münkerdir." demişlerdir. Nesai ve Ezdi de: "O metruku'l-hadistir." demişlerdir.

 

İkincisi ise; İbn Abbas'tan rivayet edilir. Buna göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kamış kabuğu ve mersin ağacı ile dişlerin temizlenmesini yasaklamış ve: "O ikisi cüzzam damarlarını sular." buyurmuş. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel bu hadisin ravilerinden olan Muhammed b. Abdilmelik el-Ensari'yi babasına sormuş, o (İbn Hanbel) da: "Muhammed b. Abdilmelik'i gördüm. Ama birisiydi. Hadis uydurur ve Hz. Peygamber'e nisbet ederdi." demiştir.

 

Kürdan, diş etlerine ve dişlere faydalıdır, onların sıhhatini korur, ağız kokusunun değişmesine karşı faydalıdır. En kalitelisi kürdan ağacından, zeytin ve söğüt ağaçlarından olanlarıdır. Kamış, mersin ağacı, reyhan ve badruc (tere-i horasanı) ile dişlerin temizlenmesi zararlıdır.

 

 

28- Diihn, Yağ:

 

Tirmizi, eş-Şemail'de Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet eder: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) başını çok yağlardı. Sakalını sık sık tarardı. Başını çok örterdi. Elbisesi sanki yağcı elbisesi gibiydi."

 

Yağ, vücudun gözeneklerini tıkar ve içeri gireceK şeyleri önler. Sıcak su ile yıkandıktan sonra kullanıldığında, bedeni güzelleştirir ve rutubetlendirir. Saça sürüldüğünde güzelleştirir ve saçı uzatır. Kızamığa iyi gelir ve çoğu afetleri önler.

 

Tirmizi'de Ebu Hureyre Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ref ederek şöyle demiştir: "Zeytinyağı yiyiniz ve onunla yağlanınız." inşaallah bu, ileride gelecektir.

 

Hicaz ve benzeri sıcak ülkelerde yağ, koruyucu hekimlik ve bedenin düzeltilmesinde baş vurulacak en önemli yollardan birisidir. Yağlanmak onlar için zaruri gibi bir şeydir. Soğuk ülkelere gelince, orada yaşayanlar böyle bir ihtiyacı duymazlar. Başta ısrarla kullanmak göze zararlıdır.

 

Basit yağlardan en faydalısı sıra ile zeytinyağı, tereyağı ve susam yağıdır.

 

Mürekkep yağlara gelince, bunlardan bir kısmı soğuk ve rutubetlidir. Menekşe yağı gibi. Bu yağ, sıcak özellikli baş ağrılarına iyi gelir. Uyuyamayanları uyutur, beyni (dimağı) rutubetlendirir. Yarıklara, kuruluğun galebe çalmasına iyi gelir, uyuzlu yerlere, kuru kaşıntılı cilt tahrişlerine sürülürse fayda görülür. Mafsalların hareketini kolaylaştırır. Yazın, sıcak özellik arzeden mizaç sahiplerine uygun gelir. Hakkında iki uydurma, asılsız hadis vardır. Birisi: "Menekşe yağının diğer yağlara olan üstünlüğü, benim diğer insanlara üstünlüğüm gibidir." şeklindedir. Diğeri ise "Menekşe yağının diğer yağlara olan üstünlüğü, İslam'ın diğer dinlere olan üstünlüğü gibidir."

 

Mürekkep yağlardan bir kısmı da sıcak ve rutubetlidir. Ban otu (sorgun) yağı gibi. Bu yağ, çiçeğinden değil de fıstık gibi kirli beyaz, çok yağlı tohumdan alınır. Sinirlerin sertliğine fayda verir ve onları yumuşatır. Bereş, nemeş, kelef (çiğit), behak adı verilen ciltteki çillik, leke ve beneklere iyi gelir. Yoğun balgamı söktürür. Kuru mizaçlı damarları yumuşatır, sinirleri ısıtır. Bununla ilgili olmak üzere uydurma, asılsız bir hadis rivayet edilmiştir. Güya Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ban otu yağı ile yağlanınız. Çünkü o kadınlarınızın yanında size daha bir haz verir." buyurmuş.

 

Bu yağın faydalarından olmak üzere şunları söyleyebiliriz: Dişleri cilalar, onlara bir güzellik kazandırır, diş sararmalarım giderir, yüze ve diğer harici organlara sürülürse, cild çatlayıp yarılmaz. Don ve edeb yerine vb. sürüldüğünde, böbrek üşütmelerine ve sidik damlamasına karşı fayda görülür.

 

 

29- Zerire , A. İtalicum, Tutya/Hanut:

 

Sahihayn 'da sabit olduğuna göre Hz. Aişe validemiz şöyle demişt Peygamber'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Veda haccında hem ihrama girerken, hem de çıkarkdh kendim tutya ile kokuladım."

 

Tutya'nın (zerire) mahiyeti ve faydalan hakkında daha önce söz için burada tekrara gerek duymuyoruz.

 

 

30- Zübab Sinek:

 

Sıhhatinde ittifak edilen Ebu Hureyre hadisi daha önce geçmişti. Buna göre Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem), yemeğe düşen sineğin batınlıp sonra çıkarılmasını; çünkü kanatlarının birisinde zehir, diğerinde ise panzehir bulunduğunu belirtmişti. Sinekle ilgili durumdan orada söz edilmişti.

 

 

31- Zeheb Altın:

 

Ebu Davud ve Tİrmizi'nin rivayetine göre, Külaboğullarıyla yapılan savaş sırasında Arfece b. Esad'ın burnu kesilmiş ve gümüşten bir burun edinmiş, o da koku yapmıştı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona ruhsat vererek, altından bir burun yaptırmasını emretmiştir. Arfece hakkında bundan başka hadis yoktur.

 

Altın; dünyanın zineti, varlığın tılsımıdır, nefislere ferahlık verir, insanları güçlendirir, Allah'ın yeryüzündeki sırrıdır.

 

Altında latif bir hararet vardır ki bu diğer latif ve ferahlatıcı macunlara da girer. Şüphesiz, madenler içerisinde en üstün ve şereflisidir.

 

Özelliklerinden bazıları: Yere gömüldüğü zaman, hiçbir şey olmaz ve eksilmez. Tozu ilaçlara karıştırıldığı zaman, kalp yetmezliğine, kara safradan kaynaklanan çarpıntıya iyi gelir. Vesveseye, üzüntüye, kedere, korkuya, aşka karşı fayda verir, bedeni semizletir ve güçlendirir. Kurtları düşürür, rengi güzelleştirir. Cüzzam ve kara safradan kaynaklanan bütün ağrı ve hastalıklara faydalıdır. Bir özelliğinden dolayı saç sakal dökülmesi ve sedef hastalığı (deri kavlaması) ilaçlarına katılır ve içilerek ya da sürülerek kullanılır. Gözü cilalar ve kuvvetlendirir. Göz hastalıklarının çoğuna iyi gelir ve bütün organları güçlendirir.

 

Ağızda tutulduğunda, ağız kokusunu giderir. Dağlanma ihtiyacı duyulduğunda altınla dağlanılırsa, yeri kabarmaz ve çabuk iyileşir. Altın mil edinilir ve sürme onunla çekilirse, gözü güçlendirir ve cilalar. Taşı da kendisinden altın bir yüzük edinilir, kızdırılır ve onunla güvercinin kanadının ön tarafından bir yer (dört uzun tüyünden biri) dağlanırsa, artık özel yuvasına alışır ve başka bir yere gitmez.

 

Psikolojik olarak insana güç verme açısından çok acaip bir özelliği vardır. O yüzden de harpte ve silahta kullanılması mubah kılınmıştır. Tİrmizi'nin rivayetinde Mezide el-Asari (r.a.) şöyle demiştir: "Fetih günü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'Mekke'ye) girdi. Kılıcının üzerinde.altın ve gümüş vardı."

 

Altın, nefislerin ma'şukudur, nefis onu ne zaman elde edecek olsa, diğer değerli şeylere karşı duyulan özlemleri teskin eder. Yüce Allah: "Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek, insanlara güzel gösterilmiştir."[Al-i İmran, 14] buyurmuştur.

 

Sahihayn'da Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ademoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, ikincisini ister. İki vadi dolusu olsa, üçüncüsünü ister. Ademoğlunun gözünü ancak toprak doyurur ve Allah dilediğini affeder." buyurmuştur.

 

İşte böyle. Çünkü altın, kul ile, kıyamet gününde elde edeceği en büyük kazancı arasına giren bir engel, Allah'a isyana sebep olan en büyük şeydir. Onun yüzünden nice akrabalık bağlan kesilmiş, nice kanlar akıtılmış, haramlar mubah kılınmış, haklar çiğnenmiş, kullara zulümler reva görülmüştür. O dünya ve onun peşin lezzetlerine karşı kışkırtmakta ve ahirete ve Allah'ın orada sevgili kulları için hazırladığı mükafatlara karşı soğutmaktadır. Onun yüzünden -Allah bilir- nice hak öldürülmüş, batıl ise diriltilmiştir; nice zalime destek verilmiş, nice mazlum ise kahredilmiştir. Bu konuda Hariri'nin şu sözleri ne kadar da güzeldir:

 

"Kahrolsun o, sahibine bile oyun eden vefasız, iki yüzlü sarı münafık! Kendisine bakana iki şekilde gözükür: Bazan bir dilber gibi süslü ve cazip, bazan da bir aşık gibi solgun ve süzgün! İrfan sahipleri nazarında, ona fazla bağlılık Allah'ın gazabına yol açar. Eğer o olmasaydı, hırsızın eli kesilmez ve hiçbir zalimden şikayet edilmezdi. Eğer o olmasaydı, hiçbir cimri gece misafirliğinden Ötürü yüzünü buruşturmaz ve hiçbir borçlu borcunu ödeyemediği için sızlanmazdı. Eğer o olmasaydı hased insanların, yüreğe bir ok gibi işleyen bakışlarından ve şerlerinden Allah'a sığınılmazdı. Bunaldığın zaman sana yardım etmesi şöyle dursun, kaçar, senden kaçak bir köle gibi uzaklaşır."

 

 

32- Rutab Yaş Olgun Hurma:

 

Yüce Allah (c.c.) Hz. Meryem'e hitaben: "Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze olgun hurma (rutab) dökülsün. Ye iç; gözün aydın olsun.'' [Meryem, 25] buyurmuştur.

 

Sahihayn'da. Abdullah b. Cafer'in: "Rasulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) acurla birlikte yaş olgun hurma yerken gördüm." dediği rivayeti yer almaktadır.

 

Ebu Davud'un Sünen 'inde ise Enes'den şöyle rivayet edilmektedir: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazdan önce birkaç yaş olgun hurma ile iftar ederdi. Eğer yaş hurma olmazsa kuru hurmalarla orucunu açardı. Eğer kuru hurma da yoksa, birkaç yudum su içerdi.

 

Yaş olgun hurma suların özelliğini gösterir; sıcak ve rutubetlidir. Soğuk mizaçlı mideyi güçlendirir ve ona iyi gelir. Cima arzusunu artırır, bedeni geliştirir. Soğuk mizaç sahiplerine uygun düşer ve çok gıda verir.

 

Gerek Medine ahalisi ve gerekse hurma yetişen diğer bölgelerde yaşayanlar için en fazla uygunluk gösteren bir meyvedir ve beden İçin en faydahsıdır. Alışkın olmayan kimselerde ise vücutta kokuşmaya yol açar, iyi olmayan bir kan oluşturur: biraz fazla yemişse baş ağrısı ve kara safraya sebep olur, dişlerine eza verir. Yatıştınlması seknecin ve benzeri bir meşrubatladır.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaş olgun hurma ile, yoksa kuru hurma ile, o da yoksa su ile iftar etmesinde çok ince sıhhi bir tedbir bulunmaktadır. Şöyle ki: Oruç mideyi gıdadan arındırır. Ciğer, cezbedip duyu ve organlara göndereceği şeyleri orada bulamaz. Tatlı, karaciğere en çabuk ulaşan yiyecektir ve onun en çok aradığı şeydir. Özellikle de yaş olursa kabul oranı daha da artar. Böylece hem karaciğer, hem de diğer organlar faydalanırlar. Eğer yaş hurma yoksa kuru hurma, tatlı oluşu ve besleyici gücü ile ikinci sırada yer alır. O da yoksa alınacak birkaç yudum su midenin yanmasını ve orucun hararetini söndürür. Böylece mide yemek için uyanır ve iştahla onu alır.

 

 

33- Reyhan

 

Yüce Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de reyhandan söz etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Eğer ölen o kişi gözdelerden ise, rahatlık, reyhan ve nimet cenneti onundur."[Vakıa, 88] "Orada meyveler, salkımlı hurma ağaçları, kabuklu taneler, güzel kokulu otlar (reyhan) vardır."[Rahman, 11-12]

 

Sahih-i Müslim'de ise Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kendisine reyhan ikramında bulunulan kimse onu çevirmesin; çünkü o, hem taşıması hafiftir hemde güzel kokuludur." buyurmuşlardır.

 

Ibn Mace'nin Sünen'inde Usame hadisinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır: "Cennet için kollarım sıvayan yok mu? Çünkü cennetin bir benzeri yoktur. O -Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki- parıldayan bir nur, titreşen bir reyhan, görkemli bir saray, devamlı akan bir. nehir, olgun meyve, güzel alımlı zevce, pek çok güzellik demektir. Sonsuza dek, her türlü nimet içinde, neşe dolu, çok değerli kusursuz konaklar içerisinde bir hayattır o." Bunun üzerine ashab:

 

— Evet ya Rasulallah! Onun için kollarını sıvayanlar bizleriz dediier. Hz. Peygamber (a.s.):

— İnşaallahu Teala! deyiniz, buyurdu. Onlar da:

— İnşaallah! dediler.

 

Her çeşit güzel kokan bitkiye "reyhan" denilir. Her ülke bu kelimeyi güzel kokan bitkilerden biri hakkında özel olarak kullanır. Batıda yaşayanlar bunu mersin ağacı (m. communis) için kullanırlar. Arabm, reyhan deyince aklına gelen de budur. Irak ve Suriye ahalisi ise yarpuza (m. puleglum) reyhan derler.

 

Mersin ağacının özelliği birinci derecede soğukluk ikinci derecede kuruluktur. Buna rağmen o zıt kuvvetlerden mürekkeptir; İçerisinde en çok olanı soğuk arazi cevherdir. Onda sıcak latif bir şey de vardır ve çok güçlü bir kurutucudur. Terkibini meydana getiren eczası kuvvetçe birbirlerine yakındırlar. O aynı anda, hem içerden hem dışardan tutucu ve hapsedici bir güce sahıptır.

 

Safralı ishalleri keser, koklandığı zaman yaş ve rutubetli Buhari def eder, kalbi fevkalade ferahlatır. Koklanması veba'ya engeldir. Eve serilmesi de Öyledir.

 

Üzerine konduğunda sidik yollarındaki şişmeleri iyileştirir. Taze iken yaprakları inceltilir ve sirke ile döğülür başa konulursa, burun kanamasını keser. Kuru yaprakları ufalanır ve rutubetli yaralara ekildiğinde fayda verir. Lapası sargı yapıldığı zaman zayıf organları güçlendirir. Tırnak iltihabına (dolama) iyi gelir. Sivilce, kabarcık ile el ve ayaklardaki yaralara ekildiği zaman faydalı olur.

 

Beden onunla oğulduğunda teri keser, fazla rutubetleri emer, koltuk altı kokusunu giderir. Su ile kaynatılır ve içerisine oturulursa makat ve rahim çıkmalarına, mafsallardaki gevşemelere iyi gelir. Kaynamayan kemik kırıkları üzerine döküldüğünde fayda verir.

 

Kafadaki kepekleri, rutubetli yaralan, kabarcıkları arındırır, temizler, dökülen saçları tutar ve siy anlaştırır. Yaprağı inceltilip üzerine az bir su dökülür ve birazcık zeytinyağı veya gülyağı karıştırılır ve sargı yapılırsa; rutubetli yaralara, karıncalanmaya (ısırgı), kızıla, akut şişliklere, kurdeşene, basurlara elverişli gelir.

 

Tohumu, göğüs ve akciğerde meydana gelen kanamalara fayda verir. Mideyi tabaklar. Temizleyici olduğu için göğüse ve akciğerlere zararlı değildir. Öksürükle beraber olan karın gitmelerine fayda verici bir özelliği vardır. Bu durum ilaçlarda nadirdir. Sidiği söktürür, mesane yanmalarına, haşerat ısırmalarına, akrep sokmalarına iyi gelir. Kökü ile diş kurcalamak zararlıdır, sakınılmalıdır.

 

İranlıların reyhan tabir ettikleri yarpuza gelince o, iki görüşten birisine göre sıcak özellikler taşır. Üzerine su serpilir, serinletir ve arızi olarak rutubetlendirildiğinde ateşli baş ağrısına iyi gelir. Diğer görüşe göre ise soğuk özellikiidir. Rutubetli mi, kuru mu olduğu konusunda iki görüş vardır. Doğrusu onda dört özellik de bulunmaktadır. Yarpuz uykuyu getirir. Tohumu safralı ishali durdurur, bağırsak ağrılarını teskin eder, kalbi güçlendirir, kara safralı hastalıklara iyi gelir.

 

 

34- Rumman - Punica Granatum, Nar:

 

Yüce Allah (c.c.) nardan, "İkisinde (cennet) de her türlü mey| malıklar ve nar ağaçları vardır."[Rahman, 68] ayetinde söz etmiştir.

 

İbn Abbas'tan hem merfu, hem de mevkuf olarak şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bu narlarınızdan hiçbir nar yoktur ki, cennet narından bir tane ile aşılanmış ohnasın." Bu sözün mevkuf (kendi sözü) olması daha uygundur. Harb ve diğerleri, Hz. Ali'den: "Narı içindeki zarı ile birlikte yeyiniz. Çünkü o mideyi tabaklar." dediğini zikrederler.

 

Narın tatlısı sıcak ve rutubetli özellik arzeder, mide için iyidir, içerisindeki şeffaf tutuculuk özelliği ile onu güçlendirir. Boğaza, göğüse, akciğerlere fayda verir, öksürüğe iyi gelir. Suyu karni yumuşatır. Bedene kolay bir gıda verir. İnce ve şeffaf olduğu için çabuk çözülür ve midede hafif bir hararet ve gaz meydana getirir. Bu yüzden şehvete yardımcı olur ve hummalılara iyi gelmez. Tuhaf bir özelliği de ekmekle yenildiğinde onu bozulmaktan engellemesidir.

 

Ekşisi soğuk ve kuru, tutucu ve latif bir özellik arzeder. Yanan midelere iyi gelir. Diğer narlardan daha iyi şekilde sidiği söktürür, safrayı teskin eder, ishali keser, kusmayı engeller, dışkıyı yumuşatır.

 

Karaciğer hararetini söndürür, azaları güçlendirir, safradan kaynaklanan hafakanlara, kalbe ve mide ağızına arız olan ağrılara iyi gelir, mideyi güçlendirir, oradaki artıkları defeder, safrayı ve kanı söndürür.

 

Suyu, içindeki zarı ile çıkarılıp birazcık bal ile merhem gibi oluncaya kadar pişirildiğinde, onunla göze sürme çekilirse gözdeki sarılığı keser ve oradaki kaba rutubetleri arındırır; diş etlerine sürüldüğü zaman ona arız olan yıpranmalara karşı iyi gelir. Tatlı narla ekşi narın zarları ile birlikte suları çıkarılıp alındığında karnı bırakır ve kokuşmuş, acı rutubetleri indirir, uzun ve gün aşın gelen hummalara karşı fayda verir.

 

Ekşi nara gelince, hem özellik hem de etkisi bakımından diğer iki nevin ortasında yer alır; fakat hafif ekşi nar özelliğine doğru meyli vardır. Nar çekirdeği bal ile birlikte tırnak iltihabına (dolama) ve pis (inatçı) yaralara sürülür. Nar çiçeği cerahatli yaralar için kullanılır. Her sene üç nar çiçeği yutar kimse, o sene için göz ağrısından emin olur.

 

 

35- Zeyt Zeytinyağı:

 

Kur'an'da şöyle geçer: "...Bu ne yalnız doğuda ne de yalnız bacıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır."[Nur, 35]

 

Tirmizi ve İbn Mace'de Ebu Hureyre hadisinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur: "Zeytinyağı yiyiniz ve onunla yağlanınız. Çünkü o bereketli (mübarek) bir ağaçtandır. "

 

Beyhaki ve yine İbn Mace'de İbn Ömer'den Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): *'Zeytinyağını katık edininiz ve onunla yağlanınız. Çünkü o mübarek (bereketli) bir ağaçtandır. " buyurduğu nakledilir.

 

Zeytinyağı birinci derecede sıcak ve rutubetli özellik arzeder. "O kurudur." diyenler hata etmişlerdir. Zeytinyağı elde edildiği zeytine göre değişik özellik arzeder. Olgun zeytinden elde edileni, en iyisi ve kalitelisidir. Henüz ham olan zeytinlerden elde edilen zeytinyağında, soğukluk ve kuruluk özelliği vardır. Kırmızı zeytinden elde edileni ise, ikisi arası bir özellik arzeder. Siyah zeytinden olanı itidalli olarak ısıtır ve rutubet verir, zehirlere karşı fayda verir, karnı bırakır, solucanı düşürür. Eskisi yenisinden hem ısıtma hem de çözücü özellik arzetme bakımından daha şiddetlidir. Su ile çıkarılan zeytinyağı daha az hararetli, daha hoş ve daha faydalıdır. Bütün nevileri cildi yumuşatır ve saçın ağarmasını yavaşlatır.

 

Tuzlu zeytin suyu, ateş yanıklarının kabarmasını önler, diş etlerini güçlendirir. Zeytin yaprağı kızıla, ısırgıya (karıncalanma), kirli yaralara, kızamığa iyi gelir ve teri önler. Zeytinin faydaları bu zikrettiklerimizden kat kat fazladır.

 

 

36- Zübd Kaymak/Tereyağı:

 

Ebu Davud, Büsr es-Sülemi'nin iki oğlunun şöyle dediklerini rivayet eder: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize teşrif buyurdular. Kendilerine kaymak ve hurma ikram ettik. Kendileri kaymak ve hurmayı severdi."

 

Kaymak sıcak ve rutubetli özellik arzeder. Pek çok faydalan vardır. Olgunlaştırma, çözümleme bunlardandır. Kulakların yanlarında, sidik kanallarında meydana gelen şişliklere, ağız şişliklerine, kadın ve çocuklarda görülen diğer şişliklerde yalnız başına kullanılır ve onları iyileştirir. Yalamak suretiyle alındığında akciğerde meydana gelen kanamalara fayda verir ve orada arız olan şişlikleri olgunlaştınr. ;

 

Kaymak; tabiatı, sinirleri ve kara safra ve balgamdan arız olan katı şişlikleri yumuşatıcı özellik arzeder, bedende meydana gelen kuruluğa iyi gelir, çocukların çenelerine sürüldüğünde dişlerinin bitmesine ve çıkmasına yardımcı olur. Soğukluk ve kuruluktan meydana gelen öksürüklere faydalıdır. Bedende olan temreği ve sertlikleri giderir, tabiatı yumuşatır; ancak yemek iştahını zayıflatır. Ağırlığı bal ya da hurma gibi tatlı bir şeyle giderilebilir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu hurma ile birlikte yemesi hikmetten hali değildir ve her birini diğeri ile ıslah etme gibi ince bir tıbbi tedbir mahiyeti arzetmektedir.

 

 

37- Zebib Kuru Üzüm:

 

Bununla ilgili iki hadis rivayet edilir. ikisi de sahih değildir. Birincisi "Kuru üzüm ne güzel yiyecektir; ağız kokusunu güzelleştirir ve balgamı eri tir.*' İkincisi de: "Kuru üzüm ne güzel yiyecektir; yorgunluğu giderir, sinirleri güçlendirir, öfkeyi söndürür, rengi yerine getirir, ağız kokusunu güzel leştirir." şeklindedir. Her ikisi de Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sabit değildir

 

Kuru üzümün en kalitelisi iri ve tombul, kabuğu ince olanı, çekirdeğ küçük ve çıkarılmış olanıdır.

 

Kuru üzümün cirmi birinci derecede sıcak ve rutubetlidir, çekirdeği soğuk ve kurudur. Elde edildiği yaş üzümün özelliğini gösterir. Tatlı olanı sıcak, ekşi olanı tutucu ve soğuktur. Beyaz olanı diğerlerinden daha tutucu dur. Etli kısmı yenildiğinde akciğer borusuna iyi gelir ve öksürüğe, böbret ve mesane ağrılarına karşı faydalıdır, mideyi kuvvetlendirir ve karnı yumu şatır.

 

Tatlı etli kısmı, yaş üzümden daha çok gıdalıdır. Kuru incir ayarında de ğildir. Olgunlaştırıcı, hazmettirici, (artık besinleri midede) tutucu, itidalle çö zümleyici özellikleri vardır. Genel olarak mide, karaciğer ve dalağı güçlendi rir; boğaz, göğüs, akciğer, böbrek ve mesane ağrılarına iyi gelir. En uygum çekirdeksiz yemektir.

 

Elverişli bir gıda verir, kuru hurmanın yaptığı gibi tıkanıklık yapmaz Çekirdeği ile birlikte yendiğinde mide, karaciğer ve dalak için daha yararl olur. Etli kısmı oynayan tırnakların üzerine yapıştırıldığı zaman, sökülmesi nİ hızlandırır.

 

Tatlı ve çekirdeksiz olanı rutubet ve balgamlı kimselere yararlıdır; karaciğeri geliştirir ve içerdiği özellikleriyle ona fayda verir.

 

Hafızaya faydası vardır. Zühri şöyle der: "Kim hadis ezberlemek istiyorsa, kuru üzüm yesin." Mansur, dedesi Abdullah b. Abbas'ın: "Kuru üzümün çekirdeği dert, etli kısmı devadır." dediğini zikrederdi.

 

 

38- Zencebil - Zingiber Officinale, Zencefil:

 

Kur'an'da: "Orada zencefil karışık bir tasla içirilirler."[İnsan, 17] ayetinde zikri geçer.

 

Ebu Nuaym, Tibbu'n-Nebevi adlı kitabında şu hadisi nakleder: Ebu Said el-Hudri (r.a.) şöyle anlatır: "Rum (Bizans) meliki Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir çömlek zencefil hediye etmişti. Herkese ondan bir parça yedirdi. Bana da bir parça yedirdi."

 

Zencefil ikinci derecede sıcak, birinci derecede rutubetli özellik arzeder. Isı verir ve yemeğin hazmına yardımcı olur, karnı itidalli biçimde yumuşatır. Soğuk ve rutubetten arız olan karaciğer tıkanıklıklarına karşı iyi gelir, yenilmek ya da göze sürme çekmek suretiyle görmede meydana gelen kararmaya karşı faydalıdır, cimaya karşı yardımcı olur, bağırsaklarda ve midede arız olan yoğun yelleri çözümler.

 

Genel olarak zencefil, soğuk mizaç arzeden karaciğer ve mideye uygun gelir. Sıcak su ile iki dirhem kadarı şekerle birlikte alındığında, yapışkan ve köpüklü artıktan ishal yolu ile dışarı atar. Balgamı çözümleyen ve eriten macunların içerisine katılır.

 

Mayhoşumsu olanı sıcak ve kuru özelliktedir. Cimaya heyecan verir, meniyi arttırır, mide ve karaciğeri ısıtır, alman şeyin afiyetle boğazdan inmesine yardımcı olur, bedene galib olan balgamı emer, hafızayı güçlendirir, karaciğer ve mide üşütmelerine uygunluk arzeder, meyve yemekten doğan mide ıslaklığım giderir, ağız kokusunu güzelleştirir, soğuk ve kaba yiyeceklerin zararı onunla giderilir.

 

 

39- Sena C. Angustifolia, Hind Sınai:

 

Daha önce geçti. Sennut, (cuminum cyminum = kimyon) da geçmişti. Sena'nın ne olduğu hakkında yedi görüş vardır: 1- O baldır. 2- Deriden olan tereyağı kabının yağ üzerinde siyah çizgiler yapan usaresidir. 3- Kimyona benzeyen, fakat kimyon olmayan bir tohumdur. 4- Kirman kimyonudur. 5- Şibit (Durak otu)tir. 6- Kuru hurmadır. 7- Raziyanedir.

 

 

40- Sefercel C. Vulgaris, Ayva:

 

İbn Mace Süne/7'inde Talha b. Ubeydullah'tan (r.a.) nakleder: O şöyle der: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) huzuruna girdim. Elinde bir ayva vardı. Bana: "Ey Talha! Al bunu! Çünkü o kaibi dinlendirir." buyurdu.

 

Hadisi Nesai başka bir senedle şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber'in yanına geldim. Ashabından bir cemaat içerisinde bulunuyordu ve elinde çevirdiği bir ayva vardı. Huzuruna oturunca onu bana yuvarladı ve sonra: "Ey Ebu Zer! Al bunu. Çünkü o kalbi güçlendirir, nefsi ferahlatır, göğüsteki tasayı giderir." buyurdu.

 

Ayva hakkında daha başka hadisler de rivayet edilmiştir. İçlerinde en iyisi budur. Diğerleri sahih değildir.

 

Ayva soğuk ve kuru özellik arzeder. Bu da tadının değişikliği ile farklılık arzeder. Hepsi de soğuk ve tutucudur, mide için iyidir. Tatlı olanı daha az soğuk ve kurudur ve itidale meyillidir. Ekşi olanı tutuculuk, kuruluk ve soğukluk bakımından daha şiddetlidir. Hepsi de susuzluğu ve kusmayı teskin eder; sidiği söktürür, tabiatı eski haline getirir, bağırsak yaralarına ve kanamalara, karın geçmesine iyi gelir; kusmaya karşı faydalıdır. Yemekten sonra alındığı zaman buharların yükselmesini engeller. Dallarının ve yapraklarının yıkanan kavı aynen tutya etkisi gösterir.

 

Yemekten önce alındığında, midedeki artıkları tutar, yemek sonrasında alındığı zaman da, tabiatı yumuşatır, posaların mideden indirilmesini hızlandırır, fazla yemek sinirlere zararlıdır, kulunca sebep olur, midede meydana gelen safrayı söndürür.

 

Huşunetinden dolayı kızartılırsa daha az ve hafif olur. Ortası oyulur, çekirdeği çıkarılır ve içine bal konulur, etrafı hamurla sıvanır ve sıcak küle gömülürse, çok güzel fayda verir. En iyisi kızartılarak ya da bal ile pişirilerek yenilenidir. Çekirdeği boğaz sertliğine, akciğer borusuna ve pek çok hastalıklara iyi gelir. Yağı terlemeyi önler, mideyi güçlendirir. Terbiye edilmişi mide ve karaciğeri kuvvetlendirir, kalbi destekler ve insanı ferahlatır.

 

 

41- Sivak - Misvak:

 

Sahihayn 'da Peygamber Efendimiz şöyle buyururlar: "Eğer ümmetime zahmet vermemiş olsaydım, her namaz sırasında misvak kullanmalarını emrederdim. "

 

Yine Sahihayn'da., Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gece kalktığında ağzını misvakla temizlediği rivayet edilir.

 

Buhari'nin ta*lik yolu ile aldığı bir hadiste Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Misvak ağzı temizleyici, Rabbi razı edicidir."

 

Sahih-i Müslim'de, eve girdiğinde Efendimizin ilk iş olarak ağzım misvakladığı belirtilir.

 

Misvak konusunda hadisler çoktur. Sahih bir hadiste Efendimizin ölümü sırasında Abdurrahman b. Ebi Bekr'in misvakı ile ağzını temizlediği bildirilmiştir. Yine Efendimizin: "Misvak hakkında size çok (öğüt) verdim. " buyurduğu sahih olarak sabittir.

 

Misvak olarak kullanılmaya en uygun bitki, "erak" {saivadora persica) ve benzeri ağaçlardır. Rastgele ağaçlardan misvak edinilmemelidir; çünkü zehirli olabilir. Kullanımında orta yol tutulmalıdır. Aşın kullanımı durumunda dişlerin mine tabakasına, cilasına zarar verebilir ve mideden yükselen buharların, kirlerin oralara yuvalanmasına imkan verilmiş olabilir. İtidalli kullanıldığı takdirde dişleri cilalar, parlatır, diş köklerini pekiştirir, dili açar, dişlerdeki kireçlenme ve sararmayı önler, ağız kokusunu güzelleştirir, dimağı arındırır, iştahı açar.

 

En iyi kullanma yolu gül suyu ile ıslatılarak kullanmaktır, da ceviz ağacının köklerinden elde edilenidir. et-Teysır sahibi: her beş günde bir onunla dişlerini misvaklayan kimsenin, kafasını arındırdığı duyularını tasfiye ettiği, zihnini keskinleştirdigi kanaatindedrler.'' der.

 

Misvakın pek çok faydaları vardır: Ağzı temizler, diş etlerini pekiştiril, balgamı keser, görmeyi güçlendirir, diş sararmasını giderir, mideyi düzene sokar, sesi arındırır, hazmı kolaylaştırır, konuşmayı kolaylaştırır, okumak, zikretmek, namaz kılmak için zindelik verir, uykuyu düzene sokar. Rabbi razı kılar, melekleri hoşnut eder, sevap hanesini çoğaltır.

 

Her vakitte kullanmak müstehaptır. Namaz ve abdest sırasında, uykudan uyanınca, ağız kokusu değiştiğinde kullanmak müekked sünnettir. Hakkındaki hadisler umumi olduğu için hem oruçlu hem oruçsuz herkes için ve her vakitte kullanılması müstahaptır. Hem oruçlunun da ona ihtiyacı vardır. Çünkü o Allah'ı razı kılar. Allah'ın rızasını oruçlu iken talep, oruçsuz durumdan daha fazla olur. Yine o, ağız için bir temizliktir, oruçlunun temizliği ise en faziletli amellerindendir.

 

Sünen'de Amir b. Rebia (r.a.): "Ben Rasulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oruçlu iken sayısız defa dişlerini misvaklarken gördüm." demiştir. Buharı, ibn Ömer'in: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hem günün evvelinde hem de sonunda misvak kullanırdı." dediğini nakleder.

 

Bütün alimler, gerek vacip gerekse müstehap oruç tutan kimsenin gargara (mazmaza) yapabileceğinde icma halindedirler. Gargara, misvak kullanmaktan daha ileri bir iştir. Yüce Allah kendisine kötü koku ile yaklaşılması diye bir garazı yoktur. Kötü koku, kendisi ile kulluk yapılması istenilen meşru bir yol da değildir. Oruçlunun ağız kokusunun kıyamet gününde Allah katında hoş olacağının ifadesi sadece oruca teşvik için söylenmiştir, yoksa o kokunun bırakılması için zikredilmiş değildir. Kaldı ki, oruçlu misvaka oruç tutmayandan daha çok muhtaçdır.

 

Hem, oruçlunun ağız kokusunu güzelleştireceğinden, hasıl olacak Allah'ın rızası daha büyüktür.

 

Allah'ın misvaka karşı olan muhabbeti, oruçlunun ağız kokusuna olan sevgisinden daha büyüktür.

 

Yine misvak, oruçludan izale ettiği ağız kokusunun kıyamet gününde Allah katında hoş olmasını engellemez. Aksine oruçlu yarın kıyamet gününde, orucuna bir alamet olmak üzere -misvak kullanmış olsa bile- ağzı miskten de daha güzel kokarak çıkar gelir. Nitekim Allah yolunda yaralanan kimse, yarın kıyamet gününde, yarasından akan kan renginde, kokusu ise misk kokusunda olmak üzere haşrolunacaktır. Halbuki o dünyada iken bu kanlan izale etmekle memurdur.

 

Hem sonra oruçlunun ağız kokusu {haluf) misvakla kaybolmaz. Çünkü bu kokunun sebebi olan midenin yiyeceklerden boş olması keyfiyeti devam etmektedir. Kaybolan sadece diş ve diş etlerinde tezahür eden belirtisidir.

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ümmetine oruçta nelerin müstahap, nelerin mekruh olacağım hep öğretmiş ve misvakı mekruh olan şeyler arasında saymamıştır. Halbuki o ashabın onu kullandıklarını biliyordu. Onları misvak kullanmaya en kapsamlı ve şümullü ifadelerle mübalağalı bir biçimde teşvik etmişti. Onlar bizzat kendisini (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oruçlu iken defalarca, sayılmayacak kadar misvak kullanırken görmüşlerdi. Hz. Peygamber de, onların bu konuda da kendisine tabi olacaklarını biliyordu, buna rağmen hiçbir zaman, "Zeval'den sonra misvak kullanmayınız." dememişti. Beyanın, ihtiyaç anından sonraya ertelenmesi teşri'de mümkün değildir. En iyi bilen Allah'tır.

 

 

42- Semn - Sadeyağı:

 

İbn Cerir et-Taberi, isnadı ile birlikte merfü olarak Suheyb hadisini nakleder: "İnek sütüne devam ediniz. Çünkü o şifadır, yağı devadır, eti ise derttir." Bunu, Ahmed b. el-Hasen et-Tirmizi - Muhammed b. Musa en-Nesai - Deffa' b. Dağfel es-Sedusi - Abdülhamidb. Sayfib. Suheyb - babası - dedesi kanalı ile rivayet etmiştir. Bu isnadla gelen bir haber sabit olmaz.

 

Sadeyağı, birinci derecede sıcak ve rutubetli özellik arzeder. Onda birazcık silme ve letafet özelliği vardır. Yumuşak bedenlerde arız olan şişlikleri yayar. Olgunlaştırma ve yumuşatma konusunda kaymaktan daha güçlüdür. Galinos, kendisinin onunla kulakta ve burnun yumuşak kısmında meydana gelen şişlikleri iyileştirdiğini söyler. Diş yerlerine sürüldüğü zaman, dişler çabuk biter. Bal ve acı bademle karıştırılıp kullanıldığında göğüste ve akciğerde ne varsa temizler. Yapışkan, yoğun mide artıklarını arındırır, ancak;mideye zararlıdır. Özellikle de balgamlı mizaca sahip kişiler için.

 

İnek ya da keçi sadeyağı, balla karıştırılıp alındığı zaman, öldürücü zehir içimine, yılan ve akrep sokmalarına karşı iyi gelir. İbnü's-Sünni'nin kitabında, Hz. Ali'nin: "İnsanlar sadeyağından daha üstün bir şeyle şifa aramadılar." dediği belirtilir.

 

 

43- Semek - Balık:

 

İbn Hanbel ve ibn Mace, İbn Ömer'den (r.a.) rivayet ederler: Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Bize iki ölü ve iki kan helal kılındı: Balık ve çekirge; karaciğer ve dalak..."

 

Balık çeşitleri pek çoktur. En kalitelisi tadımı lezzetli, kokusu güzel, orta büyüklükte, ince kabuklu, eti ne katı ne de kuru olmayan, çakıllık üzerinden akan tath suda yaşayan, pisliklerle değil de bitkilerle beslenen balıklardır. Yaşaması için en uygun yer suyu kaliteli olan nehirlerdir. Daha çok kayalık yerleri, sonra da kumlu, pislik ve siyah balçık bulunmayan çok hareketli ve dalgalı, güneş ve rüzgara açık, tatlı akarsulan bannmak için tercih eder.

 

Deniz balığı üstündür, güzeldir, hoştur. Taze balık soğuk ve rutubetli, hazmı zordur, pek çok balgam doğurur. Ancak deniz ve deniz gibi olan sularda yaşayan balıklar öyle değildir. Bunlar güzel bir karışım oluşturur. Bedeni geliştirir, meniyi arttırır, sıcak mizaçları ıslah eder.

 

Tuzlu balığın en kalitelisi, yakın zamanda tuzlanandır. O sıcak ve kuru özellik arzeder ve zaman geçtikçe de bu özellikleri artar. Mercan balığı (gümüş balığı) çok yapışkandır. Yahudiler onu yemezler. Taze iken yendiği zaman karnı yumuşatır. Tuzlanır, bekletilir ve yenirse akciğer borusunu arındırır, sesi güzelleştirir. Ezilip hariçten konulduğu zaman, cazibe kuvveti bulunması sebebiyle "sela" tabir edilen döl eşi ve bedenin derinliklerinde kalan diğer artıkları çıkarır.

 

Tuzlanmış mercan (gümüş) balığının tuzunun suyuna, bağırsaklarında yara bulunan kimse, henüz başlangıç devresinde iken oturursa, içerdeki maddeleri vücudun dışına cezbedici özelliği dolayısıyla, uygun gelir. Hukne yapılması durumunda siyatiği iyileştirir.

 

Balığın en güzel yeri kuyruğuna doğru olan kısmıdır. Taze ve etli olanın eti ve yağı bedeni geliştirir. Sahihayn'da Cabir b. Abdillah şöyle anlatır: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizi üç yüz süvari olarak gönderdi. Kumandanımız da Ebu Ubeyde b. Cerrah idi. Kureyş'in bir kervanını gözetiyorduk. Bu sebeple sahilde yarım ay kaldık. Şiddetli bir açlığa maruz kaldık. Hatta silkilmiş yaprak yedik. Derken deniz bize balina (anber) denilen bir balık attı. Ondan yarım ay yedik. Yağını da katık ettik. Hatta vücutlarımız kendine geldi. Ebu Ubeyde onun kaburgalarından birisini alarak dikti. Sonra ordudan en uzun bir adam

 

ve en uzun bir deve baktı da, adamı o deveye bindirdi. Adam altından geçti.

 

 

44- Silk B. Vulgaris, Pazı, Silkiye:

 

Tirmizi ve Ebu Davud, Ümmü'l-Münzir'in şöyle dediğini rivayet ederler: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), beraberinde Hz. Ali ile bize teşrif buyurdular. Olgunlaşması için asılı hurma salkımlarımız vardı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ondan yemeye başladı. Ali de beraber yiyordu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Dur ya Ali! Sen henüz nekahet halindesin!" buyurdu. Ben de hemen onlar için pazı ve arpa hazırladım. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ya Ali! Bundan ye! Çünkü o sana daha uygundur." buyurdu. Tirmizi: "Bu hasen-garib bir hadistir." der.

 

Pazı birinci derecede sıcak ve kuru özelliklidir. Rutubetlidir veya her ikisinden mürekkeptir diyenler de olmuştur. Hoş kılıcı bir soğukluğu, çözücü ve açıcı özelliği vardır. Siyah olanında tutucu özellik vardır. Saç sakal dökülmesine, çiğite, saç kepeklenmesine, sivilcelere suyu sürüldüğü zaman iyi gelir. Biti öldürür. Bal ile birlikte termeğiye sürülür. Karaciğer ve dalak tıkanıklıklarını açar. Kara olanı özellikle de mercimekle birlikte karnı tutar. O ikisi iyi değildirler. Beyaz olanı, mercimekle birlikte yumuşatır. Suyu ishal için makattan şırınga edilir. Baharat ve süt kesesi ile birlikte kulunca (bağırsak ağrısı) fayda verir. Az gıdalıdır. Sindirimi İyi değildir, kanı yakar. Sirke ve hardal zararlarını giderir. Fazla yendiğinde sıkıntı ve şişkinlik olur.

 

 

45- Şüniz, Çörek Otu:

 

Bk. Çörek Otu.

 

 

 

46- Şübrüm, Boğumluca:

 

Tirmizi ve İbn Mace, Esma bt. Umeys'ten rivayet ederler. O şöyle der: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İshal için ne kullanırsın?" diye sordu. Ben de: "Şübrüm (boğumluca)." dedim. Bunun üzerine: "(O) sıcak (mizaçlı bir ilaç)tır." buyurdu.

 

Şübrüm, büyüklü küçüklü bir ağaçtır. İnsan boyu kadardır. Beyaz parıltılı kırmızı dalları vardır. Dallarının uçlarında bir top yaprak vardır. Küçük beyaza çalan çiçekleri vardır. Onlar düşer ve arkasından mercimek büyüklüğünde kırmızı renkli tohumlan bulunan küçük çiçekler açar. Kırmızı kabukları olan kökleri vardır. İlaç olarak kullanılan bu köklerin kabukları ile, dalların sütüdür.

 

Şübrüm, dördüncü derecede sıcak ve kurudur. Kara safrayı ve sindirimi ağır olan gıdaları, san suyu ve balgamı kolaylaştırır. TeMikeli, zayıflatıcı bir ilaçtır. Fazla alındığı zaman öldürür. Kullanılacağı zaman bir gün bir gece süt içerisinde bekletilmeli ve süt bir günde iki üç defa değiştirilmelidir. Sonra çıkarılıp gölgede kurutulmalı, gül ve "kesira" veya "kösre" denilen bir dikenli ağacın zamkı ile karıştırılmalı, bal şerbeti veya üzüm şırası ile içilmelidir. Ondan yapılacak şerbet hastanın gücüne göre dört danik ile iki danik arasında değişir. Tabip Huneyn şöyle der: "Şübrümün sütüne gelince, onda bir hayır yoktur. Onun içilmesini asla uygun görmüyorum. Kocakarı doktorları onunla pek çok insanı öldürmüşlerdir."

 

 

47- Şair , H. Vulgare, Arpa:

 

İbn Mace, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini nakleder: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ailesinden birisini sıtma tuttuğunda, arpadan bir bulamaç aşı yapılmasını emrederdi ve yapılırdı. Sonra onlara içmelerini emrederdi, onlar da içerlerdi. Sonra da: "Gerçek şu ki, bulamaç aşı mahzun kimsenin kalbini güçlendirir. Sizden biriniz yüzündeki kirleri su ile nasıl temizliyor, yüzünü açıyorsa, o da hastanın kalbini açar, derdini giderir," buyururdu.

 

Daha önce bunun kaynamış arpa suyu olduğu ve onun kavutundan daha gıdalı olduğu geçmişti. O öksürüğe, boğaz sertliğine faydalıdır. Artık maddelerin katılığını önlemeye elverişlidir, sidiği söktürür, mideyi arındırır, susuzluğu keser, harareti söndürür. Taşıdığı bir özellikle temizler, latifleştirir ve çözümler.

 

Şöyle yapılır: Kırılmış iyi arpadan bir miktar alınır, saf ve tatlı sudan da onun beş katı alınır ve temiz bir tencereye konulur. Beşte ikisi kalıncaya kadar normal bir ateşte kaynatılır, süzülür ve ihtiyaç miktarı kadar tatlandırılarak kullanılır.

 

 

48- Şeva - Kızartma:

 

Yüce Allah Hz. İbrahim'in konuklarına karşı sunduğu ziyafet hakkında: "Çok geçmedi ki, kızartılmış bir buzağı ile geldi."[Hud, 69] buyurmaktadır. Ayette kelimesi geçmektedir ki, "kızgın taş (tandır) üzerinde kızartılmış" demektir.

 

Tirmizi, ümmü Seleme validemizden şöyle rivayet eder: Kendisi Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kızartılmış bir böğür takdim etmiştir. Hz. Peygamber de ondan yemiş, sonra namaza kalkmış, abdest almamıştır. Tirmizi: "Bu sahih bir hadistir." der.

 

Yine Tirmizi'de Abdullah b. el-Haris'in: "Rasulullah'la (Sallallahu aleyhi ve Sellem) birlikte mescidde kızartma yedik." dediği rivayet edilir. Yine orada Muğire b. Şu'be şöyle anlatır: "Bir gece Rasulullah'la (Sallallahu aleyhi ve Sellem) birlikte (birisine) misafir oldum. Böğür hazırlanmasını emretti ve hemen kızartıldı. Sonra eline bıçağı aldı ve onunla benim için kesmeye başladı. Derken Bilal geldi ve namaz için ezan okumaya başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber;i(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bıçağı atta ve: "Ona ne oluyor, elleri dert görmeyesice!" buyurdu.

 

En faydalı kızartma, bir yaşını doldurmuş koyun kızartmasıdır. Sonra latif ve semiz buzağı kızartması gelir. Sıcak ve kuruluğa çalar bir rutubet özelliği taşır, pek çok kara safra oluşturur. Bu güçlü ve sıhhatli, alışkın insanların gıdalarındandır. Haşlaması daha faydalıdır ve mide için daha hafiftir, hem kızartmasından, hem de güvecinden daha rutubetlidir. ,

 

En kötüsü güneşte kızartılandır. Kor üzerinde kızartılanı, alevde kızartılandan daha iyidir. Ayette geçen "haniz" işte budurl:

 

 

49- Şahm İç Yağı:

 

Müsned'de rivayet edilir. Enes (r.a.) anlatır: Bir y ıh udi Hz. Peyğamber'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) misafir etti ve ona arpa ekmeği ile değişmiş ''fhale" ikram "Ihale", eritilmiş iç yağı yahut da kuyruk yağıdır.

 

Sahih'az, Abdullah b, Mugaffel anlatır: Hayber gününde iç yağı dolu bir tulum atıldı. Hemen ben ona sarıldım ve: "Vallahi bundan hiçbir kimseye bir şey vermem!" dedim. Derken bakındım, bir de ne göreyim, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gülüyor. Bana bir şey demedi.

 

İç yağının en kalitelisi besili hayvandan elde edilenidir. Sıcak ve rutubetlidir. Rutubeti tereyağından daha azdır. Bu yüzden her ikisi birden eritildiğinde, iç yağı daha çabuk donar. Boğazın sertliğine iyi gelir, gevşetir ve koku yapar. Zararı tuz, limon ve zencefil ile giderilir. Keçi iç yağı içlerinde en tutucu olanıdır. Teke iç yağı, çözümleme bakımından diğerlerinden daha etkilidir. Bağırsak yaralarına iyi gelir. Bu konuda keçi iç yağı daha güçlüdür ve ülser ve karın gitmesine karşı makattan şırınga edilerek kullanılır.

 

 

50- Salat, Namaz:

 

Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Sabır ve namazla Allah'a sığınıp yardım isteyin; Rablerine kavuşacak ve ona döneceklerini umanlar ve huşu duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir. "[Bakara, 45] "Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım dileyin. Allah, muhakkak ki sabredenlerle beraberdir."[Bakara, 153] "Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol."[Taha, 132]

 

Sünen'de: "Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zor bir durumla karşılaştığında derhal namaza sığınır olduğu" belirtilmiştir.

 

Daha önce, henüz iyice yerleşmeden bütün ağrılar için namaz yolu ile şifa talebinde bulunulacağından bahsedilmişti.

 

Namaz rızkı celbeder, sıhhati korur, ezayı defeder, dertleri kovar, kalbi güçlendirir, yüzü ağartır, nefsi ferahlatır, tembelliği giderir, organları zindeleştirir, duyulan destekler, göğsü açar, ruha gıda verir, kalbi nurlandırır, nimetin devamını, azabın uzaklaştırılmasını, bereketin celbini sağlar. Şeytandan uzaklaştırır, Allah'a yaklaştırır.

 

Genel bir ifade ile, namazın, insanın beden ve kalbi, bunların kuvveleri (hasse) üzerinde, onlara ulaşacak kötü maddelerin uzaklaştırılması konusunda acaip bir tesiri vardır. Aynı hastalık, dert, sıkıntı ve bela ile karşı karşıya gelen iki kişiden, namaz kılanın bunlardan nasibi, kılmayana göre daha azdır, akibeti de daha salimdir.^

 

Dünya serlerini defetmede namazın şaşılacak bir tesiri vardır. Özellikle de hem zahiren hem de manen hakkı verilerek kılınması durumunda namaz son derece müessirdir. Dünya ve ahiret serlerini def, maslahatlarını celp konusunda namaz gibisi yoktur. Bunun sırrı namazın kul ile Allah arasında bir bağ olmasındadır. Kulun Allah ile kendi arasında kurduğu bağ orantısında üzerine hayır kapıları açılır, şer kapılan da kapatılır. Üzerine Allah'ın tevfiki, sağlık sıhhat ve afiyeti, kazanç ve zenginliği, rahatlık ve bolluğu, ferahlık ve neşveleri taşar; hepsi emrine amade ve ona doğru kucak açarlar.

 

 

51- Sabır

 

"Sabır imanın yarısıdır."[İbrahim, 5] Çünkü iman sabır ve şükürden mürekkep bir mahiyet arzeder. Nitekim bazı selef alimleri: "İman iki yandan meydana gelir: Bir yarısı sabır, diğer yarısı da şükürdür." demişlerdir. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Bunlarda çokça sabreden ve şükreden herkes için dersler vardır."[İbrahim, 5]

 

İmana nisbetle sabır, bedene nisbetle baş gibidir. Sabır üç nevidir: a) Allah'ın farzlarını yerine getirmeye, onları ihmal etmemeye karşı sabır, b) Allah'ın haramlarına ve onları irtikap etmemeye karşı sabır, c) Allah'ın kaza ve kaderine ve onlara karşı tahammülsüzlük göstermemeye karşı sabır. Kim kendisinde bu üç tür sabrı toplarsa, bütün sabrı tamamlamış olur. Gerek dünya ve gerekse ahiret lezzet ve nimetleri, her ikisinde de elde edilen başarı ve zaferler, ancak sabır köprüsünden geçen kimselere nasip olur. Aynen cennete ulaşabilmek için sırat köprüsünden geçmek gerektiği gibi dünya ve ahiret saadetine ulaşmak için de sabır köprüsünden geçmek gerekir. Ömer b. el-Hattab (r.a.): "Elde ettiğimiz en hayırlı yaşantı, sabırla ulaştıklarımızda." demiştir. Dünyadaki kesb yolu ile elde edilen mertebelere baktığımızda, hepsinin de sabra bağlı şeyler olduğunu görürüz. Sahibi yerilen noksanlıklara baktığımızda da, hepsinin güç dahilinde olduğu halde, gösterilen sabırsızlık neticesinde ortaya çıktığını müşahede ederiz. Şecaat, iffet, cömertlik ve başkalarını tercih, hep zamanında gösterilen bir anlık sabır değil midir?

 

"Sabır yücelik hazinesi üzerinde bir tılsımdır. Kim bu tılsımı çözerse hazine onundur."

 

Beden ve kalp hastalıklarının büyük bir çoğunluğu, hep sabırsızlıklar neticesinde ortaya çıkmaktadır. Kalp, beden ve ruhu korumada sabır gibisi yoktur. O en büyük ayırıcı, en büyük tılsımdır. Eğer gaye Allah ile beraberlikse, "Allah sabredenlerle beraberdir"; O'nun sevgisi ise: "Allah sabredenleri sever"; yardımı ise, "Allah'ın yardımı sabırla beraberdir." O sahibi için bir hayırdır: "Eğer sabrederseniz, o sabredenler için daha hayırlıdır. "[Nahl, 126] O kurtuluş sebebidir: "Ey iman edenler! Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihada hazır bulunun, Allah'a karşı gelmekten sakının ki, kurtuluşa naii olasınız."[Al-i İmran, 200]

 

 

52- Sabir Aloe Vera, Sarı Sabr / Öd Ağacı:

 

Ebu Davud'un, el-Merasil'inde zikrettiği Kays b. Rafi el-Kaysi hadisi: "İki acı şeyde, sabir ve üzerlik otunda ne şifa vardır, biliyor musunuz?" şeklindedir.

 

Sünen-i Ebi Davud'da Ümmü Seleme anlatır: (Kocam) Ebu Seleme'nin vefat ettiği sırada Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanıma geldi. Üzerime sabir otu usaresi sürmüştüm. Bana: "Bu ne ey Ümmü Seleme!" dedi. Ben de: "Ya Rasulallah, bu sadece bir sabir usaresidir, içerisinde koku yoktur." dedim. Hz. Peygamber: "Gerçek şu ki, o yüzü gençleştirir, onu sadece geceleri kullan!" buyurdu ve onu gündüz kullanmayı (yas gereği) yasakladı.

 

Sabir, özellikle de Hind sabiri çok faydalıdır. Dimağda ve göz sinirlerinde bulunan safralı artıkları arındırır, alına ve şakaklara gülyağı ile birlikte sürüldüğü zaman baş ağrısına karşı fayda verir. Burun ve ağız yaralarına iyi gelir. Kara safra ve melankoliye fayda verir. İran sabiri, su ile birlikte iki kaşık içildiği zaman aklı besler, kalbi destekler, midedeki safralı ve balgamlı artıkları arındırır, şehveti rayına oturtur. Soğuk iken içildiğinde kan ishalinden korkulur.

 

 

53- Savm Oruç:

 

Oruç ruh, kalp ve beden dertlerine karşı bir kalkandır. Faydalan sayılamayacak kadar çoktur. Koruyucu hekimlikte son derece önemli bir yeri vardır. Vücuttaki fazla yağların eritilmesi ve insana eza verecek şeylerin yenilmesinden alıkoymada son derece etkilidir. Özellikle de itidal ve orta yol elden bırakılmadan şeriatın istediği vakitlerde, bünyenin müsait olduğu zamanlarda tutulduğunda faydaları pek büyüktür.

 

Oruç kuvveleri (hasse) ve organları dinlendirir ve onların sağlığını muhafaza eder. Başkalarını tercih duygusunu besler ve kalbi hem peşinen hem zaman içerisinde ferahlatır. Bu ise soğuk ve rutubetli mizaç sahipleri için en faydalı bir şeydir. Onların sağlığını korumada çok büyük bir etkisi vardır.

 

Orucun hem ruhi, hem de tabii deva özelliği vardır. Oruçlu hem şer'an hem de tabiatı itibarıyla riayet etmesi gereken şeyleri yaparsa» bundan hem kalbi, hem de bedeni son derece istifade eder. Kişiyi almaya hazır olduğu bozuk yabancı maddelerden alıkor, kemal ve noksanlığı ölçüsünde, meydana gelmiş Uygunsuz maddeleri izale eder, oruçluyu korunması gereken şeylerden korur ve oruçtan gözetilen asıl maksat ve hikmetin gerçekleştirilmesi için kişiye yardım eder. Zira oruçtan gözetilen maksat, yemek ve içmeyi terketmenin ötesinde başka bir şeydir. İşte o şeyden dolayıdır ki, kulun diğer amelleri arasında oruç yüce Allah için, ona has bir ibadet kabul edilmiştir. Hem derhal hem de zaman içinde oruç, kişi ile onun kalbi ve bedenine zarar verecek şeyler arasında bir kalkan, bir koruyucu olduğu içindir ki Yüce Allah: "Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz."[Bakara, 183] buyurmuştur. Şu halde orucun iki temel maksadından birisi kalkan ve koruyucu olmasıdır ki bu son derece faydalı olan perhiz (diyet) demektir. Diğer maksat ise kalbi ve düşünceyi Allah'a verme için konsantrasyonu (terkiz-i zihn) sağlama ve bütün kuvveleri, duyulan O'nun sevgisine, O'na itaate hazır hale getirmedir. Daha önce orucun sırlan bahsinde geçmişti.

 

 

54- Dabb - Keler:

 

Sahihayn'da İbn Abbas hadisinde anlatılır: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sofrasına konulduğunda onun keler olduğunu öğrenince yemekten çekinmişti. Bunun üzerine haram olup olmadığı sorulmuştu. Hz. Peygamber de: "Hayır! Ancak benim memleketimde bulunmaz. Bu yüzden de onu içim çekmiyor." buyurmuştu. Huzurunda ve sofrasında yemişlerdi ve kendisi de onlara bakmıştı (yasaklamamıştı).

 

Yine Sahihayn'da İbn Ömer hadisinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben onu ne helal kılarım ne de haram kılarım." buyurmuştur.

 

Keler, sıcak ve kuru mizaçlıdır. Cima arzusunu güçlendirir. Ezilir ve diken batan yere konulursa, dikeni çıkarır.

 

 

55- Dıfda' Kurbağa:

 

İmam Ahmed: "Kurbağanın ilaç olarak kullanılması helal değildir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurbağanın öldürülmesini yasaklamıştır." der. Bundan kasdi Müsned'ine aldığı Osman b. Abdirrahman (r.a.) hadisidir. Buna göre, bir tabip Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında ilaca katılmak üzere bir kurbağa da zikretmişti. Hz. Peygamber hemen onun kurbağayı öldürmesini yasaklamıştı.

 

Kanun sahibi İbn Sina şöyle der: Kim kurbağa ya da kanını yerse, bedeni şişer ve rengi değişir. Meniyi atar, hatta onu öldürür. Bu yüzden doktorlar, onun zararını bildiklerinden ilaç olarak kurbağayı kullanmazlar. Su kurbağası ve kara kurbağası olmak üzere iki nevidir. Kara kurbağası yenildiğinde öldürür.

 

 

56- Tib - Güzel Koku:

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğu sabittir: "Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi: Kadınlar, güzel koku, gözümün nuru ise namazda kılındı. "

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çokça güzel koku kullanır, nahoş kokular O'na ağır gelir ve sıkıntı verirdi. Güzel koku ruhun gıdasıdır. Ruh ki, bütün kuvvelerin esasını teşkil eder ve güzel koku ile güç kazanır, artar. Nasıl ki ruh; gıda ve içecekle, sevinç ve neşeyle sevdikleri ile beraber olmakla, hoşlandığı şeylerin vuku bulmasıyla, nefret ettiği kimselerin, birlikte olmaktan sıkıntı ve keder duyduğu kimselerin yokluğu ile açılıyor, güç kazanıyorsa güzel koku ile de açılır, güç kazanır. Ruha sevmediği, hoşlanmadığı kimseleri müşahede ağır gelir. Onlarla beraberlik kuvveleri zayıflatır, gam ve keder doğurur. Böyle bir beraberlik ruh için bedene nisbetle humma ve iğrenç koku gibidir. Bu yüzden Yüce Allah ashabını Hz. Peygamber'le ilişkileri sırasında bu konuda uyarmış ve O'na eziyet vermemelerini emrederek şöyle buyurmuştur: "Peygamberin evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilirseniz girin ve yemeği yeyince dağılm. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamberi üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez..."[Ahzab, 53]

 

Güzel koku Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) en çok sevdiği şeylerden birisiydi. Koruyucu hekimlikte sıhhati korumak ve pek çok kederi ve sebeplerini -tabiatındaki özellik sebebiyle- izale etmede önemli bir etkisi vardır.

 

 

57- Tin - Toprak (Kil):

 

Aslı olmayan mevzu hadislerde geçmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir: "Kim toprak (kil) yerse, kendisini öldürmeye yardımcı olmuş olur."; "Ey Hümevra (Aişe)! Toprak yeme. Çünkü o karnı düğümler, rengi sarartır, yüzün revnaklığını alır götürür."

 

Bu konuda varid olan bütün hadisler sahih değildir ve Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile bir ilgisi yoktur.

 

Toprak kötü ve eza vericidir, damarların yollarını tıkar, soğuk ve kuru özellik arzeder, güçlü ve kurutucudur. Karın gitmesini önler, kanamalara ve ağız yaralarına sebep olur.

 

 

58- Talh A. Gummifera, Kitre, Sant Ağacı/Muz:

 

... [Vakıa, 29] ifadesi ile Kur'an'da geçer. Ayette geçen müfessirlerin çoğuna göre muz ağacıdır. da "tarak gibi birbirinin üzerine dizilmiş" manasınadır. Bir görüşe göre talh dikenli bir ağaçtır. Her dikenin yerine bir meyve dizilmiştir. Böylece meyvesi birbiri üzerine dizilmiş olmaktadır. Muz gibidir. Bu görüş daha doğrudur. Bu durumda selefin, talh muzdur demeleri bir tahsis değil, örnekleme kabilinden olmuş olur. En iyi bilen Allah'tır.

 

Talh, sıcak ve rutubetli özelliklidir. En kalitelisi olgun ve tatlı olanıdır. Göğüs ve akciğer sertliklerine, öksürüğe, böbrek ve mesane yaralarına iyi gelir. Sidiği söktürür. Meniyi arttırır. Cima şehvetini tahrik eder, karnı yumuşatır, yemekten Önce yenirse mideye zararlıdır, safra ve balgamı arttırır. Zararı şeker veya balla giderilir.

 

 

59- Tal - Tomurcuk:

 

Yüce Allah bundan: "Küme küme tomurcukları olan boylu hurma ağaçları yetiştirdik..."[Kaf, 10] "...Salkımları sarkmış hurmalıklar. [Şuara, 148] ayetlerinde söz etmiştir.

 

Hurma tal'ı, meyvesinin ilk zuhuru sırasında kendisini gösteren tomurcuklardır. Kabuğu "küfürra" diye isimlendirilir. "Nadid", bir kısmı diğeri üzerine dizilen tomurcuklardır. Nadid terimi, kabuğu içerisinde iken kullanılır; açıldığı zaman ona artık "nadid" denilmez.

 

İkinci ayette geçen kelimesi de nadid gibi, "bazısı diğer bir kısmı üzerine eklenmiş" demektir. Bu kabuğunun yarılıp açılmasından önce olur.

 

Tal' (tomurcuk) iki kısımdır: Erkek ve dişi. Aşılama şöyle olur: Erkeklerinden buğday unu gibi iken alınır ve dişisi içerisine konulur. Buna "te'bir" (aşılama) denir. Bu erkekle dişi arasındaki aşılama gibidir. Müslim'in Sahih'inde Talha b. Ubeydillah (r.a.) şöyle anlatır: Rasülullah'la birlikte hurma ağacı tepelerinde bulunan kimselere rastladık. Hz. Peygamber: "Bunlar ne yapıyorlar?" diye sordu. "Onu aşılıyorlar. Erkeğin çiçeğini dişininkine koyuyorlar, böylelikle aşılanıyor." dediler. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bunun bir fayda vereceğini zannetmiyorum." buyurdu. O cemaat bunu haber alarak aşılamayı bıraktılar. Sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu haber aldı ve: "Bu onlara fayda verirse yapsınlar. Çünkü ben ancak bir zanda bulundum. Zandan dolayı beni muahaze etmeyin. Lakin size Allah'tan gelen bir şeyden bahsedersem onu hemen alın. Çünkü ben Allah'tan (c.c.) bildirdiğim hususlarda asla yalan söyleyecek değilim." buyurdu.

 

Hurma tal'ı (tomurcuğu) şehvete fayda verir, cinsel ilişkiyi uzatır. Kadın, bunun öğütülmüşünü cimadan önce hamail olarak üzerinde taşırsa hamile kalmasına açık bir şekilde yardımcı olur. Soğukluk ve kurulukta ikinci derecededir. Mideyi güçlendirir ve kurutur. Yoğunluk ve ağır hazımla birlikte olan kan galeyanını teskin eder.

 

Sadece sıcak mizaç sahipleri onu götürebilir. Fazla miktarda yiyen kimsenin, hazmı kolaylaştırıcı ve sıcak özellikli meşrubatlardan alması gerekir. Tabiatı tutar, iç organları güçlendirir. Hurma cümmarı (özü) onun yerine geçer. Çağla ve koruk halindeki hurma da aynı şekildedir. Fazla almak mide ve göğüse zararlıdır, kulunca (bağırsak ağrısına) da sebep olabilir. Islahı tereyağı iledir.

 

 

60- Ineb V. Vinifera, Üzüm:

 

el-Gaylaniyyat'da, Habib b. Yesar hadisinde İbn Abbas şöyle der: "Rasulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sıyırarak üzüm yerken gördüm." Ebu Cafer el-Ukayli: "Bu hadisin aslı yoktur." der. Ben derim ki: Senedinde Davud b. Abdülcebbar Ebu Süleym el-Kufi vardır. Yahya b. Main onun hakkında: "O (Hz. Peygamber'e) yalan söylerdi." der.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzüm ve karpuzu sevdiği zikredilir.

 

Yüce Allah üzümü Kur'an'da, kullarına dünya ve ahirette in'amda bulunduğu nimetler cümlesinden olmak üzere altı yerde zikreder. O meyveler içerisinde en üstün ve en çok faydalı olanlardan birisidir. Yaş ve kuru, yeşil (koruk) ve olgun iken yenilir. Hem bir meyve, hem bir temel gıda maddesi; hem katık, hem deva, hem de içecektir. Sıcak ve rutubetli bir özellik arzeder. Kalitelisi büyük ve sulu olandır. Beyazı, aynı tatlılıkta olduklarında siyahından daha iyidir. Kopanldıktan sonra iki ya da üç gün bekleyen, aynı günde koparılandan daha iyidir. Çünkü günlük koparılanı şişirir ve karnı bozar. Kabuğu büzülünceye dek asılı bırakılanı, gıda için çok elverişlidir, bedeni güçlendirir. Gıdası incir ve kuru üzümünki gibidir. Yaş üzümün çekirdeği atıldığı zaman tabiatı daha da bir yumuşatır, çok yenildiğinde başı ağrıtır. Zararı mayhoş narla izale edilir.

 

Üzümün menfaatleri çoktur. Tabiatı yumuşatır, şişmanlatır, kalitelisi iyi bir gıdadır. Meyvelerin kiralı olan üç şeyden biridir. Diğer ikisi de yaş olgun hurma ile incirdir.

 

 

61- Asel Bal:

 

Faydaları daha önce zikredildi. İbn Cüreyc, Zühri'nin: "Bala devam et. Çünkü hafızaya kuvvet verir." dediğini nakleder. En kalitelisi saf ve beyaz olan, fazla keskin olmayıp tadı yerinde olanıdır. Dağlardan (kaya kovuğu gibi), ağaçlardan elde edilen bal, kovanlardan alınan baldan daha üstündür. Arının yayıldığı yere göre bal farklılık kazanır.

 

 

62- Acve - İyi Cins Hurma:

 

Sahihayn'aa Sa'd b. Ebi Vakkas hadisinde, Hz. Peygamber'in (s.a. : "Kim sabahleyin yedi acve hurması yerse, o gün kendisine ne zehir, ne de sihir isabet etmez." buyurduğu rivayetedilir.

 

Nesai ve İbn Mace'de, Cabir ve Ebu Said'den (r.a.) yapılan rivayete göre Hz, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Acve cennettendir. O zehire karşı şifadır. Keme (mantar) kudret helvasındandır (menn) ve suyu göze şifadır."

 

Bunun Medine acvesinp ait olduğu söylenmiştir. Acve bir cins Medine hurmasıdır. Hicaz bölgesinde bulunan hurmaların şüphesiz en faydahsıdır. Çok iyi bir sınıftır, lezzet vericidir, cismi ve kuvveti metin kılar, hurmalar içerisinde en yumuşak, en hoş ve leziz olanıdır. Daha önce hurmanın tabiatı, faydalan vb. zikredilmişti. Tekrara gerek yoktur. "Temr" maddesine bakınız.

 

 

63- Anber

 

Sahihayn 'da zikredilen Cabir hadisi daha önce geçmişti. Orada sahile sevkedilen bir süvari bölüğünün, denizin attığı anber adlı dev bir balığı bir ay boyunca yedikleri, etinden kurutarak Medine'ye götürdükleri, ondan biraz da Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gönderdikleri; bu hadisin, denizde yaşayan hayvanların helalliğinin sadece balığa münhasır olmadığına, onda deniz ölüsünün helallığına delalet olduğu vb. görülmüştü. Bu son konuda itiraz vaki olmuş ve denizin anberi diri olarak attığı, sonra suyun çekildiği ve anberin böylece öldüğü, bu durumda onun helal olacağı, çünkü ölümünün sudan ayrı düşmüş olması nedeni ile olduğu ileri sürülmüştür. Ancak bu doğru değildir. Çünkü onlar onu sahilde ölü olarak bulmuşlar ve denizden diri olarak çıktığını, sonra su çekilmesi neticesinde öldüğünü görmemişlerdir.

 

Hem eğer o sağ olsaydı, deniz onu sahile atmazdı. Çünkü bilindiği üzere deniz sahile sadece ölü olan deniz hayvanlarını atar, diri olanı atmaz.

 

Eğer zikrettiklerinin olması ihtimali var sayılsa bile, bu onun mübahlığı için bir şart olamaz. Çünkü bir şey, mübahlığının sebebinde bulunan şüpheden dolayı mubah olamaz. Bu yüzdendir ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) avcının avını suda boğulmuş olarak bulduğunda onun yenilmemesini emretmiştir. Çünkü ölüm sebebinde şüphe vardır. Av aleti ile mi yoksa boğularak mı ölmüştür, belli değildir.

 

Güzel koku olan anbere gelince o miskten sonra en değerli koku türüdür. Miskten de daha iyidir diyenler hata etmişlerdir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) misk hakkında: "O en güzel kokudur." dediği sabittir. İnşallah ileride miskin özellikleri ve faydaları gelecektir. Onun cennet koktSü olduğu, orada sıddiklerin üzerinde oturdukları tepelerin miskten olduğu/apberden olmadığı belirtilecektir.

 

Anberin en üstün koku türü olduğunu söyleyenleri yanıltan şudur: Üzerinden uzun zaman geçmesine rağmen o, -altın gibi- asla değişikliğe uğramaz. Dolayısıyla onlara göre bu özellik onun miskten daha üstün olduğunu gerektirir. Ancak bu doğru değildir. Sadece bu özelliği ile, o miskte bulunan özelliklere eşit olamaz.

 

Anberin çeşitleri çoktur, renkleri de farklıdır: Beyazı, bozu, kırmızisı, sarısı, yeşili, mavisi, siyahı, alacası vardır. En kalitelisi boz renkli olanıdır. Sonra mavi ve sarısı gelir. En kötüsü ise siyah renkli olanıdır.''

 

İnsanlar, anberin ne olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kimisine göre, o denizin dibinde biten bir ottur. Deniz hayvanlarından bir kısmı onu yer. İçerisinde olgunlaştığı zaman kusarak onu dışarı atarlar, deniz de onu sahile vurur. Bir kısmı ise, o deniz adalarına gökten inen bir tür çiğ tanesidir. Dalgalar onu sahile atarlar demişlerdir. Bir başkalarına göre de, ineğe benzer bir deniz hayvanının dışkısıdır." Hayır, o bir nevi deniz köpüğüdür." diyenler de olmuştur.

 

İbn Sina, Kanun'da şöyle der: "Zannedildiğine göre anber, denizin dibinde bulunan bir kaynaktan (göze) çıkar. O deniz köpüğüdür veya bir deniz hayvanının dışkısıdır, şeklindeki sözler uzaktır."

 

Özelliği: Sıcak ve kurudur. Kalbi, dimağı, duyulan, bedenin organlarını güçlendirir. Felce, yüz felcine, balgamlı hastalıklara, soğuk özellikli mide ağrılarına, yoğun yellere fayda verir. İçildiği veya haricen sürüldüğü zaman tıkanıklıklara iyi gelir. Buharına durulduğu zaman soğuk algınlığı ve baş ağrısına, soğuk özellikli yarım baş ağrısına iyi gelir.

 

 

64- Ud Aloexylon Agallochum, Öd Ağacı:

 

Ud-i Hindi iki çeşitir: 1) Tedavi amacı ile kullanılır ki ona veya " = topalak" tabir ederler. İleride kaf harfinde gelecektir. 2) Güzel koku amacı ile kullanılır ve ona da '' = öd ağacı'' derler. Müslim, Sahih'inde rivayet eder: İbn Ömer, koku süründüğü vakit karışıksız öd, bir de ödle karıştırılmış kafur sürünür, sonra: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) işte böyle kokulanırdı." derdi. Yine Müslim'de, cennet ehlinin vasıflarından bahsedilirken, onların buhurdanlıklarının öd ağacından olduğu ifade edilmiştir.

 

Öd ağacının türleri vardır: En kalitelisi Hind'den gelenidir. Sonra sıra ile Çin, Kamara ve Mendel'den gelen türleridir. En kalitelisi siyah ve mavi renkte, katı, ağır ve yağlı olanıdır. En kalitesizi ise, hafif olanı ve suyun yüzüne çıkanıdır. Denildiğine göre o bir ağaçtır, kesilir ve bir sene boyunca toprağa gömülür. Toprak onun işe yaramaz kısımlarını yer ve güzel kokulu kısmı kalır. Ona toprak bir şey yapmaz. Kabukla, kokusuz kısmı kokuşur ve toprağa karışır.

 

Ud, ikinci derecede sıcak ve kuru özellik arzeder. Tıkanıklıkları açar, yelleri kırar, artık rutubetleri giderir, iç organları ve kalbi güçlendirir, onu ferahlatır. Dimağa fayda verir, duyuları güçlendirir, karnı tutar, mesane üşütmesinden hasıl olan sidik tutamamaya iyi gelir.

 

ibn Semcun şöyle der: Ud'un çok çeşitleri vardır. Hepsi de kelimesinin kapsamına girer. Haricen ve dahilen kullanılır. Tek başına ve katkılı olarak kokulanılır. Kokulanma sırasında kafurla karıştırılmasında, birini diğeri ile ıslah etme gibi, tıbbi bir garaz vardır. Kokulanmaktan "hava" cevherine riayet ve onu ıslah durumu vardır. Hava cevheri, bedenin sıhhat ve afiyetinin kendilerine bağh olduğu altı zaruri şeyden birisidir.

 

 

65- Ades- Lens Esculenta, Mercimek:

 

Mercimek hakkında bir çok hadis varid olmuşsa da hepsi batıldır ve Hz. Peygamber onlardan hiç birisini söylememiştir. "Mercimek yetmiş peygamberin dilinde takdis edilmiştir"; "Mercimek kalbi inceltir, gözü ağlatır, o salihlerin yiyeceğidir." sözleri bu mevzu hadislerdendir. Hakkında gelen en yüksek ve sahih zikir Kur'an'da adı geçmesi, yahudilerin onu kudret helvası ve bıldırcın etine takdim etmeleri, onu sevmeleridir. Kur'an'da, sarmisak ve soğanla aynı yerde, yan yana zikredilmiştir. Soğuk ve kuru bir özellik arzeder. Birbirine zıt iki kuvveti vardır. Birincisi tabiatı tutar, diğeri ise bırakır. Kabuğu üçüncü derecede sıcak ve kuru bir özellik arzeder. Ağzı ve boğazı yakan bir keskinliği vardır, karnı bırakır; panzehiri kabuğundadır. Bu yüzden normali, öğütülmüş olanından daha faydalı, mideye daha hafif ve daha az zararlıdır. Özü soğuk ve kuru özellikli olduğu için yavaş hazmolur. Kara safra doğurur, melankoliye açık bir zararı vardır; sinirlere ve göze zararlıdır.

 

Kanı koyu olur. Kara safra sahibi kimselerin ondan uzak durmaları gerekir. Çok yendiği zaman onlarda vesvese, cüzzam, dört günde bir gelen humma gibi kötü dertler doğurur. Zararı, pancar veya ıspanakla ya da fazla yağ kullanmakla giderilebilir. En kötüsü de pastırma (nemeksud) ile yenilmesidir. Onunla tatlının bir arada yenilmesinden kaçınılmalıdır. Çünkü karaciğerde tıkanıklıklara sebep olur. Devamlı yemek, aşırı kurutucu Özelliğinden dolayı gözü karartır, işemeyi zorlaştırır, soğuk şişliklere ve yoğun yele sebebiyet verir. En kalitelisi beyaz ve tombul olanı, çabuk pişenidir.

 

Cahillerin, "Mercimek Halilullah İbrahim Peygamber'in (a.s.) misafirlerine takdim ettiği yemekti." şeklindeki sözleri yalandır, iftiradır. Yüce Allah, o kıssada İbrahim Peygamber'in onlara kızartılmış buzağı ikram ettiğini anlatmıştır.

 

Beyhaki İshak'tan şöyle nakleder: İbnu'l-Mübarek'e mercimek hakkında, onun yetmiş peygamber tarafından takdis edildiği şeklindeki hadisten sorarlar. O: "Hayır, bir Peygamberdin dilinde bile o takdis görmemiştir. O eza verici, şişirici bir gıdadır. Onu size kim rivayet etti?" der. Onlar da: "Selem b. Salim." derler. "Kimden?" diye sorar. Onlar da: "Senden" cevabını verirler. O zaman şaşkınlıkla: "Benden de (öyle mi)?!!" diye karşılık verir.

 

 

66- Gays - Yağmur:

 

Kur'an'da çeşitli yerlerde zikredilmiştir. İsmi kulağa, kendisi de ruha ve bedene çok hoş gelir. Zikredildiğinde kulaklar, yağdığında da kalpler neşelenir. Suyu, suların en üstünü, en latifi, en faydalı ve bereketlisidir. Özellikle de gök gürültülü, buluttan olan ve dağların kuytu yerlerinde birikenleri son derece faydalıdır. Diğer sulardan daha rutubetlidir. Çünkü yeryüzünde fazla kalıp, onun kuruluğundan almamış, kendisine kuru cevher karışmamıştır. Bu yüzdendir ki, letafeti ve süratli etkilenişi neticesinde değişir ve çabuk kokuşur.

 

Acaba bahar yağmuru mu, yoksa kış yağmuru mu daha latiftir? İki görüş vardır:

 

Kış yağmurunu tercih edenler şöyle diyorlar: Güneşin harareti kışın daha az olur. Dolayısıyla deniz suyundan ancak daha latif olanını cezbeder, buharlaştırır. Hava saftır, dumanlı buharlardan, suya karışan tozlardan halidir. Bütün bunlar kış yağmurunun daha latif ve saf olmasını, karışımlardan uzak olmasını gerektirir.

 

İlkbahar yağmurunu tercih edenler ise şöyle diyorlar: Hararet yoğun buharların çözülmesini gerektirir. Bu durum havanın ince ve latif olmasını gerektirir. Bunun neticesinde su hafif olur, yere ait olan karışım maddeleri azalır, nebatat ve ağaçların hayat bulduğu, havanın güzel olduğu zamana rastlar.

 

İmam Şafii (r.h.), Enes b. Malik'in şöyle anlattığını nakleder: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraberdik. Yağmur yağdı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hemen (mübarek tenlerine değmesi için) elbisesini açtı ve: "O Rabbi Teala tarafından yeni geliyor." buyurdu. İstiska (yağmur duası) bahsinde, Hz. Peygamber'in nasıl yağmur talebinde bulunduğu ve ilk inen yağmur suyu ile teberrükte bulunduğu geçmişti.

 

 

67- Fatihatu'l-Kitab - Fatiha Suresi:

 

Ümmü'l-Kur'an, es-Seb'ul-Mesani... gibi isimleri olan bu sure tam bir şifa, faydalı bir deva, tam bir rukye, zenginlik ve kurtuluş anahtarı, kuvvetin koruyucusudur. Kadrini bilen, hakkını veren, derdine deva kılmasını bilen, ibraz ettiği yüce mevkiin esrarım bilen kimseler için gam, keder, üzüntü, tasa ve korkuyu defeder.

 

Bir sahabi Fatiha'nın bu esrarına vakıf olmuş ve yılan sokan birisine rukye olarak onu okumuştu da, adam hemen iyi olmuştu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Onun rukye olduğunu sen nereden bildin?" buyurmuştu.

 

Allah'ın tevfikine nail olup, basiret nurunun yardımı ile bu surenin esrarına, ihtiva etmiş olduğu tevhide, Allah'ın zat, isim, sıfat ve fiillerine, şeriatın, kaderin, ahiretin isbatına, Rablık ve İlahlığın tevhidini her türlü şirkten arındırmaya, herşeyi elinde bulundurana tevekkül ve teslime, iki cihan saadetinin temelini oluşturan hidayet talebinde O'na olan muhtaçlığa, Fatiha'nın anlamlarının dünya ve ahiretin yararlarım elde etme ve zararlarını defetmeyle ilişkisini bilirse, tam ve mutlak akıbetin, tam anlamıyla nimetin ona bağlı olduğunu kavrarsa, Fatiha suresi o kişiyi pek çok ilaç ve rukyeden müstağni kılar, onunla hayır kapılarını açar, şer sebeplerini defeder.

 

Bu başka bir fıtratın, başka bir akıl ve imanın ortaya konmasına ihtiyaç duyan bir durumdur. Allah'a yemin olsun ki nerde bir fasit söz, batıl bid'at varsa, mutlaka Fatiha suresi en yakın, doğru ve açık bir yolla onun red ve iptalini içerir. Nerede ilahi marifetle, kalplerin amelleri ve onların illet ve hastalıklarının tedavileri ile ilgili bir kapı varsa, mutlaka Fatihatu'l-Kitap'ta onun anahtarı, ona delalet yeri mevcuttur. Alemlerin Rabbine doğru yola çıkmış kimselerin konaklarından hiçbir konak yoktur ki, onun başı ve sonu Fatiha'da bulunmasın.

 

Yine yeminle belirtiyorum ki, Fatiha'nın sanı bundan daha büyük, daha yücedir! Bir kul ona kesin inanıp, sımsıkı sarıldığında, onunla kime hitap ettiğini anladığında, onu tam bir şifa yerine koyabildiğinde, güçlü bir sığınak, açık bir nur kıldığında, layıkı veçhile onu ve gereklerini anladığında ne bid'ate ne de bir şirke düşmez; ona kalp hastalıklarından hiçbirisi isabet etmez. İsabet edenler de ancak geçici olup, kalıcı olmayanlar kabilinden olur."

 

O cennet hazinelerinin anahtarı olduğu gibi dünya hazinelerinin de anahtarıdır. Ne var ki, herkes bu anahtarla açmasını bilemez. Eğer hazine arayıcıları bu surenin sırrına vakıf olup, manalarını yakini olarak kavrayabilseler, böylece bu anahtara dişler yapsalar ve onunla açabilmesini öğrenselerdi, hiçbir engel hiçbir mani ile karşılaşmadan dünya hazinelerine mutlaka ulaşırlardı.

 

Biz bunu laf olsun diye söylemiyoruz. Aksine bu bir hakikattir. Ancak Yüce Allah'ın bu sırrı pek çoklarından saklı tutmasında büyük bir hikmet vardır. Nitekim yeryüzü hazinelerini gizlemesinde de büyük hikmetler vardır. Gizli hazinelerin üzerine, insanla onlar arasında bir enge! olmak üzere şeytani, kötü ruhlar, istihdam edilmektedir. Onları ancak iman hali ile yüce olan, beraberinde şeytanların karşı koyamayacağı silahları bulunan üstün ve şerefli olan ruhlar altedebilir. İnsanların büyük çoğunluğu bu mertebede değildir. Dolayısıyla o ruhlara karşı koyabilecek ve onları altedebilecek güçte değillerdir. Onların ellerinden bir şey alamazlar. Oysa ki kaide "Kim b r düşman askerini öldürürse, onun teçhizatı öldürene aittir." şeklindedir.

 

 

68- Fağıye Kına Çiçeği:

 

En güzel kokulu bitkilerden birisidir. Beyhaki, Şuabu'l-iman adlı kitabında Abdullah b. Büreyde hadisinde, babasından (r.a.) merfu olarak şunu nakleder: "Dünya ve ahirette güzel kokulu bitkilerin (reyhanların) efendisi fağıye (kına çiçeği)dir." Yine orada Enes b. Malik'den (r.a.): "Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) en sevimli gelen reyhan (güzel kokulu bitki) fağıye idi." dediği rivayet edilir. Bu iki hadisin halini Allah bilir. Sıhhatini bilmediğimiz bir şeyi Hz. Peygamber'e nisbet edemeyiz.

 

Fağıye (kına çiçeği), sıcaklık ve kurulukta mutedildir, biraz tutucu özelliği vardır. Yün elbise katlan arasına konulduğu zaman onları güveden korur. Felç ve gerilme merhemlerine katılır. Yağı, azalan çözümler, sinirleri yumuşatır.

 

 

69- Fidda Gümüş:

 

Bilindiği üzere Hz. Peygamberdin yüzüğü (mührü) gümüştendi, kaşı da gümüş idi. Kılıcının kabzasının siperi de gümüştendi. Gümüş takınmak ve zinet olarak kullanmak konusunda ondan herhangi bir yasağın varid olduğu sahih olarak bilinmemektedir. Ancak gümüş kapta bir şeyler içmekten yasakladığı variddir. Kaplar konusu, giymek ve süslenmek konusundan daha sıkı tutulmuştur. Bu yüzden kadınlara, kap olarak kullanmaları haram olan şeyleri zinet olarak veya giyerek (takınarak) kullanmaları mubah olmaktadır. Kap olarak kullanımının haram olmasından, takı ya da zinet olarak kullanılmasının da haramlığı sonucu çıkmaz.

 

Sünen'de Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Gümüşe gelince onunla oynaymız.." buyurmuşlardır. Yasaklama, açıklayıcı bir delile ihtiyaç gösterir. O da ya nass (ayet veya hadis) ya da icma'dır. Eğer bu ikisinden birisi sabit olursa ne ala; aksi takdirde bunun erkeklere haramlığı konusunda kalpte bir şeyler (şüphe) bulunur. Hz. Peygamber bir eline altın diğer eline de ipek almış ve: "Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına ise helaldir." buyurmuşlardır. (Gümüşten söz yok.)

 

Gümüş, Yüce Allah'ın yeryüzündeki sırlarından birisidir. İhtiyaçların tılsımı, dünya ehlinin birbirleri arasındaki ihsanlarıdır. Ona sahip olan üzerine gözler çevrilir, gözlerde büyütülür, meclislerde baş köşeye oturtulur, önüne kapılar kapanmaz, onunla sohbetten, beraberlikten usanılmaz, varlığı ağır gelmez, parmaklar onu gösterir, gözler onu arar, söz söylese dinlenir, aracılık yapsa kabul görür, şahitlik yapsa, şahitliği tezkiye edilir, bir kız isteyecek olsa, o ister saçı sakalı ağarmış olsun, kusursuz denk bir talip olur; üzerindeki ak saçlar, gencinkinden daha güzel olur.

 

Gümüş; düşünce, gam, keder, kalp zayıflığı ve çarpıntısına iyi gelen ferahlatıcı ilaçlardandır. Macunlar içerisine katılır, içerisindeki özelliği ile, özellikle de süzme bal ve zaferana ilave edildiğinde, kalpte meydana gelen bozuk karışımları çeker.

 

Özelliği, kuruluk ve soğukluğa çalar. Hararet ve rutubet de bulunur. Yüce Allah'ın sevgili kulları için kıyamet gününde hazırladığı cennetler dört tanedir: İki tanesi altından, iki tanesi de gümüştendir; kaplan, zinet ve takılan, içerisindeki diğer eşyaları hep onlardandır. Sahih'de sabit olduğu üzere Ümmü Seleme validemiz Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Altın ve gümüş kaptan içen kimse aslında sadece karnına cehennem ateşini dolduruyordur." buyurduğunu söyl emiştir.

 

Yine sahih bir hadiste: "Altın ve gümüş kaplardan içmeyiniz. Altın ve gümüş sahanlarda yemeyiniz. Çünkü onlar dünyada'kafirlere aittir, ahirette de sizin olacaktır." buyrulmuştur.

 

Altın ve gümüş kap kullanımının yasaklanma illeti konusunda farklı yaklaşımlar vardır: Bazıları: "Para darlığına sebep olur, o yüzden haram kılınmıştır. Eğer kap olarak kullanılacak olursa insanoğlu için tedavül aracı olarak yaratılmış olması hikmeti ortadan kalkar." demişlerdir. Bir kısmı da: "İllet, öğünme ve kibirlenmedir." demişlerdir. Bir başka grup da: "Fakirler onların altın gümüş kapları kullandıklarını görür, müşahede ederlerse, kalpleri kırılır. Yasağın illeti işte budur." demişlerdir.

 

Bu yaklaşımların hepsinde de su götürecek hususlar vardır. Çünkü, eğer illet para darlığına sebep olması olsaydı, o zaman para ve kap dışında diğer dökümlerin de, zinet ve takı olarak kullanılmasının da yasak olması gerekirdi. Öğünme ve kibirlenme ise herşeyle haramdır. (İsterse çörçöp olsun). Yoksulların kalplerinin kırılmasının bir kriteri yoktur. Çünkü onların kalpleri mubah olan geniş konaklar, güzel bahçeler, güzel binekler, lüks giysiler, leziz yiyecekler vb. ile de kırılır. Dolayısı ile ileri sürülen görüşlerden hepsi de illet olmaya müsait değildir.

 

Doğrusu, -Allah daha İyi bilir ya- şöyle olmalıdır: Burada yasağın illeti bu kapların kullanımının kalbe kazandırdığı, kulluğa açıkça ters düşen bir haleti ruhiyedir. Bu yüzden de Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hadisinde, "onların dünyada kafirler için olduğu" şeklinde bir talilde bulunmuştur. Çünkü onların, kendisi ile ahirette nimetlere ulaşabileceği kulluktan bir nasipleri yoktur. Onur kullarının dünyada o tür kapları kullanmaları doğru olmaz. Çünkü onları, ancak ve ancak kulluktan çıkıp, ahiret karşılığında dünya ve onun peşin lezzetlerine razı olanlar kullanırlar.

 

 

70- Kur'an

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kur'an'dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz.[İsra, 82] Sahih olan görüşe göre bu ayette geçen ifadesindeki harfi teb'iziyye (parçayı bildirici) olmayıp, cinsin (çerçevenin) beyanı içindir. (Buna göre mana: Kur'an'ı... indirdik, şeklinde olur); "Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana bir şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir." [Yunus, 57]

 

Kur'an her türlü kalbi ve bedeni dertlere, dünya ve ahiret dertlerine karşı tam bir şifadır. Herkes onunla şifa talebinde bulunmaya ehil ve muvaffak olamamaktadır. Hasta olan kimse, onunla tedavi yöntemini güzel yapar, onu tam bir sadakat ve imanla derdi üzerine koyarsa, tam bir kabul, kesin bir itikatla, diğer şartlarım da ortaya koyarak ona sanhrsa, hiçbir dert asla onun karşısında duramaz.

 

Dertler Allah'ın kelamına karşı nasıl durabilir ki, şayet o dağlara inmiş olsaydı onu paramparça eder, yeryüzüne inseydi ikiye bölerdi. Kalbi ve bedeni hastalıklardan hiçbiri yoktur ki, Kur'an'da onun devasına, esbabına, perhizine dair delalet yolları bulunmasın; bu mümkün değildir. Ancak bu herkese nasip değildir. Allah'ın, Kur'an anlayışı lütfettiği kimseler ancak bunlara vakıf olabilirler. Tıbba dair olan bölüm başında, Kur'an'ın tıbbi asıllara; sıhhatin korunması, perhiz ve zararlıların boşaltılmasından ibaret olan koruyucu hekimliğin temellerine nasıl işarette, irşadda bulunduğunun izahı geçmişti.

 

Kalbi devalara gelince; Kur'an onları mufassal olarak zikretmekte, bu tür kalbi dertlerin sebeplerini ve tedavi yollarını beyan etmekte ve: "Sana, üzerlerine okunmakta olan kitabı indirmiş olmamız onlara kafi gelmedi mi?" buyurmaktadır.[Ankebut, 51] Kur'an'ın şifa vermediğine Allah şifa vermez; Kur'an'ı kafi görmeyene, Allah yardım elini uzatmaz.

 

 

71- Kıssa C. Sativus, Acur:

 

Sünen'de Abdullah b. Cafer (r.a.) hadisinde: "Rasulullah'ın (s.aj acuru (hıyarı) olgun yaş hurma ile yediği" ifade edilir. Tirmizi ve daha başkaları da rivayet etmiştir.

 

Acur, ikinci derecede soğuk ve rutubetli özellik arzeder. Yanan midenin hararetini söndürür. Midede yavaş bozulur. Mesane ağrısına iyi gelir. Kokusu baygınlığa karşı faydalıdır. Tohumu sidiği söktürür. Yaprağı sargı yapıldığında köpek ısırmasına iyi gelir. Mideden aşağı yavaş iner. Soğukluğu midenin bir kısmına zararlıdır. Beraberinde onu ıslah edecek, soğukluğunu ve rutubetini kıracak bir şeyin alınması uygun olur. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu olgun hurma ile yemek suretiyle öyle yapmıştır. Kuru hurma, kuru üzüm veya bal ile alması da onu düzene sokar.

 

 

72- Kust / Küst C. Speciosus, Öd Ağacı:

 

"Kust" ve "küst" her ikisi de aynı manadadır. Sahihayn'da Enes (r.a.) hadisinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyururlar: "Tedavide kullandığınız en hayırlı şey, hacamat ile deniz ödü (kustu)dür."

 

Müsned'&t Ümmü Kays hadisinde ise Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu Hind ödüne devam ediniz. Çünkü onda yedi derde şifa vardır. Bunlardan birisi de zatülcenptir." buyurmuşlardır.

 

Kust (öd ağacı) iki türlüdür: Birincisi beyazdır ve ona deniz ödü denilir. İkincisi ise Hind ödüdür. İkincisi hararetçe daha şiddetlidir. Beyaz olarfl daha yumuşak, faydalan daha çoktur.

 

Her ikisi de üçüncü derecede sıcak ve kuru özelliklidir, balgamı emerler, soğuk algınlığını keserler. İçildikleri zaman karaciğer ve midi zayıflığına, bunların üşütülmesine, gün aşın ve iki gün arayla tutan hummaya fayda verirler, böğür ağrısını keserler, zehirlere karşı fayda verirler. Su ve bal ile macun yapılır 'e yüze sürütürlerse çiğiti sökerler, Galinos: "Kust yan ağnlarına, sinir gerginliğine fayda verir, tenyayı öldürür." demiştir.

 

Cahil tabipler, kustun zatülcenp (ciğer zanndaki iltihap) hastalığına karş faydasını kavrayamamışlar ve inkara kalkmışlardır. Bu cahil adamlar eğer bu Galinos'tan nakledilecek olsaydı ona bir nassmış gibi sarılırlardı. Kaldı ki, daha önce geçen tabiplerden bir çoğu kustun (öd ağacının) zatülcenp hastalığının balgamlı türüne faydalı geleceğini beyan etmişlerdir. Bunu Hattabi, Muhammed b. el-Cehm'den zikretmiştir.

 

Daha önce, peygamberler tıbbına nisbetle tabiplerin tıbbının; kocakarı tıbbının, tabiplerin tıbbına nisbetinden daha geride olduğu ve vahiy yolu ile elde edilenle deney ve kıyas yolu ile elde edilen arasındaki farkın, ayak ile baş arasındaki mesafeden daha büyük olduğu belirtilmişti.

 

Şayet bu cahil insanlar, yahudi, hıristiyan ya da müşrik tabiplerden birisi tarafından beyan edilen bir ilaç bulsalar, derhal onu büyük bir kabul ve teslimiyetle karşılarlar, onu denemeye ihtiyaç duymazlar.

 

Evet, biz ilaçla faydalanma konusunda adetin (alışkanlığın) bir tesiri olduğunu inkar etmiyoruz. Bir ilacı ve gıdayı itiyad edinen kimse için, o alışkın olmayan kimseye nisbetle daha uygun ve faydalı olur. Hatta belki de ona alışkın olmayan ondan bir fayda elde edemez.

 

Büyük tabiplerin sözleri her ne kadar mutlaksa da, aslında onlar mizaç, zaman, mekan ve itiyatlara göredir. Bu şekilde bir kayıtlama, onların sözleri ve bilgileri hakkında bir kusur sayılmadığına göre, doğru olan ve Allah tarafından doğrulanan Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözü hakkında nasıl kusur kabul edilebilir? Ne var ki, insanların nefisleri, cehalet ve zulüm üzerine kurulmuştur. Yüce Allah'ın iman ruhu ile teyid ettiği, basiretini hidayet nuru ile tenvir ettiği kimseler bu genellemeden müstesnadırlar.

 

 

73- Kasabu's-Sükker - Saccharum Officinanım, Şeker Kamışı:

 

Hz. Peygamber'in, havz-ı kevserle ilgili sahih hadisinin bazı lafızlarında: "Onun suyu şekerden daha tatlıdır." ifadesi vardır. Hadislerde*başka yerde şekerden söz edildiğini bilmiyorum.

 

Şeker, sonradan meydana çıkmıştır, eski tabipler ondan söz etmemişlerdir. Onu bilmiyorlardı ve içecek şeyler içerisine onun katılması gibi bir tavsife gitmiyorlardi. Sadece balı biliyorlar ve ilaçlara onu katıyorlardı.

 

Şeker kamışı sıcak ve rutubetli özellik arzeder, öksürüğe iyi gelir; rutubeti, mesaneyi, akciğer borusunu temizler. Şekerden daha çok yumuşatıcıdır. Kusmaya karşı yardımcıdır. Sidiği söktürür, şehveti arttırır. Affan b. Müslim es-Saffar: "Kim yemekten sonra şeker kamışını emerse, o günün tamamını neşe içerisinde geçirir." demiştir. Kızartıldığı zaman göğüs ve boğaz sertliğine iyi gelir, yele sebep olur. Bu özelliği kabuğunun soyulup sıcak su ile yıkanması suretiyle giderilir. Doğru olan görüşe göre, şeker sıcak ve rutubetli özellik arzeder. Soğuktur diyenler de olmuştur. En kalitelisi beyaz, şeffaf ve çok sert olanıdır. Eskisi yenisinden daha hoştur. Pişirilir ve köpüğü atılırsa susuzluğu ve Öksürüğü teskin eder. Safralı midelere zararlıdır. Çünkü kendisi de safraya dönüşür. Zararı limon veya narenciye ya da ekşi nar suyu ile giderilir.

 

Bazı insanlar daha az hararetli ve yumuşak olduğu için şekeri bala üstün tutmuşlardır. Bu bala karşı bir haksızlıktır. Çünkü balın faydalan şekerin faydalarından kat kat fazladır. Yüce Allah onu hem şifa, hem deva, hem katık hem de tatlı kılmıştır. Balın faydaları nerde, şekerin faydası nerde? Bal mideyi güçlendirir, tabiatı yumuşatır, görmeyi keskinleştirir, göz kararmasını giderir, gargara yolu ile nefesi açar, felç ve yüz felcini iyi eder, bütün bedenlerde rutubetten meydana gelen bütün soğuk özellikli illetlere iyi gelir; rutubeti bedenin derinliklerinden çeker, bütün bedenlere fayda verir; bedenin sıhhatini, şişmanlığını, sıcaklığım korur, şehveti arttırır. Çözümleyici, cilalayıcı özellik arzeder, damarların ağzını açar, bağırsağı arındırır, kurtları (solucan) düşürür, kokuşmayı önler. Faydalı katıktır. Balgamlı kimselere, yaşlılara, soğuk mizaçlı kimselere uygundur. Kısaca beden için baldan daha faydalı hiç bir şey yoktur. Tedavide ve ilaçların aciz kaldığında, ilaçların kuvvetlerini korumada, mideyi takviyede bal gibisi yoktur. Balın faydalan bu saydıklarımızdan kat kat daha fazladır. Şekerin bu ayarda menfaatleri, özellikleri nerede? Şekerin değil onun ayarında olması, ona yakın bir durumu bile yoktur.

 

 

74- Kitab

 

a) Humma Muskası: el-Mervezi anlatır: Ebu Abdillah'a benim ya yakalandığım haberi ulaşmıştı. Benim için, hummaya karşı bir kağıda şunları yazdı:

 

'Bismillahirrahmanirrahim, Bismillah ve billah. Muhammedün Rasulullah

 

Dedik ki: Ey Ateş! İbrahim üzerine serinlik, güllük-gülistanlık ol. Ona bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları hüsrana uğrayanlardan kıldık. Ey Allah'ım! Cebrail'in, Mikail'in, İsrafil'in Rabbi! Bu muskanın sahibine gücün, kudretin ve azametinle şifa ver. Ey Hak olan İlah! Amin."

 

el-Mervezi şöyle der: Ben dinleyici iken Ebu'l-Münzir Amr b. Mecma Ebu Abdillah'a okuyarak arzda bulundu, Yunus b. Hibban'ın kendisine tahdiste bulunduğunu söyledi. İbn Hibban kendisine şöyle demişti: Ebu Cafer Muhammed b. Ali'ye muska asmanın hükmünü sordum. O şöyle dedi: "Eğer Allah'ın Kitabı'ndan ya da Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözünden ise, onu as ve gücün yettiğince onunla şifa iste." Ben ona: "İki gün ara ile tutan humma için yazıyorum" dedim. O: "Tamam" dedi.

 

İmam Ahmed Hz. Aişe ve diğer bazı sahabilerin bu konuda katı davranmadıklarını zikretmiştir.

 

Ravi Harb şöyle der: Bu konuda Ahmed b. Hanbel katı değildir. İmam Ahmed: "İbn Mes'ud bundan hiç mi hiç hoşlanmaz, kerih görürdü." demiştir. İmam Ahmed, kendisine musibet geldikten sonra muska asılması hakkında sual ettiklerinde: "Bunda bir beis olmayacağını umuyorum." dedi.

 

el-Hallal, Abdullah b. Ahmed'den: "Babamı (İbn Hanbel'i) musibet sonrasında, gerek korku, gerek humma için muska yazarken gördüm." dediğini nakletmiştir.

 

b) Zor doğum için muska: el-Hallal nakleder: Abdullah b. Ahmed şöyle der: Babamı, kadının doğumu zorlaştığında, beyaz bir cama veya temiz bir şeye muska yazarken gördüm. İbn Abbas hadisini yazardı:

 

"Allah'tan başka ilah yoktur. O Halim'dir, Kerim'dir. Yüce Arş'ın Rabbi, her türlü noksanlıklardan Seni tenzih ederiz. Bütün övgüler alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. 'Onlar kendilerine söz verileni gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir müddeti eğlendiklerini sanırlar. Bu bir bildiridir.'[Ahkaf, 35] 'Kıyameti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar.[Naziat, 46] el-Hallal şöyle der: Bize Ebu Bekr el-Mervezi haber verdi. Bir adam Ebu Abdillah'a gelerek:

 

— Ey Ebu Abdillah! İki gündür doğuramayan bir kadın için (muska) yazar mısın? dedi. Ebu Abdillah, ona geniş bir cam ve zaferan getirmesini söyledi (ve yazdı). Onu birçokları için aynı şekilde yazarken gördüm. O, İkrime ve İbn Abbas'tan naklederek şöyle derdi: İsa (a.s.), yavrusu yan gelen bir ineğe rastladı. İnek dile gelerek: "Ey Allah'ın Kelimesi! Benim için Allah'a dua et de şu halimden beni kurtarsın!" dedi. Hz. İsa:

 

— Ey nefsi nefisten yaratan, nefsi nefisten kurtaran, nefsi nefisten çıkaran, şunu kurtar, dedi. İnek derhal yavrusunu attı ve hemen ayağa kalkarak yavrusunu koklamaya başladı. Ebu Abdillah sonra: "Kadının doğumu zorlaştığı zaman ben bunu, o kadın için yazarım." dedi. Bütün bunlar rukye olmaktadır. Yazılmasında fayda vardır.

 

Seleftan bazıları, bir kısım Kur'an ayetlerinin yazılarak, içilmesine ruhsat vermişler ve bunu Yüce Allah'ın Kur'an'da kıldığı şifadan saymışlardır.

 

Doğum için yazılacak diğer bir muska da şöyledir: Temiz bir kap içerisine:

 

"Gök yarılıp Rabbine boyun eğdiği zaman, ki boyun eğecektir. Yer düzeltilip, içinde olanları dışarı atarak boşaldığı zaman..."[İnşikak, 1-4] ayetleri yazılır ve hamile olan kadın ondan içer ve karnı üzerine serper.

 

c) Burun kanaması için muska: Şeyhülislam İbn Teymiye (r.h.), alnı

 

"Yere: Suyunu çek; göğe: Ey gök sen de tut! denildi. Su çekildi, iş de bitti."[Hud, 44] ayetini yazardı. Ona şöyle derken işittim: Ben bunu birçok kimseye yazdım da iyi oldu. Burun kanı ile yazmak asla caiz değildir. Bazı cahiller öyle yapıyorlar. Çünkü kan pistir. Dolayısıyla onunla Yüce Allah'ın kelamının yazılması caiz değildir.

 

Burun kanaması için diğer bir muska da şudur: Musa (a.s.), bir rida ile çıktı ve Şuayb'ı (a.s.) buldu. Ona ridasını verdi: "Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır. Ana kitap onun katındadır." dedi.[Ra'd, 39]

 

d) Hazaz (öfke) için: Üzerine şu ayet yazılır: "Ona ateşli bir kasırga isabet etti ve yandı."[Bakara, 266]

 

Allah'ın güç ve kudretiyle, bir başkası şudur: Güneşin sarardığı sırada üzerine şu ayet yazılır:

 

"Ey inananlar! Allah'tan sakının, Peygamberine inanın ki, Allah size rahmetini iki kat versin; size ışığında yürüyeceğiniz bir ışık var etsin, sizi bağışlasın; Allah bağışlayıcıdır, acıyandır."[Hadid, 28]

 

e) Humma için: Üç adet ince kağıt üzerine yazılır. Her gün bir kağıt parçasını alır, ağzına koyar ve onu su ile yutar,

 

f) Irku'n-nesa (siyatik) için şu yazılır: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Ey Allah'ım! Her şeyin Rabbi, her şeyin Rabbi, her şeyin meliki, her şeyin yaratıcısı olan Rabbim. Beni Sen yarattın, bu illeti de Sen yarattın. Onu bana musallat edip eza çektirme. Beni de ona musallat edip onu kestirecek hale getirme. Bana dert bırakmayacak şekilde bir şifa ver. Senden başka şifa verecek kimse yoktur."

 

g) Kanayan damar için: Tirmizi, Cami'inde ibn Abbas'tan şöyle nakleder: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), humma ve bütün ağrılara karşı kendilerine şu duayı öğretirdi:

 

"Yüce Allah'ın adıyla. Kanı durmayan her damardan, ateşin sıcaklığının şerrinden ulu Allah'a sığınırım."

 

h) Diş ağrısına karşı: Ağrı olan yanak üzerine şöyle yazılır:

 

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalp vermiştir."[Nahl, 78] Veya şu yazılır:

 

"Gecede ve gündüzde sükun bulan her şey O'nundur. O alimdir."[En'am, 13]

 

i) Çıban için: Üzerine şu ayet yazılır:

 

"Ve sana dağlan sorarlar, de ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak, yerlerim düz, kuru bir toprak haline getirecek, orada ne çukur ne tümsek göreceksin."[Taha, 105-107]

 

 

75- Keme T. Brumale, Mantar:

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Keme (mantar), menndendir. Suyu göz için şifadır." Hadis, Sahihayn'da tahric edilmiştir.

 

İbnü'l-Arabi şöyle der: çoğuldur. Tekili dir. Bu Arapça'daki genel kurala aykırıdır. Çünkü çoğul ile tekil arasında "kapalı te" harfi vardır; tekil "te'Midir, "te" düşürüldüğünde çoğul olur. Sonra o çoğul mudur, çoğul için konulan isim midir? Meşhur iki görüş vardır: 1) Bu iki kelime genel kuraldan hariçtir. Birisi diğeri de dir. 2) İbnü'l-Arabi'den başkası ise: "Hayır! Bu kelime de genel kurala uygundur. tekil içindir, de çoğul içindir" demiştir.

 

Bir Başkası da: hem tekil, hem de çoğul içindir demiştir.

 

Birinci görüş sahipleri, Araplar'ın kelimesini şeklinde çoğul yaptıklarım şairin şu beytini şahit getirerek görüşlerini delillendirmek istemişlerdir:

 

Bu beyit nin teki!, nin de çoğul olduğunu gösterir

 

Mantar, yerde, ekilmeden kendiliğinden biter. "Keme** denmesi toprağa gizlendiği içindir. Şahitliği gizleyip, örttüğü zaman da Araplar: (...) derler ve bu kelimeyi kullanırlar. Mantar yer altında gizlidir, yaprağı ve bacağı olmaz. Maddesi topraksal, buharlı bir cevherdir, toprağın hemen yüzüne yakın yerde yumrulamr. Kış soğuğu ile toparlanır, bahar yağmurları geliştirir, büyütür ve yeryüzüne yumru yumru atılır ve çıkar. Bu yüzden de ona (...) "yer çiçeği" derler. Çünkü hem şekil hem de maddesi itibarıyla çiçek hastalığına benzer. Zira çiçeğin maddesi kanlı bir rutubettir ve çoğu kez büyüme yaşlan sırasında, hararet istilasının ve kuvvetin artmasının başlangıcında ortaya çıkar.

 

Mantar, ilkbaharda bulunan şeylerdendir; hem çiğ hem de pişirilerek yenir. Araplar onu "gökgürültüsü bitkisi" diye adlandırırlar. Çünkü ne kadar çok gök gürlerse o kadar çok olur ve yer yarılarak yüzeye çıkar. Badiyelerde yaşayanların yiyeceklerindendir. Arap ülkelerinde çok olur. En kalitelisi, az sulu ve kumlu toprakta olanıdır.

 

Çeşitli türleri vardır: Bir kısmı öldürücüdür ki, rengi kırmızıya çalar ve boğulmaya neden olur.

 

Mantar, üçüncü derecede soğuk ve rutubetli özellik arzeder. Mide için kötüdür, hazmı yavaşlatır. Devamlı yenildiği zaman kulunç (bağırsak ağrısı), sekte, felç, mide ağrıları ve idrar yaparken zorluğa sebep olur. Bunu yiyecek olan kimse, önce onu yaş toprağa gömmeli, sonra su, tuz ve satir otuyla haşlamah ve zeytinyağı ve sıcak özellikli baharatla yemelidir. Çünkü mantarın cevheri, kaba ve topraksaldır. Gıdası kötüdür. Ancak içerisinde hafifliğine delalet eden ince sulu bir cevher de vardır. Onunla sürme çekmek göz kararmasına, sıcak özellikli göz ağrısına faydalıdır. Büyük tabipler onun suyunun gözü parlattığını belirtmişlerdir. Mesihi ve Kanun sahibi Ibn Sina bunlardandır.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): desi hakkında iki görüş vardır:

 

Birincisi: Allah Teala'nın Israiloğulları üzerine indirdiği menn, sadece tatlıdan (kudret helvası) ibaret değildi. Bilakis hiçbir emek harcamaksızın Allah'ın kendiliğinden bitirip onlara ihsan ettiği her türlü bitkiler "menn" kapsamına girer. Çünkü kelimesi manasında masdardır. Yüce Allah'ın, kuluna hiçbir çaba göstermeden lütfettiği her rızık, halis menn (kudret helvası)dır. Her ne kadar diğer nimetleri de Allah'ın, kulu üzerine in'amı (menn'i) ise de, ismi, kulun herhangi bir çabası (kesbi) olmaksızın kendisine ulaşan nimetlere tahsis edilmiştir. Çünkü bu tür nimetler, kulun çabası, sebeplere sarılması gibi, bir vasıta olmaksızın kendisine ulaşmaktadır.

 

Allah Teala, çölde israiloğullarının temel gıdasını mantar kılmıştır. Bu ekmek yerine geçmektedir. Katıklarını da bıldırcın kılmıştır. Bu da et yerini tutmaktadır. Tatlılarını da ağaçların üzerine yapan kudret helvası (reçine) kılmış, böylece onların yaşantıları için gerekli olan besin maddeleri tamamlanmıştır.

 

iyice düşündüğümüzde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Mantarı, Yüce Allah'ın, israiloğullarına indirmiş olduğu "mennden biri" saydığını görüyoruz. Bu Allah'ın onlara ihsan buyurduklarından sadece bir tanesidir. "Terencebin" -ki ağaçların üzerine düşer- "menn"den bir nevidir. Sonra örf-i hadis olmak üzere "menn" kelimesinin "terencebin (kudret helvası)" hakkında kullanılması galebe çalmıştır.

 

ikinci görüş: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), mantarı gökten indirilen "menn"e (kudret helvası) benzetmiştir. Çünkü herhangi bir emek ve külfet harcanmaksızın, tohum ekilmeksizin, sulanmaksızın devşirilir.

 

Peki, mantar kudret helvasından ise, içerdiği zararlar nereden kaynaklanıyor? diye bir soru akla gelebilir.

 

Cevap: Allah Teala, her şeyi sapasağlam ve yerli yerinde en güzel biçimde yaratmıştır. O Allah'ın ilk yarattığı sırada her türlü afet ve illetlerden uzaktır, ne için hazırlanıp yaratıldı ise o şey için yararı tamdır. İçerdiği zarar, zehir gibi unsurlar daha sonra ona mücavir olan şeylerden, ihtilat vb. sebeplerden olmakta ve onun asliyetini bozmaktadır. Eğer onu bozacak sebeplerden uzak olarak asli yaratılışı üzere bırakılacak olsa bozulmayacaktır.

 

Dünyanın başlangıcı ve daha sonra olup bitenler hakkında bilgi sahibi olanlar bilirler ki, dünyanın havasında, bitkilerinde, hayvanlarında, insanların hallerinde meydana gelen bozukluklar hep daha sonradan ve onların bozulmasını gerektiren sebepler yüzündendir. Ademoğullarının kötü işleri, Peygamberlere olan muhalefetleri öteden beri genel ve özel bozulmalara sebep olagelmiş ve üzerlerine elemler, hastalıklar, dertler, taunlar, kıtlıklar, kuraklıklar, topraktan, meyve ve bitkilerden bereketin kaldırılması, menfaatlerinin alınması veya noksanlaştırılması gibi birbirini takip eden pek çok şeylerin gelmesini intaç etmiştir. Eğer bunu kavrayacak bir ilminiz yoksa, şu ayet sizin için yeterli olabilir: "İnsanların elleriyle kazandıkları sebebiyle karada ve denizde fesad (bozulma) ortaya çıktı."[Rum, 41] Bu ayeti dünyanın hallerine vur, vakıa ile bu ayeti karşılaştır, söylediklerimizin doğruluğunu göreceksin. Her vakit meyvelerde, ekinlerde, hayvanlarda afet ve hastalıklar nasıl ortaya çıkıyor, bu afetler zorunlu olarak başka afetlere nasıl sebep oluyor, çorap söküğü gibi nasıl uzayıp gidiyor, insanların zulüm fısk ve fücura daldıkları her bir vakitte, Rab Teala'nın onların gıdalarına, meyvelerine, havalarına, sularına, bedenlerine, yaratılışlarına, suret ve şekillerine, ahlaklarına ne noksanlıklar, ne afetler vermek suretiyle onlara kötü amellerinin, zulüm, fısk ve fücurlarının gereği olan musibetleri nasıl veriyor, nasıl belalar yağdınyor, bunları gayet iyi anlayacaksın.

 

Buğday ve diğer tahılların taneleri eskiden, şimdikinden çok daha büyüktü. Nitekim dünün bereketi de bugünkünden kat kat fazlaydı. İmam Ahmed senediyle birlikte rivayet etmiştir: "Ümeyyeoğullarından birinin hazineleri içerisinde bir kese bulunmuş. Bu kesenin içerisinde hurma çekirdeği büyüklüğünde ve üzerinde 'Bu buğday adalet günlerinde biterdi.' yazılı bir buğday tanesi varmış." Bu olayı İmam Ahmed, Müsned'inĞe zikretmiştir.

 

Bu hastalık ve umumi afetlerin büyük bir kısmı, daha önceki ümmetlere indirilen azabın bir kalıntısı olmaktadır. Sonra ondan, onların amellerini işleyenlerini yakalamak üzere bir artık kalmış, böylece Allah'ın adaleti ve hak hükmü tecelli etmiştir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu manaya, taun hakkındaki, "O İsrailoğulları üzerine gönderilen azab ve cezanın bir kalıntısıdır." sözleri ile işaret buyurmuşlardır.

 

Yine Allah Teala aynı şekilde, "Yedi gece ve sekiz gündüz kavmine (Ad kavmine)" rüzgarı musallat kılmış ve sonra ondan yeryüzünde o günler ile ona benzer günler için bir öğüt, bir ibret olsun diye bir bakiyye bırakmıştır.

 

Yüce Allah bu dünyada, hem salih hem de facir kimselerin amellerini, neticelerini zorunlu olarak gerektirici kılmıştır. Dolayısıyla iyilik yapmamayı, zekat ve sadaka vermemeyi, gökten yağmurun yağmayışına, kıtlık ve kuraklığa sebep kılmıştır. Yoksullara zulmü, ölçü ve tartıda hileyi, güçlünün zayıfa tecavüzünü idarecilerin zulmüne sebep kılmıştır. Bunlar öyle idarecilerdir ki kendilerinden merhamet dilense merhamet etmezler, acımazlar; . aslında onlar idareci suretine girmiş, halkın (tebaanın) amelleridirler. Çünkü Allah Teala, hikmet ve adaletiyle insanlara, amellerini münasip kalıp ve şekillere dökmek suretiyle göstermektedir. Bu bazan kıtlık ve kuraklık şeklinde, bazan düşman suretinde; bazan zalim idareciler şeklinde, bazan salgın hastalik suretinde, bazan bütün insanları saran korku, endişe, gam, keder şeklinde, bazan göğün ve yerin bereket kapılarını üzerlerine kapatmak şeklinde, bazan azap sebeplerine onları kışkırtmaları ve böylece azabı iyice hak etmeleri için onlar üzerlerine şeytanların musallat kılınması suretinde tezahür eder. Akıllı kimse yeryüzünde basiretle dolaşır. Allah'ın adalet ve hikmetinin yer tuttuğu yerlere bakar, temaşa eder ve sonunda görür ki, peygamberler ve onlara uyanlar hassaten kurtuluş yolu üzeredirler; diğerleri ise helak yolunda yol almaktadırlar ve helak ve azab yurduna doğru yüz tutmuşlardır. Allah işini bilir, O'nun hükmüne itiraz edecek, emrini geri çevirecek hiçbir kimse yoktur. Tevfik ancak Allah'tandır.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Suyu göz için şifadır." sözü hakkında da üç görüş vardır:

 

Birincisi: Suyu göz ilaçları içerisine katılır; yalnız başına kullanılmaz. Bunu Ebu Ubeyd zikretmiştir.

 

İkincisi: Kızartıldıktan ve suyu süzüldükten sonra yalnız başına kullanılır. Çünkü ateş onu latifleştirir ve olgunlaştırır; fazlalıklarını ve eza verici rutubetini eritir, faydalarını alıkoyar.

 

Üçüncüsü: Onun suyundan maksat, oluşmasını sağlayan yağmur suyudur. Bu su yere inen ve mantara isabet eden ilk damladır. Dolayısıyla "onun suyu" şeklindeki izafet, cüziyeti bildirmek için değil, ona hayat veren su ile birlikte olan su demektir. Bunu da İbnü'l-Cevzi zikretmiştir. Üç görüş içerisinde en uzak ve zayıf olanı budur.

 

Şöyle de denilmiştir: Eğer mantar suyu, gözde olan şeyi soğutmak için kullanılacaksa, o takdirde yalnız başına şifadır; şayet başka bir hastalık için kullanılacaksa, o zaman diğer ilaçlar içerisine katılarak kullanılır.

 

el-Gafiki şöyle der: "Mantar suyu, ismid ile yoğurulur ve göze sürme çekilirse, en uygun göz ilacı olur. Göz kapaklannı güçlendirir, görme gücünü her yönden arttınr, göze inecek illetleri defeder."

 

 

76- Kebas - Erak Ağacı Yemişi:

 

Sahihayn'da. Cabir b. Abdillah hadisinde şöyle denilmektedir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte (Merru'z-Zahran'da) Erak yemişi topluyorduk. Bize "Onun siyahım toplamaya bakın. Çünkü o daha tatlı olur." buyurdu.

 

Kebas, erak ağacı yemişidir. Hicaz'da yetişir. Sıcak ve kuru özellik arzeder. Faydaları erak ağacının faydaları gibidir: Mideyi güçlendirir, hazmı kolaylaştırır, balgamı siler, sırt ağrılarına ve birçok derde karşı iyi gelir. İbn Cülcül: "Öğütülmüşü içildiği zaman sidiği söktürür, mesaneyi arındırır." der. İbn Rıdvan ise: "O mideyi güçlendirir, tabiatı tutar." demiştir.

 

 

77- Ketem , (Bir boya otu):

 

Buhari, Sahihinde Osman b. Abdillah b. Mevheb'den rivayet eder: "Ümmü Seleme'nin (r.a.) yanına vardık. Bize Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) saçından bir saç çıkardı. Bir de baktık ki o, kına ve ketemle boyanmıştı."

 

Dört Sünen'de yer alan bir hadis de şöyledir: "Beyaz saçları(n Rengini) değiştirebileceğiniz en güzel şey kına ve ketemdir."

 

Sahih'de Enes'ten (r.a.) Ebu Bekir'in (r.a.) saçını kma ve ketemi! boyadığı rivayet edilmiştir.

 

Ebu Davud'un Sünen'inde ise İbn Abbas şöyle anlatır: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanından saçını kına ile boyamış bir adam geçti. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Bu ne güzel!" buyurdu. Saçını kına ve ketemle boyamış başka bir adam geçti. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun hakkında da: "Bu ondan daha güzel!" buyurdu. Saçını zaferan (sufra) ile boyamış bir başkası geçti. Hz. Peygamber bu kez de: "Bu ise diğerlerinin hepsinden daha güzel!" buyurdu.

 

Gafiki şöyle der: "Ketem, ovalarda biten bir bitkidir. Yaprakları zeytin yaprağına yakındır. Adam boyundan büyük olur. Kara biber (fülfül) çekirdeği gibi meyvesi olur. İçinde çekirdeği bulunur. Ezildiği vakit kararır. Yapraklarının usaresi (özsuyu) çıkarılıp bir ukıyye kadarı içildiği zaman, acayib şekilde kusturur. Köpek (kuduz) ısırmasına iyi gelir. Kökü su ile kaynatıldığı zaman mürekkep elde edilir."

 

Kindi ise: "Ketem tohumu ile sürme çekildiği zaman, göze inen suyu çözümler ve gözü iyi eder." der.

 

Bazıları **ketem"i "vesme" (çivit yaprağı) ile karıştırmışlardır. Bu yanlıştır, ikisi ayrı ayrı şeylerdir. es-Sıhah sahibi şöyle der: "Ketem, 'vesme' ile karıştırılıp saç boyamada kullanılan bir bitkidir. 'Vesme', uzun yapraklar olan, rengi maviye çalan, söğüt ağacı yaprağından daha büyük olan, fasülyt yaprağına benzeyen ve ondan daha büyükçe bir bitkidir. Hicaz ve Yemen ta raflarından getirilir."

 

Soru: Sahih'de Enes'ten (r.a.) sabit olduğuna göre Hz. Peygamper (s.a. saçlarını boyamamıştır. Öncekiler ile bu, nasıl telif edilir?

 

Cevap: İmam Ahmed buna gerekli cevabı vermiş ve: "Enes'ten (r.a.) baş kalan Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) saçlarını boyadığını görmüşlerdir. Görenle gör meyenin durumu bir değildir." demiştir. Böylece İmam, Hz. Peygamber'ii (Sallallahu aleyhi ve Sellem) saçlarını boyadıklarını kabul ve isbat etmiştir. Muhaddislerden bir kıs mı da onunla aynı görüştedir. İmam Malik ise bunu kabul etmez.

 

Soru: Sahih-i Müslim'de, saçı siyaha boyamaktan meneden bir haber gelmiştir: Ebu Kuhafe, saçları ve sakalı segam çiçeği gibi bembeyaz getirildiği zaman Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu beyazlığı değiştirin, ama siyaha boyamaktan kaçının." buyurmuştur.' Ketem ise saçları siyahlaştırır?

 

Cevap: Buna iki açıdan cevap verilebilir.

 

Birincisi: Yasak, sadece siyah ile ilgilidir. Ama kına içine ketem vb. gibi başka bir şey katılırsa, bunda bir sakınca yoktur. Çünkü kma ile ketem saça kırmızı ile siyah arasında bir renk verir. "Vesme" ise böyle değildir. O saça kömür siyahlığı verir. Bu izah, diğerinden daha doğrudur.

 

İkincisi: Siyaha boyama yasağı, başkalarını aldatma söz konusu olduğu zamana aittir. Mesela cariyenin ve yaşlı kadının saçını boyamak, böylece kocayı ve yeni müşteriyi aldatmak, yaşlı ihtiyar adam kendisini genç göstermek ve böylece kadını kandırmak için saçını boyamak gibi hallere aittir. Çünkü bu bir hile ve aldatma (tedlis) kabilindendir. Ama böyle bir durum içermiyorsa bir beis yoktur. Hasan ve Hüseyin efendilerimizin saçlarını siyaha boyadıkları sahih olarak bilinmektedir. Bunu ibn Cerir (Tehzibu'l-Asar'da) Ayrıca, Osman b. Affan, Abdullah b. Cafer, Sa'd b\ Ebi Vakkas, Ukbe b. Amir, Muğire b. Şube, Cerir b. Abdillah, Amr b. As'tan da; tabiin'den Amr b. Osman, Ali b. Abdillah b. Abbas, Ebu Seleme b. Abdirrahman, Abdurrahman b. Esved, Musa b. Talha, Zühri, Eyyub, İsmail b. Ma'dikerib'den de saçlarını siyaha boyadıklarım nakletmiştir.

 

İbnü'l-Cevzi de, Muharib b. Disar, Yezid, ibn Cüreyc, Ebu Yusuf, Ebu İshak, İbn Ebi Leyla, Ziyad b. Alaka, Gaylan b. Cami, NafT b. Cübeyr, Amr b. el-Makdemi, Kasım b. Sellam'dan aynı görüşü nakletmiştir.

 

 

78- Kerm V. Vinifera, Üzüm Çubuğu, Asma:

 

Kerm, üzüm ağacıdır. Üzüm ağacına "kerm" denmesi mekruhtur. Çünkü Müslim'in Sahih'inde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sizden biriniz üzüme 'kerm' demesin. 'Kerm' ancak müslüman adamdır.", başka bir rivayette de: "Kerm, ancak müslüman adamdır.", başka bir rivayette de; "Kerm, ancak müslümanın kaibidir." bir başka rivayette de: "Kerm demeyiniz; 'meb' (üzüm) ve 'hable' (üzüm çubuğu, asma) deyiniz. " buyurmuştur.

 

Bunun iki manası vardır:

 

Birincisi: Araplar üzüm çubuğuna menfaat ve hayrının çokluğundan dolayı "kerm" derlerdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bütün kötülüklerin anası olan ve üzümden elde edilen içkiye karşı bir davetiye çıkarabileceği düşüncesiyle üzüm için bu ismin kullanılmasını iyi görmedi ve şarabın aslı olan bu ağacın, isimlerin en güzeli ve hayırlısı ile isimlendirilmesini mekruh buldu.

 

İkincisi: Bu söz "Pehlivan, güreşte yenen kimse değildir." "Zavallı; kapı kapı dolaşan kimse değildir." sözlerinin üslubunda söylenmiştir. Yani: Siz, üzüm ağacını fazla menfaatinden dolayı "kerm" diye isimlendiriyorsunuz. Oysa ki mü'minin kalbi veya müslüman adam, bu isme ondan daha layıktır. Çünkü mümin, mahza hayırdır menfaattir demek olur. Dolayısıyla bu ifadede mü'minin kalbinde bulunan cömertlik, iman, nur, hidayet, takva ile onu bu isme üzüm çubuğundan daha layık ve müstahak kılan diğer vasıflar gibi hayırlara işaret bulunmaktadır.

 

Üzüm çubuğu, soğuk ve kuru bir özellik arzeder. Yaprakları, sıkılmış üzüm artıkları ve sürgünü, birinci derecenin son haddinde, soğutucu özellik arzeder. Ezilip sargı yapıldığında baş ağrısını teskin eder, sıcak özellikli şişliklere ve mide yanmasına iyi gelir. Sürgünlerinin usaresi içildiğinde kusmayı teskin eder, karnı tutar. Yaş özü çiğnendiği ve yapraklarının özsuyu alındığı zaman bağırsak yaralarına, kanamaya, kan kusmaya, mide ağrısına iyi gelir. Gövde kesildiğinde sızan zamk gibi su, içildiği zaman taşları düşürür. Sürüldüğü zaman temreği ve yaralı uyuzu vb. ni iyileştirir. Kullanılmadan önce sürülecek yerin su ve natronla (sodyum karbonat) yıkanması iyi olur. Zeytinyağı ile sürüleceği zaman saç tıraş edilir. Dallarının külü sirke, gül yağı ve sedef otu ile birlikte sargı yapıldığında, dalağa arız olan şişliğe iyi gelir. Üzüm çiçeğinin yağı, gül yağı gibi tutucu özellik arzeder. Faydaları pek çoktur, hurmanın faydalarına yakındır.

 

 

79- Kerfes A. Graveolens, Kereviz:

 

Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) isnadı sahih olmayan bir hadiste: "Kim ve üzerine uyursa, ağızı güzel kokarak uyur, diş ağrılarından emin olarak uyur." şeklinde kerevizden söz edilmektedir. Bu hadis Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nisbet edilerek uydurulmuştur. Ancak bostan kerevizi, ağız kokusunu gerçekten güzelleştirir. Kökü boyuna asıldığında, diş ağrılarına iyiye gelir.

 

Sıcak ve kuru özelliklidir. Rutubetlidir; karaciğer ve dalak tıkanıklıklarını açar. Yaş yaprağı mide ve soğuk özellikli karaciğere fayda verir, sidiği ve aybaşı kanını söktürür. Taşları parçalar. Tohumu daha güçlüdür, şehveti tahrik eder, ağız kokusuna fayda verir de denilmiştir. Razi, akrep sokmasından korkulduğunda yenilmemelidir, demiştir.

 

 

80- Kürras, A. Roseum, Pırasa:

 

Yine hakkında mevzu bir hadis vardır ve şöyle denilmektedir: "Kim pırasa yer ve sonra uyursa basur yelinden emin olarak uyur. Kokusu kötü olduğu için sabaha kadar, melek ondan uzak durur."

 

iki türlüdür: Nabat pırasası, Şam pırasası. Nabat pırasası sofraya konulanıdır. Şam pırasası ise başlı olandır. Sıcak ve kuru özelliklidir, baş ağrıtır. Pişirilip yenilirse veya suyu içilirse soğuk özellikli basurlara iyi gelir. Tohumu ezilir ve katranla yoğrulur ve çürümüş diş buharına tutulursa, diş kurtlarını dağıtır ve çıkarır, dişe arız olan ağrıyı teskin eder. Tohumu makata tütsü olarak verilirse, basurlar hafifler. Bütün bunlar Nabat pırasasının özellikleridir.

 

Bunun yanında pırasa dişlere ve diş etlerine zararlıdır, başı ağrıtır, kötü düşler görmeye sebep olur, gözü karartır, ağzı kötü kokutur. Sdik ve aybaşı kanını söktürür, şehveti tahrik eder. Hazmı yavaşlatır.

 

 

81- Lahm, Et:

 

Yüce Allah şöyle buyurur: "Cennette olanlara diledikleri meyve ve etten bol bol veririz. "[Tur, 22], "Ve canlarının isteyecekleri kuş eti ile etraflarında dolaşırlar."[Vakıa, 21]

 

Sünen-i ibn Mace'aeki Ebu'd-Derda hadisinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur: "Dünya ehlinin de, cennet ehlinin de yiyeceklerinin efendisi ettir." Merfu olarak rivayet edilen Büreyde hadisinde de: "Dünyada ve ahirette en üstün katık ettir." buyurulmuştur.

 

Sahih-i Buhari'de: "Hz. Aişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tirid'in diğer yemeklere üstünlüğü gibidir." buyurmuşlardır. Tirid et ile ekmektir. Şair şöyle der:

 

"Ekmeğine eti katık ettin mi, Allah'ın ahdi için işte yedin tindi. Zühri şöyle der: "Et yemek, yetmiş kuvveyi arttırır." Muhammed b. Vasi ise: "Et, görmeyi arttırır." demiştir. AH b. Ebi Talib (r.a.): "Et yeyiniz. Çünkü o, rengi düzene koyar, karnı inceltir, ahlakı güzelleştirir." demiştir. Nafi' şöyle der: "İbn Ömer, Ramazan geldiğinde etsiz durmazdı, yola çıktığında etsiz kalmazdı." Nakledildiğine göre Hz. Ali: "Kırk gece et yemeyenin ahlakı kötüleşir." demiştir.

 

Ebu Davud'un merfu olarak rivayet ettiği: "Eti bıçakla kesmeyiniz. Çünkü o acem işidir. Onu kemirerek yeyiniz. Çünkü öylesi daha leziz ve afiyetti olur. şeklindeki Hz. Aişe hadisine gelince; İmam Ahmed, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bıçakla et kestiğini belirten sahih iki hadisle onu reddetmiştir. Hadis daha önce geçmişti.

 

Etin çeşitli cinsleri vardır. Her biri aslı ve tabiatına göre farklılık arz eder. Her bir cinsin hükmünü, tabiatını, menfaat ve zararlarını anlatacağız:

 

1- Koyun eti: İkinci derecede sıcak, birinci derecede rutubetli özellik arzeder. İyisi bir yaşındaki koyunun etidir. İyi hazmedebilenler için güzel ve güçlü kan üretir. Soğuk ve mutedil mizaç sahiplerine, soğuk yer ve mevsimlerde tam riyazat sahiplerine uygun bir gıdadır. Kara safra mizaçlı kimseler için faydalıdır. Zihni ve hafızayı güçlendirir. Yaşlı ve zayıf koyunun eti kötüdür. Dişi koyun eti de Öyledir. En iyisi, koç etinin siyah kısmıdır. Çünkt o daha hafif, daha lezzetli ve faydalıdır. Burulmuş olanı daha faydalı ve kalitelidir. Semiz hayvandan alman kırmızı et daha hafiftir ve gıda bakımından da daha iyidir. Oğlak eti daha az gıdalıdır ve midede üste çıkar.

 

Etin en üstünü kemiğe yapışık olan kısmıdır. Sağ taraf sol taraftan daha hafif ve kalitelidir. Ön tarafların eti arka tarafın etinden daha üstündür. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) koyunun en çok sevdiği yeri ön tarafı idi. Baş hariç üste gelen tarafların eti, alta gelen yerlerin etlerinden daha hafif ve kalitelidir. Ferezdak, kendisine et alması için bir adama para vermiş ve: "Ön tarafından al, baş ve karından sakın; çünkü dert bu ikisindedir." demiştir. Boyun eti güzel ve lezzetlidir, hazmı çabuk ve hafiftir. Ön bacak eti en hafif, en lezzetli, en yumuşak ve eza vermeden uzak, hazmı en çabuk olan kısmıdır. Bunun Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hoşuna gittiği Sahihayn'da rivayet edilmiştir. Sırt eti çok gıdalıdır güzel kan yapar. *Sünen-i İbn Mace'de merfu olarak: "En güze! et sırt etidir.*"' buyrulmuştur.

 

2- Keçi eti: Az hararetli ve kuru özelliklidir. Ondan meydana gelen karışım güzel değildir, hazmı da iyi değildir. İyi bir gıda da sayılmaz. Teke eti mutlak anlamda kötüdür. Aşırı kurudur, hazmı çok zordur. Kara safralı karışımlar doğurur.

 

Cahiz şöyle der: "Üstün doktorlardan birisi bana: Ey Ebu Osman! Sakın keçi eti yeme; çünkü o balgamı doğurur, kara safrayı tahrik eder, unutkanlığa sebep olur, kam bozar. Vallahi o çocukları sakat eder, dedi."

 

Bazı doktorlar şöyle demişlerdir: Keçi etinden kötü olanı yaşlı keçi etidir, özellikle de yaşlı kimseler için, hiç de iyi değildir. Onu itiyad eden için, ondan bir kötülük yoktur. Galinos, bir yıllık keçi etini mutedil gıdalardan ve iyi sindirim için dengeleyici özellikli kabul etmiştir. Dişisi erkeğinden daha faydalıdır.

 

Nesai'de keçi hakkında Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Keçiye iyi davranınız ve ona eza verecek şeyleri gideriniz. Çünkü o cennet hayvanlarındandır." Bu hadisin sübutu hakkında istifhamlar vardır. Doktorların keçi etini mahkum etmeleri cüz'i bir hükümdür, külli (genel) bir hüküm değildir. O zayıf midelere, ona alışkın olmayan, latif, yumuşak gıdalara alışık olan zayıf mizaçlılara has bir hükümdür. Bunlar ise şehirlerde refah içerisinde yaşayan az sayıda kimselerdir.

 

3- Oğlak eti: Oğlağın özellikle de süt emdiği sürece ve henüz çok körpe olmadığı zaman itidale yakın bir eti vardır. Süt emdiği için hazmı çok" süratlidir, tabiatı yumuşatır. Hemen çoğu kez ve çoğu insanlara uygun bir yiyecektir. Deve etinden daha latiftir. Ondan oluşan kan mutedildir.

 

4- Sığır eti: Soğuk ve kuru özelliklidir, hazmı zordur, mideden yavaş intikal eder, kara safralı bir kan oluşturur. Sadece aşırı yorgun ve çok çalışan kimselere uygundur. Devamlı yenmesi kara safralı hastalıklar doğurur. Cildde alacaklıklar, uyuz, temreği, cüzzam, fil derdi (bacak şişliği), kanser, kuruntu, iki gün aşırı tutan humma ve pek çok şişlikler bunlardandır. Bu alışkın olmayan ya da zararını biber, sarmısak, tarçın, zencefil vb. gibi şeylerle gidermeyen kimseler için sözkonusudur. Erkeği dişisinden soğukluk bakımından daha azdır. Dişisi de kurulukça daha azdır. Buzağı eti, özellikle de semiz olması durumunda gıdalar içerisinde en uygun, en güzel ve lezzetlisidir. O sıcak ve rutubetli özellik arzeder. Hazmedildiğinde güçlü bir gıda verir.

 

5- At eti: Sahih'de Esma'dan (r.a.) sabit olduğuna göre o şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) devrinde bir at boğazladık ve onu yedik." Yine Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sabit olduğuna göre, at eti konusunda izin vermiş, eşek eti yemeyi yasaklamıştır. Hadisi Buhari ve Müslim tahric etmişlerdir.

 

Mikdam b. Ma'dikerib'in (r.a.) Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu yasakladığına dair hadisi sabit değildir. Ebu Davud ve4iğer hadis alimleri böyle söylemişlerdir.

 

kur'an'da katırla, atın yan yana zikredilmesi, at etinin onun eti hükmünde olduğuna herhangi bir şekilde delalet etmez. Aynı şekilde ganimet taksiminde katırın hükmünün, atın hükmü gibi olduğuna da delalet etmez. Yüce Allah, bazan birbirlerine eş olan şeyleri yanyana zikrederken, bazan da farklı ve birbirlerine zıt olan şeyleri yan yana zikretmektedir. Aynı ayetteki "Onlara binmeniz için."[Nahl, 8] ifadesinde, onun yenilmesine engel olacak bir unsur yoktur. Aynı şekilde onda, binme dışında diğer istifade yollarının men edilmesine dair bir engel yoktur. Bu ifade sadece binme menfaatinin öneminden dolayı zikredilmiştir. Helalliği konusundaki iki hadis de sahihtir ve muarızları yoktur.

 

At eti sıcak kuru, kaba, kara safralı ve zararlı bir özellik arzeder. Nazik bedenlere uygun değildir.

 

6- Deve eti: Rafıziler ile ehl-i sünnet arasım ayıran hususlardan birisidir. Nitekim bu yahudiler ile müslümanlar arasındaki farklardan da birisini teşkil eder. Yahudilerle Rafıziler deve etini kötülerler ve yemezler. İslam'da onun helal olduğu zorunlu bilgiler arasındadır. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabı, onu hem seferde hem de sefer haricinde devamlı olarak yemişlerdir.

 

Deve yavrusunun eti etler içerisinde en lezzetli, temiz ve gıda bakımından güçlü olanlardandır. Alışkın olanlar için o, koyun eti mesabesindedir ve asla zarar vermez, derde sebep olmaz. Bazı tabipler onu sadece, alışkın olmayan şehirli zenginler için kötülenişlerdir. Çünkü onda hararet ve kuruluk vardır, kara safra oluşturur, hazmedilmesi zordur, hoşa gitmeyen bir kuvveti vardır. Bu yüzdendir ki Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki sahih hadiste -ki muarızları yoktur- deve eti yiyenin abdest almasını emir buyurmuştur. Bu hadislerin, "elin yıkanması" şeklinde te'vili doğru değildir. Çünkü Hz. Peygamber'in kelamında (...) kelimesinden kasdettiği mana bellidir; el yıkama manası bunun dışındadır. İkinci olarak da Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) koyun eti ile deve etini ayırarak, koyun eti yiyeni abdest alıp almamak arasında muhayyer bırakmış, deve etini yiyene ise abdest almalarını lazımı olarak emretmiştir. Eğer "vudu' = abdest'' kelimesi sadece el yıkamaya hamledilecekse, "Kim edep yerine elini vurursa abdest alsın.'' buyruğundaki abdest de ona hamledilecektir.

 

Sonra onu yiyen, mesela ağzına koymak suretiyle elini vurmadan yiyebilir, eğer abdestten maksat el yıkamaksa, o zaman bu emir abes olur. Şari'in sözünü şer'i örf ve herkesçe bilinen manası dışına hamletmek uygun olmaz. Bu hükmün "Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki davranışından sonuncusu, ateşte pişen şeylerden abdest alınmasının terki idi." hadisi ile tearuz halinde olması da çeşitli açılardan doğru değildir:

 

1) Bu hadis umumidir, deve eti yeme neticesinde abdest alınması emri ise özeldir.

 

2) Hadislerin yönleri farklıdır. Deve etinden abdest alma emri, "sırf onun deve eti olduğu" içindir; ister çiğ, ister pişmiş, ister kurutulmuş olsun farketmez. Ateşin abdest almayı gerektiren bir etkisi yoktur. Ateşte pişen şeyin yenmeşinden dolayı abdest almayı terketme emri ise, bir şeyin ateşte pişmiş olmasının abdesti gerektirici olmadığını beyan içindir. Dolayısıyla aralarında ne ilgi var ki tearuzları sözkonusu olsun? Birisi abdest alma sebebini -ki o onun deve eti olmasıdır- belirtirken, öbürü ateş dokunan şeyin abdest sebebi olmadığını belirtmektedir. Aralarında herhangi bir şekilde çelişki yoktur.

 

3) Bunda şeriatın sahibinden nakledilen genel bir lafız yoktur. Sadece bir konuda biri diğerinden önce iki defa tekrarlanan bir olayın bildirilmesi söz konusudur. Nitekim bu, aynı hadiste belirtilmiştir. Şöyle ki: Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) et takdim etmişler, yemiş. Sonra namaz vakti gelmiş ve abdest almış, namaz kılmıştır. Sonraları yine et takdim etmişler, yemiş, sonra abdest almadan namaz kılmıştır. Bu iki işten sonuncusu ateşte pişen şeyden dolayı abdest almayı terk oluyordu. Hadis böyle gelmiştir. Ravi hadisin istidlal edilen yerini almak suretiyle ihtisarda bulunmuştur. Bunda ateş temas eden şeyden abdest alma emrinin neshine delalet edecek ne var? Hatta böyle değil de daha sonraki tarihli zıt gibi gözüken genel bir lafız olsa bile, o nesh için elverişli olmaz ve has (özel) olan nassın amm (genel) olan nass üzerine takdimi gerekir. Bu son derece açıktır.

 

7- Dabb - Keler eti: Helalliği ile ilgili hadis geçti. Sıcak ve kuru özelliklidir. Cima şehvetini güçlendirir.

 

8- Gazal - Geyik eti; En iyi avdır. Eti güzeldir. Kuru ve sıcak özelliklidir. Gayet mutedildir, sağlam mutedil bedenler için faydalıdır da denilmiştir. İyisi geyik yavrusudur.

 

9- Zaby - Ceylan eti: Birinci derecede sıcak ve kuru özelliklidir; bedeni kurutur. Rutubetli bedenler için elverişlidir. İbn Sina Kanun adlı eserinde: "Vahşi hayvanlar içerisinde en üstün et, biraz kara safralı olmakla birlikte ceylan etidir." der.

 

10- Erneb - Tavşan eti: Sahihayn'da Enes b. Malik (r.a.) şöyle anlatır: Bir tavşana rastladık, arkasından koştular ve onu yakaladılar. Ebu Talha onun budunu Hz, Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gönderdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de bunu kabul buyurdu.

 

Tavşan eti mutedildir, hararet ve kuruluğa çalar. En güzel yeri bududur. En iyisi etini kızartarak yemektir. Karnı tutar, sidiği söktürür, taşları ufalar, kafasını yemek el ve baş titremesine iyi gelir.

 

11- Himaru'l-vahş - Yaban eşeği eti: Sahihayn'da Ebu Katade şöyle anlatır: "Bir umre seferinde Rasulullah ile beraberdik. Ben bir yaban öşeği avladım. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu yemelerini emretti ve o sırada ihramlı bulunuyorlardı. Ben ise ihramlı değildim."

 

ibn Mace'de Cabir'in (r.a.): "Hayber fethi sırasında at ve yaban eşekleri yedik." rivayeti bulunmaktadır.

 

Eti sıcak ve kuru özelliklidir, çok gıdalıdır. Kara safralı yoğun bir kan oluşturur. Ancak iç yağı, Öd ağacı, (kust) yağı ile birlikte sırt ağrısına, böbrekleri sarkıtan yoğun yele karşı faydalıdır. İç yağı sürüldüğünde çiğite iyi gelir. Genellikle bütün vahşi hayvan etleri, yoğun ve kara safralı kan oluştururlar. İçlerinde en iyisi geyik etidir. Sonra tavşan eti gelir.

 

12- Cenin (ana karnındaki yavru) eti: İçindeki kan boşalmadığı için iyi değildir. Haram da değildir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ceninin tezkiyesi annesinin boğazlanmasıdır." buyurmuştur.

 

Irak alimleri, diri olarak yetişilip boğazlanmadıkça ceninin yenilemeyeceğini söylemişler ve hadisi tevil ederek ondan murat "Onun tezkiyesi annesinin boğazlanması gibidir." şeklindedir ve bu hadis, ceninin haramlığına bir hüccettir, demişlerdir. Bu yanlıştır. Çünkü nadisin öncesi vardır: Onlar Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sormuşlar ve:

 

Ya Rasulallah! Biz koyunu kesiyoruz ve karnında cenin (yavru) buluyoruz, yiyebilir miyiz? demişler, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de:

 

Eğer isterseniz yeyiniz. Çünkü onun tezkiyesi, annesinin boğazlanmasıdır. buyurmuştur.

 

Kıyas da ceninin helal olmasını gerektirir. Çünkü o, ana karnında olduğu sürece, annenin bir parçası olmaktadır. Annenin boğazlanması ise bütün uzuvların tezkiyesi demektir. Şeriat sahibinin; "Onun tezkiyesi, annesinin boğazlanmasıdır." ifadesi ile işaret etmek istediği şey de budur. Onun boğazlanması nasıl diğer organlarının tezkiyesi demek ise ceninin de tezkiyesidir. Dolayısıyla Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cenin etinin yenileceğine dair açık sünneti bulunmasaydı bu kez sahih kıyas yine onun helal olmasını gerektirecekti.

 

13- Kurutulmuş et: Sünen'de Sevban (r.a.) anlatır: Bir sefer sırasında Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) için bir koyun kesmiştim. Bana: "Onun etini kurut!" buyurdular. Ondan Medine'ye gelinceye kadar, peygamberimize yedire geldim.

 

Kurutulmuş et, pastırmadan daha faydalıdır, bedeni güçlendirir, kaşıntı doğurur. Zararı, soğuk ve rutubetli baharatla bertaraf edilir. Sıcak mizaçlılar için elverişlidir.

 

Pastırma, sıcak kuru ve kurutucudur. İyisi, semiz ve rutubetli olanıdır. Bağırsak ağrılarına (kulunç) neden olur. Zararı süt ve yağ ile pişirilmek suretiyle giderilir. Sıcak ve rutubetli mizaçlı kimselere elverişlidir.

 

 

82- Kuş Etleri:

 

Allah Teala, cennetliklerden bahsederken: "Canlarının çektiği kuş eti ile (etraflarında dolanırlar)", buyuruyor.[Vakıa, 21]

 

Bezzar'ın Müsned'inde merfu olarak şöyle buyrulur: "Şüphesiz ki sen cennette bir kuşa bakar ve onu arzu edersin. Derhal o, kızartılmış olarak önüne düşer.

 

Kuşlardan bazıları helal, bazıları da haramdır: Haram olanlar; çakır doğan, doğan ve şahin gibi pençeli olanlar, kerkenez, kartal, leylek, saksağan, alaca karga, kara karga gibi leş yiyenler; hüdhüd (ibibik) ve göçken (surad) gibi öldürülmesi yasak olanlar; çaylak (hıdee) ve karga gibi öldürülmesi emredilen kuşlardır.

 

Helal olanların ise çeşitli sınıfları vardır:

 

1- Tavuk: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tavuk yediği Sahihayrfda. belirtilmiştir.

 

Tavuk, sıcak ve birinci derecede rutubetli özellik arzeder. Mideye hafiftir. Hazmı çabuktur, iyi bir karışım olur, beyni ve meniyi arttırır, sesi tasfiye eder, rengi güzelleştirir, aklı güçlendirir, güzel bir kan oluşturur. Rutubete meyillidir. Denildiğine göre devamlı yenmesi "nıkris" denilen ayak zahmetine sebep olurmuş. Ancak bu sabit değildir.

 

2- Horoz eti: Daha sıcak ve daha az rutubetli özellik arzeder. Eskisi ilaçtır ve usfur (veya asfar) tohumu (kurtum) ve durak otu işibs) ile pişirildiği zaman kulunca (bağırsak ağrısına), astıma, yoğun yellere iyi gelir. İyi bir gıdadır, hazmedilmesi çabuktur. Piliçler İse, hazmı çok süratlidir, tabiatı yumuşatır, ondan oluşan kan gerçekten güzel (ince) bir kandır.

 

3- Tiraç kuşu eti: İkinci derecede sıcak ve kuru özellik arzeder; hafif ve hoştur. Hazmı çok çabuktur. Mutedil bir kan oluşturur. Çok yemek gözü keskinleştirir.

 

4- Keklik eti: Güzel kan oluşturur. Hazmı çabuktur.

 

5- Kaz eti: Sıcak ve kurudur. Alışkanlık edinildiğinde kötü bir gıdadır, artığı fazla değildir.

 

6- Ördek eti: Sıcak ve rutubetlidir, artığı fazladır, hazmı zordur, mideye uygun değildir.

 

7- Toy kuşu eti: Sünen'de Bürcyhi b. Ömer b. Sefine hadisinde, ravi dede (Sefine) sahabi, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraber toy kuşu eti yediğini söylemiştir.

 

Toy kuşu eti, sıcak ve kuru, hazmı zor bir özellik arzeder. Çalışıp yorulanlar için faydalıdır.

 

8- Turns eti: Kuru ve hafiftir. Sıcak mı soğuk mu olduğu ihtilaflıdır Sevdavi (kara) bir kan oluşturur. Çalışıp yorulan kimselere uygundur. Boğazlandıktan sonra bırakılmalı ve bir gün veya iki gün sonra yenilmelidir.

 

9- Serçe ve turkay (ya da çekük) kuşu eti Nesai, Sonen'inde rivayet etmiştir: Abdullah b. Ömer (r.a.) Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Eğer bir insan serçe ya da daha küçük bir kuşu hakkını vermeden öldürürse, mutlaka Yüce Allah o kimseden onu sorar." Sordular: "Ya Rasulallah! Onun hakkı nedir?" Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onu boğazlaman ve yemendir, başını koparıp atmamandır." buyurdu.

 

Yine onuri Sünen'inde, Amr b. Şerid'in, babasından rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Kim boş yere bir ser£e öldürürse, o serçe: 'Ya Rabbi! Beni falanca boş yere öldürdü, bir fayda için öldürmedi.'' diye Allah'a tazarru ve niyazda bulunur."

 

Serçe eti, sıcak ve kurudur, tabiatı tutar, şehveti arttırır, çorbası tabiatı yumuşatır, mafsallara fayda verir. Beyni zencefil ve soğanla yendiği zaman cima arzusuna heyecan katar. Midede iyi bir karışım oluşturmaz.

 

10- Güvercin eti: Sıcak ve rutubetlidir, iç organları daha az rutubetlidir. Civcivleri daha rutubetli özellik arzeder. Yeni uçabilenlerinin eti daha hafiftir, gıdası da iyidir. Erkek güvercin eti gevşeme, uyuşma, sekte ve titremelere karşı şifadır. Nefeslerini koklamak da aynı şekildedir. Civcivlerini yemek siyatiğe karşı yardımcı olur. Böbreklere iyi gelir. Kanı arttırır. Hakkında asılsız hadisler uydurulmuştur. Güya bir adam Hz. Peygamber'e yalnızlıktan şikayet edince: "Kendine güvercinden bir eş edin." buyurmuş. Bundan sıhhatçe daha iyisi şudur: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir adamı bir güvercini izlerken görmüş ve: "Bir şeytan bir şeytanı takip ediyor." buyurmuştur.

 

Hz. Osman (r.a.), hutbesinde, köpeklerin öldürülmesini ve güvercinlerin boğazlanmasını emrederdi.

 

11- Bağırtlak kuşu eti: Kuru özelliklidir. Kara safra meydana getirir, tabiatı sıkar. En kötü gıdalardandır. Ancak istiska'ya (vücudun bir tarafında su toplanması) karşı fayda verir.

 

12- Bıldırcın eti: Sıcak ve kuru özelliklidir. Mafsallara iyi gelir. Sııcak özellikli karaciğere zararlıdır. Zararı sirke ve kişnic tohumu (küsfüre) ile giderilir.

 

Kokuşmuş ve pis yerlerde olan kuşların etlerinden sakınmak gerekir. Bütün kuş etleri, hayvan etlerinden daha çabuk hazmedilirler. Daha çabuk hazmolunan ve daha az gıdalı olan yerleri ise boyun ve kanat kısımlarıdır. Beyinleri (dimağ) hayvan beyinlerinden daha iyidir.

 

13- Çekirge : Sahihayn'da rivayet edilir: Abdullah b. Ebi Evfa (r.a.): "H.. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile çekirge yiyerek yedi gaza (sefer) yaptık." demiştir.

 

Müsned'de ise Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Bize iki meyte (ölü), iki kan helal kılındı: Balık ve çekirge; karaciğer ve dalak." Bu hadis hem merfu, hem de İbn Ömer'e (r.a.) mevkuf olarak rivayet edilir.

 

Çekirge, sıcak ve kuru özelliklidir, az gıdalıdır. Devamlı yenilmesi zayıflatır. Buharına durulduğu zaman sidik damlaması ve işeme zorluğuna -özellikle de kadınlar için- iyi gelir. Basurlar için buharına durulur. Semizleri akrep sokmasına karşı kızartılır ve yenilir. Saralılar için zararlıdır. Midede karışımı kötüdür. Sebepsiz ölmüş olanların mübahlığı konusunda iki görüş vardır: Çoğu ulemaya göre helaldir. İmam Malik haram saymıştır. Baskı, yangın vb. gibi bir sebeple ölmesi durumunda helal olduğunda herhangi bir ihtilaf yoktur.

 

Devamlı et yememek uygun olur. Çünkü demevi ve şişmanlıklarla ilgili hastalıklara, akut hummalara sebep olabilir. Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: "Etten sakınınız. Çünkü o, şarabın alışkanlık doğurduğu gibi alışkanlık doğurur. Bu haberi Malik, Muvatta'da Hz. Ömer'den rivayet etmiştir. Hipokrat ise: "İçinizi hayvanların makberi kılmayınız." dermiş.

 

 

83- Leben - Süt:

 

Allah Teala şöyle buyurur: "Hayvanlarda da size ibretler vardır. Bağırsaklarındakiler ile kan arasından, içenlere halis ve içimi kolay süt içiririz."[Nahl, 66]; Cennetten bahsederken: "Orada temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları... vardır."[Muhammed, 15] buyurmuştur.

 

Sünen'de merfu olarak şöyle buyrulur: "Kime Allah bir yemek yedirirse o: 'Allah'ım bunu bizim için bereketli kıl, bizi ondan daha hayırlısı ile rızıklandır, desin. Kime de süt içirirse o: 'Allah'ım! bunu bize bereketli kıl, ve ondan bize daha ver' desin. Çünkü ben yiyecek ve içecekler içerisinde sütten başka yeterli olanı bilmiyorum."

 

Süt, her ne kadar görünüşte basit gözüküyorsa da ashnda yaratılışında üç cevherden tabii olarak terkip edilmiş mürekkep bir içecektir: Peynir cevheri, tereyağı cevheri ve su cevherinden meydana gelmiştir. Peynir cevheri, soğuk ve rutubetlidir, bedene gıda verir. Tereyağı cevheri, mutedil hararet ve rutubet arzeder, sağlam yapılı insan bedenine uygundur, menfaatleri çoktur. Su cevheri, hararetli ve rutubetlidir, tabiatı bırakır, bedene rutubet verir. Genel olarak süt, mutedilden daha soğuk, daha rutubetlidir.

 

"Sağıldığı sırada kuvveti, hararet ve rutubettir." de denilmiştir. "Hararet ve soğuklukta mutedildir." diyenler de olmuştur.

 

Sütün en kaliteli zamanı sağıldığı zamandır. Sonra giderek değeri azalır. Sağıldığı sırada daha az soğuk, daha çok rutubetli özellik arzeder. Ekşidiği zaman bunun aksi olur. Doğumdan kırk gün sonraki süt tercih edilir. En kalitelisi son derece beyaz, kokusu güzel, tadı lezzetli, hafif tatlımsı, orta derecede yağlı olan, ne çok ince ne çok koyu olmayan, genç ve sağlıklı, orta etli, otlak ve sulağı iyi olan bir hayvandan sağılan süttür.

 

Süt güzel bir kan oluşturur, kuru özellikli bedeni rutubetlendirir, güzel bir gıda verir, kuruntu, keder ve sevdalı hastalıklara iyi gelir. Bal ile içildiği zaman, dahili yaraları kokuşmuş unsurlardan arındırır. Şekerle birlikte içildiği zaman, rengi gerçekten güzelleştirir. Süt cimanın zararını telafi eder, göğüs ve akciğere iyi gelir, veremli kimseler için çok elverişlidir. Baş, mide, karaciğer ve dalağa iyi gelmez. Fazla süt içmek dişlere ve diş etlerine zararlıdır. Bu yüzden sütten sonra ağız su ile gargara yapılmalıdır. Sahihayn'da belirtildiği üzere: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) süt içmiş, sonra su istemiş ve ağzını gargara ederek: "Onun yağı vardır." buyurmuştur.

 

Hummalı kimselere, başı ağrıyanlara iyi gelmez. Beyine ve zayıf başa eza verir, devamlı süt içmek göz kararması ve perdelenmesine, mafsal ağrılarına, karaciğer tıkanıklıklarına, mide ve karında şişliklere neden olabilir. Bal ve zencefil vb. ile zararı izale edilir. Bütün bunlar süte alışkın olmayan kimseler içindir.

 

a) Koyun sütü: Sütler içerisinde en koyu ve rutubetli olanıdır. Keçi ve inek sütünde bulunmayan ölçüde yağlı ve kötü bir kokusu vardır. Balgamlı artıklar doğurur. Devamlı alındığı zaman cildde beyazlık meydana getirir. Bu tür etkisinin az olması için içine su katılması uygun olur. Susuzluğu teskini çok süratlidir, soğukluk vermesi de bir hayli çoktur.

 

b) Keçi sütü: İnce ve mutedildir, karnı bırakır, kuru bedeni rutubetlendirir, boğaz ağrılarına, kuru öksürüğe ve kan tükürmeye karşı iyi gelir.

 

Mutlak anlamda süt, insan bedeni için en faydalı içecektir. Çünkü hem gıda verir, hem kan yapar; insan çocukluk döneminde ona alışkındır, asli fitrata uygundur. Sahihayn'da miraç olayında anlatıldığına göre Hz. Peygam ber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) isra gecesinde bir kadeh şarapla, bir kase süt sunulmuş. O her ikisine de bakmış ve süt kasesini almıştı. Bunun üzerine Cebrail (a.s.): "Seni fıtrata uygun olana hidayet eden Allah'a hamdolsun. Eğer şarabı alsaydın ümmetin taşkınlık yapar, azardı." demiştir.

 

Ekşi süt iyi değildir, ham bir karışım oluşturur. Sıcak özellikli mideler onu hazmeder ve ondan faydalanabilir.

 

c) İnek sütü: Bedene gıda verir ve onu geliştirir, itidalli biçimde karnı tutar. İncelik ve koyulukta, yağ oranında keçi ile koyun sütü arasında en uygun ve en üstün sütlerden birisidir. Sünen* de merfu olarak rivayet edilen İbn Mes'ud (r.a.) hadisinde: "İnek sütüne devam ediniz. Çünkü o her bir ottan otlar." buyrulmuştur.

 

d) Deve sütü: Faslın başında sözü geçti. Orada faydalarından bahsedildi. Tekrara gerek duymuyoruz.

 

 

84- Lüban Boswellia Carterii, Akgünlük:

 

"Kündür" de tabir edilir. Hakkında Hz. Peygamberden (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evlerinizi lüban ve satir otu ile buharlandırınız." şeklinde bir hadis nakledilmişse de, O'ndan böyle bir hadis sahih değildir. Ancak Hz. Ali'nin, kendisine unutkanlıktan şikayetçi olan birisine: "Lüban (akgünlük) kullanmalısın; çünkü o kalbi cesaretlendirir, unutkanlığı giderir." dediği rivayet edilmektedir. Zikredildiğine göre İbn Abbas (r.a.): "Aç karnına şekerle birlikte içilmesi işemek ve unutkanlık için iyidir." demiştir. Yine Enes (r.a.) kendisine unutkanlıktan şikayetçi olan bir adama: "Lüban'a (kündür) devam et. Akşamdan ısla, sabaha girdiğinde, aç karnına ondan iç. Çünkü o unutkanlığa karşı çok iyidir." demiştir.

 

Bunun açık ve tabii bir sebebi vardır. Şöyle ki; unutkanlık dimağa galebe çalan soğuk ve rutubetli mizacın kötülüğünden olduğu zaman, beyin hafıza gücünü gereği gibi çalıştıramaz ve ezberleyemez. Bu durumda lüban (akgünlük) ona fayda verdir. Ama unutma, arızi olan bir şeyin galebesinden kaynaklanıyorsa, rutubet verici özellikli şeylerle onun derhal izalesi mümkündür.

 

Aralarında şu fark vardır: Kuru özellikli olanın arkasından uykusuzluk ve şimdiki olanların değil de geçmişte olan şeylerin hıfzı gelir. Rutubetli özellikli olanın durumu ise tersinedir.

 

Unutkanlığı bazı özellikli şeyler doğurur: Ense çukurundan hacamat olmak, devamlı yaş küzbüre (kişnic) ve ekşi elma yemek, aşırı düşünce ve gam, durgun suya bakmak ve içine işemek, asılmış kimseye bakmak, mezar kitabelerini çokça okumak, yanyana giden iki deve arasında yürümek, havuzlara bit atmak, fare artığını yemek bunlardandır. Bunların çoğu tecrübe ile bilinmektedir.

 

Lüban (akgünlük), ikinci derecede ısıtıcı, birinci derecede kurutucudur, birazcık tutucu özelliği vardır. Faydaları çok, zararları ise azdır. Faydalarından bir kısmı şunlardır: Kan fışkırmasına, kan gitmesine, mide ağrısına, karın gitmesine fayda verir. Yemeği hazmettirir, yelleri çıkarır. Göz yaralarını temizler, sair yaralarda et bitirir. Zayıf mideleri güçlendirir ve onları ısıtır. Balgamı kurutur, göğüs rutubetlerini emer, göz kararmasını giderir. İnatçı yaraların yayılmasını önler. Yalnız başına veya İran sabiri ile çiğnendiği zaman balgamı çeker. Dil tutulmasına karşı iyi gelir. Zihni açar ve arındırır. Su ile buğulandırıldığında vebaya karşı iyi gelir ve havanın kokusunu güzelleştirir.

 

 

85- Ma, Su:

 

Su hayatın maddesi, içeceklerin efendisidir. Kainatı oluşturan unsurlardan biri hatta asli unsurudur. Çünkü gökler suyun buharından, yeryüzü köpüğünden yaratılmış, Allah her canlıyı ondan halketmiştir.

 

O gıda verir mi, yoksa sadece gıdaya etki mi eder konusunda iki görüş vardır. Daha önce hangisinin daha üstün olduğunu ve delillerini zikretmiştik.

 

Su soğuk ve rutubetli özellik arzeder, harareti önler, bedeni ve rutubetini muhafaza eder, çözümlenenlerin yerini doldurur, gıdaları inceltir ve onları damarlara gönderir.

 

Suyun kaliteli olması için şu on şart aranır:

 

1. Rengi son derece saf olmalıdır.

2. Asla kokusu olmamalıdır.

3. Tadı Nil ve Fırat sulan gibi güzel ve hoş olmalıdır.

4. Ağırlığı hafif ve İnce kıvamlı olmalıdır.

5. Kaynak ve aktığı yollar temiz ve güzel olmalıdır.

6. Kaynağı uzakta olmalıdır.

7. Güneş ve rüzgara açık olmalıdır. Yer altında gizli olmamalıdır.

8. Hareketli ve hızlı akışlı olmalıdır.

9. Suyu bol olmalı, karışan yabancı maddeleri dışarı alabilmelidir.

 

10. Döküldüğü yer de suyun kalitesini bildirir. İyi su ya kuzeyden çıkarak güneye doğru bir yol almalı, yahut da batıdan doğuya doğru bir mecra izlemelidir.

 

Bu on vasıf üzerinde düşünecek olursanız, bunların sadece şu dört nehirde tam olarak bulunduğunu göreceksiniz: Seyhan, Ceyhan, Nil ve Fırat.

 

Sahihayn'aa Ebu Hureyre hadisinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Seyhan, Ceyhan, Nil ve Fırat; hepsi de cennet ırmaklarındandır." buyurmuştur.

 

Suyun hafifliği, şu üç şey ile anlaşılır: 1) Çabuk soğur, çabuk ısınır. Hipokrat: "Çabuk ısınıp çabuk soğuyan su en hafif sudur." demiştir. 2) Tartı ile anlaşılır. 3) Aynı ağırlıkta iki pamuk aynı miktardaki farklı iki su ile ıslatılır ve iyice kurutulur, sonra tartılır. Hangisi daha hafif ise onu ıslatan su, diğerinden daha hafiftir.

 

Su, asli konumunda her ne kadar soğuk ve rutubetli ise de, arızi sebeplerle bu özelliği değişiklik gösterebilir. Şöyle ki; diğer yönlere kapalı olup sadece kuzey rüzgarına açık olan su soğuk olmakla birlikte, içinde biraz da kuzey rüzgarından almış olduğu kuruluk özelliği gösterir. Diğer yönler için de avnı durum söz konusudur.

 

Madenler arasından kaynayan su, o madenin özelliğini gösterir ve bedene o madenin etkisi gibi etki yapar. Tatlı su, hem hasta hem de sağlıklı kimselere faydalıdır. Soğuk olanı daha faydalı ve tatlıdır. Aç karnına içilmesi uygun değildir. Hemen cimadan sonral, uyanır uyanmaz, hamamdan çıktıktan sonra, meyve akabinde içilmemelidir. Daha önce geçmişti. Yemek üzerine içmede, eğer bir zaruret varsa, bir sakınca yoktur. Hatta içmelidir, fakat az ve emerek içmelidir. Böyle yaparsa asla zarar vermez. Aksine mideyi güçlendirir, şehveti uyandırır, susuzluğu giderir.

 

Ilık su, şişkinlik yapar ve az önceki zikrettiklerimizin aksi tesirde bulunur. Üstünden bir gece geçen su, tazesinden daha iyidir. Daha önce geçti. Soğuk su, içende dışarıdaki faydasından daha çok fayda verir. Sıcak su ise, bunun aksinedir. Soğuk su kan kokuşmalarına, buharların başa doğru yükselmesine karşı fayda verir, kokuşmaları önler; sıcak özellik gösteren mizaç, diş, zaman ve mekanlara uygun gelir; soğuk algınlığı ve şişkinlikler gibi olgunlaşma ve çözümlenmeye ihtiyaç gösteren her duruma karşı zararlıdır. Aşırı soğuk olduğunda dişleri sızlatır; devamlı soğuk su içmek, damar çatlamasına, nezlelere, göğüs ağrılarına sebep olabilir.

 

Aşın derecede soğuk ve sıcak su, sinirler ve pek çok organlara karşı zararlıdır. Çünkü aşırı sıcak su çözümleyici, aşırı soğuk da yoğunlaştırıcıdır. Sıcak su sert karışımların verdiği yanmaları teskin eder; çözümleyici ve olgunlaştırıcıdır, artıkları dışarı çıkarır, rutubet ve ısı verir; içildiği zaman hazmı bozar; yemeği midenin yüzüne çıkarır ve mideyi gevşetir. Susuzluğu hemen söndürmez, bedeni bıraktırır, kötü hastalıklara sebebiyet verir, pek çok hastalıklara karşı zararlıdır. Ancak yaşlı ve saralılara, soğuk özellikli baş ağrısına, göz ağrısına iyi gelir. Haricen kullanılması daha faydalıdır.

 

Güneş tarafından ısıtılmış su hakkında sahih ne bir hadis ne de bir haber (eser) mevcut değildir. Eski tabiplerden hiç biri de onu hoş görmeyip, kötülememişlerdir. Aşırı sıcak su böbrek yağlarını eritir. Gayn harfinde yağmur suları hakkında söz edilmişti. (Gays maddesi).

 

a) Kar ve dolu suyu: Sahihayn'da sabit olduğu üzere Hz. Peygamt er çeşitli münasebetlerle yaptığı duasında: "Allah'ım! Beni hatalarımdan i:ar dolu suyu ile yıka!" buyururdu.

 

Kar, mahiyet itibariyle sert ve dumanlı özellik arzeder. Suyu da aynı şekildedir. Hataların, kalbin serinletilmesine, güçlendirilmesine ve sertleştirilmesine duyulan ihtiyaçtan dolayı kar suyu ile yıkanması talebindeki hikmetin izahı daha önce geçmişti. Bundan hem bedeni, hem de kalbi hastalıkların zıdları ile tedavi edilmeleri ilkesinin çıkarıldığı yine orada belirtilmişti.

 

Dolu suyu, kar suyundan hem daha ince hem de daha lezzetlidir. Buz suyu ise, aslı olan su özelliğini gösterir.

 

Kar, iyilik ve kötülük bakımından üzerine yağdığı dağ ve toprakların özelliğini kazanır. Hamamdan çıktıktan, cimadan, spordan, sıcak yemekten hemen sonra karlı su içmemek gerekir. Aynı şekilde öksürenler, göğüs ağrısı çekenler, karaciğer zayıflığı olanlar, soğuk özellikli mizaca sahip kimseler de karlı su içmemelidirler.

 

b) Kuyu ve yeraltı boru suları: Kuyu sularının letafeti azdır, yer altı boru suları ise ağırdır. Çünkü kuyu gömüde olup, kokuşmalardan hali değildir. Boru sulan ise hava ile temas halinde değildir, hava ile temas edip üzerinden bir gece geçmedikçe içilmemelidir. En kötüsü de kurşun borularda akıtılan, ya da kuyusu harap olan sulardır. Özellikle toprağı da kötü ise, artık o su korkunç bir veba yuvasıdır.

 

c) Zemzem suyu: Şerefçe suların efendisi, en büyük ve azametlisidir, nefislerin en çok arzuladığı, fiyatça da en yüksek ve en nefis olanıdır. O Cibril'in (a.s.) yere ayağım vurması neticesinde Yüce Allah tarafından ilk etapta Hz. İsmail'in su ihtiyacını gidermek için çıkarılmıştır.

 

Sahih'tt sabit olduğu üzere Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Kabe ve örtüsü arasında Zemzem'den başka azığı olmaksızın geceli gündüzlü kırk gün geçiren Ebu Zer'e: "Şüphesiz o (Zemzem), doyurucu bir yemektir." buyurmuştur Başkaları bu ifadeye, "Ve hastalıklara şifadır." sözünü de eklemişlerdir.

 

İbn Mace'de ise Cabir b. Abdillah (r.a.) hadisinde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Zemzem suyu ne niyetle içilirse öyle olur," buyurmuştur. Bazıları bu hadisi Muhammed b. el-Münkedir'den rivayet etmekte olan ravi Abdullah b. el-Müemmel yüzünden zayıf bulmuşlardır. Biz, Abdullah b. el-Mübarek'ten rivayet etmiştik. Bu zat hacc ettiğinde Zemzem'e geldi ve: "Ey Allah'ım! İbn Ebi'l-Mevali, Muhammed b. el-Münkedir'den, o Cabir'den (r.a.), o da Peygamber'inden (Sallallahu aleyhi ve Sellem): 'Zemzem suyu ne niyetle içilirse öyle olur' buyurduğunu naklediyor. Ben onu kıyamet gününün susuzluğunu gidermesi için içiyorum." dedi. İbn Ebi'l-Mevali sikadır. Şu halde hadis hasendir. Bazıları o hadisi sahih bulurken, bazıları da mevzu saymışlardır. Her ikisi de tahkiksiz söylenmiş sözlerdir.

 

Bizzat kendim ve daha başkaları Zemzem ile şifa bulmayı tecrübe etmiş ve şaşılacak tesirlerini görmüşüzdür. Ben çeşitli hastalıkların şifasını onda aradım ve Allah'ın izni ile iyileştim. Pek çok sayıda kimselerin yarım ay boyunca, daha az veya daha çok müddetle sadece onunla gıdalandıklarım, hiçbir açlık hissetmediklerini, insanlarla birlikte onlardan biri gibi tavaf ettiklerini müşahade etmişimdir. Biri bana tam kırk gün Zemzem'le idare ettiğini, bu arada eşi ile cima edebilecek, oruç tutup defalarca tavaf edebilecek gücünün bulunduğunu söylemiştir.

 

d) Nil suyu: Cennet nehirlerinden birisidir. Kaynağı Habeş ülkesinin en uzak noktalarında, Kamer dağlarının arkasındadır. Orada yağmur suları toplanır, seller birbirini destekler ve böylece Allah NiFi çöl bir toprak üzerinden Kuzey'e doğru sürükler. Onunla ekin çıkarır, ondan insanlar ve hayvanlar yerler. Yüce Allah'ın Nü'i akıttığı topraklar çöl topraklarıdır, katıdır; normal yağmur yağacak olsa onunla o toprağın suya kanması ve bitki bitirmesi mümkün değildir. Normalin üstünde yağacak olsa bu kez de, evler barklar, orada meskun olanlar zarar görecek ve yaşama düzeni bozulacak, hayat yürümeyecekti. İşte bu yüzden Allah yağmuru ta uzak yerlere indirdi, sonra bu yağmurları büyük bir nehirde buralara akıttı. Yüce Allah onun taşmasını belli vakitlerde ve ülke topraklarının yeterli düzeyde sulanabileceği bir miktar ve keyfiyette ayarladı. Bütün toprakları suya iyice kandırdığı zaman azalması ve yatağına çekilmesi için izin verdi. Böylece ekim yapılabilmesi imkanı doğdu ve istifade tamamlandı.

 

Nil suyunda, az önce zikredilen, kaliteli bir suda bulunması gereken on vasıf da bulunmaktadır. Böylece o, en latif, en hafif, en tatlı ve en hoş sulardan biri olmaktadır.

 

e) Deniz suyu: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) deniz hakkında: "Onun suyu temizdir; ölüsü de helaldir. " buyurduğunu biliyoruz. Yeryüzünde gerek insanların gerekse hayvanların hayatlarının düzenli ve menfaatlerinin tamam olması için Yüce Allah denizleri acı ve tuzlu kılmıştır. Çünkü denizler daimi ve durgundurlar; içerisinde pek çok canlılar yaşar. Bunlar orada çoğu kez ölürler ve gömülmezler. Eğer bu durumda deniz suyu tatlı olsaydı, devamlılığı ve içerisinde hayvanların ölmesi sebebiyle bozulur ve kokuşurdu. Dünyamızı saran hava tabakası bundan etkilenir ve o da kokuşur, fesada uğrar; neticede bütün dünya fesada giderdi. Yüce Allah'ın herşeyi yerli yerinde yaratan hikmeti, denizlerin tuzla gibi şayet dünyadaki bütün İaşeler, pis kokular, ölüler içerisine atılacak olsa bozulmayacak, değişmeyecek şekilde kalmasını gerektirdi; yaratıldığından kıyamete dek kalmasına rağmen kokuşmamasını gerektirdi ve denizler öyle yaratıldı. Bu denizlerin tuzlu olmasını gerektiren gai sebebidir. Onun fiili olarak tuzlu olmasını intaç eden etkin sebep de, zenininin tuzlu ve çorak olmasıdır.

 

Deniz suyu ile yıkanmak, deride bulunan pek çok afetlere karşı faydalıdır. İçmek dahili ve harici zararlara sebep olur. Çünkü karnı bırakır, zayıflatır, kaşıntı ve uyuz doğurur, şişkinlik ve susuzluk meydana getirir. Deniz suyunu içmek zorunda kalan kimseler için, zararını giderme amacı ile yapabileceği bazı yollar vardır:

 

Bunlardan birisi şöyledir; Deniz suyunu tencereye koyar, tencere üzerine kamışlar uzatır, onların üzerine de kabartılmış yeni yün koyar. Sonra tencerenin altını yakar. Buharlaşıp da yün buhara doyduğu zaman alır ve bir kap içerisinde sıkar ve bunu defaatle yapar. Yünde tatlı su Buhari toplanır, tencerede ise acı kısım kalır.

 

İkinci bir yol: Sahilde genişçe bir çukur kazar ve deniz suyu onun içerisine sızar; sonra kazdığı çukura yakın ikinci bir çukur kazar ve birinci çukurdaki su oraya sızar. Sonra üçüncüsünü kazar. Su tathlaşıncaya kadar böyle yapar.

 

Bulanık suyu içmek zorunda kalan bir kimse şöyle bir çareye başvurmalıdır: Bulanık su içerisine kayısı çekirdeği veya abanoz (sac) ağacından bir parça atılır veya alevli ucu yanan bir odun, içerisine sokularak söndürülür, yahut kilermeni veya buğday kavutu atılır. Çünkü bu durumda suyun bulanıklığı dibine çöker ve su durulur.

 

 

86- Misk:

 

Sahih-i Müslim'de Ebu Said el-Hudri'den Hz. Peygamberdin (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "En iyi güzel kökü, misktir." buyurduğu nakledilir.

 

Sahihayn'da Hz. Aişe şöyle der: "Ben Hz. Peygamber'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihrama girmeden önce ve kurban bayramının ilk günü Ka'be'yi tavafından önce, içinde misk bulunan bir koku ile kokulardım."

 

Misk, kokuların kiralıdır, en üstünü, en iyisidir, onunla darbımesel getirilir, diğerleri hep ona benzetilir, o bir başkasına benzetilmez. Cennette sıddıkların makamı ondandır.

 

Misk ikinci derecede sıcak ve kuru özellik arzeder. Nefsi sevindirir ve onu güçlendirir. Bütün iç organları koklamak ya da içmek yoluyla güçlendirir. Üzerine sürülmek sureti ile de, dış organları takviye eder. Yaşlılar, üşüyenler için özellikle de kış mevsiminde faydalıdır. Bayılma ve hafakanlar için iyidir. Bol harareti harekete geçireceği için zayıflığa iyi gelir. Gözün beyazını cilalar, rutubetini emer, orada ve bütün uzuvlarda bulunan yelleri indirir, zehirin etkisini ortadan kaldırır, yılan ısırmalarına iyi gelir. Faydaları gerçekten pek çoktur. En güçlü ferahlatıcı maddelerden birisidir.

 

 

87- Mercencuş, Majorane Hortensis, Macuran Otu / Mercanköşk / Merzenküş:

 

Hakkında sıhhatini bilmediğimiz bir hadis vardır ve şöyle denmektedir: "Mercanköşke devam ediniz. Çünkü o, soğuk algınlığı için iyidir."

 

Mercanköşk, üçüncü derecede sıcak, ikinci derecede kurudur. Koklanması soğuk özellikli baş ağrısına; balgam, kara safra, soğuk algınlığı ve yoğun yellerden olan baş ağrılarına iyi gelir. Başta ve burun deliklerindeki tıkanıklıkları açar. Soğuk Özellikli çoğu şişlikleri çözümler, soğuk ve rutubetli özellik arzeden ağrı ve şişliklerin çoğuna fayda verir. Üzerinde taşımldığında aybaşı kanını söktürür ve hamile kalınmasına yardımcı olur. Kuru yaprakları ufalanır ve ısıtılıp sarılırsa, göz altında arız olan kan lekelerini giderir. Lapası sirke ile sargı yapıldığında akrep sokmasına iyi gelir. Yağı, sırt ve dizkapağı ağrılarına karşı faydalıdır. Yorgunluğu giderir. Onu sürekli koklayan kimsenin gözlerine su inmez. Acı badem yağı ile suyu buruna çekildiğinde, burun deliklerindeki tıkanıklıkları açar, orada ve başta arız olan yellere karşı faydalıdır.

 

 

88- Müh , Tuz:

 

İbn Mace Siinen'inde Enes'ten (r.a.) merfu olarak: "Katıklarınızın efendisi tuzdur." buyurulduğunu rivayet eder. Bir şeyin efendisi, o şeyi ıslah edip, düzene koyan demektir. Katıkların çoğunluğu ancak tuz ile kıvamını, tadını bulur. Bezzar'ın MüsnecTinde merfu olarak şöyle buyurulduğu nakledilir: "Çok geçmez insanlar içerisinde yemekteki tuz gibi olursunuz. Yemek ancak tuz ile kıvamını bulur."

 

Bağavi, Tefsirinde Abdullah b. Ömer'den (r.a.) merfu olarak şöyle buyurulduğunu zikreder: "Allah gökten yeryüzüne dört bereket indirmiştir: Demir, ateş, su, tuz." Hadisin mevkuf olması daha uygun gözükmektedir.

 

Tuz, insanların bedenlerini ve yiyeceklerini düzene sokar, karıştırıldığı herşeyi, hatta altın ve gümüşü bile ıslah eder. İçerisinde bulunan bir kuvvet sebebiyle altının sarılığını, gümüşün de beyazlığını arttırır. Cilalayın ve çözümleyici, yoğun rutubetleri giderici ve onları emici, bedenleri takviye edici, kokuşma ve bozulmalarını önleyici, yaralı uyuza fayda verici özellikleri vardır.

 

Onunla sürme çekildiğinde, gözde bulunan fazla eti söker. "Zafere" ve "enderani" denilen, kaynağı kaplayan tabaka ile aşırı beyaz olan kısmı bu hususta daha da etkilidir. İnatçı, pis yaraların yayılmasını önler, dışkıyı indirir; karında su toplayan kimselerin karınları onunla oğulduğu zaman iyi fayda verir; dişleri arındırır, kokuşmaları giderir; diş etlerini takviye eder ve güçlendirir. Faydaları gerçekten çoktur.

 

 

89- NahI, Phoenix Dactylifera, Hurma Ağacı:

 

Kur'an'da birçok yerde geçer. Sahihayn'da İse İbn Ömer (r.a.) şöyle anlatır: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında iken, bir de baktık hurma özü getirildi, Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):

 

— Gerçekten ağaçlar içerisinde bir ağaç vardır ki, yaprağı düşmez. Bu ağaç müslümanın misalidir. Şimdi bana söyleyin, bu ağaç nedir? buyurdu. Bunun üzerine cemaatin zihinleri kirlardaki ağaçlara takıldı.

 

Benim içimden bunun hurma olduğu geçti. O hurmadır diyecek oldum. Sonra baktım ben cemaatin içerisinde yaşça en küçük olanıyım. Bu yüzden sustum. Hz. Peygamber:

 

— O hurma ağacıdır, buyurdu.

 

Ben bunu (babam) Ömer'e andığımda şöyle dedi:

 

— Eğer söyleseydin, o benim için şundan şundan daha makbul olurdu.

 

Bu hadisten şu neticeleri çıkarabiliriz:

 

1- Alim olan zat talebeleri için meseleleri vaz edip, onları yetiştirmek için görüşlerini alabilir ve onları deneyebilir.

 

2- Darbımesel ve teşbihler yapılabilir.

 

3- Sahabe, büyüklerine karşı hayalı ve saygılıdırlar, büyük yanında konuşmaktan kendilerini tutarlar.

 

4- Kişi, oğlunun başarısı ve doğruya ulaşmasından dolayı ferahlık duyar, sevinir.

 

5- Çocuğun babası huzurunda -baba bilmese bile- bildiği bir şeyi söylemesi mekruh değildir, bunda babaya karşı bir edepsizlik manası yoktur.

 

6- Faydasının devamlı, gölgesinin her zaman olması, meyvesinin hoş ve güzelliği ve daimi olarak bulunması gibi özelliklerinden dolayı müslüman, hurma ağacına benzetilmiştir.

 

Meyvesi hem yaş hem kuru iken; hem koruk hem olgun iken yenilir. O hem bir gıda hem de devadır; hem yemek hem tatlıdır; hem içecek hem meyvedir. Gövdesi bina, alet edevat ve kap imalinde kullanılır. Yaprağından hasır, zenbii, kap ve yelpazeler vb. yapılır. Lifinden ip yapılır, yastık vb. içi doldurulur. Geriye kaldı çekirdeği, o da deve yiyeceğidir. İlaç ve sürmelikler içerisine katılır. Sonra meyvesinin ve endamının güzelliği, manzarasının hoşluğu, meyvelerinin ahenkli biçimde dizilişi, çekiciliği ve letafeti insanın içini ferahlatır, hoş bir neşe verir. Onun görülmesi yaratıcısının ve O'nun eşsiz sa natını, kudretinin kemalini, hikmetinin sonsuzluğunu hatırlatır. Ona mü'mir kişiden daha çok benzeyen başka bir şey yoktur. Çünkü mü'min mahza ha yırdır, açık, gizli mutlak faydadır.

 

O öyle bir ağaçtır ki, kütüğü (yeni bir minber yapılması münasebeti ile Hz. Peygamber'in kendisinden ayrılması anında O'na olan şevki, sözünü din lemeye olan iştiyakı neticesinde ahu figan eylemiştir. Meryem validemiz Hz İsa'yı doğuracağı zaman onun altına inmiştir. İsnadında tereddütler bulunai bir hadiste onun hakkında: "Halanıza, hurma ağacı ikram ediniz. Çünkü Adem'in yaratıldığı topraktan halkedilmiştir." buyurulmuştur.

 

İnsanlar asmanın mı hurmadan, yoksa hurmanın mı asmadan daha üs tün olduğunda ikiye ayrılmışlardır. Yüce Allah, Kitab'ında pek çok yerde he ikisini de yan yana zikretmiştir. Her biri diğerine ne kadar da yakındır Bununla birlikte her biri kendi bitiş yerinde, toprağının uygun olduğu yerd daha üstün, daha faydalıdır.

 

 

90- Nercis N. Tazzetta, Nergis:

 

Hakkında aslı olmayan bir hadis vardır. Güya Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuş: "Nergis koklamaya devam ediniz; çünkü kalpte delilik, cüzzam ve baras (alaca hastalığı) çekirdeği bulunur. Onu ancak nergis koklamf keser."

 

Nergis, ikinci derecede sıcak ve kuru özelliklidir. Kökü sinirlere kada; ulaşan yaraları ıslah eder; yıkayıcı, arındırıcı, cezbedici bir gücü vardır. Pişirilip suyu içildiği zaman veya haşlanarak yenildiği zaman kusmayı harekete geçirir, midenin dibindeki rutubeti cezbeder. Kara burçak ve bal ile pişirildiği zaman, yaraların kirlerini arındırır ve zor olgunlaşan çıbanları parçalar.

 

Çiçeği mutedil bir hararette ve hoştur; soğuk özellikli soğuk algınlığına iyi gelir. Kuvvetli bir çözümleyici gücü vardır, dimağ ve burun deliklerindeki tıkanıklıkları açar; rutubetli ve kara safralı beş ağrılarına fayda verir, sıcak özellikli başları ağrıtır.

 

Soğanı, sert olarak bölünüp dikildiğinde iki katı olur. Onu kışın sürekli koklayan kimse, yazın "birsam" denilen bir nevi delilikten emin olur. Balgam ve kara safra safradan hasıl olan baş ağrılarına karşı fayda verir. Kalbi ve beyni güçlendirici, pek çok hastalıkları giderici bir koku özelliği vardır. Teysir sahibi: "Onu koklamak, çocuklardaki sarayı giderir." demiştir.

 

 

91- Nevre , Har/eme:

 

İbn Mace ümmü Seleme'den nakleder: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temizlik yapmak istediği zaman avret yerinden başlar ve harzeme (nevre) sürer, bedeninin diğer yerlerine de ailesi sürerdi." Harzeme hakkında birçok hadis varid olmuştur. En iyisi bu naklettiğimizdir.

 

Rivayete göre ilk kez hamama giren *ve kendisine harzeme yapılan kimse Süleyman b. Davud (a.s.)'dır. Aslı: İki birim kireç ile bir birim zırnık alınır ve su ile karıştırılır. Olgun laşıncaya ve iyice mavileşinceye kadar güneşte veya hamamda bekletilir. Sonra vücuda sürülür ve etkisini gösterecek kadar oturulur, su dokundurulmaz, sonra yıkanır; yakıcı etkisinin giderilmesi için de yerine kına sürülür.

 

 

92- Nebik Flacourtia Cataphracte, Sidr veya Nebik Ağacı:

 

Ebu Nuaym, et-Tıbbu'n-Nebevi'de merfu olarak şu hadisi zikreder: "Adem (a.s.) yeryüzüne indirildiğinde, dünya meyvelerinden yediği ilk şey nebik idi." Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), sıhhatinde ittifak edilen hadislerinde "nebik"ten söz etmiş ve İsra gecesinde sidre-i müntehayı gördüğünü ve onun yemişlerinin (nebik) Hecer destileri gibi olduğunu ifade buyurmuşlardır. Nebik, sidr ağacının (nebik ağacı) meyvesidir. Tabiatı tutar, ishale iyi gelir, mideyi tabaklar, safrayı teskin eder, bedene gıda verir, iştahı açar, balgam doğurur, safralı mide fesadına iyi gelir. Hazmı yavaştır. Kavutu iç organları güçlendirir; safralı mizaçları ıslah eder. Zararı petekli bal ile giderilir.

 

Rutubetli mi, yoksa kuru mu olduğu hakkında iki görüş varsa da, doğrusu şöyledir: Onun rutubetli olanı soğuk ve rutubetli; kurusu ise soğuk ve kurudur.

 

 

93- Hindiba Cichorium Endivia, Yaban Marulu:

 

Hakkında Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aslı olmayan aksine mevzu bulunan üç hadis bulunmaktadır: 1) "Hindiba yiyiniz ve onu silkelemeyiniz. Çünkü Allah'ın hiçbir günü yoktur ki, cennet katrelerinden onun üzerine damlalar inmiş olmasın." 2) "Kim hindiba yer ve üzerine uyursa, ona ne zehir dokunur, ne de sihir." 3) "Hiçbir hindiba yaprağı yoktur ki, üzerinde cennetten bir damla bulunmasın."

 

Hindibanın istihale ve mevsimlerin değişmesi ile değişiklik gösterici bir özelliği vardır: Kış mevsiminde soğuk ve rutubetlidir, yazın sıcak ve kurudur; ilkbahar ve sonbaharda ise mutedildir. Çoğu kez soğukluk ve kuruluğa meyillidir. Tutucu ve soğutucu özelliği vardır; mideye iyi gelir. Pişirilip sirke ile yenildiği zaman, özellikle de kara hindibası karnı tutar, mide için bu dahg da iyidir, daha da tutucudur; mide zayıflığına fayda verir.

 

Lapası, midede arız olan iltihapları izale eder ve nikrise (gut) ve sıcak özellikli göz şişliklerine iyi gelir. Yaprakları ve saplan lapa yapılıp sarıldığ zaman akrep sokmasına karşı fayda verir, mideyi güçlendirir, karaciğerde an; olan tıkanıklıkları açar, soğuk ve sıcak özellikli karaciğer ağrılarına iyi gelir

 

Dalak, damar ve iç organlarda meydana gelen tıkanıklıkları açar, böbrek damarlarını arıtır. Karaciğer için en faydalısı en acı olanıdır. Damıtılan suyu, özellikle yaş raziyane suyu ile katıldığı zaman tıkanıklık doğuran sarılığa karşı fayda verir. Yaprakları inceltilip sıcak özellikli şişlikler üzerine konulduğu zaman, onları serinletir ve çözümler. Midede olan şeyleri temizler, kan ve safranın hararetini söndürür. En uygunu yıkanmadan ve silkinmeden yenilmesidir. Çünkü yıkanıldığı veya silkinildiği zaman, özelliğini kaybeder. Bununla birlikte onda bütün zehirlere karşı fayda veren panzehir (tiryak) özelliği de vardır.

 

Suyu ile sürme çekildiğinde, göz zaafına iyi gelir. Yaprakları panzehir içerisine katılır; akrep sokmasına karşı iyi gelir ve çoğu zehirlere mukavemet eder. Suyu damıtılıp üzerine zeytinyağı döküldüğü zaman, öldürücü ilaçlardan kurtarır. Kökü damıtılıp suyu içildiği zaman yılan, akrep ve eşek arısı sokmalarına iyi gelir. Kökünün salgıladığı sütü, gözün beyazını cilalar.

 

 

94- Vers C. Lonca, Kurkum / Zerdeçöp / Hind Zafranı:

 

Tirmizi, Cami'inde Zeyd b. Erkam'dan naklettiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), zatülcenbe karşı zeytinyağı ve versi tavsiye buyururdu. Katade: "Şikayetçi olduğu taraftan boğazına akıtılır.." demiştir.

 

İbn Mace, Zeyd b. Erkam'dan (r.a.) şöyle nakleder: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), zatülcenbe karşı boğaza akıtılmak suretiyle vers, kust (ud-i hindi) ve zeytinyağı önerirdi."

 

Ümmü Seleme validemizden şöyle dediği sahih olarak bilinmektedir: "Lohusa kadın, doğumundan sonra kırk gün otururdu. Bizden birisi lohusalığı sırasında yüzündeki allıklardan dolayı vers (Hind zafranı) sürerdi."

 

Lügatçi Ebu Hanife şöyle der: "Vers ekilir, kendiliğinden bitmez. Arap topraklarından başka yerde, Arap topraklarından da Yemen ülkesinden başka yerlerde yetiştiğini bilmiyorum."

 

Birinci derecenin ilk haddinde sıcak ve kuru özellik arzeder. En kalitelisi kırmızı ve ele yumuşak geleni ve kepeği az olanıdır. Cilddeki lekeler, kaşıntı yerlerine, deri yüzünde bulunan sivilce ve kabarcıklara sürüldüğünde iyi netice verir. Tutucu ve boyayıcı özelliği vardır. İçildiği zaman barasa (alacalık) iyi gelir.'İçilecek miktarı bir dirhem kadardır.

 

Özellik ve faydaları bakımından deniz kustuna (kust-ı bahri) yakındır. Cilddeki beyazlıklar, kaşıntı, sivilce ve kabarcıklar ile kızıla çalan siyah lekeler üzerine sürüldüğü zaman fayda verir. Vers ile boyanmış elbise cima lezzetini arttırır.

 

 

95- Vesme, Isatis Tinctoria, Yabani Civid Otu:

 

Arapça'da de denilir. Saçı siyahlaştırır. Saçı siyaha boyamanın caiz olup olmaması sırasında sözü geçmiştdi.

 

 

96- Yaktin C. Pepo, Kabak:

 

"Yaktin"den maksat ve, yani kabaktır. Ancak "Yaktin" kelimesi daha geneldir. Çünkü sözlükte, karpuz, acur, hıyar gibi sapı (sakı) üzere durmayan her bitkiye "yaktin" tabir edilir. Kur'an'da "...Ve üzerinde (gölge yapması için) kabak türünden bir ağaç bitirdik. " ayetinde zikri geçer.

 

Soru: Arapça'da sapı üzere durmayan bitkilere değil de tabir edilir. ise sapı (sakı, bedeni, gövdesi) olan bitkilerdir. Lügat alimleri böyle söylemişlerdir. Bu durumda ayette "kabak türünden bir ağaç" ifadesi nasıl kullanılmıştır? •

 

Cevap: kelimesi kayıtsız kullanıldığı zaman, üzerinde durduğu bir sapı, gövdesi olan bitkiler manasına gelir. Kayıtlandığı zaman ise durum değişir ve kayıtlandığı manaya gelir. İsimler bahsinde mutlak ve mukayyed arasındaki fark, anlayış ve lügatin mertebeleri konusunda pek büyük faydası olan önemli bir konudur.

 

 )|yani kabaktır Sahihayn'ua şöyle bir hadis vardır: Enes b. Malik ahlatın Bir ters

 

Kur'an'da zikri geçen den maksat ( nüne de veya adı verilir.

 

tığı bir yemeğe Hz. Peygamber'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) davet etmişti. Bu yemeğe Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte ben de gitmiştim. Ev sahibi Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) arpa ekmeği ile içinde kabak ve kurutulmuş et bulunan bir çorba takdim etti. Ben Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tabağın etrafındaki kabakları araştırdığını gördüm. Artık o günden sonra kabağı sevmekteyim.

 

Ebu Talut şöyle der: Enes b. Malik'in yanına girdim. O kabak yiyor ve şöyle diyordu: "Ey kabak! Hz. Peygamber'in sana olan sevgisinden dolayı sen, bana ne kadar sevimlisin!"

 

et-Gaylaniyyafaa. Hişam b. Urve hadisinin ilk ravisi Hz. Aişe şöyle demektedir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana: "Ey Aişe! Ocağa bir tencere koyduğunuz zaman, içine bolca kabak koyun. Çünkü o hüzünlü kimsenin kalbini güçlendirir." buyurdu.

 

Kabak (yaktın) soğuk ve rutubetli özellik arzeder, hafif bir gıda verir, mideden inmesi süratlidir. Eğer hazmolmadan önce bozulmamışsa güzel bir karışım oluşturur. Özelliklerinden birisi de beraber bulunduğu diğer gıdalarla uyumlu ve güzel bir karışım oluşturmasıdır. Hardal ile birlikte yenildiğinde sert, tuzla yenildiğinde tuzlu, tutucu bir nesne ile alındığında tutucu karışımlar oluşturur. Ayva ile yenildiği zaman bedene güzel bir gıda verir.

 

Kabak hafif ve sulu özellik arzeder; rutubetli ve balgamlı bir gıda verir, hararetli kimselere fayda verir, soğukluk hissedenlere ve balgamlı tarafı ağır basan mizaçlara iyi gelmez. Suyu susuzluğu keser. İçildiği veya onunla baş yıkandığı zaman zaman sıcak özellikli baş ağrılarını giderir. Nasıl kullanılırsa kullanılsın, karnı yumuşatır. Hararetli kimseler hakkında tedavi için onun gibisi ve çabuk faydasını gösteren başka bir şey yoktur.

 

Bazı faydaları: Hamura bulanıp fırın ya da tandırda kızartılır, suyu çıkarılır ve latif meşrubatlardan biri ile birlikte içilirse ateşli hummaların hararetini dindirir, susuzluğu keser, güzel bir gıda verir. Terencebin (kudret helvası) ve terbiye edilmiş ayva ile içildiği zaman sırf safra ishal eder

 

Kabak kaynatılır ve suyu birazcık bal, birazcık da natron (sodyum karbonat) ile birlikte içilirse hem balgam hem de safra indirir. Ezilir ve bıngıldak üzerine sargı yapılırsa, dimağdaki sıcak özellikli şişliklere fayda verir.

 

Kabuğu sıkılır ve suyu gül yağı ile karıştırılarak kulağa damlatılırsa sıcak özellikli şişliklere iyi gelir. Kabuğu yine sıcak özellikli göz şişliklerine, "sıcak özellikli nikrise (gut hastalığına) karşı fayda verir. Kabak sıcak mizaçlı ve hummah kimselere karşı çok faydalıdır. Midede kötü bir karışım ile karşılaştığında onun tabiatına dönüşür ve bozulur ve bedende kötü bir karışım oluşturur. Bu zararı sirke ve tarhana ile giderilir.

 

Kısacası kabak, en hafif ve en süratli etkilenen bir gıdadır. Enes'ten (r.a.) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) efendimiz onu çok yerlermiş.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

BAZI TIBBİ TAVSİYE VE İKAZLAR