UMDETU’L AHKAM |
CİHAD |
KATiLiN MAKTULÜN SELEBİNİ HAK ETMESİ BABi |
4543- .. ./3- Bize
Ebu't-Tahir ve Harmele -lafız kendisine ait olmak üzeretahdis etti, bize
Abdullah b. Vehb haber verip, dedi ki: ... Ebu Katade'den şöyle dediğini
rivayet etti: Huneyn senesi Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte çıktık. Düşmanla
karşılaştığımız zaman Müslümanlar korkup geri çekildiler. Müşriklerden
birisinin Müslümanlardan birisinin üzerine çıkmış olduğunu gördüm. Ben de
dönerek arkasından onun yanına gittim. Omuzunun üzerinden boynuna bir darbe
indirdim. Benim üzerime gelerek beni öyle bir sıktı ki ondan ölümün kokusunu
aldım. Ama sonra o ölüverdi de beni bıraktı. Sonra Ömer b. el-Hattab'ın yanına
yetiştim. İnsanlar bu halin ne, dedi. Ben: Allah'ın emri, dedim. Sonra insanlar
geri döndü. Rasulullah (s.a.v.)'de oturdu ve: "Her kim birisini öldürüp
onu öldürdüğüne dair bir delili varsa onun selebi (üzerindeki değerli eşyası)
onundur" buyurdu. Bunun üzerine ben ayağa kalkıp:
Bana kim şahitlik eder,
dedim. Sonra oturdum. Sonra Rasulullah (s.a.v.) bunu üçüncü defa söyleyince
tekrar ayağa kalktım. Rasulullah (s.a.v.): "Neyin var Ebu Katade"
buyurdu. Ben de ona olayı anlattım. Orada bulunanlardan bir adam: Doğru
söylüyor ey Allah'ın Rasulü. O maktulün eşyaları (selebi) benim yanımdadır.
Onun hakkı hususunda onu razı et, dedi. Ebu Bekir es-Sıddık de: Allah'a yemin
olsun ki böyle olmaz. Allah ve Rasulü uğrunda savaşan Allah'ın arslanlarından
bir arslanın hak ettiği o öldürülen kişinin selebini (eşyasını) tutup sana
vermez, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Doğru söyledi. O selebi
ona (Ebu Katade'ye) ver" buyurdu. O da bana verdi.
Ebu Katade, dedi ki:
Zırhı sattım, onunla Selime oğulları diyarında bir bahçe satın aldım. Gerçekten
o benim Müslüman olarak edindiğim ilk malım oldu.
Leys'in hadisinde şöyle
denilmektedir: Bunun üzerine Ebu Bekir, dedi ki: Asla onu Allah'ın
arslanlarından bir arslanı bırakıp da Kureyş'in bir sırtlancağızına onu vermez,
dedi.
Leys'in hadisinde:
(Sadece) ilk edindiğim maldır" demiştir.
Açıklama:
Müslim (4543), dedi
ki: "Bize Ebu't-Tahir ve Harmele de -lafız ona ait olmak üzere- tahdis
etti, bize Abdullah b. Vehb haber verip, dedi ki. .. Huneyn senesi Rasulullah
(s.a.v.) ile birlikte çıktık. .. "
"Müslümanlar geri
çekilip korkuya kapıldılar." Burada "cevle: korkup geri
çekilmek" lafzı cim harfi fethalı söylenir. Böyle bir halordunun bir
kısmında görülmüştü. Rasulullah (s.a.v.) ile onunla birlikte bir topluluk ise
geri çekilmediler. Nitekim bu husustaki sahih hadisler de meşhurdur. Ayrıca Nebi
(s.a.v.)'in bozguna uğrayıp geri çekildi demenin caiz olmadığı üzerinde
Müslümanların icma ettiğini nakletmişlerdir. Hiç kimse kesinlikle onun herhangi
bir savaş yerinde bizzat korkup geri çekildiğini rivayet etmiş değildir. Aksine
onun bütün konumlarda ileri atılıp sebat gösterdiği ile ilgili sahih hadisler
sabittir.
"Müşriklerden bir
adamın bir müslümana üstünlük sağlamış olduğunu gördüm." Yani ona üstünlük
sağlamış, onu öldürmek üzere idi. Yahut da onu yere yıkmış ve onu öldürmek
üzere üzerine oturmuştu.
"Ben de omuzu
üzerinden boynunu vurdum." Buradaki "hablül atik" omuz ile boyun
arası demektir.
"Beni öyle bir
sıktı ki ondan ölümün kokusunu aldım." Bununla ya ölüm sıkıntısı gibi bir
sıkıntı hissettim demek istemiştir yahut da ölmenin kertesine geldiğini
anlatmak istemiştir.
"Sonra insanlar
geri döndü ve Rasulullah (s.a.v.) oturup:
Kim birisini öldürmüş
olup onu öldürdüğüne dair bir beyyinesi varsa onun selebi ona aittir
buyurdu." İlim adamları bu hadisin anlamı hususunda farklı görüşlere
sahiptir. Şafii, Malik, Evzai, Leys, Sevri, Ebu Sevr, Ahmed, İshak, İbn Cerir
ve başkaları öldüren kişi bütün savaşlarda öldürdüğünün selebini hak eder.
İster bundan önce ordu komutanı kim birisini öldürürse onun selebi ona ait
olacaktır demiş olsun ister bunu söylememiş olsun fark etmez. Ayrıca derler ki:
İşte bu Nebi (s.a.v.)'in verdiği bir fetva ve şeriatin hükmüne dair bir
haberidir. Dolayısı ile bunun için başka bir kimsenin sözüne ihtiyaç yoktur.
Ebu Hanife, Malik ve
onlara uyan kimseler -yüce Allah'ın rahmeti onlara- ise şöyle demektedir: Katil
yalnızca öldürmekle maktulün selebini hak etmiş olmaz. Aksine o seleb de diğer
ganimet alınan mallar gibi ganimet alanların hepsine aittir. Ancak savaşmadan
önce emir: Kim birisini öldürürse onun selebi ona ait olacaktır demiş olması
müstesnadır. Onlar da hadisi buna göre yorumlamışlar ve bunu Nebi (s.a.v.)'in
mutlak olarak söylediğini, bunun bir fetva ve genel bir durum ile ilgili bir
haber olarak söylemediğini kabul etmişlerdir.
Onların bu
açıklamaları zayıftır. Çünkü bu hadis-i şerifte Nebi (s.a.v.)'in bu sözü,
savaşın bitmesinden ve ganimetlerin toplanmasından sonra söylediğini açıkça
ifade etmiş bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir.
Daha sahih olanı
şudur: Eğer katil, kadın, küçük çocuk ve köle gibi ganimette payı değil de az
bir şeyler verilecek kimselerden ise selebi hak eder. İmam Malik ise selebe ait
ancak savaşçı hak kazanır demiştir. Evzai ve Şam'lı fukaha ise selebi ancak
saflar birbirine girmeden önce öldürmüş olduğu kişinin selebini hak eder.
Savaşta safların birbirine girmesi halinde onu öldürmüşse selebini hak etmez.
Fukaha selebin beşte
birlere bölüneceği hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Şafii'nin bu hususta
iki görüşü vardır: Şafii mezhebi alimlerine göre bu iki görüşünden daha sahih
olanı beşte bire bölünmeyeceğidir. Hadislerin zahirinden anlaşılan da budur.
Ahmed, İbn Cerir, İbn Munzir ve başkaları da böyle demişlerdir. Mekhul, Malik
ve Evzai ise beşte bire bölünür demişlerdir. Ama bu Şafi'nin zayıf bir görüşüdür.
Ömer b. el-Hattab (radıyallahu anh) İshak ve İbn Rahuye ise eğer seleb çok
olursa beşte bire bölünür demişlerdir. Malik'den ise Kadı İsmail'in tercih
ettiği bir rivayete göre imam tercihde serbesttir. Dilerse onu beşte bire
ayırır, dilerse ayırmaz.
Rasulullah
(s.a.v.)'in: "Her kim birisini öldürüp de onu öldürdüğüne dair bir
beyyinesi varsa onun selebi ona aittir" buyruğunda Şafii, Leys ve onlara
muvafakat eden Maliki mezhebi alimleri ile diğerlerinin kabul ettiği şu
görüşlerinin lehine açıkça delil teşkil etmektedir: Seleb, ancak bir kişiyi
öldürdüğüne dair delili bulunan kimseye verilir. Delili olmadan onun
söyleyeceği söz kabul edilmez.
Malik ve Evzai ise
herhangi bir delil söz konusu olmaksızın sözlü iddiası üzerine verilir
demişlerdir. Ayrıca derler ki: Çünkü Nebi (s.a.v.) bu hadis-i şerifte selebi
kendisine sadece bir kişinin söylediği söze dayanarak vermiş ve o kişiye yemin
ettirmemiştir.
Buna da cevap şudur:
Bu, Nebi (s.a.v.)'in onu öldürenin o olduğunu herhangi bir yolla bildiği şeklinde
yorumlanır. Çünkü Nebi (s.a.v.) beyyineyi açıkça söz konusu etmişken hükümsüz
kabul edilemez.
Maliki mezhebine
mensup birisi şöyle diyebilir: Bu bir mefhum delilidir.
Maliki mezhebine göre
ise bu delil değildir. Buna da: İnsanlara iddia ettikleri bir şey verilecek
olursa bu sefer herkes ... iddia eder" buyruğu ile cevap verilir. Bizim
yaptığımız bu açıklama İmam Şafii'nin delili çerçevesinde itimad olunan bir
açıklamadır. Bazılarının delil diye ileri sürdükleri Ebu Katade, o selebin
elinde bulunduğu kişinin ikrarı ile ona hak kazanmıştır demekte ise de bu zayıf
bir iddiadır. Çünkü ikrar, ancak malın elinde bulunan kimseye nisbet edilmiş
olması ha- linde fayda verir. Buna dayanarak o malı ikrarı ile alır. Burada ise
malordunun tamamına nisbet edilmektedir. Dolayısı ile birilerinin diğerleri
hakkındaki ikrarı kabul edilemez. Allah en iyi bilendir.
"Ebu Bekir
es-Sıddik (radıyallahu anh): Allah'a yemin olsun ki hayır olmaz ...
Rasulullah (s.a.v.)
doğru söyledi buyurdu." Buhar! ve Müslim'in Sahih'lerinde ve diğer
kaynaklarda bütün muhaddislerin rivayetlerinde bu şekilde (...) diye elif ile
rivayet edilmiştir. Ancak Hattabi ve dil bilginleri bunu kabul etmeyip: Bu
raviler tarafından yapılmış bir değişikliktir. Bunun doğrusu ise başına elif
getirilmeksizin (ı;) dir demişler ve şunu eklemişlerdir: Bu ise kasem için
kullanılan vav ile aynı anlamdadır. Tıpkı: (....): Hayır, Allah'a yemin olsun
ki bu olmaz, demiş gibidir.
Ebu Osman el-Mazeri
(radıyallahu anh), dedi ki: Bu, (...): Allah'a yemin ederim hayır. İşte benim
yeminim budur, anlamındadır. Yahut da benim kasemim budur, demektir. Ebu Zeyd,
dedi ki: Burada (ı;) zaide (fazla)dir. Bu da iki şekilde med ve kasr ile
söylenir. Bunlar ayrıca derler ki: Tıpkı vavdan sonra gerektiği gibi bu da
geldikten sonra ismin mecrur olmasını gerektirir. Vav ile birlikte kullanılması
caiz değildir. Bu sebeple (...) denilmez.
Bu hadis-i şerifte bu
lafzın yemin olacağına delil vardır. Mezheb ''alimlerimiz der ki: Eğer bunu
kullanarak yemin etmeyi niyet ederse yemin olur, değilse olmaz. Çünkü bu lafız,
yemin olarak bilinen bir lafız değildir demişlerdir. Allah en iyi bilendir.
"(...): Gitmez,
lafzı ye ile ve nun ile (lanamidu: gitmeyiz) diye zaptedilmiştir. Bundan
sonraki (...): Sana vermez, lafzı da aynı şekilde ya ile ve nun ile (o zaman
vermeyiz anlamında olur) zaptedilmiştir. Her ikisinin anlamı açıktır.
"Allah ve Rasulü
adına savaşan" yani Allah yolunda, Allah'ın dinine ve Rasulü'nün şeraitine
yardım etmek ve Allah'ın adı en üstün olsun diye savaşan bir kimse demektir.
Bu hadis-i şerifte Ebu
Bekir es-Sıddik (radıyallahu anh) Rasulullah (s.a.v.)'in huzurunda fetva vermek
ve bunun için de delil getirmek Nebi (s.a.v.)'in de bu hususu onun tasdik
etmesi sebebi ile açık bir fazileti görülmektedir. Ayrıca bu hadisten Ebu Katade'nin
açık bir menkıbesi de vardır. Çünkü ona Allah ve Rasulü için savaşan Allah'ın
arslanlarından bir arslan adını vermiş, Nebi (s.a.v.)'de onun bu adlandırmasını
tasdik etmiştir. İşte o da onun menkıbelerinden pek büyük bir menkıbedir.
Ayrıca bu hadiste
selebin katile ait olduğu hükmü de anlaşılmaktadır. Çünkü selebi ona izafe
etmiş ve: onun selebini sana vermeyecektir demiştir.
"Onunla Selime
oğulları diyarında bir bahçe satın aldım." Selime oğulları lam harfi
kesreli olarak söylenir. (Bahçe anlamındaki) "mahref" kelimesi ise
mim ve re harfleri fethalı söylenir. Meşhur olan budur. Kadı Iyaz da, dedi ki:
Biz bu kelimeyi mim harfi fethalı re harfi kesreli (mahrif şeklinde) mescid
gibi de rivayet ettik. Burada mahrifden kasıt bahçedir. Bunun iki sıra
halindeki bir hurma bahçesi olduğu da söylenmiştir. İbn Vehb ise bu küçük bir
bahçedir demiştir. Başkası ise, az sayıdaki bir kaç hurma ağacıdır demiştir.
Mim harfi kesreli ve re harfi fethalı olarak "mihraf" ise içine
toplanan meyvelerin konulduğu kap demektir. Nitekim meyveyi topladığı zaman
"ihtarefe" denilir. Toplanmış meyveye de "mehrUf" denilir.
"Şüphesiz ki o
benim İslam'da edindiğim ilk maldır." Sahip olduğum ve onun aslına Malik
olduğum ilk maldır.
"Kureyş'ten bir
sırtlancağıza onu verme." Kadı Iyaz, dedi ki: Müslim'in kitabını rivayet
edenler bu kelimeyi iki farklı şekilde rivayet etmişlerdir. Biri
esSemerkandi'nin sad ve gayn ile "usaybiğ" şeklindeki rivayetidir.
İkincisi ise diğer ravilerin kaydettikleri dat ve ayn ile "udaybi'"
rivayetidir. Aynı şekilde Buhari'nin ravileri de bu hususta ihtilaf
etmişlerdir. İkinci rivayete göre bu kelime kıyas dışı olmak üzere dabu
(denilen sırtlan)'ın küçültme ismidir. Sanki o Ebu Katade'yi arslan olmakla
nitelendirirken bunu da ona nisbetle küçültmek istemiş ve yakalayışında güçlü
olmaması, acizlik ve ahmaklık niteliği dolayısı ile onu bir sırtlancağıza
benzetmiş olmaktadır. Birinci okuyuşa göre ise onu ten renginin değişik olması
ile nitelendirmiş olmaktadır. Kendisini renginin siyahlığı sebebi ile tahkir edip
yerdiği de söylenmiştir. Onun teninin pek sevilmeyen bir renkte olması
anlamında olduğu da söylenmiştir. Onu bayağılık ve zayıflık ile nitelendirdiği
de söylenmiştir. Hattabi, dedi ki: "Usaybiğ" bir kuş türüdür. Bununla
birlikte onu yeryüzünde ilk olarak çıktığı sırada güneşe bakan tarafı sarı olan
ve "essaybuğa" denilen güçsüz bir bitkiye benzetmiş olması da
mümkündür. Allah en iyi bilendir.
4547-45/7- Bize Zuheyr
b. Harb tahdis etti, bize Ömer b. Yunus el-Hanefi tahdis etti, bize İkrime b.
Ammar tahdis etti, bana İyas b. Seleme tahdis etti, bana babam Seleme b.
el-Ekva tahdis edip, dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte Hevazinliler
üzerine gaza yaptık. Bizler Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte kuşluk vaktinde
yemek yerken kırmızı bir deve üzerinde bir adam geliverdi. Devesini
çöktürdükten sonra bögrüne bağlanan ipten bir deri ip çekerek onunla ayağını
bukağıladı. Sonra öne geçip oradakilerle birlikte yemek yemeye koyuldu. Etrafa
bakmaya başladı. Biz de bir parça zayıflık ve bineklerimizde de güçsüzlük
vardı. Bazılarımız da piyade idi. Ansızın çıkıp hızlıca koşmaya başladı.
Devesinin yanına gitti. Onun bağını çözdükten sonra çöktürdü. Üzerine oturdu.
Onu ayağa kaldırınca deve de onu hızlıca koşturdu. Boz bir dişi deve üzerinde
bir adam onun arkasından gitti.
Seleme, dedi ki: Ben de
çıkıp hızlıca koşmaya başladım. Dişi devenin arka bacağının yanında idim. Sonra
ileri geçtim. Sonra devenin arka bacağının yanına vardım. Sonra yine ileri
geçip devenin yularını yakalayıp onu çöktürdüm. Deve dizini yere koyar koymaz
kılıcımı sıyırdım. Adamın başını vurdum. Kafası kopup düştü. Sonra üzerinde
eğer takımı ve silahı bulunduğu halde deveyi yularından çekerek geldim.
Rasulullah (s.a.v.) ve insanlar onunla birlikte olduğu halde beni karşıladılar
ve: "O adamı kim öldürdü" buyurdu. Onlar:
İbnu'l-Ekva, dediler.
Allah Rasulü: "Bütün selebi de onundur" buyurdu.
Açıklama:
"Bizler kuşluk
vakti yemek yerken" kasıt sabah yemeği (kahvaltı)dır. Kuşluk anlamındaki
"duha"dan alınmıştır. Kuşluk vakti günün yükselmesinden sonradır.
"Bögrüne bağlanan
ipten bir deri ip çekerek ... " Talak tı ve lam harfleri fethalı olarak
deriden yapılan bağ (bukağı vs)dır.
Ha ve kaf harfleri
fethalı olarak "hakab" de devenin böğründeki bağlama için kullanılan
iptir.
Kadı Iyaz, dedi ki: Bu
lafız sadece kaf harfi fethalı olarak rivayet edilmiştir.
Üstadlarımızdan
bazıları ise bunun doğru şeklinin kaf harfi sakin olduğunu söylerdi. Yani arka
tarafına heybesine koyduğu iplerden (bir ip aldı) demek olur. Bu ise eğerin
arka tarafındaki tahta parçasına takılan torba demektir. Bu kelime Ebu Davud'un
Süneni'nde "hik" diye kaydedilmiş olup bunu arka tarafı diye
açıklamıştır. Kadı Iyaz, dedi ki: Bana göre doğruya en yakın olanı bu rivayette
"hik" lafzının hucze ve hizam şeklinde olmasıdır. Hik ise erkeğin
belinde izarını bağladığı yerdir. Bundan dolayı izara da hik denilmiştir.
Semerkandi'nin rivayetinde Müslim'de cim ve ayn harfi ile "ca'de"
diye zikredilmiştir. Eğer bu sahih ise tashif değildir. Çünkü bu da onu ok
torbasına asıp onun içine soktuğu şeklinde açıklaması yapılır.
"Aramızda zayıf
kimseler vardı. Bineklerimiz de bir parça güçsüzdü." Sahih meşhur ve
çoğunluğun rivayeti "dafe: zayıflık" dat harfi fethalı ayn harfi
sakin okunmasıdır ki zayıflık ve güçsüzlük hali demektir. Kadı Iyaz, dedi ki:
Bu doğru olan şekildir. İkincisi ise "daif: güçsüz, zayıf"ın çoğulu
olarak ayn harfi fethalı (daafe) okuyuşudur. Bazı nüshalarda ise sonuna he
getirilmeksizin "da'f: zayıflık" şeklindedir.
"Sonra devesini
çöktürüp üzerine oturdu. Sonra onu kaldırdı." Yani önce devesine bindi
sonra da devesini ayağa kaldırdı.
"Boz renkli dişi
bir deve" yani renginde biraz siyahlık bulunan deve demektir.
"Kılıcımı
sıyırdım" çektim.
"Adamın başını
vurdum, kafası koptu." Yere düştü.
"Rasulullah
(s.a.v.) beraberinde insanlarla birlikte beni karşıladı..."
Hadisten şu hükümler
çıkarılmıştır.
1. Gönderilen
seriyyeler (askeri birlikler) karşılanır ve güzel bir iş başaranlar övülür.
2. Harbi ve kafir cas
us öldürülebilir. Bu müslümanların İcmaı ile böyledir.
Nesaide yer alan bir
rivayete göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara o casusu takip edip onu
öldürmelerini emir buyurmuştur.
Antlaşmalı ve zımmi
casus ile ilgili olarak Malik ve Evzai bu durumda ahdini bozmuş olur. Eğer imam
onu köleleştirmeyi uygun görürse köleleştirir. Bununla birlikte onu öldürmesi
de caizdir demişlerdir. İlim adamlarının büyük çoğunluğu ise bundan dolayı ahdi
bozulmaz demişlerdir. Mezheb ''alimlerimiz ise şöyle demektedir: Ona böyle
yapması halinde ahdinin bozulacağı şart koşulmuş olması hali dışında ahdini
bozmuş olmaz.
Müslüman casusa
gelince; Şafii, Evzai, Ebu Hanife, bazı Maliki alimleri ve ilim adamlarının
büyük çoğunluğu -yüce Allah'ın rahmeti onlara- şöyle der:
İmam, uygun gördüğü
şekilde dövmek, hapsetmek ve buna benzer yollarla ona tazir cezası uygular.
Fakat onu öldürmek caiz değildir. Malik -yüce Allah'ın rahmeti ona- onun
hakkında imam içtihat eder demiş ama içtihadın ne olduğunu açıklamamıştır.
Kadı Iyaz -yüce
Allah'ın rahmeti ona-, dedi ki: Maliki mezhebi alimlerinin büyükleri öldürülür
demişlerdir. Fakat tevbe etmesi sebebi ile onun öldürülmemesi hususunda farklı
görüşlere sahiptirler. Macişun: Eğer o bu işi yapmakla tanınan birisi ise
öldürülür aksi taktirde ta'zir edilir demiştir. Bu hadis-i şerifte Şafii ve ona
muvafakat edenlerin kanaatlerinin lehine katilin öldürdüğü kişinin selebini
(eşyasını) hak ettiğine ve bunun ganimet gibi paylaştırılmayacağına açık bir
delildir.
4. Eğer kişi kendisini
zorlamıyorsa ve bundan dolayı herhangi bir maslahat kaybolmuyarsa cinaslı
konuşmak müstehaptır. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: