UMDETU’L AHKAM |
YİYECEKLER BÖLÜMÜ |
HELAL OLANI ALMAK, ŞÜPHELİ OLANLARI TERK ETMEK |
4070-107/1- .. Numan b. Beşir'den rivayetle,
dedi ki: Onu şöyle derken dinledim: Rasulullah
(s.a.v.)'i şöyle buyururken dinledim -bu arada Numan
iki parmağını iki kulağına götürdü- "Şüphesiz helal de açık seçik
bellidir, haram da açık seçik bellidir. İkisi arasında şüpheli olanlar vardır
ki insanların pek çoğu onları bilmezler. Şüpheli olanlardan sakınan kimse dini
adına, şeref ve haysiyeti adına (tehlikeden) kendini korumuş olur. Şüpheli
olanların içine düşen bir kimse de harama düşer. Tıpkı koruma altına alınmış
bir yerin etrafında hayvanlarını otlatan çobanın hayvanlarını oraya gidip
otlamaktan -neredeyse alıkoyamaması gibi. Şunu bilin ki, her bir hükümdarın
koruma altına aldığı bir bölgesi vardır. Yine şunu bilin ki, Allah'ın koruma
altına aldığı bölgesi haram kılmış olduğu hususlardır. Dikkat edin! Vücutta bir
çiğnemlik et parçası vardır ki, o düzelirse vücudun tamamı düzelir, o bozulursa
vücudun tamamı bozulur. Haberiniz olsun ki o kalptir. "
Açıklama:
Rasulullah (s.a.v.)'in: "Helal de apaçık bellidir, haram da
apaçık bellidir. Her ikisi arasında da şüpheli hususlar vardır ... " İlim
adamları bu hadisin büyük bir yerinin bu hadisten çıkartılacak hükümlerin çok
olup, İslam'ın etrafında döndüğü hadislerden birisi olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Bir topluluk, bu İslam'ın üçte biridir ve
bunun "Ameller, niyet (ler) iledir" ve
"Kişinin kendisini ilgilendirmeyen hususları terk etmesi onun
Müslümanlığının güzelliğindendir" hadisleri ile birlikte, İslam'ın üçte
biridir demişlerdir.
Ebu Davud es-Sicistani,
dedi ki: İslam dört hadis etrafında döner. Bu üç hadis ile birlikte
"Sizden biriniz kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe iman
etmiş olmaz" hadisidir. Dördüncü hadisin "Dünyaya rağbet etme, Allah
seni sever. İnsanların elinde bulunanlara rağbet etme, insanlar seni
sever" hadisidir. İlim adamları der ki: Bu hadisin önemli yerinin büyük
olmasının sebebi, Nebi (s.a.v.)'in bu hadiste yenilecek, içilecek, giyilecek
şeyler ile başkalarının düzeltilmesine, şüpheli olan hususların terk edilmesi
gerektiğine dikkat çekmesinden gelmektedir. Çünkü böyle bir dikkat kişinin
dinini, namus, şeref ve haysiyetini korumasına sebeptir. Ayrıca bu hadis,
şüpheli olan işlere düşmekten de sakındırmakta ve bunu koruma altındaki bölgeyi
misal göstererek açıklamaktadır. Sonra da en önemli iş olan kalbi kollayıp
gözetmeye açıklık getirerek "Şunu da bilin ki, vücutta bir çiğnemlik et
parçası vardır ... " buyurarak kalbin düzelmesi sayesinde vücudun geri
kalan kısmının da düzeleceğini, bozulması halinde ise vücudun geri kalanının da
bozulacağını açıklamaktadır.
Rasulullah (s.a.v.)'in: "Helalolan da
apaçıkdır, haram da apaçıkdır"
buyruğu şu demektir: Eşya üç kısımdır. Bir kısmı apaçık helaldir ve helal
olduğu da gizli saklı değildir. Ekmek, meyveler, zeytinyağı, bal, tereyağı,
süt, yenilebilir etler, yumurta ve bunun dışında olan diğer yiyecekler. Aynı
şekilde konuşmak, bakmak, yürümek ve benzeri bir takım tasarrufların bir bölümü
apaçık ve besbelli helaldir, helal olduğunda şüphe yoktur.
Apaçık harama da
şarap, domuz, meyte (leş), sidik, akmış kan örnektir.
Zina, yalan söylemek,
gıybet, nemime (laf taşıyıcılık) yabancı kadına bakmak ve benzeri işler de
apaçık haramdır.
Şüpheli olan hususlar
da bunların helal oldukları da haram oldukları da açık seçik değildir demektir.
Bundan dolayı insanların bir çoğu bunların hangileri olduğunu bilmedikleri gibi
bunların hükümlerini de bilmezler. İlim adamları ise bunların hükmünü bir nas, kıyas, istihsab ya da başka delillerle bilirler. Eğer herhangi bir husus
helal ile haram arasında gidip geliyor ise hakkında da herhangi bir nas ve bir icma bulunmuyorsa o
hususta müçtehid içtihat eder ve şer'i bir delil ile
onu ikisinden birisinin kapsamına katar. Eğer bunu helal bölümüne katarsa helal
olur. Bazan müçtehidin gösterdiği delil apaçık bir
ihtimal de olabilir. Bu durumda vera o işi terk
etmektir. Böylelikle bu Rasulullah (s.a.v.)'in:
"Kim şüpheli hallerden sakınacak olursa dini, namus ve şerefi lehine
kendisini kötülükten uzak tutmuş olur" buyruğunun kapsamına girer.
Hakkında müçtehidin
hükmünün ne olduğu açıkça belli olmayıp, şüpheli olan hususların acaba helalmi olduğu yada harammı
olduğu kabul edilecek, yoksa hükmü hakkında kararsız mı kalınacaktır? Bu
hususta üç görüş vardır ki, bunları Kadı Iyaz ve
başkaları nakletmiş bulunmaktadır. Daha güçlü görülen bunların şeriatın (konu
ile ilgili hükmünün) gelişinden önce eşyanın hükmü hakkında söz konusu edilen
görüş ayrılıklarına göre ele alınacaklarıdır. Bu hususta daha sahih olan ise bu
gibi şeylerin helal olduğuna da haram olduğuna da mübah
olduğuna da başka bir hükme sahip bulunduğuna da hüküm vermemektir. Çünkü hak
ehline göre teklif (yükümlü tutmak) ancak şeriat ile sabit olur.
İkinci görüşe göre bu
durumda eşyanın hükmü haram oluşudur. Üçüncü görüşe göre mübahlıktır,
dördüncü görüşe göre hüküm ve karar vermemek gerekir. Allah en iyi bilendir.
Rasulullah (s.a.v.)'in: "Dini, namus ve şerefi lehine itham
altında bulunmaktan uzak kalır" yani şer'i açıdan yerilmekten uzak durmak
sureti ile dini adına temiz kalmış olur, namus, şeref ve haysiyetini de
insanların hakkında ileri geri konuşmasına karşı korumuş olur.
"Her bir
hükümdarın koruma altına aldığı bir bölgesi vardır. Allah'ın koruma altındaki
bölgesi ise onun haramlarıdır" buyruğu şu demektir. Arap olan ve olmayan
hükümdarların her birisinin diğer insanlara karşı koruduğu ve içine girmelerine
engelolduğu koruma altında bir bölgesi vardır. Bu
bölgeye giren kimseyi cezalandırır. Kendi lehine ihtiyatlı hareket eden bir
kimse ise o koruma bölgesinin içine düşmek korkusuyla koruma altındaki bölgeye
yaklaşmaz. Yüce Allah'ın da aynı şekilde koruma altına aldığı bir bölgesi
vardır. Bunlar da onun haramlarıdır. Yani yüce Allah'ın haram kıldığı masiyetleri işlemektir. Öldürmek, zina etmek, hırsızlık
yapmak, zina iftirasında bulunmak, içki içmek, yalan söylemek, gıybet, nemime
(laf taşımak) batıl yolla mal yemek ve benzeri hususlar. Bütün bunlar yüce
Allah'ın koruma altına aldığı bölgesidir.
Herhangi bir masiyet işlemek sureti ile koruma altına aldığı bölgeye
giren bir kimse cezalandırılmayı hak eder. O bölgeye yaklaşan bir kimsenin de
içine girip düşme ihtimali çok yakındır. Kendi adına ihtiyatlı hareket eden bir
kişi o bölgeye yaklaşmaz. Kendisini masiyet ve günaha
yakınlaştıracak herhangi bir şeye ilgi duyup bağlanmaz, şüpheli hiçbir hususa
da girmez.
"Dikkat edin!
Vücutta bir çiğnemlik et parçası vardır. O düzelirse bütün vücut ıslah olur, o
bozulursa bütün vücut bozulur. Haberiniz olsun ki o kalptir. " Dil
bilginleri der ki: "mudga" (tercümede: bir
çiğnemlik et) et parçası demektir. Ona böyle denilmesi küçüklüğünden ötürü
ağızda çiğnenebilecek kadar olmasından dolayıdır. İlim adamları der ki: Maksat
vücudun geri kalan kısmına nisbetle kalbin küçük
olduğuna, bununla birlikte vücudun düzelmesinin de bozulmasının da kalbe tabi
olduğuna dikkat çekmektir.
Bu hadis-i şerifte,
kalbi ıslah edip onu bozulmaya karşı korumak için çalışıp gayret göstermek,
özellikle vurgulanmaktadır.
Ayrıca bu hadis, aklın
başta değil kalpte olduğuna da delil gösterilmiştir.
Bu hususta ise meşhur
bir görüş ayrılığı bulunmaktadır. Mezhebimize mensup ilim adamları ile
kelamcıların çoğunluğunun kanaatine göre akıl kalptedir. Ebu
Hanife ise akıl dimağda (beyinde)dir
demiştir. Başta olduğu da söylenir. Birinci görüşü aynı şekilde filozoflardan,
ikinci görüşü de tabiblerden diye rivayet
etmişlerdir.
el-Mazerı,
dedi ki: Aklın kalpte olduğunu söyleyenler yüce Allah'ın: "Onlar neden
yerde dolaşmazlar da kendileri ile akledecekleri
kalpleri olur." (Hacc, 46) buyruğu ile şüphesiz
bunda kalbi olan kimse için bir öğüt vardır." (Kaf,37)
buyruklarını ve bu hadis-i şerifi delil göstermişlerdir. Çünkü bu hadis-i
şerif, vücudun düzelmesinin ve bozulmasının -beynin de vücudun bir parçası
olmasına rağmen- kalbe bağlı olduğunu tespit etmektedir. Böylelikle beynin
düzelmesi ve bozulması da kalbe bağlı olur. Bununla da beynin aklın yeri
olmadığı anlaşılmış olmaktadır.
Aklın beyinde olduğunu
söyleyenler de şunu delil gösterirler: Beyin sağlığı bozulacak olursa akıl da
bozulur. Ayrıca beynin bozulması neticesinde bunların kanaatlerine göre sara da
ortaya çıkar. Fakat bunda onların lehine bir delil yoktur. Çünkü şanı yüce
Allah, beynin bozulması halinde aklın da bozulmasını bir adeti (sünneti) olarak
icra ede gelmiştir. Halbuki akıl beyinde değildir. Bununla birlikte durumun
böyle olmasının önünde de bir engel yoktur. el-Mazerı,
dedi ki:
Özellikle onların
beyin ile kalp arasında söz konusu ettikleri ortaklık hakkındaki esas
ilkelerine göre bu böyledir. Aynı zamanda onlar, midenin baş tarafı ile beyin
arasında da bir ortaklık olduğunu kabul ederler. Allah en iyi bilendir.
"Numan b. Beşir, dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)'i şöyle buyururken dinledim deyip, iki
parmağını kulaklarına götürdü." Bu Numan'ın Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den
hadis dinlediğini ortaya koyan açık bir ifadedir. Irak alimlerinin ve ilim
adamlarının çoğunluğunun söylediği doğru olan kanaat de budur. Kadı Iyaz, dedi ki: Yahya b. Main,
dedi ki: Medineliler Numan'ın Rasulullah
(s.a.v.)'den hadis dinlediğini doğru (sahih) kabul etmezler. Ama bu zayıf ya da batıl nakildir. Allah en iyi bilendir.
Rasulullah (s.a.v.)'in: "Şüpheli olanların içine düşen bir
kimse harama düşer" buyruğunun iki anlama gelme ihtimali vardır.
Birincisine göre böyle bir kişi şüpheli olan hususları çokça yaptığı için haram
işlemeyi kastetmemekle birlikte harama rast gelebilir. Eğer bu hususta kusurlu
davranması söz konusu olmuşsa, bundan dolayı günah da kazanabilir.
İkinci açıklamaya göre
böyle bir kişi kolaycılığı alışkanlık haline getirir ve şüpheli bir işi yapma
cesaretini kazanır. Sonra ondan daha büyük bir şüphe, sonra ondan daha ağır bir
şüpheli hali işler ve bu böylece sürüp gider. Sonunda kasten harama düşer. Bu
ise selefin: Masiyetler küfrün postacısı (aracısı)dır
sözlerini andırır. Yani ona doğru sürüklerler. Şanı yüce Allah bizi şerden
korusun, afiyet versin. Rasulullah (s.a.v.)'in
"İçine düşmesi yakın olur" buyruğunda "evşeke
yuşiku" fiili bunda acele eder ve ona yaklaşır
demektir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: