UMDETU’L AHKAM |
VASİYETLER - FERAİZ |
MALIN ÜÇTE BiRiNi VASİYET ETMEK BABI |
4185-5/1- Bize Yahya b.
Yahya et-Temımı tahdis etti. .. Amir b. Sa'd babasından şöyle dediğini rivayet
etti: Rasulullah (s.a.v.) beni neredeyse öldürecek kadar ızdırap veren bir
ağrıdan dolayı ziyaret etti. Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Ağrı ve sızılarım
gördüğün bu hale gelmiş bulunuyor. Ben malı çok birisiyim ve benim bir tek
kızımdan başka mirasçım yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı,
dedim. Allah Rasulü: "Hayır!" buyurdu. Bu sefer: Peki yarısını sadaka
olarak dağıtayım mı, dedim. Allah Rasulü: "Hayır, üçte biri(ni tasadduk
et). Üçte bir de çoktur ya. Çünkü senin mirasçılarını varlıklı olarak bırakman
onları insanlara avuç açacak fakir kimseler olarak bırakmandan daha hayırlıdır.
Hem sen Allah'ın rızasını arayarak -hanımının ağzına koyduğun lokmaya varıncaya
kadar- mutlaka onun karşılığında sana ecir verilir" buyurdu. Ben: Ey
Allah'ın Rasulü! Arkadaşlarımdan sonra (burada) geri kalacak mıyım, dedim. O:
"Şüphesiz sen geri bırakılacak olup da Allah'ın rızasını arayarak her ne
amelde bulunacak olursan mutlaka onun sebebi ile derecen ve yüksekliğin
artacaktır. Belki de sen seninle bir takım kimseler yararlandınlıncaya ve
seninle başkaları zarar görünceye kadar bırakılacaksın. Allah'ım ashabımın
hicretini onlar için tamamla, ökçeleri üzerine gerisin gerisi onları çevirme.
Fakat zavallı kişi Sa'd b. Havle'dir" buyurdu.
Açıklama:
Sa'd b. Ebu Vakkas
(radıyallahu anh)'ın rivayet ettiği hadiste: Beni ölüme oldukça yaklaştıran bir
ağrımdan dolayı Rasulullah (s.a.v.) beni ziyarete geldi hadisinden hasta
ziyaretinin müstehab olduğu ve diğer insanlar için müstehab olduğu gibi imam
(Müslümanların lideri, önderi) için de müstehab olduğunu göstermektedir.
İbrahim el-Harbi, dedi
ki: Ağrı (veca') her bir hastalığın adıdır.
Yine bu hadisten hasta
kimsenin tedavi, salih bir kimsenin kendisine dua etmesi, vasiyette bulunmak,
durumu ile ilgili fetva sormak ve benzeri dolu bir maksat için duyduğu ağrıları
söz konusu etmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Darlanıp sıkıldığını anlatmak
ve benzeri bir amaç ile şikayet olsun diye söyleyecek olursa ancak mekruh olur.
Çünkü böyle bir halonun hastalığı dolayısı ile alması mümkün olan ecrini
azaltır.
"Ve ben malı çok
birisiyim" mal toplamanın mübah olduğuna delildir. Çünkü böyle bir ifade
örfen ancak çok miktardaki mal hakkında kullanılır.
"Ve benim
kızımdan başka mirasçım yok." Yani benim mirasımı bırakacağım oğlum ve
diğer özel mirasçılarım bulunmamaktadır. Yoksa onun asebe denilen akraba
mirasçıları vardı. Bunun farz hisse sahiplerinden mirasçım olmadığı anlamına
geldiği de söylenmiştir.
"Malımın üçte
ikisini sadaka olarak dağıtayım mı, dedim, O: Hayır buyurdu.
Yarısını sadaka olarak
dağıtayım mı, dedim. O: Üçte bir olsun, üçte bir de çoktur ya" buyurdu.
Kadı İyaz, dedi ki:
Üçte bir anlamındaki birinci kapat "sülüs" kelimesinin nasb ve ref
ile okunması caizdir. Nasb ile okunması iğra olmasına göredir. Yahut da üçte
birini ver anlamında bir fiil takdirine göredir. Ref' ile okunması ise fail
olmasına binaendir. Yani üçte bir sana kafi gelir. Ya da mübteda olup haberi
hazfedildiğinden yahut da mübtedası hasb edilmiş bir haber olduğundan dolayı
merfu olarak okunabilir.
Bu hadis-i şerifte
mirasçılarla vasiyet arasında adaleti gözetmeye dair bir irşad bulunmaktadır.
Mezheb ''alimlerimiz ve onların dışındaki ilim adamlarının, dediklerine göre
eğer mirasçılar varlıklı kimseler ise bağış olmak üzere malının üçte birini
vasiyet etmesi müstehaptır. Şayet fakir iseler üçte birinden azını vasiyet
etmesi müstehab olur. Bu çağlarda ilim adamlarının icma ettikleri üzere
mirasçısı olan kimsenin üçte birden fazla yaptığı vasiyeti ancak mirasçısının
kabul etmesi ile geçerli olabilir. Yine onların icma ettikleri üzere
mirasçıların geçerli kabul etmeleri halinde malın tamamının vasiyeti dahi
geçerli olur. Hiçbir mirasçısı olmayana gelince bizim ve cumhurun kanaatine
göre üçte birden fazlası hakkında vasiyeti sahih değildir. Ebu Hanife,
arkadaşları, İshak ve kendisinden gelen iki rivayetten birisine göre İmam Ahmed
ise bunun caiz olduğunu söylemiştir. Bu görüş Ali ve İbn Mes'ud (Allah
ikisinden de razı olsun)dan da rivayet edilmiştir.
"Malımın üçte
ikisini sadaka olarak dağıtayım mı" Burada sadaka olarak dağıtmaktan vasiyeti
kastetmiş olma ihtimali olduğu gibi derhal gerçekleştirilecek bir şekilde
sadaka olarak dağıtmayı kastetmiş olma ihtimali de vardır. Her ikiside hem bize
hem de bütün ilim adamlarına göre aynı hükümde olup, mirasçının rızası olmadan
üçte birden fazlasının geçerliliği yoktur. Fakat Zahiri Mezheb alimleri
muhalefet ederek ölümü ile neticelenen bir hastalığa yakalanmış olan bir
kimsenin malının tamamını da tasadduk edip bağışlaması -tıpkı sağlıklı kimse
gibi- sahihtir demişlerdir. Cumhurun delili hadisteki "üçte bir de çoktur
ya" ifadesinin zahiri ile birlikte hastalığı halinde altı kölesini
hürriyetine kavuşturan bir kimsenin bu kölelerinden Nebi (s.a.v.)'in iki kişiyi
hürriyetine kavuşturmakla birlikte dördünün köleliğini bırakmasıdır.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Senin mirasçılarını varlıklı bırakman ...
hayırlıdır." İnsanlara el açmaları onlardan dilenmek üzere ellerini
avuçları nı açmaları demektir. Hadiste akrabalık bağını gözetmek, akrabalara
iyilikte bulunmak, mirasçılara karşı şefkatli davranmak teşvik edildiği gibi
daha yakın olan akrabanın göze til ip ona iyilikte bulunmanın daha uzak olana
göre daha faziletli olduğu anlaşılmaktadır. Bazı ilim adamları bunun zenginin
fakirden üstün olduğuna da delil göstermişlerdir.
"Sen yüce
Allah'ın rızasını arayarak. .. hanımının ağzına koyduğun lokmaya varıncaya
kadar ... mutlaka ecrini alırsın."
Bu hadisten şunlar
anlaşılmaktadır:
1. Çeşitli hayır
yollarında infakta bulunmak müstehaptır.
2. Ameller niyetler
iledir.
3. Kişi ancak niyeti
ile ameli karşılığında sevap kazanır.
4. Aile fertlerine
yapılan harcama dolayısı ile -eğer bununla yüce Allah'ın rızasını kastedecek
olursa- sevap kazanır.
5. Mübah olan bir iş
ile yüce Allah'ın rızasını kastedecek olursa bu bir itaate dönüşür ve bundan
dolayı sevap kazanır. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de buna
"Hanımının ağzına koyduğun lokmaya varıncaya kadar" buyruğu ile
dikkat çekmiş bulunmaktadır. Çünkü zevcesi onun dünyadan paylarının arzu ve
isteklerinin mübah zevk ve lezzetlerinin en özelleri arasındadır. Onun ağzına
bir lokma koyması adeten bu çoğunlukla onunla oynaşma, latifeleşme ve mübah bir
şekilde zevk alma halinde olur. Böyle bir durum ise itaatten ve ahiret ile
ilgili hususlardan en uzak bir haldir. Bununla birlikte Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) bir kimse bu lokma ile yüce Allah'ın rızasını kastedecek olursa
bundan dolayı ecir kazanacağını haber vermektedir. O halde yüce Allah'ın
rızasını isteyerek yapması şartı ile bunun dışındaki haller ile ecir kazanmak
öncelikle söz konusudur. Bu da aynı zamanda bir kimse esası itibari ile mübah
olan bir işi yaparken onunla yüce Allah'ın rızasını kastedecek olursa bundan
dolayı ecir alacağı hükmünü de ihtiva etmektedir.
Yüce Allah'a itaat
etme gücünü artırmak niyeti ile yemek yemek, ibadete daha bir gayretle kalkmak
maksadı ile dinlenmek için uyumak, nefsini gözünü ve benzeri organlarını
haramdan korumak ve onun hakkını vermek, salih bir evlat sahibi olmak için
zevcesi ile ve cariyesi ile yararlanması gibi haller buna örnektir. İşte Rasülullah
(s.a.v.)'in: "Sizden birinizin cinsel arzusunu (meşru yoldan) karşılaması
da bir sadakadır" buyruğunun anlamı budur. Allah en iyi bilendir.
"Ben: Ey Allah'ın
Rasülü! Ashabından sonra geri mi kalacağım, dedim ... " Kadı Iyaz, dedi
ki: Yani ben ashabından sonra Mekke'de geri mi kalacağım? O bu sorusunu ya daha
önce Mekke'den hicret edip yüce Allah için orayı terk ettiğinden ötürü Mekke'de
kalmaktan çekindiği için söylemiştir. Bu durumda bunun hicretinin değerini
düşüreceğinden yahut da hicreti sebebi ile alacağı sevabını eksilteceğinden
korktuğu için söylemiştir. Yahut da Nebi (s.a.v.)'in ve ashabının Medine'ye
gittikten sonra Mekke'de kalıp hastalığı sebebi ile onlardan geriye
kalacağından korkmuştur. Çünkü onlar yüce Allah için terk edip bıraktıkları bir
şeye tekrar geri dönmekten hoşlanmıyorlardı. Bu sebepten dolayı diğer
rivayette: "Hicretinden sonra geri kalmaktan korkuyorum"
denilmektedir.
Kadı İyaz, dedi ki:
İşte bu hadis-i şerif dolayısı ile Mekke'nin fethinden sonra da hicret hükmünün
baki kaldığı söylenmiştir. Bunun Mekke fethinden önce hicret eden kimseler
hakkında böyle olduğu da söylenmiştir. Mekke Fethinden sonra (Mekke'den) hicret
eden kimseler için ise böyle değildir.
Rasülullah
(s.a.v.)'in: "Şüphesiz sen geri bırakıldıktan sonra herhangi bir amelde
bulunacak olursan ... " Burada geri bırakılmaktan kasıt uzun bir ömür
yaşamak ve ashabından pek çok kimseden sonra hayatta kalmak demektir.
Bu hadis-i şerifte de
salih amelin daha da çoğaltılması için uzun ömrün fazileti ve salih am eller
ile yüce Allah'ın rızasını istemeye teşvik vardır. Allah en iyi bilendir.
"Belki de sen bir
takım kimseler senden yararlanıncaya ve bir takım kimseler senden zarar
görünceye kadar geriye bırakılacaksın (yaşayacaksın)" bu hadis-i şerif
Rasülullah (s.a.v.)'in mucizelerindendir. Çünkü Sa'd (radıyall€ıhu anh) Irak'ı
ve başka yerleri fethedinceye kadar yaşadı. Bir takım kimseler din ve
dünyalarında ondan yararlandığı gibi kafirler de din ve dünyaları hususunda
ondan zarar görmüşlerdir. Çünkü onlar öldürüldüler ve cehenneme vardılar.
Kadınları ve çocukları da esir edildi. Malları ve ülkeleri ganimet alındı. Sa'd
Irak'a vali oldu. Pek çok kimse onun elleri vasıtası ile hidayet buldu.
Haklarında hakkı uyguladığı için pek çok kafir ve benzeri kimseler de ondan
ötürü zarar gördü.
Kadı Iyaz, dedi ki:
Hicret etmiş bir kimsenin zaruretten dolayı olması halinde Mekke'de kalması ve
orada ölmesi hicretinin ecrini boşa çıkarmaz. Ancak kendi istek ve tercihi ile
orada kalması halinde hicretinin ecri boşa çıkar. Bazıları da hicret eden
kimsenin Mekke'de ölmesi nasılolursa olsun onun hicretinin ecrini boşa
çıkartır. Yine Kadı Iyaz'ın, dediğine göre hicretin ancak özelolarak
Mekke'liler üzerine farz kılındığı da söylenmiştir.
Rasulullah
(s.a.v.)'in: "Allah'ım, ashabımın hicretini geçerli kıl ve onlan ökçeleri
üzerine gerisin geri çevirme" buyruğu ile ilgili olarak Kadı Iyaz, dedi
ki: Bazıları bunu nasılolursa olsun hicret etmiş kimsenin Mekke'de kalmasının
hicretini eksilteceğine delil göstermişlerdir. Ama bana göre bunda delilolacak
bir taraf yoktur. Çünkü Nebi (s.a.v.)'in onlara genel olarak bir dua yapmış
olması ihtimali vardır. "Ashabımın hicretlerini geçerli kıl" buyruğu
da hicretlerini tamamla ve onu boşa çıkarma. Hicretlerini terk etme suretleri
ile ve razı olunan hallerindeki istikametlerinden geri dönmeleri sureti ile
onları ökçeleri üzerine gerisin geri çevirme demektir.
"Fakat zavallı
Sa'd b. Havle'dir" zavallı (bais) zavallılığın izleri üzerinde görülen
kimse demektir ki bu da fakirlik ve azlıktır.
"Mekke'de öldüğü
için Rasulullah (s.a.v.)'de onun için ağıt yaktı." ilim adamlarının,
dediklerine göre bu sözler raviye aittir. Nebi (s.a.v.)'in sözü değildir.
Aksine onun (s.a.v.) sözleri: "Fakat zavallı olan Sa'd b. Havle'dir"
ile sona ermektedir. Ravi bu sözün anlamını açıklamak üzere bu sözleri
söylemiştir. Yani Nebi (s.a.v.) bu sözleri ile onun için ağıt yakmış, onun için
üzülmüş, Mekke'de öldüğünden ötürü ona acımıştı. Bu sözü söyleyenin kim olduğu
hususunda da ihtilaf etmişlerdir. Bu sözleri söyleyenin Sa'd b. Ebu Vakkas
olduğu söylenmiştir.
Nitekim bu bazı
rivayetlerde müfessel olarak (açıklanmış olarak) gelmiştir.
Kadı Iyaz, dedi ki:
Ama çoğunlukla nakledilen bu sözün Hadesan'ye ait olduğudur. Kadı Iyaz devamla,
dedi ki: Sa'd b. Havle kıssasının mahiyeti hakkında ihtilaf etmişlerdir. Onun
Mekke'de ölünceye kadar oradan hicret etmediği söylendiği gibi isa b. Dinar ve
başkaları da şunu söylemişlerdir: Buhari'nin zikrettiğine göre o hicret etmiş,
Bedir'e katılmış sonra da Mekke'ye geri dönüp orada ölmüştür. ibn Hişam da
şöyle demektedir: O ikinci Habeşistan hicretine katılmış, Bedir ve daha başka
gazalarda da bulunmuş, Veda haccında hicretin 10. Yılında Mekke'de vefat
etmiştir. Kendisinin Mekke'de Hudeybiye barışı esnasında hicretin yedinci
yılında Medine'den çıkıp orada vefat ettiği de söylenmiştir. Buna ve İsa b.
Dinar'ın görüşüne göre onun zavallılığının sebebi kendi isteği ile dönüp
Mekke'de ölmesinden ötürü hicretinin hükümsüz olması dolayısı iledir.
Diğerlerinin kanaatine göre ise zavallı oluş sebebi kendi seçimi ile olmasa
dahi hangi durumda olursa olsun Mekke'de ölmüş olmasıdır. Buna sebep ise yüce
Allah'a hicret yolunda vatanından uzak hicret ettiği yurtta ölmemek sureti ile
kaçırdığı ecir ve kamil sevaptır.
Kadı Iyaz, dedi ki: Bu
hadis-i şerifte Nebi (s.a.v.)'in Sa'd b.
Ebi Vakkas ile
birlikte bir adamı geride bıraktığı ve ona: Eğer Mekke'de vefat ederse onu
Mekke'de defnetme diye emir buyurduğu da rivayet edilmektedir.
Müslim'de diğer
rivayette hicret ederek ayrıldığı yerde ölmekten hoşlanmadığını söz konusu
etmektedir. Müslim'in diğer rivayetinde de Sa'd b. Ebi Vakkas'ın şöyle dediği
bildirilmektedir: Ben Sa'd b. Havle'nin öldüğü gibi hicret ederek ayrıldığım
yerde öleceğim diye korktum.
Burada sözü edilen
Sa'd b. Havle ise Sübeya el-Eslemiye'nin kocasıdır. Sa'd b. Ebi Vakkas ile
ilgili olan bu hadiste Kur'an-ı Kerim'de sözü edilen vasiyetin genel
çerçevesinin sünnet ile tahsis edilmesinin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu aynı
zamanda usül alimlerinin çoğunluğunun da kabul ettiği bir görüştür. Sahih olan
da budur.
4194-10110- Bana İbrahim
b. Musa er-Razi tahdis etti. .. İbn Abbas'dan şöyle dediğini rivayet etti:
Şayet insanlar üçte biri dörtte bire çekseler (iyi olurdu) çünkü Rasulullah
(s.a.v.): "Üçte bir olur. Bununla birlikte üçte bir de çoktur ya. "
buyurmuştur.
Hadisin Veki'den gelen
rivayetinde: "Büyüktür, yahut çoktur" denilmektedir.
Açıklama:
"İbn Abbas, dedi
ki: İnsanlar üçte biri dörtte bire çekseler..." Buradaki (çekseler
anlamını verdiğimiz) "gaddu" gayn ve dad harfi ile olup eksiltseler
anlamındadır. Hadisten vasiyetin üçte birden eksik olmasının müstehab olduğu
anla- şılmaktadır. Mutlak olarak ilim adamlarının çoğunluğu da bu kanaattedir.
Bizim mezhebimize göre ise eğer mirasçıları varlıklı kimseler ise üçte biri
vasiyet etmek müstehab olur. Öyle değilse üçte birden aşağı vasiyette bulunmak
müstehaptır demişlerdir.
Ebu Bekir es-Sıddik
(radıyallahu anh)'dan malının beşte birini vasiyet ettiği rivayet edilmiştir.
Ali (radıyallahu anh)'dan da buna yakın bir rivayet gelmiştir. İbn Ömer ve
İshak'dan dörtte biri vasiyet ettiği rivayet edilmiştir. Başkaları da altıda
bir diğerleri de bundan da aşağı başkaları onda bir demişlerdir. İbrahim
en-Nehai -yüce Allah'ın rahmeti ona-, dedi ki: Mirasçılardan birisinin payı
kadar vasiyette bulunmayı mekruh görürlerdi. Ali, İbn Abbas, Aişe ve
başkalarından (radıyallahu anhum) rivayet edildiğine göre mirasçıları olup
bırakacağı miras az olan kimsenin vasiyette bulunmamasını müstehab
görmüşlerdir.
Bu hadisin isnadında:
"Bize Ebu Kureyb tahdis edip, dedi ki: Bize İbn Numeyr tahdis etti, hepsi
Hişam b. Urve'den, o babasından, o İbn Abbas'dan" denilmektedir. Bu isnad
bizim diyarımızın nüshalarında bu şekildedir. el-Culudi'nin rivayetinde
böyledir. Hepsinde de Ebu Kureyb vardır. Kadı Iyaz'ın naklettiğine göre İbn
Mahan'ın nüshasında da zikrettiğimiz gibi Ebu Kureyb geçmektedir. el-Culudi
nüshasında ise Ebu Kureyb yerine Ebu Bekr b. Ebu Şeybe kaydedilmiştir. Ama
doğrusu bizim az önce kaydettiğimizdir. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için aşağıdaki
link’i kullan:
FERAİZİ (MİRAS
HİSSELERİNİ) SAHİPLERİNE VERİN, ARTAN OLURSA EN YAKIN
ERKEĞİNDİR (HADİSİ) BABI