MUĞNİ’L-MUHTAC

ATEŞKES

 

II. ATEŞKES ANLAŞMASINA İLİŞKİN HÜKÜMLER

 

Nevevi daha sonra ateşkes anlaşmasının hükümleri konusunu ele almaya başlayarak şöyle demiştir:

 

1. Ateşkes geçerli olduğunda; süre doluncaya kadar veya karşı taraf açıkça anlaşmayı bozuncaya kadar ya da bizimle savaşarak yahut ehl-i harbe bizim açıklanmızı bildiren mektup yazarak yahut da bir Müslümanı öldürerek anlaşmayı bozuncaya kadar onlardan el çekmemiz gerekli olur.

 

2. Anlaşma sona erdiğinde onlara saldırmamız, gece baskını yapmamız caiz olur.

 

3. Onların bir kısmı anlaşmayı bozsa ve diğerleri sözle veya fiili olarak buna karşı çıkmasalar onlar açısından da anlaşma bozulmuş olur. Şayet anlaşmayı bozanları terk ederek yahut kendilerinin anlaşmaya bağlı olduklarını bildirmek suretiyle anlaşmanın bozulmasına tepki gösterirlerse onların anlaşması bozulmuş olmaz.

 

4. Devlet başkanı onların hıyanet etmelerinden korkarsa anlaşmayı bozup onları güvende olacakları ir yere ulaştırabilir. Zimmet anlaşması ise töhmet sebebiyle bozulmaz.

 

5. Ateşkes anlaşması yaparken "onlardan Müslüman olarak bize gelen kadınların onlara geri verilmesi" şartının ileri sürülmesi caiz değıidir. Şayet böyle bir şart ileri sürülürse şart geçersiz olur. Daha doğru görüşe göre anlaşma da geçersiz olur.

 

6. Ateşkes anlaşması yaparken [devlet başkanı] "onlardan Müslüman olarak gelen erkeklerin geri verilmesi" şartını ileri sürerse yahut geri vermekten söz etmezse sonra bir kadın bize gelirse daha güçlü görüşe göre onun kocasına herhangi bir mehir ödemek gerekmez.

 

7. Çocuk ve akıl hastaları geri çevrilmez.

8. Mezhepte esas alınan görüşe göre köle ve aşireti olmayan hür kimse de böyledir.

9. Aşireti olup da geri verilmesini istediklerinde [bize Müslüman olarak] gelen erkek başkasına değil o aşirete geri verilir.

 

Ancak geri verilmesi istenen kişi, bunu isteyenleri yenerek onların elinden kaçarsa o başka.

 

10. "Geri verme"nin anlamı şahısla onu talep eden kimseleri başbaşa bırakmaktır. Gelen kimse geri dönmeye zorlanmaz, onun da geri dönmesi gerekmez. 0, kendisinin geri verilmesini isteyen kişiyi öldürebilir. Biz böyle bir şey yapmasını kendisinden açık olarak istemeyiz ama üstü kapalı hissettiririz.

 

11. Devlet başkanı, bizden mürted olarak karşı tarafa gidenlerin geri verilmesini şart koşsa onların bu şarta vefa göstermeleri gerekir. Buna yanaşmazlarsa anlaşmayı bozmuş olurlar. Daha güçlü görüşe göre anlaşmada onların geri verilmemesini şart koşmak caizdir.

 

164. Ateşkes anlaşması geçerli olarak yapıldığında gerek anlaşmayı yapan devlet başkanı [vali vb.] gerekse daha sonra gelen devlet başkanlarının, anlaşmaya bağlı kalarak Müslüman veya zımmılerin [canlarına veya mallarına kastetmek suretiyle] kafirlere vereceği eziyet / sıkıntıyı gidermeleri gerekir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

 

> Yaptığınız anlaşmaya bağlı kalın; çünkü anlaşmaya bağlı kalıp kalmadığınız sorulacaktır. [İsra, 34]

 

Ehl-i harbe gelince, onlardan el çekmemiz ve onların birbirine saldırmasınaengel olmamız gerekmez. Çünkü zimmet anlaşmasının aksine ateşkes anlaşmasının amacı kafirleri korumak değil onlara saldırmamaktır. Ancak her ne kadar bizim üzerimize gerekli değilse de harbller bir harbınin malını haksız olarak almışlar ve biz de bu malı ele geçirmişsek malı kendisine geri veririz.

 

165. Saldırmazlık durumu anlaşmanın süresi bitinceye, karşı taraf anlaşmayı bozuncaya veya devlet başkanı anlaşmayı bozmayı kendi istemesine bağladığında anlaşmayı bozmayı isteyinceye kadar devam eder. Şayet anlaşmanın bozulması devlet başkanından başka birinin istemesine bağlanmışsa o bunu isteyinceye kadar saldırmazlık durumu devam eder.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

 

> Onlar size karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah (ahdi bozmaktan) sakınanları sever. [Tevbe, 7]

 

> Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız. Allah (haksızlıktan) sakınanları sever. [Tevbe, 4]

 

166. Onların anlaşmayı bozması, biraz önce belirttiğimiz durumlarda söz konusu olduğU gibi ayrıca onların ["biz anlaşmayı bozuyoruz" diye] açıkça beyan etmeleri veya herhangi bir bahane ileri sürmeksizin bizimle savaşmaları durumunda da olur. Şayet "biz baskı ve tehdit altında kaldığımız için devlete isyan edenlere yardım ettik" diye bir bahane ileri sürerlerse ZerkeşI'nin kendi görüşü olarak belirttiğine göre anlaşma bozulmuş olmaz.

 

167. Yine anlaşma onların ehl-i kitaba, bizim açıklarımızı anlatmak üzere mektup yazmaları halinde de bozulmuş olur.

 

168. Onlar bir Müslümanı öldürdüğünde de ateşkes anlaşması sona erer. Nevevi'nin "bir müslümanı öldürmek" ifadesinden sanki bizim ülkemizde bir zımınıyi öldürmeleri halinde hükmün farklı olacağı [anlaşmanın bozulmuş olmayacağı] anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir.

 

169. Anlaşmanın bozulması sadece bu zikredilenlerle sınırlı olmayıp başka şeylerle de bozulur. Bunlardan birisi onların Allah'a, Kur'an'a veya Resulullah (s.a.v.)'a küfretmeleridir.

 

170. Zimmet anlaşmasını bozup bozmadığı konusunda ihtilaf bulunan hususların tümü ateşkes anlaşmasını kesin olarak bozar. Çünkü ateşkes anlaşması, cizye anlaşması gibi cizye ile pekiştirilmediğinden zayıf bir anlaşmadır.

 

Not:  Nevevi'nin "geçerli olur" ifadesinden ilk anda şöyle bir anlam anlaşılmaktadır: "Anlaşma geçersiz olursa onlara saldırmaktan el çekmemiz gerekmez." Bu kastedilmemiştir. Bu durumda onları uyarmak ve durumu onlara bildirmek gerekir, onlara ani saldırıda bulunmak caiz olmaz.

 

Devlet başkanı ikinci anlaşmayı fasit olarak görürse bakılır: Bu, ictihaddan kaynaklanan bir bozukluk ise anlaşmayı bozmaz. Şayet nassa veya icmaya aykırı olmaktan kaynaklanan bir bozukluk ise anlaşmayı bozar.

 

171. Anlaşma süresi bittiğinde anlaşma yapılan kafirler kendi ülkesinde ise onlara saldımak ve gece baskını yapmak caiz olur.

 

172. [Kendileriyle anlaşma yaptığımız kafirler anlaşmayı bozacak bir şey yaptıklarında] yaptıkları şeyin anlaşmayı bozmak anlamına geldiğini bilsinler ya da bilmesinler fark etmez [bizim onlara saldırmamız caiz olur]. Nitekim ayette şöyle buyrulmuştur:

 

> Eğer antlaşmalarzndan sonra yeminlerini bozarlar, ve dininize saldırırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan adamlardır. (Onlara karşı savaşırsanız) umulur ki küfre son verirler. [Tevbe, 12]

 

Ayrıca onlar bu fiili yaptıklarında, anlaşma yapmadan önceki duruma dönmüş olurlar.

 

173. [Anlaşmayı bozan bir fiil yapan kafirler] şayet bizim ülkemizde iseler Ravdatü't-talibın ve eş-Şerhu'l-kebır'de belirtildiğine göre kendileriyle savaşmayız, onları [sınırdışında] güende olacakları bir yere iletiriz.

 

174. Anlaşma yaptıklarımızdan bir kısmı yukarıda geçen fiillerden herhangi birini yaparak anlaşmayı bozduğunda diğerleri söz ve iilleriyle buna tepki göstermezlerse yani buna sessiz kalırlar ve anlaşmayı bozanlardan ayrılmazlarsa anlaşma onlar açısından da bozulmuş olur. Çünkü onların sessiz kalması buna razı olduklarını gösterir. Dolayısıyla onlar da anlaşmayı bozmuş kabul edilirler. Nitekim içlerinden bir kısmı anlaşma yaparken diğerlerinin sessiz kalması, onların tümü hakkında anlaşma yapılması anlamına gelmektedir.

 

Şu durum bundan farklıdır: Cizye akdinde zımmılerin bir kısmının anlaşmayı bozması tümünün bozması anlamına gelmez; çünkü cizye anlaşması güçlü, ateşkes anlaşması ise zayıftır.

 

175. Anlaşmayı bozmayanlar bozanlardan ayrılmak veya kendilerinin anlaşmalarının devam ettiğini devlet başkanına bildirmek suretiyle tepkilerini ortaya koysalar, anlaşmayı onların reisleri bozmuş bile olsa onlar açısından anlaşma bozulmamış olur. Çünkü Yüce Allah "kötülüğü engelleyenleri kurtardık" [A'raf, 165] buyurmuştur.

 

176. Şayet anlaşmayı bozanları terk etmeksizin veya anlaşmaya kendilerinin bağlı kaldıklarını devlet başkanına bildirmeksizin sadece tepki göstermekle yetinseler -zimmet anlaşmasının aksineateşkes anlaşmasını bozmuş olurlar.

 

177. Nevevi burada iki örnek getirmiştir; çünkü bunların ilki fiill tepki ikincisi sözlü tepki şeklidir.

 

178. [Anlaşmanın bozulup bozulmadığı konusunda bir ihtilaf söz konusu olsa] yeminle birlikte anlaşmanın bozulmadığını söyleyenlerin ifadesi esas alınır.

 

179. Sırf bir vehme dayalı olarak değil de ortada onların hıyanet etme ihtimallerinin bulunduğunu gösteren bir emare sebebiyle devlet başkanı onların ihanet etmesinden korksa anlaşmayı bozduğunu kendilerine bildirebilir. Çünkü ayette şöyle buyrulmuştur:

 

> (Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de (onlarla yaptığın ahdi) aynı şekilde bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez. [Enfal, 58]

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden anlaşıldığına göre onların ihanet etmesinden korkmazsa anlaşmayı bozduğunu onlara bildirmesi caiz olmaz. Buradan anlaşılıyor ki bu, bağlayıcı bir anlaşmadır.

 

180. Devlet başkanı anlaşmayı bozunca anlaşma şartlarına vefa uyarınca önce kendilerini uyarır ve üzerlerinde bulunan hakların tahsil edilmesinden sonra kendilerini güvenli bir bölgeye ulaştırır. "Güvenli bölgeye ulaştırma" ifadesiyle neyin kastedildiği önceki bölümde belirtilmişti.

 

181. Ateşkes anlaşmasının aksine zimmet anlaşması, devlet başkanının onların hıyanet edeceklerini sezmesine bağlı bir töhmet sebebiyle bozulmaz. Aralarında şu üç açıdan fark bulunduğu belirtilmiştir:

 

> Zimmet akdinde onların tarafına ağırlık verilir. Bu sebeple onlar talepte bulunduğunda icabet etmek gerekir. Ateşkes anlaşmasında ise bizim tarafımıza ağırlık verilir. Bu sebeple onlar ateşkes istediğinde bunu kabul etmemiz gerekmez.

 

> Zimmet ehli devlet başkanının hakimiyet ve kontrolü altındadır. Bir hıyanetleri söz konusu olduğunda buna müdahale etmesi mümkündür. Ateşkes yapılanlar ise öyle değildir.

 

> Zimmet akdi daha güçlüdür; çünkü ebediyyen geçerli olmak üzere yapılır. Ayrıca bir bedel karşılığındadır.

 

182. Ateşkes anlaşmasında, onlardan bize gelen Müslüman kadının -isterse bu kadın bizim yanımızda Müslüman olmuş olsunonlara geri verilmesini şart koşmak caiz değildir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

 

> Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları, imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kafirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. [el-Mümtehine, 10]

 

Ayrıca geri gönderilmesi halinde [şayet evliyse] kafir olan kocasının kendisiyle ilişkide bulunmayacağından, [bekar ise] kafir bir erkekle evlendirilmeyeceğinden emin olunmaz.

 

Ayrıca bu kadın onların elinden kaçamaz. Aklı melekelerinin az olması ve bilgisinin yeterli olmaması sebebiyle [dini konusunda] fitneye düşmesi yakın bir ihtimaldir.

 

Not:  Bu konuda hür olan kadın ile cariye arasında fark yoktur.

 

Son dönem alimlerinden biri kendi görüşü olarak bu konuda çift cinsiyetli şahsın da kadın hükmünde olduğunu belirtmiştir.

 

Nevevi "bize gelirse" ifadesini zikretmemiş olsa daha iyi olurdu; çünkü bize kafir olarak gelip Müslüman olan kadının durumu da -benim onun sözünü açıklarken belirttiğim üzere- aynıdır.

 

183. Ateşkes anlaşması yapılırken "[kafirlerden bize gelen] kadının geri verilmesi şart koşulursa şart kesinlikle fasit olur. Kadının aşireti olsun ya da olmasın fark etmez; çünkü bu şart, haram olan bir şeyi helal kılmaktadır.

 

[Bu durumda anlaşmanın kendisi de geçersiz olur mu? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru olan ve İmam Şafii'nin el-Ümm'de belirttiği görüşe göre şartın geçersiz olması sebebiyle anlaşma da geçersiz olur.

 

İkinci görüş

 

Anlaşma geçersiz olmaz; çünkü ateşkes anlaşması nikah akdinden daha güçlü değildir. Nikah akdi bile fasit şartlar sebebiyle fasit olmamaktadır.

 

Not:  İbn Şühbe şöyle demiştir:

 

Bu, daha önce Nevevi'nin "doğru görüşe göre fasit şart da böyledir" sözü ile ilgili görüş ayrılığının aynısıdır. Ancak Nevevi orada bunu zayıf gördüğü halde burada meseleyi tekrarlayıp tenakuza düşmüştür. Ravdatü't-talibın'de bu tenakuza düşmemiştir; çünkü orada önce "doğru görüş" diye nitelemiş, ardından ikinci meselede konuyu ona havale etmiştir.

 

Celaleddin el-Mahalli buna şöyle cevap vermiştir:

 

Nevevi "daha doğru" ifadesiyle bu meselede görüş ayrılığının güçlü olduğuna işaret etmiş, daha önce geçen meselelerde ise "doğru görüş" ifadeiyle o meselede görüş ayrılığının zayıf olduğuna işaret etmiştir. Şu halde ortada bir tekrar veya ihtilaf söz konusu değildir.

 

"Müslüman kadın" ifadesi kafir kadını dışarıda bırakmaktadır. Zira onu geri vermeyi şart koşmak caizdir.

 

184. Devlet başkanı veya onun barış anlaşması için görevlendirdiği kişi onlardan bize Müslüman olarak gelenleri geri vermeyi şart koşsa veya anlaşma yaparken geri vermek ya da vermemekten söz etmeksizin mutlak olarak akit yapsa sonra Müslüman bir kadın gelse [bu kadının mehrini onun kocasına vermek gerekir mi? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre vermek gerekmez. Çünkü zifaftan önce olsun sonra olsun kadının Müslüman olması sebebiyle nikah kalkmıştır; çünkü cinsellik bir malolmadığından eman kapsamına girmez.

 

İkinci görüş

 

Devlet başkanının bunu ödemesi gerekir; çünkü "[mehir olarak] infak ettiklerini onlara verin" [Mümtehine, 10] buyrulmuştur. Bu ayetteki emir farziyet anlamına gelebileceği gibi aslı hükme uygun olarak farziyet anlamına gelmeyen mendupluk da bildirebilir. Alimler, bu konuda delil bulunduğu için bu emri n farziyet bildirdiği görüşünü tercih etmişlerdir.

 

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in mehri tazmin etmesine gelince; o Müslüman olarak bize gelen kadınların onlara geri verilmesini şart koşmuştu. Sonradan bu şart "kafirleri onlara geri döndürmeyin" ayetiyle neshedildi. [Mümtehine, 10] Onları vermeyi şart koştuğu halde bu imkansız hale gelince onların mehirlerini tazmin etti.

 

Not:  [Anlaşma esnasında, kafirlerden bize Müslüman olarak gelen kadınların] mehirlerini [onların kocalarına] ödemeyi şart koşarsak bu mehir ancak dokuz şartla hak edilir. Maverdi bunları bir arada zikretmiştir. Bunlar, Rafi!'nin ifadesinde dağınık olarka yer almaktadır. [Bunları şu şekilde belirtmek mümkündür:]

 

Mehri isteyen kişi kadının kocası olmalı. Nevevi "kocasına" ifadesiyle buna işaret etmiştir.

 

Koca, karısına mehri vermiş olmalı.

 

Müslüman olarak bize gelmiş olmalı veya zımmı iken gelip Müslüman olmalı.

 

Ergenlik çağını aşmış ve aklı başında olmalı.

 

Hayatta olmalı. Şayet mehir talep edilmeden önce ölürse mehir verilmez.

 

İddeti devam ediyor olmalı. Eğer iddet bitmiş se onlara kesinlikle bir şey ödenmez. Bunu Rafii kendi görüşü olarak zikretmiş, Bulkini ise İmam Şafii'nin ifadesi olarak nakletmiştir.

 

Kadın İslam üzere kaldığı halde kocası kendi dininde kalmış olmalı ki engel kadından kaynaklanmış olsun.

 

Koca nikahı üzere kalmalı. Şayet kocanın mehri talep etmesinden sonra muhalaa yaparsak bu görüşe göre kocanın mehir hakkı düşmez.

 

Kadın, devlet başkanı veya onun görevlendirdiği kişinin bulunduğu şehre gelmiş olmalı. Aksi taktirde o şehir halkı kadına engel olabilirler. Bu durumda onlar mehri tazmin etmediği gibi devlet başkanı da tazmin etmez. İmam Şafii bunu el-Ümm'de açık olarak belirtmiştir.

 

Nevevi "anlaşmada geleni geriye vermekten söz edilmese" ifadesi ile geri vermemenin şart koşulmasını dışarıda bırakmıştır. Çünkü bu durumda kesinlikle mehir tazmin edilmez.

 

185. Ateşkes anlaşması yaptığımız kafirlerden bize ister erkek ister kız olsun bir çocuk gelerek Müslüman olduğunu söylese, kafir olan ana-babası çocuğu talep etsin ya da etmesin çocuk geri verilmez. Yine erkek olsun dişi olsun onlardan bize gelen yetişkin akıl hastası kişiler de akıl hastalığı buluğdan sonra ortaya çıkmışsa -müşrik olsun ya da olmasın- geri verilmez. Çünkü gerek çocuk gerekse akıl hastası tıpkı kadın gibi zayıftır. Bunları geri verme şartıyla anlaşma yapmak caiz değildir.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: "Rafii ve Nevevi, buluntu çocuk bölümünde çocuk Müslüman olduğunda kendisiyle ailesi arasına girmenin zorunlu olmadığını, müstehap olduğunu söylemişlerdir."

 

Buna şöyle cevap verilir: Oradaki açıklama, bu şahısların İslam ülkesinde yaşıyor olmaları durumuna yorulur. Burada ise konu çocuk ve akıl hastasının küfre dönmesine cevaz verme hakkındadır. Zira çocuğu onlara geri verirsek onu kendilerine meylettirip küfre döndürme imkanına sahip olurlar. Oysa bizim ülkemizde oturduklarında bunu yapma imkanları olmaz.

 

186. Çocuk buluğa erer ve akıl hastası da iyileşirse bakılır:

 

> Bunlar kafir olduklarını gösteren bir inanç ortaya koyarlarsa darulharbe geri döndürülürler.

 

> Sonrakilerden birinin belirttiğine göre herhangi bir inanç ortaya koymadıklarında da hüküm böyledir.

 

187. Şayet Müslüman olduklarını belirtirlerse -akıl hastalığının Müslüman olduktan sonra ortaya çıkması veya Müslümanlığın, akıl hastalığından ayıldıktan sonra gerçekleşmesi durumunda olduğu gibi- bu şahıslar geri döndürülmez.

 

> Akıl hastasının, hastalıktan önce mi sonra mı Müslüman olduğundan şüphe edersek bu durumda da o kişi geri döndürülmez.

 

188. [Kendileriyle anlaşma yaptığımız kimselerden bize gelen Müslüman bir erkeğin darulharpte aşireti yoksa geri gönderilir mi? Bu konuda iki rivayet bulunmaktadır:]

 

Birinci rivayet

 

Müslüman, akıl ve baliğ bir köle veya hür bir kimsenin aşireti yoksa geri gönderilmez; çünkü [geri gönderilmesi halinde] hür kimse de onların içinde zillete mahkum edilir.

 

İkinci rivayet

 

Bu ikisi [çocuk, kadın, akıl hastası vb.] başkalarına nispetle güçlü olduklarından geri gönderilirler.

 

Bazıları hür kişinin geri gönderilmesini ihtilafsız olarak zikretmiştir. Alimlerin çoğunluğuna göre ise köle gibi o da gönderilmez.

 

Müslüman olan cariyeye gelince -ister özgürlük sözleşmesi yapmış olsun, ister efendisinden çocuğu olsun- kesinlikle geri gönderilmez.

 

Not:  Ateşkes anlaşmasından önce veya sonra bir köle veya cariye hicret etse sonra her biri Müslüman olsa azat olurlar; çünkü efendisine karşı çıkarak İslam ülkesine geldiğinde zor kullanarak kendisine sahip olmuş olur ve azat olur. Ayrıca ateşkes oların bir kısmına eman verip bir kısmına vermemeyi gerektirmez. Bu köle veya cariye kendisi üzerine el koyarak kendi varlığına sahip olmuştur. Yine Müslüman olduktan sonra henüz ateşkes anlaşması yapılmadan önce hicret eden de azat olur; çünkü o, kafirlere saldırmanın mübah olduğu bir durumda kendi varlığı üzerinde hakimiyet sahibi olmuştur.

Anlaşma yapıldıktan sonra Müslüman olan köle ise azat olmaz; çünkü bu durumda onların mallarının dokunulmazlıkları olur ve Müslüman bir kimse o mallara el koyarak sahip olamaz. Bununla birlikte köle efendisine geri verilmez; çünkü efendisine rağmen Müslüman olarak gelmiştir. Görünürdeki duruma göre efendisi onu tekrar köleleştirecek, alçaltıcı şeyler yapacaktır. Kendisini koruyack bir aşireti de bulunmamaktadır. Bu durumda efendisinin onu azat etmesi gerekir. Şayet efendisi azat etmezse devlet başkanı bu köleyi Müslüman bir şah sa satar veya kölenin değerini devlet hazinesinden ödeyerek Müslümanlar adına azat eder. Kölenin velası Müslümanlara ait olur.

 

Güvenli bölgeye kaçmak da İslam ülkesine hicret etmek gibidir. Alimler hicret etmeyi zikretmişlerdir; çünkü genellikle kişinin azat olduğu bununla bilinir.

 

Mükatep olan cariye şayet azat olmazsa mükatep olarak kalır. Eğer kitabet taksitlerini öderse azat olur, velası efendisine ait olur. Ödeyemez de tekrar normal köle olursa bakılır: Müslüman olduktan sonra taksitlerinden herhangi bir şey ödemiş daha önce ödememişse ödediği kısım onun değeri üzerinden hesap edilir, şayet değerini karşılıyorsa veya daha fazla geliyorsa azat olur. Çünkü efendisi bu durumda hakkını almıştır. Bu cariyenin velası Müslümanlara ait olur. Efendisi fazlalık kısmı geri isteyemez. Şayet cariyenin ödediği kısım değerinden daha az ise devlet hazinesinden tamamlanır.

 

189. Aşireti bulunan hür bir kimse [ateşkes anlaşması yapıldıktan sonra İslam ülkesine gelse ve] aşireti onun geri verilmesini talep etse aşiretine geri verilir. Çünkü Resulullah (s.a.v.) Ebu Cendel'i babası Süheyl bin Amr'a geri vermiştir.(Buhari, Cizye ve'l-muvadaa, 3181; Müslim, Cihad, 4609)

 

Bunun aklı gerekçesi de şudur: Aşireti o kişiyi korur ve kollar.

 

Not:  Talepte aşiretin tümünün gelmesi mi, içlerinden birinin gelmesi mi dikkate alınır, yoksa doğru söylediği kanaati oluşuyorsa onların elçilerini göndermesi yeterli midir?

 

Zerkeşi şöyle demişlerdir: "Alimler buna temas etmemişlerdir. Bence ikincisi güçlüdür. Kendisini koruyacak bir aşireti bulunan kişinin geri verilmesi şart koşulursa bu şart caiz olur. Bunu Iraklılar ve başkaları açık olarak ifade etmişlerdir. "

 

Bendenici şöyle demiştir: Ölçü şudur: Darülharpte Müslüman olduğunda hicret etmesi gerekli olmayan kişinin geri verilmesini ateşkes anlaşmasında şart koşmak caizdir.

 

İbn Şühbe "bu, güzel bir ölçüdür" demiştir.

 

190. Aşireti kişinin geri verilmesini talep ettiği halde onu aşiretinden başkasına vermek caiz değildir; çünkü başkaları ona eziyet eder. Ancak geri verilmesi istenilen kişi, bunu isteyen kişiye galip gelebilecek ve ondan kaçabilecek durumda olursa o zaman geri verilir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Ebu Bas!r'i istemeye iki kişi geldiğinde onu geri vermesi bu şekilde yorumlanır. Ebu Basir yolda bu iki kişiden birini öldürmüş, diğeri ise kaçmıştı. Bunu Buhari rivayet etmiştir.(Buhari, Şurut, 2732)

 

191. Şahsı hiç kimse talep etmezse geri döndürülmez. Şahsın geri verilmesi şart koşulmamışsa onu geri vermek kesinlikle gerekli değildir.

 

192. Geri vermenin anlamı, [anlaşmada ileri sürülen] şart gereğince geri verilmesi istenen kişi ile onu isteyeni başbaşa bırakmaktır. Emanet mal konusunda olduğu gibi başbaşa bırakmanın "geri vermek" olarak isimlendirilmesi akla uzak bir durum değıidir.

 

193. Geri verilmesi istenen kişi, onu isteyen kişiye dönmesi konusunda zorlanmaz; çünkü bir Müslümanı darulharpte oturmaya zorlamak caiz değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Ebu Basir ve Ebu Cendel'i geri vermesi de bu şekilde yorumlanır.

 

194. Geri verilmesi istenen kişinin geriye dönmesi geremmez; çünkü anlaşma onunla yapılmamıştır. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.v.) Ebu Basir'in geri dönmekten kaçınmasına, kendisini isteyen kişiyi öldürmesine tepki göstermemiş, hatta yaptığından memnun olmuştur. Şayet geri dönmesi zorunlu olsaydı ona Mekke'ye geri dönmesini emrederdi.

 

195. Geri verilmesi istenen kişi kendisini ve dinini savunmak için kendisini isteyen şahsı öldüreilir. Bunun delili Ebu Basir kıssasıdır. Bizim -yani devlet başkanı veya tek tek fertler olarak Müslümanların- geri istenen kişinin, kendisini isteyen şahsı öldürmesini üstü kapalı bir yolla bildirmemiz caizdir. Çünkü Ebu Cendel, babasına geri verildiğinde Hz. Ömer (r.a.) ona "sabret Ebu Cendel, onlar müşriklerdir. Onların kanı köpeğin kanı gibidir" diyerek babasını öldürmesini üstü kapalı bir biçimde anlatmaya çalışıyordu. Bunu Beyhaki süneninde ve İmam Ahmed de müsnedinde rivayet etmiştir. (Müsned, 4, 325; Beyhaki, Cizye, 9, 227)

 

196. Geri istenen kişinin, kendisini isteyen şahsı öldürmesini ona açık olarak söyleyemeyiz, bu caiz değildir. Çünkü onların emanı vardır. Şayet anlaşma yapıldıktan sonra onlardan biri Müslüman olursa alimlerin ifadesinden anlaşıldığına göre o bunu açık olarak söyleyebilir. Çünkü o kendisi üzerine onlar lehine eman şartı koşmamıştır, devlet başkanının koştuğu em an şartı da onu kapsamamıştır. Bunu Zerkeşi söylemiştir.

 

197. Devlet başkanı ateşkes anlaşması yaparken, bizden mürted olarak karşı tarafa gidenlerin -erkek veya kadın, hür veya köle olsun- geri verilmesini şart koşsa onların bu şarta uyması gerekir. Çünkü üstlendikleri şey bunu gerektirir. Şayet vermekten kaçınırlarsa şarta aykırı davrandıklarından anlaşma bozulur.

 

198. [Mürtedlerin geri verilmemesini şart koşmak caiz midir? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre mürted olan kişi kadın bile olsa geri verilmemesini şart koşmak caizdir. Onların geri vermeleri gerekmez; çünkü Resulullah (s.a.v.) Kureyş ile yaptığı anlaşmada bunu şart koşmuştu. Süheyl bin Amr Kureyş'in elçisi olarak geldiğinde peygamberimiz şöyle demiştir: "Sizden Müslüman olarak bize gelenleri geri veririz. Bizden size gelenler ise uzak olsunlar! "(Buhari, Şurut, 2731)

Ancak onlar mürted olan kadının mehrini tazmin ederler.

 

Şu sorulabilir: Biz Müslüman olan kadının mehrini onlara tazmin etmediğimiz halde onlar niçin mürted olan kadının mehrini bize tazmin etsinler?

 

Buna şöyle cevap verilir: Bizim mürtedden tövbe etmesini isteme yükümlülüğümüz vardı. Onlar bunu ortadan kaldırdılar. Ayrıca burada engel kadın tarafından gelmiş, koca da ondan mehrini geri alabilecek imkanı kaybetmiştir. Müslüman olan kadın ise öyle değildir.

Koca, Müslüman olarak karısı üzerinde hak sahibi olma imkanına sahiptir.

 

 

Son Hükümler

 

Anlaşma yaptığımız kimseler hür bir kimseyi değil ama irtidat eden kölenin değerini tazmin ederler. Şayet bizim o kölenin değerini almamızdan sonra mürted olan köle bize geri gelirse aldığımız değeri onlara geri veririz, mehirdeki durum bunun aksinedir.

 

Eş-Şerhu'l-keblr'de şöyle demiştir: Çünkü kölenin değeri verildiğinde köle onların malı olmuştur. Kadın ise mehri ödendiğinde [otomatik olarak] birinin karısı olmaz.

 

Şu sorulabilir: Bu, "mürted kölenin kafire satılması caizdir" hükmünü benimsediğimizde sözkonusu olabilir. Oysa daha doğru görüş buna aykırıdır.

 

Buna şöyle cevap verilir: Bu gerçek anlamda bir satış değildir. maslahat sebebiyle buna göz yumulmuştur. Dolayısıyla bu hüküm, kölenin satılmasının sahihliğine dayalı olarak türetilmemiştir.

 

Eş-Şerhu'l-kebır'de şöyle denilmiştir: Devlet başkanı, mürted kadının kocasının karısına verdiği mehri kendisine tazmin eder; çünkü ateşkes anlaşmasıyla onunla karısının arasını serbest bırakmış olduk. Şayet bu anlaşma olmasaydı kadını bize geri verinceye kadar kendileriyle savaşacaktık.

 

Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin dediği gibi tazminin kocaya yapılması hicret eden Müslüman kadının kafir kocasına tazmin yapılması hükmünden türetilmiştir.

 

Maverdi şöyle demiştir: "Ateşkes anlaşması yaptığımız kimselerin çocuklarını onlardan satın almak caiz olmakla birlikte esir almak caiz değildir."

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

AV VE HAYVAN KESİMİ: GİRİŞ