KADA - YARGI / YARGIÇ |
ORTADA OLMAYAN BİR MALA
İLİŞKİN DAVA
Bu bölümde, gaip olan ve
bunun dışındaki mallar hakkında dava, şahitlerin dinlenmesi ve buna dair hüküm verilmesi
meseleleri ele alınacaktır.
Bir kimse, şehirde
olmayan ve başkalarıyla karıştırılmayacağından emin olunan akar, köle ve at
gibi bilinen bir malın kendisine ait olduğunu iddia etse onun getireceği delil
dinlenilir ve buna göre hüküm verilir. Hakim, malın bulunduğu bölgenin hakimine
malın davacıya teslimi talebini içeren bir mektup yazar.
Gayri menkulde
sınırlarını esas alır.
Malın başkasıyla
karışmasından emin değilse daha güçlü görüşe göre şahitleri dinler.
Davacı malı tanımlarken
nitelikleri konusunda mübalağa yapar ve malın değerini zikreder.
Daha güçlü görüşe göre
hakim bu mal konusunda hüküm vermez, malın bulunduğu bölgenin hakimine
şahitlerin nasıl şahitlik ettiğini yazar. Hakim o malı alıp katibe gönderir ki
malın kendisine şahit olsunlar.
Daha güçlü görüşe göre
hakim malı bedenine kefil getirmesiyle birlikte davacıya verir. Şayet şahitler
malın kendisine şahitlik ederlerse kefilin berı olduğunu yazar. Aksi takdirde
malı geri getirme masrafı davacıya ait olur.
Mal şehirde bulunmakla
birlikte hüküm meclisinde yoksa şahitlerin mala gözleriyle şahitlik
edebilmeleri için getirilmesi mümkün olan malın mahkemeye getirilmesi
emredilir.
Bir mal hakkında
niteliği zikredilerek yapılan şahitlik dinlenmez.
Malı getirmek gerekli olduğunda
kişi "benim elimde bu sıfatta bir mal yok dese" yeminle birlikte onun
sözü kabul edilir. Davacı malın değerini iddia etme halilima sahip olur. Şayet
davalı yemin etmekten kaçmırsa davacı yemin eder veya şahit getirir. [Davalı
şahıs] malı mahkemeye getirmekle yükümlü tutulur, [getirmediği takdirde] bu
sebeple hapsedilir, getirmedikçe veya telef olduğunu iddia etmedikçe salınmaz.
Davacı malın telef olup da kıymetini mi iddia edeceği yoksa telef olmayıp da
malın kendisini mi iddia edeceği hakkında tereddüt etse ve "malımı benden
gasp etti. Şayet malonda duruyorsa malımı geri vermesi gerekir" diye
iddiada bulunursa onun davası dinlenilir. [Zayıf] bir görüşe göre kişi mal
iddiasında bulunmaz. Hakim ona yemin ettirir sonra bu kişi malın değeri
üzerinde iddiada bulunur.
Bu iki görüş, satsın
diye bir dellala elbise veren ve daha sonra dellal'ın bunu inkar ettiği
meselede de geçerli olup kişi dellalin bunu satıp satmadığında şüphe ettiğinde
iki ihtimal söz konusu olur. Şayet satmışsa satım bedelini, telef etmişse
kıymetini ister. Şayet elbise aynen duruyorsa elbisenin kendisini ister.
[Davalının dava konusu]
malı mahkemeye getirmesini gerekli kıldığımız durumda [muhakeme sonucunda
malın] davacının olduğu sabit olursa [malı mahkemeye getirme] masraflarh] davalı
üzerinde kalmış olur. Aksi takdirde [yani malın davacıya ait olmadığı
anlaşılırsa malı mahkemeye getirme] masraflan ve geri götürme masraflan
davacıya ait olur.
301. Kişi hakim nezdinde
ister hakimin yetki bölgeSinde olsun ister olmasın o şehirde olmayan bir mal
hakkında iddiada bulunsa, bu mal meşhur olan akar [gayr-i menkul], köle ve at
gibi başkasıyla kanşma ihtimali bulunmayan bir mal olsa hakim bu şahsın
şahitlerini dinler ve buna göre hüküm verir. Bu durumu, malın bulunduğu
beldenin hakimine, dava konusu malı davacıya -onun nezdinde hak sabit olduktan
sonra- teslim etmesi için bir mektupla bilgidir. Bu, gaib olan şahıs aleyhine
dava açılması meselesinin benzeridir. Bu bölümdeki meselelerde davalının hazır
olmasıyla gaib olması arasında fark yoktur. Nevevi bu meseleyi bu konuya hükme
konu olan malın gaib olması sebebiyle eklemiştir. Yine dava konusu malın
hakimin velayet bölgesinde olması ile dışarıda olması arasında da fark yoktur.
Nitekim hakimin hükmü, ortada nesebi ve sıfatıyla birlikte bir şahitlik söz
konusu olduğunda kendi velayet bölgesinin dışında da geçerli olmaktadır.
Cüveyni şöyle demiştir:
Alimler buna istinaden yargının hakikatleri ile ilgili olarak şöyle
demişlerdir: Bir kasabadaki hakimin hükmü dünyanın her yanında geçerlidir ve o
dünya halkı için hüküm verebilir.
302. Davacı, meşhur
olmayan gayri menkule ilişkin davada gayri menkulün diğerlerinden ayrıştmlması
için dört yandan sınırlarını zikreder.
Not: Bütün sınırların zikredilmesi, bundan daha
azı zikredildiğinde bilinmediği zaman söz konusudur. Aksi takdirde bilinmesini
sağlayacak kadar zikretmek yeterlidir. Nitekim bu husus Kaffal ve başka
alimlerin fetvalarından öğrenilmektedir.
Gayri menkulün bulunduğu
alan ve sokağı zikretmek gerekir. Gayri menkulün bu sokağın ve alanın başında
mı sonunda mı ortasında mı olduğunu belirtmek gerekir. Yine onu diğer akardan
ayırt edecek şeyleri de zikretmek gerekir. Akarın değerini zikretmek gerekmez;
çünkü bunu zikretmeden de oun diğerlerinden ayrıştırmak mümkündür.
Bütün bunlar, akarın
bilinmesi sınırlarının zikredilmesine bağlı olduğunda geçerlidir. Şayet o akar
için konulmuş özel bir isimle tanınma sağlanıyor ve bu isim başka akarda
bulunmuyorsa -mesela Mekke'deki daru'n-nedve gibi- o zaman Maverdi'nin davalar
bölümünde tek görüş olarak elirttiği üzere bu yeterli olur.
Bir kimse, bir bahçede
bulunan ağaçların kendisine ait olduğunu iddia etse bu bahçeyi, diğerlerinden
ayırt etmek için mutlaka zikredilmesi gereken sınırlarıyla birlikte zikreder.
Ağaçların sayısını,
bahçe içindeki yerini diğerlerinden ayrıştıracak şekilde belirtir. Burada ölçü,
diğerlerinden ayırt edilmesidir.
303. Davaya konu olan
şey şehirde bulunmayan bir malolup tanınmayan köle, binek vb. mallarda olduğu
gibi bunların başka mallarla karışmayacağından emin olunmasa [ne olur?
Bu konuda İmam Şafii'ye
ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçloü görüşe göre
bu malortada olmadığı halde onun vasıfları na dair şahitlik eden kimselerin
sözü dinlenilir. Malın sıfatlarına itimad edilir; çünkü sıfatı bir malı
başkasından ayırt eder. Akarda olduğu gibi burada da hüccet ortaya koymaya
ihtiyaç bulunmaktadır.
İkinci görüş
Bu malın sıfatlarına
dair şahitlik dinlenilmez; çünkü sıfatlar birbirine benzer.
304. Yukarıdaki daha güçlü
görüş kabul edildiği takdirde davacı, davaya konu mislı malın sıfatlarını
belirtme konusunda imkan ölçüsünde bütün ayrıntıları zikreder. Mütekawim malın
ise değerini zikreder. Her iki durumda da [gerek mislı gerekse mütekavvim
malda] bunu yapması gereklidir. Mislı malda malın kıymetini zikretmesi,
mütekavvim malda ise nitelikleri konusunda bütün ayrıntıları vermesi menduptur.
Not: Nevevi'nin sözüne dair yaptığım açıklama
Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'ni bu konusunda yer almaktadır. Ravdatü't-talibin
ve eş-Şerhu'l-kebir'in davalar bölümünde malın niteliklerini, selemdeki malın
nitelikleri gibi bildirmenin gerekli olduğu, mal ister misli isterse mütekavvim
olsun değerini belirtmenin gerekli olmadığı belirtilmiştir. Bu, şehirde bulunan
ve mahkemeye getirilmesi mümkün olan mal hakkındadır. Bu açıklamayla
bazılarının "bizim buradaki sözümüz, davalar bölümündeki sözümüzle
çelişmektedir" şeklindeki itiraz ortadan kalkmaktadır.
Bulkın! şöyle demişti:
"Burada, davalar bölümündeki söze dayanma söz konusu olmakla birlikte
el-Minhac metninde yer alan ifade altın-gümüş dışındaki mallara özgüdür. Ona
gelince, onda malın cins, tür, sağlamlık ve kırıklık gibi özellikler dikkate
alınır.
305. Hakim, malın
niteliklerine şahitlik edecek birilerini işitse bununla hükmetmez; çünkü ortada
karışma ve bilgisizlik ihtimali varken hüküm vermek uzak bir ihtimaldir.
İhtiyaç, şahitleri dinleyerek ve bunu yazıya geçirerek karşılanmaktadır
Not: Bu, açıklamamda belirttiğim üzere şahitlerin
dinleneceğini söylediğimizde daha güçlü görüşe bağlıdır. Buna dayalı olarak
hüküm verme konusunda İmam ŞafiI'ye ait iki görüş bulunmakta olup daha güçlü
olanına göre bununla hüküm verilmez. Diğerine göre ise hüküm verilir. Burada
karıştırma ihtimalinin yüksekliğine bakılmaz.
306. Nevevi daha sonra
meseleyi daha güçlü görüşü esass alarak detaylandırmış ve şöyle demiştir: Bu
hakim, malın bulunduğu bölgenin hakimine şahitlerin yaptığı şahitliği yazar.
Kendisine mektup
gönderilen hakim, davaya konu olan malın mektupta nitelikleri belirtilen
malolduğunu gördüğünde bunu davalının elinden alır ve mektubu yazan hakime
göndererek şahitlerin o malın kendisine şahitlik etmesini talep eder.
Böylelikle kesin bilgi elde edilmiş olur.
Not: Tıpkı el-Muharrer'de olduğu gibi Nevevi'nin
de sözünün zahirinden bu meselenin "bir şeyin niteliklerine dair şahitliği
dinleyerek hüküm vermeme" meselesine dayalı olduğu anlaşılmaktadır. Ancak
Ravdatü't-talibın'de belirtildiğine göre hakim mektubunda kendisi yanında
şahitlik yapıldığını hüküm bildirrmeksizin yazar. Veya şayet bunu caiz görürsek
hükümle birlikte yazar. Bu konuda bir rivayete göre İmam Şafii'ye ait iki görüş
bulunmaktadır.
307. [Kendisine mektup
yazılan hakim, dava konusu malı davacıya teslim eder mi? Bu konuda İmam
Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
kendisine mektup yazılan hakim -ZerkeşI'nin belirttiğine göre davacıya yemin
ettirdikten sonra- malı davacıya teslim eder. Çünkü mal, davacının şahitlerinin
hakim yanında şahitlik ettiği maldır. Davalı lehine ihtiyat gösterme adına bu
teslimin davacının bedenine kefil olacak birisinin gösterilmesi şartıyla olması
gerekir. Ta ki şahitler davacının delilini desteklemezse davacı-
dan bunu geri vermesi
istenir.
İkinci görüş
Kefil, davacının şahsına
değil malın değerine kefil olur.
308. Mal teslim
edilirken malın üzerine kalıcı bir mühür vurulması sünnettir. Böylece bu mal,
şahitlere karışık gelecek şekilde başkalarıyla karışmamış olur.
Mal köle ise hakim onun
boynuna gerdanlık takıp üzerine mühür vurur.
309. Kefil alınması
vacip, mühür vurulması müstehaptır. Mühür vurmanın amacı, alınan malın
değiştirilmemesidir. Dava konusu mal bir cariye ise davacının bu cariye ile
başbaşa kalması haram olduğundan Rafii cariyenin yol arkadaşları içinde güvenilir
bir kimseyle birlikte gönderilmesi gerektiğini söylemiştir.
Ravdatü't-talibin'de "şahitler, bizzat cariyenin kendisi ile ilgili olarak
ortaya konulsun diye dOğru ve uygun olan budur" demiştir.
Not: Nevevi'nin belirttiği gönderme işlemi, karşı
taraf davayı def edecek bir gerekçe ortaya koymadığında söz konusu olur. Şayet
böyle bir gerekçe ortaya koymuşsa mesela o malla aynı isimde ve belirtilen
sıfatlara sahip başka bir malın olduğunu ortaya koyarsa bunun hükmü, daha önce
aleyhine hüküm verilen kimsenin benzer durumuna ilişkin söylenen hüküm gibidir.
310. Şahitler, mektubu
yazan hakimin yanına gidip onun yanında dava konusu malın kendisine dair
şahitlik ederler de hakim bu şahitliğe dayanarak malın davacıya ait olduğuna
hükmeder ve malı ona teslim ederse hakim, malın bulunduğu beldenin hakimine
kefilin berı olduğuna dair bir mektup yazar. Bunu ikinci defa göndermeye gerek
yoktur.
Aksi takdirde yani
şahitler malın kendisine şahitlik etmezlerse davacı dava konusu malın geri
götürülme masraflarını yüklenip malı ilk mekanına döndürmekle yükümlü olur;
çünkü haksız bir fiil yapmıştır. Bu sebeple Rafii'nin Bendenici'den
naklettiğine göre malonun tazmin yükümlülüğü altında olur. Yine Iraklıların
belirttiği üzere dava konusu mal, menfaati olan bir mal ise o mal ile sahibi
arasına girdiği sürenin ücretini de ödemekle yükümlü olur; çünkü haksız yere
sahibinin malı üzerindeki menfaatini atıl kılmıştır.
311. Dava konusu mal
hüküm meclisinde bulunmamakla birlikte mahkemenin bulunduğu şehirde ise hakim
hasma veya malı elinde bulunduran kişiye şahitler bizzat malın kendisine
şahitlik edebilsin diye mahkemeye getirmesi mümkün olan malı getirmesini
emreder; çünkü bunu yapmak kolaydır.
[Şehirde bulunmayan gaip
şahıs ise davanın açıldığı şehre gelmekle yükümlü tutulmaz.]Bununla şehirde
bulunmayan gaib şahıs arasındaki fark mesafenin uzaklığı ve meşakkatin
çokluğudur.
312. Akar gibi mahkemeye
getirilmesi mümkün olmayan mala gelince davacı bu malın sınırlarını belirtir ve
bu sınırlara dair şahitler getirir. Şahitler "biz malı bizzat biliyoruz
ama sınırlarını bilmiyoruz" derlerse hakim şahitleri bizzat malın yanında
dinlemek üzere görevliler gönderir veya kendisi bizzat hazır bulunur.
Sınırlarıyla birlikte işaret edilen akar davada yer alan akarsa buna ilişkin
hüküm verir, aksi takdirde hüküm vermez.
Bu, o akar o şehirde
meşhur değilse böyledir. Aksi takdirde şehirde bulunmayan malda olduğu gibi
bunda da sınırlarını belirlemeye ihtiyaç yoktur.
313. Ağır olan veya
araziye bitişik olan yahut duvara bitiştirilmiş olup sökülmesi zarara yol
açacak olan mallar da akar gibi kabul edilir. Nevevi "getirilmesi mümkün
olan" demek yerine "kolayca getirilme" ifadesini zikretmiş olsa
daha iyi olur, böylece ifade, belirttiğimiz malları da kapsardı.
314. Nevevi'nin
"malı getirmesi gerekir" şeklindeki mutlak ifadesinin kapsamından
malın insanların gözleri önünde olması durumu istisna edilir; çünkü bu durumda
getirilmesine gerek yoktur. Yine hakim bu malın ne olduğunu biliyorsa ve bu
bilgisine göre hüküm verirse -"hakimin bilgisine göre hüküm vermesi
caizdir"- görüşünü kabul ettiğimiz takdirde- malın mahkemeye getirilmesine
gerek olmaz
Not: Nevevi'nin "şehirde değil mahkeme
meclisinde olmayan" ifadesi şehirde olmayan malın -yakında bile olsa-
mahkemeye getirilmesinin emredilmeyeceğini ifade etmekteyse de bu
kastedilmemiştir. Aksine şehirde olmayıp günü birlik gidilip gelinen bir
yerdeki mal şehirdeki mal gibidir; çünkü her iki durumda da malı getirmek
gerekir. Buna el-Matlab adlı eserde dikkat çekilmiştir.
315. Mahkeme huzurunda
olmayan bir mala ilişkin dava dinlense bile bu malın niteliklerine ilişkin
şahitlik dinlenmez. Çünkü mal şehirde olmadığında ihtiyaç sebebiyle şahitliğin
dinlenmesi caiz olmuştur. Oysa mal şehirdeyken böyle bir durum yoktur. Nitekim
davalının mahkeme meclisinde olmadığı durumda gıyaben şahitler dinlenilmez ama
şehirde olmadığı durumda dinlenilir. Hatta hasım mahkemede hazır ise ve malın
elinde bulunduğunu ikrar ediyorsa şahitlerin bizzat malı görerek şahitlik
yapabilmesi için malı mahkemeye getirmesi emredilir. Malın vasfına dayalı
şahitliğin yapılamadığı durumda hüküm de verilemez.
Not: Nevevi, "malın nitelikleri üzerine
şahitlik dinlenmez" diyerek tek görüş olarak belirttiği hükmü
Ravdatü't-talibin'de de zikretmiş ve ardından şöyle demiştir: "Şahitler bir
kimsenin belirli bir evsafta olan bir köleyi gasp ettiğine şahitlik etseler ve
köle ölse, bu şaihtliğe dayanarak davacı o nitelikte bir kölenin değerini
almaya hak kazanır. Bu, Rafii'nin el-Udde yazarına nispet ettiği bir
görüştür." İbn Şühbe "bu, Rafii ve Nevevi'nin önceki görüşlerine
aykırıdır" demiştir.
316. Dava konusu şeyi
mahkemeye getirmek gerekli olduğunda davacının şahidi yoksa ve davalı
"benim elimde bu sıfatta bir mal yok" dese onun cevabına göre yeminle
birlikte sözü kabul edilir; çünkü aslolan bu kişinin bu nitelikte malı elinde
bulundurmuyor olmasıdır.
Davalı bu yemini
ettikten sonra davalı, malın değeri konusunda iddiada bulunabilir; çünkü malın
[davalı tarafından] tüketilmiş olma ihtimali söz konusudur.
Not: Nevevi'nin sözünün zahirinden davacının
mutlak olarak malın değerine ilişkin iddiada bulunabileceği anlaşılmaktaysa da
bu kastedilmemiştir. Davacı ancak mütekavvim [kıyemı] bir malda bu iddiada
bulunabilir. Şayet mal, misli bulunan mallardan ise o malın mislinde iddiada
bulunabilir; çünkü misli mallar misliyle tazmin edilir.
317. Davalı yemin
etmekten kaçınır d adavacı yemin edese veya davalı yeminden kaçınmadığı halde o
vasıfta bir malı elinde bulundurduğunu inkar ederken davacı buna dair şahit
getirse şahitlerin bizzat malın kendisine şahitlik edebilmeleri için dava
konusu malı mahkemeye getirmekle yükümlü tutulur. Şayet bunu yapmaz ve bir özür
de ortaya koymazsa bunu getirmesi için hapsedilir; çünkü üzerine gerekli olan
bir hakkı yerine getirmekten kaçınmaktadır.
318. Hapisten ancak dava
konusu malı getirdiğinde salınır; çünkü bu, hapsedilmesine sebep olan malın
kendisidir. Davalı malın telef olduğunu iddia ederse ilk sözüyle çelişmiş olsa
da burada bir zorunluluk olduğundan yeminle birlikte sözü kabul edilir. Çünkü
doğru söylüyor olabilir. Ayrıca onun bu sözünü kabul etmediğimiz takdirde ömür
boyu hapiste kalır.
Not: Yukarıdaki hüküm, davalının malın telef
olduğunu mutlak olarak belirtmesi veya bunu "hırsızlık" gibi gizli
bir sebeb e bağlaması halinde söz konusudur. Şayet açık bir sebeb e isnad
ederse Ezral'nin belirttiği üzere -tıpkı emanet mal konusunda geçtiği üzere- bu
sebebin gerçekleştiğini ispat etmekle yükümlü tutulur. Daha sonra malın bu
sebeple telef olduğu konusunda yeminle birlikte sözü kabul edilir.
Nevevi'nin sözünü ettiği
kişi, davayı kesin olarak açmış kimse hakkındadır.
319. Davacı, kendisinden
bir mal gasp eden kimse hakkında şu iki ihtimal arasında şüphe ve tereddütle
kalmış olabilir:
> Mal gasp edildikten
sonra telef edilmiştir. Bu durumda davacı mal mütekavvim ise malın değerini,
mislı ise mislini davalıdan talep eder.
> Mal gasp edildikten
sonra telef edilmemiştir, bu durumda bizzat malın kendisini talep eder.
Bu şekilde tereddütte
kalan davacı davasında şöyle der: "Falan kişi benden şu nitelikte bir malı
gasp etti. Şayet bu malonun elinde kalmışsa malın kendisini bana vermesi, mal
durmuyorsa mütekavvim ise kıymetini, misli ise mislini veresi gerekir."
320. Bu şekilde iddiada
bulunan kişinin [davası dinlenir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Her ne kadar tereddütlü
bir ifade kullanmış olsa da -ihtiyaç sebebiyle bunu yaptığından- davası
dinlenir.
Oavalı bu iddialardan
herhangi bir şeyi ikrar ederse ona göre hareket edilir. İnkar ederse kendisine
"malın ne kendisi ne de değerini vermem gerekmiyor" şeklinde yemin
ettirilir.
Yemin etmekten kaçınırsa
davacıya -tereddütlü olmasına rağmen- yemin ettirilir mi yoksa iki seçenekten
birini seçmesi mi şart koşulur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmakta
olup Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin belirttiği üzere ilki daha güçlüdür.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
davacı tererdütlü olduğu için onun davası dinlenmez. Bu durumda davacı mal
konusunda iddiada bulunur, hakim de kendisine bu konuda yemin ettirir. Yemin
ettikten sonra malın değeri veya mislini iddia eder. Hakim bu konuda da
kendisine yemin ettirir.
321. Yukarıdaki iki
görüş şu meselede de bulunmaktadır: Bir kimse dellale satması için bir elbise
verse ve daha sonra kendisinden bunu istediğinde dellal ["senin bende
elbisen yok" diyerek] durumu inkar etse elbiseyi veren şahıs açısından şu
üç konudan birinde tereddüt olsa;
> Oellal elbiseyi
sattı mı? Şayet sattıysa elbise sahibi satım
bedelini isteyecektir.
> Dellal elbiseyi
telef mi etti? Şayet telef ettiyse elbise sahibi elbisenin kıymetini
isteyecektir.
> Elbise dellalın
elinde aynen duruyor mu? Şayet böyleyse dellal elbisenin kendisini geri almak
isteyecektir.
Yukarıda geçen daha
doğru görüşe göre elbise sahibi dellale karşı "elbise duruyorsa elbiseyi
istiyorum, sattıysan bedelini istiyorum, telef ettiysen kıymetini
istiyorum" şeklinde iddiada bulunur. Karşı taraf bu iddialara karşılık
kendisinin teslim etmesi gereken bir elbise, satım bedeli veya kıymet olmadığna
dair yemin eder.
İkinci görüşe göre
elbise sahibi bir davada elbisenin kendisini, başka bir davada satım bedelini,
bir başka davada da kıymetini talep eder. Oavalı yemin etmekten kaçındığında
davacı üç defa yemin eder. Oavalı yeminden kaçındığında -yukarıda geçtiği
üzere- davacı tereddütle olmasına rağmen yemin eder.
Bulkini şöyle demiştir:
Dellal elbiseyi satmış
ama henüz karşı tarafa teslim etmemiş ve satım bedelini de almamış olabilir. Bu
sebeple belirtilen dava bütün ihtimalleri bir arada bulundurmamaktadır. Hakim,
tereddütlü davayı, bütün ihtimallere göre bağlayıcı hüküm vermeyi gerektirdiği
durumda dinler. Diğer ihtimalleri gündeme getirirse hakim bunları dinlemez;
çünkü bu ihtimallerde bağlayıcılık yoktur. Buna temas eden birini görmedim.
322. Oavalı üzerine dava
konusu malı mahkemeye getirmeyi gerekli kıldığımız durumda gaip olan mal
mahkemeye getirilse [iki ihtimal söz konusu olur:]
> [Muhakeme
sonucunda] malın davacıya ait olduğu sabit olursa, malın mahkemeye getirilme
masrafları davalının üzerinde kalmış olur; çünkü kendisi [malı sahibinden
almakla] haksız bir fiilde bulunmuştur.
> Malın davacıya ait
olduğu sabit olmazsa malın mahkemeye getirilme ve ilk yerine geri götürülme
masrafları davacıya ait olur; çünkü [kendisinin olmayan bir malı dava ederek]
haksız bir fiilde
bulunmuştur.
Zerkeşi şöyle demiştir:
Şehirde olmayan malın getirilmesi meselesinin aksine burada davacı, [mahkeme
süreci esnasında] mal ile sahibi arasına girdiği için herhangi bir ücret
ödemez.
Not: Mal yolda evin yıkılması vb. bbir sebeple
telef olsa el-Matlab'ta belirtildiğine göre davacı bunu tazmin etmekle yükümlü
olmaz. Bu konuda görüş ayrılığı yoktur.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN
HAKKINDA GIYABEN
HÜKÜM VERİLEBİLECEK KİMSELER