ZADU’L-MEAD |
BİRİNCİ KİTAP / GİRİŞ - BİRİNCİ BÖLÜM PEYGAMBER'İN (S.A.) SEÇİLMESİ |
ANA SAYFA Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
A) ALLAH TEALA'NIN
SEÇMESİ
Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a....
Sonuç inananların. Düşmanlık, yalnız zalimlere... Allah'tan başka tapılacak
yoktur. O, öncekilerin ve sonrakilerin tanrısı, göklerin ve yerlerin idarecisi,
din gününün sahibidir. Kurtuluş, O'na itaattedir. Üstünlük O'nun azametine
boyun eğmek; zenginlik, O'nun rahmetine ihtiyaç duymaktır. Doğru yol, ancak
O'nun nuruyla aranırsa bulunur. Hayat, O'nun hoşnutluğunu elde etmekle
mümkündür. Cennet nimetleri ancak O'na yakınlıkla sağlanır. Kalbin olgunlaşması
ve kurtuluşa ermesi yalnızca O'na karşı ihlaslı olmak ve O'nu sevgide
birlemekle elde edilir. O, kendisine itaat edildiğinde karşılığını verir; isyan
edildiğinde tevbekarın tevbesini kabul eder, bağışlar; dua edildiğinde duaları
kabul kendisi için bir davranışta bulunulduğunda mükafatlandırır.
Hamd, Allah'a... Bütün
yaratıkları O'nun'Rab olduğuna tanıklık et? miş, bütün sanatsal yapıtları
tanrılığını kabullenmiş onlara nakşettiği hayranlık uyandıran sanatları ve
harika eserleriyle O'nun, kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah olduğuna
tanıklık etmişlerdir. Allah her türlü eksik ve noksandan münezzehtir.
Yaratıkları sayısınca, kendi hoşnutluğunca, Arş'ının ağırlığınca ve
kelimelerinin mürekkebi çokluğunca O'na hamd... Tanrı yalnızca Allah'tır.
Rabliğinde ortağı bulunmadığı gibi tanrılığında da ortağı yoktur. O'nun ne
zatında (öz varlığında) ne fiillerinde, ne de sıfatlarında bir benzeri vardır.
Allah yüceler yücesidir. Allah'a çokça hamd ü senalar... Sabah - akşam Allah'ı
her türlü eksiklikten tenzih ederim. Gökler ile gökteki melekler; yıldızlar ile
yörüngeleri; yeryüzü ve sakinleri; denizler ile içindeki balıklar; yıldızlar,
dağlar, ağaçlar, hayvanlar, tepeler ovalar; her yaş ve kuru; her ölü ve diri
O'nu tesbih eder. "Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar O'nu tesbih
eder. O'na hamdederek tesbin etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların
tesbihlerini anlamazsınız. Doğrusu o halimdir, bağışlayandır.[İsra, 44]
''Tanıklık ederim ki,
tanrı yalnız Allah'tır. O'nun ortağı yoktur. " sözüyle yer ve gökler
ayakta durmaktadır. Bütün yaratıklar bunun için yaratılmışlardır. Bunun için
Allah Teala peygamberlerini gönderdi, kitaplarını indirdi ve kanunlarını koydu.
Bundan dolayı mizanlar kurulur, divanlar tertiplenir; cennet ve cehennem pazarı
kurulur. Bu söz ile insanlar mü'min - kafir, iyi - kötü ayrımına tabi tutulur,
bu söz, yaratma ve emrin, sevap ve azabın kaynağıdır. İnsanların yaratılma
sebebi olan hak işte budur. Sorgu ve hesap ondan ve onun hukukundan olacaktır.
Sevap ve azap ona göre verilecektir. Kıble, onun üzerine kurulmuş, dinin temeli
yine onun üzerine atılmıştır. Allah'ın bütün kullar üzerindeki hukuku olan
cihadın kılıçları bu söz için kınından sıyrılmıştır. İslam sözü ve kurtuluş
yurdunun anahtarı işte bu sözdür; öncekiler ve sonrakiler ondan sorguya
çekilecektir. Şu iki soru sorulmadan kulun ayakları Allah'ın huzurundan
ayrılmayacak: 1) Neye kulluk ediyordunuz? 2) Peygamberlere ne cevap verdiniz?
Birincinin cevabı;
bilgi, kabullenme ve davranış açısından "Allah'tan başka tanrı
yoktur" gerçeğini tasdik etmek,
İkincinin cevabı; bilgi,
kabullenme, boyun eğme ve itaat açısından "Hz. Muhammed şüphesiz Allah'ın
rasulüdür" gerçeğini tasdik etmektir.
Tanıklık ederim ki, Hz.
Muhammed şüphesiz O'nun kulu ve rasulüdür; vahyini güvenip teslim ettiği,
yaratıkları arasından seçtiği, kendisi ile kulları arasında elçisidir; sağlam
bir din ve dosdoğru bir yol ile gönderilmiştir. Allah onu alemlere bir rahmet,
Allah'tan korkanlara bir lider ve bütün insanlara bir hüccet olarak
göndermiştir. Peygamberlerin ardı arkası kesildiği bir vakitte (fetret devrinde)
onu peygamber olarak göndermiş ve en doğru yolu, en aydınlık caddeyi ona
göstermiş; insanlara ona itaat ve yardım etmelerini, saygı göstermelerini, onu
sevmelerini, onun haklarını gözetmelerini farz kılmış; cennetinin önündeki
yolları kapamış ve artık onun yolundan gelmeyen hiç kimseye yolların
açılmayacağını belirtmiştir. Allah, onun gönlünü açmış, şanını yükseltmiş ve
(belini büken) yükünü üzerinden indirmiş, küçülme ve alçalmayı onun emrine
karşı gelenlere yüklemiştir.
Müsned'de Ebu Münib
el-Curaşi yoluyla Abdullah b. Ömer'den (r.a.) rivayet edilen bir hadise göre
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır: "Kıyamet
öncesinde yalnızca ortağı bulunmayan tek Allah'a ibadet edilinceye kadar
kılıçla (mücadele vermek için) gönderildim. Rızkım mızrağımın gölgesi altına
konulmuştur. Küçülme ve alçalma ise benim emrime karşı gelenlere yüklenmiştir.
Kim bir kavme benzerse o da onlardandır. Alçalma onun emrine karşı gelenlere
yüklenmişse de şeref ve üstünlük ona itaat edip uyanlarındır. Allah Teala
buyuruyor ki:
"Gevşemeyin,
üzülmeyin; inanmışsanız mutlaka en üstün olan sizlersiniz.[Al-i İmran, 139]
"Şeref ve üstünlük
Allah'ın, Peygamberinin ve inananlarındır."[Munafikun, 8]
"Sizler daha üstün
olduğunuz halde (düşman karşısında) gevşeyip de barış istemek durumunda
kalmayın. Allah sizinle beraberdir.[Muhammed, 35]
"Ey Peygamber!
Allah sana ve sana uyan mü'minlere yeter. "[Enfal, 64] Yani Allah tek
başına hem sana hem de sana uyanlara yeter. Artık P'nun yanında başka hiç
kimseye ihtiyaç duymazsınız.
Bu son ayette iki
olasılık vardır:
1- bağlacının kelimesini
mecrur kef harfine bağlamış olması. Tercih edilen görüşe göre mecrur zamire,
harf-i cer iade edilmeksizin atıf yapılması caizdir. Bunun örnekleri çoktur.
Olamayacağı yolundaki şüpheler çürüktür.
2- bağlacının
"yanında" anlamına gelen olması ve kelimesinin, mahal üzerine
atfedilerek nasb mahallinde bulunması da mümkündür. Çünsana kafidir"
anlamındadır. Yani Allah sana yeter ve sana uyanlara yeter. Nitekim Araplar der
ki: "Sana ve Zeyd'e bir dirhem yeter." Şair diyor ki: "Harb
çıkıp birlik bozulduğunda artık sana ve Dahhak'e bir keskin Hind kılıcı
yeter." Bu ikisi, en doğru olasılıklardır.
3- Üçüncü bir olasılık
daha vardır: kelimesinin mübteda olmak üzere merfu bulunması. O zaman mana
şöyle olur: "Sana uyan mü'minlere de Allah yeter."
4- Dördüncü bir olasılık
daha vardır ki, anlam yönünden hatalıdır: kelimesinin merfu mahalde olup
"Allah" ismine atfedilmiş olması. O zaman ise mana şöyle olur:
"Sana, Allah ile sana uyanlar yeter." Her ne kadar bazı insanlar
ayetin bu anlamda olduğunu söylemişlerse de bu, apaçık bir hatadır; ayeti bu
anlama almak caiz değildir. Çünkü "yeterlilik" ve "kifayet"
tevekkül, takva ve ibadette olduğu gibi yalnızca Allah'a ait kavramlardır.
Allah Teala buyuruyor ki: "Seni aldatmak isterlerse bil ki, şüphesiz Allah
sana yeter. Seni yardımıyla ve inananlarla destekleyen O*dur.[Enfal, 62]
Görüldüğü gibi Allah,
yeterlilik ile destekleme arasını ayırmakta; yeterli olmayı yalnız kendisine
ait bir husus, desteklemeyi ise hem kendi yardımına, hem de kullarına ait bir
husus olarak kullanmaktadır.
Allah Teala, yalnız
kendisinin yeterli olduğunu söyleyen tevhid ve tevekkül sahibi kullarını
öğmektedir. Buyuruyor ki: "insanlar onlara: '(Düşmanınız olan) İnsanlar
size karşı bir ordu topladılar; onlardan korkun' dediklerinde bu onların
imanını artırdı da: 'Allah bize yeter; O ne güzel vekildir' dediler.'[Âl-i
İmran, 173] "Allah ve Rasulü bize yeter" demediler. Öyleyse onlar bu
sözü söylemişler ve Rab Teala bu sözlerinden dolayı onları öğmüşse Allah nasıl
peygamberine: "Sana, Allah ve sana uyanlar yeter" demiş olabilir? Hz.
Peygamber'e uyanlar, yalnız Rab Teala'nın yeterli olduğunu söylemis ve bu
konuda O'nunla Peygamberini ortak tutmamışlarsa nasıl olur da Allah onlarla
kendisini Peygamberine yeterli olmada ortak tutmuş olabilir? Bu en imkansız ve
en olmaz şeydir.
Bu konuda bir başka
örnek de şu ayettir:
"Şayet onlar, Allah
ve Peygamberinin kendilerine verdiği şeylere razı olsalar ve: 'Allah bize
yeter. O ve Peygamberi bol nimetinden bize verecektir. Biz gerçekten Allah'a
gönül bağlayanlardanız' deselerdi...[Tevbe, 59]
"Peygamber size ne
verirse onu alın."[Haşr, 7] ayetinde de görüldüğü gibi Allah (örnek olarak
aldığımız bu ayette) nasıl verme işini Allah ve Rasulüne, yeterli olmayı ise
yalnızca kendisine ait saymış, düşünün. "Allah ve Rasulü bize yeter,
deselerdi..." demeyip bunu yalnızca kendi hakkı saymıştır. Nitekim
"Biz gerçekten Allah'a gönül bağlayanlardanız." demiş, "Ve
peygamberine" dememiş; gönül bağlamayı yalnızca kendine ait bir hak
saymıştır. Nitekim bir ayette: "Öyleyse bir işi bitirdiğinde diğerine
giriş. Ve yalnızca Rabbine gönül bağla.[İnşirah, 7-8] Şu halde gönül bağlama,
tevekkül, inabe (tövbe), yeterlilik kavramları tıpkı ibadet, takva ve secde
gibi yalnız Allah'a ait kavramlardır. Adak ve yemin yalnız Allah Teala adına
yapılır.
Bir diğer örnek olarak
da şu ayeti verebiliriz: "Allah, kuluna yeterli değil mi?'[Zümer, 36]
kafi, yeterli anlamındadır. Allah Teala, tek başına kendisinin kuluna yeterli
olduğunu haber vermektedir. Şu halde bu yeterlilik işinde "Ona
uyanlar" nasıl Allah'la beraber sayılabilir!? Bu sakat yorumun
asılsızlığını gösteren deliller burada anlatılamayacak kadar çoktur.
Sözün özü; hidayet,
felah ve kurtuluş nasıl ki Peygambere uyma derecesine göre elde edilir; tıpkı
bunun gibi izzet ve şeref, kifayet (imdada yetişmek) ve zafer de ona uyma
derecesine göre kazanılır. Allah Teala iki cihan saadetini ona uymaya ve iki
cihan bedbahtlığını da ona karşı gelmeye bağladı. Artık hidayet - emniyet,
felah ve izzet; kifayet ve zafer, yakınlık ve destek, dünya ve ahirette iyi
yaşam onun yolundan gidenlerin; zillet ve alçaklık, korku ve sapıklık, hem
dünyada hem ahirette rüsvaylık ve bedbahtlık ona karşı gelenlerindir. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yemin ederek: "Herhangi biriniz
beni çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş
olmaz." buyurmuştur." Allah Teala da onu, başkasıyla aralarında
çekiştikleri her konuda hakem tutup, sonra onun verdiği hükmü içlerinde bir
sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe ve onun hükmüne boyun eğmedikçe bir
kimsenin inanmış olmayacağını yeminle söylemektedir. Bir ayette de buyuruyor
ki:
"Allah ve Peygamberi
bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu
seçmek yaraşmaz.'[Ahzab, 36]
Görüldüğü gibi Allah
Teala, kendisinin ve Peygamberinin verdiği hükümden sonra artık seçeneğin
kalmadığını kesin olarak belirtmektedir. Artık Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hükmünden sonra herhangi bir inanmış kimsenin bir tercihte
bulunması sözkonusu değildir. O emir verince, emir kesindir. Seçenek yalnızca
O'ndan başkasının sözünde sözkonusudur. Tabii ki, bu durumda O'nun emri gizli
kalacak ve bu başka kimse O'nun emrini ve sünnetini bilen ilim adamlarından
olacaktır. işte bu şartlarla O'ndan başkasının sözü uyulabilir -uyulması
zorunlu değil- olmaktadır. Hiç kimsenin O'ndan başka herhangi bir kimsenin
sözüne uyması vacib (farz, zorunlu) değildir; olsa olsa uyması caiz olur.
O'ndan başkasının sözüne uymasa ne Allah'a ne de Peygamberine asi olmuş olur.
Bütün mükelleflerin kendisine uymaları vacib, karşı gelmeleri haram ve herkesin
sözünü O'nun sözünden dolayı terketmeleri vacib olan kişi nerde, şu nerde?!
O'nun hükmü yanında hiç kimsenin hükmü, O'nun sözü yanında hiç kimsenin sözü
geçerli değildir. Nitekim O'nun kanun koyuculuğu yanında da hiç kimsenin kanun
koyucu olması düşünülemez. O'nun dışındaki herkesin O'nun emir ve yasaklarına
uyması, emrettiği şeyleri yapıp yasakladığı şeylerden kaçınması vacibtir. Diğer
kimseler yalnızca tebliğci ve haberci olabilirler; yeniden hüküm icad edici ve
kanun koyucu olamazlar. Şu halde bir kimse kendi anlayış ve yorumlayışı
çerçevesinde görüşler ileri sürer, kaideler ortaya koyarsa ümmetin bunlara
uyması ve davalarını bunlar çerçevesinde halletmeye çalışması vacib olmaz, ne
zaman ki bunlar Peygamber'in getirdikleriyle karşılaştırılır, aralarında
mutabakat ve uyum bulunur ve Peygamberin getirdiği esaslar bu görüşlerin
doğruluğuna tanıklık ederlerse o zaman kabul görürler; aralarında çelişki
bulunursa bu görüşlerin reddedilmeleri ve bir kenara bırakılmaları vacib olur.
Bunlar hakkında bu iki durumdan biri belirginleşmezse, çekimser kalınır. En iyisi
ise bunlarla hüküm ve fetva verip vermemenin caiz olmasıdır. Vacip olması ve
kesinleşmesi mümkün değil, olamaz.
Şüphesiz Allah Teala,
yaratma ve yaratıklar arasından beğenip seçme ( = ihtiyar) konularında tektir.
O şöyle buyurmaktadır:
"Rabbin dilediğini
yaratır ve seçer.'' [Kasas, 68]
Buradaki
"seçme" sözü ile anlatılmak istenen, kelamcıların "Allah, fatl-i
muhtardır" sözlerinde işaret ettikleri "irade" değildir. Evet,
Allah Subhanehu öyledir. Ancak buradaki "seçme" sözü ile anlatılmak
istenen bu anlam değildir. Bu anlamdaki "seçme", ayetin
"dilediğini yaratır" kısmında vardır. Çünkü Allah, ancak seçerek -ki
bu "dilediğini" sözünde vardır- yaratır. Zira dilemek, seçme
demektir. Buradaki "seçme" kelimesi ile anlatılmak istenen halis ve
seçkin olanı seçme, tercih etmedir. Şu halde bu, yaratmadan sonraki bir
seçimdir, seçmedir. Genel anlamdaki seçim yaratmadan önceki seçim olup, en
genel anlamlı ve en öncedir. Buradaki ise daha özel anlamlı ve sonra olup
yaratıklar arasından yapılan seçmedir. Birincisi yaratma için seçimdir.
İki görüşün en doğrusu
"ve seçer" sözünde tam vakıf yapmaktır (durmaktır). Bu durumda ayetin
devamındaki şu kısım olumsuzluk ifade eder. O zaman mana şu olur: "Onlar
için bu seçim hakk yoktur." Bu yalnızca yaratana has bir iştir. Yalnız
yaratan O olduğu gib yaratıklar arasından seçimde bulunan da yalnızca O'dur.
O'ndan başki hiç kimsenin yaratma ve seçme hakkı yoktur. Çünkü Allah Teala
yapacağı tercihin layık olduğu yerleri, rızasının bulunduğu mahalleri ve neyin
seçilmeye layık olduğunu, neyin olmadığım en iyi bilendir. Bu konuda başkaları
hiçbir yönden O'na ortak olamaz.
İşin gerçeğini bilmeyen
tahsilsiz kimseler ayetin kısmındaki nın ism-i mevsul olup "seçer"
fiilinin tümleci olduğunu savunmuşlardır ki, o zaman anlam şu olur: "Allah
onlar için seçme hakkı bulunanı seçer." Bu birkaç yönden batıldır:
1- Bu durumda sıla
cümlesi, aid zamiri içermez. Çünkü kelimesi, nakıs fiilinin ismi olup merfu ve
de haberdir. O zaman anlam şöyle olur: "Onlar için seçme olan şeyi
seçer." Böyle bir cümle kuruluşu söylemek imkansızdır.
Soru: aid zamirini
mahzuf kabul ederek cümlenin tashihi mümkündür. Cümle şu şekilde düşünülebilir:
Bu durumda anlam şu
olur: "Seçiminde onlar için seçme nan şeyi seçer.
Cevap: Bu 3a bir başka
yönden bozuktur. Çünkü bu aid zamirinin hazfi caiz olan yerlerden değildir.
Zira aid zamiri, ancak anlam aynı kalmak şartıyla, misliyle ism-i mevsulün
mecrur olduğu bir harf-i cer ile mecrur olduğu zaman mecrur şekliyle
hazfedilir. Mesela şu ayet ve benzerlerinde bu şartlar var olduğu için
hazfedilmiştir:[Mü'minûn, 33]
Arapça gramer açısından
şöyle demek caiz olmaz:
2- Şayet bu anlam
kastedilseydi ... kelimesi mansub kılınır, sıla cümlesindeki fiil, ism-i
mevsule dönen bir zamirle iştigal edilirdi ve sanki şöyle demiş olurdu:
"Onlar için seçim hakkı olan şeyin aynını seçer". Ancak böyle okuyan
hiçbir kıraat imamı yoktur. Bu şekli varsayarak sözün tevcih edildiği de
unutulmamalı.
3- Allah Teala
kafirlerin seçim önerilerini ve kendileri için seçim hakkının bulunmasını
istemelerini hikaye ediyor, kendisinin tek olduğunu açıklıyor. Nitekim başka
bir yerde böyle buyuruyor:
"Bu Kur'an, iki
şehrin birindeki bir büyük adama indirilmeli değil iniydi? dediler. Rabbinin
rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini
aralarında Biz taksim ettik. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine
derecelerle üstün kıldık, Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden
daha iyidir.[Zuhruf, 31-32]
Görüldüğü üzere Allah
Teala, onların kendisine karşı seçimde bulunmalarını tanımamış ve haber
vermiştir ki, onlar için böyle bir hak yoktur. Bu hak yalnızca onların
aralarında nzik ve ecel müddetlerini de kapsayan geçimlerini taksim edene
aittir. Yine aynı şekilde O, yapacağı seçimin (uygun) yerlerini ve kimin buna
layık olup olmadığını da kendi bilgisine göre ayarlayarak lütuf ve ihsanını
fazilet ehli arasında taksim edecektir. İnsanları birbirine göre dereceler
bakımından üstün kılan, aralarında geçimliklerini ve tercih derecelerini taksim
eden de O'dur. Bunları taksim eden başkası değil, yalnızca O'dur. İşte bu ayet
de aynı şekilde yaratan ve tercihte bulunanın yalnızca Allah olduğunu ve O'nun
yapacağı tercihin (uygun) yerlerini en iyi bildiğini açıklamıştır. Nitekim bir
ayette buyuruyor ki: "Onlara bir ayet geldiği zaman: 'Allah'ın
peygamberlerine verilen bize de verilmedikçe inanmayız' derler. Allah, elçilik
görevini nereye (kime) vereceğini daha iyi bilir.[En'am, 124] Yani Allah,
peygamberlik ve elçilik vazifesi için hangi mahallin seçilmesi, yükseltilmesi
ve tahsis edilmesinin diğerlerine göre daha uygun olacağını en iyi bilir.
4- Allah Teala, onların
ortak olmalarından doğacak teklif ve tercih etme haklarından kendisini uzak
tutmuş ve: "Onlar için seçim hakkı yoktur. Allah, onların koştukları
ortaklardan münezzehtir ve yücedir. "[Kasas, 68] buyurmuştur. Onların
ortak koşmaları, O'ndan başka bir yaratıcı kabullenmeyi gerektirmeli ki, Allah
kendisini bundan uzak tutsun. Bunu iyi düşün. Çünkü son derece ince bir mesele.
5- Bu ayetin benzerleri:
a) Allah Teala
"Sizlerin Allah'ı bırakıp taptıklarınız gelseler, bir sinek bile
yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa o şeyi ondan kurtaramazlar.
İsteyen de, istenen de aciz! Allah'ı gereği gibi takdir edemediler. Şüphesiz
Allah, kuvvetli ve güçlüdür." buyuruyor; ardından da: "Allah,
meleklerden ve insanlardan elçiler seçer. Doğrusu, Allah işitir ve görür. O,
geçmişlerini ve geleceklerini bilir. Bütün işler sonunda yalnız Allah'a
dönecektir.[Hac, 73-76] diyor.
b) "Rabbin
gönüllerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını bilir.'[Kasas, 69]
c) "Allah, elçilik
görevini nereye (kime) vereceğini daha iyi bilir. "[En'am, 124]
Bütün bu ayetlerde Allah
Teala, kendisinin tercih ettiği mahalleri tahsis etmesi anlamını taşıyan
bilgisi ile o yerleri tahsis ettiğini, çünkü yalnızca o yerlerin tahsise
uygunluğunu bildiğini haber vermektedir. Bu ayetlerde sözün akışını düşünürsen
bu anlamı kendi anlamına ek olarak ihtiva ettiğini göreceksin. En iyi bilen
Allah'tır.
6- Bu ayet (Kasas:
28/68), şu ayetin peşinde verilmiştir: "O gün Allah onlara (müşriklere)
seslenir: Peygamberlere ne cevap verdiniz? der. O gün, haberler onlara görünmez
olur, verilecek cevapları kalmaz; artık birbirlerine de soramazlar. Fakat kim
tevbe eder, inanır, yararlı işler yaparsa, kurtuluşa erenler arasında olması
umulur, Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. [Kasas, 65-68] Onları yaratan
yalnızca Allah Teala olduğu gibi, onlar arasından tevbe eden, inanan ve yararlı
iş yapanları da O seçer. Böylece onlar, Allah'ın hoş kulları, hayırlı
yaratıkları olurlar. Bu seçim layık olanlar için olup, Allah Teala'nın ilim ve
hikmetine dayanır; yoksa o müşriklerin seçim ve önerilerine değil. Allah,
müşriklerin ortak tuttuklarından münezzehtir, yücedir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: