CİNAYET DAVASI / KASAME |
I. CİNAYET DAVASININ
ŞARTLARI
İster cinayet isterse
bunun dışında gasp, hırsızlık ve itlaf gibi konularda olsun her türlü dava için
altı şart gereklidir. [Aşağıda bunlar sırayla ele alınacaktır.]
1. Bilinir Olması
[Davacının] kasıt,
yanlışlık, tek başına veya ortaklaşa öldürme gibi iddia ettiği şey ne ise bunu
açıklaması gerekir. Şayet mutlak olarak zikrederse hakim ondan açıklama
yapmasını ister. [Zayıf] bir görüşe göre ondan yüz çevirir [davayı dinlemez].
1. Davanın normalolarak
bilinir olması gerekir. Bu da davacının şu hususları açıklamasıyla olur:
> Öldürmenin kasıt,
hata, kasıt benzeri yoluyla geldiği konusunda,
> Öldürmenin bir kişi
tarafından mı ortaklaşa olarak mı yapıldığı,
> Diyeti gerektiren
bir öldürme ortaklaşa gerçekleşmişse ortakların sayısını da açıklaması gerekir;
çünkü hükümler buna göre değişmektedir.
2. Davacı" onların
on kişiden fazla olmadığını biliyorum" dese davası dinlenilir ve bu kişi
davalının hissesini talep eder. Şayet davalı bir kişi ise ondan diyetin onda
birini talep eder.
3. Şayet dava kısası
gerektiriyorsa daha doğru görüşe göre ortaklaşa öldürenlerin sayısını beyan
etmek gerekli değildir.
Not: Maverdi şöyle demiştir: "Davacıdan
açıklama istemenin gerekli olduğu hükmünden sihirle adam öldürme istisna
edilir. Buna göre bir kimse babasının bir sihirbaz tarafından sihir yoluyla öldürüldüğünü
iddia etse dava esnasında kendisinden ayrıntı istenmez. Bu durumda sihirbaza
sorulur ve onun açıklaması gereğince hareket edilir. "
el-Matlab adlı eserde
"başkalarının mutlak ifadesi buna aykırıdır" demiş olsa da Maverm'nin
görüşü zahirdir.
4. Davacı dava esnasında
"bu benim babamı öldürdü" gibi bir ifade kullanmak suretiyle mutlak
davada bulunursa [ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Hakimin yukarıda
belirtilen hususlarda ondan açıklama yapmasını istemesi menduptur, böylece
yapacağı açıklamalarla davası sahih olur. Nevevi'nin ifadesinden hakimin bunu
yapmasının gerekli olduğu anlaşılsa da bu menduptur.
Hakim davacıdan açıklama
isterken ona şunun gibi sorular sorar: "Babanı nasıl öldürdü -kasten mi,
yanlışlıkla mı kasıt benzeri mi?"
Şayet bu türlerden
birini seçerse o zaman ona öldürmenin niteliğini sorar. Çünkü davacı kasten
öldürme niteliğini soyut bir şekilde belirtmiştir.
İkinci görüş
Bir başka görüşe göre
hakim davacıdan açıklama istemez, ondan yüz çevirir; çünkü hakimin bunu yapması
bir tür telkin gibidir.
İlk görüş sahipleri
bunun bir telkin olarak görülmesini reddederler. Telkin "babam kasten /
yanlışlıkla / kasıt benzeri öldürdüğünü söyle!" gibi bir ifadeyle olur.
2. Bağlayıcı olması
5. Davanın ikinci şartı
bağlayıcı olmasıdır. Buna göre bir şeyi hibe etme, satma veya ikrar etmeye
ilişkin dava, davacının "hibe edenin izniyle teslim aldım",
"satıcının / ikrarda bulunan kimsenin bana teslim etmesi gerekir"
ifadesi olmaksızın dinlenmez.
3. Davalının
belirlenmesi
Davacının davalıyı
belirlemesi şarttır. Buna göre davacı "[yakımmı] bunların birisi
öldürdü" dese daha doğru görüşe göre hakim belirtilen şahıslara yemin
ettirmez.
Bu iki görüş [sadece adam
öldürme olaylarıyla ilgili olmayıp] gasp, hırsızlık ve itlaf konularında da
geçerlidir.
6. Davanın üçüncü şartı,
davacının davasında ister bir kişi ister duruşmada hazır bulunan üç kişi vb.
gibi belirli bir grup olsun davalının kim olduğunu belirlemesi gerekir.
7. Bu şart gereğince
kişi "[yakımmı] bunların biri öldürdü" dese o davalılar bunu inkar
etseler, davacı onların yemin etmesini istese [onlara yemin ettirilir mi? Bu
konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
[davada] müphemlik sebebiyle hakim onlara yemin ettirmez. Bu, kişinin iki
şahıstan birinde alacağı olduğunu iddia etmesi gibidir.
İkinci görüş
Hakim onlara yemin
ettirir. Rafii ve Nevevi "levsi düşüren durumlar" bölümünde bunu tek
görüş olarak zikretmişlerdir.
İsnevi ve başkaları
şöyle demişlerdir:
Bu, doğru olan görüşe
aykırıdır. Çünkü konunun başında şu geçmiştir: Kişi "bunların birisi onu
öldürdü" dese ve hakimin onlardan birine yemin ettirmesini istese, davada
belirsizlik olduğundan hakim onun isteğine olumlu cevap vermez. Rafiı'nin bu
bölümde bu yanılgıya düşmesinin sebebi şudur: İmam Gazall el-Veciz'in bu
bölümünde meseleyi bu şekilde zikretmiştir. Bu, muayyen olmayan bir kimseye
karşı açılan davanın hakim tarafından dinlenileceği görüşünü doğru kabul eden
kimselerden yapılan bir nakil olup Rafii geçen hükümden gaflet ederek onu
nakletmiştir.
Hocam Remli iki görüşü
şu şekilde uzlaştırmıştır: "Konunun başında geçen hüküm, ortada bir levs
[karine] bulunmadığında söz konusudur. Nitekim Nevevi de burada bunu esas
amıştır. "Levsi / karineyi düşüren durumlar" bölümünde yer alan hüküm
ise levsin / karinenin bulunduğu duruma özgüdür."
8. Buna göre
davalılardan birisi yemin etmekten kaçınırsa bu durum, [öldürme fiilinin onun
tarafından gerçekleştirildiği konusunda] bir karine teşkil eder. Çünkü onun
yeminden kaçınması, kendisinin katil olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Bu
sebeple veli ona yemin ettirebilir.
9. Davalıların tümü
yeminden kaçınırsa veya davacı "ben hangisinin öldürdüğünü biliyorum"
dese onu tayin etme ve kendisine yemin ettirme hakkı olur. Çünkü karine,
onların tümü hakkında söz konusudur. Davacı açısından önce bir karışıklık söz
konusu olduğu halde sonradan katilin, kendisinin belirttiği şahıs olduğu ortaya
çıkmış olabilir.
10. Yukarıda belirtilen
iki görüş yalnızca cinayet davalarıyla sınırlı olmayıp gasp, hırsızlık, itlaf
vb. davalarda da geçerlidir. Çünkü sebep konusunda hak sahibinin bir seçim
hakkı yoktur. Oysa ölümü bizzat gerçekleştiren kimse bunu gizlemeyi istediğinden
bu, cinayet davasına benzemiştir.
Not:
1. Görüş ayrılığının
ölçüsü, davanın sebebinin yalnızca davalıya özgü olması ve onun da kim
olduğunun tam olarak bilinmemesi durumudur. Satım, borç verme ve diğer muameleler
ise bundan farklıdır; çünkü bu gibi muameleler iki tarafın karşılıklı isteğiyle
oluşturulur. Bu gibi akitlerde genel durum, taraflardan her birinin diğer
tarafı belirlemesidir.
2. Dava, kişinin vekili
veya ticarete izin verdiği kölesi gibi bir kimseden kaynaklansa ve bu iki kişi
ölseler yahut dava, kişinin murisinden kaynaklansa Bulkınl'nin dediğine göre
yukarıdaki görüş ayrılığının burada da devam etmesi mümkündür; çünkü gerekçe
burada da mevcuttur. Görüş ayrılığının devam etmemesi de söz konusudur; çünkü
davanın aslı bilinmektedir. Bulkini "buna temas edeni görmedim"
demiştir.
4. Davacının mükellef ve
İslami hükümlerle bağlı olması
Sadece mükellef ve
[İslamı hükümleri] benimsemiş olan [davacının] kendisi gibi olan bir kimseye
karşı açtığı dava dinlenilir.
11. Yalnızca mükellef
olan yani dava esnasında baliğ ve akıllı olan davacının davası dinlenilir. Buna
göre çocuk ve akıl hastasının davası dinlenilmez.
12. Kişi dava esnasında
tam ehliyetli ise öldürme fiili gerçekleştiği esnada onun çocuk veya akıl
hastası yahut yabancı olmasının bir zararı yoktur. Çünkü kişi, durumu
başkasından işitmek suretiyle biliyor olabilir. O, durumu suçlunun ikrar
etmesiyle veya sözüne güvendiği bir kimseden işitmek suretiyle bildiğinde yemin
etmesinin söz konusu olabileceği durumlarda yemin edebilir. Nitekim kişi bir
mal satın alıp teslim aldıktan sonra başka bir kimse o mala malik olduğunu
iddia etse, müşteri, satıcının sözüne dayanarak "malı teslim etmesinin
gerekli olmadığı" konusunda yemin edebilir.
Not: Nevevi'nin mükellef olmayı şart koşması,
hukuksuz bir yolla sarhoş olmuş kimsenin davasının geçerli olmadığı anlamına
gelmektedir. Zira bu kişi, daha önce boşama konusunda geçtiği üzere Nevevi'ye
göre mükellef değildir. Şu var ki Nevevi boşama konusunda onu istisna ettiği
gibi biz de istisna ettik.
Buna şu şekilde cevap
verilir: Nevevi, diğer konuda ondan bahsettiği ve hüküm bilindiği için burada
onu zikretmemiştir.
Yine Nevevi'nin
ifadesinden şu anlaşılabilir: Davacının reşit olmasına gerek yoktur,
el-Muharrer'de açık
olarak ifade edildiği üzere sefihin davası da sahihtir. Ancak bu kişi dava
esnasında "şunun bana teslim edilmesi konusunda hak sahibiyim"
diyemez, bunun yerine "şunun veliye teslim edilmesi konusunda hak
sahibiyim" der.
13. [Kişinin açtığı
davanın dinlenilebilmesi için mükellef olması yanında ayrıca] İslamı hükümleri
benimsemiş olması da gerekir. Buna göre harbinin davası dinlenilmez; çünkü o
kısas ve başka hükümler konusunda hak sahibi değildir.
el-Mühimmat adlı eserde
[İsnevi tarafından] şöyle denilmiştir: "Rafii ve Nevevi'nin, harbınin
davasının dinlenilmeyeceği konusundaki ifadeleri, siyer bölümünde belirtilen
genel kurallardan gafil kalınarak söylenmiştir. Zira alimler orada şunu
belirtmişlerdir: Harbı, İslam ülkesine eman ile girse ve bizim yanımızda bir
emanet mal bıraksa, sonra vatan edinmek amacıyla ülkesine dönüş yapsa doğru
görüşe göre onun emanı bozulmaz." İsnevi buna dair başka meseleler de
zikretmiştir.
Bu sebeple Zerkeşi şöyle
demiştir: "İslamı hükümleri benimseme kaydının silinmesi doğrudur."
el-Mühimmat yazarının
[yani İsnevl'nin] görüşüne şu şekilde cevap verilebilir: Buradaki hüküm, emanı
olmayan harbı hakkında, siyer bölümündeki hüküm ise emanı olan harbl
hakkındadır, arada bir çelişki yoktur.
ZerkeşI'ye de şu şekilde
cevap verilir: "İslamı hükümleri benimsemiş" kişinin kapsamına eman
almış kişi de girer. Dolayısıyla Islam ülkesiyle antlaşma yapan şahıs buna
dahildir. Onun bir Müslüman, zımml veya kendisi gibi müstemen bir kimseye
yönelik mal davasının dinlenilmesi gerektiği konusunda bir tevakkuf [duraksama
/ tereddüt] söz konusu olmadığı gibi zımm! ya da müste'men olan murisinin
cinayet davası konusunda da bir tereddüt söz konusu değildir.
5. Davalının davacı ile
aynı konumda olması
14. Davanın beşinci şartı
davanın, mükellef olma bakımından davacı ile aynı durumda olan bir davalıya
karşı açılmış olmasıdır. Buna göre [mükellef olan bir kimsenin] bir çocuk veya
akıl hastasına açtığı dava sahih olmaz. Çocuk veya akıl hastasına yönelik mail
bir hak talep edilmesi söz konusu olduğunda hak sahibi, bunların velisine karşı
dava açar. Hazırda onun velisi olmazsa çocuk ve akıl hastasına karşı açılan
dava sanki gaibe açılan dava gibi olduğundan dinlenmez [işleme konulmaz]. Ancak
şahitler varsa ve bunlarla birlikte "istızhar yeminine" ihtiyaç
duyuluyorsa o zaman başka. Bu durum "gaip olan kimse aleyhine hüküm
vermek" konusunda gelecektir.
Bu açıklamamızdan
anlaşılacağı üzere iki konu arasında bir çelişki söz konusu değildir.
Buradaki hüküm, çocuk ve
akıl hastasının velisi hazır olduğunda söz konusudur. Diğer yerdeki hüküm ise
bunların gaip olması durumunda söz konusudur.
Not:
"Mükellef" ifadesinin kapsamına; sefihlik, iflas ve kölelik sebebiyle
malı tasarruflan kısıtlanan kimseler de girer. Bunların ikrarlarının sahih
olduğu konuda onlar aleyhine açılacak dava işleme konulur. Sefih bir kimse
aleyhine cinayet davası dinlenilir. Ortada levs [karine] varsa bu cinayet
kasıtlı, hatalı veya kasıt benzeri olsa da mutlak olarak dinlenir. Ortada levs
yoksa bakılır: Davacı kısası gerektiren bir iddiada bulunursa dava işleme
konulur. Çünkü sefihin bu yöndeki ikrarı kabul edilir. Zina iftirası haddi de
böyledir. İkrarda bulunursa bunun hükmü uygulanır. Yeminden kaçınırsa davacı
yemin eder ve kısas uygulanır. Davacı, sefihin yanlışlıkla veya kasıt benzeri
adam öldürdüğünü iddia ederse bu dava dinlenmez; çünkü sefih in itlaf
konusundaki ikrarı kabul edilmez.
İflas veya kölelik
sebebiylemail tasarrufları kısıtlı olan kişilerin ikrarlarının kabul edildiği
konuda kendilerine yönelik dava açılması kabul edilir. "Davalar"
konusunda bu konuya ilişkin açıklamalar gelecektir.
Davalının İslamı
hükümleri benimsemiş olmasına el-Muharrer, eş-Şerhu'l-kebir, eş-Şerhu's-sağir
ve Ravdatü't-talibin'in bu konusunda temas edilmemiştir. Bu kitaplarda yalnızca
mükellefiyetin şart olduğu belirtilmiştir. Ancak davacının İslamı hükümleri
benimsemiş olması şart koşuluyorsa, davalının böyle olması evleviyetle şart
olur. Zerkeşi şöyle demiştir: "Zahir olan, daha önce geçtiği üzere bunun
davalıda da şart olmamasıdır. "
Buna daha önce geçtiği
şekilde cevap verilir. Buna göre müstemene karşı dava açmak sahihtir. Harbıye
gelince şayet bir malı harbılik zamanında telef etmesi örneğinde olduğu gibi
dava konusu şeyle yükümlü tutulmayacak bir durumdaysa bu konuda ona karşı
açılan dava dinlenmez. İslamı hükümlere uymayı benimsediği esnada yaptığı itlaf
konusunda dava açılırsa bu dava dinlenir. Çünkü o zaman bu şahıs harbı
değildir.
6. Davacının davasında
tenakuza düşmemiş olması
Kişi, davalının maktulü
tek başına öldürdüğünü iddia ettikten sonra başka bir şahsın maktulü
öldürdüğüne ilişkin dava açsa ikinci davası dinlenmez.
Yahut bir kimsenin
kasten adam öldürdüğünü iddia ettiği halde bunu kasıttan başka bir nitelikle
niteleyerek açıklasa dava dinlenmez.
[İmam ŞafiI'nin] daha
güçlü görüşüne göre davanın aslı geçersiz olmaz.
15. Davanın altıncı
şartı davacının davasında tenakuza düşmemesidir. Buna göre bir kimse bir şahsın
maktulü tek başına öldürdüğünü iddia ettikten sonra bir başkasının onun ortağı
olduğunu veya bir başkasının cinayeti tek başına işlediğini iddia etse ikinci
dava dinlenmez; çünkü bu ilkini yalanlamakta ve onunla çelişmektedir. Davacı
ister ilk dava için yemin etmiş ve bu konuda hüküm verilmiş olsun ister olmasın
fark etmez.
Not: Nevevi'nin ifadesinden ilk davanın aynen
devam edeceği anlaşılmaktaysa da bu konuda bazı ayrıntılar söz konusudur. Şöyle
ki;
Şayet ilk davada hüküm
verilmemişse -Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de tek görüş olarak belirtildiğine
göre- davacının ilk davaya dönmesine müsaade edilmez; çünkü ikinci dava bunu
yalanlamaktadır.
İlk davada hüküm
verilmişse davacının ilk davaya dönmesine izin verilir, ancak davacı açıkça ilk
davalının katil olmadığını söylerse o zaman başka.
İkinci davanın
dinlenilmeyeceği durum ikinci davalının davacıyı tasdik etmediği durumdur.
Şayet tasdik ederse ikrarından sorumlu tutulur ve eş-Şerhu'l-kebir'de daha
doğru olarak belirtilen görüşe göre ona karşı açılan dava dinlenir; çünkü hak,
bu ikisinin [davacı ve davalı] dışında bir kimseye ait değildir.
16. Davacı davalının
maktulü kasten öldürdüğünü iddia ettikten sonra bunun niteliğini açıklarken
başka nitelikler -mesela yanlışlıkla veya kasıt benzeri öldürmeye ilişkin
nitelikler- zikretse veya bunun aksi olsa bu niteleme dikkate alınmaz. İmam
Şafii'nin daha güçlü olan görüşüne göre davanın aslı, yani cinayet davası ise
batıl olmaz; çünkü davacı kasıtlı olmayan bir şeyi kasıt sanmış olabilir veya
bunun aksi olabilir. Bu durumda onun yapacağı açıklama dikkate alınır, hükmü
devam ettirilir. Diğer görüşe göre ise davanın aslı geçersiz hale gelir; çünkü
kasıtlı cinayet davası, akılenin borçtan beri olduğunu itiraf etmek anlamına
gelmektedir.
Not: Nevevi'nin ilk sözünün zahirinden davacının
davayı yenilemesinin gerekli olmadığı anlaşılmaktaysa da İbn Davud,
Şerhu'l-Muhtasar adlı eserinde bunu tekrarlamak gerektiğini tek görüş olarak
aktarmıştır.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN