ZADU’L-MEAD |
BİRİNCİ KİTAP / GİRİŞ - BİRİNCİ BÖLÜM PEYGAMBER'İN (S.A.) SEÇİLMESİ |
ANA SAYFA Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
B) YARATIKLARINDAN
SEÇMESİ
Şu yaratıkların hallerini
düşünürsen, onlar arasındaki bu seçim ve tahsisin Allah Teala'nın Rablığını,
birliğini, hikmet, ilim ve kudretinin sonsuzluğunu, O'nun yalnızca kendisinden
başka bir tanrı bulunmayan Allah olduğunu, O'nun ortağı bulunmadığını, istediği
gibi yarattığını, istediği gibi seçtiğini, istediği gibi idare ettiğini
gösteren bir delil olduğunu görürsün. Eseri şu alemde görülen bu seçim, bu
idare ve tahsis O'nun Rab olduğunun en muazzam delillerinden; birliğini, kemal
sıfatlarını ve peygamberlerinin doğruluğunu gösteren en büyük şahitlerdendir.
Şimdi ateşine karşı daha uyarıcı ve daha başkalarına götürücü olması için
bunların birazına işaret etmeye çalışacağız:
1- Göklerden Seçmesi:
Allah, göğü yedi kat
yarattı. Bunlar arasından en yücesini seçti/ Orasını mukarrab meleklerinin
karargahı yaptı. Kürsi'sine ve Arş'ına yakın seçti ve yaratıklarından
dilediğini oraya yerleştirdi. Şu halde bu gök katının diğer göklere göre bir
meziyet ve üstünlüğü vardır. Hiçbir şey olmasa Allah Teala'ya yakınlığı yeter.
Göklerin maddesinin
eşitliği yanında bu üstün kılma ve tahsis, O'nun kudret ve hikmetinin
sonsuzluğunu, dilediğini yaratıp seçtiğini gösteren en açık delillerdendir.
2- Cennetlerden Seçmesi:
Allah Teala'nin Firdevs
Cennetini diğer cennetlerden üstün kılması ve onu Arşı'nın tavanı yaparak
tahsis etmesi de bunlardan biridir. Asar'ın birinde denilmektedir ki:
"Firdevs cennetinin fidanlarını Allah Teala kendi eliyle dikti ve orasını
hayırlı halkı için seçti."
3- Meleklerden Seçmesi:
Cebrail, Mikail ve İsrafil
gibi seçkin melekleri diğerleri arasından seçmesi de bu kabildendir. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle dua ederdi:
"Cebrail, Mikaiİ ve
İsrafil'in Rabbi, göklerin ve yerin yaratıcısı, gizliyi, aşikarı bilen
Allah'ım! Ayrılığa düştükleri konularda kulların arasında Sen hükmedersin.
İzninle hak yolunda ayrılığa düşüldüğünde beni doğruya ulaştır. Şüphesiz Sen
dilediğini doğru yola eriştirensin.
Melekler arasından bu
üçünü, onların kamilen seçkin özel yerleri ve Allah'a yakınlıkları bulunduğu
için anmıştır. Oysa göklerde onlardan başka nice melekler vardır; ama bu üçten
başkasının adını anmamıştır. Cebrail, kalblerin ve ruhların sayesinde hayat
bulduğu vahyi getiren melektir. Mikail, yeryüzünün, hayvanların ve bitkilerin
hayatı olan yağmuru yağdıran melektir. İsrafil, Sur'a üfleyecek melektir; Sur'a
üfleyince onun üflemesi Allah'ın izniyle ölüleri diriltecek ve onları
kabirlerinden çıkartacaktır.
4- Peygamberlerden
Seçmesi:
Ahmed'in, Müsned'de ve
İbn Hibban'in Sahih'de Ebu Zer'den aktardıkları bir hadise göre Hz. Adem'in
(a.s.) soyundan sayıları yüz yirmi dört bin olan nebileri ve onlar arasından da
sayıları üç yüz on üç olan rasulleri seçmesi de bu kabildendir. Ayrıca bu
rasuller arasından ülulazm diye adlandırılan, Ahzab ve Şura surelerinde geçen
şu beş peygamberi seçmesi de böyledir:
"Hani
peygamberlerden söz almıştık. Ey Muhammedi Senden, Nuh'dan, İbrahim'den,
Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan sağlam bir söz almışızdır. [Ahzab 7]
"Allah, Nuh'a
buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyetük; İbrahim'e,
Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki: 'Dini ayakta tutun, onda ayrılığa
düşmeyin''[Şura, 10]
Allah bu ulu'l-azm
peygamberlerden de iki dostu İbrahim ve Muhammed'i seçti. Allah onlara ve
ailelerine salat ve selam eylesin.
5- Ademoğullarından
Seçmesi:
Ademoğulları soyundan
ismail soyunu seçmiştir. Onlar arasından da Huzeyme'den olan Kinane
oğullarından Kureyş'i. Kureyş'ten Haşimoğullarını, Haşimoğullarından da
Ademoğullarının efendisi Hz. Muhammed'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) seçti.
6- Ashabtan Seçmesi:
Yine Allah, alemler
içinde Hz. Muhammed'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) arkadaşlarım (ashabını),
onlar içinden ilk önce iman edenleri, onlar arasından Bedir savaşına katılanları
ve Rıdvan bey'atında bulunanları seçmiştir. Onlar için en mükemmel dini, en
üstün şeriatı ve en temiz en hoş en pak huylan seçmiştir.
7- Ümmetlerden Seçmesi:
Hz. Muhammed'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ümmetini diğer ümmetlere tercih etmiştir. Nitekim
İmam Ahmed'in Müsned'inde ve diğer hadis kitaplarında Behz b. Hakim b. Muaviye
b. Hayde - babası - dedesi yoluyla aktarıldığı üzere, Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Siz yetmiş ümmete bedelsiniz. Siz, Allah
katında onların en hayırlı ve en değerlisisiniz". Ali b. el-Medini ve
Ahmed: "Behz b. Hakim'in babası ve dedesi aracılığıyla aktardığı hadis
sahihtir." demişlerdir.
Bu seçimin eseri,
onların davranışlarında, ahlaklarında, tevhid inançlarında, cennetteki konak
yerlerinde ve kalacakları makamlarında ortaya çıkmaktadır. Zira bu ümmet diğer
insanlardan daha yukarıda, daha üstte bir tepe üzerinde olacak ve onlara o
tepeden bakacaktır. Tirmizi'de Büreyde b. Husayb el-Eslemi'den rivayet
edildiğine göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Cennet halkı,
yüz yirmi sıradır. Sekseni bu ümmetten, kırkı da diğer ümmetlerdendir."
buyurdu. Tirmizi: "Bu hadis hasendir." diyor. Sahih-i Müslim'de
Cehenneme gönderilenler konusunda Ebu Said el-Hudri'den gelen bir hadiste Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Canım elinde olan Allah'a yemin
ederim, gerçekten ben
sizin cennet halkının yarısı olmanızı çok ümit ediyorum." buyurdu ve
bundan fazlasını söylemedi. Ya bu hadis daha sahihtir demeli, ya da Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ümmetinin cennet halkının yarısı
olmasını istedi, bunun üzerine Rabbi ona ümmetinin yüz yirmi saflık cennet
halkının seksen safını oluşturacağını bildirdi. Şu halde iki hadis arasında bir
çelişki yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.
Allah'ın bu ümmete,
başka ümmetlere bağışlamadığı ilim ve hilimi (yumuşak huyluluk) bağışlamış
olması da bu ümmeti, Cenab-ı Hakk'ın üstün ve seçkin kıldığını gösterir.
Bezzar'ın Müsned'inde ve diğer bazı hadis kitaplarında rivayet edildiğine göre
Ebu'd-Derda diyor ki: Ebu'l-Kasim'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu hadiseyi
anlattığını işittim: "Allah Teala, Meryem oğlu İsa'ya: Ben, senden sonra
bir ümmet göndereceğim. Onlar başlarına sevdikleri birşey gelse hamdedip
şükrederler. Başlarına hoşlanmadıkları birşey gelse -hilim ve ilim bulunmadığı
halde- sevabını benden bekleyip sabrederler, buyurdu. İsa: Rabbim! Hilim ve
ilim bulunmadığı halde bu nasıl mümkün olabilir? diye sordu. Allah Teala; Ben
onlara kendi hilim ve ilmimden vereceğim, buyurdu.
8- Beldelerden Seçmesi:
Mekanların, beldelerin
en hayırlısı ve en şereflisi Haram ke)'yi tercih edip seçmesi de bu
cümledendir.
a) Zira Allah Teala, bu
şehri Peygamber'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) için seçmiş ve kulları için
ibadet yeri yapmış, uzak - yakın her yandan oraya gelmelerini farz kılmış ve
oraya ancak mütevazı alçak gönüllü, niyaz ederek, yalvarıp yakararak, başlarını
açarak ve dünya ehlinin elbiselerinden soyunarak (kefeni andıran ihrama
bürünerek) girebilirler. Allah bu beldeyi güvenli ve kutlu (=Harem) bir bölge
kılmıştır. Orada kan dökülmez, ağaç kesilmez, av kovalanmaz, yeşil ot kopanlmaz
ve bulunan bir mal mülk edinmek için alınmaz; alınırsa yalnız ve yalnız ilan
etmek için alınır.
b) Oraya gitmeye
niyetlenmek, geçmiş günahları örtbas eden, suçları silen ve hataları gideren
bir sebep kılınmıştır. Nitekim Sahihayn'da. Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir
hadiste Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bir kimse Beytullah'a
gelir ve hac esnasında fena sözler söylemez, günah işlemezse günahlarından
arınarak annesinden doğduğu gibi hacdan döner." buyurmuştur. Allah oraya
niyetlenen kimse için cennetten öte bir şeye razı olmamıştır. Sünen'de Abdullah
b. Mes'ud'dan (r.a.) rivayet edilen bir hadiste Allah Rasulü {s.a.): "Hac
ve umreyi ardarda yapın (yani haccettiğinizde umre yapın; umre yaptığınızda hac
da yapın). Çünkü hac ve umre fakirliği ve günahları tıpkı körüğün demir, altın
ve gümüşün cürufunu temizlediği gibi temizler. Kusursuz ifa edilen makbul
(=mebrur) bir haccın cennetten öte bir sevabı yoktur." buyurmuştur.
Sahihayn'aa Ebu Hureyre'den nakledilen bir hadiste ise Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: "Bir umreden diğer umreye kadar bu arada
işlenen günahlara (son umre) keffarettir. Kusursuz ifa edilen makbul bir haccın
mükafatı ise ancak cennettir.)
Şayet Emin Belde
(Mekke), Allah'ın en hayırlı beldesi onun en sevdiği şehri ve beldeler
arasından seçtiği belde olmasaydı oranın arazisini kulları için ibadetgah
yapmazdı. Oysa oraya niyetlenmeyi kullarına farz kılmış, bu ibadeti İslam'ın en
güçlü farzlarından saymış ve yüce Kitabının iki yerinde bu belde adına yemin
etmiştir:
1- "Ve şu Emin
Belde'ye yemin olsun ki..."[Tin, 3]
2- "Hayır, hayır.
Şu beldeye yemin ederim ki...'[Beled, 1] Yeryüzünde, her gücü yetenin kendisinde
bulunan bir eve koşması ve orasını tavaf etmesi farz olan bir mıntıka daha
yoktur. Yine yeryüzünde, Hacer-i Esved ve Rükn-i Yemani dışında öpülmesi ve
selamlanması meşru olan, günahların ve hataların silindiği başka bir yer
yoktur.
c) Hz. Peygamber'den
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelen sağlam bir rivayete göre Mescid-i Haram'da
kılınan bir namaz, diğer yerlerde kılman yüz bin namaza bedeldir. Sünen-i Nesai
i!e Müsned'de sahih isnadla Abdullah b. Zübeyr'den rivayet edildiğine göre Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şu mescidimde kılman bir namaz,
-Mescid-i Haram dışında- diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha
faziletlidir. Mescid-i Haram'da kılınan bir namaz ise şu mescidimde kılınan
namazdan yüz kat daha faziletlidir. " buyurmuştur. Hadisi İbn Hibban da
Sahihimde rivayet etmiştir. Bu hadis de açıkça gösteriyor ki, Mescid-i Haram
genel olarak bütün yeryüzünün en üstün bölgesidir. Bu yüzden hazırlık yapıp ona
doğru yola çıkmak farz olduğu haide, diğerleri için yola çıkmak müstehabtır, farz
değildir. Müsned, Tirmizi ve Nesai'de rivayet edildiğine göre Abdullah b. Adiy
b. el-Hamra, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'nin Hazvera
semtinde devesi üzerinde: "Vallahi, şüphesiz sen (ey Mekke), Allah'ın
arzının en hayırlısısın ve Allah'ın arzının, Allah katında en sevimlisisin.
Senden çıkartılmasaydım gerçekten çıkmazdım." dediğini işitmiştir.
Tirmizi: "Bu hadis, hasen, sahihtir." diyor.
d) Hatta bütün yeryüzü halkının
kıblesi olması da onun hususiyetlerindendir. Yeryüzünde ondan başka bir kıble
yoktur.
e) Yine tuvalet yaparken
oraya doğru arkayı ve önü çevirmenin haram olması da onun özelliklerinden
biridir; yeryüzünün diğer bölgeleri için böyle bir şey sözkonusu değildir. Bu
meseledeki en doğru görüşe göre, başka yerde zikredilen on küsur delilden
dolayı açık olanla bina içinde olma arasında bu konuda bir fark yoktur.
f) Mescid-i Haram'ın
yeryüzünde ilk inşa edilen mescid olması da Mekke'nin bir diğer hususiyetidir.
Nitekim Sahihayn (Buhari ve Müslim'in Sahih adlı hadis kitapların)'da rivayet
edildiğine göre Ebu Zer diyor ki: "Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) yeryüzünde ilk inşa edilen mescidi sordum: 'Mescid-i Haram'dır',
cevabım verdi. 'Sonra hangisi?'diye sordum; 'Mescid-i Aksa'dır' karşılığını
verdi. 'Aralarında ne kadar vardır?' şeklindeki sorumu da: 'Kırk sene' diye
cevapladı.
Ne kastedildiğini
anlamayanlara bu hadis bir mesele oldu. Dediler ki:
"Malum, Mescid-i
Aksa'yı yapan Hz. Davud'un oğlu Hz. Süleyman'ındır. Onunla Hz. İbrahim arasında
ise bin seneden daha fazla zaman farkı vardır." Bu sözler, söyleyenin
cehaletini gösteriyor. Zira Hz. Süleyman, Mescid-i Aksa'yı yalnızca
yenilemiştir, baştan kurmuş değildir. Hz. İbrahim'in Kabe'yi yapmasından bu
kadar zaman geçtikten sonra onu kuran, tesis eden Hz. İshak'ın oğlu Hz.
Yakub'tur. Allah her ikisine ve ailelerine salat ü selam eylesin.
g) Mekke'nin üstünlüğünü
gösteren delillerden birisi de şudur: Allah bu şehrin, ümmü'l-kura- şehirlerin
anası olduğunu haber vermiştir.[En'am, 92; Şura 7]. Bütün şehirler ona tabi ve
onun bir uzantısıdır. O, şehirlerin kökenidir. Bu yüzden şehirler içinde ona
denk bulunmaması gerekir. Nasıl ki Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
Fatiha'nın Ümmü'l-Kur'an / Kur'an'ın anası olduğunu haber vermiştir bu yüzden
diğer ilahi kitaplarda ona denk olacak bir sure yoktur.
h) İhtiyaçları sürekli
yenilenenler dışındaki kimselerin oraya ihramsız girmelerinin caiz olmaması da
bir diğer hususiyetidir. Hiçbir şehir bu meziyette ona ortak olamaz. Bu
meseleyi insanlar İbn Abbas'tan (r.a.) almışlardır. Merfu hadis olmaya
elverişli olmayan bir senedle İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre: "Hiç
kimse Mekke'ye -ister ora halkından olsun, isler olmasın- ihramsız giremez."
Bu rivayeti Ebu Ahmed b. Adiy kaydetmiştir. Ancak seneddeki Haccac b. Ertat ve
ondan önceki diğer bir ravi zayıf ravilerdendir.
Bu konuda fakihlerin üç
görüşü vardır:
1. Olumsuz (hiç kimse
ihramsız Mekke'ye giremez),
2. Olumlu (İhramsız
Mekke'ye girilebilir),
3. Mikatlar içinde
olanlarla, mikatlar gerisinde kalanlar arasında fark gözetilir: Mikatlar
ötesinde kalanlar oraları ihramsız geçemezler; taraflarda olanlar ise, Mekke
halkı hükmündedirler. Bu görüş Ebu Hanife'nindir. İlk iki görüş ise Şafii ve
Ahmed'e aittir.
Mekke'de günah işlemeyi
kafada tasarlayıp kuran kimse, tasarladığını yapmasa da cezalandırılır. Allah
Teala buyuruyor ki:
"Kim orada
(Mescid-i Haram'da) hak yoldan saparak zulmetmek isterse (yani tasarlarsa) can
yakan bir azabdan ona tattırırız.[Hac, 25] Burada! isteme (irade) fiili nasıl
ba edatı ile geçişli yapıldı, bir düşün. "Şöyle yapmak istedim."
dendiğinde bu cümle mutlaka "tasarla'' dı, kafasında kurdu' fiilinin
anlamını taşıdığından "şöyle yapmayı tasarladım" denilir. Görüldüğü
gibi Allah Teala, orada zulmetmeyi tasarlayan kimseyi, can yakan azabı
tattırmakla tehdit etmektedir.
Orada işlenen günahların
niceliklerinin değil de miktarlarının kat kal artırılması da bundandır. Zira
işlenen bir kötülüğün karşılığı bir günah, ancak büyük bir günahtır. Cezası da
ona denktir. Küçük günahın cezası'da kendisine denktir. O halde Allah'ın
Harem'inde, beldesinde ve arzı üzerinde işlenen bir günah, yeryüzünün diğer
taraflarından birinde işlenen günahtan daha kuvvetli ve daha büyüktür. Bu
yüzdendir ki, hükümdara, hat] kim olduğu ülkede isyan eden kimse, ona yurdundan
ve ülkesinden uzak; bir yerde isyan eden kimse gibi değildir. İşte günahların
katlanması konu| sundaki tartışmanın çözümü budur. En iyi bilen Allah'tır.
Bu üstün kılma ve
seçimin sırrı, gönüllerin bu Emin Belde'nin cazib sine kapılmasında, kalblerin
onu arzulamasında, ona meyletmesinde ve mu| habbet göstermesinde ortaya
çıkmaktadır. Bu beldenin kalbleri çekimi, mık| natısın demiri çekiminden daha
muazzamdır. Şairin şu beytine en uygun düşen odur:
"Onun güzellikleri,
her türlü güzelliğin ilk maddesi ve erkeklerin gö nüllerinin
mıknatısıdır."
Bundan dolayı Allah
Teala onun insanlar için bir toplanma yeri o ğunu haber vermiştir. Yani ardı arkası
kesilmeksizin her sene her ülkeden gelen insan, orada toplanır, ama bir daha
arzulamayacak şekilde gönüllerinin susuzluğunu gidermiş olmazlar. Aksine ne
kadar çok ziyaret etseler, o kadar çok iştiyakları artar.
"Görünce göz onu,
bakmaktan vazgeçmez. Yeniden döner ona müştak olarak göz."
Onun yolunda öldürülen,
çılgına dönen, yaralanan niceleri vardır. Onun sevgisi uğrunda nice mallar,
nice canlar feda edilmiştir. aşık, önündeki türlü türlü korkulu yerleri,
tehlikeleri, sarp engelleri ve zorlukları karşısına alarak ciğerparelerinden,
ailesinden, dostlarından, vatanından ayrılmaya razı olmuş; bunların hepsinden
zevk alıyor; lezzet duyuyor; kalblerinde muhabbet sultanı taht kursa bütün
bunları tatlı, lüks ve lezzetli nimetlerden daha hoş buluyor.
"Sevgilisi hoşnut
olduğu halde, onun verdiği sıkıntıyı azap sayan aşık değildir."
İşte bütün bunlar,
"evimi temiz tut" ayetinde [Hac, 26] Allah Teala'nın onu kendisine
izafe etmesinin sırrıdır. Bu özel izafet, şu tazim, saygı ve muhabbetten icap
ettiği kadarını icap ettirmiştir. Nitekim kulunu ve Rasülünü de kendisine izafe
etmesi de bunlardan icap ettirdiği kadarını icap ettirmiştir. Yine aynı şekilde
mü'min kullarını kendisine nisbet etmesi de onlara haşmet, muhabbet ve
ağırbaşlılıktan giydireceğini giydirmiştir. Rab Teala'nın kendisine izafe
ettiği herşeyin başkalarına karşı -seçip ayırmayı icap ettiren- bir üstünlüğü
ve ayrıcalığı vardır. Sonra Allah, ona bu izafet sayesinde başka bir üstünlük
ve izafetten önce var olana ilave olarak bir tahsis ve bir azamet giydirir.
Asıl maddeler, davranışlar, zamanlar ve mekanlar arasında eşitlik görenler bu
manayı anlamaya muvaffak olamadılar ve hiçbir şeyin diğer birşeyden üstün
olamayacağını ve bunun tercih edici bulunmaksızın yapılan kuru bir tercih
olacağını iddia etmişlerdir. Bu görüş, buranın dışında başka bir yerde
kaydettiğim kırkı aşkın sebepten dolayı batıldır. Bu batıl görüşü şöyle bir
zihinde düşünmek bile onun saçmalığını anlamaya yeter. Bu görüş ki, zorunlu
neticesi şudur: Peygamberlerin zatları hakikaten düşmanlarının zatları gibidir.
Üstünlük olsa olsa başkasında bulunmayan meziyet ve sıfatlara bakarak zatların
seçimini ilgilendirmeyen bir durumdan dolayıdır. Aynı şekilde mevkilerin
kendileri de zat itibariyle birdir; birinin diğerine asla üstünlüğü yoktur.
Üstünlük yalnızca orada yapılan salih amellerden dolayıdır. O halde
Beytullah'ın Mescid-i Haram'ın, Mina'nın, Arafat'ın ve Meş'ar-ı Haram'ın
mevkilerinin yeryüzünün adım saydığımız herhangi bir bölgesine üstünlüğü
yoktur. Üstün tutmada yalnızca bölge dışında ve ne ona, ne de orada bulunan bir
vasfa ait olmayan bir durum gözönüne alınır...
Allah Teala, bu batıl
görüşü şu ayetle reddetmiştir: "Onlara bir ayet geldiği zaman: Allah'ın
peygamberlerine verilen bize de verilmedikçe inanmayız, derler. Allah, elçilik
görevini nereye (kime) vereceğini daha iyi bilir. [En'am, 124] Yani herkes,
O'nun elçiliğini yüklenmeye ehil ve uygun değildir. Aksine bu işin özel
mahalleri vardır, ancak oralara layık olur ve ancak oralara uygun düşer. Allah
bu mahalleri sizden daha iyi bilir... Şayet bunların dediği gibi varlıkların
zatları birbirine eşit olsalardı burada onlara bir reddiye sözkonusu olmazdı.
Aynı şekilde şu ayetle de Allah Teala bu görüşü reddetmektedir: "İşte
böylece: Allah aramızdan bunlara mı iyilikte bulundu? demeleri için onları
birbiriyle sınadık. Allah şükredenleri en iyi bilen değil midir?[En'am, 53]
Yani Allah Teala verdiği nimete şükredeni daha iyi bilir ve onu şükretmeyenden
ayırarak ona hassaten ihsanda bulunur ve iyilik eder. Her mahal, O'nun şükrün
karşılığını vermesine, yapacağı ihsanı yüklenmeye ve hasseten ikramda
bulunmasına uygun değildir.
Allah'ın seçip ayırdığı
asıl maddeler, mekanlar, şahıslar vs.'nin zatları kendileriyle var olan ve
başkalarında bulunmayan birtakım sıfatlara ve durumlara sahiptirler; Allah
onları bunlardan dolayı süzüp ayırmıştır. Bu sıfatlarla onları üstün kılan ve
seçim yapmakla onlara özel bir kıymet veren Allah Teala'nın kendisidir. İşte
yaratması ve işte seçim! "Rabbin dilediğini yaratır ve seçer.[Kasas, 67]
Bir görüş ki; Beytullah,'ın yerinin diğer mekanlara, Hacer-i Esved'in zatının
diğer taşlara, Allah Resulünün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zatının diğer
insanların zatlarına eşit olduğunu, bu şeylerdeki üstünlüğün yalnızca zatları
dışındaki birtakım durumlarda ve onlarla var olan sıfatlarda bulunduğunu ileri
sürüyor... Batıl olduğuna bundan daha açık delil mi olur! Bu ve benzeri
görüşler kelamciların şeriata karşı işledikleri ve şeriat bundan masum iken ona
nisbet ettikleri cinayetlerdendir. Zatların genel bir durumda müşterek
olmalarından daha fazla tutunabilecekleri bir delilleri yoktur. Bu da öz
itibariyle ( = hakikat'te) eşit olmalarını gerektirmez. Çünkü muhtelif şeyler,
özlerine ait sıfatlarda ayrılmakla birlikte genel bir durumda birleşebilirler.
Allah Teala asla, misk'in zatı ile idrarın zatını, suyun zatı ile ateşin zatını
birbirine eşit yaratmamıştır. Şerefli mekanlarla zıtları ve üstün zatlarla
zıtları arasındaki bu açık fark, buradaki farktan çok daha muazzamdır. Hz.
Musa'nın (a.s.) zatı ile Firavun'un zatı arasındaki fark misk ile dışkı
arasındakinden daha büyüktür. Aynı şekilde Kabe'nin kendisi ile sultanın sarayı
arasındaki fark da buradaki farktan çok daha muazzamdır. O halde orada yapılan
ibadetlere, çekilen zikirlere, edilen dualara bakarak iki yer, nasıl özde ve
üstünlükte eşit tutulabilir?!
Burada biz bu rezil ve
çürütülmüş görüşü etraflıca çürütmeyi kastetmedik. Amacımız, onu tasvir
etmekti. Karar vermek akıllı, zeki ve adil kimseye kalmış. Allah ve O'nun
kulları başka hiçbir şeye kıymet vermez. Allah Teala, seçmeyi ve üstün kılmayı
gerektiren bir mana olmaksızın hiçbir şeyi seçmez. Üstün kılmaz ve tercih
etmez. Evet, bu tercih sebebini veren, bağışlayan O'dur. Onu yaratan,
yarattıktan sonra seçen de O'dur. Rabbin dilediğini yaratır ve seçer.
9- Günlerden ve Aylardan
Seçmesi:
Günleri ve ayları
birbirine üstün kılması da Allah'ın seçim yaptığım gösteren bir delildir.
a) Allah katında en
hayırlı gün kurban günü ( = kurban bayramının ilk günü)dür. Bu gün en büyük hac
günüdür. Nitekim Sünen* de rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Allah katında en faziletli gün kurban günüdür; sonra
(kurbanın ikinci günü olan) yevmü'l-karr'dır." buyurmuştur. Arefe gününün
ondan daha faziletli olduğu söylenmiştir ki, Şafiilerce tanınan görüş budur.
Diyorlar ki: "Zira bu gün en büyük hac günüdür. Bu günde tutulan oruç iki
senelik günaha keffaret olur. Allah, kullarını arefe gününde cehennemden azad
ettiği kadar, başka hiçbir günde -o kadar çok- azad etmemiştir'' Çünkü o gün
Allah kullarına yaklaşır, sonra meleklerine mevkıf ehli (Arafat'ta vakfe
yapanlar) ile Övünür." Doğrusu birinci görüştür. Zira bunun delili olan
hadisle çelişen ona karşı koyabilecek hiçbir hadis yoktur. Doğrusu şu ayetten
dolayı en büyük hac günü, kurban günüdür. "En büyük hac günü, Allah ve
Peygamber'! insanlara Allah ve Rasulünün müşriklerden uzak olduğunu ilan
ederler.[Tevbe, 3]. Sahihayn'daki bir hadiste sabittir ki, Hz. Ebu Bekir ve Hz.
Ali -r.a.- bu ilanı arefe günü değil, kurban günü yaptılar. Ebu Davud'un
Sünen'inde en sahih senedle rivayet edildiğine göre Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "En büyük hac günü, kurban günüdür." buyurmuştur.
Ebu Hureyre ve bir gurup sahabi de aynı şeyi söylemişlerdir.
Arefe günü, kurban
gününün öncesinde, onun bir mukaddimesi niteliğindedir. O gün Arafat'ta vakfe
yapılır. Allah'a yalvarıp niyaz edilir, tevbe edilir, yakarılır, af dilenir.
Ondan sonra gelen kurban günü ise huzura çıkılıp, ziyaret yapılır. Bundan
dolayı o gün yapılan tavafa "ziyaret tavafı" adı verilmiştir. Çünkü
hacılar, arefe günü günahlarından temizlenmiş olduklarından Rableri onlara
kurban günü kendisini ziyaret ve evinde huzuruna çıkma izni vermiştir. Kurban
kesimi, baş tıraşı, şeytan taşlama ve hac fiillerinin büyük bir bölümü bu
sebeple o günde yapılır. Arefe günü yapılanlar ise bu gün öncesinde yapılan
temizlenme ve yıkanma gibidir.
b) Zilhicce ayının (ilk)
on gününün diğer günlere üstün kılınması da böyledir. Zira bu günler Allah
katında en faziletli günlerdir. Sahih-i Buhari'de İbn Abbas'tan -r.a.- rivayet
edilmektedir ki: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem); Salih amelin
Allah katında bu on günden daha sevimli olduğu günler yoktur, buyurdu. Allah
yolunda cihad da mı? diye sordular. Evet, Allah yolunda cihad da. Ancak bir
adam ki, canını malını ortaya koyup cihada çıkıyor, sonra bunlardan hiçbir
şeyle geri dönmüyor. İşte bu müstesna, karşılığını verdi.". Allah'ın
kitabında: "Tan yerinin ağarmasına ve on geceye and olsun. .."[Fecr,
1-2] diyerek adlarına yemin ettiği on gün işte bunlardır. Bu sebeple o günlerde
bol bol tekbir getirmek "La ilahe illallah" ve
"Elhamdülillah" demek müstehabtır. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "O günlerde bol bol tekbir getirin; La ilahe illallah
ve Elhamdülillah deyin." buyurmuştur. Bu günlerin diğer günlere nisbeti,
hac vazifesinin ifa edildiği yerlerin diğer mevkilere nisbeti gibidir.
c) Ramazan ayının diğer
aylara ve bu ayın son on gecesinin diğer gecelere; kadir gecesinin bin geceye
üstün kılınması da böyledir.
Soru: Hangi on gün -Zilhicce'nin
(ilk) on günü mü, yoksa Ramazan'ın son on günü mü- daha faziletlidir? Kadir
gecesi mi yoksa İsra (ve Mİrac) gecesi mi, daha faziletlidir?
Cevap: Birinci soruyu
ele alalım. Bu konuda "Ramazan'ın son on gecesi Zilhicce'nin (ilk) on
gecesinden; Zilhicce'nin on günü, Ramazan'ın on gününden daha
faziletlidir." demek doğru olur. Bu açıklama sayesinde problem ortadan
kalkar. Bunu gösteren delil de şudur: Ramazan'ın on gecesi gecelerden biri olan
Kadir gecesi itibariyle üstün kılınmıştır. Zilhicce'nin on günü ise günleri
itibariyle üstün kılınmıştır. Çünkü kurban günü, arefe günü ve tevriye günü bu
günler arasındadır.
İkinci soruya gelince;
Şeyhülislam İbn Teymiye'ye -rahimehullah- sordular: Adamın biri: "İsra
gecesi, Kadir gecesinden daha faziletlidir" diyor, bir diğeri de:
"Hayır, Kadir gecesi daha faziletlidir" diyor. Şimdi hangisi
isabetlidir?
Cevaben dedi ki: Allah'a
hamd olsun. "İsra gecesi, Kadir gecesinden daha faziletlidir" diyen
bu sözüyle Hz. Peygamber'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) isra buyurulduğu
(Allah tarafından bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götürüldüğü)
gece ve her sene bu güne rastlayan geceler Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ümmeti için Kadir gecesinden daha faziletli olup bu yüzden bu gecede
kılınacak namaz ve yapılacak dua Kadir gecesindekinden daha faziletlidir, demek
istemişse bu batıldır, bunu hiçbir müslüman söylememiş ve bunun çürüklüğü İslam
dininde baştan beri yaygın ve muttasıl olarak bilinmektedir. İsra gecesi
muayyen olduğunda durum böyle. Oysa ne hangi ayda, rie hangi on günde ne de
belli hangi günde olduğunu gösterir bilinen bir delil vardır, ya bu durumda ne
demeli?! Bu konuda aktarılan rivayetler (sened itibariyle) munkati ve
çelişkilidir. Aralarında kesin olan bir rivayet yoktur. Hem -Kadir gecesinin
aksine- İsra gecesi zannedilen geceyi namaz vs. ibadetlere ayırma müslümanlara
meşru da kılınmış değildir. Oysa Sahihayn'da. var olan bir hadiste Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kadir gecesini Ramazan'ın son on
gecesinde arayınız" buyurmuştur. Yine Sahihayn'daki bir hadiste ise:
"Kadir gecesini inanarak ve sevabını Allah'tan umarak ibadetle geçiren
kimsenin geçmiş günahları bağışlanır. " buyurmuştur'. Allah Teala da
Kur'an-ı Kerim'de Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olduğunu ve Kur'an'ın
o gece indirildiğini haber vermiştir.
Şayet bu sözüyle, namaz
ve ibadetle tahsis meşru sayılmaksızın Hz. Peygamber'ın (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) isra buyurulduğu ve başka gecelerde eline geçmeyen şeylerin geçtiği
belli gecenin (üstünlüğünü) kasdetmişse bu doğrudur. Allah, Peygamberine
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir mekan yahut zamanda bir fazilet verdiği
vakit, bu zaman ve mekanın, bütün zaman ve mekanlardan faziletli olması
gerekmez. Tabii, Allah Teala'nın Peygamberine Isra gecesinde yaptığı ihsanın,
Kadir gecesinde Kur'an'ın indirilmesi gibi ona sunduğu nimetlerden daha muazzam
olduğuna bir delil varsa!
Böyle konularda konuşmak
için hem işlerin gerçek yüzlerim ve hem de vahiy olmadan kendileri hakkında
bilgi edinilmeyecek nimetlerin miktarlarını bilmeye ihtiyaç vardır. Bu
konularda hiç kimsenin ilimsiz konuşması caiz değildir. Ne müslümanlardan
herhangi birinin, İsra gecesinin diğer gecelere, bilhassa Kadir gecesine bir
üstünlüğü olduğunu söylediği, ne de sahabe ile onlara güzellikle uyan tabiinin
tsra gecesini herhangi bir şeyle tahsise niyetlendikleri bilinmektedir. Hatta
adını bile anmazlardı. Bu yüzden her ne kadar İsra hadisesi Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) en muazzam faziletlerinden ise de hangi gece
olduğu bilinmemektedir. Maamafih, özellikle ne o zamanda, ne de o mekanda şer'i
bir ibadette bulunmak meşru kılınmıştır. Hatta vahyin ilk gelmeye başladığı ve
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberlikten önce vaktini
geçirdiği Hira mağarasına -peygamberlikten sonra Mekke'de kaldığı süre içinde-
ne kendisi, ne de ashabından biri teveccüh etmiş, ne de vahyin'geldiği günde
bir ibadet vs. yapmayı belirlemiş ve ne de vahyin ilk gelmeye başladığı zaman
ve mekanı bir şey yapmaya tahsis etmiştir. Kim kendi kendine bu ve benzeri
sebeplerden dolayı özel zaman ve mekanlarda ibadet etmeyi çıkarırsa, Hz.
İsa'nın doğum günü, çarmıha gerilme günü... gibi başına gelen çeşitli olayların
geçtiği zamanları tören ve ibadet günü yapan Ehl-i Kitap (Hıristiyanlar) gibi
olur. Hz. Ömer ibnü'l-Hattab -r.a.- bir grup insanın bir yerde namaz kılmak
için yarıştıklarını gördü ve "Bu nedir?'* diye sordu. "Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namaz kıldığı bir yerdir."
cevabını alınca: ''Peygamberlerinizin bıraktığı eserleri mescid mi yapmak
istiyorsunuz?! Sizden öncekiler ancak bu yüzden helak oldu. Namaz vakti
kendisine burada erişen namazım kılsın, yoksa yoluna devam etsin." dedi.
Bazıları da diyorlar ki:
tsra gecesi Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hakkında Kadir
gecesinden daha faziletlidir. Kadir gecesi, ümmete nisbetle İsra gecesinden
daha faziletlidir. O halde bu gece ümmet hakkında onlar için daha faziletli,
isra gecesi de Allah Rasülü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hakkında kendisi için
daha faziletlidir.
Soru: Cuma günü mü,
yoksa arefe günü mü, hangisi daha faziletlidir? İbn Hibban Sahih'inde Ebu
Hureyre'den naklen Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurduğunu rivayet eder: "Cuma gününden daha faziletli bir gün üzerine
güneş ne doğar, ne balar.''. Yine aynı kaynakta Evs b. Evs'ten rivayet edilen
bir hadiste: "Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün, cuma günüdür."
Duyurulmaktadır.
Cevap: Bazı alimler bu
hadisi delil göstererek, cuma gününün airefe gününden daha faziletli olduğu
görüşünü savunmuşlardır. Kadı Ebu Ya'la cuma gecesinin Kadir gecesinden daha
faziletli olduğu yolunda İmam Ahmed b. Hanbel'den bir rivayet aktarmaktadır.
Doğrusu, cuma günü haftanın en faziletli günü; arefe ve kurban günleri de
senenin en faziletli günleridir. Kadir gecesi ve cuma gecesi de böyledir (yani
Kadir gecesi senenin en faziletli gecesi, cuma gecesi de haftanın en faziletli
gecesidir.) Bu yüzden cumaya rastlayan arefe gününde yapılan vakfenin diğer
günlere göre pek çok yönden bir üstünlüğü vardır:
1- Günlerin en
faziletlileri olan iki günün çakışması.
2- Yapılan duanın
muhakkak kabul edileceği saatin bulunduğu gündür. Çoğunlukta olan görüşe göre
bu saat, ikindiden sonraki en son saattir. O vakitte mevkıftakilerin hepsi dua
ve tazarru için bekleşmekte, vakfe yapmaktadırlar.
3- Allah Rasulünün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) vakfe yaptığı güne rastlaması,
4- O gün yeryüzünün her
yanında insanlar hutbe ve cuma namazı için toplanırlar. Bu da hacıların arefe
günü Arafat'ta toplanmalarına rastlar. Böylece müslümanların camilerde ve
mevkıfta toplanmalarından ortaya başka hiçbir günde görülmeyen dua ve
yakarışlar çıkar.
5- Cuma günü bayram
günüdür. Arefe günü ise, Arafat'takilerin bayram günüdür. Bu yüzden Arafat'taki
kimsenin oruç tutması mekruh sayılmıştır. Nesai'nin rivayetine göre Ebu Hureyre
diyor ki: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) arefe günü Arafat'ta
oruç tutmayı yasakladı. Bu hadisin isnadı biraz şüphelidir. Çünkü senedinde
geçen Mehdi b. Harb el-Abedi'nin kimliği bilinmiyor. Senedin eksenini de o teşkil
ediyor. Ancak Sahih'de kaydedilen bir hadise göre insanlar arefe günü
Ümmü'l-Fadl'ın yanında Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oruçlu
olup olmadığını tartışırlar. Kimisi "Oruçludur" der, kimisi
"Oruçlu değildir" der. Bunun üzerine Ümmü'l-Fadl, Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir bardak süt gönderir. Bu sırada Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Arafat'ta devesi üzerinde vakfe yapmaktadır.
Bardağı ahr, içer.
Arefe günü Arafat'ta oruç
tutmamanın müstehab oluşunun hikmeti konusunda farklı görüşler ileri sürülmüş;
el-Hıraki ve bir grup alim duada güçlü olmak için derken, diğerleri de
-Şeyhülislam İbn Teymiye bunlardan biridir- diyorlar ki: Bunun hikmeti, bu
günün Arafat'takilerin bayramı olmasıdır. Bu sebeple o gün oruç tutmaları
müstehap olmaz. Delili ise Sünen'de rivayet edilen şu hadistir: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: "Arefe günü, kurban günü ve
Mina günleri biz müslümanların bayramıdır.
Üstadımız diyor ki:
Arefe günü yalnızca Arafat'takiler için bayram olur. Çünkü orada
toplanmaktadırlar. Diğer şehirlerde bulunanlar için durum farklıdır. Zira
kurban günü toplanırlar. Dolayısıyla o gün onlar için bayram olur. Sözün özü,
arefe günü cuma gününe rastlarsa iki bayram birleşmiş olur.
6- Allah Teala'nın,
dinini mü'min kulları için ikmal ettiği ve onlara nimetlerini tamamladığı güne
rastlamaktadır. Nitekim Sahih-i Buhari'de Tarik b. Şihab'dan rivayet edildiğine
göre: Bir yahudi Hz. Ömer İbnü'l-Hattab'a geldi ve: "Ey mü'minlerin emiri!
Kitabınızda okuduğunuz bir ayet var ki, biz yahudilere inmiş olsaydı ve ayetin
indiği günü bilseydik o günü bayram yapardık." dedi. Hz. Ömer: "Hangi
ayet?" diye sordu. Yahudi: "Bugün size dininizi ikmal ettim,
üzerinize olan nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslam'ı beğenip
seçtim." ayetini [Mâide, 5] okudu. Bunun üzerine Hz. Ömer İbnü'l-Hattab:
"Doğrusu ben, bu ayetin hangi gün indiğini ve nerede indiğini kesinlikle
biliyorum. Allah Rasulüne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü Arafat'ta,
biz onunla birlikte Arafat'ta vakfe yaparken indi.
7- Kıyametteki en büyük
toplantı ve en muazzam beklenti gününe rastlamaktadır. Çünkü kıyamet, cuma günü
kopacaktır. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki:
"Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür. Hz. Adem o gün
yaratıldı. O gün cennete konuldu. O gün oradan çıkartıldı. Kıyamet o gün
kopacaktır. O günde bir saat vardır ki, bir müslüman kul namaz kıldığı halde o
saate rastlar da Allah'tan bir hayır dilerse mutlaka Allah onun dileğini yerine
getirir."
Bundan dolayı Allah
Teala kulları için, toplanıp bir araya gelecekleri ve yaratılış, yeniden
diriltiliş, cennet, cehennem konularından söz edecekleri bir günü
meşrulaştırmıştır. Allah Teala bu ümmet için cuma gününü saklamıştır. Çünkü
yaratılış bu günde vuku bulmuş ve yeniden diriltiliş de bu günde vuku
bulacaktır. Bu sebeple Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü
sabah namazında Hz. Adem'in yaratılışı, ilk yaratılış ve yeniden diriliş, cennet
ve cehenneme giriş gibi bu günde olmuş ve olacak olayları içerdikleri için
Secde ve Dehr (= İnsan) surelerini okur, ümmete cuma günü, bu günde olmuş ve
olacak olayları hatırlatırdı.
Aynı şekilde insan,
dünyadaki bu en büyük bekleyiş yer ve zamanında -ki bu arefe günüdür- aynen Rab
Teala'nın huzurundaki en muazzam durak yerini ve cennetlikler yerlerine,
cehennemlikler de kendi yerlerine yerleşinceye kadar adaletin tamamen yerini
bulmuş olmayacağı günü düşünür.
8- Müslümanlar cuma günü
ve cuma gecesi diğer günlere oranla daha çok itaatkar olurlar, daha çok ibadet
ederler. Hatta günahlar içinde yüzenlerin çoğunluğu cuma günü ve gecesine
hürmet ederler ve bu günde Allah'a (c.c.) karşı günah işlemeye cüret edenleri,
Allah'ın mühlet vermeden derhal cezalandıracağını düşünürler. Bu, onlarda
yerleşmiş ve çeşitli deneyimlerle bildikleri birşey haline gelmiştir. Tabii ki
bütün bunlar bu günün Allah katında yüce ve şerefli olmasının, Allah Teala'nın
onu diğer günler arasından süzüp seçmesinin neticesidir. Şüphesiz o günde
yapılan vakfenin diğer günlere oranla bir ayrıcalığı vardır.
9- Cennetteki mezid
gününe rastlamaktadır. Bu mezid gününde cennet halkı geniş bir vadide toplanır,
onlar için misk tepecikleri üzerine gümüş minberler, akın minberler, zeberced
ve yakut minberler dikilir. Yüce Rablerine bakarlar. Rableri onlara tecelli
eder, O'nu gözleriyle ayan beyan görürler. Onların işi en hızlı görüleni (cuma
gününde) camiye en erken gidenleri olacaktır. Allah'a en yakınları da imama en
yakın namaz kılanları olacaktır. Cennet halkı mezid gününe -o günde pek çok
ihsanlara nail oldukları için- hasret ve sevgi doludurlar. Mezid günü, cuma
günüdür. Bir de arefe gününe rastlarsa o zaman başka günlerde bulunmayan
fazlaca bir üstünlük, ayrıcalık ve fazilete sahip olur.
10- Yüce Rab, arefe günü
akşamı mevkıfta bekleşenlere yaklaşır; sonra onlarla meleklere övünür ve der
ki: "Bunlar ne istiyor? Sizi şahit tutuyorum, ben bunları bağışladım.
Allah Teala'nın onlara yaklaşmasından, herhangi bir hayır İsteyenin dileğinin
geri çevrilmeyeceği saat olan icabet saati hasıl olur. Bu saatte dua ve tazarru
ile Allah'a yaklaşırlar; Allah Teala da onlara iki türlü yaklaşır:
1. O saatte yapılacak
duanın mutlaka kabul görüp gerçekleşmesi yakınlığı,
2. Allah'ın Arafat'ta
vakfe yapanlara has yakınlaşması ve onlarla meleklerine Övünmesi. iman ehli
kişilerin kalbleri bu durumları farkeder, güçlerine güç katılır; neşe, sevinç
ve mutlulukları, Rablerinin ihsan ve keremine olan ümitleri kat kat artar.
Bunlar ve diğer bazı sebeplerden ötürü cuma günü yapılan vakfe diğer günlerde
yapılanlardan faziletli kılınmıştır.
Halkın dilinde dolaşan
"Bu (arefenin cumaya rastladığı zamanda yapılan hac) yetmiş iki hacca
bedeldir" sözü batıldır, aslı yoktur, ne Allah Rasulünden (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ne de sahabe ve tabiinin herhangi birinden bu konuda bir
rivayet vardır. En iyi bilen Allah'tır.
Sözün özü, Allah Teala
yaratıkların her cinsinden, -başkasını değil- en hoş ve temiz olanını seçmiş,
onu kendisine has kılmış ve ondan hoşnut olmuştur. Çünkü Allah Teala, hoştur;
ancak hoş olanı sever. Amelin, sözün ve sadakanın yalnız hoş ve temiz olanını
kabul eder. O halde herşeyin hoş olanı Allah Teala'nın seçtiği demektir.
Allah Teala'nın
yaratması ise her iki türü de kapsar. Kulun mutluluk yurduna mı, yoksa bedbahtlık
yurduna mı gideceği bununla bilinir. Çünkü hoş ve temiz olan kişi, ancak hoş
olana uyum sağlar. Ancak ondan hoşnut kalır, yalnız onda teskin olur ve kalbi
yalnızca onunla tatmin olur. Öyle hoş ve güzel sözler söyler ki, zaten yalnız o
sözler Allah Teala'ya yükselir. Ve çok çirkin söz söylemekten; diline adi
çirkin ve kötü sözleri almaktan; yalan, dedikodu, koğuculuk, iftira, yalan yere
şahitlik... ve her türlü pis sözlerden nefret eder.
Aynı şekilde davranış ve
fiillerin de ancak en hoş olanlarına yatkın ve alışık olur. Bunlar ise
güzellikleri konusunda temiz fıtratların peygamberlere gelen şeriatlarla birlik
sağladıkları, sağlam akılların övdüğüme güzelliklerinde şeriatın, aklın ve
fıtratın ittifak ettikleri fiil ve davranışlardır. Mesela, kişinin yalnız tek
Allah'a tapması, O'na hiçbir şeyi ortak tutmaması, O'nun rızasını kendi heva ve
arzusuna tercih etmesi, bütün olanca varlığı ile O'nu sevmeye çalışıp
çabalaması, gücü yettiği kadarıyla O'nun yaratıklarına iyilik etmesi, kendisine
ne yapmalarından, nasıl davranmalarından hoşnut oluyorsa onlara da öylece
davranması, kendisine yapmalarını istemediği şeyleri onlara da yapmaması,
kendisine öğütlediği şeyleri onlara da öğütlemesi; yine kendisine
hükmedilmesini istediği gibi onlar hakkında yargıda bulunması, onlardan gelecek
eza ve cefaya tahammül göstermesi, fakat kendisinin onlara eziyet etmemesi,
onların ırzlarına, namuslarına dil uzatmaması, kendi şerefine karşı dil
uzattıklarında ise aynı şekilde karşılık vermemesi, bir iyiliklerini görürse
anlatıp yayması, kötülüklerini görürse gizlemesi; şeriati ibtal etmeyecek ve
Allah'ın bir emir ve yasağı ile çatışmayacaksa mümkün olduğu kadarıyla özür ve
kabahatlarını doğru anlama çekmeye çalışması böyledir.
Yine hoş ve temiz
(yaratılışlı) kişi; halim (yumuşak huyluluk), vakar, ağırbaşlılık, merhamet,
sabır, vefa, kolaylık göstermek, uysallık, doğruluk; gönlün aldatma, düşmanlık,
kin ve hasetten (çekememezlikten) pak olması; tevazu (alçakgönüllülük); iman ve
izzet sahiplerine kanat germek, Allah'ın düşmanlarına sert davranmak, Allah'tan
başkasına yüz suyu dökmekten ve kendini alçaltmaktan kaçınmak, iffet, şecaat,
cömertlik, insanlık gibi, güzelliklerinde şeriatların, fıtratların ve akılların
ittifak ettikleri bütün güzel huylara sahiptir.
Yiyeceklerin de ancak en
hoş ve temiz olanlarını seçer. Bu yiyecekler ise, yenildiklerinde kişinin kötü
sonuçlarla karşılaşması tehlikesinden uzak, beden ve ruhun en güzel biçimde
gıdalarını almasını sağlayan helal, leziz ve hazmı kolay faydalı yiyeceklerdir.
Yine aynı şekilde
nikahlanacağı zaman kadınların en hoş, en temiz olanlarını, koku sürüneceği
zaman en hoş, en temiz kokuları; arkadaş ve dostların da hoş ve iyi karakterli
olanlarım seçer. Ruhu hoş, bedeni hoş, huyu hoş, işi hoş, sözü hoş, yiyeceği
hoş, içeceği hoş, giyeceği hoş, nikahlanacağı hanım hoş, girdiği yer hoş,
çıktığı yer hoş, döndüğü yer hoş, kaldığı yer hoş, hepsi hoş! İşte böyle olan
kişi Allah Teala'nın haklarında: "Melekler onların canını temizlenmiş
olarak alırken: 'Selam size; yaptıklarınıza karşılık girin cennete, derler,
[Nahl, 32] buyurduğu ve cennet bekçilerinin kendilerine: "Selam size,
tertemiz ve hoşsunuz. Girin, temelli kalacağın bu yere.[Zümer, 73] dedikleri
kimselerdendir. Bu ikinci ayette geçen ed ti nedensellik anlamını icabettirir.
Buna göre ayet, tertemiz ve hoş olduğ nuzdan dolayı girin buraya, anlamına
gelir. Allah Teala buyuruyor ki: "Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü
erkekler, kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar, iyi erkeklere; iyi erkekler,
iyi kadınlara yakışırlar.[Nûr, 26] (Arapçada dişilik alameti taşıyan
kelimelerin cansız varlıklar ve soyut şeyler içinde kullanımı göz önüne
alınarak). Bu ayet kötü kelimeler kötü kişiler:, iyi kelimeler de iyi kişilere
yaraşır, şeklinde tefsir edildiği gibi, iyi kadınlar iyi erkeklere, kötü
kadınlar kötü erkeklere yaraşır, şeklinde de tefsir edilmiştir. ayet hem bu
anlamı, hem başka anlamları da kapsar. Şu halde iyi (hoş) kelimeler,
davranışlar ve kadınlar kendilerine münasip olan iyilre; kötü kelimeler, davranışlar
ve kadınlar ise kendilerine münasip olan kötülere yaraşırlar. Allah Teala,
bütün yönleriyle iyi (hoş ve temiz) olanı cennete; bütün yönleriyle kötü olanı
da cehenneme koydu. Yurtları üçe ayırdı: 1) Yalnız iyi olanlara ait yurt. İyi
olmayan kişilere bu yurt haramdir. Her türlü güzellikleri bünyesinde
toplamıştır. Bu yurt cennettir. 2) Yalnız kötü ve kötülüklere ayrılan yurt.
Oraya sadece kötü olanlar girer. Bu yurt cehennemdir. 3) İyinin ve kötünün bir
arada bulunduğu ve karıştığı yu O da bu dünyadır. Bundan dolayı bu karışıklık
ve iyinin kötünün iç içe bulunması sebebiyle imtihan ve deneme var olmuştur. Bu
da ilahi hikmetin icabıdır. İnsanların yeniden diriltiliş günü gelince Allah,
iyiyi kötüden ayıracak, iyiyi ve iyilik sahiplerini bir yere koyacak, o yurda
onlardan başkası karışmayacak; kötüyü ve kötülük sahiplerini bir yere koyacak
oraya da onlardan başkası karışmayacak. Neticede yalnızca iki yurt kalacak: 1)
Cennet: İyilerin yurdu, 2) Cehennem: Kötülerin yurdu. Allah Teala, her iki
grubun yaptıkları fiil ve davranışlardan onların sevap ve azaplarını türetecek
Ve bunların güzel sözlerini, amellerini ve ahlaklarım, faydalanacakları nimet
ve lezzetleri aynı kılacak ve onlar için o şeylerinden dolayı en mükemmel
konfor ve neşe sebeplerini yaratacak; diğerlerinin kötü sözlerini, amellerini
ve ahlaklarını ise çarptırılacakları azap ve elemleri aynı kılacak ve onlar
için bu şeylerlerden en büyük azap ve elem sebeplerini yaratacaktır. Tam
yerinde hikmet, göz kamaştırıcı kahir izzet! Böylece Allah kullarına hem
rububiyetinin kemalini; hem de hikmetinin, ilminin, adaletinin ve merhametinin
kemalini göstermiş olacak ve düşmanlarına, sadık ve vazifelerini hakkıyla yapan
peygamberlerinin değil, kendilerinin asıl iftiracı ve yalancılar olduklarını
onlara bildirecektir. Allah Teala buyuruyor ki: "Ölen kimseyi Allah
çürütmeyecektir, diyerek Allah 'a alabildiğine yemin ederler. Ama hiç de öyle
değil. Ayrılığa düştükleri konuda onlara açıklama yapmayı ve inkarcıların asıl
kendilerinin yalancı olduklarını bildirmeyi Allah gerçekten va'detmiştir. Fakat
insanların çoğu bilmezler. "[Nahl, 38-39]
Sözün özü, Allah Teala
mutluluk ve bedbahtlığa (yani kişinin cennetlik mi, cehennemlik mi olduğuna)
bir alamet koymuştur ki, onun sayesinde bu iki durum anlaşılır, iyi ve temiz
karakterli olan mutlu kişiye ancak iyi yaraşır, o kişi ancak iyi olana gelir,
ondan yalnız iyi şeyler sudur eder ve o kimse yalnız iyi olanla ilişki kurar.
Kötü olan bedbaht kişiye ise ancak kötü yaraşır. O kişi ancak kötü olana gelir,
ondan sırf kötü sudur eder. Şu halde kötü kişinin kalbinden, diline ve
organlarına kötülük fışkırır; iyi kişinin kalbinden diline ve organlarına ise
iyilik fışkırır. Bazan bir şahısta her iki madde de bulunabilir. Hangisi baskın
gelirse o taraftan olur. Şayet Allah, ona bir iyilik dilerse, tamamen
kötülükler onu kaplamadan kötü maddeden arındırır, kıyamet günü tertemiz yapar,
artık cehennemle arındırılmasına gerek kalmaz. Allah kötülüklerden temizlemek
için, onu samimi ve bir daha dönmemecesine yapılan tevbeye, günahları silen iyilikler
yapmaya muvaffak kılar ve günahlarına keffaret olacak musibetler verir. Böylece
o kişi Allah'a kavuştuğunda üzerinde hiçbir günah kalmamış olur. Allah
diğerinden ise temizleme maddelerini engeller, O kişi kıyamet günü kötü ve iyi
madde bir arada olarak Allah'a kavuşur. İlahi hikmet bu, Allah kendi yurdunda
hiç kimseye, o kişinin kötülükleri var oldukça yakın olmaz. Onu, temizlemesi,
arındırması ve cürufunu süzüp yeni kalıba dökmesi için cehenneme atar. İmanının
külçesi kötülükten arınınca, artık Allah'a yakın olmaya ve Allah'ın iyi kulları
ile bir arada oturmaya layık duruma gelir. Bu gruptaki insanların cehennemde
bırakılma süreleri, bu kötülüklerin kendilerinden hızlı yahut yavaş ayrılmasına
göredir. Daha çabuk temizlenen ve arınan kimse daha erken, daha geç temizlenen
de daha sonra çıkacaktır. Herkese yaptığının tam karşılığı verilir. Rabbin
kullara asla zulmedici değildir.
Müşriklerin (Allah'a
ortak tutanın) maddesi ve özü pis olduğundan onun pisliğini cehennem de
temizleyemez. Nash ki, köpek denize girse çıksa temizlenemez, tıpkı bunun gibi
o da cehennemden çıksa, olduğu gibi yine pis olarak döner. Bu sebepten Allah
Teala müşrike cenneti haramkılmıştır.
Hoş ve temiz olan mü'min
de kötülük ve pisliklerden uzak; olduğu için cehennem de ona haramdır. Çünkü
onun orada temizlenmesini icab ettirecek bir şeyi yoktur. Hikmeti akılları ve
zekaları hayran bırakan; kullarının fıtrat ve akılları O'nun hakimler hakimi ve
alemlerin Rabbi olduğuna, O'ndan başka tanrı bulunmadığına tanıklık eden yüce
Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: