MUĞNİ’L-MUHTAC

NEFSİ MÜDAFAA

 

Meşru Müdafaanın Hükmü

 

1. Kişi cana, organa, namusa veya mala saldıran herşeyi def etme hakkına sahiptir.

2. Bunu yaparken saldırganı öldürse tazmin etmesi gerekmez.

3. Mala yapılan saldırıyı def etmek farz değildir.

4. Namusa yönelik saldırıyı def etmek farzdır. Kafir veya hayvanın kastettiği canı korumak da böyledir. Daha güçlü görüşe göre biLMüslümanın cana yönelik saldırısını def etmek farz değildir.

 

5. Başkasına yönelik saldırıyı def etmek kişinin kendisine yönelik saldırıyı def etmesi gibidir. [Zayıf] bir görüşe göre bu kesin olarak gereklidir.

 

1. Dokunulmazlığı bulunan bir can, organ, organın işlevi, namus veya malına yönelik bir saldırıya maruz kalan kişi, kendisine saldıran kişi; Müslüman-kafir, akıllı-akıl hastası, yetişkin-küçük, akraba-yabancı, insan-hayvan ne olursa olsun her türlü saldırganı def etme hakkına sahiptir.

 

Bunun delili şu hadistir:

 

> Canı uğrunda öldürülen şehittir. Malı uğrunda öldürülen şehittir. Ailesi uğrunda öldürülen kişi şehittir.(Ebu Davud, Sünne, 4772; Tirmizi, Diyat, 1419. Tirmizi hadisin sahih olduğunu söylemiştir)

 

Bu hadisin meseleye delaleti şu açıdandır: Hz. Peygamber (s.a.v.) bu uğurda öldürülen kişinin şehit olduğunu söylediğine göre bu hadis onun öldürme ve savaş etme hakkının da bulunduğunu gösterir. Nitekim ehl-i harbin öldürdüğü kimse şehit kabul edildiğine göre bu durum onun öldürme ve savaş etme hakkının var olduğunu gösterir.

 

Not:  Bir kimsenin kansına yönelik olarak ilişki dışında onu öpmeye çalışmak vb. fiiller de namusa yönelik saldırı gibi kabul edilir.

 

Ruyani kişinin kız kardeş ve kızına yönelik saldırıyı da karısına yönelik saldırı gibi kabul etmiştir.

 

Nevevi'nin ifadesi çok malı kapsadığı gibi bir dirhemlik mal gibi küçük miktarda malı da kapsamaktadır.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Hırsızlıkta yalnızca el kesme cezası olmakla birlikte hırsızlık nisabı bundan daha yüksektir. Oysa meşru müdafaa ölüme bile yol açabilir. Bu el kesmekten daha öte bir durum olduğu halde burada saldınya maruz kalan malın değeri daha düşük tutulmuştur.

 

Buna şöyle cevap verilir: Hırsızlıkta elin kesilmesi kesin olduğundan belirli bir miktar malın çalınmış olması dikkate alınmıştır. Adam öldürme ve kişinin kendi malını veya başkasının malını telef etmesi durumu ise bundan farklıdır.

 

Mala yönelik saldınyı def etmenin caiz olması hükmünden şu durum istisna edilir: Bir kimsenin malını itlaf etmeye zorlanan kimse mala yönelik saldında bulunsa [durumu bilen mal sahibinin] onu def etmesi caiz olmaz. Mal sahibinin canını malıyla koruması gerekir. Rafii'nin "diyetler" bölümünün hemen öncesinde belirttiği üzere bu, zorda kalan kimseye kişinin yiyeceğini vermesine benzer. Gerek ikrah altında olan kişi gerekse malın sahibi ikrahta bulunan şahsı def etme hakkına sahiptir.

 

Nevevi'nin "mal" ifadesi, elde bulundurulmasına izin verilen köpek ve gübre gibi dince mal sayılmayan şeyleri dışarıda bırakabilir. Maverdi ve başkalarının ifadesinden bunların da hükme dahil olduğu anlaşılmaktadır ki zahir olan budur.

 

Bir Müslüman zımmıye, baba çocuğuna, efendi kölesine saldınrsa kişi saldırganları def etme yetkisine sahiptir; çünkü saldınya maruz kalan şahıslar dokunulmazlığı bulunan kimselerdir.

 

Bir grup insan cana, namusa ve mala saidırsalar cana yönelik saldın, namus ve mala yönelik saldından önce def edilir. Namusa yönelik saldırı, mala yönelik saldırıdan önce def edilir. Çok miktardaki mala yönelik saldırı az miktardaki mala yönelik saldırıdan önce def edilir.

 

İki kişi, can, namus ve mal bakımından birbirine denk iki şahsa saldırır ve bu saldırılardan yalnızca birini def etmek mümkün olursa kişi dilediğini def eder.

 

İki kişiden biri bir erkek çocuğuna tecavüz etmek, diğeri ise bir kadına tecavüz etmek için saldırsa [bu saldırılardan yalnızca birini def etmek mümkün olsa hangisine öncelik verilir?]

Sonraki alimlerden biri bu konuda iki ihtimalin söz konusu olabileceğini belirtmiştir: İlk ihtimale göre kadınla zina etmeye çalışan kimsenin saldırısı öncelikle def edilir; çünkü zina eden kimseye had cezası uygulanmasının gerekli olduğu konusunda icma vardır. İkinci ihtimale göre ise erkek çocuğuna tecavüz etmeye çalışan saldırgan öncelikle def edilir; çünkü livatanın helalliği hiçbir durumda söz konusu değildir. Bazılan "iki durumdan hangisi ile dilerse onunla başlar". İkisi arasında bir öncelik olmadığndan bu görüş daha doğrudur.

 

2. Saldırıya maruz kalan kişi saldırganı öldürse kısas, diyet, keffaret, [saldırgan kölenin] kıymetini ödeme ve günah vb. gibi herhangi bir tazminat söz konusu olamaz. Çünkü kişiye saldırganı def etmesi [din tarafından] emredilmiştir. Hem def etmenin emredilip hem de tazminin söz konusu olması arasında çelişki vardır. Buna göre gasp edilen veya ödünç alınan köle, sahibine saldırsa ve o da saldırıyı def etmek için öldürse gasp eden ve ödünç alan kişi tazmin yükümlülüğünden kurtulmuş olmaz.

 

3. Tazminin olmaması hükmünden şu durum istisna edilir: Açlıktan ölecek duruma gelmiş olan kişi birinin yiyeceğini almaya çalışırken yiyecek sahibi onu def etmek için öldürse bu durumda öldüren şahsa kısas uygulanır. Bunu Zebm, Edebü'l-Kada adlı eserinde zikretmiştir.

 

Not:  Alimlerin ifadesinin kapsamına şu durum da girer: Hamile bir kadın bir şahsa saldırsa, şahıs da onu def ederken kadın ölü bir cenin düşürse, daha doğru görüşe göre kendisini savunan kişi bu cenini tazmin etmez. Kadı Hüseyin bunu şu duruma kıyas etmiştir:;ıSavaş devam ederken kafirler bir Müslümanı kalkan olarak kullansalar ve Müslümanlar da onu öldürmek zorunda kalsa [öldüren kişi tazminle yükümlü olmaz.]

 

4. Canlı olmayan bir mala yönelik saldırıyı def etmek farz değildir; çünkü bu malı başkasına bağışlamak mümkündür.

 

Ezrai şöyle demiştir: Bana göre bu, sıradan insanlar hakkında geçerli bir hükümdür. Devlet başkanı ve onun yetkilendirdiği kimselere gelince onların, kendi idaresindekilerin mallarına yönelik saldırıları def etmesi gerekir. Yine malı rehin ve kiraya verme örneklerinde olduğu gibi şayet kişinin malına başkasına yönelik bir hak ilişmişse bu mallara yönelik saldırıyı da def etmek zorunludur.

 

Gazali şöyle demiştir: "Saldırıya maruz kalan mal, kısıtlı şahsa veya vakfa ait ise veya kendisine emanet bırakılmışsa bu malı elinde tutan kişinin mala yönelik saldırıyı def etmesi gerekir."

 

5. Canlı bir mala yönelik saldırıya gelince; şayet bu mal itlaf edilmek isteniyorsa cana veya namusa yönelik bir tehlike içermeyecekse saldırıyı def etmek gerekir. Çünkü canın dokunulmazlığı vardır. Buna göre bir kimse kendi hayvanını haram bir yolla itlaf etmeye çalışırken yabancı bir şahıs onu gördüğünde eş-Şerhu'[-kebır'de daha doğru olarak belirtilen görüşe göre bunu def etmesi gerekir.

 

6. Namusa yönelik saldırıyı def etmek gerekir; çünkü namusu başkasına serbest kılmak hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu ister kişinin kendi eşinin namusu ister başkasının namusu olsun fark etmez. Cinsel ilişkinin öncülleri sayılan fiilleri önlemek de bizzat namusa yönelik saldırıyı önlemek gibidir. Bu hüküm, Beğavı ve Mütevelli'nin belirttiği üzere kişi kendi canına bir şeyolmasından korkmadığında söz konusu olur.

 

7. Yine -isterse can dokunulmazlığı bulunsun- kafir bir kimse bir kimsenin canına yönelik saldırıda bulunduğunda bunu def etmek gerekir. Çünkü dokunulmazlığı bulunmayanın saygınlığı yoktur. 00kunulmazlığı bulunan kimse ise saldırıda bulunmakla dokunulmazlığını yitirmiştir. Ayrıca kafire teslim olmak dinde zillete düşmek demektir. Bunu Zerkeşi kendi görüşü olarak dile getirmiştir.

 

Not:  Müslümanın kafire teslim olmasının caizliğinin reddedildiği durum, esir düşmeye izin verilmeyen durumdur. Şayet böyle bir durum söz konusu ise -ileride geleceği üzere- bu haram olmaz.

 

8. Bir hayvan, cana yönelik saldırıda bulunduğunda bunu def etmek gerekir. Çünkü hayvan, insanın hayatta kalması için kesilen bir varlıktır, öyleyse hayvana teslim olmanın bir anlamı yoktur.

 

9. Kişinin organları ve organlardaki [görme, işitme vb.] menfaatleri de tıpkı canı gibidir.

 

10. Bir Müslüman -isterse akıl hastası, mürahık [buluğa yaklaşmış bir çocuk] bile olsa veya öldürmeksizin def etmek mümkün bile olsa- kişiye saldırdığında [bunu def etmek farz mıdır? Bu konuda İmam ŞafiI'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre bunu yapmak zorunlu olmayıp teslim olmak caizdir. Hatta Ravdatü't-talibin'deki ifadeden anlaşıldığına göre sünnettir. Bunun delili Ebu Davud'da yer alan "Adem'in iki -oğlundan yani Kabil ve Habil'den- hayırlı olan [yani Habil] gibi ol!" ifadesidir. (İbn Hacer, Telhisu'l-habir, 4, 84)

 

Ayrıca Hz. Osman, evi kuşatma altına alındığında dört yüze yakın kölesinin duruma müdahale etmesine engelolmuş ve "silahını atan hürdür" demiştir. Bu durum sahabe arasında meşhur olup hiç kimse Hz. Osman'ın bu sözüne tepki göstermemiştir.

 

İkinci görüş

 

Saldıran müslümanı def etmek farzdır. Çünkü Yüce Allah "kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın!" [Bakara, 195.] buyurmuştur. Kişi nasıl ki [açlıktan ölmemek için] bulduğu şeyi yemesi gerekiyorsa burada da saldırıyı def etmesi gerekir.

 

İlk görüş sahipleri buna şu şekilde cevap vermişlerdir: "Kişi [kendini savunmayıp] öldürüldüğünde şehitlik söz konusu olduğu halde yemeyi terk ederek öldüğünde böyle bir şey söz konusu olmaz."

 

Not:  Bu hüküm, Kadı Hüseyin, Cüveyni, Gazalı ve Bulkınl'nin de koyduğu kayıtlan anlaşılacağı üzere "can dokunulmazlığı bulunan Müslüman" hakkındadır. Böylece muhsan iken zina eden, namazı terk eden, yol kesicilik suçu sebebiyle hakkında kesin ölüm kararı bulunan kimseler dışarıda kalmaktadır. Zira onların hükmü et-Terglb adlı eserde belirtildiği üzere kafirin hükmü gibidir.

 

Ezrai şöyle demiştir: "Organa yönelik saldırıyı def etmek, saldırıdan sağ salim kurtulunabileceği zannının bulunduğu durumda gereklidir. Çünkü burada şahitlik söz konusu değildir. Yine cana yönelik saldırı olduğunda da şayet öldürülmesi halinde harimi ve çocuklarına karşı kötülüklerin işlenebileceğine dair dair zann-ı galip varsa o zaman da kişinin kendisini savunması farz olur." Bu, güzel bir değerlendirmedir.

 

11. Bir kimsenin [kendisine değil de] -isterse köle olsun- can dokunulmazlığı bulunan başka bir insana yapılan saldırıyı def etmesilnin hükmü nedir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Kişinin [can dokunulmazlığı bulunan] bir başkasına yönelik saldırıyı def etmesinin hükmü de tıpkı kendisine yapılan saldırıyı def etmesi gibidir. Dolayısıyla kişinin kendisini savunması farz olan yerde bu diğer şahsı savunması da farz, kendisini savunmanın farz olmadığı durumda başkasını savunması da farz değildir. Çünkü başkasının hakkı kişinin kendisinin hakkından daha fazla değildir.

 

Not:  eş-Şerhu'l-kebir'de açık olarak ifade edildiği üzere, saldırıyı def etmenin farz olduğu durum, bunu yapan kişinin can korkusunun bulunmadığı durumdur. Çünkü kişinin kendi canını başkasının canı yerine koyması gerekmez. Bulkınl'nin "harbı ve mürtedlerle savaş halinde olunca kişinin bunu yapmasının farz olma hükmü düşmez" ifadesi, şayet kişi saf içinde ise ve düşman da Müslümanların iki katı kadar veya daha az ise böyledir. Aksi taktirde bu hüküm geçerli değildir.

 

Kölenin efendisine bir saldırı yapıldığında köle bunu def etmek istediğinde kendi canına bir tehlike gelmesinden emin değilse bunu yapması gerkmez. Efendi bu konuda yabancı şahıs gibidir. Rafii bunu Cüveyni' den nakletmiştir. ZerkeşI' nin belirttiğine göre bu ifadeden şu anlaşılır: "Kişinin babasma bir saldırı yapıldığında oğulun [müdahale ettiği taktirde ölme ihtimali varsa] saldırıyı def etmesi gerekmez." Zerkeşi şöyle demiştir: "Bu meseleye -açık olması sebebiyle,.. temas edeni görmedim."

 

Bir şahıs, can dokunulmazlığı bulunmayan harbı bir kişiye saldırsa Müslüman bir kimsenin kendisini savunması gerekse bile o harbıyi savunması gerekmez; çünkü onun dokunulmazlığ:t yoktur.

 

İkinci görüş

 

[Zayıf] bir görüşe göre başkasına yönelik saldırıyı def etmesi kesin olarak gereklidir. Çünkü kişi kendi hakkını bağışlama konusunda cömertlik gösterebilir, ancak başkasının hakkı konusunda bunu yapamaz. Beğavı ve başkalan bunu tek görüş olarak benimsemiştir. Ahmed b. Hanbel'in müsnedinde şöyle bir .hadis bulunmaktadır:

 

> Bir kimsenin yanında bir Müslüman zillete maruz bırakıldığı halde ve o kişi de yardım etme gücü bulunduğu halde yardım etmezse Allah kıyamet günü mahlukatın gözleri önünde o kişiyi zillet içinde bırakır.

 

Not:  Görüş ayrılığı fertleria bu salclınyı def etmesi ile ilgilidir. Devlet başkanı ve diğer idarecilerin ise bu tip saldırıiarı önlemesi kesinlikle zorunludur.

 

Saldırıyı def etmenin farz veya caiz olması, tazminin olmamasını gerektirir ki z&hir olan da budur. Şeyh Ebu Hamid ise şöyle demiştir: "Bir kimse başkasının mahnı korumak için bir şahsı öldürürse o şahsın [hür ise diyetini, köle ise kıymetini] tazminle yükümlü olur."

 

Yukarıdaki hüküm, saldırıya maruz kalan kişinin peygamber dışında bir şahıs olması halinde geçerlidir. Peygambere yönelik saldırıyı def etmek -Fürani'nin de belirttiği üzere- kesin olarak gereklidir.

 

Cüveyni şöyle demiştir: ''Görüş ayrılığı yalnızca saldırganın def edilmesi meselesine özgü değildir. Bir kimse şarab içmek vb. haramları işlemeye teşebbüs ettiğinde diğer fertlerin -iş o şahsın ölümüne yol açacak olsa bile- bunu engellemesi gerekir.''

 

Rafii şöyle demiştir: "Mezhebimizin kitaplarında mevcut olan hüküm bu şekildedir. Hatta Alimlerimiz şöyle demiştir: Bir evde şarap içildiği veya tanbur vb. müzik aletlerinin çalındığı [dışarıdan duyulacak şekilde] belli olsa münkeri nehyetmek için bunu gidermek adına bu işi yapanlara baskın yapılabilir. Bu işten vazgeçmezlerse iş onların ölümüyle sonuçlanacak bile olsa kendileriyle çabşma yapılabilir. Bunu yapan kişi bundan dolayı sevap elde eder." İmam Gazali ve ona tabi olanlar burada "zorunludur" ifadesini kullanmışlardır. Bu, alimlerimizin "caizdir" şeklindeki ifadeleriyle çelişmez. Çünkü Alimlerimiz bunu söylerken "kişi bunu yapıp yapmamakta serbesttir" demeyi kastetmemişlerdir. Aksine saldırgan saldın fiilini işlemeden önce kendisine yapılan uyarıyı dinlemekten kaçındığında bunu yapmak caizdir. Bu, "vaciptir / farzdır" ifadesi ile uyumludur.

 

Nevevi'nin ifadesinden, başkasının malına yapılan saldırıyı def etmenin gerekli olmadığı anlaşılmaktaysa da Gazali şöyle demiştir: "Kişi bedenı olarak yorulması veya malına bir kayıp gelmesi yahut makam ve mevkiine bir noksanlık dokunması söz konusu olmaksızın başkasının malını ne kadar koruyabiliyorsa o kadar korumakla yükümlüdür. Bu, Müslümanların birbiri üzerindeki haklarının en alt seviyesidir. [Selama karşılık vermek farz ise -ki öyledir-] bu, selama karşılık vermeye göre farz olmaya daha layıkbr."

 

Şunda görüş ayrılığı yoktur: Bir insanın malı bir zalimin zulmü ile zayi alacaksa ve kendisi buna şahit olmuşsa bu şahitliği yerine getirmesi farz olur, bunu terk etmekle günaha girer.

 

Bir küp aşağı düşse ve kırılmadıkça def edilmesi mümkün olmasa daha doğru görüşe göre onu kıran kişi tazminle yükümlü olur.

 

12. Topraktan yapılma bir küp bir insanın üzerine düşse ve küpü kırmadıkça onu def etmek mümkün olmasa küpü kırmak caiz olur. Hatta Beğavı, kişinin canını kurtarması için bunu yapmasının farz olduğunu söylemiştir. Daha önce geçtiği üzere bu, kırmanın caiz olmasıyla çelişmez.

 

13. Kişi küpü kırdığında [onun değerini sahibine tazmin etmesi gerekir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre kıran kişi tazminle yükümlü olur; çünkü küpün herhangi bir kasıt ve tercihinden söz edilemeyeceği için bu fiil küpe nispet edilemez. Bu kişinin durumu, başkasının yiyeceğini yemek zorunda kalan kişi gibidir ki o tazminle yükümlü olur.

 

İkinci görüş

 

Kişi tazminle yükümlü olmaz; çünkü o, kendisinden zararı gidermektedir.

 

Bulkınl• bunu saldırgan hayvanın def edilmesi meselesi gibi değerlendirerek ikinci görüşü doğru bulmuştur.

 

İlk görüş sahipleri ise arada şu farkın bulunduğunu belirtmişlerdir: Hayvanın bir tür seçimi söz konusudur. [Ancak cansız olan küp için böyle bir şey söylenemez.]

 

Not:  Yukarıdaki görüş aynlığı küpün, haksız bir biçimde konulmamış olması halinde söz konusudur. Şayet küp, bulunduğu yere haksız bir fiille konulmuşsa örneğin küçük bir pencerenin önüne konulmuşsa veya mutedil bir pencere önüne konulmakla birlikte küp eğik halde duruyorsa yahut da düşme ihtimali yüksek olan bir şekilde konulmuşsa o zaman üzerine bu küp düşen kişi küpü kırdığında kesinlikle tazminle yükümlü olmaz. Bunu Zerkeşi söylemiştir. Ancak onun "haksız bir biçimde" ifadesi "tazmine tabi olacak şekilde haksız bir biçimde" şeklinde değiştirilirse daha uygun olur.

 

Aç durumda olan bir kimse, ölme tehlikesini ancak bir hayvanı öldürüp [kesip] onu yiyerek giderebiliyar ise onu öldürdüğünde tazminle yükümlü olur. Çünkü hayvan bu şahsa saldırmamış, şahıs açlıktan ölmek tehlikesinden kurtulmak adına o hayvanı öldürmüştür.

Bu, açlıktan ölme tehlikesi içinde olan kişinin başkasının yiyeceğini yemesine benzer ki bu durum tazmini gerektirir.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Burada daha doğru görüş olarak tazminin gerekli olmadığı söylenebilir. Nitekim hac yapılan bölgeyi çekirgeler istila etse ve ihramlı olan kişi de çekirgelere basarak bir kısmının ölümüne sebep olsa tazminle yükümlü olmaz.

 

Buna şöyle cevap verilir: Orada hak Allah'a aittir, burada ise kula aittir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Meşru Müdafaanın Keyfiyeti