ZADU’L-MEAD

BİRİNCİ KİTAP / GİRİŞ - BİRİNCİ BÖLÜM

PEYGAMBER'İN (S.A.) SEÇİLMESİ

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

A) ALLAH TEALA'NIN SEÇMESİ

 

Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a.... Sonuç inananların. Düşmanlık, yalnız zalimlere... Allah'tan başka tapılacak yoktur. O, öncekilerin ve sonrakilerin tanrısı, göklerin ve yerlerin idarecisi, din gününün sahibidir. Kurtuluş, O'na itaattedir. Üstünlük O'nun azametine boyun eğmek; zenginlik, O'nun rahmetine ihtiyaç duymaktır. Doğru yol, ancak O'nun nuruyla aranırsa bulunur. Hayat, O'nun hoşnutluğunu elde etmekle mümkündür. Cennet nimetleri ancak O'na yakınlıkla sağlanır. Kalbin olgunlaşması ve kurtuluşa ermesi yalnızca O'na karşı ihlaslı olmak ve O'nu sevgide birlemekle elde edilir. O, kendisine itaat edildiğinde karşılığını verir; isyan edildiğinde tevbekarın tevbesini kabul eder, bağışlar; dua edildiğinde duaları kabul kendisi için bir davranışta bulunulduğunda mükafatlandırır.

 

Hamd, Allah'a... Bütün yaratıkları O'nun'Rab olduğuna tanıklık et? miş, bütün sanatsal yapıtları tanrılığını kabullenmiş onlara nakşettiği hayranlık uyandıran sanatları ve harika eserleriyle O'nun, kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah olduğuna tanıklık etmişlerdir. Allah her türlü eksik ve noksandan münezzehtir. Yaratıkları sayısınca, kendi hoşnutluğunca, Arş'ının ağırlığınca ve kelimelerinin mürekkebi çokluğunca O'na hamd... Tanrı yalnızca Allah'tır. Rabliğinde ortağı bulunmadığı gibi tanrılığında da ortağı yoktur. O'nun ne zatında (öz varlığında) ne fiillerinde, ne de sıfatlarında bir benzeri vardır. Allah yüceler yücesidir. Allah'a çokça hamd ü senalar... Sabah - akşam Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim. Gökler ile gökteki melekler; yıldızlar ile yörüngeleri; yeryüzü ve sakinleri; denizler ile içindeki balıklar; yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar, tepeler ovalar; her yaş ve kuru; her ölü ve diri O'nu tesbih eder. "Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar O'nu tesbih eder. O'na hamdederek tesbin etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Doğrusu o halimdir, bağışlayandır.[İsra, 44]

 

''Tanıklık ederim ki, tanrı yalnız Allah'tır. O'nun ortağı yoktur. " sözüyle yer ve gökler ayakta durmaktadır. Bütün yaratıklar bunun için yaratılmışlardır. Bunun için Allah Teala peygamberlerini gönderdi, kitaplarını indirdi ve kanunlarını koydu. Bundan dolayı mizanlar kurulur, divanlar tertiplenir; cennet ve cehennem pazarı kurulur. Bu söz ile insanlar mü'min - kafir, iyi - kötü ayrımına tabi tutulur, bu söz, yaratma ve emrin, sevap ve azabın kaynağıdır. İnsanların yaratılma sebebi olan hak işte budur. Sorgu ve hesap ondan ve onun hukukundan olacaktır. Sevap ve azap ona göre verilecektir. Kıble, onun üzerine kurulmuş, dinin temeli yine onun üzerine atılmıştır. Allah'ın bütün kullar üzerindeki hukuku olan cihadın kılıçları bu söz için kınından sıyrılmıştır. İslam sözü ve kurtuluş yurdunun anahtarı işte bu sözdür; öncekiler ve sonrakiler ondan sorguya çekilecektir. Şu iki soru sorulmadan kulun ayakları Allah'ın huzurundan ayrılmayacak: 1) Neye kulluk ediyordunuz? 2) Peygamberlere ne cevap verdiniz?

 

Birincinin cevabı; bilgi, kabullenme ve davranış açısından "Allah'tan başka tanrı yoktur" gerçeğini tasdik etmek,

 

İkincinin cevabı; bilgi, kabullenme, boyun eğme ve itaat açısından "Hz. Muhammed şüphesiz Allah'ın rasulüdür" gerçeğini tasdik etmektir.

 

Tanıklık ederim ki, Hz. Muhammed şüphesiz O'nun kulu ve rasulüdür; vahyini güvenip teslim ettiği, yaratıkları arasından seçtiği, kendisi ile kulları arasında elçisidir; sağlam bir din ve dosdoğru bir yol ile gönderilmiştir. Allah onu alemlere bir rahmet, Allah'tan korkanlara bir lider ve bütün insanlara bir hüccet olarak göndermiştir. Peygamberlerin ardı arkası kesildiği bir vakitte (fetret devrinde) onu peygamber olarak göndermiş ve en doğru yolu, en aydınlık caddeyi ona göstermiş; insanlara ona itaat ve yardım etmelerini, saygı göstermelerini, onu sevmelerini, onun haklarını gözetmelerini farz kılmış; cennetinin önündeki yolları kapamış ve artık onun yolundan gelmeyen hiç kimseye yolların açılmayacağını belirtmiştir. Allah, onun gönlünü açmış, şanını yükseltmiş ve (belini büken) yükünü üzerinden indirmiş, küçülme ve alçalmayı onun emrine karşı gelenlere yüklemiştir.

 

Müsned'de Ebu Münib el-Curaşi yoluyla Abdullah b. Ömer'den (r.a.) rivayet edilen bir hadise göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır: "Kıyamet öncesinde yalnızca ortağı bulunmayan tek Allah'a ibadet edilinceye kadar kılıçla (mücadele vermek için) gönderildim. Rızkım mızrağımın gölgesi altına konulmuştur. Küçülme ve alçalma ise benim emrime karşı gelenlere yüklenmiştir. Kim bir kavme benzerse o da onlardandır. Alçalma onun emrine karşı gelenlere yüklenmişse de şeref ve üstünlük ona itaat edip uyanlarındır. Allah Teala buyuruyor ki:

 

"Gevşemeyin, üzülmeyin; inanmışsanız mutlaka en üstün olan sizlersiniz.[Al-i İmran, 139]

 

"Şeref ve üstünlük Allah'ın, Peygamberinin ve inananlarındır."[Munafikun, 8]

 

"Sizler daha üstün olduğunuz halde (düşman karşısında) gevşeyip de barış istemek durumunda kalmayın. Allah sizinle beraberdir.[Muhammed, 35]

 

"Ey Peygamber! Allah sana ve sana uyan mü'minlere yeter. "[Enfal, 64] Yani Allah tek başına hem sana hem de sana uyanlara yeter. Artık P'nun yanında başka hiç kimseye ihtiyaç duymazsınız.

 

Bu son ayette iki olasılık vardır:

 

1- bağlacının kelimesini mecrur kef harfine bağlamış olması. Tercih edilen görüşe göre mecrur zamire, harf-i cer iade edilmeksizin atıf yapılması caizdir. Bunun örnekleri çoktur. Olamayacağı yolundaki şüpheler çürüktür.

 

2- bağlacının "yanında" anlamına gelen olması ve kelimesinin, mahal üzerine atfedilerek nasb mahallinde bulunması da mümkündür. Çünsana kafidir" anlamındadır. Yani Allah sana yeter ve sana uyanlara yeter. Nitekim Araplar der ki: "Sana ve Zeyd'e bir dirhem yeter." Şair diyor ki: "Harb çıkıp birlik bozulduğunda artık sana ve Dahhak'e bir keskin Hind kılıcı yeter." Bu ikisi, en doğru olasılıklardır.

 

3- Üçüncü bir olasılık daha vardır: kelimesinin mübteda olmak üzere merfu bulunması. O zaman mana şöyle olur: "Sana uyan mü'minlere de Allah yeter."

 

4- Dördüncü bir olasılık daha vardır ki, anlam yönünden hatalıdır: kelimesinin merfu mahalde olup "Allah" ismine atfedilmiş olması. O zaman ise mana şöyle olur: "Sana, Allah ile sana uyanlar yeter." Her ne kadar bazı insanlar ayetin bu anlamda olduğunu söylemişlerse de bu, apaçık bir hatadır; ayeti bu anlama almak caiz değildir. Çünkü "yeterlilik" ve "kifayet" tevekkül, takva ve ibadette olduğu gibi yalnızca Allah'a ait kavramlardır. Allah Teala buyuruyor ki: "Seni aldatmak isterlerse bil ki, şüphesiz Allah sana yeter. Seni yardımıyla ve inananlarla destekleyen O*dur.[Enfal, 62]

 

Görüldüğü gibi Allah, yeterlilik ile destekleme arasını ayırmakta; yeterli olmayı yalnız kendisine ait bir husus, desteklemeyi ise hem kendi yardımına, hem de kullarına ait bir husus olarak kullanmaktadır.

 

Allah Teala, yalnız kendisinin yeterli olduğunu söyleyen tevhid ve tevekkül sahibi kullarını öğmektedir. Buyuruyor ki: "insanlar onlara: '(Düşmanınız olan) İnsanlar size karşı bir ordu topladılar; onlardan korkun' dediklerinde bu onların imanını artırdı da: 'Allah bize yeter; O ne güzel vekildir' dediler.'[Âl-i İmran, 173] "Allah ve Rasulü bize yeter" demediler. Öyleyse onlar bu sözü söylemişler ve Rab Teala bu sözlerinden dolayı onları öğmüşse Allah nasıl peygamberine: "Sana, Allah ve sana uyanlar yeter" demiş olabilir? Hz. Peygamber'e uyanlar, yalnız Rab Teala'nın yeterli olduğunu söylemis ve bu konuda O'nunla Peygamberini ortak tutmamışlarsa nasıl olur da Allah onlarla kendisini Peygamberine yeterli olmada ortak tutmuş olabilir? Bu en imkansız ve en olmaz şeydir.

 

Bu konuda bir başka örnek de şu ayettir:

 

"Şayet onlar, Allah ve Peygamberinin kendilerine verdiği şeylere razı olsalar ve: 'Allah bize yeter. O ve Peygamberi bol nimetinden bize verecektir. Biz gerçekten Allah'a gönül bağlayanlardanız' deselerdi...[Tevbe, 59]

 

"Peygamber size ne verirse onu alın."[Haşr, 7] ayetinde de görüldüğü gibi Allah (örnek olarak aldığımız bu ayette) nasıl verme işini Allah ve Rasulüne, yeterli olmayı ise yalnızca kendisine ait saymış, düşünün. "Allah ve Rasulü bize yeter, deselerdi..." demeyip bunu yalnızca kendi hakkı saymıştır. Nitekim "Biz gerçekten Allah'a gönül bağlayanlardanız." demiş, "Ve peygamberine" dememiş; gönül bağlamayı yalnızca kendine ait bir hak saymıştır. Nitekim bir ayette: "Öyleyse bir işi bitirdiğinde diğerine giriş. Ve yalnızca Rabbine gönül bağla.[İnşirah, 7-8] Şu halde gönül bağlama, tevekkül, inabe (tövbe), yeterlilik kavramları tıpkı ibadet, takva ve secde gibi yalnız Allah'a ait kavramlardır. Adak ve yemin yalnız Allah Teala adına yapılır.

 

Bir diğer örnek olarak da şu ayeti verebiliriz: "Allah, kuluna yeterli değil mi?'[Zümer, 36] kafi, yeterli anlamındadır. Allah Teala, tek başına kendisinin kuluna yeterli olduğunu haber vermektedir. Şu halde bu yeterlilik işinde "Ona uyanlar" nasıl Allah'la beraber sayılabilir!? Bu sakat yorumun asılsızlığını gösteren deliller burada anlatılamayacak kadar çoktur.

 

Sözün özü; hidayet, felah ve kurtuluş nasıl ki Peygambere uyma derecesine göre elde edilir; tıpkı bunun gibi izzet ve şeref, kifayet (imdada yetişmek) ve zafer de ona uyma derecesine göre kazanılır. Allah Teala iki cihan saadetini ona uymaya ve iki cihan bedbahtlığını da ona karşı gelmeye bağladı. Artık hidayet - emniyet, felah ve izzet; kifayet ve zafer, yakınlık ve destek, dünya ve ahirette iyi yaşam onun yolundan gidenlerin; zillet ve alçaklık, korku ve sapıklık, hem dünyada hem ahirette rüsvaylık ve bedbahtlık ona karşı gelenlerindir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yemin ederek: "Herhangi biriniz beni çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz." buyurmuştur." Allah Teala da onu, başkasıyla aralarında çekiştikleri her konuda hakem tutup, sonra onun verdiği hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe ve onun hükmüne boyun eğmedikçe bir kimsenin inanmış olmayacağını yeminle söylemektedir. Bir ayette de buyuruyor ki:

 

"Allah ve Peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz.'[Ahzab, 36]

 

Görüldüğü gibi Allah Teala, kendisinin ve Peygamberinin verdiği hükümden sonra artık seçeneğin kalmadığını kesin olarak belirtmektedir. Artık Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hükmünden sonra herhangi bir inanmış kimsenin bir tercihte bulunması sözkonusu değildir. O emir verince, emir kesindir. Seçenek yalnızca O'ndan başkasının sözünde sözkonusudur. Tabii ki, bu durumda O'nun emri gizli kalacak ve bu başka kimse O'nun emrini ve sünnetini bilen ilim adamlarından olacaktır. işte bu şartlarla O'ndan başkasının sözü uyulabilir -uyulması zorunlu değil- olmaktadır. Hiç kimsenin O'ndan başka herhangi bir kimsenin sözüne uyması vacib (farz, zorunlu) değildir; olsa olsa uyması caiz olur. O'ndan başkasının sözüne uymasa ne Allah'a ne de Peygamberine asi olmuş olur. Bütün mükelleflerin kendisine uymaları vacib, karşı gelmeleri haram ve herkesin sözünü O'nun sözünden dolayı terketmeleri vacib olan kişi nerde, şu nerde?! O'nun hükmü yanında hiç kimsenin hükmü, O'nun sözü yanında hiç kimsenin sözü geçerli değildir. Nitekim O'nun kanun koyuculuğu yanında da hiç kimsenin kanun koyucu olması düşünülemez. O'nun dışındaki herkesin O'nun emir ve yasaklarına uyması, emrettiği şeyleri yapıp yasakladığı şeylerden kaçınması vacibtir. Diğer kimseler yalnızca tebliğci ve haberci olabilirler; yeniden hüküm icad edici ve kanun koyucu olamazlar. Şu halde bir kimse kendi anlayış ve yorumlayışı çerçevesinde görüşler ileri sürer, kaideler ortaya koyarsa ümmetin bunlara uyması ve davalarını bunlar çerçevesinde halletmeye çalışması vacib olmaz, ne zaman ki bunlar Peygamber'in getirdikleriyle karşılaştırılır, aralarında mutabakat ve uyum bulunur ve Peygamberin getirdiği esaslar bu görüşlerin doğruluğuna tanıklık ederlerse o zaman kabul görürler; aralarında çelişki bulunursa bu görüşlerin reddedilmeleri ve bir kenara bırakılmaları vacib olur. Bunlar hakkında bu iki durumdan biri belirginleşmezse, çekimser kalınır. En iyisi ise bunlarla hüküm ve fetva verip vermemenin caiz olmasıdır. Vacip olması ve kesinleşmesi mümkün değil, olamaz.

 

Şüphesiz Allah Teala, yaratma ve yaratıklar arasından beğenip seçme ( = ihtiyar) konularında tektir. O şöyle buyurmaktadır:

 

"Rabbin dilediğini yaratır ve seçer.'' [Kasas, 68]

 

Buradaki "seçme" sözü ile anlatılmak istenen, kelamcıların "Allah, fatl-i muhtardır" sözlerinde işaret ettikleri "irade" değildir. Evet, Allah Subhanehu öyledir. Ancak buradaki "seçme" sözü ile anlatılmak istenen bu anlam değildir. Bu anlamdaki "seçme", ayetin "dilediğini yaratır" kısmında vardır. Çünkü Allah, ancak seçerek -ki bu "dilediğini" sözünde vardır- yaratır. Zira dilemek, seçme demektir. Buradaki "seçme" kelimesi ile anlatılmak istenen halis ve seçkin olanı seçme, tercih etmedir. Şu halde bu, yaratmadan sonraki bir seçimdir, seçmedir. Genel anlamdaki seçim yaratmadan önceki seçim olup, en genel anlamlı ve en öncedir. Buradaki ise daha özel anlamlı ve sonra olup yaratıklar arasından yapılan seçmedir. Birincisi yaratma için seçimdir.

 

İki görüşün en doğrusu "ve seçer" sözünde tam vakıf yapmaktır (durmaktır). Bu durumda ayetin devamındaki şu kısım olumsuzluk ifade eder. O zaman mana şu olur: "Onlar için bu seçim hakk yoktur." Bu yalnızca yaratana has bir iştir. Yalnız yaratan O olduğu gib yaratıklar arasından seçimde bulunan da yalnızca O'dur. O'ndan başki hiç kimsenin yaratma ve seçme hakkı yoktur. Çünkü Allah Teala yapacağı tercihin layık olduğu yerleri, rızasının bulunduğu mahalleri ve neyin seçilmeye layık olduğunu, neyin olmadığım en iyi bilendir. Bu konuda başkaları hiçbir yönden O'na ortak olamaz.

 

İşin gerçeğini bilmeyen tahsilsiz kimseler ayetin kısmındaki nın ism-i mevsul olup "seçer" fiilinin tümleci olduğunu savunmuşlardır ki, o zaman anlam şu olur: "Allah onlar için seçme hakkı bulunanı seçer." Bu birkaç yönden batıldır:

 

1- Bu durumda sıla cümlesi, aid zamiri içermez. Çünkü kelimesi, nakıs fiilinin ismi olup merfu ve de haberdir. O zaman anlam şöyle olur: "Onlar için seçme olan şeyi seçer." Böyle bir cümle kuruluşu söylemek imkansızdır.

 

Soru: aid zamirini mahzuf kabul ederek cümlenin tashihi mümkündür. Cümle şu şekilde düşünülebilir:

 

Bu durumda anlam şu olur: "Seçiminde onlar için seçme nan şeyi seçer.

 

Cevap: Bu 3a bir başka yönden bozuktur. Çünkü bu aid zamirinin hazfi caiz olan yerlerden değildir. Zira aid zamiri, ancak anlam aynı kalmak şartıyla, misliyle ism-i mevsulün mecrur olduğu bir harf-i cer ile mecrur olduğu zaman mecrur şekliyle hazfedilir. Mesela şu ayet ve benzerlerinde bu şartlar var olduğu için hazfedilmiştir:[Mü'minûn, 33]

 

Arapça gramer açısından şöyle demek caiz olmaz:

 

2- Şayet bu anlam kastedilseydi ... kelimesi mansub kılınır, sıla cümlesindeki fiil, ism-i mevsule dönen bir zamirle iştigal edilirdi ve sanki şöyle demiş olurdu: "Onlar için seçim hakkı olan şeyin aynını seçer". Ancak böyle okuyan hiçbir kıraat imamı yoktur. Bu şekli varsayarak sözün tevcih edildiği de unutulmamalı.

 

3- Allah Teala kafirlerin seçim önerilerini ve kendileri için seçim hakkının bulunmasını istemelerini hikaye ediyor, kendisinin tek olduğunu açıklıyor. Nitekim başka bir yerde böyle buyuruyor:

 

"Bu Kur'an, iki şehrin birindeki bir büyük adama indirilmeli değil iniydi? dediler. Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz taksim ettik. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık, Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir.[Zuhruf, 31-32]

 

Görüldüğü üzere Allah Teala, onların kendisine karşı seçimde bulunmalarını tanımamış ve haber vermiştir ki, onlar için böyle bir hak yoktur. Bu hak yalnızca onların aralarında nzik ve ecel müddetlerini de kapsayan geçimlerini taksim edene aittir. Yine aynı şekilde O, yapacağı seçimin (uygun) yerlerini ve kimin buna layık olup olmadığını da kendi bilgisine göre ayarlayarak lütuf ve ihsanını fazilet ehli arasında taksim edecektir. İnsanları birbirine göre dereceler bakımından üstün kılan, aralarında geçimliklerini ve tercih derecelerini taksim eden de O'dur. Bunları taksim eden başkası değil, yalnızca O'dur. İşte bu ayet de aynı şekilde yaratan ve tercihte bulunanın yalnızca Allah olduğunu ve O'nun yapacağı tercihin (uygun) yerlerini en iyi bildiğini açıklamıştır. Nitekim bir ayette buyuruyor ki: "Onlara bir ayet geldiği zaman: 'Allah'ın peygamberlerine verilen bize de verilmedikçe inanmayız' derler. Allah, elçilik görevini nereye (kime) vereceğini daha iyi bilir.[En'am, 124] Yani Allah, peygamberlik ve elçilik vazifesi için hangi mahallin seçilmesi, yükseltilmesi ve tahsis edilmesinin diğerlerine göre daha uygun olacağını en iyi bilir.

 

4- Allah Teala, onların ortak olmalarından doğacak teklif ve tercih etme haklarından kendisini uzak tutmuş ve: "Onlar için seçim hakkı yoktur. Allah, onların koştukları ortaklardan münezzehtir ve yücedir. "[Kasas, 68] buyurmuştur. Onların ortak koşmaları, O'ndan başka bir yaratıcı kabullenmeyi gerektirmeli ki, Allah kendisini bundan uzak tutsun. Bunu iyi düşün. Çünkü son derece ince bir mesele.

 

5- Bu ayetin benzerleri:

 

a) Allah Teala "Sizlerin Allah'ı bırakıp taptıklarınız gelseler, bir sinek bile yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa o şeyi ondan kurtaramazlar. İsteyen de, istenen de aciz! Allah'ı gereği gibi takdir edemediler. Şüphesiz Allah, kuvvetli ve güçlüdür." buyuruyor; ardından da: "Allah, meleklerden ve insanlardan elçiler seçer. Doğrusu, Allah işitir ve görür. O, geçmişlerini ve geleceklerini bilir. Bütün işler sonunda yalnız Allah'a dönecektir.[Hac, 73-76] diyor.

 

b) "Rabbin gönüllerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını bilir.'[Kasas, 69]

 

c) "Allah, elçilik görevini nereye (kime) vereceğini daha iyi bilir. "[En'am, 124]

 

Bütün bu ayetlerde Allah Teala, kendisinin tercih ettiği mahalleri tahsis etmesi anlamını taşıyan bilgisi ile o yerleri tahsis ettiğini, çünkü yalnızca o yerlerin tahsise uygunluğunu bildiğini haber vermektedir. Bu ayetlerde sözün akışını düşünürsen bu anlamı kendi anlamına ek olarak ihtiva ettiğini göreceksin. En iyi bilen Allah'tır.

 

6- Bu ayet (Kasas: 28/68), şu ayetin peşinde verilmiştir: "O gün Allah onlara (müşriklere) seslenir: Peygamberlere ne cevap verdiniz? der. O gün, haberler onlara görünmez olur, verilecek cevapları kalmaz; artık birbirlerine de soramazlar. Fakat kim tevbe eder, inanır, yararlı işler yaparsa, kurtuluşa erenler arasında olması umulur, Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. [Kasas, 65-68] Onları yaratan yalnızca Allah Teala olduğu gibi, onlar arasından tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapanları da O seçer. Böylece onlar, Allah'ın hoş kulları, hayırlı yaratıkları olurlar. Bu seçim layık olanlar için olup, Allah Teala'nın ilim ve hikmetine dayanır; yoksa o müşriklerin seçim ve önerilerine değil. Allah, müşriklerin ortak tuttuklarından münezzehtir, yücedir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

B) YARATIKLARINDAN SEÇMESİ