UMDETU’L AHKAM |
TALAK / BOŞANMA |
NESEBİN BELİRLENMESİ - ÇOCUK DÖŞEĞE AİTTİR VE
ŞÜPHELERDEN KAÇINMAK BABI |
3598-36/1- Bize Kuteybe
b. Said tahdis etti, bize Leys tahdis etti, Bize Muhammed b. Rumh da tahdis
etti, bize Leys, İbn Şihab'dan haber verdi, o Urve'den, o Aişe'den şöyle
dediğini rivayet etti: Sa'd b. Ebu Vakkas ile Abd b. Zem'a bir çocuk hakkında
davalaştı. Sa'd: Bu, -ey Allah'ın Rasulü!- Kardeşim Utbe b. Ebu Vakkas'ın
oğludur. O bana bunun kendi oğlu olduğunu söylemişti. Ona ne kadar benzediğine
bir bak, dedi.
Abd b. Zem'a da: Ey
Allah'ın Rasulü! Bu benim kardeşimdir. Babamın döşeği üzerinde onun
cariyesinden doğdu, dedi.
Rasulullah (s.a.v.) onun
kime benzediğine baktı, Utbe'ye çok belli bir şekilde benzediğini gördü. Fakat:
"Çocuk senindir ey Abd! Çocuk döşeğindir. Zina edene ise mahrumiyet
vardır. Ey Zem'a kızı Sevde! Sen ondan perdenin arkasına çekil" buyurdu.
(Aişe) dedi ki: Bu
sebeple asla Sevde'yi görmedi. Muhammed b. Rumh ise Allah Rasulü'nün: "Ey
Abd" buyruğunu zikretmedi.
Açıklama:
"Çocuk döşeğe
aittir. Zina edene de mahrumiyet vardır." ilim adamları der ki: 'Ahir:
zina eden, demektir. 'Ahire: zina etti, ahr da zina anlamındadır.
"Onun için
mahrumiyet vardır" ifadesi ise artık o ziyan ve hüsrandadır. Çocukda bir
hakkı yoktur, demektir. Araplar: "Ona hacer (mahrumiyet vardır), ağzı da
toprak olsun" ve buna benzer tabirleri kullanarak o kimse zarar ve
hüsrandadır demek isterler.
Burada hacer (taş) ile
zina eden taşla taşlanır, recm edilir demek olduğu söylenmiş ise de bu açıklama
zayıftır. Çünkü zina eden herkes recm edilmez. Özelolarak muhsan kimse recm
edilir. Ayrıca zina edenin recm edilmesi çocuğun ona ait olmadığını söylemeyi
gerektirmez. Hadis ise çocuğun ondan olmadığının söylenmesi hakkında varid
olmuştur.
Rasulullah
(s.a.v.)'in: "Çocuk döşeğe aittir" buyruğu da şu demektir: Erkeğin
bir zevcesi yahut mülkiyetinde bir cariyesi bulunup onunla yatmış ise ve mümkün
olan süre içerisinde çocuk doğurmuşsa o çocuk o erkeğe aittir ve böylelikle
onun çocuğu olup aralarında mirasçılık ve diğer doğum sebebi ile söz konusu
olan hükümler cereyan eder. Bunun babasına benzemesi ile benzememesi arasında
da bir fark yoktur.
Çocuğun ondan
olmasının mümkün görüleceği süre ise (çocuğun annesi ile) ikisinin bir araya
geldiği zamandan itibaren altı aylık süredir. Kadının ne ile firaş (döşek)
olduğuna gelince; eğer zevce ise mücerred nikah ile firaş olur. ilim adamları
bu hususta icma bulunduğunu nakletmiş bulunmaktadır. Ayrıca firaşın sabit
oluşundan sonra cima'mın mümkün olmasını şart koşmuşlardır.
Eğer mesela batıdaki
birisinin doğudaki birisini nikahlaması sureti ile buna imkan yoksa ve
ikisinden birisi vatanından ayrılmamışsa bundan altı ay sonra ya da daha fazla
bir süre akabinde bir çocuk doğurursa o çocuğun nikahlayan adamdan olması
imkanı bulunmadığından ötürü onun nesebine katılmaz. Bu Malik, Şafii ve Ebu
Hanife dışında bütün ilim adamlarının görüşüdür.
Ebu Hanife bir araya
gelmelerinin mümkün olmasını şart koşmayıp sadece akit ile yetinmiştir. Onun
dediğine göre hatta cima imkanı söz konusu olmaksızın akdin akabinde boşayacak
olup akit tarihinden itibaren altı ayda doğum yaparsa çocuk kocaya ilhak
edilir. Bu ise açıkça tutarsız olduğu görülen zayıf bir görüştür. Hadisin
mutlak olmasında onun lehine bir delil bulunmamaktadır. Çünkü hadis çoğunlukla
görülen durum hakkındadır. Bu ise akit esnasında bunun mümkün olması halidir.
Bu anlatılanlar zevcenin hükmü ile alakalıdır.
Cariyeye gelince Şafii
ve Maliki'ye göre onunla cima edilmesi sureti ile "firaş" olur.
Yalnızca mülk edinilmekle firaş olmaz. İsterse onun mülkiyetinde senelerce
kalsın ve kendisi onunla cima etmediği halde onunla da cimayı kabul etmediği
halde çocukları olsun, bu çocukların hiçbirinin nesebi ona katılmaz. Ama onunla
cima edecek olursa artık bu cariye de bir "firaş" olur. Onunla cima
ettikten sonra bir ya da birkaç çocuk -mümkün olan süre içerisinde- doğuracak
olursa çocukların nesebi ondan sabit olur.
Ebu Hanife dedi ki:
Cariye bir çocuk doğurup efendisi çocuğun kendisinden olduğunu söylemedikçe
firaş olmaz. Artık çocuğun kendisinden olduğunu söyledikten sonra cariyenin
doğurduğu çocuk ona ait olur, onu reddetmesi hali ise müstesnadır. Çünkü
cariyenin cima ile firaş olduğu kabul edilirse o taktirde sadece ona sahip olup
mülkiyetine almakla da zevce gibi olur demiştir.
Mezheb ''alimlerimiz
der ki: Aradaki fark şudur. Zevce özelolarak cima içindir.
Bundan dolayı şeriat
zevce ile nikah akdini yapmayı cima gibi değerlendirmiştir. Çünkü gözetilen
maksat budur. Cariye ise mülk edinilmek ve cima dışında çeşitli menfaatler için
edinilir. Bundan dolayı bir kimsenin iki kızkardeşi, anneyi ve kızı mülk
edinmesi caiz olmakla birlikte bunları aynı nikah akdi altında bir arada
bulundurmak caiz değildir. Dolayısıyla cariye bizzat akitle (satın alma akti)
firaş olmaz. Cima gerçekleşecek olursa hür kadın gibi olur ve artık firaş olur.
Şunu bilelim ki burada
zikredilen Abd b. Zem'a hadisi babası Zem'a'nın cariyesinin neticede Zem'a'nın
firaşı olduğunun sabit olduğu şeklinde açıklanır. Bundan dolayı Nebi (s.a.v.)
çocuğun ondan olduğuna hüküm vermiştir. Zem'a için cariyesinin firaş olduğu ise
ya hayatta iken bunu ikrar etmesi sureti ile bir beyyine ile olmuştur ya da
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bunu bilmesi söz konusudur. İşte bu
durumda da Şafii ile Malik'in lehine Ebu Hanife'ye karşı bir delil söz konusu
olur. Çünkü Zem'a'nm bundan önce bu cariyeden başka bir çocuğu yoktu.
Böylelikle bu Ebu Hanife'nin söylediğinin aksine bunun (başka bir çocuğunun
olmasının) şart olmadığına delildir.
Yine bu hadis-i şerif
Şafii ile ona muvafakat edenlerin lehine Malik ile ona muvafakat edenlerin
aleyhine nesebe katılmak hususunda delil vardır. Çünkü Şafii şöyle der: Neseben
mirasçı olan bir kimsenin kendisine miras bırakan kimse adına birisini nesebe
katması caizdir. Ancak onun mirası almış birisi olması ya da bütün mirasçıların
onu nesebe katmış olmaları şarttır. Diğer taraftan nesebe katan kimsenin de
ölenin çocuğunun olması mümkün görülmesi ve ayrıca nesebinin başka birisinden
olduğunun bilinmemesi ve eğer akıllı ve baliğ ise nesebe katılan kimsenin de
onu tasdik etmesi de şarttır.
İşte bütün bu şartlar
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Abd b. Zem'a babasının nesebine
katılmasını istediği zaman Zem'a'nın nesebinden olduğunu söylediği bu çocukda
bulunuyordu. Mezheb alimlerimiz bunu iki şekilde te'vil etmektedir. Birincisine
göre Abd'in kızkardeşi Zem'a kızı Sevde de onunla birlikte onu babalarının
nesebine katmayı kabul etmiş ve bu hususta kardeşine muvafakat etmiştir.
Böylelikle bütün mirasçılar nesebe katmayı kabul etmiş oldular. İkinci
açıklamaya göre Zem'a kafir olarak ölmüştü. Bu sebeple Sevde müslüman olduğu
için ondan miras almamış, buna karşılık Abd b. Zem'a ondan miras almıştı.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Ey Sevde! Sen ondan hicabın arkasına çekil (o seni
görmesin)" buyruğu ise ona mendub olarak ve ihtiyat olmak üzere verdiği
bir emirdir. Çünkü şeriatın zahiri hükmüne göre -artık o çocuk babasının
nesebine katıldığından ötürü- onun kardeşidir. Ama Rasulullah (s.a.v.) O çocuğun
Utbe b. Ebu Vakkas'a açıkça benzediğini gördüğünden ötürü onun suyundan doğmuş
olabileceğinden ve böylelikle Sevde'ye yabancı birisi olacağından korkmuş,
bunun için ihtiyat olmak üzere ona karşı hicabın arkasına çekilmesini (ona
görünmemesini) emir buyurmuştur.
el-Mazeri dedi ki:
Hanefi mezhebi alimlerinden birileri şu açıklamayı yapmıştır: Nebi (s.a.v.)'in
ona hicabın arkasına çekilmesini emir buyurması bir başka rivayette:
"Ondan hicabın arkasına çekil (ona görünme) çünkü o senin kardeşin
değildir" diye bir rivayet nakledilmiştir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in:
"O senin kardeşin
değildir" sözü ise bu hadiste bir ibare olarak bilinmemektedir. Aksine bu
batıl ve reddolunması gereken fazlalıktır. Allah en iyi bilendir.
Kadı Iyaz dedi ki:
Zina sebebi ile çocuğu nesebe katmak cahiliye adetlerinden idi. Onlar zina için
cariyeleri ücretle tutarlardı. Eğer anne çocuğun o kişiden olduğunu itiraf
ederse onu o adamın nesebinden kabul ederlerdi. İslam gelerek bunu iptal etti
ve çocuğun şer'i firaşe (döşeğe) ait olduğu hükmünü getirdi. Bundan dolayı Abd
b. Zem'a ve Sa'd b. Ebu Vakkas davalaşıp Sa'd da bu hususta kardeşi Utbe'nin
cahiliye dönemindeki uygulaması gereği tavsiyesini dile getirince ve Sa'd
İslam'da bunun geçersiz olduğunu bilmeyip çocuğu kendi nesebine katması da
cahiliye döneminde gerçekleşmediği için -ya bu hususta bir dava olmadığından
yahut da annenin çocuğun Utbe'den olduğunu itiraf etmediğinden- Abd b. Zem'a da
babasının döşeği üzerine doğduğunu iddia ettiği için Nebi (s.a.v.) çocuğun ondan
olduğuna hüküm verdi.
Hadisteki
"Utbe'ye açık şekilde benzediğini gördü, sonra (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Çocuk döşeğe aittir" buyurması, benzerliğin ve Kaif denilen
(kişiler arasındaki benzerliklerden hareketle akrabalıkları tespit eden) kıyafet
uzmanlarının verdikleri hükmün ancak ortada firaş (döşek) gibi ondan daha güçlü
bir dayanağın bulunmaması şartı ile dayanak görülebileceğine delildir. Nitekim
Nebi (s.a.v.) lanetleşen karı koca kıssasında çocuk hoşlanılmayan şekilde
(kadının kendisi ile itham edildiği adama) benzediği görülmekle birlikte bu
benzerliğe dayanarak hüküm vermemiştir. Bazı Hanefi alimleri ve ona muvafakat
edenler bu hadis-i şerifi zina yoluyla cima'nın sıhri akrabalık dolayısıyla
haramlık hükmünün sübutunda tıpkı nikah yoluyla cima hükmünde delil
göstermişlerdir.
Nitekim Ebu Hanife,
Evzai, Sevri ve Ahmed de bu görüştedir. Malik, Şafii ve Ebu Sevr ve başkaları
ise zina yoluyla cima'nın bir etkisi yoktur, aksine zina eden kimsenin kendisi
ile zina ettiği kadının annesi ile de kızı ile de evlenme imkanı vardır
demişlerdir. Hatta Şafii şunu da eklemektedir. Kendi zinasının mahsulü olan
kızı dahi nikahlaması caizdir. Bu kanaat sahipleri derler ki: Bunu delil
gösterme şekli de şudur: Sevde ona görünmemekle emrolunmuştur. Halbuki bu batıl
bir delillendirmedir. Bunu delil diye zikredenlere de hayret edilir. Çünkü bu o
çocuğun zinadan doğduğunu ve Sevde'nin ister zina edenin nesebine katılsın
ister katılmasın ona görünmesinin helal olmadığı bir yabancı olduğunu kabul
etmek halinde söz konusu olur. O halde bunun sözü geçen mesele ile bir ilgisi
yoktur.
Hadis-i şeriften
anlaşıldığına göre: Hakimin hükmü görünmeyen gerçekteki durumu değiştirmez.
Buna göre hakim iki yalan şahidin şahitliği ile yahut da buna benzer delile
dayanarak hüküm verecek olursa verilen o hüküm lehine hüküm verilen kimseye
helal olmaz.
Hadisin buna delil
olduğu nokta ise şudur: Nebi (s.a.v.) O çocuğun Abd b. Zem'a'ya ait olduğuna ve
Abd'ın ve Sevde'nin kardeşi olduğuna hüküm vermiş olmasıdır. Halbuki benzerlik
sebebi ile çocuğun Utbe'den olma ihtimali de vardı. Eğer hüküm batına (ortada
görünmeyen gerçeğe) göre verilecek olsaydı Sevde'ye ona görünmemesini emir
buyurmazdı. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: