ZADU’L-MEAD |
İKİNCİ KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.) İBADETLER KONUSUNDAKİ TUTUMU |
ANA SAYFA Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
B) NAMAZ KILIŞI
1- Namaza Başlaması
2- Kıraati
3- Zammi Sure Kıraati
4- Namazı Uzatması veya Kısa Tutması
5- Rüku Edişi
6- Secde Edişi
7- Kıyam mı Secde mi Daha Faziletlidir
8- Teşehhüde Oturuşu
9- Son Teşehhüddeki Teverrük Şekli
10- Namazda Dua Ettiği Yerler
11- Namazdan Çıkış Selamı
12- Namaz İçindeki Duaları
13- Namaz İçindeki Bazı Tutumları
1- Namaza Başlaması:
Namaza kalktığında
"Allahu ekber" derdi. Bundan önce hiçbir şey söylemez, niyeti asla
diliyle telaffuz etmezdi. "Allah rızası için falan vaktin dört rekat
farzını kıbleye yönelik olarak bana uyan cemaata kıldırmaya yahut uydum hazır
olan imama" demediği gibi "eda olarak", "kaza olarak"
ve "vaktin farzını kılıyorum" sözlerini de söylemezdi. Bu on bid'atın
hiçbir kelimesini, ister sahih, ister zayıf; ister müsned, ister mürsel bir
senedle olsun Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hiç kimse
nakletmemiştir. Hatta O'nun ashabından herhangi birinin bunlardan birini
söylediği bile nakledilmemiş; ne tabiinden biri, ne de dört imam (Ebu Hanife,
Malik, Şafii ve Ahmed) bunları hoş görmüştür. Ancak İmam Şafii'nin -Allah ondan
razı olsun- "Namaz, oruç gibi değildir. Ona hiç kimse zikirsiz
giremez." sözü, sonra gelen bazı alimleri yanılttı ve zannettiler ki;
zikir, namaz kılan kimsenin niyeti söylemesidir. Oysa Şafii'nin -Allah rahmet
etsin- zikir'den maksadı başlangıç tekbirinden başka birşey değildir. İmam
Şafii, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hiçbir namazda yapmadığı
ve onun halifelerinden ve ashabından hiç birinin tatbik etmediği bir şeyi nasıl
müstehap sayabilir?! Onların tutum ve davranışları ortada. Eğer biri çıkar da
bu konuda onlardan bir nakil bulursa kabul eder, rıza ve hoşnutlukla
karşılarız. Onların yolundan daha mükemmel bir yol yoktur. Şeriat sahibi Hz.
Muhammed'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğrendiklerinden başka da sünnet
yoktur.
Namaza başlarken sadece
"Allahu Ekber"der, başka birşey söylemezdi, adeti buydu. Hiç kimse
onun bundan başka birşey söylediğini nakletmemiştir.
Tekbir getirirken
ellerini, parmakları açık ve kıbleye yönelik bir şekilde kulaklarının üst
kısmına kadar kaldırırdı. Ellerini omuzlarına kadar kaldırdığı da rivayet
edilmiştir. Ebu Humeyd es-Saidi ve onun takipçileri: "Eller omuz hizasına
kadar kaldırılır." demişlerdir ki, İbn Ömer de bu görüştedir. Vail b.
Hucr, kulakların hizasına kadar; Bera ise kulaklara yakın kaldırılır
demişlerdir. Bir görüşe göre bu iş serbest bırakılmış fiillerdendir (isteyen
istediğini yapabilir). Diğer bir görüşe göre parmak uçlarını kulakların üst
kısmına kadar, avuçlarım ise omuzlara kaldırır. Şu halde ihtilaf yoktur. Bu
kaldırmanın bizzat kendisinde ihtilaf edilmemiştir (yani tekbir getirirken
elleri kaldırma -değişik şekillerde olsa da- vardır).
Sonra sağ elini sol
elinin üzerine kor, şu dualardan birini okurdu:
1- "Allah'ım!
Benimle günahlarımın arasını doğu ile batı arasım ayırdığın gibi ayır.Allah'ım!
Hatalarımı su ile, kar ile, dolu ile yıka. Allah'ım! Beyaz elbise kirden nasıl
arındırılırsa beni de günah ve hatalardan öylece arındır."
2- "Yüzümü, göğsü
inanç dolu bir müslüman olarak gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben, O'na
ortak koşanlardan değilim. Kıldığım namaz, yaptığım bütün ibadetler, hayatım ve
ölümüm ortağı bulunmayan, alemlerin Rabbi Allah'a aittir. Ben bununla
emrolundum. Ben müslümanların ilkiyim.
Allah'ım! Hükümran Sensin.
Senden başka tanrı yoktur. Sen Rabbimsin. Ben Senin kulunum. Kendime zulmettim,
günahımı itiraf ettim. Bağışla, bütün günahlarımı, Rabbinu Günahları ancak Sen
bağışlarsın. Beni en güzel huylara ulaştır. Zaten en güzellerine ancak Sen
ulaştırırsın. Kötü huylan benden uzaklaştır. Onları Senden başkası benden
uzaklaştıramaz. Buyur Allah'ım, buyur! Bu kulun canla başla emrine uyar. Hayrın
tamamı Senin ellerinde. Şer Sana değildir. Ben Seninleyim, Sana döneceğim. Sen
yücelerden yücesin. Affına sığınıyor, Sana yöneliyorum." Ancak bu
başlangıç duasını gece namazlarında okuduğu bilinmektedir.
3- "Cebrail, Mikail
ve İsrafil'in Rabbi, göklerin ve yerin yaratıcısı, gizliyi - aşikarı bilen
Allah'ım! Ayrılığa düştükleri konularda kulların arasında Sen hükmedersin.
İzninle, hakta ayrılığa düşülürse beni hakka ulaştır. Şüphesiz Sen dilediğini
doğru yola eriştirensin."
4- "Allah'ım! Hamd
Sana. Sen göklerin, yerin ve bunların içindekilerin nurusun..." diye
başlayan duayı okurdu. Bu hadisin İbn Abbas'tan (r.a.) gelen bazı sahih
rivayetlerinde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tekbir alıp bu
duayı okuduğu yakında gelecektir.
5- "Allah en
büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah'a çok çok hamd-ü senalar.
Allah'a çok çok hamd-ü senalar. Allah'a çok çok hamd-ü senalar. Sabah - akşam
Allah'ı eksikliklerden tenzih ederim. Sabah-akşam Allah'ı eksikliklerden tenzih
ederim. Sabah-akşam Allah'ı eksikliklerden tenzih ederim. Şeytanın
kışkırtmasından, üflemesinden ve fısıldamasından Sana sığınırım."
6- Sırasıyla on kere
"Allahu Ekber", on kere "Subhanallah", on kere
"Elhamdülillah'', on kere "La ilahe illallah", on kere de
"Estağfirullah" der, sonra da on kere şu duayı okurdu:
"Allah'ım! Beni
bağışla, Beni doğru yola eriştir. Beni rızıklandır. Bana afiyet ihsan et."
Bu duayı da okuduktan
sonra on kere de şu duayı okurdu ; (1.cilt sf 191'de)
Şu duayı okuyarak da
namaza başladığı rivayet edilmiştir:
"Allah'ım! Kıyamet
günü yer darlığından Sana sığınırım."
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bütün bu çeşit çeşit duaları okuduğu sAr
senedlerle rivayet edilmiştir.
"Allah'ım! Seni her
türlü eksiklikten tenzih eder, yalnız Sana hamdederim. Senin adın övgüye
layıktır. Senin şanın yücedir. Senden başka ilah yoktur."
Bu hadisi sünen
sahipleri Ali b. Ali er-Rıfai - Ebu'l-Mütevekkil en-Naci - Ebu Said senediyle
mürsel olarak rivayet etmişlerdir. Buna benzer bir hadis de Hz. Aişe'den (r.a.)
rivayet edilmiştir. Bundan önceki hadisler daha sağlamdır. Ancak bir sahih
rivayette Hz. Ömer İbnu'l-Hattab'ın (r.a.) bu (sübhaneke) duasını Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)in makamında namaza başlarken açıktan okuduğu ve
insanlara öğrettiği nakledilmiştir. İmam Ahmed: "Ben ise Hz. Ömer'den
rivayet edileni kabul ederim." demiştir. Namaz kılan kimse Hz.
Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) naklolunan başlangıç dualarından
birini okusa iyi olur.
İmam Ahmed bu duayı on
sebepten tercih etmiştir. Bu sebepleri başka yerlerde anlattım. Bazıları
şunlardır:
1- Sahabeye öğretmek
için Hz. Ömer'in açıktan okuması,
2- Bu duanın, Kur'an'dan
sonra en üstün olan sözleri içermesi. Çünkü Kur'an'dan sonra en üstün söz
şudur:
"Allah her türlü
eksiklikten münezzehtir. Hamd, yalnız O'nadır. Allah'tan başka tanrı yoktur.
Allah en büyüktür." Namazın başında okunan bu "Sübhaneke" duası
başlangıç tekbiri ile birlikte Kur'an'dan sonra en üstün olan bu sözü de
içermektedir.
3- Allah'a yapılan
övgülerin en samimisidir. Diğerleri dua anlamı taşımaktadırlar. Övgü ise duadan
daha üstündür. Bu yüzden İhlas suresi Kur'an'ın üçte birine denktir. Çünkü
Rahman olan şanı yüce ulu Allah'ı en samimi bir biçimde anlatmakta, O'na övgüde
bulunmaktadır. Bundan dolayı: sözü Kur'an'dan sonra en üstün söz olmuştur. Şu
halde bu dua ile başlamak diğer dualarla başlamaktan daha faziletli olmalıdır.
4- Diğer başlangıç
dualarının çoğunluğu gece kılınan nafile namazlar hakkındadır. Bu duayı ise Hz.
Ömer, farzlarda okur, insanlara öğretirdi.
5- Bu başlangıç duası
Yüce Rabbe övgü ile dua olduğu gibi aynı zamanda O'nun kemal ve celal sıfatlarını
da haber vermektedir. "yüzümü... çevirdim" duası ise kulun,
kulluğundan bahsetmektedir. Aralarındaki fark yaratan ile kul arasındaki fark
kadardır.
6- --vecehtu
vechiye...-- duasını okumayı tercih eden tamamını okuyamaz; hadisin yalnız bir
kısmını alır, gerisini bırakır. Ama --sübhaneke...-- duasını okumada böyle bir
şey söz konusu değildir. Çünkü bunu okumaya başlayan sonuna kadar tamamını
okur.
Başlangıç duasını
okuduktan sonra:
"Lanetlenmiş
şeytandan Allah'a sığınırım" der, peşinden Fatiha'yı okurdu. Besmeleyi
bazan açıktan çoğunlukla da içinden okurdu. Şüphe yok ki, ister ikamet halinde,
ister yolculuk halinde olsun asla sürekli olarak gece - gündüz günde beş kere
açıktan okumazdı. Böyle birşey (yani açıktan okuma) Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Raşid halifelerine, ashabının çoğunluğuna ve O'nun üstün
çağlarda yaşamış olan memleketi halkına gizli kalsın!.. Bu son derece
imkansızdır. Bu konuda kapalı sözlere, çürük hadislere sarılmaya gerek yoktur.
(Açıktan okuma konusundaki) hadislerin sahih olanı sarih (açık) değildir; sarih
olanı da sahih değildir. Bu konu büyük bir cilt eser yazmayı gerektirir.
2- Kıraati:
Kur'an okurken med ile
(uzatarak) okur, her ayet sonunda sesini uzatırdı.
Fatiha'yı okuyup
bitirince "amin" derdi. Açıktan okunan namazda olursa,
"amin" sözünü yüksek sesle telaffuz ederdi. Arkasında bulunanlar da
aynı kelimeyi söylerlerdi.
İki yerde sükut ederdi
(yani sesini bir müddet keser açıktan birşey okumazdı): 1- Tekbirle kıraat
arasındaki sükut. Ebu Hureyre'nin (Hz. Peygamber'e bu arada ne okuduğunu)
sorduğu sükut işte bu sükuttur.
2- İkinci sükut hakkında
farklı görüşler ileri sürülmüştür:
a) Fatihadan sonra
olduğu naklolunmuştur.
b) Kıraattan sonra,
rükudan öncedir, denilmiştir.
c) Birinciden başka iki
yerde daha yapılan sükuttur, denilmiştir ki, bu durumda sükut edilen yerler üçe
ulaşır.
Doğrusu sükut, yalnızca
iki yerdedir. Üçüncüsü ise yeniden nefes almak ve kıraatin rükua bitişmemesini
sağlamak amacıyla yapılan, gerçekten son derece ince bir özelliğe sahip bir
sükuttur. Birinci sükutta durum böyle değildir. Çünkü o, başlangıç duasını
okuyacak kadar sürer. İkincisinin, imamın arkasındakilerin kıraati
yetiştirebilmeleri için olduğu söylenmektedir. Buna göre ikinci sükutu Fatiha
okuyacak kadar uzatmak gerekir. Üçüncüsü ise yalnızca rahatlama ve nefes, alma
için yapılan ince bir özelliğe sahip sükuttur. Bu üçüncü sükuttan
bahsetmeyenler, kısa sürdüğü için bahsetmemektedirler. Ona önem verenler ise
üçüncü bir sükut saymaktadırlar. Bu durumda her iki rivayet arasında farklılık
yok demektir. Bu hadis hakkında söylenenlerin görünüşte en uygun olanı budur.
Ebu Hatim'in, Sahih'inde
naklettiğine göre Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki yerde
sükut ettiği Semure b. Cündüb, Übey b. Ka'b ve İmran b. Hu/ sayn'dan sahih
senedle nakledilmiştir. Böylece Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
iki yerde sükut ettiğini rivayet edenlerden birinin de Semure b. Cündüb olduğu
ortaya çıkmıştır. Semure diyor ki: "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) biri tekbir aldığında, diğeri Fatiha suresini bitirdiğinde olmak üzere
iki yerde sükut buyurduklarını bizzat kendisinden belledim." Bu hadisin
diğer rivayetlerinde: "Kıraati bitirince susardı" denilmektedir. Şu
halde bu ikinci rivayet mücmel gibidir. Birinci rivayetin lafzı ise bunu
açıklayıcı ve tefsir edicidir.
Bu yüzden Ebu Seleme b.
Abdurrahman demiştir ki: "İmam iki yerde susar; bu yerlerde Fatiha'yı
okumayı fırsat bilin: 1- Namaza başladığında, 2- Fatiha'yı bitirdiğinde".
Şu da var ki bu iki sükut yerinin tayini yalnızca Katade'nin açıklamasına
dayanmaktadır. Çünkü Katade bu hadisi Hasan yoluya Semure'den şu şekilde
nakletmiştir: "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki yerde
sükut buyurduklarını kendilerinden belledim." (Hasan el-Basri diyor ki:)
İmran bunu yadırgamış ve demiştir ki: "Biz, Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bir yerde sükut buyurduklarını belledik." Bunun üzerine
Medine'deki Übey b. Ka'b'a bir mektup yazıp meseleyi sorduk. Übey, cevap mektubunda
Semure'nin iyi bellemiş olduğunu yazdı.
Said b. Ebi Arube (v.
156/772) der ki: Katade'ye: "Şu iki sükut ne zamandır?" diye sorduk.
"Birisi namaza girdiğinde diğeri kıraati bitirdiğinde" cevabını
verdi. Daha sonra "Fatiha'nın bitiminde" olduğunu söyledi. Kendisi kıraatin
bitiminde nefesini toplamak için sükut etmekten hoşlanırdı. Hasan'ın Semure'den
naklettiği rivayeti delil alanlar bunu delil göstermektedirler.
3- Zammi Sure Kıraati:
Fatiha'yı bitirince
başka bir sureye başlardı. Bazan zammı sureyi uzatır, bazan da yolculuk gibi
bir takım sebeplerle kısa tutardı. Çoğu zaman orta yolu tutardı.
Sabah namazı: Sabah
namazında 60-100 ayet okurdu. Sabah namazını Rum suresi ile kıldınrdı. Tekvir
suresi ile kıldırırdı. Zilzal suresini iki rekatta okuyarak kıldırdı. Felak ve
Nas sureleri ile de kıldırdı. Bir yolculuk esnasında sabah namazını kıldırırken
Mü'minun suresini okumaya başlamıştı. Birinci rek'atta Musa ve Harun kıssasına
gelince öksürük tuttu, hemen rükua gitti.
Cuma günü sabah namazını
birinci rekatta Secde, diğerinde Dehr-İnsan surelerinin tamamını okuyarak
kıldınrch. Günümüzdeki pekçok insanın yaptığı gibi iki rekatın birinde
surelerden birinin bir kısmını, diğerinde öteki surenin bir kısmını okumazdı.
Ayrıca her iki rekatta yalnızca Secde suresini de okumazdı. Günümüz
insanlarının yaptıkları sünnete aykırıdır. Pekçok cahilin, cuma günü sabah
namazının secde" ayeti okunmakla şereflendirildiğini sanmaları ise büyük
bir cehalettir. Bu yüzden bazı imamlar bu zandan dolayı Secde suresini okumayı
mekruh saymışlardır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu iki surede (Secde ile Dehr) yaratılış ve
yeniden diriliş, Adem'in yaratılışı, cennet ve cehenneme giriş gibi cuma günü
olmuş ve olacak olaylardan bahsedildiği için onları okurdu. Cuma sabah
namazında Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu günün hadiselerini
ümmetine hatırlatmak için bu günde olmuş ve olacak hadiseleri içeren sureleri
okurdu. Nitekim bayram ve cuma namazları gibi kalabalık cemaatların bulunduğu
namazlarda (bu hadiselerden bahseden) Kaf, Kamer, A'la ve Gaşiye surelerini
okurdu.
Öğle namazı: Bu namazda
bazı zamanlar oldukça uzun okurdu. Hatta Ebu Said der ki : Öğle namazı
kılınmaya başlanır. Bu sırada cemaaten biri Baki mezarlığına kadar gider.
Abdest bozar. Sonra ailesinin yanına gelir. Abdestini alır. Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) uzun uzun kıldırdığı birinci rekata yetişirdi. Bu
hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Öğle namazında bazan
Secde suresi kadar bir sure, bazan A'la Leyi, bazan da Buruc ve Tarik
surelerini okurdu.
ikindi namazı: Kıraat
uzun olduğunda öğle namazı kıraatından yarım fazla, kısa olduğunda ise öğle
namazı kadardır.
Akşam namazı: Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) akşam namazı kıraatındaki tutumları
günümüz insanlarının amellerinin tersinedir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) akşam namazını kimi zaman A'raf suresini iki rekata
paylaştırmak suretiyle, kimi zaman da Tur ve Mürselat surelerinden biriyle
kıldırmıştır.
Ebu Amr İbn Abdilber
diyor ki: "Rivayetlere göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
alcşam namazlarından birinde A'raf, birinde Saffat, birinde Duhan, birinde A'la
birinde Tin, birinde Muavvizeteyn (Felak ve Nas) diğer birinde de Mürselat suresini
okumuştur. Yine akşam namazında kısa mufassal sureler okuduğu da naklolunur. Bu
rivayetlerin hepsi sahih ve meşhur haberlerdir."
Sürekli olarak kısa
mufassal sureler okuma Mervan b. el-Hakem'in fiilidir. Bundan dolayı Zeyd b.
Sabit, onu bundan yasaklamış ve: "Sana ne oluyor ki, akşam namazında kısa
mufassal okuyorsun?! Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) akşam
namazında iki uzun surenin en uzununu okuduğunu gördüm." (Ravi) diyor ki:
"İki surenin en uzunu hangisidir?" diye sordum. "A'raf
suresi" cevabını verdi. Bu hadis sahih olup Sünen sahiplerince
nakledilmiştir.
Nesai'nin Hz. Aişe'den
(r.anha) naklettiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) akşam
namazında A'raf suresini iki rekata paylaştırarak okumuştur.
Devamlı surette kısa bir
ayet yahut kısa mufassaldan bir sure okumak sünnete aykırıdır, Mervan b.
el-Hakem'in fiilidir.
Yatsı namazı: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu namazda Tin suresini okumuştur.
Muaz'a da Şems, A'la, Leyi... vb. (orta mufassal) sureleri okumasını tayin
etmiş, Bakara suresini cemaata namaz kıldırırken okumasını yasaklamıştır. Malum
olduğu üzere Muaz, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraber
yatsıyı kıldıktan sonra Amr b. Avf kabilesine gider, gece epey ilerledikten
sonra o kabileye yatsı namazını kıldırırdı. Yine böyle bir yatsı namazında
Bakara suresini okumuştu. Bu yüzden Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ona: "Sen çılgın mısın, Muaz?" diye çıkışmiştı. Müfrit araştırıcılar
sözün başına sonuna bakmadan Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu
sözüne takılıp kaldılar.
Cuma namazı: Bu namazda
birinci rekatta Cuma, ikinci rekatta Münafikun surelerinin tamamını veya
birinci rekatta A'la suresini, ikinci rekatta ise Gaşiye suresini okurdu.
Cuma ve Münafikun
surelerinin yalnızca son taraflarındaki "Ey iman edenler!" kısmından
başlayıp sonlarına kadar okuma işlemini Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) hiçbir zaman yapmamıştır. Bu durum Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) devamlı tavrına aykırıdır.
Bayram namazları: Bazan
Kaf ve Kamer surelerinin tamamını, bazan da A*la ve Gaşiye surelerini okurdu.
Bu tutum Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mevlasına kavuşuncaya kadar devam
ettirdiği bir tutumdur. Bu tutumunu yürürlükten kaldıracak (neshedecek) hiçbir
rivayet naklolunmuş değildir. Bu yüzden ondan sonra Hulefa-i Raşidin bu tavrı
devam ettirmişlerdir. Bir keresinde Hz. Ebu Bekir (r.a.) sabah namazında Bakara
suresini okudu; güneş doğmaya yakın selam verdi. Bunun üzerine: "Ey Allah
Rasulü'nün halifesi! Az kalsın güneş doğacaktı!" dediler. Hz. Ebu Bekir
(r.a.): "Doğmuş olsaydı bizi gafil bulmazdı." diye karşılık verdi.
Hz. Ömer (r.a.) da sabah
namazında Yusuf, Nahl, Hud, İsra vb. sureleri okurdu. Şayet Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıraati uzatması yürürlükten kaldırılmış (mensuh)
olsaydı, bu durum Hulefa-i Raşidin'e gizli kalıp, müfrit araştırıcılar
tarafından ortaya konmuş olmazdı.
Müslim'in
Scr/ı/TTindeCabir b. Semure'den naklettiği "Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), sabah namazında Kaf suresini okudu. Sonraki namazları (uzun
değil) hafifti" şeklindeki hadiste geçen "Sonraki..." sözüyle
"sabah namazından sonra" kastedilmektedir. Yani Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), sabah namazında kıraati, diğer namazlara göre
daha uzun tutardı, sabah namazından sonraki namazları hafif demektir. Böyle
olduğuna, İbn Abbas'ın Mürselat suresini okuduğunu işiten Ümmü'l-Fadl'ın şu
sözü de delalet eder: "Yavrucuğum! Bu sureyi okumakla geçmiş bir hatıramı
canlandırdın. Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) akşam namazında
okuduğunu en son işittiğim sure, bu suredir." Görüldüğü üzere en son durum
ortada.
Hem "sonraki
namazları" sözü, bir sınır noktasını bildirmekte, fakat bu sınır
noktasının nisbet edildiği (yer ve zaman) bildirilmemiştir. Sözün akışının
(siyakın) delalet etmeyeceği birşeyi kapalı bırakmak ve sözün akışının zorunlu
olarak icab ettireceği anlamı gizli tutmamak caiz değildir. Burada sözün akışı
sabah namazından sonraki namazlarının hafif (kısa) olmasını icabettirir, ama o
günden sonraki bütün namazlarının böyle olduğunu icabettirmez. Hem buna lafız
da delalet etmez. Maksat bu olsaydı Hulefa-i Raşidin'e bu durum gizli kalıp da
hükmü yürürlükten kaldıran (nasih) delili bırakıp hükmü yürürlükten kalkmış (mensuh)
delile tutunmazlardı.
4- Namazı Uzatması veya
Kısa Tutması:
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hanginiz insanlara imam olursa kısa
kıldırsın. " buyurmalarına ve Enes'in (r.a.): "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazı enkısa tutan insan olduğu halde (rükün ve
sünnetlerinden hiçbirini eksiltmeden) tam bir şekilde kildınrdı." demesine
gelince, namazı kısa tutma işlemi, neticesi cemaatın arzusuna değil, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yapmış olduğu ve devam ettirdiği
fiile varan nisbi bir durumdur. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) cemaate birşey emredip kendisi o emre aykırı davranmazdı-. Biliyordu
ki, arkasında yaşlı, güçsüz-dermansız ve iş-güç sahibi insanlar vardı. O'nun
emrettiği kısa tutma, kendisinin yaptığıdır. Kendi başına kıldığı namazın
bundan kat kat uzun olması mümkündür. Böyle bir namaz dahi daha uzuna oranla
kısadır. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sürekli tutumları,
birbiriyle çekişenlerin her türlü davalarında hakem ve yargılayıcıdır.
Nesai ve diğer
muhaddislerin Ibn Ömer'den (r.a.) naklettikleri şu hadis de bunu gösterir. ibn
Ömer diyor ki: "Allah Rasülü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize namazı
kısa tutmayı emrederdi. Kendisi bize imam olduğunda Saffat suresini okurdu. Şu
halde Saffat suresini okuma Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
emrettiği kısa tutmadır. Allah en iyi bilendir.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Cuma ve bayram namazları dışında hiçbir namazda
devamlı surette okumak üzere herhangi bir sure tayin etmezdi. Cuma ve bayram
namazları dışındaki namazlara gelince; Ebu Davud'un Amr b. Şuayb'dan onun da
babasından, babası da dedesinden nakleder ki bu zat şöyle demiştir:
"Küçük veya büyük
hiçbir mufassal sure yok ki, onu farz namazlardi cemaata imam olduğunda Allah
Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) işitmiş olmayayım."
Bir sureyi tamamen
okumak Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tutumlanndandı. Bazan bir
sureyi iki rekatta okuduğu da olurdu. Hatta bazan da surenin başını okurdu.
Surelerin sonlarını veya ortalarını okuduğu naklolunmamıştır. İki sureyi bir
rekatta ise nafile namazlarda okurdu; farz namazda böyle yaptığı rivayet
edilmemiştir.
ibn Mes'ud'un (r.a.)
"Ben, şüphesiz Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uzunluk ça
birbirine yakın surelerin hangilerini bir araya getirdiğini biliyorum. He bir
rekatta ikişer ikişer olmak üzere şu sureleri bir arada okurdu: 1- Rahman ile
Necm, 2- Kamer ile Hakka, 3- Tur ile Zariyat, 4- Vakıa ile Nun..."
şeklinde naklettiği hadis, farzda mı, nafilede mi olduğu belirtilmeyen bir
fiilin anlatımından ibarettir. Bu ise içine ihtimal taşımaktadır.
Bir tek sureyi her iki
rekatta okuduğu çok nadirdir. Ebu Davud'un Cüheyne kabilesine mensub bir
adamdan naklettiğine göre bu zat, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) sabah namazını kıldırırken her iki rekatta Zilzal suresini okuduğunu
işitmişti. O zat devamla diyor ki: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) unuttu mu, yoksa bunu kasden mi okudu bilemiyorum."
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gerek sabah namazında, gerekse bütün diğer
namazlarda birinci rekatı ikinciden uzun tutardı. Bazan (cemaate gelenlerini)
ayak sesleri işitilmez oluncaya kadar birinci rekatı uzattığı olurdu.
Sabah namazını diğer
namazlardan daha uzun tutardı:
1- Çünkü sabah namazının
kıraatine şahitlik edilmekte; Allah Teala ve melekleri buna şahid olmaktadır.
2- Denilir ki, gece ile
gündüz melekleri bu namazda hazır bulunurlar. Bu iki görüş "nüzul-i
ilahi" sabah namazının bitimine kadar mı, yoksa tanyeri ağanncaya kadar mı
devam eder ihtilafına dayalı olarak ortaya çıkmıştır. Her iki hususta da haber
varid olmuştur.
(Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sabah namazını uzun tutmasının yukarıda
zikredilenlere ek olarak şu hikmetleri de vardır):
3- Sabah namazının
rekatlarının sayısı diğerlerinden noksan olduğu için bu sayıca noksanlığa bedel
kıraat uzatılmıştır.
4- Sabah namazı uykunun
peşinden insanların dinlenmiş oldukları bir vakitte kılınmaktadır.
5- O vakitte insanlar
daha henüz geçim ve dünya işlerine yönelmemişlerdir.
6- Sabah namazı kulak,
dil ve kalbin boş olmalarından ve henüz herhangi bir şeyle meşgul
edilmediklerinden dolayı birbirleriyle uyum içinde bulundukları bir vakitte
kılınmaktadır. Bu yüzden kişi okunan Kur'an'ı anlar ve düşünür.
7- Eylemin (amelin)
temeli ve başıdır. Bu sebepten ona çok fazla önem verilmiş ve buna nisbeten de
uzun tutulmuştur.
Bunlar, yalnızca
şeriatın sırları, maksatları ve hikmetlerine göz atanların bilebileceği sırlardır.
Yalnız Allah'dan yardım dilenir.
5- Rüku Edişi:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıraati bitirince yeniden nefes alacak kadar bir
müddet susar; sonra daha önce de geçtiği üzere ellerini kaldırır, tekbir alarak
rükua gider, ellerini dizleri üzerine sanki onları avuçluyormuşcasına koyar,
ellerini yay gibi yapar ve yanlarından uzaklaştırır, sırtını dümdüz edip uzatır
ve mutedil bir vaziyet alırdı. Başını yukarı dikmez, aşağı eğmez; sırtının
hizasına getirir, ona eşit seviyede tutardı.
Rükuda şöyle derdi:
"Yüce Rabbimi tenzih ederim"
Bazan da bu söze ek
olarak veya yalnızca şöyle dediği de olurdu:
"Rabbimiz olan
Allah'ım! Sana hamdederek Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim. Allah'ım!
Beni bağışla"
Mutad olan rükusu on tesbih
getirecek ( = on kere subhanallah diyecek) kadardı. Secdesi de böyleydi. Bera
b. azib'den (r.a.) nakledilen şu hadise gelince; Bera diyor ki: "Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) arkasında onun kıldırdığı namazı
izledim. Sırasıyla kıyamı, rükusu, itidali, secdesi ve iki secde arasındaki
oturuşu takriben birbirine yakındı." Bu hadisten bazıları Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), kıyamda durduğu kadar rükuda, secdede ve
itidalde durduğunu anlamışlardır. Bu anlayışta bir bozukluk vardır. Çünkü Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sabah namazında yüz ayet veya buna
yakın oranda Kur'an okurdu. Yukarıda da geçtiği üzere akşam namazında A'raf,
Tur ve Mürselat surelerinden birini okuduğu olmuştur. Malum olduğu üzere rüku
ve secdesi, bu kıraat kadar uzun olmamıştır. Sünen sahiplerinin Enes'ten
rivayet ettikleri şu hadis de bunu gösterir; Enes "Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefatından sonra şu genç -yani Ömer b. Abdülaziz-
dışında namaz kıldınşı Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namaz
kıldınşına benzeyen hiç kimsenin arkasında namaz kılmadım." diyor ve
ekliyor: "Onun rüku ve secdesinin on tesbih miktarı olduğunu tahmin
ettik."
Bir de Enes'in, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendilerine imam olduğunda Saffat
suresini okuduğunu söylemesi dikkate alınırsa -Allah en iyi bilir ya- Bera b
.azib'in maksadı şu olsa gerektir: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) namazı mutedil idi. Kıyamı uzatınca rüku ve secdeyi de uzatır, kıyamı
kısa tutunca rüku ve secdeyi de kısa tutardı. Bazan rüku ve secdeyi kıyam kadar
tutardı. Ancak bunu yalnızca gece namazlarına mahsus olmak üzere zaman zaman
yapardı. Küsuf (güneş tutulması) namazında da takriben böyle yapmıştı. Namazı
denkleştirmek ve rükunlannm birbirleriyle uyum içinde olmasını sağlamak Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) genel tutumlarıydı.
Rükuda şöyle de dediği
olurdu:
"O Allah, her türlü
noksanlıktan münezzeh Sübbuh, Kuddus isinifl nin sahibi, meleklerin ve Ruh'un
Rabbidir."
Bazan da şöyle derdi:
"Allah'ım! Sana
rüku ettim, Sana inandım, Sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, beynim, kemiğim,
sinirim hep senin önünde eğildi." Ancak bunu yalnızca gece namazlarında
okuduğu nakledilmiştir.
Sonra: "Semiallahü
limen hamiden" diyerek başım kaldırırdı. Daha önce geçtiği üzere rükudan
doğrulurken ellerini de kaldırırdı. Bu üç yerde (tekbir alırken, rükua giderken
ve rükudan doğrulurken) Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ellerini
kaldırdığım içlerinde Aşere-i Mübeşşere'nin de bulunduğu 30 kadar sahabi
rivayet etmiştir. Bunun aksine bir rivayet asla sabit olmamıştır. Tam tersine
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dünyadan ayrılıncaya kadar sürekli
bu (üç yerde ellerini kaldırma) tavrını devam ettirmiştir. Bera'nın naklettiği
hadisteki: "Sonra bir daha yapmazdı" sözü sahih senedle nakledilmemiş
olup bu Yezid b. Zıyad'ın ilavesidir.
İbn Mes'ud'un ellerini
kaldırmaması, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) malum tavrından
öne alınacak birşey değildir. İbn Mes'ud'un namaz konusundaki bazı fiilleri
terkedilmiştir ki, bu fiillerin karşı delilleri elleri kaldırma hadisleri
kuvvetinde bile değildir. Onun fiillerinden terkedilenlerin bazıları şunlardır:
Rüku ederken iki avucu birbirine yapıştırıp iki dizin arasına getirmek
(tatbik), secdede kolları yere yaymak (iftiraş), iki kişiye imam olunduğunda
ileriye geçmeden aralarında durmak, devlet adamlarının geciktirmelerinden
dolayı evde arkadaşlarıyla farz namaz kılarken ezansız ve kametsiz kılması...
Elleri kaldırma hadisleri nerde, bunun aksini ifade eden hadisler nerde!
Üstelik elleri kaldırma hadisleri hem çok, hem sahih, hem açık ve hem de amel
edilen hadislerdir. Başarı Allah'tandır.
Rükudan kalktığında ve
iki secde arasında daima belini doğrulturdu. Buyururlardı ki: "Bir
kimsenin rüku ve secdede belini doğrultmadan kıldığı namaz, namaz olmaz."
Hadisi İbn Huzeyme Sahih'inde rivayet etmiştir.
Ayakta tam
doğrulduğunda: mz Sanadır." derdi.
Bazan:
"Rabbimiz hamd
yalnız Sanadır", bazan da "Rabbimiz olan Allah'ım! Hamd yalnız
Sanadır" derdi. Bunları söylediği sahih olarak rivayet edilmiştir.
"Allahümme" lafzı ile "ve" edatını birleştirerek
"Allahümme Rabbena ve leke'l-hamd" dediği sahih olarak
nakledilmemiştir.
Bu rüknü (yani rükudan
sonra ayakta durmayı) rüku ve secde miktarı uzatmak Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) adetiydi. Bu esnada şöyle dediği sahih senedle
nakledilmiştir:
"Allah, kendisine
hamdedeni dinler. Ey Rabbimiz olan Allah'ım! Hamd yalnız Sanadır. Gökler
dolusu, yer dolusu, bunlardan öte ne yaratmayı diledinse hepsinin dolusu hamd
sana... Övgüye, yüceliğe layık olan Allahim! Herhangi bir kulun -ki hepimiz de
sana kuluz- dediği en gerçek; söz şudur: Allah'ım! Senin verdiğine engel olacak
yok, vermediğini verecek yok. Senin rızan olmadan hiç kimseye bahtı yar
olmaz."
Bu sırada şu duayı
okuduğu da sahih senedle nakledilmiştir:
"Allah'ım!
Hatalarımı su ile, kar ile, dolu ile tertemiz yıka. Beyaz kumaş kirden nasıl
temizlenirse beni günah ve hatalardan öylece temizle. Beni günahlarımdan doğu
ile batı arasım açtığın gibi uzak tut."
Rüku miktarmca şu
cümleyi rükudan kalkışta okuduğu sahihtir: "Hamd yalnız Rabbimedir. Hamd
yalnız Rabbimedir."
Rükudan başını
kaldırdığında o kadar ayakta durup bekler, bu rüknü uzatırdı ki gören 'secdeye
gitmeyi unuttu' derdi. Müslim'in nakline göre Enes (r.a.) diyor ki: Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): deyip doğrulduğunda biz 'galiba secdeye
varmaktan vazgeçti' diyecek duruma gelinceye dek ayakta kalır, sonra secde
ederdi, sonra iki secde arasında o kadar otururdu ki biz artık 'secdeye
varmaktan vazgeçti' diyecek olurduk.
Yine Hz. Peygamber'den
(s.a) sahih senedle nakledildiğine göre küsuf (güneş tutulması) namazında
rükudan sonraki bu rüknü takriben rüku kadar uzatmış, rükuda da takriben
kıyamda durduğu kadar durmuştu.
İşte Hz. Peygamberin
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) herhangi bir karşı delilin bulunmadığı malum
adeti buydu.
Buhari'nin Bera b.
azib'den naklettiği: "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kıyamı ile tahiyyat için oturuşu istisna edilirse, rükuu, secdesi, iki secde
arasındaki oturuşu ve rükudan baş kaldırıp durması takriben birbirine
eşitti." hadisine gelince, bu iki rüknün (kıyam ile tahiyyat için oturuş)
kısa olduğunu zannedenler bu hadise tutunmuşlardır. Oysa bu hadiste onlar için
tutunacak bir dal yoktur. Çünkü hadis bu iki rüknün kendi aralarında, diğer
rükünlerin de yine kendi aralarında eşit olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Şayet istisna edilen kıyam ve ka'de ile rükudan sonraki kıyam ve iki secde arasındaki
oturuş kastedilmiş olsaydı bir tek hadisin kendi içinde çelişkili olması
gerekirdi. O halde kıyamın kıraat için olan kıyam, ka'denin de tahiyyat için
olan ka'de olduğu ortaya çıkmıştır. Bu yüzdendir ki, bu iki rüknü (kıyam ile
tahiyyata oturma) diğer rükünlerden uzun tutmak -daha Önce açıklaması geçtiği
üzere- Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) adetiydi. Allah'a şükür
bu da açıktır. Bu mesele Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Allah'ın kendilerine gizli kalmasını dilediği kimselere gizli kalan
adetlerindendir.
Üstadımız (İbn Teymiye)
diyor ki: Bu iki rüknü kısaltma işlemi Emevi devlet adamlarının namazdaki
tasarruf ve bid'atlerindendir. -Nitekim namazda tekbiri itmam etmemek, namazı
fazlaca geciktirmek gibi Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
tavırlarına aykırı daha başka şeyler de ihdas etmişlerdir.- Onların bu konudaki
bid'atlerine de bayağı aldananlar oldu; hatta bu bid'atin sünnet olduğunu
sandılar.
6- Secde Edişi:
(Rükudan kalktıktan)
sonra ellerini kaldırmadan tekttir alır, secdeye giderdi. Bu esnada ellerini
kaldırdığı da nakledilmiştir. Bu ikinci rivayeti, Ebu Muhammed İbn Hazm (r.h.)
gibi bazı hafız muhaddisler sahih saymışlardır ki, bu bir vehimdir. Bu rivayet
asla sahih değildir. İbn Hazm'ı yanıltan, ravinin: '"Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) her kalkıp eğildikçe tekbir alırdı" diye
başlayan ve: "Her kalkıp eğildikçe ellerini kaldırırdı" diye devam
eden sözü olmuştur. Ravinin kendisi sika olsa da sözünün bu son kısmı yanlıştır.
İbn Hazm, ravinin yanılma ve vehmetme sebebinin farkına varmadığından rivayetin
sahih olduğunu söylemiştir. Yine de en iyi bilen Allah'tır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) secdeye giderken önce dizlerini sonra ellerini,
daha sonra da alnını ve burnunu yere koyardı. Sahih rivayet işte bu rivayet
olup Şerik - Asım b. Şüleyb - babası Küleyb senediyle Vail b. Hucr'un şöyle
dediği nakledilir: "Allah Rasulü'nü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
gözetledim; secde ederken dizlerini ellerinden önce yere koydu. Secdeden kalkarken
de ellerini dizlerinden önce yerden kaldırdı. " Bunun aksini yaptığı
nakledilmemiştir.(54)
Ebu Hureyre'nin Hz.
Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) naklettiği: "Herhangi biriniz
secde edeceği zaman deve gibi çökmesin; ellerini dizlerinden Önce yere
koysun" hadisinde -Allah en iyi bilir ya- ravilerden biri vehmetmiş
(yanılmıştır). Çünkü hadisin başı sonuyla çelişmektedir. Zira ellerini
dizlerinden önce yere koyduğunda deve gibi çökmüş olur. Çünkü deve önce
ellerini ( = ön ayaklarını) yere kor. Bu görüşü savunanlar durumu
bildiklerinden: "Devenin dizleri (arka) ayaklarında değil, ön
ayaklarındadır. Deve yere çökerken Önce dizlerini yere kor. İşte hadiste
yasaklanan fiil budur" demişlerdir. Bu söz pek çok yönden sakattır:
1- Deve yere çökerken önce
önayaklarım yere kor; arka ayakları dik kalır. Kalkacağı zaman önce arka
ayaklarını kaldırır; bu esnada ön ayakları yerde kalır. İşte Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yasakladığı ve aksini yaptığı şey budur.
Uzuvlarını yakınlık derecelerine
göre -yere en yakın olan ilk dokunacak şekilde- yere indirirdi. Yerden
kalkarken de yine en üstteki uzvu ilk kaldırmak suretiyle diğerlerini de
sırasıyla kaldırırdı. Yere önce dizlerini, sonra ellerini daha sonra da alnını
kordu. Kalkacağı zaman da önce başını, sonra ellerini, daha sonra da dizlerini
kaldırırdı. Bu durum deve iniş ve kalkışının aksinedir. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazda hayvanlara benzemeyi yasaklamıştır.
Böylece deve gibi çökmekten, tilki gibi sağa-sola bakmaktan, canavar gibi
kolları yere sermekten köpek gibi kaba etleri yere dayayıp bacakları dikmekten,
karga gibi gagalamaktan (yani secdeleri alelacele yapmaktan) ve selam verirken
elleri kötü huylu atların diretirken kuyruklannı kaldırdıkları gibi kaldırmaktan
menetmiştir. Şu halde namaz kılan kişinin hareketlen, hayvanların hareketlerine
aykırı demektir.
2- "Devenin dizleri
ön ayaklarındadır" demeleri ise makul bir söz değildir. Hem lügat
bilginleri de böyle bir tanım yapmamaktadırlar. Diz yalnızca arka ayaklardadır.
Devenin ön ayaklarındakilere diz adı verilmesi tağlib (galib kılma) yoluyladır.
3- Onların dedikleri
gibi olsaydı, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Deve gibi
çoksun" buyururdu. Çünkü devenin yere ilk gelen kısmı elleridir. Problemin
iç yüzü şudur: Kim devenin çöküş şeklini düşünür ve Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) de deve gibi çökmeyi yasakladığını bilirse Vail
b. Hucr hadisinin doğru olduğunu da bilir. Allah en iyi bilendir.
Bana öyle geliyordu ki
Ebu Hureyre'nin naklettiği hadis, daha önce de söylediğimiz gibi, metni ve aslı
ravilerinden biri tarafından tersine çevrilmiş (maklub) bir hadistir. Her halde
aslı: "Dizlerini ellerinden önce yere koysun" şeklindedir. Böyle
ravileri tarafından tersine çevrilen bir kaç hadisi örnek olarak zikredecek
olursak:
a) Ravilerden biri İbn
Ömer'den nakledilen: "Bilal gece ezan okur. Siz, İbn Ümmi Mektum ezan
okuyuncaya kadar yeyin, için." hadisini tersine çevirip: "İbn Ümmi
Mektum gece ezan okur. Siz, Bilal ezan okuyuncaya kadar yeyin, için"
şeklinde nakletmiştik
b) Bazıları da
"Cehennemlikler ahirette cehenneme atıldıkça, cehennem: Daha yok mu? diye
soracak... Cennete gelince, Allah onun için yeniden bir halk yaratır, onları
cennete yerleştirir." hadisini "Cehenneme gelince; Allah, onun için
yeniden bir halk yaratır, onları, cehenneme yerleştirir." şeklinde rivayet
etmişlerdir.
Nitekim konumuz olan
hadisi Ebu Bekir İbn Ebi Şeybe'nin aynen bu şekilde rivayet ettiğini gördüm:
İbn Ebi Şeybe, Muhammed b. Fudayl - Abdullah b. Said - dedesi - Ebu Hureyre
senediyle Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduklarını
nakleder:
"Herhangi biriniz
secdeye gideceğinde ellerinden önce dizlerini yere koymakla secdeye başlasın.
Erkek deve gibi çökmesin." Esrem de bu hadisi, Sünen'inde Hz. Ebu
Bekir'den aynı şekilde nakleder.
Ebu Hureyre yoluyla Hz.
Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu doğrulayıcı ve Vail b. Hucr
hadisine muvafık bir hadis nakledilmiştir. İbn Ebi Davud, Yusuf b. Adiy -
Muhammed b. Fudayl - Abdullah b. Said - Dedesi - Ebu Hureyre senediyle rivayet
eder ki Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ellerinden önce dizlerini
yere koyarak secdeye başlardı.
İbn Huzeyme, Sahih'inde
Mus'ab b. Sa'd'ın, babası (Sa'd b. Ebi Vakkas)'dan şu sözleri duyduğunu nakleder:
Elleri dizlerden önce yere koyardık. Bize dizleri ellerden önce yere koyma
emredildi. Buna göre Ebu Hureyre hadisi sağlam ulaştırılmış olsa bile mensuh
demektir. Nitekim el-Muğnl sahibi (İbn Kudame) ve bazı müelliflerin düşünceleri
de bu yoldadır. Ancak bu hadisin iki illeti var:
1- Naklettiği hadisler
delil teşkil etmeyecek biri olan Yahya b. Seleme b. Küheyl tarafından
nakledilmiştir. Onun hakkında en-Nesai: "Metruk" İbn Hıbban:
"Cidden münkeru'l-hadistir. Naklettiği hadis delil olmaz" ve İbn Main
"Hiçtir" demiştir.
2- Mus'ab b. Sa'd'ın
babasından naklettiği sağlam yolla ulaştırılmış rivayet tatbik olayıdır;
Sa'd'ın sözü de: "Biz böyle yapardık; ellerimizi dizler üzerine koymamız
emredildi", şeklindedir.
el-Muğni sahibinin Ebu
Said'den naklettiği: "Elleri dizlerden önce yere koyardık. Bize dizleri
ellerden önce yere koyma emredildi." sözü ise -doğrusunu en iyi Allah
bilir ya- isimde bir yanılgıdır; Ebu Said değil, Sa'd olacaktır. Yukarıda
geçtiği üzere metinde de yanılgı var; hadis konumuz hakkında değil, tatbik
hakkındadır. En iyi bilen Allah'tır.
Yukarıda geçen Ebu
Hureyre hadisini Buhari, Tirmizi, ve Darakutni illetli saymışlardır. Buhari
"Muhammed b. Abdullah b. Hasan'a mütabaat edilmez. Ebu'z-Zinad'dan işitip
işitmediğini de bilmiyorum." demiş. Tirmizi ise: "Hadis garibdir.
Hadisin Ebu'z-Zinad'dan bu yol dışında başka bir yoldan nakledildiğini
bilmiyoruz." demiştir.
Darakutni de diyor ki:
"Tek başına bu hadisi Abdülaziz ed-Deraverdi, Muhammed b. Abdullah b.
Hasan el-Alevi yoluyla Ebu'z-Zinad'dan nakletmiştir." Oysa en-Nesai,
Kuteybe - Abdulah b. Nafi' - Muhammed b. Abdullah b. Hasan el-Alevi -
Ebu'z-Zinad - el-A'rac - Ebu Hureyre senediyle Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Biriniz namazına kastediyor, deve gibi çöküyor!"
buyurduğunu başka ilave getirmeden nakletmiştir.
Ebu Bekir b. Ebu Davud
ise: "Bu sünneti yalnızca Medineliler nakletmiştir. Onlar da bu sünnetin
iki senedine sahipler: Birisi, bu sened, diğeri de Ubeydullah - Nafi' - ibn
Ömer - Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) senedi."
Ben derim ki: (İkinci)
hadisle, Esbağ b. Ferec - ed-Deraverdi - Ubeydullah - Nafi' senediyle
nakledilen: "ibn Ömer ellerini dizlerinden önce yere kor ve Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de böyle yaptığım söylerdi."
hadisini kastediyor. Yine bu hadisi Hakim, Müstedrek'inde Mihrez b. Seleme
yoluyla ed-Deraverdi'den nakledip: "Müslim'in şartlarım taşıyor"
demiştir. Hakim, Hafs b. Gıyas - Asim el-Ahvel senediyle Enes'in şöyle dediğini
nakleder: "Allah Rasulü'nü(Sallallahu aleyhi ve Sellem) tekbir alıp
secdeye inerken gördüm; dizleri ellerinden önce yere değdi!" Hakim:
"Bu hadis Buhari ve Müslim'in şartlarını taşıyor. Hiçbir illetini
bilmiyorum" diyor.
Ben derim ki:
Abdurrahman b. Ebu Hatim "Bu hadisi babama sordum. Bu hadis münkerdir,
dedi" diyor. Ebu Hatim'in hadisi münker sayması -Allah daha iyi bilir ya-
Hafs b. Gıyas'dan el-Ala b. İsmail el-Attar'in nakletmiş olmasından
kaynaklanıyor. Çünkü bu el-Ala adlı zat Kutüb-i Sitte'de adı geçmeyen meçhul
bir zattır. Görüldüğü üzere her iki tarafın da (delil gösterdikleri) merfu
hadisler bunlar.
Sahabeden nakledilen
eserlere gelince; Abdurrezzak, İbnü'l-Münzir... vs.'nin naklettiklerine göre
Ömer İbnü'l-Hattab (r.a.) dizlerini ellerinden önce yere kordu. İbn Mes'ud'un
(r.a.)'da böyle yaptığı nakledilmiştir. Tahavi, Fehd-Ömer b. Hafs - babası Hafs
- el-A'meş - İbrahim (en-Nehai) yoluyla Abdullah'ın (İbn Mes'ud) öğrencileri
olan Alkame ve el-Esved'in: "Öğrendiğimize göre Hz. Ömer, rükudan sonra, devenin
çöktüğü gibi dizleri üzerine çöker; dizlerini ellerinden önce yere kordu"
dediklerim naklettikten sonra el-Haccac b. Ertat yoluyla İbrahim en-Nehai'nin:
"Nakledildiğine göre, Abdullah b. Mes'ud'un dizleri, yere ellerinden önce
dokunurdu." sözünü serdetmiştir. Ayrıca (Tahavi), Ebu Merzuk - Vehb -
Şu'be - Muğire yoluyla şunu nakleder: Muğire diyor ki: "İbrahim'e, secde
edeceği zaman ellerini dizlerinden önce yere koyan adamın durumunu sordum. Bunu
ahmak ya da deliden başka kim yapar! dedi".
İbnü'l-Münzir diyor ki:
Bu konuda ilim adamları görüş ayrılığına düştüler;
1- Dizlerini ellerinden
önce yere kor diyenlerden bazıları şunlardır: Ömer ibnü'l-Hattab (r.a.),
en-Nehai, Müslim b. Yesar, es-Sevri, eş-Şafii, Ahmed, İshak, Ebu Hanife ve
arkadaşları ile Kufeli fakihler.
2- Bir grup ellerini
dizlerinden Önce yere kor demişlerdir... Malik bu görüştedir. el-Evzai:
"Ulaştığımız insanlar ellerini dizlerinden önce koyarlardı" diyor.
İbn Ebi Davud ise: "Bu görüş hadis ehlinin görüşüdür." diyor.
Ben derim ki: Ebu Hureyre
hadisi Beyhaki tarafından başka bir lafızla şu şekilde rivayet edilmiştir:
"Herhangi biriniz secde edeceği zaman deve gibi çökmesin, ellerini
dizlerinin üzerine koysun." Beyhaki: "Bu hadis sağlam yolla rivayet
edilmiş (mahfuz) ise secdeye inerken ellerin dizlerden önce yere konacağına
delil olur" diyor.
Vail b. Hucr hadisi, şu
yönlerden tercihe şayandır:
1- el-Hattabi gibi bazı
alimlerin söyledikleri üzere Vail hadisi, Ebu Hureyre hadisinden daha
sağlamdır.
2- Yukarıda da geçtiği
üzere Ebu Hureyre hadisi, metni muztarib bir hadistir. Kimileri "Ellerini
dizlerinden önce yere koysun" şeklinde rivayet ederken kimileri tam
tersini rivayet etmiş; kimileri ise, "Ellerini dizlerinin üzerine
koysun" şeklinde rivayet ederken kimileri de tamamen bu cümleyi kaldırmıştır.
3- Yukarıda geçtiği
üzere Buhari, Darakutni, v.s. muhaddisler Ebu Hureyre hadisini illetli
saymışlardır.
4- Ebu Hureyre hadisinin
sabit olduğu kabul edilse bile, bir grup ilim adamı hadisin nesholunduğunu
savunmuştur. ibnü'l-Münzir diyor ki: "Bazı arkadaşlarımız elleri dizlerden
önce yere koymanın nesholunduğunu sanmaktadırlar." Nitekim bu husus
yukarıda geçmişti.
5- Ebu Hureyre hadisinin
aksine, Vail hadisi Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazda iken
deve gibi çökme yasağına paralellik arzetmektedir.
6- Ömer İbnü'l-Hattab,
oğlu (Abdullah b. Ömer) ve Abdullah b. Mes'ud gibi sahabeden nakledilenlere de
uygundur. Kendisinden gelen rivayet farklılığına rağmen yine de Hz. Ömer'i
(r.a.) istisna edersek hiçbir sahabeden Ebu Hureyre hadisine muvafık bir
rivayet gelmemiştir.
7- Yukarıda geçtiği
üzere İbn Ömer, Enes gibi sahabilerden naklolunan şahid hadisler de mevcuttur.
Ebu Hureyre hadisi için tek bir şahid hadis yoktur. Her iki hadis birbirine karşı
koyacak derecede olsa bile şahidlerinden dolayı Vail b. Hucr hadisi yine öne
alınır. Oysa yukarıda geçtiği üzere Vail hadisi daha güçlüdür!
8- Çoğunluğun görüşü de
Vail hadisi üzerinde birleşmektedir. Diğer görüş yalnız el-Evzai ve Malik'ten
naklolunmuştur. İbn Ebi Davud'un: "Bu görüş hadis ehlinin görüşüdür."
demesine gelince, İbn Ebi Davud bu sözüyle onların bir kısmını kasdetmiştir.
Yoksa Ahmed, Şafii ve İshak (hadis ehlinden oldukları halde) o görüşün
muhalifidirler.
9- Vail hadisinde, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) fiilini anlatmak için serdedilmiş
hikayesi olan bir olay geçmektedir. Bu yüzden sağlam naklolunmuş olması akla
daha uygundur. Çünkü hadiste hikaye olunan bir olay bulunması onun sağlam
naklolunduğunu gösterir.
10- Bu konuda naklolunan
bütün fiiller başkaları tarafından'da sahih ve sağlam olarak naklolunmuştur.
Bunlar bilinen sahih fiillerdir. Bu fiil de onlardan biridir. Buna da o
fiillerin hükmü verilir. Çelişik olan ise buna karşı koyamaz. Şu halde Vail
hadisinin tercihe şayan olduğu belirginlik kazanmıştır. En iyi bilen Allahtır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) alnı ve burnu üzerine secde ederdi. Sarığının
kıvrımına secde etmezdi. Sarığının kıvrımı üzerine secde ettiğine dair ne bir
sahih, ne bir hasen hadis sabit olmuştur. Ancak Abdürrezzak, Musanne/inde Ebu
Hureyre'nin: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sarığının kıvrımı
üzerine secde ederdi" dediğini nakletmektedir. Bu hadis, metruk bir ravi
olan Abdullah b. Muharrar tarafından rivayet edilmiştir. Ayrıca bu hadisi Ebu
Ahmed ez-Zübeyri, Hz. Cabir'den nakletmiştir. Ancak bu hadisi ikisi de metruk
ravi olan Amr b. Şemir - Cabir el-Cu'fi yoluyla Hz. Cabir'den nakletmiştir. Ebu
Davud'un Merasii adlı eserinde anlattığına göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) mescidde namaz kılmakta olan ve alnının üzerine sarık sardığı için
şakağına secde eden bir adam gördü. Bunun üzerine Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) adamın alnını açtı.
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) çoğunlukla yere (toprağa) secde ederdi. Suya, çamura, hurma
yaprağından örülmüş küçük örtüye, yine hurma yaprağından örülmüş hasıra ve
tabaklanmış post üzerine secde ederdi.
Secde ettiğinde alnını
ve burnunu yere iyice yerleştirir, ellerini yanlarından o kadar dışarı çıkarır,
uzaklaştırırdı ki, koltuklarının aklığı gözükür, hatta bir kuzu altlarından
geçmek istese geçebilirdi.
Ellerini, omuzları ve
kulakları hizasında yere kordu. Müslim, Sahih'inde Bera'dan naklen Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Secde ettiğinde avuç içlerini yere koy; dirseklerini yukarı kaldır."
Secdede bütün uzuvları
düzgün (itidal halinde) durur, ayak parmaklarının uçlarını kıbleye yöneltirdi.
Avuçlarını ve
parmaklarını yere yayar; parmak aralarını ne ayırır, ne de sıkardı. İbn
Hıbban'ın Sahih'inde ise rüku ettiğinde parmaklarını ayırdığı, secde ettiğinde
parmaklarını bitiştirdiği rivayet edilmektedir.
Secde esnasında şu
dualardan birini okurdu: ''Sübhane Rabbiye'l-A'la =
1- "En yüce olan
Rabbimi tenzih ederim." Bu duayı okumayı emretmiştir.
2- "Rabbimiz olan
Allah'ım! Sana hamdederek Seni her turlü eksiklikten tenzih ederim. Allah'ım!
Beni bağışla."
3- "O Allah, her
türlü noksanlıktan münezzeh Sübbuh, Kuddus'lerinin sahibi, meleklerin ve Ruh'un
sahibidir,"
4- "Allah'ım! Sana
hamdederek Seni her türlü eksiklikten tenzili rim. Senden başka tanrı
yoktur."
5- "Allah'ım!
Gazabından hoşnutluğuna, azabından affına! sığınırım. Senden yine Sana
sığınırım. Sana övgüler sıralayamam. Sen kendini övdüğün gibisin."'
6- "Allah'ım! Sana
secde ettim, Sana inandım. Sana teslim oldum. Yüzüm secde etti, kendisini
yaratan, şekillendiren, göz kulak veren Allah'a. En güzel yaratıcı olan
Allah'ın şanı ne yücedir."
7- "Allah'ım! Bütün
günahlarımı, ufağını - büyüğünü, ilkini sonunu, açığını - gizlisini
bağışla!"
8- "Allah'ım!
Günahımı, bilgisizliğimi, isimdeki savurganlığımı ve benden daha iyi bildiğin
kusurlarımı bağışla.
Allah'ım! Benim
tarafımdan olan ciddi - şaka, hatalı - kasıtlı bütün kusurlarımı bağışla.
Allah'ım! Gelmiş-geçmiş,
gizli açık yaptığım günahlarımı bağışla! Sen benim Hanımsın. Senden başka tanrı
yoktur."
9- "Allah'ım!
Kalbimde bir nur, kulağımda bir nur gözümde bir nur, sağımda bir nur, solumda
bir nur, önümde bir nur, arkamda bir nur, üstümde bir nur, altımda bir nur var
et! Benim için bir nur yarat."
Secdede dua etmeye
çalışmayı emretmiş ve: "Bu şekil duanız kabule layıktır" buyurmuştur.
Burada secdede iken çok dua etmek mi, yoksa dua edecek bir kimse herhangi bir
yerde dua edeceği zaman secdede etsin diye mi emrolunmaktadır? İkisi arasında
fark vardır. Hadisin yorumlanabileceği en güzel anlam şudur: Dua iki türlüdür:
1- Övgü duası, 2- İstek
duası. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) secdede iken her iki tür
duadan çokça okurdu.
Secdede okunmasını
emrettiği dua her ikisini de kapsar.
Duanın kabulü de iki
türlüdür: 1- İsteklinin isteği verilmek usretiyle duanın kabulü, 2- Övgü
söyleyene sevab bahşedilmek suretiyle duasının kabulü. "Bana dua ettiğinde,
dua edenin, duasını kabul ederim." ayeti [Bakara, 187] her iki türden
biriyle tefsir edilmiştir. Doğrusu bu ayet her ikisini de kapsar.
7- Kıyam mı Secde mi
Daha Faziletlidir:
Alimler kıyam ve
secdeden hangisinin daha faziletli olduğunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bir
grup şu yönlerden kıyamı tercih etmiştir?
1- Kıyamdaki zikir,
zikirlerin en üstünüdür. Öyleyse rüknü de rüknlerin en üstünüdür.
2- Allah (c.c.)
buyuruyor ki: "İhlash bir halde Allah için narra durun. "[Bakara:
238]
3- Hz. Peygamber
buyuruyor ki: "En üstün namaz kıyamı uzun olandır. "
Bir grup ise secde daha
üstündür, diyor. Delilleri:
1- Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kulun Rabbine en yakın olduğu hal]
secdedeki halidir." buyurmuştur.
2- Ma'dan b. Ebi Talha
anlatıyor: Allah Rasulü'nün kölesi Sevban'a rastladım. Bana faydalı olacak bir
söz söyle, dedim, secde etmene bak; Çünkü Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi
ve Sellem): "Herhangi bir kul Allah'a yalnız bir secde etse muhakkak Allah
o secdeye karşılık o kulu bir derece yükseltir ve bir günahını affeder"
buyurduğunu işittim, dedi. Ma'dan devamla diyor ki: Sonra Ebu'd-Derda'ya
rastladım, ondan bir tavsiye istedim, benzer cevabı verdi.
3- Cennette refakatçisi
olmak isteyen Rabia b. Ka'b el-Eslemi'ye Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Sen dediğimi yap, çok secde et. Böylece bana bu isteğini yerine
getirmemde yardımcı olursun. "
4- En doğru görüşe göre
Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) indirilmiş ilk sure olan Alak
suresi: "Secde et, yaklaş"[Alak, 19] ayetiyle son bulmaktadır.
5- Secde ulvi süfli
bütün yaratıklar tarafından Allah'a yapılan bir ibadet şeklidir. Secde kişinin
Rabbine karşı en zelil olduğu ve en fazla boyun eğdiği bir andır. Bu ise kulun
en şerefli halidir. Bu yüzden Rabbine en yakın hali bu hal olmuştur. Secde
kulluk sırrının ta kendisidir. Çünkü kulluk zelil olmaktır, boyun eğmektir.
Araplar "Tarik'un muabbed'un = kullaşmış yol" sözüyle ayakların basıp
geçtiği, çiğnediği yolu kastederler. Kulun en zelil olduğu ve en fazla boyun
eğdiği hali secdedeki halidir.
Bir başka grup ise;
"Geceleyin kıyamı uzun tutmak daha faziletlidir. Gündüzse çokça rüku ve
secde etmek daha faziletlidir." diyor. Bu grubun delili:
Gece namazına özel
olarak "kıyam" ismi verilir. Çünkü Allah (c.c): "Gece kıyama
kalk"[Müzzemmil, 1] Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise:
"Kim Ramazan'da inananarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek (gece) kıyama
kalkarsa günahı affolunur" buyurmaktadır. Bu yüzden "Gece kıyamı"
sözü kullanılır da "Gündüz kıyamı" sözü kullanılmaz." Diyorlar
ki: İşte Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünneti buydu. Zira o,
gece 11 yahut 13 rekattan fazla namaz kılmazdı.
Bazı gecelerde Bakara,
Al-i İmran ve Nisa surelerini bir rekatta okuyarak namaz kılardı. Gündüz ise
böyle bir şey yaptığı naklediimemiştir. Aksine sünnetleri hafif tutardı.
Üstadımız (İbn Teymiye)
der ki: Doğrusu kıyam ve secde faziletçe birbirlerine eşittir. Kıyam, Kur'an
okuma (kıraat) şeklindeki zikrinden dolayı daha faziletli, secde ise vaziyet
itibariyle daha faziletlidir. Secde vaziyeti kıyam vaziyetinden, kıyam zikri
secde zikrinden daha faziletledir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) tutumu işte böyleydi. Küsüf ve gece namazlarında yaptığı gibi kıyamı
uzatınca rüku ve secdeyi uzatırdı; kıyamı kısa tutunca da ve secdeyi kısa
tutardı. Farz namazda da aynen böyle yapardı. Nitekim; el-Bera b. azıb:
"Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıyamı, rükuu, secdesi ve
itidali takriben birbirine yakındı" diyor. En iyi bilen Allah'tır.
8- Teşehhüde Oturuşu:
Sonra Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ellerini kaldırmaksızın tekbir alarak başını
kaldırırdı. Başını secdeden, ellerinden önce kaldırır; sonra yaygın vaziyette
otururdu: Sol ayağını yere yayar, üzerine oturur, sağ ayağını dikerdi.
Nesai'nin nakline göre İbn Ömer: "Sağ ayağı dikip parmaklarını kıbleye
çevirmek ve sol ayak üzerine oturmak namazın sünnetlerindendir." diyor.
Burada Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bundan başka bir oturuş
nakledilmemiştir.
Ellerini uylukları
üzerine kor; dirseğini uyluğu ve elinin uç kısmını ise dizi üzerine kordu,
Parmaklarından ikisini çeker, bir halka yapar, sonra da bir parmağını dua etmek
için kaldırır, hareket ettirirdi. Vail b. Hucr Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) işte böyle yaptığım söylemiştir.
Ebu Davud'un Abdullah b.
ez-Zübeyr'den naklettiği "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dua
edeceği zaman bir parmağı ile işaret eder, ama parmağını hareket ettirmezdi."
hadisindeki ilavenin sıhhati şüphelidir. Çünkü Müs|ı| lim, Sahih'inde hadisi
Abdullah b. ez-Zübeyr'den bütün uzunluğu ile naklettiği halde bu ilaveyi
belirtmemiştir. Aksine şu şekilde rivayet etmiştir:
"Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazda oturduğu zaman sol ayağını uyluğu ile
inciği (diz ile ayak arasında kalan kısım) arasına kor; sağ ayağını yayar; sol
elini sol dizi üzerine, sağ elini sağ uyluğu üzerine kor, parmağı ile işare
ederdi."
Hem Ebu Davud'un
naklettiği hadiste bu fiilin namazda olduğuna dair birşey de yoktur.
Hem de namazda olsa bile
bu hadis inkar, Vail b. Hucr hadisi ise isbat edicidir. İsbat edici olan Vail
hadisi Ebu Hatim'in Sahihimde zikrettiğine göre sahih bir hadistir; öne alınır.
Sonra iki secde arasında
İbn Abbas'ın (r.a.) rivayetine göre şu duayı okurdu:
"Allah'ım! Beni
bağışla, bana acı, bana bağışta bulun, beni doğru yola ilet, beni azıklarıdır.
"
Huzeyfe'nin rivayetine
göre ise şu duayı okurdu: "Rabbim! Bağışla beni. Rabbim! Bağışla
beni."
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu rüknü (iki secde arasında oturmayı) secde
miktarı uzatırdı. Bütün hadislerde ondan gelen sağlam rivayetler bu
merkezdedir. (Müslim'in) Sahih'inde Enes'in (r.a.): "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki secde arasında o kadar otururdu ki, herhalde
devamından vazgeçti, derdik" dediği naklolunmaktadır. Bu sünneti, sahabe
devri son bulduktan sonra insanlar terkettiler. Bu yüzden Sabit demiştir ki:
"Enes, sizin yaptığınızı görmediğim birşey yapardı. İki secde arasında o kadar
beklerdi ki herhalde unuttu yahut herhalde vazgeçti derdik."
Kim sünneti hakem tanır,
ona aykırı olana iltifat etmezse Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
bu tavrına aykırı düşen şeylere aldırış etmez.
Sonra Vail ve Ebu
Hureyre'nin anlattıklarına göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
uyluklarına dayanarak ayaklarının ön kısmı ve dizleri üzerinde (ikinci rekata)
kalkardı. Elleriyle yere dayanmazdı. Malik b. el-Huveyris'in nakline göre
doğrulup oturuncaya kadar ayağa kalkmazdı. İşte "istirahat oturuşu"
adı verilen oturuş budur.
Fakihler bu oturuş
hakkında farklı iki görüş açıklamışlardır:
1- Namazın herkesin
yapması müstehab sünnetlerinden midir?
2- Yoksa sünnetlerden
olmayıp yalnızca ihtiyaç duyanın yaptığı fiillerden midir? Her iki görüş de
Ahmed b. Hanbel'den (r.a.) nakledilmiştir. el-Hallal diyor ki: Ahmed, istirahat
oturuşu konusunda Malik b. el-Huveyris hadisine dönmüştür. Dedi ki: Yusuf b.
Musa'nın bana haber verdiğine göre Ebu Ümame'ye (secdeden) ayağa kalkış
sorulmuş; o da: "Rıfaa hadisine göre ayakların ön kısmı üzerine
kalkılır" cevabım vermiş. İbn Aclan'ın naklettiği hadis, ayaklarının ön
kısmı üzerine kalktığını göstermektedir. Bu hadis Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ashabından ve onun namazını anlatan diğer pek çok kimseden
nakledildiği halde bu oturuş anılmamış, yalnızca Ebu Humeyd ve Malik b.
el-Huveyris hadislerinde anılmıştır. Şayet bu fiil Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) sürekli yaptığı bir fiil olsaydı, onun namazını anlatan herkes
bundan sözederdi. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yalnızca bu
fiili yapmış olması» o fiilin namazın sünnetlerinden olduğunu göstermez. Ancak
o fiili uyulacak bir sünnet olarak yaptığı bilinirse sünnet olur. İhtiyaçtan
dolayı yaptığı düşünülebilirse bu durum o fiilin, namazın sünnetlerinden biri
olduğunu göstermez. İşte bu meselede illetin tahkiki (tahkiku'l-menat) budur.
Ayağa kalkınca kıraate
başlardı. Namaza başlarken sustuğu gibi susmazdı. Fakihler bu yerin başlangıç
duası (Subhaneke, v.s.) okuma yeri olmadığında görüş birliğine vardıktan sonra,
"euzu" okuma yeri olup olmadığında iki ayrı görüş
açıklamışlardır.Ahmed'den her iki görüş de nakledilmiştir. Müntesiblerinden
bazıları bu iki görüşü: 1- Namaz kıraati bir tek kıraat mıdır ki, bir tek
"euzu" çekme yeterli olsun; 2- Yoksa her rekatın kıraati başlı başına
ayrı bir kıraat mıdır? esaslarına dayandırmışlardır. Başlangıç duasının namazın
bütünü için olduğunda aralarında bir anlaşmazlık yoktur. Bir tek euzü ile yetinme
daha açık gözükmektedir. Zira Ebu Hureyre'den gelen sahih bir hadise göre, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ikinci rekata kalkınca arada susmadan
Fatiha suresini okumaya başladı. Tek bir euzü yeter. Çünkü iki kıraat arasına
sükut değil zikir girmiştir. Böyle bir kıraat araya Allah'a hamd, tesbih,
tehlil yahut Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) salatu selam vb.
şeyler girdiğinde bir tek kıraat gibi olur.
Şu dört yer dışında Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ikinci rekatı aynen birinci rekat gibi
kılardı: 1- Sükut, 2- Başlangıç duası (Subhaneke, vs.), 3- Başlangıç tekbiri,
4- Birinci rekat gibi uzatma. Zira Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ikinci rekatta başlangıç duası okumaz, arada sükut etmez, başlangıç tekbiri
almazdı ve ikinci rekatı birinciden kısa tutardı. Daha önce de geçtiği üzere
bütün namazlarda birinci rekatı ikincisinden daha fazla uzatırdı.
Teşehhüd (et-Tehiyyatü
okumak) için oturduğunda sol elini sol uyluğu üzerine, sağ elini de sağ uyluğu
üzerine kor, işaret parmağı ile işaret ederdi. Parmağını ne tamamen diker, ne
hareketsiz bırakır. Vail b. Hucr hadisinde de geçtiği üzere parmağını bir, iki
kat büker, bir hareket ettirirdi. İki parmağını -küçük parmak ile yüzük
parmağını- toplar, orta ve baş parmak ile bir halka yapar, dua etmek üzere
işaret parmağım kaldırır, ona doğru bakardı. Sol avucunu sol uyluğu üzerine
yayar, onun üzerine yüklenirdi.
Oturuş şekli, yukarıda
geçtiği üzere tıpkı iki secde arasındaki oturuşu gibiydi. Sol ayağı üzerine
oturur, sağ ayağını dikerdi. Bu oturma konusunda Hz Peygamber'den bu şekil
oturuşdan başkası nakledilmemiştir.
Müslim'in Sahih'inde
Abdullah b. Zübeyr'den (r.a.) rivayet ettiği: "Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) namazda oturduğu zaman sol ayağını uyluğu ile inciği arasına
kor, sağ ayağını yayardı." hadisi, yakında geleceği üzere son teşehhüd
hakkındadır. Bu rivayet Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
naklolunan iki oturuş şeklinden birisini göstermektedir. Buhari ve Müslim'in
Sahih'lerinde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namaz kılış şekli
konusunda Ebu Humeyd'den nakledilen hadise göre Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) iki rekatı tamamlayıp oturunca sol ayağı üzerine oturur,
ötekini dikerdi. Son rekatta oturunca da sol ayağını ileri alır, sağ ayağını
diker, kalçası üzerine otururdu. Ebu Humeyd, sağ ayağını diktiğini,
İbnü'z-Zübeyr ise sağ ayağım yaydığını söylemiş; ama hiç kimse Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ilk teşehhüddeki oturuş şekli işte budur,
dememiştir. Böyle diyen hiç kimse bilmiyorum. Ancak alimler bu konuda şu
görüşleri ileri sürmüşlerdir: 1- Her iki teşehhüdde de teverrük edilir. Malik
(r.h.) bu görüştedir, 2- Her ikisinde de iftiraş edilir; yani sağ ayak dikilir,
sol ayak yayılıp üzerine oturulur. Ebu Hanife (r.h.) bu görüştedir. 3- Peşinden
selam gelen her teşehhüdde teverrük, diğerlerinde ise iftiraş edilir. Şafii
(r.h.) de bu görüştedir. 4- İki oturuş arasındaki farkı göstermek için iki
teşehhüdlü bütün namazlarda son turuşta teverrük edilir, İmam Ahmed (r.h.) ise
bu görüştedir. Şu halde ibnü'z-Zübeyr'in (r.a.): "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sağ ayağını yayardı" demesinin anlamı şudur:
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu oturuşta kalçası üzerine
otururdu. Bu durumda sağ ayağı yaygın, sol ayağı uyluğu ile inciği arasında ve
kalçası ise yerde olurdu. Bu oturuşta sağ ayağının vaziyetinde yani yaygın mı
idi, dik mi idi konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu ihtilaf -Allah
daha iyi bilir ya- gerçekte bir ihtilaf değildir. Çünkü Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayağı üzerine oturmazdı. Ayağını sağından dışarı
çıkarırdı. Bu durumda ayak diklik ile yaygınlık arasında olurdu. Böylece bu
ayak sağ iç tarafı üzerinde olurdu. Şu halde "sağ ayak yaygındır** sözü, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu dikmedi, ökçesi üzerine oturmadı
anlamında; "sağ ayak dikilmiştir" sözü, Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) onun iç tarafı üzerine oturmadı, ayağın dışı yere değmedi
anlamında. Artık Ebu Humeyd ve beraberindekilerin görüşü ile Abdullah b.
Zübeyr'in görüşünün doğru olduğu anlaşılmıştır. Yahut şöyle de denebilir. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu da bunu da yapardı. Hem ayağını
diker, hem de rahat olduğunda zaman zaman da yayardı. Allah en iyi bilendir.
Sonra Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu (ilk) oturuşta daima teşehhüd (et-Tehiyyatü)
okur, ashabına da okumaları için öğretirdi:
"Selamlar, dualar
ve bütün güzel şeyler yalnız Allah için.
Ey Peygamber! Selam
sana. Allah'ın rahmeti ve bereketleri sana.
Selam bize ve Allah'ın
salih kullarına.
Allah'tan başka tanrı
olmadığına şahitlik ederim ve Hz. Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna
şahitlik ederim."
en-Nesai, Ebu'z-Zübeyr
yoluyla Cabir'in şöyle dediğini nakleder: Allah Rasülü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), bize teşehhüdü, sanki Kur'an'dan bir sure öğretiyormuşcasına
öğretirdi:
"Allah'ın adıyla ve
Allah ile.
Selamlar, dualar ve
bütün iyi şeyler yalnız Allah için.
Ey Peygamber! Selam
sana. Allah'ın rahmeti ve bereketleri sana.
Selam bize ve Allah'ın
salih kullarına.
Allah'tan başka tanrı
olmadığına şahitlik ederim ve Hz. Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna
şahitlik ederim.
Allah'tan cenneti
dilerim. Cehennemden Allah'a sığınırım."
Bu hadis dışında başka bir
hadisde teşehhüdün başında besmele leceği nakledilmemiştir. Bu hadisin İse
Ebu'z-Zübeyr'in (Cabir'den) mu an'an yolla rivayette bulunmuş olmasından başka
bir illeti daha vardır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu (ilk) teşehhüdü, kızgın taş üzerinde
oturuyormuşçasına kısa tutardı. Bu teşehhüd içinde kendisine ve ailesine salat
getirdiği; kabir azabından, cehennem azabından, Ölü ve dirilerin fitnesinden ve
Mesih Deccal'in fitnesinden Allah'a sığındığı konusunda hiçbir hadis
naklolunmamıştır. (İlk oturuşta bu duaların okunmasını) müstehab sayanlar bu
duaların yerinin son oturuş olduğu ve yalnızca son oturuşta okunacağı konusunda
sahih yolla nakledilen hadislerin genel ve mutlak ifadelerinden hareketle
müstahab saymışlardır.
Sonra yukarıda geçtiği
üzere tekbir alıp uyluğuna dayanarak ayaklarının ön kısmı ve dizleri üzerinde
(üçüncü rekata) kalkardı. Müslim'in Sahih'inde Abdullah b. Ömer'den (r.a.)
naklettiğine göre burada Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ellerini
(namaza başlarken kaldırdığı gibi) kaldırdı. Buharinin bir rivayetinde de bu
ilave yer almaktadır. Şu halde bu ilave Abdullah b. Ömer'den müttefekun aleyh
olarak nakledilmemekte ve ravilerinin çoğunluğu bunu anmamaktadır. Ancak bu
ilave Ebu Humeyd es-Saidi'nin naklettiği hadiste açıkça anılmaktadır. Ebu
Humeyd diyor ki: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namaza kalkınca
tekbir alır, sonra ellerini omuzları hizasına kadar kaldırır, her bir uzvu
yerli yerinde doğrultur, sonra okumaya başlar, sonra ellerini omuzlar hizasına
kadar kaldırır, sonra rüku eder, başını belinden ne aşağı eğer ne yukarı
kaldırır, dümdüz (mu'tedil) bir vaziyette avuçlarını dizlerine kor; sonra
"Semiallahu limen hamiden" der, ellerini omuzlan hizasına kadar
kaldırır her kemik yerine gelinceye kadar (ayakta kalır); sonra yere iner,
ellerini yanlarından uzak tutar, sonra başını kaldırır, ayağım büker üzerine
oturur, secde ettiğinde ayak parmaklarını bükerek mafsal yerleri üzerine basar;
sonra tekbir alır, sol ayağı üzerine -her kemik yerine gelinceye kadar- oturur;
sonra' ayağa kalkar, diğer rekatta da bu rekatta yaptığı gibi yapar; sonra iki
rekatı bitirip ayağa kalkınca namazın başlangıcında yaptığı gibi ellerini
omuzları hizasına kadar kaldırır; sonra namazın geri kalan kısmını bu şekilde
kıldırırdı. Selam vereceği son rekatın secdesini tamamlayınca ayaklarını dışarı
çıkarır, sol yanı üzerine teverrük vaziyetinde otururdu. Bu anlatım Ebu
Hatim'in Sahihindedir. Müslim'in Sahih'inde de vardır. Tirmizi'nin de sahih
saydığı bir senedle Ali b. Ebi Talib'den (r.a.) naklettiğine göre Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu yerlerde ellerini kaldırırdı. Sonra (üçüncü
rekata kalkınca) yalnızca Fatiha'yı okurdu. Son iki rekatta Fatiha'dan sonra
herhangi bir şey okuduğu sabit olmamıştır. Kendisinden naklolunan iki görüşten
birine göre Şafii ile bazı alimler son iki rekatta Fatiha'ya ek olarak Kur'an
okumanın müstehab olduğunu savunmuşlardır. Bu görüşe delil olarak Sahih'de Ebu
Said'den naklolunan şu hadis ileri sürülmüştür. Ebu Said diyor ki:
Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğlenin ilk iki rekatında Secde suresini, son iki
rekatında ise bunun yarısını okuyacak kadar kıyamda durduğunu tahmin ediyoruz.
İkindinin ilk iki rekatında öğlenin son iki rekatı, son iki rekatında ise bunun
(öğlenin son iki rekatının) yarısı kadar ayakta durduğunu tahmin ediyoruz.
Buhari ve Müslim'in
rivayet ettikleri Ebu Katade hadisi son iki rekatta yalnız Fatiha ile yetinme
konusunda zahirdir.
Ebu Katade (r.a.) diyor
ki: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize namaz kıldırırdı da
öğle ve ikindinin ilk iki rekatında Fatiha ile birer sure okurdu. Gizli okuduğu
ayeti zaman zaman bize duyururdu" Müslim ayrıca "Son iki rekatta
Fatiha'yı okurdu" cümlesini ekliyor.
Her iki hadis de
tartışma konusunda açık (= sarih) değildir. Ebu Said hadisi,' yalnızca
sahabenin takdir ve tahmininden ibarettir; Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) doğrudan doğruya fiilinin açıklamasını haber verme değildir. Ebu
Katade hadisine gelince, bununla Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yalnız Fatiha ile yetindiğini kasdetmiş de olabilir; Fatiha'yı son iki rekatta
asla terketmeyip ilk iki rekatta okuduğu gibi o rekatlarda da okuduğunu,
böylece her rekatta Fatiha'yı okumuş olduğunu da kasdetmiş olabilir. Her ne
kadar Ebu Katade hadisi Fatiha ile yetinme konusunda daha zahir ise de tafsil
alanında serdedildiğinden "ilk iki rekatta Fatiha ve birer sure, son iki
rekatta ise Fatiha okurdu" sözü, her kısmın, anıldığı şeyle hususiyet
kazandığı konusunda bir açıklama gibi olur. Buna göre "Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) çoğunlukla yaptığı buydu. Bazan da son iki
rekatta -Ebu Said hadisinin de delalet ettiği üzere- Fatiha'ya ek bir şey daha
okurdu" demek mümkündür. Nitekim sabah namazında kıraati uzatmak, zaman
zaman da hafif tutmak; akşam namazında kıraati hafif tutmak zaman zaman da
uzatmak; sabah namazında kunut okumamak, zaman zaman da okumak, öğle ile
ikindide gizli okumak, zaman zaman da sahabeye okunan ayeti işittirmek;
besmeleyi açıktan okumamak, zaman zaman da açıktan okumak tıpkı söz konusu
meselemizde olduğu gibi- Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
sünnetiydi.
Sözün özü, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazda aniden ortaya çıkan bir durumdan dolayı
zaman zaman düzenli fiillerinden olmayan bazı şeyler yapardı. Mesela Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öncü olarak bir süvari göndermiş,
ardından namaza durmuştu. Namaz esnasında öncünün geleceği vadiye bakar
dururdu. Oysa namazda sağa-sola bakmak Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) adeti değildi. Buhari'nin Sahihimde nakledildiğine göre Hz. Aişe
(r.anha) diyor ki: Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazda başı
sağa-sola çevirmeyi (iltifat'ı) sordum. "Kulun namazından şeytanın aşırıp
kaçtığı bir şeydir" buyurdu.
Tirmizi, Said b.
Müseyyeb yoluyla Enes'in (r.a.) şöyle dediğini nakleder: Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana: "Yavrum, sakın namazda iken sağa-sola
bakma. Zira namazda sağa-sola bakmak helaktir. ille de gerekliyse bari nafilede
olsun, farzda olmasın" buyurdu. Ancak bu hadisin iki illeti vardır:
1- Said'in Enes'ten
hadis rivayet ettiği bilinmiyor.
2- Senedinde Ali b. Zeyd
b. Cud'an vardır (ki zayıf ravidir). Bezzar, Müsned'inde Yusuf b. Abdullah b.
Selam yoluyla Ebu'd-Derda'dan Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Başını sağa-sola çevirenin (yahut sağa-sola bakanın) namazı kabul
değildir" buyurduğunu nakleder. "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) namazda iken sağa-sola bakar, ancak boynunu arkaya doğru çevirmezdi."
şeklinde İbn Abbas'ın naklettiği bu hadis sabit değildir. Tirmizi bu hadis
hakkında: "Garib hadis" demiş, başkaca birşey söylememiştir.
el-Hallal diyor ki:
el-Meymuni'nin bana haber verdiğine göre Ebu Abdillah'a (Ahmet b. Hanbel):
"Bazı kimseler Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazda sağa,
sola bakardı diye isnadda bulunmaktalar" denilince buna şiddetle karşı
geldi. Hatta çehresi değişti, yüzünün rengi attı, bedeni titremeye başladı. Onu
asla bundan daha kötü bir halde görmemiştim. İnkar ederek: "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazda sağa-sola baktı, ha?!" dedi.
Sanırım: "Bu hadisin isnadı yok" dedi ve ekledi: "Bunu kim
rivayet etti!? Bu yalnızca Said b. Müseyyeb'den". Sonra arkadaşlarımızdan
biri bana: "Ebu Abdillah, Said'in bu hadisini gevşek buldu ve isnadını
zayıf saydı." deyip devamla "Bu hadis yalnızca (adı bilinmeyen) bir
adamın Said'den rivayetidir" dedi. Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah diyor
ki: Babama Hassan b. İbrahim - Kufeli Abdülmelik - el-Ala - Mekhul - Ebu Ümame
ve Vasile senediyle "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namaza
durduğunda sağa-sola bakmaz, gözünü secde yerine dikerdi" hadisini
naklettim, tamamen inkar etti ve: "üstüne çizgi çek" dedi.
Ahmed (r.h.) onu da bunu
da inkar etti. Birincisini inkarı daha şiddetli oldu; çünkü hem senedi, hem
metni batıldır. İkincisinin ise yalnızca senedini inkar etti. Yoksa metni
münker değildir. En iyi bilen Allah'tır.
Birincisi sabit olmuş
olsa bile, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı bir fiilin
aktarımı olurdu. Belki de bu fiili Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
namazdayken Ebu Bekir, Ömer ve Zülyedeyn ile namaza ait bir fayda sebebiyle
konuşmasında olduğu gibi ya namazın faydasına ya da şu hadiste olduğu gibi
müslümanların yararına yapmıştır: Ebu Davud'un, Ebu Kebşe es-Seluli yoluyla
Sehl b. el-Hanzeliye'den rivayetine göre sabah namazı için kamet getirildi.
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vadiye gözünü çevirip baka baka
namaz kıldırmaya başladı. Ebu Davud der ki: "Yani Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gece koruculuk için bir süvariyi vadiye
göndermişti (de onu gözetlemek için namazda vadiye bakmıştı)."
Buradaki gözü çevirip
bakma namaz içinde cihad ile meşgul olmadır ki, o da korku namazı gibi
ibadetler cümlesindendir. Hz. Ömer'in: "Ben ordumu namazda iken
donatırım" sözü buna yakın anlamdadır. Öyleyse bu, cihad ile namazı bir
araya getirmektir. Mesela, namazda iken Kur'an'ın manalarını düşünmek ve ondaki
ilim hazinelerini ortaya çıkarmak da böyledir. Bu da namaz ile ilmi bir araya
getirmektir. Bu başka bir renk, boş şeylerle oyalanan gafillerin sağa-sola
bakmaları ve onların düşünceleri bambaşka bir renk! Başarı yalnız Allah'tandır.
Dört rekatlı namazlarda
ilk iki rekatı, son iki rekattan daha fazla uzatmak ve ilk iki rekatın
birincisini ikincisinden uzun tutmak Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) devamlı sünnetlerindendir. Bundan dolayı Sa'd (b. Ebi Vakkas), Hz.
Ömer'e: "tik iki rekatta kıraati uzatırım, son iki rekatta ise hazfederim.
Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazına uymak konusunda hiçbir
şeyden çekinmem." demiştir.
Yukarıda geçtiği gibi
sabah namazını diğer namazlardan daha fazla uzatmak yine aynı şekilde Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetlerindendir. Hz. Aişe diyor
ki: "Allah namazı farz kıldığında (akşam namazından başka namazları)
ikişer rekat olarak farz kılmıştı. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hicret edince ikamet halindeki namazlara (ikişer rekat) ilave edildi. Bundan,
sabah namazı kıraatinin uzunluğu sebebiyle aynen bırakıldığı için, akşam namazı
da gündüzün vitri olduğu için müstesna tutulmuşlardır." Bu sözü Ebu Hatim
b. Hibban Sahih'inde nakletmiştir. Aslı Buhari nin Sahih'mde mevcuttur.
İşte diğer namazlarında
da başını sonundan daha fazla uzatmak Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) sünnetiydi. Nitekim küsuf namazında da böyle yapardı. Gece
ibadetlerinde de uzunca iki rekat sonra bir önceki iki rekattan kısa iki rekat,
sonra bir öncekilerden kısa iki rekat... namaz kılar, bu şekilde namazını
tamamlardı. Bu durum Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gece
namazına iki hafif rekatla başlaması ve bunu emretmesiyle çelişmez. Zira bu iki
rekat, gece namazının anahtarıdır. Sabah namazı ve diğer namazların sünneti
mesabesindedirler. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Gece
kıldığınız en son namaz vitir olsun." buyurmaları yanında zaman zaman
vitirden sonra bazan oturarak, bazan ayakta kıldıkları iki rekatta da durum böyledir.
Çünkü bu iki rekat şu emre aykırı değildir. Nitekim akşam gündüzün vitiri
olduğu halde, ondan sonra kılınan çift rekath sünnet namaz onu gündüzün vitri
olmaktan çıkarmaz. Aynı şekilde vitir başlı başına ayrı bir ibadet -gecenin
vitri- olduğu için akşamın sünneti, farza göre neyse vitirden sonra kılman iki
rekat da vitre göre odur. Akşam namazı farz olduğu için Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), akşamın sünnetine vitrin sünnetinden daha çok
devam buyurmuşlardır. Bu durum vitrin vacib olduğunu söyleyenlerin usulü
bakımından gerçekten açıktır. Inşaalllah biraz ilerde bu iki rekat hakkında
daha fazla açıklama gelecektir. Bu konu belki hiçbir eserde göremeyeceğin
önemli bir konudur. Başarı yalnız Allah'tandır.
9- Son Teşehhüddeki
Teverrük Şekli:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) son teşehhüdde oturduğunda teverrük vaziyetinde
otururdu. Kalçasını yere salıverir, ayağını tek bir yandan dışarı çıkarırdı.
Hz. Peygamber'den
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) teverrük konusunda naklolulan üç şekilden birisi
budur. Ebu Davud bu hadisi Abdullah b. Lehia yoluyla Ebu Humeyd es-Saidi'den
nak!etmiştir. Ayrıca Ebu Hatım bu şekil oturuşu, Sahih'inde, Ebu Humeyd
es-Saidi'den, İbn Lehia yolundan başka bir yolla rivayet etmiştir; bu hadis
yukarıda geçmiştir.
İkinci şekil: Buhari,
Sahih'mde yine Ebu Humeyd'den nakleder ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) son rekatta oturunca sol ayağını ileri alır, sağ ayağını diker, oturağı
üzerine otururdu. Kalça üzerine oturma konusunda bu şekil, birinci şekle uygundur.
Fakat buradaki rivayette ayakların duruş şekline dair birinci rivayetin
değinmediği bir ilave anlatım vardır.
Üçüncü şekil: Müslim'in
Sahih'mde Abdullah b. Zübeyr'den naklettiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) sol ayağım uyluğu ile inciği arasına kor, sağ ayağını
yayardı. Ebu'l-Kasım el-Hırakinin Muhtasarında tercih ettiği şekil bu olmakla
birlikte bu şekil, sol ayağı sağ taraftan çıkarıp sağ ayağı dikme konusundaki
ilk iki şekle aykırıdır. Herhalde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
bazan öyle, bazan böyle yapardı. Bu daha açık görünmektedir.
Ravilerin ihtilafından
kaynaklanması da muhtemeldir. Bu teverrük şekli Hz. Peygamber'den (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) nakilde yalnızca peşinden selam gelen teşehhüdde anılmıştır.
İmam Ahmed ve ona muvafakat edenler derler ki: Bu şekil iki teşehhüdlü
namazlara mahsustur. Bu teverrük, bu namazlarda hafif tutulması sünnet olan ve
böylece oturan kişinin ayağa kalkmaya hazır bir vaziyette olduğu birinci
teşehhüddeki oturuş ile oturan kişinin tamamen yerleşmiş bir vaziyette olduğu
ikinci teşehhüddeki oturuş arasını ayırmak için getirilmiştir.
Hem böylece iki ayrı
oturuş şekli, iki teşehhüd arasını ayırıcı ve namaz kılana buralardaki halini
hatırlatıcı olmuş olur.
Hem de Ebu Humeyd, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu şekil, teşehhüdde oturduğunu
aktarmıştır. Çünkü o, Hz. Peygamber'in birinci teşehhüddeki oturuşunda iftiraş
vaziyetinde oturduğunu anlatmış sonra: "Son rekatta oturunca" başka
bir rivayete ise: "Dördüncü rekatta oturunca...*' diye sözüne devam
etmiştir.
Hadisin bazı
rivayetlerindeki: "Selam vereceği son rekatın oturuşuna gelince sol
ayağını dışarı çıkarır yanı üzerine teverrük vaziyetinde otururdu."
sözünü, peşinden selam gelen her teşehhüdde teverrükün meşru olduğu dolayısıyla
ikinci teşehhüdde teverrük edileceği görüşünde olanlar delil olarak ileri
sürmekteler. Şafii bu görüştedir. Ancak hadisin buna delaleti açık değildir.
Hadisin gelişi yalnızca bunun dört ve üç rekatlı namazlarda, peşinden selam
gelen (son) teşehhüdde olduğunu göstermektedir. Çünkü bu rivayette ravi, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) birinci teşehhüdde oturuş ve bu
teşehhüdden kalkış şeklini anlatıp sonra: "Selam vereceği son rekatın
secdesini tamamlayınca teverrük vaziyetinde otururdu" demiştir. Bu
anlatımın gelişi, bu oturuş şeklinin ikinci teşehhüde mahsus olduğu konusunda
açıktır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) teşehhüde oturunca sağ elini sol uyluğu üzerine kor,
üç parmağını toplar, işaret parmağını dikerdi. Başka bir metinde üç parmağını
yumar ve sol elini sol uyluğu üzerine kordu, denilmektedir. Bu hadisi Müslim,
İbn Ömer'den nakletmiştir.
Vail b. Hucr diyor ki:
"Sağ dirseğinin ucunu sağ uyluğu üzerine koydu; sonra parmaklarından
ikisini yumdu, bir halka yaptı. Sonra (işaret parmağını kaldırdı, parmağını
hareket ettirerek dua ettiğini gördüm." Bu hadis Sünen'de
nakledilmektedir.
Müslim'in Sahih'inde İbn
Ömer'den nakledilen bir hadiste: elli üç yaptı" denilmektedir.
'Eliyle!
Bu rivayetlerin hepsi de
birdir. Zira: "Üç parmağını yumdu'* diyen, orta parmak toplu idi, işaret
parmağı gibi yaygın değildi anlamını kasdetmiştir. "Parmaklarından ikisini
yumdu" diyen de, orta parmak, yüzük parmağı ile birlikte yumuk değil,
küçük parmak ile yüzük parmağı -orta parmaktan hariç olarak- yumulma konusunda
eşittiler, anlamım kasdetmiştir. "Eliyle elli üç yaptı" diyen ise
bunu açıkça ortaya koymuştur. Çünkü orta parmak el ile elli üç yaparken toplu
olur, yüzük parmağı ile birlikte yumuk olmaz.
Pekçok büyük insan bu
işi karışık buldu. Zira el ile elli üç yapmak, anlatılan iki şekilden biriyle
uyuşmamaktadır. Çünkü küçük parmağın buş durumda yüzük parmağına bitişmesi
kaçınılmazdır.
Buna bazı büyük insanlar
şöyle cevap verdiler: El ile elli üç yapmada! üç'ün biri eski, biri yeni olmak
üzere iki durumu vardır. Eskisi: İbn Ömer hadisinde zikredilen olup bu durumda
baş parmağm orta parmak ile halka yapılması yanında üç parmak toplu olur.
Yenisi: Bugün matematikçileri arasında bilinen şekli. En iyi bilen Allah'tır.
(Sağ) kolunun dirsek ile
el arasındaki kısmını uyluğu üzerine kor, dışarı taşırmazdı. Böylece dirseğinin
ucu uyluğunun en gerisinde dururdu; Sol el ise, parmaklar, sol uyluk üzerine
uzatılmış şekilde bulunurdu.
Ellerini (kulakları
hizasına) kaldırırken, rükuda, secdede ve teşehhüdn de parmaklarını kıbleye
çevirirdi. Secdede ayak parmaklarım da kıbleyç çevirirdi. Her iki rekatta bir,
et-Tahiyyatü okurdu.
10- Namazda Dua Ettiği
Yerler:
1- Başlangıç tekbirinden
sonra (Sübhaneke vb. gibi) başlangıç duası okuma mahallinde,
2- Vitir namazında
rüku'dan önce, kıraati bitirdikten sonra. Sabah namazında okunan geçici (arizi)
kunut -şayet rivayet sahihse- rükudan öncedir. Ancak bu rivayette şüphe vardır.
3- Rükudan doğrulduktan
sonra. Nitekim Sahih-i Müslim'de Abdullah b. Ebi Evfa'dan nakledildiğine göre
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) başını ruku'dan kaldırınca şu duayı
okurdu: -Semi'allahu limen hamideh Rabbena lekel hamd-
"Allah kendisine hamdedeni
dinler. Ey Rabbimiz olan Allah'ım! Hamd yalnız Sanadır; gökler dolusu, yer
dolusu, bunlardan öte ne yaratmayı diledinse hepsinin dolusu hamd Sana...
Allah'ım! Beni kar ile,
dolu ile ve soğuk su ile tertemiz eyle!
Allah'ım! Beni
günahlardan ve hatalardan beyaz kumaş kirden nasıl arınırsa öylece
temizle."
4- Rükuda şu duayı
okurdu:
"Rabbimiz olan
Allah'ım! Sana hamdederek Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim. Allah'ım!
Beni bağışla."
5- Secdede. Çoğunlukla
dualarını secdede yapardı.
6- İki secde arasında.
7- Teşehhüdden
(tahiyyattan) sonra, selamdan önce. Ebu Hureyre ile Fudale b. Ubeyd'in
naklettikleri hadislerde bunu emretmiştir. Ayrıca secdede dua etmeyi de
emretmiştir.
Namazdan selam verip
çıktıktan sonra kıbleye yahut cemaata yönelip dua etmek asla Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) adeti değildi. Böyle yaptığına dair ne bir sahih,
ne bir hasen hadis nakledilmiştir.
Özellikle sabah ve
ikindi namazlarından sonra dua etmeye gelince; ne O, ne de halifelerinden biri
bunu yapmıştır. Kendisi de ümmetine bunu öğretmemiştir.
Bu yalnızca, bu durumu
sabah ve ikindiden sonraki sünnetlere bedel görenlerin güzel bulduğu bir
istihsandır. -En iyi bilen Allah'tır- Namazla ilgili duaların umumunu namazın
içinde yapmış ve namazın içinde yapılmalarını emretmiştir. Namaz kılanın haline
uygun olan da budur. Çünkü o, Rabbine yönelmiş, namazda olduğu sürece O'na
münacaat ediyor. Selam verince bu münacaatı kesilir; önündeki bu makam ve
Allah'a yakınlık kaybolur gider. Münacaatı halinde tam O'na yakınken, O'na
yönelmişken nasıl isteklerini bırakır da O'ndan ayrıldıktan sonra ister?!
Şüphesiz bu durumun tersi, namaz kılan için daha elverişlidir. Ancak burada
ince bir nükte vardır: Namaz kılan kişi, namazından ayrılıp namazın arkasında
meşru zikirlerle Allah'ı zikreder, tehlil (La ilahe illallah demek), tesbih
(Subhanallah demek), tahmid (el-Hamdülillah demek) ve tekbir (Allahu ekber
demek) getirirse bundan sonra Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
salatu selam getirmesi, dilediği kadar dua etmesi müstehab olur. Bunun
peşindeki duası ikinci bir ibadet olur; yoksa namazın arkasında olduğu için
değil. Çünkü Allah'ı zikreden, O'na hamdeden ve övgüde bulunan, Allah Rasulü'ne
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) salatu selam getiren herkesin bunların peşinde
dua etmesi müstehabtır. Nitekim Fudale b. Ubeyd'in naklettiği hadiste
buyuruluyor ki: "Herhangi biriniz namaz kıldığında, önce Allah'a hamd ve
övgü ile başlasın. Sonra Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) salatu
selam getirsin. Sonra dilediği şekilde dua etsin." Tirmizi: "bu hadis
sahihtir" diyor.
11- Namazdan Çıkış
Selamı:
Sonra Hz. Peygamber
(s.a) sağına: "Esselamü aleyküm ve rahmetullah" diye selam verirdi.
Aynı şekilde soluna da selam verirdi. Bu O'nun ratib ( = düzenli, devamlı, müekked)
sünnetiydi. Böyle olduğunu on beş sahabi rivayet etmiştir. Adları şöyledir: 1-
Abdullah b. Mes'ud, 2- Sa'd b. Ebi Vakkas, 3- Sehl b. Sa'd es-Saidi, 4- Vail b.
Hucr, 5- Ebu Musa el-Eş'ari, 6- Huzeyfe b. el-Yeman, 7- Ammar b. Yasir,
8-Abdullah b. Ömer, 9- Cabir b. Semure, 10- Bera b. azib, 11- Ebu Malik
el-Eş'ari, 12- Talk b. Ali, 13- Evs b. Evs, 14- Ebu Ramse, 15- Adiyy b. Umeyre,
Allah onlardan razı olsun.
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yüzü istikametinde bir kere selam verdiği rivayet
edilmişse de, ancak bu rivayet ondan sahih bir senedle sabit olmamıştır. Bu
konudaki en ceyyid senedli hadis Hz. Aişe'nin (r.anha) rivayet ettiği şu
hadistir: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "es-selamu
aleykum" diyerek bir kere selam verir, sesini bizi uyandıracak kadar
yükseltirdi. " Bu hadis Sünen'de (Sünen-i Ebu Davud'da) nakledilmiş olup
ma'lul bir hadistir. Ancak bu hadis gece (teheccüd) namazı hakkındadır. Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki kere selam verdiğini nakledenler,
farz ve nafilede gördüklerini nakletmekteler. Hem de Hz. Aişe'nin hadisi bir
tek selamla yetinme konusunda açık değildir. Aksine Hz. Aişe, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendilerini uyandıracak şekilde bir tek selam
verdiğini haber vermiş, diğer selamı inkar etmemiş, hatta ondan söz etmeyip
susmuştur. Onun bu sükutu ikinci selamı iyice belleyen, zihinlerine kaydeden
insanların rivayetlerinden öne alınamaz. Çünkü bunların sayısı daha çok ve
hadisleri daha sahih olup hadislerinden pek çoğu sahih, geri kalanları ise
hasen hadislerdir.
Ebu Ömer İbn Abdilber
diyor ki: Sa'd b. Ebi Vakkas, Hz. Aişe ve Enes'ten gelen hadislerde rivayet
edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir tek selam verirdi.
Ancak, bu hadislerin hepsi ma'luldür; bunları hadis bilim adamları sahih
bulmuyorlar. Sonra (İbn Abdilber) Sa'd'ın rivayet ettiği: "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazda bir tek selam verirdi." hadisinin
illetini belirterek diyor ki: Bu bir vehim ve bir yanılgıdır. Hadis:
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sağına ve soluna selam
verirdi" şeklindedir. İbn Abdilber sonra İbnü'l-Mübarek - Mus'ab b. Sabit
- ismail b. Muhammed b. Sa'd - Amir b. Sa'd - Babası Sa'd yoluyla hadisi şu
şekilde aktarıyor: "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sağına
ve soluna selam verdiğini gördüm. Hatta şimdi yüzünün yan tarafını görür
gibiyim. Bu hadisi işiten Zühri: "Bu hadisin Allah Rasulü'nün (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hadisi olduğunu işitmedik?" diyerek (inkara kalkıştı).
Bunun üzerine orada bulunan İsmail b. Muhammed ile Zühri, arasında şu konuşma
geçti. İsmail:
— Allah Rasulü'nün her
hadisini işittin mi?
— Hayır.
— Peki yarısını?
— Hayır.
— Öyleyse bunu da
işitmediğin yarı arasında say.
İbn Abdilber devamla
diyor ki: Hz. Aişe'nin (r.anha) rivayet ettiği: "Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bir tek selam verirdi" hadisine gelince; Hişam b. Urve -
Babası Urve (b. ez-Zübeyr) - Hz.Aişe yoluyla bu hadisi yalnızca Züheyr b. Muhammed
merfu olarak rivayet etmiştir. Ondan da Amr b. Ebi Seleme ve diğerleri rivayet
etmiştir. Züheyr b. Muhammed, bütün muhaddisler katında zayıf bir ravi olup çok
hata eden bir kimse olduğu için rivayet ettiği hadis delil olarak kullanılmaz.
Yahya b. Main'e bu hadis anılınca: "Amr b. Ebi Seleme ve Züheyr'in
hadisleri zayıftır, hüccet olmazlar." dedi.
İbn Abdilber diyor ki:
Enes hadisi ise Enes'ten Eyyub es-Sahtiyani yolundan başka bir yolla
gelmemiştir. Eyyub ise muhaddislere göre Enes'ten hiçbir şey işitmemiştir.
Hasan (Basri)'dan mürsel olarak rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Ebu Bekir ve Ömer (Allah onlardan razı olsun)
bir tek selam veriyorlardı. Bir selam verileceğini söyleyenlerin, Medine
halkının uygulamasından (amelu ehli Medine) başka tutunacak dalları yoktur.
Diyorlar ki: "Bu, Medinelilerin nesilden nesile büyüklerinden alıp
uyguladıkları bir gelenektir. Böylesi bir şeyi delil olarak ele almak doğrudur.
Çünkü her gün defalarca uygulandığı için gizli kalmaz." Bu metodda diğer
fakihler bunlara muhalefet etmekteler. Doğrusu da onların görüşüdür. Allah
Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldikleri sabit olan sünnetler kim
olurlarsa olsunlar hiçbir şehir halkının uygulaması ile geri itilemez,
reddolunamaz. Komutanlar, Medine ve diğer şehirlerde namaz konusunda
uygulamanın süregeldiği pekçok şey icat etmişlerdir. Onların süregelmelerine
iltifat edilmemiştir. Medine halkının delil olabilecek uygulaması Raşid
Halifeler devrinde bulunandır. Medineliler'in onların ölümünden ve orada
bulunan sahabenin devri tamamlandıktan sonraki uygulamaları ile diğerlerinin
uygulamaları arasında bir fark yoktur. İnsanlar arasında sünnet hüküm verir;
Allah Rasülü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve onun halifelerinden sonraki
herhangi bir kimsenin uygulaması değil. Başarı yalnız Allah'tandır.
12- Namaz İçindeki
Duaları:
Namaz içinde şöyle dua
ederdi: "Allah'ım! Ben kabir azabından sana sığınırım. Mesih Deccal
fitnesinden sana sığınırım. Hayat ve ölümün fitnelerinden sana sığınırım.
Allah'ım! Ben, günah ve
borçlanmaktan sana sığınırım. "Namazında iken şu duayı okuduğu da olurdu:
"Allah'ım! Günahımı bağışla. Yardımı (ahirette) geniş eyle. Bana rızık
olarak verdiklerini benim için mübarek eyle (bereketli kıl).
Şu duayı da okurdu:
"Allah'ım! Senden
işimde sebat ve doğru yolda kararlılık dilerim. Nimetine şükür ve sana güzel
ibadet edebilmeyi dilerim. Senden selim bir kalb, doğru bir lisan dilerim.
Bildiklerinin hayırlısını dilerim. Bildiklerinin şerrinden sana sığınırım.
Bildiğin şeyler için senden bağışlanma dilerim."
Secdede şu duayı okurdu:
"Rabbim! Nefsime
takvasını ver, onu arındır. Onu arındıracak en hayırlı zat sensin. Sen onun
velisi ve Mevlasısın."
Rükuda, secdede,
oturuşta ve rukudan doğrulduğunda okuduğu duaların bir kısmı yukarıda verildi.
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazda okuduğu dualar "Rabbim! Beni
bağışla, bana acı, beni doğru yola ilet" duasında ve ondan bize aktarılan
diğer dualarında olduğu gibi- hep tekil şahıs lafzıyladır. Bunlardan biri de başlangıç
duası olarak okuduğu şu duadır:
"Allah'ım!
Hatalarımı kar ile, su ile, dolu ile yıka.
Allah'ım! Benimle
günahlarımın arasını doğu ile batı arasını ayırdığın gibi ayır..."
İmam Ahmed (r.h.) ve
Sünen sahiblerinin Sevban'dan rivayet ettiklerine göre Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bir kul, bir cemaate imam olduğunda
cemaati katmadan yalnız kendisi için herhangi bir dua etmemeli. Şayet böyle
yapacak olursa o cemaate hiyanet etmiş olur," buyurmuştur. İbn Huzeyme,
Sahih'inde: "Allah'ım benimle günahlarımın arasını doğu ile batı arasını
ayırdığın gibi ayır..." hadisini verdikten sonra diyor ki: Bu hadisde:
"Bir kul, bir cemaata imam olduğunda cemaati katmadan yalnız kendisi için
herhangi bir dua etmemeli. Şayet böyle yapacak olursa o cemaate hiyanet etmiş
olur." uydurma hadisinin reddolunacağına delil vardır.
Şeyhülislam İbn
Teymiye'nin şöyle dediğini işittim: Bu hadis bence kunut vb. dualarda olduğu
gibi imamın kendisi ve cemaat için yaptığı, hepsinin de ortak oldukları dua
hakkındadır. En iyi bilen Allah'tır.
13- Namaz İçindeki Bazı
Tutumları:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) namaza durduğunda İmam Ahmed'in (r.h.)
naklettiğine göre başım öne eğerdi. Yukarıda da geçtiği üzere teşehhüd
esnasında gözünün bakışı işaret parmağım aşmazdı. Allah Teala, namazı onun
gözünün nuru, sevinci, neşesi, ruhu kılmıştı. "Bilal! Bizi namazla
rahatlat. " buyururdu. "Gözümün aydın olması namaza bağlandı"
derdi.
Cemaatın ve cemaat
haricindekilerin hallerini gözetme gibi şeyler, Allah Teala'ya olan yöneliş ve
yakınlığının mükemmelliğinden, O'nun huzurunda kalb huzurunu bulup tamamen
(düşünce ve benliğini) O'nda topladığından dolayı hiç meşgul etmezdi.
Uzunca bir namaz kılmak
niyetiyle namaza girip de bir çocuğun ağladığını duyunca anasına zahmet
vermemek için namazını kısa keserdi. Bir keresinde bir süvarisini öncü olarak
sefere göndermişti. Kalkıp namaza durduğunda süvarinin geleceği vadi tarafına
bakar dururdu. Ama süvarisinin durumunu gözetmek onu meşgul etmemişti.
Yine aynı şekilde kızı
Zeynep ile damadı Ebu'l-As b. er-Rebi'nin kızı olan (torunu) Ümame'yi omuzunda
taşıyarak farz namaz kılardı. Ayağa kalktığında onu taşır, rüku ve secdeye
vardığında yere kordu.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) namaz kılarken Hasan yahut Hüseyin gelir, sırtına
binerdi. Bunun üzerine onu, sırtından düşürmek istemediği için secdeyi
uzatırdı.
O namaz kılarken, Hz.
Aişe (tuvalet) ihtiyacını görür gelir, o sırada kapı kapalı olursa (kapıya
kadar) yürür, ona kapıyı açar, sonra namaza dönerdi.
Namazda selam alması:
Namaz kılarken kendisine
selam verenin selamını işaretle alırdı.
Cabir diyor ki:
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni bir iş için göndermişti.
Sonra ona namaz kılarken yetiştim ve kendisine selam verdim. O da işaretle selamımı
aldı." Bu hadisi Müslim, Sahih'inde rivayet etmiştir.
Enes (r.a.) der ki:
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazda işaret ederdi.'' Bu
rivayeti İmam Ahmed (r.h.) zikretmektedir.
Suheyb diyor ki;
"Allah Rasulü (sa..) namaz kılarken yanına uğradım; Ona selam verdim. O da
İşaretle selamı aldı." Hadisin ravisi: "Ancak 'parmağıyla işaret
ederek selamı aldı, dediğini biliyorum" diyor. Bu rivayet, Sünen ile
Müsned'dedir.
Abdullah b. Ömer (r.a.)
anlatıyor: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namaz kılmak için Küba'ya
çıktı. Ensardan bazı kimseler gelip ona namazda iken selam verdiler. Bilal'e:
"Namaz kılarken kendisine selam verenlerin selamını Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) nasıl aldığını gördün?" diye sordum. Bilal: "Şöyle
derdi" şeklinde karşılık verdi. Hadisin ravilerinden Cafer b. Avn
(işaretle selamın nasıl olduğunu göstermek için) avucunu açtı, içini aşağı,
sırtını yukarı getirdi. Bu rivayet, Sünen ve Müsned'dedir. Tirmizi bu hadisi
sahih saymıştır. Ondaki metin: "Eliyle işaret ederdi" şeklindedir.
Abdullah b. Mes'ud
(r.a.) anlatıyor: "Habeşistan'dan döndüğümde Hz. Peygamber'e (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) geldim, namaz kılıyordu. Ona selam verdim, başıyla işaret
etti." Bu hadisi Beyhaki nakletmiştir.
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Kim namazda iken anlam ifade edecek şekilde bir
işarette bulunursa namazını iade etsin" buyurdu, şeklinde Ebu Gatafan'ın
Ebu Hureyre'den (r.a.) naklettiği hadis, batıl bir hadistir. Bunu Darakutni
rivayet etmiş ve şöyle demiştir: İbn Ebi Davud, bize: "Bu Ebu Gatafan
meçhul bir adamdır." dedi. Sahih rivayete göre Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) namazda iken işaret ederdi. Onun işaret ettiğini Enes, Cabir,
v.s. sahabiler rivayet etmişlerdir.
Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), kendisi ile kıble arasında Hz. Aişe, uzanmış yatarken namaz
kılardı. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) secdeye vardığı zaman
eliyle dürterdi. O da ayaklarını toplardı. Secdeden kalktığında yine uzatırdı.
Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) namaz kılarken, namazını bozdurmak için şeytan yanına
geldiğinde, şeytanı yakalayıp salyası mübarek eli üzerine akıncaya kadar
boğazını sıktı.'
Minber üzerinde namaz
kılar, orada rüku eder, secde zamanı geldiğinde arkaya arkaya iner, yere secde
eder; sonra minberin üstüne tekrar çıkardı.
Duvara doğru namaz
kılarken önünden geçmek için bir kuzu geldi. Yumuşaklıkla kovalamak için o
kadar uğraştı ki, sonunda karnı duvara yapıştı ve kuzu arkasından geçti. Namaz
kılıyordu. Abdülmuttalib oğullarından, birbirleriyle dövüşmüş iki genç kız
çıkageldi. Elleriyle onları yakalayıp, daha namazda iken, o iki kızı
birbirlerinden ayırdı. Bu hadisin Ahmed b. Hanbel'in Müsned'indeki metni
şöyledir: Kızlar Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dizlerine
tutundular. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de aralarını ayırdı.
Ama kendisi namazından ayrılmadı.
Yine namaz kılıyordu.
Önüne bir erkek çocuğu geçti. Eliyle şu tarafa çekil işareti yaptı. Çocuk dönüp
gitti. Önüne bir kız çocuğu geçti, yine eliyle şu tarafa çekil işareti yaptı,
ama çocuk dinlemeyip geçip gitti. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
namazı kılıp bitirince "Onlar (kadınlar) dik başlıdır" buyurdu. Bu
hadisi, İmam Ahmed nakletmiştir. Sünen'de de mevcuttur.
İmam Ahmed'in nakline ve
Sünen'deki rivayete göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazda
oflardı (veya üflerdi)." Namazda oflamak (veya üflemek) konuşmadır"
hadisinin aslı yoktur; Allah Rasulünden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle bir
hadis nakledilmemiştir. Bunu yalnızca Sünen*inde Said (b. Mansur) -şayet
sahihse- İbn Abbas'ın (r.a.) sözü olarak rivayet etmiştir.
Namaz kılarken ağlardı.
Namazda öksürürdü. Ali b. Ebi Talib (r.a.) anlatıyor: "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana bir saatini ayırmıştı. Ona o saatte
gelirdim. Kapıya gelince girmek için izin isterdim. Namaz kılarken gelmiş isem
aksınr ben de içeri girerdim. Boş bir zamanına rastlamış isem bana izin
verirdi." Bu hadisi Nesai ve Ahmed rivayet etmişlerdir. Ahmed'in rivayetindeki
metin şöyledir: "Gece ve gündüz Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) huzuruna iki kere girmek vaktim var idi. O namaz kılarken girmiş isem,
öksürürdü." Bu hadisi Ahmed rivayet edip bununla amel etmiştir. O da
namazda öksürür ve öksürmeyi namazı bozan şeylerden saymazdı.
Bazan yalın ayak, bazan
da ayakkabılarıyla namaz kılardı. Abdullah b. Amr, O'nun böyle yaptığım
nakletmiştir. Yahudilere muhalefet olsun diye ayakkabı ile namaz kılmayı da
emretmiştir.
Bazan bir tek elbise çoğunlukla
da iki kat elbise içinde namaz kılardı.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: