UMDETU’L

AHKAM

NİKAH BÖLÜMÜ

 

CİMA ARZUSU GÜÇLÜ OLUP, NiKAH MASRAFLARINI KARŞILAYABİLECEK DURUMDA OLANLAR iÇiN NiKAHIN MÜSTEHAB OLUŞU VE ONUN MASRAFLARINI KARŞILAMAYACAK DURUMDA OLANLARIN, ORUÇLA MEŞGUL OLACAKLARI

 

3384-111- ... Bize Ebu Muaviye, A'meş'den haber verdi, o İbrahim'den, o Alkame'den şöyle dediğini rivayet etti: Mina'da Abdullah ile birlikte yürüyordum. Osman (radıyallahu anh) onunla karşılaştı. Ayakta onunla konuşmaya koyuldu. Osman ona: Ey Abdurrahman'ın babası! Biz seni genç bir kızla evlendirmeyelim mi? Belki o, sana geçmiş zamanından bir kısmını hatırlatır dedi. Abdullah:

 

Madem sen böyle diyorsun (ben de sana derim ki) Rasulullah (s.a.v.) bize şöyle demişti: "Ey gençler topluluğu! Sizden evlenebilecek gücü olanlar evleniversin. Çünkü o gözü daha çok korur, ferci daha çok muhafaza eder. Ama kimin de gücü yetmezse oruç tutmaya baksın. Çünkü oruç onu (şehveti) keser." 

 

Açıklama:

 

Resulullah (s.a.v.)'in: "Ey gençler topluluğu ... çünkü onu keser" buyruğu ile ilgili olarak dil bilginleri şunu söylemektedir: "Ma'şer (topluluk)" belli bir niteliğin kapsamına aldığı bir topluluk demektir. Buna göre gençler bir ma'şer, yaşlılar bir ma'şer, nebiler bir ma'şer, kadınlar bir ma'şerdir. Ve benzerleri de böyledir. Şebab: Gençler "Şab"ın çoğuludur. Şubban ve şebebe diye de çoğulu yapılır. Bizim Mezheb alimlerimize göre şab (genç) büluğa ermiş olup otuz yaşını geçmemiş olan kimseye denilir.

 

"Elbae" evlenmek lafzı ise dört şekilde söylenir. Bunları Kadı Iyaz nakletmektedir. Fasih ve meşhur olan söyleyiş sonu yuvarlak te ve be harfi medli olarak "el-bae" söyleyişidir. Diğeri ise arada med olmaksızın "elbah" söyleyişi, üçüncüsü med ile fakat 'he' siz (yuvarlak te'siz) olarak "elba" söyleyişi, dördüncüsü ise he ve yuvarlak te ile birlikte "elbahetü" söyleyişidir. Bunun lügattaki asıl anlamı cima demek olup konaklanılan yer demek olan "elmebae"den türemiştir. "Mebaetül ibil" de buradan gelmekte olup develerin kaldıkları yer anlamındadır. Sonraları nikah akdine de "baeh" denilir oldu. Çünkü bir kadın ile evlenen bir kimse, ona konaklayıp kalacağı bir yer verir.

 

İlim adamları burada sözü edilen "elbae" ile ne kastedildiği hususunda farklı iki görüş ileri sürmüşlerdir ki her ikisi de neticede aynı anlama gelir.

 

Bu iki görüşün daha sahih olanına göre burada kastedilen sözlük anlamı olan cimanın kendisidir. Buna göre hadisin takdiri şöyle olur: Aranızdan her kim nikahın yükümlülükleri, külfet ve masrafları na güç yetirebilip cima yapabilecek durumda olanlar evlensinler. Ama nikahın masraflarını karşılamaktan aciz kaldığı için cima yapamayacak durumda olan kimseler ise oruç tutmaya baksın. Böylelikle şehvetini geriletsin ve burmanın meninin şerrini kestiği gibi o da bu yolla menisinin şerrini kessin. Bu görüşe göre hitap kadınları arzuladıkları ve çoğunlukla bundan kendilerini kurtaramadıkları kabul edilen gençlere hitap edilmiş olmaktadır.

 

İkinci görüşe göre ise burada elbae: evlenmekten kasıt nikahın masraf ve yükümlülükleridir. Ona, onun ayrılmazı olan şeyin adı verilmiş olmaktadır. Hadisin takdiri de şudur: Aranızdan nikahın masraf ve külfederini karşılayabilecek olan kimseler evleniversin. Buna gücü yetmeyen kimseler ise şehvetini geriletmek için oruç tutsun.

 

Bu kanaati savunanları bu görüşü ortaya koymaya iten onların şu açıklamalarıdır: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Gücü yetmeyen de oruç tutmaya baksın" buyruğu şu demektir: Cima etmekten aciz olan kimse ise şehvetini geriletmek için oruca gerek duymaz. O halde burada geçen elbae kelimesini evle nmenin masrafları şeklinde yorumlamak gerekir.

 

Birinci görüşü savunanlar ise az önce birinci görüşte açıkladığımız şekilde cevap verirler. O da şudur: Hadis cimaya ihtiyacı olmakla birlikte masraflarını karşılayamadığından dolayı cima edemeyecek durumda olanlar, oruç tutsunlar takdirindedir. Allah en iyi bilendir.

 

"Vica" vav harfi kesreli ve sonu medli olup husyeleri sıkıştırmak (ezmek) demektir. (Burmak). Burada kasıt ise orucun şehveti kestiği ve meninin şenini tıpkı burmanın neticesinde olduğu gibi kesmesidir. Bu hadis ile gücü yeten ve cimayı arzulayan kimselere nikahlanma emri verilmektedir. Bu hususta icma vardır. Ama bize göre ve genelolarak bütün ilim adamlarına göre buradaki emir icap (vücub, farziyet) değil mendubluk ifade eden bir emirdir. Dolayısı ile ister zinaya düşmekten korksun ister korkmasın evlenmek de cariye edinmek de gerekli değildir. Genelolarak ilim adamlarının kabul ettiği görüş budur. Davud ile ona muvafakat eden Zahiri Mezheb bilginleri ile İmam Ahmed'den gelen bir rivayet dışında (bu durumdakiler için) evlenmeyi farz kılan kimse olduğunu bilmiyoruz. Bu muhalif kanaatte olanlar derler ki: Zinaya düşmekten korkan bir kimsenin evlenmesi ya da cariye edinmesi gerekir. Yine bunlar derler ki: Böyle bir akit ona ömürde sadece bir defa gereklidir. Hatta bazıları zinaya düşme korkusunu da şart koşmamışlardır.

 

Zahiri mezhebi bilginleri der ki: Ona lazım olan sadece evlenmektir. Cinsel ilişki kurmak yükümlülüğü yoktur. Onlar bu görüşlerini ortaya atarken bu hadisle birlikte daha başka hadisleri de Kur'an-ı Kerim'in buyruklarını da delil olarak gösterirler. Yüce Allah: "Sizin için helal olan kadınlan ... nikahlayınız" (Nisa, 3) buyurmaktadır. Ayrıca başka ayetler de buna delildir.

 

Cumhur ise yüce Allah'ın: "Size helal olan kadınlardan ... nikahlayınız ... ya da cariyeleriniz ile yetinin" (Nisa, 3) buyruğunu delil göstermektedirler. Çünkü yüce Allah bu durumda olan bir kimseyi nikahlanmak ile cariye edinmek arasında serbest bırakmıştır.

İmam Mazeri dedi ki: Bu cumhurun lehine bir delildir. Çünkü şanı yüce Allah kişiyi ittifakla nikahlanmak veya cariye edinmek arasında serbest bırakmıştır. Şayet nikah vacip olsaydı kişiyi nikahlanmak ile cariye edinmekten birisini seçmekte serbest bırakmazdı. Zira usul bilginlerine göre vacip olanla olmayan arasında kişiyi istediğini seçmekte serbest bırakmak doğru değildir. Çünkü b" vacipin hakikatini ortadan kaldırma ve vacipi terk edenin günahkar olmaması sonucuna götürür.

 

Rasulullah (s.a.v.)'in: "Sünnetimden yüz çeviren benden değildir" hadisi de şu demektir: Her kim benim sünnetimden onun gerçek durumundan farklı olduğuna inanarak yüz çevirecek olursa (benden değildir) anlamındadır. Allah en iyi bilendir.

 

Nikahlanmak mı nikahlanmamak mı daha faziletlidir meselesine gelince Mezheb ''alimlerimiz der ki: İnsanlar bu hususta dört kısımdır: Bir kısmının canı bunu çokça arzular ve bunun için gerekli masraf ve imkanı da bulur. Bunların nikahlanmaları müstehaptır. İkinci bir kısmın nikahlanma arzusu da yoktur, bunun için gerekli imkanı da bulunmamaktadır. Böylesi için nikahlanmak mekruhtur. Üçüncü bir kısmın ise canı nikahı arzulamakla birlikte gerekli harcamayı bulamamaktadır. Böylelerinin nikahlanmaları mekruhtur. Bu gibi kimselerin arzularını geriletmeleri için oruç tutmaları emrolunur. Bir diğer kısmın ise masrafları karşılama imkanı da yoktur, canı da arzulamamaktadır. ŞafiI'nin ve Mezheb alimlerimizin çoğunluğunun görüşüne göre böyle birisi için nikahlanmayıp kendisini ibadete vermesi daha faziletlidir. Ama nikahlanmasının mekruh olduğu söylenemez fakat onu terk etmesi daha faziletlidir.

 

Ebu Hanife, ŞafiI mezhebinin bazı alimleri ile Maliki mezhebine mensup bazı ilim adamlarının kanaatine göre böyle birisi için nikah daha faziletlidir. Allah en iyi bilendir.

 

"Osman b. Affan, Abdullah b. Mes'ud'a: Seni genç bir kızla evlendirmeyelim mi? Belki zamanının geçmiş bazı vakitlerini sana hatırlatır dedi." Bu ifadede böyle bir arkadaşın bu nitelikte bir eşi bulunmayan ve böyle bir eşle -az önce açıklandığı üzere- evlenebilecek durumdaki arkadaşına bu teklifi yapmasının müstehab olduğu anlaşılmaktadır. Yine buradan genç birisini nikahlamanın müstehab olduğu da anlaşılmaktadır. Çünkü nikahtan gözetilen maksatları gerçekleştirmenin vesilesi odur. Çünkü böyle bir zevce ile birlikte olmanın zevki daha çoktur, geçimi daha hoştur, nikahın maksadı olan yararlanma arzusu, isteği daha ileridir, onunla birliktelik daha güzeldir, konuşması daha tatlıdır, görünüşü daha güzel, dokunuşu daha yumuşaktır. Kocasının razı olacağı huylara böylesini alıştırmak daha kolaydır.

 

"Sana geçmiş zamanının bir kısmını hatırlatır" ifadesi de şu demektir: Sen onun vesile ile geçmişteki şevkini kısmen de olsa hatırlar, gençliğindeki gücünü anımsarsın. Bu ise bedene bir zindelik ve güç kazandırır.

 

 

 

3389-5/6- Bana Ebu Bekr b. Nafi el-Abderi de tahdis etti, bize Behr tahdis etti, bize Hammad b. Seleme, Sabit'den tahdis etti, o Enes'den rivayet ettiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabından birkaç kişi Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcelerine kimsenin görmediği zamandaki ameli hakkında soru sordular. Sonra onlardan biri: Ben kadınlarla evlenmeyeceğim dedi. Birileri: Ben et yemeyeceğim dedi. Birileri: Döşeğim üzerinde uyumayacağım dedi.

Sonra Rasulullah (s.a.v.) Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu: "Bir takım kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle demişler. Ama ben hem namaz kılarım hem uyurum, hem oruç tutarım hem tutmadığım zamanlar da var, kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir. "

 

Açıklama:

 

Nikahın müstehab olan şekli ile terk eden yahut da yatmaktan aciz olduğu için yahut da izin bulunan bir ibadetle meşgulolduğundan ya da benzeri bir sebep dolayısı ile yatak üzerinde uyumayan kimse ise bu husustaki yergi ve yasağın kapsamına girmez.

 

"Nebi (s.a.v.) Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra:

"Bir takım kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle demişler" bu Nebi (s.a.v.)'in benzeri bir halde verdiği bilinen hutbelere uygun bir ifadedir. O hoşlanmadığı bir hususu görüp bundan dolayı hutbe verecek olursa, ondan hoşlanmadığını söz konusu eder ve bunu yapan kimseye yardımcı olmaz. Bu da onun üstün ahlakının bir göstergesidir. Çünkü bu işten kasıt hem o şahıstır hem de bütün hazır bulunanlardır hem de bunun kendisine ulaşacağı daha başkalarıdır. Bununla birlikte böyle bir konuşma ile bu kusurun sahibi de kalabalık arasında azarlanmamış olur.

 

 

 

3390-6/7- Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe de tahdis etti. .. o Sa'd b. Ebi Vakkas'dan şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (s.a.v.) Osman b. Mazun'u kadınlardan uzaklaşıp kendisini ibadete verme isteğini geri çevirdi. Şayet ona izin vermiş olsaydı biz de hayalarımızı burardık." 

 

Açıklama:

 

"Rasulullah (s.a.v.)'in kadınlardan uzaklaşıp ibadete yönelme isteğini reddetti. Eğer ona izin vermiş olsaydı biz de hayalarımızı burardık." İlim adamları der ki: Tebettül, kadınlardan uzaklaşıp nikahı terk etmek ve tamamen kendisini Allah'a ibadete vermek demektir. Tebettül'ün asıl anlamı kesmek, koparmak demektir. Meryem el-Bellil ve Fatıma el-Bellil ünvanları da buradan gelmektedir. Çünkü her ikisi de dinleri, faziletleri ve ahiretteki rağbet ve arzuları itibari ile çağdaşları olan kadınlardan uzak idiler. Bu yönden onlarla alakaları yoktu. "Malikinin tasarrufundan koparılmış sadaka" anlamı ile "sadakatün betletün" de buradan gelmektedir. Taberi dedi ki: Tebettül, dünya lezzetlerini ve arzularını terk edip her şeyi bırakıp yüce Allah'a ibadet etmeye kendisini vermek demektir.

 

"Onun isteğini kabul etmedi." Yani böyle bir şey yapmasını ona yasakladı.

Bu bizim Mezheb alimlerimize göre nefsi, nikahı arzu etmekle birlikte, nikahın yükümlülüklerini karşılayabilecek olan -az önce geçtiği gibi- ile zor ve çok ibadet yapmak sureti ile tebettülden zarar gören kimseler hakkında yorumlanır. Nefsine zarar vermeden, zevcesinin olsun, başkasının olsun herhangi bir hakkını ihmal etmeden arzu ve zevklerden yüz çevirmeye gelince bunlardan uzak durmanın fazileti vardır, hatta bu emrolunan bir husustur.

 

"Eğer ona izin vermiş olsaydı biz de kendimizi burardık" sözü de şu demektir: Şayet kadınlardan ve kadınların dışında diğer dünya zevklerinden uzak durmaya dair ona izin olsaydı biz de tebettül imkanını bulabilmek için kadınlara duyulacak arzuyu önlemek maksadıyla kendimizi buracaktık. Bu sözler onların kendi içtihadlarına göre kendilerini burmanın caiz olduğu kanaatine sahip oldukları şeklinde yorumlanır. Ama onların bu kanaati uygun bir kanaat değildi. Çünkü küçük ya da büyük olsun insanoğlunun burulması haramdır. Beğavi dedi ki: Aynı şekilde eti yenmeyen bütün hayvanların burulması da haramdır. Eti yenen hayvanların ise küçükken burulmaları caiz, yaşları büyüdükten sonra haram olur. Allah en iyi bilendir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

ÜVEY KIZIN VE BALDIZIN HARAM KILINDIĞI BABI