Ana sayfa

 

ÖMER BİN EL-HATTAB R.A. :

Ömer (r.a.)’ın Humeydi’deki Hadisleri

 

Ömer bin el-Hattab (r.a.) İbnü’l-Esir

 

Hz Ebû Bekir’den sonra Eshab-ı kiramın en büyüğü ve Peygamberimizin ikinci halifesi. Hülefa-i Raşidinden ve Aşere-i mübeşşereden yani Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hicretten kırk sene önce Mekke’de doğdu. Dokuzuncu dedesi olan Ka’b’da soyu Peygamberimizin (s.a.v.) soyu ile birleşir. Babası Hattab Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden, annesi Hanteme bint-i Hişam Ebû Cehil’in kızkardeşi idi. Künyesi Ebû Hafs’dır.

 

İslamdan önceki Mekke toplumunda doğup büyüyen Hz. Ömer nesep ilmini, (soy kütüğü) iyi bilirdi.

 

Gençliğinde ata biner ve güreş yapardı. Babasının koyunlarını güderdi. Daha sonra ticaretle meşgul olmuş ve çeşitli memleketlere gitmiştir. Aynı zamanda Kureyş’in sefiri yani elçisi idi. Hicaz bölgesinin o zaman en meşhûr ve en büyük panayırı olan Ukaz panayırında defalarca güreşte birinci oldu. Ayrıca hitabetinin üstünlüğü ve ata binmekteki mahareti ile meşhûr olmuştur. Eğere dokunmadan ata binerdi.

 

Sol elini sağ eli gibi iyi kullanırdı. Çok heybetli, cesur ve çok kuvvetli idi. Edebinden, hayasından Resûlullahın huzurunda o kadar yavaş konuşurdu ki, Peygamberimiz (s.a.v.) “Yüksek söyle ya Ömer işitemiyorum” buyururdu.

 

Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün gördü ki Hz. Ömer ile Ebû Cehil bir yerde oturmuşlar, gizli gizli bir şeyler konuşuyorlardı. O gece Resûlullah (s.a.v.) “Ya Rabbî bu İslam Dinini Ömer ile yahut Ebû Cehil ile kuvvetlendir” diyerek dua etti. Peygamberimizin (s.a.v.) duası üzerine Hz. Ömer müslüman olmakla şereflendi.

 

Hz. Ömer’in Müslüman Olması: Bi’setin yani Resûlullaha (s.a.v.) peygamber olduğunun bildirildiği günün altıncı yılında, Resûlullahın amcası Hazret-i Hamza îmana gelince, müslümanlar çok kuvvetlendi.

 

Çok sevindiler. Bu iş Kureyş kafirlerine güç geldi. İleri gelenleri toplandılar: (Muhammedin adamları çoğalıyor. Bunu önlemeğe çare bulalım) dediler. Her biri birşey söyledi. Ebû Cehil (Muhammed’i öldürmekten başka çare yoktur. Bunu yapana şu kadar deve, bu kadar da altın veririm) dedi. Ömer bin Hattab yerinden fırladı. (Bu işi, Hattab oğlundan başka yapacak yoktur) dedi. Onu alkışladılar. (Haydi Hattab oğlu! Görelim seni) dediler. Kılıncını çekerek yola düştü. Nu’aym bin Abdullah’a rastladı. (Bu şiddet, bu hiddetle nereye ya Ömer?) dedi. O da (Millet arasına ikilik sokan, kardeşi kardeşe düşman eden Muhammed’i öldürmeğe gidiyorum) dedi. (Ya Ömer! Güç bir işe gidiyorsun. O’nun Eshab’ı çevresinde, pervane gibi dolaşıyor. O’na birşey olmasın diye titreşiyorlar. O’na yaklaşmak çok zordur. O’nu öldürsen

bile Abdulmuttaliboğullarının elinden yakanı nasıl kurtarabilirsin?) dedi. O’nun bu sözlerine çok kızdı. (Yoksa, sende mi onlardan oldun? önce senin işini bitireyim) diye, kılınca sarıldı. (Ya Ömer! Beni bırak! Kardeşin Fatıma ile, zevci Sa’îd bin Zeyde git ki, ikisi de müslüman oldu), dedi.

 

Onların müslüman olduğuna inanmadı. (Eğer inanmazsan, git sor! Anlarsın) dedi. Bu işi başarırsa, din ayrılığı ortadan kalkacak, fakat Arapların adeti olan kan davası hasıl olacaktı. Kureyş ikiye bölünecek. Birbiri ile çarpışacaktı. Böylece, değil yalnız Ömer bin Hattab, bütün Hattaboğulları öldürülecekti. Fakat Ömer bin Hattab çok kuvvetli, cesur ve öfkeli olduğundan bunları düşünememişti. Kardeşini merak edip hemen evlerine gitti. O anlarda (Taha) sûresi yeni gelmiş, Sa’îd ile Fatıma, bunu yazdırıp, Habbab bin Eret adındaki sahabîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı. Ömer bin Hattab, kapıdan bunların sesini duydu.

 

Kapıyı çok sert çaldı. O’nu, kılıç belinde, kızgın görünce, yazıyı sakladılar. Habbab’ı gizlediler. Sonra kapıyı açtılar. İçeri girince (Ne okuyordunuz?) dedi. (Birşey yok) dediler. Kızması artarak, (işittiğim doğru imiş, siz de O’nun sihrine aldanmışsınız), dedi. Sa’îd’i yakasından tutup, yere atdı. Fatıma kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan akmaya başladığını görünce, kardeşine acıdı. Fatıma’nın canı yandı. Kana boyandı ise de, îman kuvveti, kendisini harekete getirip, Allahü tealaya sığınarak, (Ya Ömer! Niçin Allah’dan utanmazsın? ayetler ve mu’cizeler ile gönderdiği Peygambere inanmazsın? işte ben ve zevcim, müslüman olmakla şereflendik. Başımızı kessen, bundan

dönmeyiz) dedi ve kelime-i şehadeti okudu. Hz. Ömer, yere oturdu. Yumuşak sesle, (Hele şu okuduğunuz kitabı çıkarınız) dedi. Fatıma, “Sen abdest veya gusül abdesti almadıkça onu sana vermem” dedi.

 

Hz. Ömer abdest aldı. Ondan sonra Kur’an sahifesini Fatıma getirdi. O’na verdi. Hz. Ömer, güzel okuma bilirdi. Taha sûresini okumağa başladı. Kur’an-ı kerîmin fesahati, belagatı, manaları ve üstünlükleri kalbini çok yumuşattı. (Göklerde ve yer yüzünde ve bunların arasında ve toprağın altındaki şeyler hep O’nundur) ayetini okuyunca, derin derin düşünceye daldı. (Ya Fatıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin tapdığınız Allahın mıdır?) dedi. Kardeşi (Evet, öyle ya! Şüphe mi var?) dedi. (Ya Fatıma! Bizim binbeşyüz kadar altundan, gümüşten, tunçdan, taşdan oymalı, süslü heykellerimiz var. Hiçbirinin, yeryüzünde bir şeyi yok!) diyerek, şaşkınlığı arttı. Biraz daha okudu. (O’ndan başkasına, tapılmaz, bel bağlanmaz. Herşey, ancak (O’ndan beklenir. En güzel isimler O’nundur) ayetini düşündü. (Hakikaten, ne kadar doğru) dedi. Habbab bu sözü işitince, yerinden fırladı. Tekbîr getirdikten sonra, (Müjde ya Ömer! Resûlullah Allahü tealaya dua ederek, (Ya Rabbi! Bu dinî, Ebû Cehil ile yahud Ömer ile kuvvetlendir) buyurdu. İşte bu devlet, bu se’adet sana nasip oldu) dedi. Bu ayet-i kerîme ve bu dua, Ömerin kalbindeki düşmanlığı sildi, süpürdü. Hemen, (Resûlullah nerede?) dedi. Kalbi, Resûlullahın sevgisi ile yanmağa başladı. O gün, Resûl-i ekrem (s.a.v.) Safa tepesi yanında, Erkam’ın evinde Eshabına nasîhat veriyordu. Eshab-ı kiram toplanmış, onun nurlu cemalini görmekle, tatlı tesirli sözlerini işitmekle kalblerini cilalıyor, ruhlarını ferahlatıyorlardı. Sonsuz lezzet, zevk ve neşe içinde halden hale dönüyorlardı. Hz. Ömer’i buraya getirdiler. O’nun kılıçla geldiği görüldü. Heybetli, kuvvetli olduğundan, Eshab-ı kiram, Resûlullahın etrafını sardı. Hazret-i Hamza (Ömer’den çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. Yoksa o kılıncını çekmeden ben onun başını yere düşürürüm) derken, Resûlullah (Yol verin, içeri gelsin!) buyurdu. Biri sağında, biri solunda, ötekiler tetikte olarak içeri girdi. Cebrail (a.s.) daha önce Hz. Ömer’in îman ettiğini, yolda olduğunu haber vermişti. Resûlullah, Hz. Ömer’i tebessüm buyurarak karşıladı ve (Bırakınız, yanından ayrılınız) buyurdu. Bırakdılar, Resûlullahın önünde diz

çökdü.

 

Resûlullah Hz. Ömer’i kolundan tutup (İmana gel ya Ömer!) buyurdu. O da temiz kalb ile kelime-i şehadeti söyledi. Eshab-ı kiram, sevinçlerinden yüksek sesle tekbir getirdi. O zamana kadar gizli îmana gelirlerdi. Hz. Hamza’nın ve üç gün onra Hz. Ömer’in müslüman olması ile, müslümanlar kuvvetlendi.

 

Hz. Ömer Kardeşlerimiz ne kadardır?) dedi. (Seninle kırk olduk) dediler. (Öyle ise, ne duruyoruz? Haydi çıkalım, Harem-i şerîfe gidelim. Açıkça okuyalım!) dedi. Resûlullah kabul buyurdu. Önde Hz. Ömer, sonra Hz. Ali, ondan sonra Resûlullah, sağında Hz. Ebû Bekir, solunda Hz. Hamza, arkasında öteki Sahabîler yürüyerek Harem-i şerîfe gittiler. Kureyşin ileri gelenleri, orada Hz. Ömer’den müjde bekliyorlardı. Ömer, Muhammedîleri toplamış getiriyor dediler. Sevindiler. Ebû Cehil, zekî, cin fikirli olduğundan, bu gelişi beğenmedi. İleri varıp (Ya Ömer! Bu ne?) dedi. Hazret-i Ömer hiç aldırış etmeden (Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah) dedi. Ebû Cehil, ne diyeceğini şaşırdı. Dona kaldı. Hazret-i Ömer bunlara dönerek, (Beni bilen bilir. Bilmeyen bilsin ki, Hattab oğlu Ömer’im.

 

Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen, yerinden kıpırdasın!) dedi. Hepsi geriye çekilip dağıldılar. Ehl-i İslam, Harem-i şerîfde saf olup, yüksek sesle tekbir aldı. İlk olarak meydanda namaz kıldılar. Hazret-i Ömer, o günden sonra dayısı Ebû Cehle ve kafirlerin ileri gelenlerine meydan okudu.

 

Hz. Ömer müslüman olunca “Ey Peygamberim sana Allah ve mü’minlerden, senin izinde gidenler yetişir.” mealindeki Enfal sûresi altmışdördüncü ayeti indi. Hz. Ömer müslüman olduktan sonra hicrete kadar Resûlullah’ın (s.a.v.) yanından ayrılmadı. O da diğer müslümanlarla birlikte İslamiyetin yayılmasında hizmet etti. Müşriklerin safha safha ilerlettikleri düşmanlıkları ve işkenceleri karşısında dikilip kahramanca mücadele etti.

 

Eshab-ı kiram Mekke’den Medine’ye gizli hicret ederken Hz. Ömer açıkça hicret etti. Hicreti şöyle oldu. Kılıcını kuşandı, yanına oklarını ve mızrağını alıp Ka’be’yi açıkça 7 defa tavaf etti. Orada bulunan müşriklere yüksek sesle şunları söyledi: “İşte ben de dinimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum. Karısını dul çocuklarını yetim bırakmak, anasını ağlatmak isteyen varsa önüme çıksın.” Böylece yanında 20 müslüman ile açıkça Medine’ye hicret etti. Medine’ye daha önce varıp Resûlullah’ın (s.a.v.) teşrif etmekte olduğunu müjdeledi. Kuba’ya yerleşip Peygamberimizi karşıladı. Hicretten sonra Eshab-ı kiram arasında yapılan kardeşlikte Hz. Ömer de Utban İbni Malik ile kardeşlik kurmuştu. Hergün biri nöbetleşe Resûlullahın huzurunda bulunur, duyduklarını birbirine naklederlerdi.

 

Abdullah bin Zeyd bin Sa’Iebe ve Hz. Ömer rüyada ezan okunmasını görüp Peygamberimize

(s.a.v.) söylediler. Resûlullah (s.a.v.) bunu beğenip namaz vakitlerinde okunmasını emir buyurdu.

 

Hz. Ömer bütün savaşlarda bulundu. Bedir ve Uhud savaşında devamlı Resûlullahın (s.a.v.) yanında bulundu. Bedir savaşına Kureyş’in bütün kabileleri iştirak ettiği halde, Benî Adîy kabilesi Hz. Ömer’in korkusundan savaşa iştirak etmemiştir. Bu savaşa Hz. Ömer’in kabilesinden sadece 12 kişi iştirak etmiştir. Hz. Ömer bu savaşta Kureyş’in kumandanlarından olan dayısı as bin Haşim’i kendi eliyle öldürmüştür.

 

Uhud savaşında ise Resûlullah’ın yanından bir an dahi ayrılmamıştır. Uhud’da müslümanları arkadan çevirmek isteyen müşrikleri geri püskürtmüş idi. Hendek savaşında hendeğin önemli bir yerini emrindeki askerlerle tutmuş, hücum eden düşmana mani olmuştur. Hayberin fethinden sonra askerler arasında taksim edilen araziden kendine düşen kısmı vakfetti. Bu ilk vakıflardan biri oldu. Mekke’nin fethinde de bulundu. Mekke’nin fethinden sonra yapılan Huneyn savaşına katıldı. Tebük seferinde bütün malının yarısını orduya verdi. Hendek Savaş’ından sonra Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa ile evlendi. Böylece Resûlullah’ın akrabası olmakla şereflendi. Veda Haccında da bulunan Hz. Ömer, Resûlullahın (s.a.v.) vefatından sonra Hz. Ebû Bekir’e devamlı yardımcı oldu.

Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesinde ilk bîat eden Hz. Ömer’dir. Bundan sonra da her işinde halifeye yardım edip, vefatına kadar O’nun hizmetinde bulundu. Üsame ordusunun Suriye’ye gönderilmesinde, irtidat (dinden dönme) olaylarının önlenmesinde büyük hizmetler yaptı. Hz. Ebû Bekir devrinin Beytül-mal emini, yani maliye vekili Hz. Ömer idi. Bu hususta da adaletle hizmet etmiştir. O zaman henüz toplanmamış sahifeler halinde bulunan Kur’an-ı kerîm’in bir kitap haline getirilip iki kapak arasında toplanmasını ilk önce Hz. Ömer istemiştir. Bu hususta Hz. Ebû Bekir ile görüştükten sonra, Hz. Ebû Bekir Kur’an-ı kerîm ayetlerini kitap halinde bir araya toplattı. Hz. Ebû Bekir vefatına yakın, Eshab-ı kiramın

(r.a.) ileri gelenlerini çağırıp görüştükten sonra, Hz. Ömer’i halife tayin etti. Hz. Osman’ı çağırarak yaz buyurdu. O da yazmağa başladı. Önce besmele yazıldı. Sonra: “Bu Allah’ın Resûlünün (s.a.v.) halifesi Ebû Bekir’in dünyadaki son günü, ahiretteki ilk gününün vasiyetidir.” (Ben Ömer İbni Hattab’ı halife seçtim.

 

O’nu dinleyin. O’na itaat edin! Hayrı araştırmada kusur etmedim. Eğer sabır ve adalet eylerse beni tasdîk etmiş olur.. Yanılmışsam gaybı ancak Allah bilir. Ben hayrı istedim...) yazdırdı. Hz. Ebû Bekir kendinden sonra Hz. Ömer’i halife seçtiğini Eshab-ı kirama bildirip yazdırdığı vasiyyetini de okuyunca Eshab-ı kiram “Kabul ettik ve itaat ettik” dediler.

 

Hz. Ömer hicretin onüçüncü yılında halife oldu. Kendisine bîat edildiği ilkgün hutbeye çıktı. Allahü teala’ya hamd u sena’dan sonra buyurdu ki: “Hicaz size yerleşilecek bir yer değildir. Ancak hayvanlar için otlak arayacak bir yurttur. Hicaz’ı, Hicazlılar; ancak bu şekilde tutabilirler. Yani Hicaz’ın korunması için seferler ederek kendilerine otlak aramaları gerekir. Allah’ın va’dini getireceği zamanlarda Muhacirler nerede? Allah’ın size miras bırakmak üzere va’d ettiği yerlere yürüyünüz. Yüce Allah, Kur’an-ı kerîm’de İslam dinini öteki dinler üzerine üstün kılacağını va’d ettiğinden dinini yükseltecek ve dine yardım edenleri sevinçli kılacaktır. Allah’ın salih kulları nerede?” Hz. Ömer hutbesini bitirince Eshab-ı kiram hep birden Cihad arzusuyla yanmaya başladı ve Irak taraflarına Cihada gittiler.

 

Hz. Ömer ilk defa Emîr-ül-Mü’minîn ismini aldı. On sene altı ay ve yedi gün dünyada hiç görülmemiş bir adaletle halifelik yaptı. Halifeliği sırasında o zamanın iki büyük devleti olan Bizans ve Sa’sani İmparatorluklarının hakimiyeti altında bulunan Suriye, Filistin, Mısır, Irak ve İran’ı İslam Devleti’nin sınırları içine aldı. Zamanında 1036 büyük şehir zapt edildi. Dörtbin Cami yapıldı. Dörtbin kilise harap oldu.

 

Kuzey Afrika’dan Türkistan’a Azerbaycan’dan Yemen’e kadar uzanan ve iki milyon kilometre kareden büyük olan İslam Devleti’ni, kurduğu mükemmel müesseselerle gayet muntazam bir şekilde idare etti.

 

Yemen Neran’ındaki Yahudileri Irak Necran’ına yerleştirdi ve onlara eman verdi. Devleti idari bölgelere ayırdı. Bu bölgelerin en başta gelenleri Hicaz, Suriye El-Cezîre, Basra, Kûfe, Mısır, Filistin, İran, Horasan ve Kirman bölgeleri idi. Her bir idari bölgenin başına bir vali tayin etti. Tayin ettiği Valilere “Sizi insanlara tahakküm etmek, saltanat sürmek, zorbalık yapmak için tayin etmedim. Siz hidayete götüren rehber olacaksınız. Müslümanlar size uyacaktır. Binaenaleyh müslümanların hukukunu gözetiniz. Müslümanları dövmeyiniz ki, zillete duçar olmasınlar. Onları haksız yere methetmeyiniz ki, şımarmasınlar.

 

Kapılarınızı yüzlerine kapatmayınız ki, kuvvetliler zayıfları ezmesinler. Kendinizi müslümanlardan üstün görmeyiniz ki, zulme duçar olmasınlar” diye nasîhat ederdi. Hz. Ömer valilerinden, kadılarından ve diğer istihdam ettiği memurlarından mal beyannamesi isterdi. Onlara dolgun maaş verirdi. Valilerin aylık maaşı 1000 dinar idi. Valiler hakkında yapılan şikayetleri tahkik ederdi. Bu tahkikatı Muhammed bin Mesleme tarafından yaptırırdı. Bölgeleri de vilayet, nahiye, kasaba merkezlerine ayırdı. Buraların idaresini verdiği valilerin, memur ve diğer görevlilerin seçiminde ve denetiminde son derece titiz davranırdı.

 

Davalara bakması için mahkemeler, adlî teşkilatlar, suç ve zabıta işlerine bakan, satıcıları kontrol eden, halkın birbiriyle olan günlük münasebetlerini düzenleyen teşkilatlar kurdu. Beyt-ül-mal için ayrı bir yer ve yürütülmesini sağlayacak memurlar tayin edildi. İlk defa para bastırdı. Yollar, köprüler inşaa edilip, su kanalları açılmıştı. Mekke’de hacılar için, yollar boyunca misafirhaneler, hanlar yapılıp, kuyular açılmıştı.

 

Yeni feth edilen bölgelerde yerleşim merkezleri kurulup buralar imar edildi. Yazılı muamelelerde karışıklığı önlemek için Peygamberimizin (s.a.v.) hicreti başlangıç olan takvim kararlaştırıldı.

 

Sevad arazisi feth edilince Eshab-ı kiram’la istişare etti. Eshab-ı kiram’ın bazıları arazinin 1/5’i Beyt-ül-male ayrıldıktan sonra, geri kalanın gazilere taksim edilmesini istiyorlardı. Hz. Ömer ise, Haşr sûresi 7. 8. 9. 10. ayetlerini delil getirerek, “Eğer araziyi taksim edersem, sizden sonra geleceklere bir şey kalmaz. Servet ve mal bir kaç kişinin arasında kalır.” dedi. Bundan sonra araziyi eski sahiplerine bıraktı ve haraç vergisi koydu. Bu haraç vergisinin miktarlarını tesbit etti. Yine O’nun zamanında zımmîlerden alınan Cizye vergisinin miktarı daha sonraki asırlarda aynen tatbik edilmiştir.

 

Yine Eshab-ı kirama maaş verilmesi için bir dereceleme yapıp her birinin derecesi divan denilen defterde tesbit edilmişti. Bunların saklandığı yere de divan adı verilmiştir. Ayrıca miskînlere, fakîr olanlara Beyt-ül-maldan un ve yiyecek verilmesi şeklinde nafaka bağlanmıştır.

 

Mısır valisi amr İbn-ül-as, Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayacak bir kanal açmak için teşebbüse geçmek üzere izin istediğinde, Hz. Ömer ona gerekli izni vermiştir. İslam’ın adaletini bütün dünyaya tanıtan Hz. Ömer, ilmin yayılmasına, insanların eğitilmesine de büyük önem verir ve feth edilen yerlerde İslamiyet’in yayılması, yeni kitlelere anlatılması için çok gayret sarf ederdi. Kur’an-ı kerîm ve Hadîs-i şerîflerin öğretilmesi için her tarafta okullar açılmış ve buralarda ders vermek üzere maaşlı muallimler tayin edilmişti.

 

Hazret-i Ömer, insanların bilmedikleri meseleler, hükümler hakkında, malûmat elde edebilmeleri için müftüler tayin etmişti. Herkes, muhtaç olduğu dîni, hukukî bilgileri müftülerden sorup Öğrenerek, ona göre hareketini tanzim edebilirdi. Fetva ve insanları irşad vazifesi, pek mühim olup, bunun ehli olmayan kimseler tarafından yapılması, faide yerine zarar vereceğinden, Hz. Ömer müftüleri tayin eder, kendisinin müsaadesini kazanamayanları fetvadan men’ ederdi. Zamanında fetva verme vazifesini gören zatlar, Hz. Ali, Hz. Osman, Muaz bin Cebel, Abdurrahman bin Avf, Übey İbni Ka’b, Zeyd bin Sabit, Abdullah İbn-i Mes’ûd, Abdullah İbn-i Abbas, Cabir bin Abdullah, Ebû Hüreyre, Ebüdderda gibi Eshab-ı kiramın büyükleri bulunuyordu. Hz. Ömer adli teşkilatın temellerini kurdu. Mahkeme usulünü tesbit etti.

 

Ebû Mûsa Eş’arîye yazdığı aşağıdaki mektûb hukuk usûlü bakımından şaheserdir.

“Kaza Da’vaları hal ve değiştirmesi ve bozulması caiz olmıyan bir farizadır ve uyulması icab eden bir sünnettir. Bir hadise (olay, vak’a) hakkında sana baş vurulunca, iki tarafın sözlerini güzelce dinle, anla; bir hak ikrar ve itiraf edilince, hükme rabt et (bağla) tenfiz eyle, (hükmü yerine getir). Çünkü infaz edilmiyecek olan hak bir sözün sadece söylenmesi fayda vermez. Karşında, meclisinde, adalet huzurunda insanları eşit tut. Ta ki, mevki’ sahipleri senden tarafgirlik ümidine düşmesinler, zaif olanlar da adaletinden me’yûs, kalben kırık olmasınlar.

Beyyine (delil) ve şahit getirme da’vacıya yemin etmek de da’vayı inkar edene aittir. Yani da’vacı şahid bulamazsa, isteği üzere da’valıya yemin tevcih edilir. Müslümanların arasında sulh yapılması caizdir.

 

Ancak haramı halal, halali haram kılacak bir sulh caiz değildir. Dünkü gün vermiş olduğun bir hüküm, nefsine müracaatla, haklılığa, doğruluğa, yol bulduğun takdirde, seni hakka dönmekten men etmesin.

 

Yani ictihadın değişerek evvelce vermiş olduğun bir hüküm de isabetsizliğine kani’ olursan, o hükmün, benzeri bir hadise hakkında yeni ictihadına göre hüküm vermekliğine mani’ olmasın. Çünkü hak kadimdir. Hakka dönmek, batılda sebat etmekten hayırlıdır.

Kalbini çalıştırıp hükümlerini Kur’an’da, Sünnette bulamadığın mes’eleler hakkında güzelce imal-i fikr et (düşün), sonra bu gibi şeylerin benzerini bul, bunları birbiriyle kıyas et Bunlardan Hak tealaya daha sevimli, daha yakın ve hakka, doğruya daha benzer olanı ihtiyar eyle (seç). Da’vacıya, (beyyinesini ikame edecek kadar) bir müddet ver. Bu müddet içinde beyyinesini izhar ederse, hakkını alır; edemezse aleyhine hüküm verilmesi icab eder. Böyle bir müddet verilmesi, mazeret hususunda pek belîğ ve şübhenin izalesi, için de pek açık bir esastır.

 

Bütün müslümanlar, bir biri hakkında, adildirler. Kazfden (Bir müslüman’a iftiradan dolayı) hakkında had cezası tatbik edilmiş olan, yahud vela ve karabet sebebiyle (velilik veya akrabalık) kendisinde menfeati celb, (çeken) mazarratı (zararları) def töhmeti bulunan veyahud yalan yere şahidlikte bulundukları tecribe ile anlaşılan kimseler müstesna, bunlardan başkasının şehadetleri kabul olunur. Çünkü Hak teala, sizin gizli işlerinizden (yüz çevirmiş) beyyineler sebebi ile sizden mes’uliyeti kaldırmışdır. Yanî insanların gizli şeylerini araştırıp ona göre hüküm vermekle mükellef değilsiniz. Sizin yapacağınız şey, beyyinelere göre hüküm yermektir. Dünyevi hükümler, zahire, görünene göredir. Bunlarda gizlilik açık

olanlara tabidir. Uhrevî hükümlerde ise, gizliler asıldır, zevahir, seraire tabidir.

 

Muhakeme esnasında, Hak teala ve tekaddes hazretlerinin, kendisine sevab vereceği ve ebedi mükafat ihsan buyuracağı hak mevkilerinde kızmaktan, sabırsızlıktan, kalb ızdırabından ve müteezzî (üzülmekten) olmaktan hazer et-kaçın! Ya’nî muhakemeyi sabır ile, teenni ile yürüt. Her kim niyyetini kendisi ile Allahü teala arasında halis kılarsa, hak uğrunda kendi aleyhine de olsa, Hak teala onun, kendisiyle insanlar arasında işlerine kifayet eder, ya’nî onu korur, vereceği hükümden dolayı bir tehlûkeye ma’rûz kalmaz. Herhangi bir kimse, mesela hakim, hilafını Allahü tealanın bildiği bir sıfatla; ya’nî kendisinde gerçekten bulunmıyan bir fazîletle, bir husus ve samimiyetle insanlara karşı süslenecek olursa, Allahü teala onu, insanlar arasında rüsva eder. Çünkü Allahü teala, ibadetlerden, ancak halisane olanları kabul eder. Diğerlerini etmez.

 

 “Hak tealanın dünyada vereceği rızık ve rahmetinden, hazînelerinden ihsan buyuracağı mükafat hakkında ne düşünüyorsun? (Ya’nî bunun derecesi sonsuzdur. Ona göre hareket et. Hükmünde hak’dan ayrılma, mükafatını Cenab-ı Hak’dan bekle.”

 

Yine Kadı Şüreyh’e yazdığı mektubda da şöyle buyurdu: “Hükümlerini Kur’an-ı kerîm’e istinad ettir. Şayet orada istediğini bulamazsan hadîs-i şerîflere müracaat et. Orada da istediğini bulamazsan icma-i ümmet’e göre hüküm ver. Bu da seni tatmin etmezse ictihad et.” Bu sözüyle ehl-i sünnetin temel delillerini ortaya koymuş oluyordu.

 

Hz. Ömer bir defasında at satın almak istemişti. Atı tecrübe etmek için bir biniciye vermiş, at da binici tarafından kazaya uğratılmıştı. Hz. Ömer atı almaktan vazgeçerek sahibine iade etmek istedi. Fakat atın sahibi razı olmadı. Bu mesele Kadı Şüreyh’e intikal etti. Kadı Şüreyh şu hükmü verdi.

 

“Şayet at sahibinin rızası ile tecrübe edildiyse sahibine iade edilebilir. Aksi takdirde iade edilmez.” Hz. Ömer “Hak ve Adalet budur” buyurdu ve atın bedelini verdi.

 

Hz. Ömer çok adil, abid, çok merhametli, aşağı gönüllü olup, fakîrlerle yaşar idi. Diğer bir hizmeti de müslümanların artmasıyla küçük gelmeye başlayan Mescid-i Haram’ı ve Mescid-i Nebevî’yi genişletip tamir ettirmesidir. Mescid-i Haram etrafına da duvar çektirdi.

Hz. Eslemî, Beyt-ül-mala bakmağa memur etmişti. Eslemî’den, Hazret-i Ömer Beyt-ül-maldan

birşeyler alıyor mu? diye sordular. İhtiyacı olduğu zaman borç alır, eline geçince öder, dedi. Hz. Ömer, kuru arpa ekmeği yer, kalın kumaşlardan elbise giyerdi. Zamanında çok fetihler oldu. O’nun zamanında sekizbin camide Cum’a namazı kılınıyordu. Her nereye asker gönderse, zafer bulup, sağ salim olarak ganimetle dönerdi. Ordusunun mağlup olduğu görülmemiştir. Çünkü çok hazırlıklı, tedbirli ve adaletli hareket ederdi. Bu şanı, şöhreti O’nun yemesini içmesini değiştirmedi. Mübarek, kalbine kibir gelmedi, büyüklenmedi. Sonu üzüntü, pişmanlık olan iş yapmadı. Kudüs’e giderken deveye kölesi ile nöbetleşe biniyordu. Şehre girerken deveye binme sırası kölesine geldiği için devenin önünde yürüyordu. Kuvveti, adaleti, askerleri üç kıtayı titreten İslam halifesini görmeye gelenleri hayrette bırakmıştı. Kudüse geldiğinde orada bir hutbe okudu ve buyurdu ki: “Hamd ve sena Allahü teala’ya mahsustur. O her şeye kadirdir, dilediğini yapar. Allahü teala, bizi İslam dîni ile şerefli kıldı. Muhammed aleyhisselam ile doğru yolu gösterdi. Bizden dalaleti, sapıklığı kaldırdı. Buğz ve adavetten, ayrılık ve tefrikadan uzaklaştırdı. Ey müslümanlar, bu büyük nimete hamd ediniz. Zira böyle yapmamız, nimetin artmasına sebep olur. Allahü teala, Kur’an-ı kerîmde buyuruyor ki: “Nimetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azab ederim”

 

Yine buyuruyor ki: “Allah’ın hidayet ettiği kimse, o, doğru yol üzeredir. Şaşırttığı kimse için de, asla doğru yolu gösterici bir yardımcı bulamazsın” (Kehf 17). Sîzlere kendisinden başka her şey fani olan, kendisi Baki olan, Allahü tealadan korkmanızı tavsiye ederim. O’na itaat eden evliyasından olur. O’na isyan edenin ahireti yok olur. Ey insanlar mallarınızın zekatını veriniz, böylece kalblerinizi ve nefislerinizi temizlersiniz. Allah’tan başka hiç bir mahluktan karşılık ve teşekkür beklemeyiniz. Öğütlerimi iyi anlayınız. Akıllı olan dinini muhafaza eder. Sa’îd olan başkasının nasîhat ve öğüdünü kabul eder.

 

İslamiyete, Resûlullah’ın sünnetine yapışınız. Kur’an-ı kerîm’in emirlerine uyunuz. Zira O’nda dertlere deva ve sevab vardır.”

 

Hz. Ömer öyle adaletli idi ki, kendi oğlu günah işleyince, Allahü tealanın emri kadar had vurulmasını emretti. Ölünceye kadar bütün İslam aleminin Resûlullah’ın (s.a.v.) zamanındaki gibi huzur, safa ve rahatlık içinde yaşamasını temin etti.

 

Hz. Ömer zamanında ilk defa nüfus sayımı yapıldı. Çocuklara maaş verildi. Satıcıların, esnafın, tüccarların müşterileri aldatmalarına mani olmak için hisbe denilen belediye teşkilatını kurdu. O’nun zamanında posta teşkilatı geliştirildi. Geceleri bekçi koyup asayişin teminini ilk defa Hz. Ömer tatbik etti.

 

Mısır’dan Medine’ye deniz yoluyla ilk defa gıda maddeleri O’nun zamanında geldi. Makam-ı İbrahîm’i bugünkü yerine koydu. Hz. Ömer Hicretin 23. (m. 645) yılının son ayında Ebû Lü’lü Firuz adında Yahudi bir köle tarafından namaz kılarken şehîd edildi. Bu köle Hz. Ömer’e gelip efendisinin kendinden aldığı verginin çok olduğunu iddia etti. Hz. Ömer ona ne kadar vergi ödediğini ve ne iş yaptığını sordu. Marangozluk ve demircilik yaptığını, günde iki dirhem vergi ödediğini söyleyince, Hz. Ömer (Bu kazançlı mesleklere göre, senden alınan miktar fazla değildir) dedi. Adaletiyle de herkes tarafından takdir edilen Hz.Ömer’in bu sözüne razı olmayıp, düşmanlık gösteren Firuz, Hz. Ömer’e kastetmeyi planladı. Hz. Ömer

ile görüştüğü günden bir gün sonra elbisesi içine bir hançer saklayıp, sabah namazı vaktinde mescide girdi. Beklemeye başladı. Hz. Ömer safları düzeltip tekbir alarak namaza durur durmaz, Firuz yerinden fırlayıp Hz. Ömer’e arka arkaya altı darbe vurdu. Darbelerden biri karnına isabet etti. Firuz bir kişiyi daha yaralayıp kaçtı ve yakalanmadan önce intihar etti. Hz. Ömer evine kaldırıldıktan bir müddet sonra ayılıp (Katilim kimdir?) dedi. Ebû Lü’lü Firuz olduğu söylenince (Allah’a şükürler olsun ki bir müslüman tarafından vurulmadım...) dedi.

 

Hz. Ömer kendinden sonra halife olacak kimsenin tayini için Eshab-ı kiramdan, Cennet ile müjdelenenlerden altı kişiyi seçti. Bunlar (Hz. Osman, Hz. Ali, Zübeyr, Talha, Sa’d İbni Ebî Vakkas ve Abdurrahman bin Avf (r.anhüm) idi. Bundan sonra oğlu Abdullah’a “Mü’minlerin annesi Hz. aişe’ye git ve O’na Ömer İbni Hattab’ın selamını söyle, mü’minlerin emiri deme, ben bugün, mü’minlerin emiri değilim. O’na Ömer, sahibinin yanına defn edilmek için izin istiyor de!” buyurdu. Abdullah bunu Hz. aişe’ye söyleyince,

 

Hz. Aişe “O yeri kendim için ayırmıştım, fakat gönül hoşluğu ile orayı Ömer’e (r.a.) veriyorum.” dedi. Hz. Ömer bu haberi duyunca “Bu benim en büyük dileğimdi” buyurarak çok memnun oldu. Yaralandıktan yirmidört saat sonra vefat etti. Peygamberimizin (s.a.v.) yanına defn edildi. Şehîd olduğunda 63 yaşında idi. Her haliyle dost ve düşmanın hayran kaldığı adaleti dillere destan olan Hz. Ömer’in vefatı Eshab-ı kiramı ve diğer müslümanları son derece üzdü, mahzun etti. Hz. Ömer şehîd olunca Abdullah İbni Ömer, Sahabe-i kirama dedi ki: (ilmin onda dokuzu, Ömer (r.a.) ile beraber öldü). Bazılarının bu sözü anlamayarak durakladıklarını görünce (ilimden maksadım Allahü taalayı bilmektir. Diğer bilgiler değildir.) dedi. Peygamberlerden sonra insanların en üstünü Hz. Ebû Bekir’dir. Ondan sonra Hz. Ömer’dir.

 

Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Cebrail (a.s.) bana gelip dedi ki “Ömer’in ölümü üzerine bütün

İslam alemi ağlayacaktır.”

 

Hz. Ömer çeşitli Hadîs-i şerîflerle meth edildi. “Ben Peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra Peygamber gelmeyecektir. Eğer benden sonra peygamber gelseydi, Ömer elbette peygamber olurdu.” Hadîs-i şerîfi yüksekliğini anlatmaya yetişir. Fazîletini, üstünlüğünü ve kıymetini bildirmek için hakkında din alimleri ve müslüman olmayan kimseler tarafından ciltlerle kitap yazıldı. Hz. Ömer’i metheden hadîs-i şerîflerin çoğunu Hz. Ali bildirmiştir. O’nu metheden hadîs-i şerîflerden bir kısmı şunlardır: Hz. Ömer, Umre için Resûlullahtan izin isteyince Resûlullah “Ya ahi! (Ey kardeşim) duanda bizi de unutma!” buyurdu.

 

Hz. Ömer îman ettiği gün, Cebrail aleyhisselam geldi ve “Melekler birbirlerine Ömer’in Müslüman olduğunu müjdelediler” dedi.

“Ömer Cennet ehlinin ışığı ve İslam’ın nurudur.”

“Allahü teala, hakkı Ömer’in diline ve kalbine yerleştirmiştir.”

“Şeytan, Ömer İbni Hattab’ı gördüğü zaman, heybetinden yüzüstü yere düşer.”

“Şu dört kişiyi ancak münafık olan kimse sevmez: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali.

 

Hz. Ömer bütün ilimlerde Eshab-ı kiram’ın ileri gelenlerinden idi. Tefsîr ilminde çok yüksek idî.

 

Kur’an-ı kerîmin tefsîrini bizzat Resûlullah’tan dinlemiş ve öğrenmiştir. Peygamber efendimizin devrinde de kadılık yapardı. Eshab-ı kiram’ın müşkillerini hallederdi. Kur’an-ı kerîm’in bir çok ayeti, O’nun ictihadına uygun olarak nazil olmuştur. Hz. Ömer fıkıh ilmine çok büyük hizmet etmiştir. Fıkıh usûlünün birçok kaidelerini tesbit etmiş, Resûlullah’ın sünnetlerini itina ile tesbite çalışmış, kendisinden rivayet edilen fetvaların adedi binlere ulaşmıştır. Bu fetvaların 1000 kadarı fıkhın mühim meselelerinin temelini teşkil etmiştir. Hz. Ebû Bekr zamanında açıklanmamış meselelerin hepsini bir icmaya bağlamıştır. Bunlarda

hiçbir şüphe bırakmadı. Hz. Ömer’in bildirmediği meselelerde, o günden bu güne kadar söz birliği olmadı. Hz. Ömer’in icma hususundaki bu gayreti, kıyamete kadar gelecek İslam alimlerini güç durumdan kurtarmıştır.

 

Dört hak mezhebin hiç ihtilaf etmedikleri fıkıh ilmine dair bilgiler, Hz. Ömer zamanında icma edilen meselelerdir. Hz. Ömer, Peygamber efendimizin hadîs-i şerîflerine en iyi vakıf olanlardan idi. Hadîs-i şerîf rivayetinde çok titiz davranırdı. Resûlullah’a isnadı kuvvetli bir delil ile sabit olmayan hadîs-i şerîf ile amel etmezdi. Bu sebeple Hz. Mu’aviye buyurdu ki: “Ömer bin Hattab’ın bildirdiği hadîslere iyi sarılınız.  Çünkü O, Resûlullah’ın söylemediği şeylerin hadîs diye nakledilmemesi için insanları korkutmuştur. Hz. Ömer, Peygamber efendimizden (s.a.v.) 573 hadîs-i şerîf nakletmiştir. Onun rivayet ettiği hadîs-i şerîflerden

bir kısmı şöyledir: Öyle bir gün idi ki, Eshab-ı kiramdan birkaçımız Resûlullah (s.a.v.) efendimizin huzurunda ve hizmetinde bulunuyorduk. O gün, o saat, öyle şerefli, öyle kıymetli ve hiç ele geçmez bir gün idi. O gün,

 

Resûlullahın sohbetinde, yanında bulunmakla şereflenmek, ruhlara gıda olan, canlara zevk ve safa veren cemalini görmek nasîb olmuştu. O vakit, ay doğar gibi, bir zat yanımıza geldi. Elbisesi çok beyaz, saçları pek siyah idi. Üzerinde toz toprak, ter gibi yolculuk alametleri görünmüyordu. Resûlullahın (s.a.v.) Eshabı olan bizlerden hiçbirimiz onu tanımıyorduk. Yani, görüp bildiğimiz kimselerden değildi.

 

Resûlullahın (s.a.v.) huzurunda oturdu. Dizlerini, mübarek dizlerine yanaştırdı. Ellerini Resûl-i ekrem (s.a.v.) efendimizin mübarek dizleri üzerine koydu. Resûlullah’a (s.a.v.) sorarak ya Resûlallah! Bana İslamiyet’i, müslümanlığı anlat dedi.

 

Resûl-i ekrem (s.a.v.) buyurdu ki, “İslam’ın şartlarından birincisi Kelime-i şehadet getirmek

(Eşhedü en la ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh) demektir.

 (İslam’ın ikinci şartı) vakit gelince namazı kılmaktır. (Üçüncüsü) malın zekatını vermektir.

(Dördüncüsü) Ramazan-ı şerîf ayında her gün oruç tutmaktır, (Beşincisi) gücü yetenin, ömründe bir kere hac etmesidir.”

 

O zat Resûlullahdan bu cevapları işitince, (Doğru söyledin ya Resûlallah) dedi. Biz dinleyiciler, onun bu sözüne şaşdık. Çünkü, hem soruyor, hem de verilen cevabın doğru olduğunu tasdîk ediyordu.

 

Bu zat yine sorarak ya Resûlallah; îmanın ne olduğunu, hakikatini ve mahiyetini bana bildir dedi.

 

Resûlullah buyurdu ki, (Îman, önce Allahü tealaya inanmaktır” buyurdu, (Îmanın altı temelinden ikincisi) Allahü tealanın meleklerine inanmaktır. (Üçüncüsü) Allahü tealanın bildirdiği kitaplarına inanmaktır. (Dördüncüsü) Allahü tealanın peygamberlerine inanmaktır. (Beşincisi) ahiret gününe inanmaktır. (Altıncısı) kadere, hayır ve şerlerin Allahü tealadan olduğuna inanmaktır...” buyurdu.

 

Sonra O zat gitti. Ben uzun bir müddet Resûlullah’ın (s.a.v.) yanında kaldım. Bana buyurdu ki: “Ya Ömer o soranın kim olduğunu biliyor musun?” Ben Allah ve Resûlü bilir, dedim. Resûlullah (s.a.v.), “O (Cibrîl) Cebrail idi, Sizlere dîninizi öğretmek için geldi” buyurdu.

“İki Müslüman karşılaştıklarında, birbirlerine selam vererek müsafehalaşırsa, aralarına yüz

rahmet iner. Bunun doksanı, önce selam verip müsafehalaşana, onu ise müsafeha eden ikinci şahsadır.”

 

“Ya ma’rufu (iyiliği) emreder ve münkerden (kötülükten) nehyedersiniz, yahud Allahü teala

sizin kötülerinizi size musallat eder. Sonra iyileriniz dua etmeğe yönelir, fakat dualar kabul olmaz.”

“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennete giremez”

“Eğer siz hakkıyla Allah’a tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi, sizin de rızkınızı

verirdi. Onlar sabah aç çıkar akşama tok olarak döner.” “İnsanlara karşı büyüklük taslayanı (kibirleneni) Allah zelîl kılar.” “Kimin niyeti dünyalık olursa, Allahü teala onun fahrini ve ihtiyaçlarını gözünün önüne getirir ve en sevdiği şeyden onu uzaklaştırır. Her kimin de niyyeti ahıret olursa,

 

Allahü teala zenginliği onun kalbine yerleştirir, kayıplarını bir araya toplar ve en çok kaçınacağı şeyden onu uzaklaştırır.”

 

Hazret-i Ömer, halifeliği zamanında Bizans İmparatoruna elçi gönderip dîne davet etti. Bizans elçisi Medine-i münevvere’ye geldi Hazret-i Ömer ihtiyar bir kadının duvarını yaptırıyordu. Elçinin geldiğini haber verdiler. Buraya gelsin buyurdu. Efendim, ellerinizi yıkayıp bir yere otursanız nasıl olur? dediler.

 

Kabul buyurmadı. Elçiyi çağırdılar. Arap padişahı bu mudur? Böyle olduğunu bilsem gelmezdim ve Bizans İmparatoru da beni göndermezdi dedi. Hazret-i Ömer çamurlu mübarek iki parmağı ile işaret ederek, eğer göndermeseydi, onun iki gözünü çıkarırdım buyurdu. Hazret-i Ömer, parmağı ile işaret edince, iki çamurlu parmak gelip, Bizans İmparatorunun gözlerini kör eyledi. Parmakların çamuru gözlerinin üzerinde

kaldı, silmek mümkün olmadı. Bir zaman sonra elçi dönünce İmparatorun gözlerinin kör olduğunu gördü. Sebebini araştırdı. Hazret-i Ömer ile geçen hadîseyi de anlatınca hepsi hayret ettiler.

 

İran’a gönderdiği orduya kumandan tayin ettiği Hz. Sariye ordusu ile mağlup olmak üzere idi. Bu sırada Hz. Ömer Medine’de Cuma hutbesi okuyordu. Hutbe arasında “Dağa yaslan ya Sariye, dağa yaslan ya Sariye” diye bağırdı. Sariye işitip ordusunu dağa çekti. Arkasını dağa verip bir cepheden düşman ile karşılaşmak suretiyle zafere ulaştı. Hz. Ömer’in bu hadîseyi görmesi ve sesini duyurması onun kerametlerinden biridir.

 

Hz. Ömer zamanında bir ticaret kervanı gelip Medine’nin yakınında konaklamıştı. Çok yorgun oldukları için hepsi derin bir uykuya dalmıştı. Hz. Ömer bu kervandan haberdar olup, Eshab-ı kiramdan Abdurrahman bin Avf’ı (r.a.) da yanına alıp, sabaha kadar kervanın etrafında dolaşarak onlara herhangi bir zarar gelmemesi için bekledi. Kervanda bulunanlar ancak sabaha karşı bundan haberdar oldular.

 

Kendilerini bekleyen bu kişinin kim olduğunu merak ettiler. Sabaha karşı uzaklaşıp gittiklerini görünce içlerinden biri takibe başladı. Hz. Ömer’in mescide girip namaz kıldırmasından sonra merakla bu zat kimdir diye soran kimse, onun Müslümanların halifesi olduğunu öğrenip kervanda bulunanlara giderek hadiseyi anlattı. Kervandakiler onun Müslüman olmayanlara yardımı böyle olursa, kimbilir Müslümanlara şefkati ve yardımı ne kadar çoktur. O’nun dîni gerçekten hak dindir, dediler. Daha sonra da Hz. Ömer’in

huzuruna gidip hepsi Müslüman oldular.

 

Hz. Ömer’in ordusunun İran’ı fethettiği gece Hz. Osman huzuruna girip selam vermişti. Hz. Ömer acele mektûb yazıyordu. Mektubu yazıp bitirince yanmakta olan lambayı söndürüp, başka bir lamba yaktı.

 

Hz. Osman’ın selamına cevap verip konuşmaya başladıktan sonra, Hz. Osman lambayı söndürüp, başka bir lamba yakmasının sebebini sorunca, söndürdüğüm lamba Beyt-ül-malındır. Bana ait değildir. Onu Müslümanların işini görmek için yakmıştım, onların işini görmek için yazdığım mektûb bitti. Şimdi seninle şahsi işim için konuşuyoruz, bunun için de kendime ait olan lambayı yaktım buyurdu.

 

Hz. Ömer, bir kaç bin askeri harbe göndermişti. Harbe gidenlerin evlerine adam gönderip, hallerini sorması ve geceleri kendisinin şehri gezmesi adeti idi. Bir gece şehri dolaşıyordu. Bir evin önünden geçerken, ağlayan bir kadın sesi duydu. Kulak verdi. Halife kocamı harbe gönderdi. Biz burada aç-susuz kaldık. Yarın çocukları götürüp halifenin kapısına bırakacağım diyordu. Hz. Ömer dayanamadı. Gidip bir miktar yağ ve bir çuval unu sırtına alıp, kadının evine getirdi. ateş yakıp yemek pişirdi. Çocukları kaldırıp yedirdi. Sonra kadından özür diledi. Şimdiye kadar sizin halinizi bilmiyordum. İhtiyacınız olursa, hemen

bize bildirin diyerek ayrıldı. Kadın, Hz. Ömer’in akıllara hayret veren tevazu ve adaleti karşısında mahcup olup, hayır dualar etti.

 

Hz. Ömer Irak’a İslam ordusunu gönderip, kısa zamanda Allahü teala’nın yardımıyla zafer kazandılar. Kiliseleri cami, puthaneleri mescid yaptılar. Sağ salim ve ganimetlerle döndüler. Hz. Ömer’in huzuruna vardıklarında halife İslam ordusuna hiç bakmadı. Ne yaptınız? diye sual bile sormadı. Halifenin bu muamelesi Eshab-ı kiram’a çok ağır geldi. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ı mescidde görüp halifenin onlara karşı alakasızlığından şikayet ettiler. Hz. Abdullah: “Babamın huzuruna bu elbiselerinizle mi çıktınız?” dedi.

 

Meğer İslam ordusu, İran’ın süslü elbiselerinden giymişlerdi. Eshab-ı kiram, Hz. Abdullah’ın işaretiyle gidip elbiselerini değiştirdiler. Böylece Hz. Ömer’in huzuruna vardılar. Bu sefer Hz. Ömer bunları iyi karşılayıp her birinin ayrı ayrı halini, hatırını sordu. Eshab-ı güzinden birisi cesaret edip, kalktı: “Ya Emirel-mü’minin ilk görüşmemizde bize hiç iltifat etmediniz. İkinci görüşmemizde çok iyi karşıladınız.

 

Bunun sebebi nedir?” diye sordu. Hz. Ömer: “Sizi, elbiselerinizi değiştirmiş görünce kendi kendime: “Eshab-ı güzîn benim hayatımda elbiselerini değiştirdiler. Birkaç gün sonra Allah korusun kalplerini değiştirirler. Dünyayı sevmeleri artar. Yarın kıyamet gününde Resûlullah’a (s.a.v.) kavuşunca, Ya Ömer! senin halifeliğin zamanında benim Eshabım elbiselerini değiştirdiler sonra kalbleri değişti. Niçin manî olmadın? diye hitab eder, azarlar diye korktum.” Onun için İran’ın süslü elbiselerini giydiğiniz zaman her biriniz gözüme bir bela dikeni gibi göründünüz. Fakat elhamdülillah elbiselerinizi değiştirince, endişe ettiğim tehlike ortadan kalktı. Size iyi muamelede bulundum.” buyurdular.

 

Hz. Ömer zamanında Şam şehri civarında bir kal’a muhasara edildi. Öğleye kadar kal’a feth edilmedi.

 

Hz. Ömer, gadaba geldi. İslam askerini huzuruna çağırdı. “Kal’a henüz feth edilemedi. Kafirler,

 

İslam askeri karşısında bu kadar dayanamazdı. Aramızda birisi bir hata yapmış olmasın” buyurdu.

 

İslam askeri hayret edip, tevbe ve istiğfar etmeğe başladılar. O sırada bir kişi ağlayarak Hz. Ömer’in huzuruna geldi “Ya Emirel-mü’minin! Bu gece teheccüde kalktığım zaman karanlık olduğu için misvakımı arayıp bulamadım. Misvaksiz namaz kıldım. Sizin aradığınız hata benim bu hatamdır,” dedi.

 

Hz. Ömer: “Tevbe ve istiğfar etmeğe devam et,” buyurdu. Bir saat sonra kal’a fetholundu.

Hz. Ömer halifelik müddetince kendinden evvel hiç kimsenin yapamadığını ve sonra da kimsenin yapamayacağı şekilde adalet üzere hareket etmiştir. Zamanında kurt koyuna zarar vermeğe cesaret edemezdi. Hz. Ömer’in şehîd olduğu gün, bir çoban koyunların yanında dururken bir kurt koyuna saldırdı. Çoban: “(Hemen feryad ederek,) Vah Hz. Ömer,” (dedi ve ağladı.) “İnna lillah ve inna...” ayet-i kerîmesini okudu. Çobanlar ona: “Hz. Ömer’in irtihal ettiğini (vefatını) nereden bildin?” diye sordular. Çoban: “Hz. Ömer’in zamanında kurt koyuna değil saldırmak, bakmağa bile cesaret edemezdi. Şimdi kurdun koyuna saldırdığını gördüm. Hz. Ömer”in şehîd olduğunu anladım,” dedi.

 

Hz. Ömer öğle sıcağında soyunup, zekat olarak Beyt-ül-mala alınan develeri bağlardı. “Ya Emire’lmü’minin! Niçin siz zahmet çekiyorsunuz! Birine emir buyurun bağlasın,” dediler. Hz. Ömer: “Bunlar, fakîrlerin hakkıdır. Hak teala beni bunlara bakmağa memur etti. İşlerini de kendim görmem iyi olur. ahirette bunlar benden sorulacaktır,” buyurdu.

 

Bir genç, beş vakit namazı Hz. Ömer ile kılardı. Hz. Ömer her selam verişinde, genci arkasında görürdü. Hz. Ömer de bu genci sevmişti. Bir güzel kadın bu gence aşık olup, her zaman haber göndererek evine çağırtır, fakat genç razı olmaz, yanına gitmezdi. Bu kadın, uzun müddet gencin arkasına düştüğü halde, kendisini gence sevdiremedi. Kadın, bir kocakarıya başvurdu. Kocakarı: “Seni bu gece o gençle bir araya getirirsem, bana ne ikramda bulunursun?” dedi. Kadın: “Bu işi yaparsan, sana çok şeyler vereceğim,” dedi. Kocakarı evinde otururken; genç yatsı namazını kılmış, evine dönüyordu. Yol üzerinde

bulunan kocakarının evinin önünden geçerken, kocakarı: “Bana yardım edene, Hak teala da yardım etsin,” diye feryad etti. Genç bu feryadı duyunca, kocakarıdan feryadının sebebini sordu. Kocakarı: “Bir koyun kaçırdım, tutamıyorum, bana yardım et,” dedi. Genç bu söze inanıp evden içeri girdi. Gence aşık olan kadın, kapıyı kilitleyip gencin ayaklarına sarılarak yalvarmağa başladı: “Ne zamandan beri senin derdinle yanıyorum, bana hiç vefa etmiyorsun. Sana ancak bu hileyi yaparak kavuştum,” diyerek genci kuvvetle tuttu. Genç, yine kadına iltifat etmedi, yüzüne bakmadı. Kadın genci çok övdüğü halde, genç yine kadının yüzüne bakmıyordu. Kadın “Ya bana yaklaş arzumu yerine getir veya feryad eder

bütün mahalle halkını buraya toplarım, rüsvay olursun,” dedi. Genç: ahirette rüsvay olacağıma burada olurum, dedi. Genci hiçbir yolla aldatamıyan kadın, feryad etmeğe başladı. Bütün mahalle halkı evin etrafına toplandılar.

 

Kadın: “Bu gece kapımı kilitleyip yatarken, bu adam gelip bana tecavüz etmek istedj. Onun için sizi çağırdım,” dedi. Mahalle halkı içeri girip, genci dövdü, hatta başını birkaç yerden yarıp, ellerini, bağlayarak, Hz. Ömer’in huzuruna getirdiler. Hz. Ömer, sabah namazını kıldıktan sonra, o genci görememişti. Acaba hasta mı oldu, yoksa başka bir şey mi oldu diye düşünürken birtakım insanların arasında genci gördü.

 

Kadın da oraya gelmiş, feryadı ayyuka çıkıyordu. Genç, Hz. Ömer’in heybetinden çok korkardı. Hz. Ömer gadaba gelince vücudundaki kıllar dikilirdi. Fakat bu gadabı din için, İslam gayreti içindi. Dünya işlerinde gadaplanmaz, mübarek kalbini dünyaya bağlamazdı. Varlık onun yanında yoklukla bir, hatta yokluk daha kıymetli idi. Hz. Ömer genci o halde görünce: “Ya Rabbi! Bu gence hüsn-i zannım vardır. Resûlünün

hürmeti için beni bu zannımdan döndürme!” diye duada bulundu. (Sonra genci yanına çağırdı) “Senin hakkında iyi düşünürüm. Bu çirkin işi senin yapacağını zannetmiyordum. Korkma, yakın gel, Hak teala doğru kullarının yardımcısıdır,” buyurdu. Genç: “Bu kadın bana bir kaç yıldır aşık olmuştu. Çok kere haber gönderdiği halde razı olmamıştım. Sonunda bir kocakarı hilesiyle beni evine çağırdı. Ondan sonraki hadîseleri de birer birer anlattı. Hz. Ömer: “O kocakarıyı görünce tanır mısın?” buyurdu. Genç: “Evet tanırım,” dedi. Şehirdeki bütün kocakarıların dışarı çıkmaları emir edildi. Hepsi bir yerde gizlenen gencin önünden geçtiler. Genç, hile yapan kocakarıyı tanıdı.

 

Kocakarıyı Hz. Ömer’in huzuruna götürdüler. Hz. Ömer’in heybetine dayanamayıp, para için bu işi, yaptığını ikrar etti. Kocakarı söyleyince, aşık olan kadın ne yaptıklarını anlattı. Hz. Ömer (Kalkıp, gencin ellerini çözüp, mendili ile başının kanını silip bağladı.) Allahü teala’ya hamd olsun ki, Resûl-i Ekrem’in “Ümmetimden, kardeşim Yûsuf aleyhisselamın kendini Zeliha’dan sakladığı gibi, yabancı kadınlardan muhafaza eden sıddîklar çıkacaktır” hadîs-i şerîfi bizim zamanımızda bu gence nasîb oldu.” buyurdu. Gencin sırtını okşayarak hayır dua etti.

 

Hz. Ömer halife iken bir bayram gelmişti. Herkes çocuklarına yeni elbiseler alıyordu. Hz. Ömer’in oğlunun elbisesi eski idi. Bayram günü çocuklar, eski elbiseli olan halifenin çocuklarıyla alay etmeğe başladılar. Hz. Ömer’in oğlu, ağlayarak babasının yanına geldi. Hz. Ömer, oğluna şefkat edip acıyarak, Beyt-ül-malın eminini çağırdı. Oğlunun ağlama sebebini anlattıktan sonra, gelecek`ayın maaşından bir miktar vermesini istedi. Beyt-ül-mal emini: “Ya Emirel-mü’minin, yaşayacağınızı muhakkak biliyor musunuz ki, hak etmediğiniz paradan istiyorsunuz?” dedi. Hz. Ömer “Allahü teala’dan başka kimse bilemez,” buyurdu. “O zaman Ya Halife! Yaşayacağınızı bilmedikten sonra, ne almanız size yakışır, ne de bizim vermemiz makûl olur,” dedi.

 

Hz. Ömer, söylediğine pişman olup, Beyt-ül-mal emininin sözünü beğendi, hayır dua buyurdu.

 

Allahü teala çocuğunun kalbine bir yolla teselli verip, her biri safayı kalb ile gittiler.

Bir gece Hz. Ömer Medine-i Münevvere’de geziyordu. Bir kadın: (Kızına evi içinde) “süte biraz su kat,” diyordu. Kız: “Emîr-üll-mü’minin süte su katmayınız buyurmamış mıydı?” dedi. Kadın: “Emir burada yok,” dedi. Kız: “Hz. Ömer burada yok ise, Rabbi bizi görür,” dedi. Hz. Ömer (O evi işaret etti.) Evine gelip oğluna, senin için bir kız buldum, onu sana alayım, buyurdu. (Ertesi günü kadının evine gitti.) Kızını oğluma ver, buyurdu. Kadın: “Bunu kalbimden dahi geçirmeğe cesaretim yoktu,” dedi. Hz. Ömer “Kızının bir sözü çok hoşuma gitti. Onun için geldim,” buyurdu. O kızı oğlu asım’a aldı. asım’ın kızından Abdülazîz oldu. Abdülazîz’in oğlu Ömer bin Abdülazîz halife oldu. Onun zamanında da kurd kuzu ile gezerdi.

 

Buyurdu ki: “Sadık arkadaşlar bulun ve onların arasında yaşayın. Dürüst ve samimi arkadaşlar, darlıkta yardımcı, genişlikte süs ve zinetdirler. Dostunun sana düşen işini güzel bir şekilde gör ki, lüzumunda, sana daha güzeli ile karşılıkta bulunsun. Düşmanlarından uzaklaş, her dosta bel bağlama, ancak emin olanları seç. Emin olanlar, Allahü tealadan korkanlardır.

 

Kötü insanlarla düşüp kalkma, onlardan kötülük öğrenirsin. Onlara sırrını verme ifşa ederler, işlerini Allah’dan korkanlara danış ve onlarla istişare et.”

“Allah’a itaat eden büyük zatların sözlerine dikkat edin. Çünkü onlara Allah tarafından gerçekler tecelli eder ve onu konuşurlar.”

“İyilik kolay bir şeydir. Güler yüz ve yumuşak söz bunu temin eder.” “Şiddet göstermeksizin kuvvetli, zayıflık göstermeksizin yumuşak ol.”

 

 “Çok gülenin heybeti azalır. Şaka yapan eğlenceye alınır. Bir şeyi çok yapan onunla tanınır. Çok konuşan çok yanılır, hataya düşer. Böyle kimsenin hayası azalır. Hayası azalan şüpheli şeylerden az kaçınır. Şüpheli şeylerden az kaçınanın kalbi ölür.”

 

“Hakkımda hangisinin daha hayırlı olduğunu bilemediğim için darlık (fakîrlik) ve bolluk (zenginlik) günlerimin hiçbirine aldırış etmedim.”

 

Hz. Ömer bir defasında Şam’a gitmişti. Orada giydiği eski elbiselerden dolayı söz edildiğini duyunca “Biz İslamiyet ile izzet bulduk, izzeti, şerefi başka yerde aramayız.” buyurdu.

“Amellerin efdali farzları yapıp haramlardan kaçınmak ve Allah katında sadık niyyetdir.”

“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin. Amelleriniz tartılmadan önce tartınız.”

Yolu bir mezbeleden geçse, orada durur ve: “İşte hırsla sarıldığımız dünya” derdi.

“ahiret işlerinde zarar etmektense, dünyaya ait işlerde zarar ediniz. Böylesi sizin için daha hayırlıdır.”

 

Dul kadınlara, yetimlere sırtında un taşırdı. Bu halini gören biri: Bırakın biz taşıyalım deyince, Hazret-i Ömer “Ya kıyamet günü günahımı kim taşır” buyurdu.

 

“Alay, şaka ve mizah etmekten kaçınınız. Zira insanın şerefini kırar, vakarını azaltır.”

“Ahmakla arkadaşlık etmekten kaçın. Çünkü, ekseriya, sana iyilik yapayım derken zararı dokunur.”

 

“Tevbe edenlerle oturun, onların kalbleri yumuşak olur.”

“Tevazunun başı, bir müslüman ile yolda karşılaşırsan ilk önce selamı senin vermen, bir mecliste en geride oturmaya razı olman ve şöhretten uzak durmandır.”

“Yemekten sonra misvak kullanmak iki hizmetçi kullanmaktan iyidir.”

“Mescidler yer yüzünde Allahü teala’nın evleridir. Mescidde namaz kılanlar Allahü teala’nın misafirleridir.

 

Ev sahibine, ancak misafirlere hizmet düşer.”

“Ramazan ayı çok hayırlı ve mübarek bir aydır. Gündüz tutulan oruca, gece kılınan namaza bu ayda verilen sadakaya, Allahü teala kat kat sevab verir.”

“İnsanların en cahili, ahiretini başkasının dünyası için satandır.”

“Allahü teala başkasına acımayana acımaz, affetmeyeni affetmez, özür kabul etmeyenin özrünü kabul etmez.”

 

“Tevbe’den maksad günahı bilip yapmamaktır. Amel-i salihte bulunmaktan maksad, kendini beğenmemektir.

 

Şükürden maksad, aczini itiraf edip kulluğu bilmektir.”

“İnsanın elbisesini temiz kullanması şerefi icabıdır.”

“Dinini bilmeyen tüccar pazarımızda satış yapmasın.”

“Mescidde oturan kimse, Allahü teala’nın huzurunda bulunuyor demektir.” “

“Helalin onda dokuzunu harama düşmek korkusu ile terk ederdik.”

 

“Bana ayıplarımı, kusurlarımı söyleyen kimse Allahü tealanın merhametine kavuşsun.”

“İstiğfar her derde devadır.” “Tevbe edip de tevbesi kabul olunanlarla beraber bulunun.. Zira onlarla beraber bulunmak kalbi daha fazla yumuşatır.”

 

“Allahım, bana senin yolunda şehîd olmayı nasîb et. Peygamberinin şehrinde ölmeyi kısmet et.”

 

KAYNAKLAR:

 

1) Tefsîr-i Taberî, cild-10, sh-160

2) Tefsîr-i Kurtûbî cild-8, sh-170

3) Tarîh-ul-hulefa sh-101

4) Savaik-ül-muhrika sh-89

5) Tabakat-ı İbn-i Sa’d cild-3, sh-266

6) El-Îsabe cild-2, sh-518

7) El-İstiab cild-2, sh-58

8) Üsûd-ul-gabe cild-4, sh-58

9) İzalet-ül-hafa cild-1, sh-579

10) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-1, sh-2

11) Tabakat-ül-huffaz sh-3

12) Hulasat-ü tehzîb-il kemal sh-239

13) Tabakat-ı Şirazî sh-38

14) El-İber cild-1, sh-27

15) En-Nûcûm-üz-zahire cild-1, sh-78

16) Tarîh-ul-Ümem-i ve’l-mülûk cild-3, sh-192

17) İbn-i Hişam cild-1, sh-364

18) El-Kamil fi’t-tarih cild-2, sh-208, 139

19) Kitab-ul-harac sh-73

20) Kitab-ul-emval sh-77

21) İbn-i abidîn cild-3, sh-364, cild-2, sh-49

22) El-Evail sh-78/b

23) Kitab-ul-haraç (Yahya bin adem) sh-169

24) Sahîh-i Buharî cild-4, sh-242

25) Müslim, fedail-üs-Sahabe

26) Sünen-i Tirmizî cild-2, sh-182

27) Tarîh-ul-hamîs cild-1, sh-333

28) İnsan-ul-uyûn cild-1, sh-329

29) El-A’lam cild-5, sh-45

30) Hilyet-ül-evliya cild-1, sh-38

31) Bedai-üs-sanai cild-7, sh-9

32) Miftah-u Kunuz-üs-sünne, Hz. Ömer maddesi

33) Tam İlmihal Se’adet-i Ebediyye sh-1056

34) Eshab-ı Kiram sh-383

35) Herkese Lazım Olan İman sh-1