ZADU’L-MEAD

DÖRDÜNCÜ KİTAP

PEYGAMBER'İN (S.A.) CİHADI

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

İLK SERİYYELER

 

1- Hz. Hamza Seriyyesi:

 

Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bağladığı ilk sancak, hicretten sonra 7. ayın başlarında, Ramazan'da Hamza b. Abdülmuttalib'e verdiği sancaktı. Sözkonusu sancak beyaz bir sancaktı. Sancağı, Hz. Hamza'nın müttefiki Ebu Mersed Kennaz b. Husayn el-Ganevi taşıyordu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Hamza'yı özellikle Muhacirlerden seçtiği 30 mücahidin başında, Şam'dan gelen ve Kureyş'e ait Ebu Cehil b. Hişam'ın komuta ettiği 300 kişinin bulunduğu bir kervanın önünü kesmek için gönderdi. Birlik is dolaylarındaki Sifu'l-Bahr'e vardı. İki taraf karşılaştılar ve savaşmak için saf tuttular. iki grubun da, hem bu tarafın hem o tarafın müttefiki olan Mecdi b. Amf el-Cüheni, aralarını ayırıncaya kadar gidip geldi; ve savaşmadılar.

 

 

2- Ubeyde b. Haris Seriyyesi:

 

Sonra Ubeyde b. Haris b. el-Muttalib'i, bir seriyyenin başında hicretten sonra 8. ayın başlarında Şevval ayında Rabiğ vadisine gönderdi. Ona da beyaz bir sancak verdi. Sancağı Mistah b. Üsase b. Abdülmuttalib b. Abdimenaf taşıyordu. 60 muhacirden ibarettiler, aralarında Ensar'dan bir tek kimse yoktu. Rabiğ vadisinde, 200 kişiye komuta eden Ebu Süfyan b. Harb'le, Cuhfe'den 10 mil uzaklıkta karşılaştılar. Aralarında bir ok atımı mesafe vardı. Kılıç çekmediler, savaşmak için saf da tutmadılar. Ancak karşılıklı ok ve mızrak attılar. Müslümanlar arasındaki Sa'd b. Ebi Vakkas, Allah yolunda ilk ok atan kişi oldu. Sonra her iki taraf da birliklerine döndüler.

 

ibn İshak, karşı tarafın komutanı İkrime b. Ebi Cehil'di, demiş ve Ubeyde seriyyesinin Hz. Hamza seriyyesinden önce oldğunu söylemiştir.

 

 

3- Said b. Ebi Vakkas Seriyyesi:

 

Daha sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Sa'd b. Ebi Vakkas'ı hicretten sonra 9. ayın başlarında Zilkade ayında Harrar'a gönderdi. Ona da beyaz bir sancak verdi. Sancaktar Mikdad b. Amr'di. Kureyş'e ait bir kervanı vuracak 20 süvari idiler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Harrar'dan ileri gitmeyeceklerine dair söz aldı. Yürüyerek yola çıktılar. Gündüz gizlenip gece yürüyorlardı. Nihayet perşembe sabahı oraya vardılar. Ancak kervanın akşamleyin oradan geçtiğini öğrendiler.

 

 

4- Ebva Gazası:

 

Sonra Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bizzat kendisi Ebva gazasına çıktı. Bu gazaya Veddan da denir. Sözkonusu gaza, Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizzat çıktığı ilk gazadır. Hicretten sonra 12. ayın başlarında Safer ayında olmuştur. Sancağını Hamza b. Abdülmuttalib taşıyordu ve beyaz renkteydi. Medine'de Sa'd b. Ubade'yi vekil bıraktı. Kureyş'e ait bir kervanı vurmak üzere özellikle Muhacirlerin başında gazaya çıkmıştı. Ancak savaş olmadı. Bu gazada Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), o zaman Damraoğullarının başkanı olan Muhşi b. Amr ed-Damri ile; Damraoğullarına saldırmamak, Damraoğulları da kendisine saldırmamak ve O'na (Sallallahu aleyhi ve Sellem) karşı adam toplamamak ve düşmanlık yapmamak üzere anlaşma yaptı. Aralarında bir anlaşma yazıldı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu gaza sebebiyle Medine'den 15 gece ayrı kalmıştı.

 

 

5- Buvat Gazası:

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), hicretten sonra 13. ayın başlarında, Rebiulevvel'de Buvat'a, gaza için yola çıktı. Sancağını Sa'd b. Ebi Vakkas taşıyordu. Sancak beyaz renkteydi. Medine'de vekil olarak Sa'd b. Muaz'ı bıraktı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından 200 kişiye komuta ediyordu. Kureyş'e ait ve Ümeyye b. Halef el-Cümahi'nin başkanlık ettiği, 100 Kureyşlinin ve 2500 yük devesinin bulunduğu bir kervanın önünü kesecekti. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Buvat'a vardı. Orası iki dağdan ibaretti ki bunlar, Şam yolu yönünde Cüheyne dağının uzantılarıydı. Buvat'la Medine arasında yaklaşık dört konaklık bir mesafe vardı. Herhangi bir çatışma çıkmadı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da geri döndü.

 

 

6- Sefevan Gazası:

 

Daha sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), hicri 13. ayın başlarında Kürz b. Cabir el-Fihri'yi bulmak amacıyla gazaya çıktı. Sancağını Ali b. Ebi Talib (r.a.) taşıyordu. Sancak beyazdı. Medine'de Zeyd b. Harise'yi vekil bıraktı. Kürz, Medine otlağına baskın yapmıştı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu sürmek istedi. Çünkü Kürz, (Medine otlağında) develerini otlatıyordu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kürz'ü Bedir dolaylarındaki Sefevan denilen vadiye varıncaya kadar aradı. Kürz gitmişti, ona rastlayamadı ve Medine'ye döndü.

 

 

7- Zü'l-Uşeyre Gazası:

 

Sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hicri 16. ayın başlarında Cemaziyelahir ayında gazaya çıktı. Sancağını Hamza b. Abdülmuttalib taşıyordu, rengi beyazdı. Medine'de £bu Seleme b. Abdülesed el-Mahzumi'yi vekil bıraktı. 150 kişilik bir birliğe komuta ediyordu. Muhacirlerden oluşan 200 kişinin başında idi, de denilmiştir. Hiç kimse gazaya çıkmaktan hoşlanmamazlık etmedi. 30 deveye sırayla, nöbetleşe binerek gittiler. Kureyş'e ait ve Şam'a giden bir kervanın yolunu keseceklerdi. Zira Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kureyş'e ait malların bulunduğu bir kervanın Mekke'den ayrıldığı haberi gelmişti. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zü'l-Uşeyre'ye ulaştı. Bu yere Uşeyra veya Useyre de denilmiştir. Burası Yenbu' civarındadır. Yenbu' ile Medine arasında 9 konaklık bir mesafe vardır. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kervanın günler önce geçip gittiğini öğrendi. işte bu kervan, Şam'dan döndüğü zaman karşılamak için çıktığı ve Allah'ın kendisine kervanı veya çarpışıp şeref sahibi olmayı vaadettiği kervandır. Allah Teala, neticede O'na (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vaadettiklerini gerçekleştirdi.

 

Bu gazada Müdlicoğulları ve onların müttefiki olan Damraoğulları ile anlaşma yaptı.

 

Hafız Abdülmü'min b. Halef: "Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hz. Ali'ye Ebu Türab künyesini bu gazvede vermiştir." demektedir. Halbuki durum onun dediği gibi değildir. Çünkü Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hz. Ali'ye Ebu Türab künyesini Hz. Fatıma ile nikahlanmasından sonra vermiştir. Evlilikleri ise Bedir savaşından sonradır. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Fatıma'nın yanına varınca; "Amcanın oğlu nerede?" buyurmuş, Fatıma da: "Sinirli bir halde çıktı." demişti. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mescide gelmiş ve Hz. Ali'yi orada yan tarafına yatmış bir durumda bulmuştu. Üzerine toz toprak bulaşmıştı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) silkeleyip çırpmaya başlamış, bir yandan da: "Otur Ebu Türab, ( = topraklı) otur Ebu Türab" buyurmuştu. İşte onun Ebu Türab olarak künyelendiği ilk gün bu gündür.

 

 

8- Abdullah b. Cahş Seriyyesi:

 

Hicretten sonraki 17. ayın başlarında, Recep ayında Abdullah b. Cahş el-Esedi'yi Muhacirlerden 12 Kişinin başında Nahle'ye gönderdi. iki kişi bir deveye sırayla biniyorlardı. Kureyş'e ait bir kervanı gözleyerek Nahle'ye vardılar. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu seriyyede Abdullah b. Cahş'ı emirulnu'minin diye isimlendirdi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Abdullah için bir mektup yazmış ve iki gün geçinceye kadar mektubu açıp bakmamasını, ondan sonra bakmasını emretmişti. Abdullah mektubu açtığında mektupta şunların yazılı olduğunu gördü: "Benim şu mektubuma baktığında, Mekke ile Taif arasındaki Nahle'de konaklayıncaya kadar git. Sonra orada Kureyş'i gözetlersin ve bizim için onların durumlarını öğrenirsin." Abdullah: "İşittim ve itaat ettim," dedi. Adamlarına da durumu ve kendilerini zorlamadığını haber verdi. "Şehit olmayı isteyen, davransın; ölümden hoşlanmayan geri dönsün! İşte ben gidiyorum!" dedi. Hep beraber yola koyuldular. Yolda Sa'd b. Ebi Vakkas ile Utbe b. Gazvan, nöbetleşe bindikleri develerini kaybetmişlerdi, ararken geri kaldılar. Abdullah b. Cahş, uzaklaşıp gitti ve Nahle'de konakladı. Bu sırada Kureyş'e ait kuru üzüm, deri ve ticari mallar taşıyan bir kervan yanından geçti. Kervanda Amr b. el-Hadrami, Abdullah b. Muğire'nin iki oğlu Osman ve Nevfel, Muğireoğullarının kölesi Hakem b. Keysan da bulunmaktaydı. Müslümanlar istişare edip dediler ki: "Haram aylardan Receb'in son gününde bulunuyoruz. Onlarla savaşırsak, haram ayın kutsallığını ihlal etmiş olacağız. Onları bu gece bırakırsak hareme (Mekke'ye) girecekler." Sonra onlarla çarpışmak hususunda görüş birliğine vardılar. İçlerinden biri Amr b. el-Hadrami'ye bir ok attı ve onu öldürdü. Osman'la Hakem'i esir aldılar, Nevfel ise kaçıp kurtuldu. Kervanla ve esirlerle döndüler. Bunun beşte birini ayırdılar. İslam tarihindeki ilk humus (beşte bir), ilk öldürme, ve ilk esir alma olayı budur. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların bu yaptıklarından hoşlanmadı.

 

 

9- Haram Aylarda Savaşmak:

 

Kureyş'in üzüntüsü ve müslümanlara karşı nefretleri iyice arttı; konuşacak, dedikodu yapacak bir konu bulduklarını sandılar ve: "Muhammed, haram ayın hürmetini ihlal etti." dediler. Bu laf müslümanlara ağır geldi. Nihayet Allah Teala şu ayeti indirdi: "Sana hürmet edilen ayı, o aydaki savaşı sorarlar. De ki: O ayda savaşmak büyük suçtur. Ancak Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkar etmek, Mescid-i Haram'a (gitmek isteyenlere) engel olmak ve halkım oradan çıkarmak Allah katında daha büyük suçtur. Fitne çıkarmak ise öldürmekten daha büyük suçtur... "[Bakara, 217] Allah sübhanehu şöyle buyurmuş oluyor: Müslümanların yaptıkları şu hoşlanmadığınız şey büyük bir suç olsa bile, sizin işlediğiniz; Allah'ı inkar etmek, O'nun yolundan ve beytinden alıkoymak, Mescid-i Haram'ın ahalisi olan müslümanlan oradan çıkartmak, yine sizin yaptığınız şirk koşma ve sizden hasıl olan fitne, Allah katında müslümanların haram aydaki savaşlarından daha büyük birer suçtur. Selef alimlerinin çoğu, buradaki "fitne"yi şirk diye tefsir etmişlerdir. Allah'ın şu kelamı gibi: "Fitne (şirk) kalmayıncaya kadar onlarla savaşın."[Bakara, 193] Şu ayeti de buna delildir: "Sonra, Rabbimiz Allah'a andolsun ki bizler müşrikler değildik, demekten başka fitne bulamazlar."[En'am, 23] Yani: Şirklerinin sonu ve akibeti ve varacakları nokta ancak kendilerini şirkten uzak sayıp kabullenmemeleridir.

 

Fitnenin mahiyeti şudur: Fitne, sahibini kendisine çağırdığı, uğruna savaştığı, bulaşmayanları da cezalandırdığı şirkin ta kendisidir. Bunun için, onlara (şirk ehline) ateşle azab olundukları, fitneye düştükleri vakit: "Fitnenizi tadın!"[Zariyat, 14] denir. ibn Abbas; "fitnenizi" sözünü, "yalanlamanızı" şeklinde tefsir etmiştir. Esası şudur: Fitnenizin sonucunu, gayesini ve işin dönüp dolaşıp geleceği şeyi tadınız, demektir. Şu ayette olduğu gibi: "...Kazandıklarınızın karşılığım tadın, denir..."[Zümer, 24] Onların, Allah'ın kullarım şirke sürüklemek için işkenceye tabi tuttukları gibi cehennemde işkence görürler ve kendilerine: "Fitnenizi (işkencenizi, azabınızı) tadın." denir. Şu ayet de buna delildir: "Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara işkence edip de sonra tevbe etmeyenler..."[Buruc, 10] Buradaki fitne, mü'minlere işkence etmeleri, onları ateşle yakmaları olarak tefsir olunmuştur. Buradaki fitne lafzı daha geniş ve geneldir. Gerçekte anlamı: "Mü'minlere, onları dinlerinden (fitneye düşürmek) saptırmak için azab ettiniz, demektir. İşte müşriklere izafe edilen fitne budur.

 

Allah Teala'nın bizzat kendisine veya peygamberinin O'na izafe ettiği fitneye gelince: Şu ayetteki gibi: "Böylece bazısını bazısıyla fitneye düşürdük."[En'am, 53] ve Musa'nın (a.s.) şu sözündeki gibi: "Bu, Senin fitnenden başka bir şey değildir. Bununla dilediğini saptırır, dalalete düşürür; dilediğini doğru yola, hidayete iletirsin..."[A'raf, 155] İşte, buradaki fitne bir başka anlama gelir; imtihan, deneme; ve Allah'ın, kullarını hayır ve şerle, nimet ve felaketle tecrübe etmesi anlamınadir. Bu bir türlü, müşriklerin fitnesi bir başka türlüdür. Mü'minin malı, evladı, komşusu ve ortağı konusundaki fitnesi bir türlü; Ali ve Muaviye taraftarları, Cemel ve Sıffin savaşlarına katılanlar ve müslümanlar arasında savaşmaya ve ayrılığa varan fitnede olduğu gibi müslümanlar arasındaki fitne bir başka türlüdür. O öyle bir fitnedir ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu fitne için: "Bir fitne ortaya çıkacak ki, o fitnede oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen de koşandan daha hayırlıdır." buyurmuştur. Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) fitne hadislerinde, iki taraftan da olmamayı ve uzaklaşmayı emrettiği fitne, işte bu fitnedir.

 

Allah'ın şu sözünde olduğu gibi, fitneyle günah da kastedilmiş olabilir: "Onlardan 'bana izin ver, beni fitneye düşürme' diyen de vardır."[Tevbe, 49] Bu sözü Ced b. Kays söylemiştir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu Tebük'e göndermek istediğinde şöyle demiştir: Oturmana izin ver. Beni Asfar kızlarına saldırmam suretiyle beni fitneye düşürme. Çünkü ben onlara karşı sabredemem. Bunun üzerine Allah Teala: "Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi. " buyurdu. Yani: Nifak fitnesine düşmüşler ve Beni Asfar kızlarının fitnesinden nifak fitnesine kaçmışlardı.

 

Sonuç: Allah Teala, dostları ile düşmanları arasında adaletle ve insafla hüküm verdi. Dostlarını (müslümanlan) haram ayda savaşmakla işledikleri günahtan temize çıkarmadı, aksine bunun büyük bir suç olduğunu; ancak düşmanları olan müşriklerin yapmış olduklarının, haram ayındaki mücerred savaştan daha büyük, çok daha fazla bir günah olduğunu; müşriklerin kötülenmeye, ayıplanmaya ve cezaya çarptırılmaya daha müstehak olduklarını; özellikle dostlarının onlarla savaşmakta te'vilde bulunduklarını veya bir tür suç işlediklerini fakat tevhid, itaat, Rasulüyle (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beraber hicret etmek, Allah katında tercih olunmak gibi amelleri sebebiyle Allah'ın o te'vili ve suçu bağışladığım haber verdi. Mü'minler Allah katında, şiirde söylendiği gibidirler:

 

Sevgili tek bir suç ile gelse.

İyilikleri ve güzellikleri, bin şefaatçi getirir.

 

Sevgili (yani müslüman), bütün kötülükleri yapan ve iyiliklerden, güzelliklerden bir tek şefaatçisi bile olmayan menfur düşmanla nasıl kıyas olunur?

 

Bu yılın (hicri 2. yıl) Şaban ayında kıble değiştirildi. Bunu daha önce anlatmıştık.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

A) BEDİR SAVAŞI