UMDETU’L

AHKAM

TALAK / BOŞANMA

 

ÜÇ TALAK İLE BOŞANMIŞ KADININ NAFAKA HAKKI YOKTUR BABI

 

3681-3611- ... Ebu Seleme b. Abdurrahman'dan, o Kays kızı Fatıma'dan rivayet ettiğine göre Ebu Amr b. Hafs kendisini hazır değilken elbette (denilen üç) talakı ile boşadı. Vekili ona bir miktar arpa gönderdi. Fakat Fatıma bunu beğenmedi.

 

Bu sefer (vekili): Allah'a yemin olsun ki senin üzerimizde bir hakkın yok, dedi. Fatıma Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek ona durumu anlatınca Rasulullah (s.a.v.): "Senin onun üzerinde nafaka hakkın yoktur" buyurdu ve Üm mü Şerik'in evinde iddet beklemesini emretti. Sonra ise: "O arkadaşlarının yanına geldiği bir kadındır. Sen İbn Ümmü Mektum'un yanında iddetini bekle. Çünkü o gözleri görmeyen bir adamdır. Elbiselerini üzerinden bıraktığın olur. İddetin bittimi de beni haberdar et" buyurdu.

 

Fatıma dedi ki: İddetimi bitirince ona Muaviye b. Ebu Süfyan ile Ebu Cehm'in bana talib olduklarını söyledim. Rasulullah (s.a.v.) de: "Ebu'I Cehm asasını omzundan bırakmayan birisidir. Muaviye ise malı olmayan yoksulun tekidir. Sen Üsome b. Zeyd ile nikohlan" buyurdu. Ben ondan hoşlanmadım, sonra: "Üsome ile nikohlan" buyurunca. Onunla nikahlandım. Allah da onda bana hayır buyurdu ve imrenilecek bir hale geldim.

 

Açıklama:

 

Hadisteki kimi rivayetlerde (3684, 3696) "onu üç talak ile boşadı." Bazı rivayetlerde (3681, 3685, 3689) "elbette talakı ile boşadı." bir rivayette (3686) "üç talakın sonuncusunu verdi." bir başka rivayette (3688) "Talakından geriye kalmış bir talak ile onu boşadı." bir rivayette ise sayı da başka bir şey de söz konusu etmeksizin onu boşadığı zikredilmektedir.

 

Bu rivayetlerin birlikte cem ve telif edilmesi şöyledir: Kocası onu bundan önce iki talak ile boşamış, sonra da bu anlatılan seferde ona üçüncü talakı vermişti. Dolayısı ile kayıtsız ve şartsız olarak onu boşadığını yahut ona bir defa talak verdiğini ya da üç talakın sonuncusunu verdiğini rivayet edenlerin rivayetleri açıkça anlaşılmaktadır. Elbette talakı ile boşadığını rivayet eden ravilerin kastı da artık üçüncü talak sebebi ile kendisinden kesin olarak (bet edilerek) ayrıldığı talakı ile onu boşamıştır. Üç talak ile boşadığını rivayet edenlerin bu rivayeti de üçüncü talakı tamamladığı anlamındadır.

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (3681) "Senin onun üzerinde nafaka hakkın yoktur" diğer rivayette (3682) "Senin nafaka hakkın da sükna (mesken) hakkın da yoktur" bir diğer rivayette ise süknayı söz konusu etmeksizin (3683) "nafaka yoktur" buyruklarına gelince; İlim adamları hamile olmayan ve bain talak ile boşanmış kadının nafaka ve süknu (mesken) hakkının olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ömer b. el-Hattab, Ebu Hanife ve başkaları sükna ve nafaka hakkının olduğunu söylerler. İbn Abbas ve Ahmed ise sükna (mesken temini) ve nafaka hakkı yoktur derler. Malik, Şafii ve başkaları ise onun için sükna vacip iken nafaka hakkı yoktur demişlerdir.

 

Her ikisinin de vacip (hakkı) olduğunu söyleyenler yüce Allah'ın: "O kadınları gücünüz yettiğince kaldığınız yerin bir kısmında iskan edin" (Talak, 6) buyruğunu delil göstermişlerdir. Bu buyruk mesken teminini (süknayı) emretmektedir. Nafakaya gelince kendisinin onun tasarrufu dolayısı ile alıkonulmuş olması dolayısıyladır. Ömer (radıyallahu anh) da: Biz bir kadının bilmeden mi yoksa unuttuğundan mı söylediği bir sözü dolayısı ile Rabbimizin kitabını nebimizin sünnetini bırakmayız demiştir. İlim adamları der ki: Rabbimizin kitabında bulunan ise sükna hakkının sabit olduğu şeklindedir.

 

Nafakanın da süknanın da vacip olmadığını söyleyenler Kays kızı Fatıma'nın rivayet ettiği hadisi delil gösterirler. Sükna'nın vacip olup nafakanın olmadığını söyleyenler de süknanın vücubu için yüce Allah'ın: "O kadınları gücünüz yettiğince kaldığınız yerin bir kısmında iskan edin" (Talak, 2) buyruğunun zahirini delil göstermişlerdir. Nafakanın vacip olmadığına da Fatıma ile ilgili hadisi ve bununla birlikte yüce Allah'ın: "Eğer onlar hamile iseler yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin" (Talak, 4) buyruğunun zahirini delil gösterirler. Bundan anlaşıldığı üzere eğer bu durumdaki kadınlar hamile değil iseler onlara nafaka verilmez.

 

Öbürleri ise nafakasının düştüğü hususunda Fatıma'nın hadisine Said b. el-Müseyyeb'in ve başkalarının söylediği o dili uzun bir kadın olup kayınlarına dil uzatmış olduğundan Rasulullah (s.a.v.) kendisine İbn Ümmü Mektum'un yanına geçmesini emretmiş olduğunu söyleyerek cevap verirler. Bir diğer açıklamaya göre o daha önce kaldığı evden korkuyordu. Buna delil de Müslim'in Fatıma'nın söylediğini rivayet ettiği: Bulunduğum yere ansızın girilmesinden korkuyorum demesidir. Bununla birlikte nafaka hakkının düşmesi hususunda bu tevillerden herhangi birisini yapmak imkanı yoktur.

 

Bain talak ile boşanmış hamile kadına ise sükna da nafaka da icap eder. Ric'i talak ile boşanmış kadına süknanın da nafakanın da vacip olduğu icma ile kabulolunmuştur.

 

Kocası vefat etmiş kadının icma ile nafaka hakkı yoktur. Bize göre daha sahih olan görüşe göre sükna hakkının bulunduğudur. Eğer hamile ise meşhur olan görüşe göre tıpkı hamile olmaması halinde olduğu gibi nafaka hakkı yoktur. Ama bazı Mezheb alimlerimiz nafakasının da vacip olduğunu söylemişlerdir. Fakat bu bir yanlışlıktır. Allah en iyi bilendir.

 

"Kendisi hazır değilken onu elbette talak ile boşadı ve onun vekili ona bir miktar arpa verdi, kendisi ise bunu beğenmedi." Bu ibareden anlaşıldığına göre kadının gıyabı halinde de verilen talak gerçekleşir ve hakların yerine getirilmesi hususunda vekalet caizdir.

 

İlim adamları bu iki hüküm üzerinde icma etmişlerdir.

Hadis-i şerifin anlamına gelince: Ashab-ı kiram (r.anhum) Ümmü Şerik'i salih bir kadın olduğundan dolayı ziyaret eder, yanına çokça gider gelirlerdi. Bundan dolayı Nebi (s.a.v.) onun yanında iddet beklemesinde bir zorluk olacağını gördü. Çünkü bu durumda iddet bekleyen kadının kendisine bakmalarından, onun da onlara bakmasından herhangi bir yerinin açılmasından korunması gerekiyordu. Üm mü Şerik'in yanına çokça girip çıkmaları ve gidip gelmeleri ile birlikte bu şekilde kendisini korumasında açıkça bir zorluk vardı. Bundan dolayı Nebi (s.a.v.) ona İbn Ümmü Mektum'un yanında iddet beklemesini emir buyurdu. Çünkü İbn Ümmü Mektum onu görmezdi. Ayrıca Ümmü Şerik'in evine gidip gelenler, girip çıkanlar onun evine gidip gelmezdi.

 

Bazıları bu hadisi kadının yabancı bir erkeğe bakmasının -erkeğin ona bakmasından farklı olarak- caiz olduğuna delil göstermişlerdir. Fakat ilim adamlarının cumhurunun ve ashabın çoğunluğunun kabul ettiği sahih görüşe göre yabancı bir erkeğin kadına bakması haram olduğu gibi kadının da yabancı bir erkeğe bakması haramdır. Çünkü yüce Allah: "Mü'min erkeklere söyle gözlerini korusunlar, mü'min kadınlara da söyle gözlerini korusunlar" (Nur, 30) buyurmaktadır. Diğer taraftan fitne her ikisi için ortak bir husustur. Kadın sebebi ile fitneye düşme korkusu olduğu gibi kadının da erkek sebebi ile fitneye düşmeSinden korkulur.

Buna sünnetten Ümmü Seleme'nin azadlısı Nebha'nın Ümmü Seleme'den diye rivayet ettiği hadis delildir. Buna göre kendisi ve Meymune Nebi (s.a.v.)'in yanında bulunuyorken İbn Ümmü Mektum girdi, Nebi (s.a.v.): "Ondan hicabın arkasına çekilin" buyurdu. Her ikisi: Ama o gözleri görmeyen bir kördür dedikleri zaman Nebi (s.a.v.) de: "Peki ya siz kör müsünüz, onu görmüyor musunuz?" buyurmuştu. Bu hasen bir hadis olup bunu Ebu Davud, Tirmizı ve başkaları rivayet etmiş, Tirmizı: Hasen bir hadisdir demiştir. İtimat edilir bir delil olmaksızın bu hadise tenkit yöneltenlerin tenkidine de itibar edilmez.

 

Kays kızı Fatıma'nın bu hadisinde İbn Ümmü Mektum'un yanında kalmasından söz edilmesine gelince bu hadiste İbn Ümmü Mektum'a bakması için Fatıma'ya izin verilmemektedir. Aksine burada Fatıma'nın başkasının kendisine bakmasından emin olacağı ifade edilmektedir. Kendisi de gözünü harama bakmaktan korumakla emrolunmuştur. Ümmü Şerik'in evinde kalmasının aksine herhangi bir zorlukla karşılaşmadan bakmaktan kendisini koruma imkimı vardır.

 

Rasulullah (s.a.v.)'in: "İddetin bitince bana haber ver" yani bana bildir. Bu ifadelerden bain talak ile boşanmış bir kadına üstü kapalı bir ifade ile talib olmanın caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bize göre de sahih olan budur.

 

"Ebu'l-Cehm asasını omzundan bırakmayan birisidir." Bununla ilgili meşhur iki tevil vardır. Birincisi o çokça yolculuk yapan birisidir, ikincisi ise kadınları çok döven birisidir. Bu ise Müslim'in bundan sonra zikrettiği rivayetin delili ile daha sahihtir. O rivayete göre: "O kadınları çokça döven birisidir."

 

Bu ifadeler bir kimseyi kendisi ile danışılması ve öğüt vermesinin istenmesi halinde bir kimsede sahip olduğu hususları anarak zikretmenin caiz olduğuna delil vardır. Böyle bir anlatış ise haram kılınmış gıybet türünden değildir. Aksine yapılması icap eden nasihat kabilindendir. İlim adamlarının dediklerine göre gıybet altı yerde mübahtır: Bunların birisi de nasihat istenmesi halidir. Ben bunları delilleri ile birlikte Ezkar kitabında, sonra da RIyazüs Salihin'de zikretmiş bulunuyorum.

 

"Asayı omzundan bırakmaz" Omuz (atik) boyun ile kürek kemiği arasındaki yerdir. İşte buradan mecazi ifade kullanılabileceği ve bunun gibi bir ibareyi kullanmanın caiz olduğu anlaşılmaktadır. Rasulullah (s.a.v.)'in onun hakkında "asasını omzundan bırakmaz" demesi ile Muaviye hakkında ise o bir yoksuldur, malı yoktur" demesi -halbuki bununla birlikte Muaviye'nin giydiği bir elbisesinin olduğunu ve buna benzer pek değerli olmayan bazı mallarının bulunduğu da bilinmekte iken- Ebu'l-Cehm'in ise mesela uyurken, yerken ve başka hallerde asasını omzundan indirdiği bilindiği halde asayı çokça taşıdığı, Muaviye de malı oldukça az bir kişi olduğu için her ikisi hakkında mecazen bu ifadeleri kullanmak caiz olmuştur. İşte bu ibarelerden buna benzer durumlarda mecazi kullanmanın caiz olduğu anlaşılmaktadır. Mezheb ''alimlerimiz de bunu açıkça ifade etmişlerdir. Ben de bu hususu el-Ezkar adlı kitabımın sonlarında açıklamış bulunmaktayım.

 

Rasulullah (s.a.v.)'in: "Muaviye bir yoksuldur" ibaresindeki "su'luk: yoksul" kelimesi sad harfi ötrelidir. Bundan da az önce Ebu'l-Cehm ile ilgili söylenenlerde belirtildiği gibi öğüt maksadı ile bir kimseyi sahib olduğu nitelikleri ile zikretmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır.

"İddetim tamamlanınca ona Muaviye b. Ebu Süfyan ile Ebu'l-Cehm'in bana talib olduklarını söyledim." Bu da bu hadiste Muaviye'nin ona talib olduğu açıkça anlaşılmaktadır. O da Ebu Süfyan b. Harb'ın oğludur. Doğru olan da budur. Bunun bir başka Muaviye olduğu söylenmiş ise de bu apaçık bir hatadır. Ona aldanılmaması için burada ona dikkat çektim. Ayrıca Tehzibü'l-Esma Ve'l-lügat adlı eseri md e Muaviye'nin biyografisinde de bunu açıkladım. Allah en iyi bilendir.

 

"Üsame b. Zeyd'i nikahla ... ve bana imrenildi." Fatıma'nın: "İğtebettu" sözünde te ve be harfleri fethalıdır. Bazı nüshalarda "iğtebettubi" şeklindedir ama nüshaların çoğunda "bih" lafzı kaydedilmemiştir. Dil bilginlerinin dediklerine göre gıpta kişinin gıpta ettiği kimsenin halinin aynısını, onun o halinin zeval bulmasını istemeksizin temenni etmesi demektir ve bu kıskançlık değildir.

 

Rasulullah (s.a.v.)'in Üsame'yi nikahlamasına işaret etmesine gelince onun dinine bağlılığını, faziletini, onun güzel alışkanlıklarını, üstün niteliklerini bildiğinden dolayıdır. Bundan dolayı ona samimi olarak bunu öğütledi. Ama kendisi hem bir azadlı olduğundan hem de oldukça siyah olduğundan dolayı ondan hoşlanmadı. Nebi (s.a.v.) ise bu hususta onun maslahatının olduğunu bildiğinden ötürü Üsame ile evlenmesini tekrar söyleyip teşvik etti. Nitekim de böyle oldu. Bundan dolayı kendisi de: "Allah onda benim için hayır taktir buyurdu ve ben imrenilecek duruma geldim" demektedir. Bunun için de Nebi (s.a.v.) bundan sonraki rivayette: "Allah'a ve Rasulü'ne itaat senin için daha hayzrlzdır" buyurmuştur.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

İDDET - KOCASI VEFAT ETMİŞ KADININ VE BAŞKALARININ İDDETİNİN HAMİLE İSELER DOĞUMLA SONA ERDİĞİ BABI