MUĞNİ’L-MUHTAC

DİYETLER

 

TAZMİN KONUSUNDA ORTAKLIĞI GEREKTİREN DURUMLAR

 

İki kişi kasıtsız olarak birbiriyle çarpışsa (ve ikiside ölse) her birinin akilesi diğerinin mirasçılarına hafifletilmiş diyetin yarısını öder.

 

İki kişi kasıtlı çarpışırsa ağırlaştırılmış diyetin yarısını diğer tarafa öder.

 

Birisi kasıtlı çarpar (diğeri kasıtsız çarparsa) her biri için kendine ait hüküm uygulanır.

 

Doğru görüşe göre her biri üzerine iki keffaret gerekir.

 

Her iki şahıs binekleriyle birlikte ölürse hüküm yine böyledir. Her birinin terikesinden diğer şahsın binek hayvanının değeri ödenir.

 

İki çocuk veya akıl hastasının çarpışması, ehliyetleri tam iki kişinin çarpışması gibidir.

[Zayıf] bir görüşe göre bu ikisini veli bineğe bindirmişse tazminat yükümlülüğü ona bağlanır.

 

Yabancı bir şahıs bu ikisini hayvana bindirmişse hem kendilerini hem de hayvanlarını tazmin eder.

 

Hamile iki kadın birbiriyle çarpışır ve çocuklarını düşürürlerse bunun hükmü yukarıda geçtiği gibidir. Her biri doğru görüşe göre dört keffaretle yükümlü olur. Her birinin akılesi onların iki cenini için ödenecek iki gurrenin yarısını öder.

 

İki köle birbiriyle çarpışır [ve her ikisi de ölürse] herhangi bir şey ödenmez.

 

İki gemi birbiriyle çarpışır [ve her ikisi de batarsa] bu durum iki hayvanın çarpışması gibi kabul edilir. [Gemileri çarpışan] iki kaptan[ın durumu] ise şayet gemi kendilerine ait ise binekli iki kişinin çarpışması gibidir. Gemilerde yabancı bir şahsa ait mal varsa her biri bunun yarısını tazmin eder.

 

İki gemi [kaptanlara değil de] yabancı şahıslara ait ise her bir kaptanın iki geminin değerinin yarısını tazmin etmesi gerekir.

 

Gemi batma tehlikesi geçirdiğinde gemide bulunan eşyayı denize atmak caiz olur. Bunun, yolcunun kurtulması ümidiyle yapılması gerekir. Kişi başkasının malını izinsiz olarak atarsa tazminle yükümlü olur, aksi taktirde yükümlü olmaz.

 

Kişi "malını at, tazmini benim üzerimdedir / benim tazmin etmem şartıyla" demiş olsa tazmini üstlenmiş olur. Yalnızca "malını at" temekle yetinmişse mezhepte esas alınan rivayete göre tazmini üstlenmiş olmaz.

 

Kişi, yalnızca boğulma tehlikesi sebebiyle [karşı taraftan malını atmasını] talep ediyor ve atmanın yararı da yalnızca atanla sınırlı değilse [talepte bulunduğunda] tazminle yükümlü olur.

 

Mancınıkla fırlatılan taş geri dönüp de fırlatanlardan birini öldürürse onun payı için herhangi bir şey ödenmez. Kalanların akılesi kalan miktarı öder. Mancınıkla fırlatılan taş, atılması hedeflenmeyen kişilerden birini öldürürse bu yanlışlıkla öldürme sayılır. Şayet bir şahsı kastederek atmışlarsa [ve taş da ona isabet ederek öldürmüşse] şayet atışta çoğunlukla isabet sağlanıyorsa daha doğru görüşe göre bu atış, kasıtlı adam öldürmektir.

 

333. İster birbirine yüzleri dönük, ister sırtları dönük, isterse birinin yüzü diğerinin sırtı dönük olsun her ikisi de hür, ehliyeti tam, süvari veya yaya yahut biri süvari diğeri uzun boylu yaya iki kişi birbiriyle kasıtsız olarak çarpışsa [ve bu çarpışma sonucu her ikisi de ölse] her birinin akılesi [diğerinin mirasçılarına] hafif diyetin yarısını ödemekle yükümlü olur.

 

Yarım diyet ödenmesinin sebebi şudur: Şahıslardan her biri kendi fiili ve diğer şahsın fiili sonucu ölmüştür. Bu durumda diyetin yarısı ortadan kalkar. Bu, bir kimsenin hem başkası hem de kendisi tarafından açılan yara ile ölmesine benzer.

 

Diyetin hafifletilmiş olması ve akıle tarafından ödenmesinin sebebi bu ölümün tamamen yanlışlıkla olmasıdır.

 

334. Bu konuda iki şahsın yüz üstü veya sırt üstü düşmeleri yahut birinin yüz üstü diğerinin sırt üstü düşmesi arasında fark yoktur. Yine her iki şahsın bineklerinin de at olması yahut birinin at diğerinin deve veya katır olması, bineklerin seyir hızlarının farklı olması örneğin birinin koşarken diğerinin yavaşça yürüyor olması arasında fark yoktur.

 

335. Her iki şahıs da çarpışmayı kastetmişse, her birinin akılesi, diğer şahsın mirasçılarına diğer şahsın ağırlaştırılmış diyetinin yarısını öder.

 

Bunun yarım diyet olmasının sebebi yukarıda geçmişti.

 

Diyetin niçin ağırlaştırılmış olup akıl e tarafından ödendiğine gelince bu durumda öldürme, "kasıt benzeri" olmaktadır. Çünkü çoğunlukla çarpışmak ölümle sonuçlanmaz, dolayısıyla burada tamamen kast! bir öldürme kesin değildir. Bu yüzden bu çarpışmada taraflardan biri ölse diğerine kısas uygulanmaz.

 

336. İki şahıstan biri kasten çarpmayı istediği halde diğerinde kasıt bulunmuyor olsa ve her ikisi de ölseler, ağırlaştırılmış ve hafifletilmiş diyet açısından her birine kendisine ait hüküm uygulanır.

 

Not:  Bu hüküm, binek hayvanlarından birisi çok zayıf olup onun hareketinin hiçbir etkisinin olmadığı kesin olarak bilinmiyorsa geçerli olur. Şayet hayvan bu şekilde zayıf ise o zaman o hayvanın hareketine hüküm bağlanmaz. Bu, büyük yaralar yanında kişinin topuk derisine iğne batırmaya benzer. Nevevi Ravdatü't-talibin'de bunu Cüveyni'den nakledip kendisi de buna katılmıştır. İzzeddin bin Abdüsselam bunu tek görüş olarak nakletmiştir. İmam Şafii'nin "süvarilerden birinin fil, diğerinin keçi üzerinde olması birbirine eşittir" ifadesi bu hükümle çelişmez; çünkü biz keçinin hareketinin filin hareketiyle birlikte bir etkisinin olmadığını kesin bir biçimde söyleyemeyiz. İbnü'r-Rif'a ve başkalarının belirttiği üzere aynı durum, yayan iki kişi hakkında da söz konusudur.

 

337. [Yukarıda belirtilen durumda keffaret açısından hüküm nedir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Doğru görüşe göre ölen her bir şahsın terikesinden biri kendisi diğeri de diğer şahıs için iki keffaret ödenir; çünkü ikisi iki canı öldürme konusunda ortaktır. Ayrıca keffaret bölünemez.

Daha güçlü olan görüşe göre intihar eden kimse üzerine de keffaret gereklidir.

 

İkinci görüş

 

Her biri üzerine bir keffaret gerekir; çünkü keffaret bölünemez.

 

338. Her iki şahıs da binekleriyle birlikte ölürse diyet ve keffaret bakımından hüküm yukarıda belirtildiği gibi olur. Ayrıca buna ek olarak her birinin terikesinden diğerinin hayvanının değeri [onun mirasçılarına] ödenir. Çünkü hayvanları ortak olarak itlaf etmişlerdir. Her birinin fiili kendi hakkında yok hükmündedir. Bu konuda takas mümkün olmakla birlikte diyette uygulanamaz. Ancak her bir şahsın akılesi aynı zamanda kendisinin mirasçısı ise ve deve de bulunmazsa o zaman takas söz konusu olur.

 

Not:  Bu hükümler, her iki hayvan çarpışan kimselere ait olduğunda geçerlidir. Şayet iki hayvan başkalarına aitse örneğin ödünç alınmış veya kiralanmış sa bu hayvanların hiçbir bölümü bedelsiz kalmaz; çünkü ödünç alınan vb. mallar tazmine tabidir. Yine kiralanan vb. mallar da zilyed tarafından telef edildiğinde tazmine tabidir. Nitekim Nevevi iki geminin çarpışması konusunda "şayet gemiler [çarpışan] iki kaptana ait ise" diyerek buna işaret etmiştir. İki hayvan ile iki gemi arasında fark yoktur. Öne alınan ifadenin kayıtlanması, sonrakinin ise mutlak bırakılarak ilk kaydın buna da hamledilmesi daha uygun olurdu.

 

Ehliyeti tam olmakla birlikte her ikisi de hür olmayan iki kişinin çarpışmasının hükmü bunun ardından gelecektir.

 

Bazı ayrıntılar

 

1. Çarpışan iki kişinin her birinin kafasında kaskı bulunsa ve çarpışma sebebiyle kırılsa, el-Bahr adlı eserde belirtildiğine göre İmam Şafii şöyle demiştir: Her biri diğerinin kaskının değerinin yarısını ödemekle yükümlüdür.

 

2. İki şahıstan her biri kendisine veya başkasına ait ipi çekiyor olsa ve ip kopsa, her iki şahıs da düşerek ölseler, bu şahıslardan her birinin akılesi diğerine onun diyetinin yarısını öder, diyetin diğer yarısı ise karşılıksızdır. Çünkü her biri kendisi ve diğer şahsın fiiliyle ölmüştür. Burada iki şahsın da yüz üstü veya sırt üstü düşmesi, yahut birinin yüz üstü diğerinin sırt üstü düşmesi arasında fark yoktur. İpi başka bir kimse keser ve bu iki şahıs [düşerek] ölürse bu ikisinin diyeti ipi kesen kişinin akılesi üzerine gerekli olur; çünkü bu şahıs her ikisini öldürmüştür. Birisi diğerinin ipi sarkıtması [gevşek tutması] sebebiyle ölse, onun diyetinin yarısı bu şahsın akılesi üzerine gerekli olur, diğer yarısı düşer; çünkü şahıs her ikisinin fiiliyle ölmüştür. İp, şahıslardan birine ait olup diğer şahıs haksız yere onu çekiyor olsa, haksızlık yapan kişi için herhangi bir şey ödenmez. Onun akılesi ipin sahibinin diyetinin yarısını öder.

 

3. Bir şahıs yürürken onun ayakkabısı diğerinin ayakkabısının arkasına çarpsa ve bu sebeple diğer şahsın ayakkabısı yırtılsa, bu kişi ayakkabının değerinin yarısını tazminle yükümlü olur; çünkü ayakkabı yürüyen şahsın kendi fiili ve bir de diğer kişinin fiili sebebiyle telef olmuştur.

 

339. [Hayvana binmiş olan] iki çocuk veya iki akıl hastası yahut bir çocuk ve bir akıl hastasının çarpışmasına ilişkin hükümler [nasıldır? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Bu ikisinin çarpışması, ehliyetleri tam iki şahsın çarpışmasındaki gibidir. Bunlardan birisi de diyetin ağırlaştırılmasıdır. Bu görüş, çocuk ve akıl hastasının kasıtlı fiillerini kasıtlı kabul etme görüşüne dayalıdır ki şayet temyizleri varsa daha doğru olan görüş budur.

 

Bu hüküm, onlar kendileri hayvana binmiş iseler söz konusudur. Yine velileri onları kendi masIahatları için hayvana bindirmiş ve bunlar da hayvanı kontrol edebilen kimseler için söz konusudur.

 

İkinci görüş

 

[Zayıf] bir görüşe göre -ki İmam Şafii bunu el-Ümm'de açık olarak ifade etmiştir- şayet bunları velileri hayvana bindirmişse tazmin yükümlülüğü veli üzerindedir; çünkü bu fiil risk içermektedir. Bunun caiz olması, sonunda bir tersliğin olmaması şartına bağlıdır.

 

Daha doğru görüşe göre ikisinin kendi başlarına hayvana binme sinde olduğu gibi burada da bu kabul edilemez.

 

Not:  Rafii ve Nevevi'nin Cüveyni'den aktarıp onayladıklarına göre görüş ayrılığı, veli bu şahısları süs için veya önemli olmayan bir ihtiyaç için bindirdiğinde söz konusudur. Şayet onları bir mekandan başka bir mekana nakletmeyi gerektiren önemli bir ihtiyaç söz konusu olmuşsa o zaman veli üzerine kesinlikle tazmin gerekli olmaz.

 

Rafii ve Nevevi şöyle demişlerdir: Bu hüküm de bunların salim bir şekilde yolculuk yapacaklarının zannedilmesi halinde söz konusudur. Şayet veli bu şahısları serkeş bir hayvana bindirirse hukuksuz bir iş yaptığından tazminle yükümlü olur.

 

Ezrai şöyle demiştir: Yine bu hüküm, söz konusu şahıslar hayvan üzerinde durabiliyorsa söz konusudur. Veli, velayeti altında olan şahsı sakin bir hayvana bindirse bile o, hayvan üzerinde duramıyorsa tazmin veli üzerine gerekli olur.

 

İbnü'r-Rif'a şöyle demiştir: Velinin tazmin etmemesi hükmünden şu durum istisna edilir: Şayet bindirilen kişiler bir veya iki yaşındaki çocuk gibi gayri mümeyyiz olur da veli bunları bindirirse velinin akılesi ikisinden her birinin diyetini ödemekle yükümlü olur.

 

Bulkini şöyle demiştir: "Cüveyni'nin dediğine şunun da eklenmesi gerekir: Velinin tazminle yükümlü olmaması için, velinin bu şahıslarla [akıl hastası ve çocuk] birlikte gönderilme adeti bulunan bir kimseyi göndermemek suretiyle kusurlu davrandığı söylenmemelidir.

Burada veli ile kastedilen çocuğa bakma yetkisi bulunan erkektir, çocuğun malı üzerinde yetkili olan şahıs değildir. Bu, İmam Şafii'nin ifadesinin zahirinden anlaşılmaktadır." Bulkini bu konuda geniş açıklamalar yaptıktan sonra şöyle demiştir: "Buna temas eden kimseyi görmedim."

 

Zerkeşi et- Tekmile adlı eserde şöyle demiştir: Bu veli, tedib yetkisine sahip olan baba vb. gibi özel bir veli olablleceği gibi olmayabilir. el-Hadim adlı eserde ise "alimlerin ifadesinin zahirinden bunun mal konusunda yetki sahibi olan veli olduğu anlaşılmaktadır" demiştir.

 

Bulkınl'nin görüşü daha uygundur.

 

340. Çocuk ve akıl hastasını hayvana velinin izni olmaksızın başka birisi -velev ki bu ikisinin maslahatı için bile olsa- bindirse onların diyetlerini ve hayvanlarının değerlerini tazmin eder; çünkü bunları hayvana hukuksuz bir biçimde bindirmiştir. İbnü'l-Münzir bu konuda icma bulunduğunu nakletmiştir.

 

Not:  Nevevi'nin mutlak ifadesinden, iki çocuk kastıolarak birbirine çarparak birbirini öldürdüklerinde bile yabancı şahsın tazminle yükümlü olacağı anlaşılmaktadır ki doğru olan da budur. Oysa el-Vasit'te bu ikisinin kast! fiillerinin kasıtlı olarak kabul edilmesi görüşüne binaen bu durumda ölümün ikisine bağlanmasının da mümkün olduğu belirtilmiştir. Rafil ve Nevevi bu görüşü uygun bulmuşlardır; çünkü burada fiilin doğrudan işlenmesinde bir zayıflık söz konusu olduğundan Hocam Remli'nin de dediği gibi buna dayanılamaz.

 

Nevevi'nin "her ikisinin diyetini ve hayvanlarının değerlerini tazmin eder" ifadesi mutlak olarak alınamaz. Aksine burada ilk tazmin şahsın akılesi üzerine ikincisi ise kendisine aittir.

 

Alimlerin çoğunluğunun ifadesinden çıkan sonuca göre [çarpışan] iki çocuk hayvana düzgün bir şekilde binebiliyor olsa bile binek hayvanının bu şekilde tazmin edilmesi sabittir. Bu doğurudur. Oysa el-Ümm'deki ifadeden çıkan sonuca göre, iki çocuk bu şekilde olduklarında sanki hayvana kendiliklerinden binmiş gibi kabul edilirler. Bulkini, İmam Şafii'nin bahsi geçen ifadesinden yola çıkarak bu görüşü tek görüş olarak zikretmiştir.

 

Çocuk düşüp ölürse Rafiı ve Nevevi'nin belirttiğine göre onu hayvana bindiren kişi [çocuğun diyetini] tazmin eder. Bunun zahirinden anlaşıldığına göre bu bindirmenin çocuğa at bin meyi öğretme vb. bir sebeple olması ile böyle olmaması arasında bir fark yoktur. Yabancı şahsın bindirmesi halinde bu doğrudur, ancak velinin bindirmesi halinde bakılır: Veli böyle bir amaçla bindirmiş ve çocuk da hayvan üzerinde durabiliyorsa bu durumda veli tazminle yükümlü olmaz.

 

Mütevelli'nin "bu konuda veli ile yabancı arasında fark yoktur" ifadesini İbnü'r-Rif'a yabancı bir şahsın muteber bir izinle çocuğu bindirmesi şeklinde yorumlamıştır.

 

341. Hamile iki kadın birbiriyle çarpışıp çocuklarını düşürseler, yani her ikisinin karnındaki cenin düşerek ölse diyet yukarıda belirtildiği gibi olur. Yani her birinin akılesi diyetin yarısını ödemekle yükümlü olur, diyetin diğer yarısı düşer; çünkü ölüm, her ikisinin fiiline ağlıdır.

 

Hamile kadınlardan her birinin terikesinden doğru görüşe göre dört keffaret ödenmesi gerekir. Bu, "intihar eden kimseye de keffaret gerekir" ve "keffaret bölünmez" şeklinde doğru olan kurala dayalı görüştür. Burada bir keffaret kadının kendisi, bir keffaret cenini, üçüncü keffaret diğer kadın, dördüncü keffaret de onun cenini içindir; çünkü her ikisi de dört cana kıyma konusunda ortaktır.

 

Diğer görüşe göre iki keffaret gerekir. Bu, "kişi kendisini öldürdüğünde bunun için keffaret gerekmez" ve "keffaret bölünebilir" görüşüne dayalıdır.

 

342. Hamile kadınlardan her birinin akılesi iki ceninin gurrelerinin yarısını öder. Bunun yarısı kendi cenini, dğer yarısı diğerinin cenini içindir. Çünkü hamile bir kadın kendisine yönelik bir fiil işleyerek ceninini düşürdüğünde sanki yabancı bir hamile kadına karşı fiil işlemiş gibi kendi akılesine gurre ödemekle yükümlü olur, gurreden herhangi bir şey ödenmeksizin bırakılmaz. Diyet ise böyle değildir. Zira diyetin yarısı gerekli olmakta diğer yarısı ise düşmektedir; çünkü kadınların kendi canlarından farklı olarak ceninler onlara yabancıdır.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden yarısı bir cenin, diğer yarısı da öbür cenin için olmak üzere bir köle verilmesinin gerekli olduğu anlaşılmaktadır. İbn Yunus'un ifadesi şu şekildedir: "Akıle, ceninlerden birisi için yarım köle, diğeri için de yarım köle teslim edebilir." Buna göre Nevevi'nin "yarım gurre bunun için yarım gurre de diğeri için" demesi daha uygun olurdu.

 

343. İki köle birbiriyle çarpışıp ölse bunlar için herhangi bir şey ödenmez. Köleler ister bu çarpışma sebebiyle aynı anda ölmüş olsun, isterse biri diğerinden daha sonra -arada onu satabilecek kadar vakit girmeden önce- ölmüş olsun fark etmez. Kölelerin değerleri aynı olsun farklı olsun hüküm yine aynıdır; çünkü kölenin işlediği suç kendi rakabesine [maliyetine] bağlıdır, bu ise ölümle birlikte ortadan kalkmıştır.

 

Not:  Bedel ödenmemesi hükmünden bazı durumlar istisna edilir:

 

1. Her ikisi de gasp edilmiş olan kölelerin çarpışması. Bu durumda gasıp her bir kölenin yarısını iki şeyden en azı hangisi ise onu ödeyerek kurtarmakla yükümlüdür.

 

2. Bir kimse kölenin işleyeceği suç sebebiyle gerekli olabilecek erşin ödenmesi için vasiyet veya vakıf ta bulunsa, bundan her bir kölenin sahibi için kölenin değerinin yarısı ödenir.

Bunu Bulkın! söylemiştir. O, "buna temas edeni görmedim, ancak bunun fıkhen böyle olması gerektiği açıktır."

 

3. Köleleri satmak mümkün olmadığında. Örneğin bu iki köle, iki ümmüveledin veya vakfedilmiş iki cariyenin oğulları olsa veya azat edilmeleri adanmış olsa o zaman bu köleler öldüğünde bedelleri karşılıksız kalmaz. Çünkü bu durumda köleler ümmüveled gibidir. İki ümmüveledin hükmü ise her birinin efendisinin, kendi ümmüveledinin diğerine yönelik işlediği suçta karşı tarafın değeri ile suç sebebiyle gerekli olan erşten hangisi daha düşük ise onu ödemesidir. Çünkü efendi bir cariyeyi ümmüveled yapmakla [ondan çocuk edinmekle] artık o cariyenin satılmasını engellemiş olur.

 

4. İki ümmüveledin çarpışması. Bunun istisna edilmesi de İbn Hazm'ın "köle" sözcüğü cariyeyi de içerir şeklindeki görüşüne dayanmaktadır.

 

Kölelerden yalnızca biri ölürse onun değerinin yarısı, hayatta kalan kölenin rakabesi üzerinden ödenir. Yine diğer• kölenin yanında bir mal var ve o da telef olmuşsa onun yarısı da böyledir. Şayet ölmüş olan kölenin fiili hayatta olan kölenin değerinde bir eksilme meydana getirmişse bunun tazmini, değerinin yarısı hayatta olan kölenin rakabesine ilişmiş olan kölenin değerinin yarısından yapılır. Bu sebeple bu miktar üzerinde takas söz konusu olur.

 

Bir köle ve hür çarpışır da köle ölürse kölenin değerinin yarısını hür şahsın akılesi öder, kalan kısım için bir şey ödenmez. Hür şahıs ölürse onun diyetinin yarısı kölenin rakabesine ilişir. Her ikisi birlikte ölürse kölenin değerinin yarısı hür şahsın akılesi tarafından ödenir, buna hür şahsın diyetinin yarısı ilişir; çünkü kölenin ölümü ile rakabesi ortadan kalkmıştır.

Bu durumda diyet onun bedeline ilişir. Efendi akıleden kölenin değerinin yarısını alır ve diğer şahsın diyetinin yarısını bundan veya başka bir maldan hür şahsın mirasçılarına öder.

 

344. İki gemi birbiriyle çarpışarak her ikisi birden batsa bu olay hüküm bakımından -daha önce geçtiği üzere- iki hayvanın çarpışarak her ikisinin de ölmesi gibi değerlendirilir. İki kaptanın hükmü de hayvanların çarpışması sonucu ölen iki süvarinin durumu gibidir.

 

345. Gemiler ve içindeki eşyalar iki kaptana ait ise her bir geminin ve içinde bulunan eşyanın yarısının değeri için bir bedel ödenmez. Bu kazada kaptanlar ölürse her biri için iki keffaret ödenmesi gerekir. Her birinin akılesi diğerinin diyetinin yarısını öder.

 

Not:  Çarpışan iki kaptanın, binekli iki kimse [süvari] gibi kabul edilmesi hükmünden şu durum istisna edilir: İki kaptan, uzmanların ölüme yol açacağını ve gemilerin batacağını söyleyeceği bir şekilde kasten birbiriyle çarpışırsa her birinin diyetinin yarısı diğerinin terikesinden ödenir. Oysa çarpışan iki süvarinin diyetleri akıle tarafından ödenir.

 

Kaptanlardan birisi, kasten gerçekleşen bir fiilden ötürü ölüp diğeri ölmemiş olsa, "kendini yaralayan kimseyle ortak olarak onu yaralayan kimseye de kısas gerekir" görüşüne binaen burada da diğer şahsa kısas uygulamak gerekir.

 

Gemide, karşılığında kendilerinin kısas yoluyla öldürülebileceği nitelikte bir kimse var ve bu çarpışma sonucunda o şahıs öldüyse her iki kaptana kısas uygulanması gerekir.

Boğulan birden fazla kişi varsa kaptan bunlardan biri karşılığında kısas yoluyla öldürülür, her bir kaptanın malında geriye kalan şahısların diyetlerinin yarısının ödenmesi gerekir.

Yine ölen kimse sayısınca keffaretin de tazmin edilmesi gerekir.

 

Çarpışma genel anlamda ölümcülolmamakla birlikte ölümcül olabilecek nitelikte ise bu çarpışma sebebiyle gerçekleşen ölüm, kasıt benzeri ölümdür. Bu durumda ağırlaştırılmış diyetin akıle tarafından ödenmesi gerekir.

 

İki kaptan çocuk ise ve onları gemiye velileri veya yabancı bir şahıs bindirmiş olsa ZerkeşI'nin de belirttiği üzere zahir olan bu durumda bindiren kişi üzerine tazminin gerekli olmamasıdır; çünkü çocukları gemiye bindirmiş olmak kazanın şartı değıidir. Zira burada kasıt, çocuklardan kaynaklanmıştır ve ölüme yol açan şey de budur.

 

346. İki gemi kaptanlara ait ise ve gemilerin içinde yabancı şah sa ait bir mal var ise her birisi bunun yarısını tazminle yükümlüdür. Malın sahibi ister gemide olsun ve malonun elinde olsun isterse olmasın hüküm böyledir; çünkü kaptanlar hukuksuz fiil yapmışlardır.

Yabancı şahıs malının bedelini iki kaptandan birinden alma hakkına sahiptir. Daha sonra bu, diğerinden onun ödemesi gereken payı alır. Yine mal sahibi dilerse malının bedelinin yarısını bir kaptandan diğer yarısını da öbür kaptandan alır. Her iki kaptan köle ise tazmin, onların rakabelerine bağlanır.

 

347. İki gemi yabancı şahıslara ait olup kaptanlar bu gemide emanetçi veya gemi sahibinin işçisi olsalar her biri iki geminin değerinin yarısını tazminle yükümlü olur; çünkü yabanClya ait malın hiçbir kısmı tazmin dışı değildir.

 

348. Mal sahiplerinden her biri şu iki seçenekten dilediğini seçebilir:

 

> Dilerse gemisinin değerini kendi kaptanından alır. Daha sonra bu kaptan ödediğinin yarısını diğer kaptandan geri alır.

 

> Dilerse gemisinin değerinin yarısını kendi kaptanından, diğer yarısını da diğer kaptandan alır.

 

349. Kaptanların ikisi de köle ise tazmin onların rakabelerine ilişir.

 

Not:  Bu ayrım, çarpışma kaptanların fiiliyle olmuşsa veya kaptanların fiiliyle olmasa bile gemiyi kontrol konusunda ihmalkarlıkları söz konusu olmuşsa yahut gemiyi aşırı rüzgarlı bir havada hareket ettirmişlerse geçerli olur. Şayet çarpışma rüzgarın sonradan şiddetlenmesiyle oluşmuşsa daha güçlü görüşe göre tazmin söz konusu olmaz. Ancak hayvanın aniden harekete geçerek kontrolün kaybedilmesi bundan farklıdır; çünkü orada hapvanın dizginini çekmek vb. yöntemlerle kontrol etmek mümkündür.

 

Gemilerin rüzgar sebebiyle çarpıştığı konusunda anlaşmazlık söz konusu olursa yeminle birlikte kaptanların sözleri kabul edilir; çünkü aslolan zimmetin borçsuz olmasıdır.

 

Kaptanlardan birisi kasıtlı çarpsa veya ihmalkarlık gösterse, diğeri böyle yapmasa her birine kendi hükmü uygulanır.

 

Gemilerden biri bağlı olsa tazmin yükümlülüğü diğer gemiyi hareket ettiren kimseye aittir.

 

Tamamlayıcı not

 

Bir kimse kendi gemisini kasten, ölüme yol açacak şekilde -yani def edilmeyecek genişlikte- delse, bu delme sebebiyle bir kişi boğulsa gemiyi delen kişiye kısas uygulanır veya ağırlaştmlmış diyet öder. Şayet gemiyi tamir etmek için yarmışsa yahut da bu amaçla olmasa bile gemideki yarık ölümcül boyutta olmasa [buna rağmen bir kişi boğularak ölmüşse] bu fiil "kasıt benzeri adam öldürme" kabul edilir.

 

Bir kimsenin elinden bir taş vb. bir şey düşerek gemiyi delse veya kişinin tamir için kullandığı alet, tamir edilecek yerden başka bir yere çarpsa [ve orayı yarsa] bu tamamen hatadır.

 

Bir gemiye dokuz çuval yük yüklenmiş olsa, başka bir kimse hukuksuz bir biçimde gemiye onuncu çuvalı yüklese ve gemi bununla batsa bu şahıs gemi ve eşyaların tümünü tazminle yükümlü olmaz. Çünkü geminin batması bütün yüklerin ağırlığıyla olmuştur. Bu durumda söz konusu şahıs bedelin yarısını mı yoksa onda birini mi tazminle yükümlü olur? Bu konuda tıpkı, sopa vurma cezasının meşru sınırı aşması halinde olduğu gibi iki görüş bulunmaktadır. Rafii bunu eş-Şerhu'l-kebir'de zikretmiştir. Bundan onda birinin tazmin edileceği sonucu çıkar.

 

350. İçinde eşya ve yolcular bulunan bir gemi batmaya yanaşsa yolcunun, canı korumak amacıyla gemideki eşyayı denize atması caizdir.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden eşyanın tümünün atılabileceği anlaşılmaktadır ki şayet boğulma tehlikesi ancak bu şekilde giderilebiliyorsa doğru olan da budur. Boğulma tehlikesi eşyanın bir kısmının atılmasıyla gideriliyorsa onunla yetinmek gerekir.

 

351. Gemideki eşyanın, can dokunulmazlığına sahip olan yolcuyu kurtarma amacıyla yapılması gerekir. Harbı, mürted, muhsan iken zina eden kimse gibi dokunulmazlığı bulunmayan yolcu için hüküm bundan farklıdır. [Onu kurtarmak için eşya denize atılamaz].

 

Bazı uyarılar

 

1. Nevevi'nin "eşya" ifadesi gemideki hayvanın atılamayacağı anlamına gelmekteyse de bu kastedilmemiştir. Aksine can dokunulmazlığına sahip bir insanı kurtarmak için başka bir yol bulunmazsa, dokunulmazlığı bulunsa bile hayvan denize atılabilir. Şayet başka türlü kurtarma imkanı varsa hayvanı denize atmak caiz değildir.

 

Ezral'nin dediği gibi gemide kafirlerden alınan esirler bulunsa, devlet başkanı bunların öldürülmesinde maslahat görse eşyaları ve can dokunulmazlığı bulunan hayvanları denize atmadan önce onlar denize atılır.

 

Yine Ezrai'nin dediği gibi eşya ve hayvnları denize atma esnasında mümkünse değeri en düşük olandan başlanır, böylece mümkün olduğu kadar mal korunmuş olur.

 

2. Hürlerin kurtulması için köleler denize atılamaz; çünkü belirtilen hüküm bakımından bunların durumu eşittir. Eşyayı atması geken kimse atmaz da gemi batar ve bu sebeple herhangi bir şey telef olursa o şahıs günaha girer ancak tazminle yükümlü olmaz. Bu, elinde yiyecek maddesi bulunan bir kimsenin açlıktan ölmek üzere olan bir kimseye bunu vermemesi sonucu diğer şahsın ölmesine benzer.

 

3. Nevevi, [eşya ve hayvanları denize atmanın] gerekli olduğu durumla caiz olduğu durumu birbirinden ayırt etmemiştir. Nevevi'nin "yolcunun kurtulması ümidiyle" ifadesi şayet her iki meselenin gerekçesi olarak zikredilmişse tek bir ifade aynı anda hem caizliğe hem de vacipliğe nasıl uygun olabilir? Şayet yalnızca vaciplik bildirmek için zikredilmişse bu olmadan caizlik nasıl düşünülebilir? Kıyasa göre yolcunun kurtulması ümidiyle bunun yapılmasının mutlak olarak vacip olması gerekir; çünkü usul kuralı şu şekildedir: "Yasak olan bir şey caiz hale geldiğinde vacip 0Iur."

 

Bulkini şöyle demiştir:

 

Bu konuda şu söylenmektedir "Şayet kurtulma ihtimali ağır basmakla birlikte bir ölüm korkusu hasıl olmuşsa yolcunun kurtulması ümidiyle eşyanın denize atılması caizdir. Şayet eşya denize atıldığında yolcunun kurtulacağına dair bir zan bulunmakla birlikte ölme ihtimali ağır basıyorsa eşyayı denize atmak vacip olur."

 

Bulkini alimlerin "canlıyı kurtarmak için değeri düşük olan veya cansız olan şeyler denize atılır" ifadesini problemli bulmuştur. Çünkü atılacak eşyayı belirleme hakkı kaptan vb. kimselere verilirse bu uygun olmaz. Eşyayı atmak sahibinin iznine bağlı olursa izin vermeyebilir ve bundan bir zarar doğabilir. Buna göre eşyayı atmanın caiz oldUğu durumda eşya sahibinin izni gerekir, atmanın gerekli olduğu durumda ise izin gerekmez. Eşya, malı tasarrufları kısıtlama altında olan bir kimseye ait ise atmanın caiz olduğu durumda bu eşyayı atmak caiz olmaz, atmanın gerekli olduğu durumda bunu atmak gerekli olur. Eşya rehin ise veya iflas sebebiyle tasarrufları kısıtlama altına alınmış bir kimseye yahut sözleşmeli köleye ya da ticaret yapmasına izin verilen köleye ait ise atmanın vacip olduğu durumda bunları atmak gerekir, ca.iz olduğu durumda ise ancak rehin veren ve alanın, efendi ve sözleşmeli kölenin, efendi ve ona izin veren kölenin ve alacaklıların izin konusunda ortak görüş belirtmesinden sonra atılabilir.

 

Eşyayı atmanın caiz olduğu durumda veli, velayeti altındaki kısıtlı şahsın mallarının bir bölümünü atarak diğer bölümünü kurtarmaya çalışsa İbn Eb! Asım el-Abbadi'nin "veli gasıbın mala el koymasından korkarsa malı kurtarmak için bir kısmını verebilir" görüşüne kıyasla burada da bunu yapmasının caiz olması gerekir.

 

Batma tehlikesi bulunmadığı halde kişinin -kendi malı olsa bile- herhangi bir malı denize atması haramdır; çünkü bu, malı zayi etmektir.

 

352. [Bir gemide yolculuk yapan] kişi [geminin batma tehlikesinin bulunması sebebiyle] bir korku söz konusu olsa bile başkasının malını ondan izin almaksızın denize atarsa onu tazmin etmesi gerekir; çünkü başkasının malını ondan izin almaksızın ve onun tarafından telef etmeye zorlanmadığı halde telef etmiştir. Bu, açlıktan ölüm tehlikesi içinde bulunan kişinin, başkasına ait malı ondan izinsiz yemesi gibidir.

 

353. Kişi malın sahibinden izin alarak atmışsa veya kendi malını atmışsa tazminle yükümlü olmaz. isterse korku, kendisi dışında biri için söz konusu olsun ve bu kişi kıyıdan veya başka bir kayıktan müdahale ederek eşyayı atsın fark etmez.

 

İlk durumda, sahibinden izin alarak malı attığı için atmayı mübah kılan bir bir durum söz konusu olduğundan, ikinci durumda da kendi malını attığından tazminle yükümlü olmaz.

 

354. izinle birlikte -daha önce geçtiği üzere- malda başkasının hakkının da bulunmaması gerekir. Öyleyse bu durum, açlıktan ölmek üzere olan bir kimseye yiyecek sahibinin zorla kendi malını yedirmesi durumundan farklıdır. Zira orada malını veren kimse malını kesin olarak telef olmak üzere vermektedir, burada ise böyle değildir.

 

355. Bir kimse gemideyken bir şahsa hitaben "eşyanı denize at, tazmin etmesi bana ait / ben tazmin ederim" dese diğer şahıs da atsa talepte bulunan kimsenin gemide herhangi bir eşyası olmasa ve bu atma sebebiyle kurtuluş gerçekleşmese bile tazminle yükümlü olur; çünkü bir bedel karşılığında sahih bir amaçla bir malın telef edilmesini talep ettiğinden tazmin onun üzerine gerekli olmuştur. Bu tıpkı kişinin bir şah sa hitaben "köleni azat et / karını boşa / esiri salıver / kısası affet sana şu kadar ödeyeyim" veya "sana şu kadar ödemem şartıyla bunları yap" demesine ve diğer şahsın da bunu yapmasına benzer ki bu durumda kişi, kendi üstlendiği şeyi ödemekle yükümlü olur.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Bu tazminin sahih olmaması gerekir; çünkü bu, kişi üzerine gerekli olmayan şeyin üstlenilmesidir.

 

Buna şöyle cevap verilir: Her ne kadar kişi "tazmin" ifadesini kullanmış olsa da bu, bilindik anlamda bir tazmin değildir. Bu, gerçekte ölümden kurtulmak için yapılan bir şeydir. Bu kişinin "aç kişiyi doyur sana şu kadar vereyim" demesine benzer.

 

Bulkın! şöyle demiştir: "Bu sözü söyleyen kişi muhatabın hangi eşyayı atmasını istediğini işaret yoluyla göstermelidir veya bu karşı tarafça bilinmelidir. Aksi taktirde kişi, yalnızca kendisinin huzurunda atılan şeyin tazminini üstlenmiş olur." Bu doğru değildir; çünkü belirtilen durum bir zorunluluk hali olup bunların hiçbiri şart değildir.

 

Not:  Yukarıdaki durumda, kişinin tazmini üstlenmesinden sonra muhatap değil de yabancı bir şahıs eşyayı atsa, talepte bulunan şahıs tazminle yükümlü olmaz. Yine rüzgarın eşyayı denize atması durumunda da böyledir.

 

Tazminin söz konusu olabilmesi için sözü söyleyen şahsın borcu yüklenmeye devam etmesi gerekir. Şayet eşya atılmadan önce tazminden cayarsa tazminle yükümlü olmaz.

 

356. Talepte bulunan kişi yalnızca "eşyanı denize at!" demekle yetinirse [hüküm ne olur? Bu konuda mezhepte iki rivayet bulunmaktadır:]

 

Birinci rivayet

 

Mezhepte esas alınan rivayete göre talepte bulunan kişi herhangi bir şey üstlenmediğinden tazminle yükümlü olmaz.

 

İkinci rivayet

 

[Bu rivayete göre mezhep içinde bu konuda iki görüş vardır]. Bu rivayetteki ikinci görüşe göre tıpkı "benim borcumu!" öde diye talepte bulunan kimsenin borcunun ödenmesi durumunda daha dOğru görüşe göre borcu ödeyen kimsenin bunu talepte bulunan şahıstan tahsil edebilmesi gibi burada da malını atan kimse, değerini talepte bulunan kimseden isteyebilir. İlk görüş sahipleri arada şöyle bir fark bulunduğunu belirtmişlerdir:

Borç meselesinde muhatap borcu ödediğinde sözü söyleyen kişi borçtan kesin olarak kurtulmuş olur. Burada ise eşyayı denize atmanın talepte bulunan kişiye bir yararı olmayabilir.

 

Not:  Malını denize atması teklifine muhatap olan kimsenin, başkasına itaat etmenin gerekli olduğuna inanan yabancı bir şahıs olup olmaması arasında bir fark var mıdır? Ezrai "ben bu konuda herhangi bir şey görmedim. Alimlerin ifadesinden bir fark olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak onlar bazı yerlerde bu ikisini birbirinden ayırmışlardır." demiştir.

Arada fark bulunduğu görüşü daha doğrudur. Bunu destekleyen açıklamalar ileride gelecektir.

 

Eşya sahibi, geminin batmasından korkarak herhangi bir kimseden talep gelmeksizin eşyasını denize atsa, atması gereken durumdayken atmış olsa bile yolculardan herhangi bir şeyalamaz.

 

357. Mal sahibinden malını denize atmasını talep eden kimse yalnızca boğulma korkusunun bulunduğu durumda tazminle yükümlü olur, korkunun bulunmadığı durumda tazmin söz konusu olmaz. Bunu ister "tazmin benim üzerime gereklidir" diyerek talep etsin ister etmesin fark etmez. Bu şuna benzer: Ortada bir tehlike bulunmamakla birlikte tehlike beklentisi varken kişi bir şah sa hitaben "evini yık!" veya "eşyanı yak!" dese diğer kişi de bunu yapsa, talepte bulunan kişi tazminle yükümlü olmaz.

 

Zerkeşi şöyle demiştir: Bu görüş ayrılığını, "gerçekleşmesi beklenen şeyi gerçekleşmiş gibi kabul etmek" konusundaki görüş ayrılığına dayandırmak mümkündür.

 

Zahir olan bu durumda tazminin söz konusu olmamasıdır.

 

358. Daha sonra Nevevi tazminin şartına temas ederek şöyle demiştir:

 

[Tazminin söz konusu olması için] eşyanın atılmasının yararının yalnızca atan şahsa yani eşya sahibine özgü olmaması gerekir. Bu da batmaya yaklaşan gemide o şahısla birlikte başkalarının da bulunması ile olur. Bu altı durum için söz konusu olur.

 

1. Eşyanın denize atılmasının yararının yalnızca atmayı talep eden kişiye ait olması,

2. Hem talep eden hem de eşya sahibine dönük olması,

3. Bu ikisinden başkalarına dönük olması,

4. Eşya sahibi ve yabancı şahsa dönük olması,

5. Talepte bulunan kişi ve yabancı şahsa ait olması,

6. Her üçüne de dönük olması.

 

Bu durumların tümünde eşyanın atılmasını talep eden kişi tazminle yükümlü olur. Nevevi ve Rafii eş-Şerhu'l-kebır ve Ravdatü'tta li bın' de ikinci ve altıncı durumdan söz etmemişlerdir.

 

Eşyayı atmanın faydası yalnızca atan kişiye ait oluyorsa, örneğin batmaya yaklaşan gemide o şahsın eşyası varken bir diğer şahıs kıyıdan kendisine "eşyanı denize at, ben tazmin ederim!" dese, o şahıs da denize atsa, buna karşılık hiçbir şey ödenmesi gerekmez; çünkü gemideki şahsın kendi canını korumak için eşyayı denize atması zaten gerekir, bir de bunun için bedel alma hakkına sahip olamaz. Bu şuna benzer: Kişi açlıktan ölmek üzere olan kişiye "yemeğini ye, ben tazmin ederim!" dese o kişi de yese, talepte bulunan kişinin herhangi bir şey tazmin etmesine gerek yoktur.

 

Not:  Bir kimse bir şahsa hitaben "eşyanı denize at, ben tazmin edeceğim ve gemideki yolcular da / benim tazmin etmem şartıyla ve gemideki yolcuların / ben tazmin ederim, yolcular da tazmin eder / ben ve yolcular her birimiz tam olarak tazmin ederiz / ben

tazmin ederim yolculardan her biri de tazmin eder" dese bu sözü söyleyen kişi eşyanın tümünü tazminle yükümlü olur; çünkü o, G tazmini üstlenmiştir.

 

Kişi "ben ve yolcular eşyayı tazmin ederiz" demiş olsa ayrıca "her birimiz kendi hissesine düşeni" dememiş olsa bile bu kişi yalnızca kendisine düşen payı tazmin eder.

 

Şayet kişi bunu söylerken yolcuların daha önceden tazmin yükümlülüğünü üstlendiğini haber vermek ister ve yolcular da onu tasdik ederse o zaman yolcular da tazminle yükümlü olur. Yolcular bunu inkar ederse onların sözü kabul edilir. Yolcuların bir kısmı tasdik eder bir kısmı inkar ederse her birine kendi hükmü uygulanır.

 

Kişi "ben yolcuların rızasıyla onlar adına tazmin inşasında bulunuyorum" dese onlar razı olsalar bile tazminde bulunmaları gerekmez; çünkü akitler mevkuf olarak kurulamaz.

 

Kişi "ben ve onlar tazmin edeniz" ve "ben onların izniyle tazmini yüklendim" dese tazmin, onların tümünden istenir. Şayet izin verdiklerini inkar ederlerse onların sözü kabul edilir, tazminde bulunan kişi onlardan bir şeyalamaz.

 

Kişi "ben ve onlar o malı tazmin ederiz. Ben bu miktarı onların mallarından çıkarıp ayırırım", "ben bu miktarı kendi malımdan ayırırım" dese kişi bütün tazmini yüklenmiş olur.

Bu tıpkı bir kimsenin evli bir şahsa hitaben "karına bin dirhem karşılığında hu!' yap, ben bunu sana tashih ederim", "ben bunu onun malından sana tazmin ederim" demesine benzer ki bin dirhemi ödemesi gerekir.

 

Kişi "tazminin yarısı benim, üçte biri falan kişinin, altıda biri de falan kişinin üzerinedir" dese bu şahıs yalnızca tazminin yarısını üstlenmiş olur; çünkü üstlendiği miktar o kadardır.

 

Kişi "ben ve onlar o malı tazmin ederiz" dese sonra bizzat kendisi mal sahibinin izniyle malı denize atsa, iki görüşten birine göre malın bütününün tazminini üstlenmiş olur. Rafii bunu Kadı Ebu Hamid'den nakletmiştir. Ezrai şöyle demiştir: "el-Ümm'deki açık ifade de bu şekildedir."

[Zayıf] bir görüşe göre ise söylenen söz gereği kişi yalnızca kendisine düşen miktarı üstlenmiş olur.

 

Kişi Amr'a hitaben "Zeyd'in malını denize at, tazmini bana ait" dese, Amr da bunu yapsa, tazmin yükümlülüğü sözü söyleyene değil Amr'a aittir; çünkü malı doğrudan telef eden odur.

 

Not:  Nevevi, tazminin nasıl yapılacağıhdan söz etmemiştir. Burada üç ihtimal vardır:

 

a) Karz akdinde olduğu gibi sureten de olsa misliyle tazmin etmek,

b) Mislı malları misliyle, kıyeml malları kıymetiyle tazmin etmek,

c) Mutlak olarak kıymetiyle tazmin etmek.

 

Malın kıymetini ödemeyi gerekli kıldığımızda bu kıymet, denizin harekete geçmesinin hemen öncesindeki kıymettir; çünkü deniz harekete geçtikten sonra malın bir değeri kalmamıştır. Malın denizdeki tehlike esnasındaki değeri, karadaki değeri gibi kabul edilmez.

 

Alimlerin ifadelerinden -mal misli mallardan olsa bile- son seçeneğin tercih edildiği anlaşılmaktadır. Bulkini de bunu tercih etmiştir; çünkü malın mislini teslim etmeyi gerekli kılmakta işi zora sokma söz konusudur. Bulkini bunun gerekçesini şu şekilde açıklamıştır; telef olmaya yaklaşmış bir malın misli ancak telef olmaya yaklaşmış bir malolur. Bu ise uzak bir ihtimaldir.

 

el-Kifaye'de ortadaki seçenek tek görüş olarak belirtilmiş, Ezrai de bunu tercih etmiştir. Sonrakilerden birinin dediğinin aksine Hocam Remli'nin de belirttiği üzere bu, Bulkınl'nin görüşünden daha uygundur.

 

Şayet malı atması söylenen kişi yabancı ise ve kendisine bunu söyleyen kişiye itaat etmesi gerektiğini zannederek bunu yapmışsa o zaman atma emrini veren kişi tazminle yükümlü olur. Bu, daha önceden geçen hükmü teyid etmektedir.

 

Denize atılan mal deniz tarafından sahile atılsa ve bu mal ele geçirilse malın sahibi malını alır, tazminde bulunan kimse de verdiği şeyaynen duruyarsa onu geri alır, tüketilmişse bedelini alır. Ancak malın suya batması sebebiyle meydana gelen eksilme miktarını geri alamaz. Bunu İsnevi açık olarak belirtmiş, Ezrai de "bunun böyle olacağı açıktır" demiştir.

 

359. Mancınığın fırlattığı taş geri dönerek fırlatanlardan birini öldürse -mesela fırlatanlar on kişi olsa- onun diyetinde kendi payı karşılıksız kalır. Bu, bizim örneğimizde onda birdir.

Geriye kalan dokuz kişinin akılesi o şahsın diyetinin geriye kalan kısmını yani onda dokuzunu tazminle yükümlü olur. Bu durumda her birinin akılesi onda biri öder; çünkü bu kişi kendisinin ve diğer şahısların fiili ile ölmüştür. Kendi fiiline tekabül eden kısım diyetten düşülmüştür; çünkü bu tazmine tabi değildir.

 

Not:  Yukarıdaki mesele, diğer şahıslarla birlikte ipleri çeken ve taşı fırlatan kimse hakkındadır. Ancak mancınığın tahtasını tutmaya ihtiyaç bulunduğunda bunu yapan, taşı mancınığın ağzına koyan ancak ipleri çekmeyen kimse üzerine herhangi bir şey gerekmez; çünkü bu kişi ölüme sebebiyet veren kişidir, doğrudan ölümü gerçekleştiren ise başkasıdır. Bunu Maverdi, Mütevelli ve başkaları söylemiştir.

 

Bulkini, akıle üzerine diyetin gerekli olması meselesinden şunu istisna etmiştir: Bu durum, kişinin yanındaki arkadaşlarının yaptığı bir fiil sebebiyle olsa ve onlar bunu yaparken arkadaşlarına atış yapmayı kastetseler ve genelolarak da isabetli atış yapsalar o zaman bu yaptıkları kasıtlı olarak kabul edilir, akıle diyet ödemeyi üstlenmez, aksine diyet onların kendi mallarından ödenir. Bununla birlikte onlara kısas uygulanmaz; çünkü onlar yanlış yapan kişiye ortak olmuş durumdadırlar. Bulkini şöyle demiştir: "Buna herhangi bir kimse dikkat çekmemiştir. Öyle anlaşılıyor ki alimlerimiz bunu tasavvurunu mümkün görmedikleri için zikretmemişlerdir, bize göre ise bunu tasavvur etmek mümkündür. Şu halde bizimle onlar arasında bir görüş ayrılığı söz konusu değildir."

 

360. Mancınığın fırlattığı taş, fırlatanlardan başkasını öldürse ancak fırlatanlar ona atmayı kastetmemiş olsalar bu yanlışlıkla adam öldürmedir. Akıle üzerine hafifletilmiş diyet ödemeyi gerektirir.

 

361. [Mancınığı kullananlar] bir şahsa kasten atış yapmışlarsa [hüküm ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru gÖrüşe göre bu kasten adam öldürmedir, kısası gerektirir. [Şayet kısas uygulanmazsa] kendilerinin malından ağırlaştırılmış diyet gerektirir. Bu, onların atışı çoğunlukla isabetli ise söz konusudur; çünkü bu durumda onların fiili kasıtlı adam öldürme tanımına uymaktadır.

 

İkinci görüş

 

Bu, kasıt benzeri öldürmedir; çünkü mancınıkla belirli bir şahsa kasten atış yapmak kesin bir şekilde sağlanamaz.

 

ilk görüş bunu reddetmektedir.

 

Nevevi "çoğunlukla isabet ettiriyorlarsa" ifadesiyle bunun olmadığı durumu dışarıda bırakmıştır. Buna göre çoğunlukla isabet ettirememeleri veya her iki durumun eşit olması halinde bu öldürme "kasıt benzeri" kabul edilir.

 

Not  Atış yapanlar belirsiz bir kişiye mesela bir topluluğa atış yapsalar bu, kasıt benzeri adam öldürmektir. Kasıtlı adam öldürme değildir; çünkü kasıt, muayyen bir kimseyi kastetmeye bağlıdır, nitekim şu durum da bunu göstermektedir: Bir kimse bir şahsa hitaben "şu gruptan birini öldür, aksi taktirde ben seni öldürürüm!" dese, muhatap da birini öldürse [bu öldürme kasti değil kasıt benzeri öldürme olur]; çünkü özelolarak o şahsı öldürmeyi kastetmemiştir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

AKİLE