HUL’ |
HUL'UN RÜKÜNLERİ
7. Hul'un rükünleri
beştir:
a. Bedel ödemeyi
üstlenen kişi,
b. Kadının cinselliği,
c. Bedel,
d. Sözlü ifade,
e. Koca.
Nevevi, konuya bunlar içinden
koca ile başlamıştır.
A. KOCA
Hul'un şartı, boşaması
geçerli olacak koca tarafından yapılmasıdır. Buna göre bir köle veya sefihlik
sebebiyle tasarrufları kısıtlanan bir kişi hul' yapsa, sahih olur. Bu durumda
hul' bedelinin kölenin efendisine ve sefih in velisine verilmesi gerekir.
8. Hul'un şartı yani
rüknü, boşaması geçerli olan yani yürürlük kazanan bir kocanın bulunmasıdır.
Bununla kastedilen kocanın boşamasının geçerli olmasıdır. Bu ise, kendi
konusunda geleceği üzere kocanın baliğ, akıl ve kendi iradesiyle hareket eden
bir kimse olmasıyla olur.
Hul' boşama olduğundan
burada koca şart değil rükündür. Kocanın talakının geçerli olması kocada
bulunması gereken bir şarttır.
Bu şart gereğince çocuk,
deli ve tehdit altında olan kimsenin boşaması geçerli olmadığı gibi hul'u da
geçerli olmaz.
9. Bir köle -müdebber
bile olsa- veya sefihlik sebebiyle tasarrufları kısıtlanan bir kimse hul'
yapsa; ister izin almış olsun ister olmasın, ister emsal mehir karşılığında
ister bundan daha azı karşılığında olsun hul' geçerli olur; çünkü bunların her
biri karşılık almadan karısını boşama yetkisine sahip olduğuna göre karşılık
alarak evleviyetle boşayabilirler.
10. Kölenin hul' yaptığı
durumda hul' bedeli ister mal isterse para olsun kölenin efendisine teslim
edilir, efendi hul'u istememiş olsa bile -tıpkı kölenin diğer kazançlarında
olduğu gibi- bu mala zorla sahip olmuş olur.
Nevevi'nin mutlak
ifadesinin kapsamından mükatep köle çıkarılır; çünkü onun hesabı efendisinden
ayrı olduğundan bedelin kendisine teslim edilmesi gerekir.
Kısmı köle hul' yapmış
olsa, efendisiyle kendisi arasında hizmet süresini nöbetleşe kullanma anlaşması
(muhayee) varsa ve bedeli kendi nöbetinde aldıysa bu sahih olur.
Efendisinin nöbetinde
ise herhangi bir şey teslim alamaz. Bu kölenin efendisiyle arasında böyle bir
anlaşma yoksa, hür olan kısmına tekabül eden kısmı kendisi teslim alır.
Ticaret yapmasına izin
verilen köle, el-Havi'deki iki görüşten tercih zikredilmeksizin aktarılan
birine göre hul' bedelini teslim alabilir.
11. Kısıtlama altında
olan sefihin hul' yaptığı durumda hul' bedeli -tıpkı diğer malları gibi-
velisine teslim edilir. Kadın, velinin izni olmaksızın hul' bedelini sefih olan
kocasına teslim etse bakılır:
> Şayet bu bedel para
ise kadın borçtan kurtulmuş olmaz, verdiğini kocasından geri ister. Ancak
-el-Bahr ve eş-Şamil'de belirtildiğine göre- veli acele davranıp da bedeli
teslim alırsa kadın borçtan kurtulur. Bedel, kocanın elinde telef olursa an
itibarıyla tazmin etmesi gerekmediği gibi rüşd durumuna kavuşması halinde de
tazmin etmesi gerekmez. Bu durumda kadın, Allah ile kendi arasındaki hüküm
bakımından borçtan kurtulmuş olur mu? El-Havi'de iki görüş içinden daha güçlü
olanına göre kurtulmuş olmaz.
> Şayet bu bedel bir
mal ise ve veli de sefihin bunu kadından aldığını biliyorsa bakılır: Malı
sefihin elinde bırakır da mal telef olursa, veli tazminle yükümlü olur mu olmaz
mı? Bu konuda iki görüş bulunmakta olup -sonrakilerden birinin belirttiğine
göre- ilki daha güçlüdür. Veli durumu bilmez ve mal da telef olmuş olursa kadın
kusurlu davranmış olacağından malın değerini değil emsal mehri tazminle yükümlü
olur.
Malın köleye teslim
edilmesinin hükmü de tıpkı sefihe teslim edilmesi gibidir. Ancak sefihten farklı
olarak hul' yapan kimse kölenin azat edilmesinden sonra onun elindeyken telef
olan malı ondan isteyebilir, sefihten ise hiçbir şekilde istenmez.
Kadının hul' bedelini
izinle teslim etmesi ise sahihtir.
Kadınla hul' anlaşması
yapan sefih koca, hul' anlaşmasını, bedelin kendisine verilmesine bağlasa,
örneğin "bana şu kadar verdiğinde boşsun" dese, kadın o zaman hul'
bedelini sefihe verebilir, velisine veremez. Çünkü önceki meselede koca, hul'
bedelini teslim almadan önce ona malik olmuştur, burada ise teslim aldığında
ona malik olmaktadır.
Burada velinin acele
edip bedeli ondan alması gerekir. Almaz da bedelonun elinde telef olursa,
kadının tazmin yükümlülüğü söz konusu değildir. Bunu Ezrai, Maverdl'de,n
aktarmıştır. Kadın, hul' bedelini kocasının velisine verse, şartın bağlandığı
şey gerçekleşmemiş olduğundan boşanma gerçekleşmez.
Not: Nevevi, el-Muharrer'de bulunan "iflas
eden kimsenin hul' yapması" meselesini buraya almamıştır; çünkü ilgili
bölümde geçmişti.
B. HUL' BEDELİNİ
ÜSTLENEN KİŞİ
Nevevi daha sonra hul'un
ikinci rüknü olan "bedeli üstlenen kişi" konusuna başlamış ve şöyle
demiştir:
Hul'u kabul eden kişide
bulunması gereken şart, marı tasarrufunun kısıtlanmamış olmasıdır. Buna göre
bir cariye, efendisinin izni olmadan bir para karşılığında veya efendisinin
malı karşılığında kocasıyla hul' yapsa kocasından ayrılmış olur. Hul' bedelinin
malolduğu durumda koca, cari yeni n zimmetinde emsal mehir miktarını alacaklı
olur. Bir görüşe göre malın kıymetini alacaklı olur. Para borcunda ise akit
esnasında belirlenen mehri alacaklı olur, bir görüşe göre emsal mehri alacaklı
olur. Efendi cariyesinin hul' yapmasına izin vererek bunun için bir mal tayin
etse veya belirli bir miktar para belirlese, cariye de buna uygun davransa,
malın belirlendiği durumda kocanın hakkı mala, paranın belirlendiği durumda ise
cariyenin elde edeceği kazanca bağlanır. Efendi mutlak olarak izin verirse,
cariyenin kazancından emsal mehir ödenmesi gerekir.
Ölüm hastalığında olan
kadının yaptığı hul' sahih olur. Emsal mehrin üzerini aşan kısım dışında hul'
bedeli, kadının terikesinin üçte biri üzerinden hesap edilmez.
12. Gerek kişinin karısı
gerekse yabancı bir şahıs olsun, hul'u kabul eden veya talep eden kimsenin
hul'unun sahih olması için malı tasarruflarının serbest olması, yani mükellef
ve malın sabit olması açısından kısıtlanmamış olması gerekir. Boşama açısından
ise bunu kabul edecek kimsede böyle özelliklerin bulunması dikkate alınmaz,
yalnızca sözlü tasarrufunun muteber olması dikkate alınır.
13. Kısıtlılığı
gerektiren beş sebep vardır. Nevevi bunlar içinden üçünü yani kölelik, sefihlik
ve hastalığı zikretmiş, çocukluk ve deliliği ise zikretmemiştir. Çünkü çocuk ve
deli için yapılan hul' dikkate alınmaz. İbnü'I-Mukrl'nin esas aldığı görüşe
göre hul' yapan zevce, kişinin mümeyyiz durumda olan karısı olsa bile böyledir;
çünkü onun kabul ehliyeti yoktur.
Küçük kız veya delinin
sözlü ifadesi muteber değildir. Sefih kadın ise böyle değildir. Bulkini,
mümeyyiz kızı da sefih kadın gibi kabul etmiştir.
14. Nevevi daha sonra
birinci sebebi ele alarak şöyle demiştir:
Bir diriye, tasarrufları
kısıtlı olmayan efendisinin izni olmaksızın zimmetinden ödeyeceği borç
karşılığında veya efendinin bir malı karşılığında yahut yabancı bir şahsın malı
yahut da şarap gibi mülkiyete konu olmayan bir mal karşılığında kocasıyla hul'
yapsa, bütün bu durumlarda hul', fasid bir bedel karşılığında olduğundan kadın
kocasından ayrılmış olur.
Not: Bu, koca talakı şarta bağlamamışsa söz konusu
olur. Şayet koca talakı o malı mülkiyetine geçirme şartına bağlamışsa,
Maverdi'nin belirttiği üzere boşanmış olmaz.
15. Bu durumda cariye
kocasından ayrıldığında bakılır:
> Mehrin malolarak
belirlendiği durumda koca için cari-
yenin zimmetinde emsal
mehir borcu olur; çünkü bu durumda istenen odur. Bir görüşe göre ise şayet hul'
bedeli mütekavvim bir mal ise bu malın bedeli cariye tarafından borçlanır,
mütekavvim değilse misli ödenir.
Nevevi, Rafii'nin
yaptığı gibi "bedel" demiş olsa daha genelolurdu.
> Mehrin zimmet borcu
olduğu durumda Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de belirtildiğine göre
cariye akit esnasında belirlenen mehri borçlanır. Bu, kölenin tazmin yoluyla
borcu üstlenmesi gibidir ki böyle bir durumda azat edildikten sonra borç
kendisinden talep edilir. Bir görüşe göre ise bu durumda cariye emsal mehri
öder. Bu, el-Muharrer ve eş-Şerhu's-sağir'de tercih edilmiştir. Bu, kölenin
efendisinin izni olmaksızın evlenip ilişkide bulunmasına benzer.
Not: Nevevi, "cariyenin zimmetinde"
ifadesiyle kocanın cariyenin azat edilmesinden sonra ondan alacağını talep
edebileceğine, şu an itibarıyla kesinlikle isteyemeyeceğine işaret etmiştir.
Talebin az at ve ödeme gücünü elde etme zamanına kadar geciktirilmesi şeriatla
sabit olduğundan bunun vaktinin bilinmemesinin bir zararı yoktur.
Cariye bir mal
karşılığında hul' yap sa ve kocasına ödemeyi azat edilince yapmayı şart koşsa
hul' bedeli fasid olur, koca, cariyenin azat edilmesinden sonra emsal mehri
kadından alır. Subkl şöyle demiştir: "Bu gariptir; çünkü bu akdin gereğine
uygun olduğu halde onu ifsad eden bir şarttır."
16. Efendi cariyesinin
-el-Ümm'deki ifadenin gereğinden an laşıldığına göre sefih bile olsa- hul'
yapmasına izin verse ve bunun için kendi malından muayyen bir malı hul' bedeli
olarak belirlese veya dinar gibi bir parayı cariyenin zimmetinde borç olarak
belirlese, cariye de efendisinin sözüne uysa, hul' bedelinin malolarak
belirlenmesi durumunda koca malı, para olarak belirlenmesi halinde cariyenin
kazancını -ve şayet ticaret yapmasına izin verilen bir cariye ise elindeki
malı- takip altına alır. Bu, ticaret yapmasına izin verilen kölenin ödeyeceği
mehir gibidir. Cariye kazanç elde eden veya ticaret yapmasına izin verilen bir
kimse değilse, cariye azat edilip de ödeme gücü kazandıktan sonra koca onu
takip altına alır. Efendi cariyesine zimmetinde borç yapmak suretiyle hul' izni
vermekle bunun tazmini üstlenmiş olmaz. Bu, ticaret yapmasına izin verilen
kölenin mehri gibidir.
17. Efendi cariyesinin
hul' yapmasına mutlak olarak izin verir de hul' bedeli olarak herhangi bir mal
veya zimmet borcundan bahsetmezse, koca emsal mehri cariyenin kazancından -ve
şayet ticaret yapmasına izin verilen bir kimseyse elindeki ticaret malından-
tahsil eder. Bu tıpkı efendinin kölesine evlenme izni vermesi gibidir.
18. Hul' bedelinin mala
bağlanmasından şu durum istisna edilir: Efendi, hür bir adam veya mükatep bir
köleyle evli olan cariyesinin kendi rakabesi karşılığında hul' yapmasına izin
verse bu sahih olmaz. Çünkü sahih olsa ayrılığın gerçekleşmesi ile rakabe
mülkiyeti eş zamanlı olmuş olur; çünkü her iki bedel de birbirine eşittir.
Kişinin nikahlı karısının mülkiyetini elde etmesi talakın gerçekleşmesine
engelolur. Bu, şuna benzer: Bir kimse, babasına ait müdebber olmayan bir cariye
ile evli olsa, karısını boşamayı babasının ölmesine bağlasa ve babası da ölse
bu durumda kadın boşanmış olmaz. Çünkü babanın ölümü esnasında kocanın cariyeye
sahip olması boşamanın gerçekleşmesini engeller. Cariye müdebbber olsaydı,
babanın ölümüyle azat olmuş olacağından boşama gerçekleşirdi.
19. Yukarıdaki hükümler,
kendisinde köleliğin tam olduğu cariye hakkında geçerlidir. Kısm! cariyeye
gelince; bu kadın kendi mülkiyetinde olan bir şey karşılığında hul' yaparsa,
hür kadının yaptığı hul' gibi olur. Efendisinin mülkiyetinde olan bir şey karşılığında
hul' yaparsa sahih olmaz, cariyenin hul'u gibi olur. Her ikisi karşılığında
hul' yaparsa aynı akitte her iki durum bir araya gelmiş olur, bunun hükmü
"akdin bölünmesi" konusundaki hükme göre sonuca bağlanır.
20. Mükatep cariyeye
gelince; daha doğru görüşe göre o, yukarıdaki bütün hükümler bakımından tamamen
kölelik özelliğinde olan cariye gibidir. Nevevi de tıpkı Rafii gibi çoğunluğun
görüşüne uymak suretiyle "kitabet akdi" bölümünde bu görüşü sahih
kabul etmiştir. Rafii'nin bu konudaki ifadesi de bunu gerektirmektedir. Ravdatü
'ttalibın'in bu bölümünde "mezhepte esas alınan ve İmam Şafii tarafından
açık olarak belirtilen görüşe göre onun efendisinin izniyle yaptığı hul'
izinsiz yapılmış gibidir" ifadesi Rafii'nin ifadesiyle uyumlu değildir.
Aksine el-Mühimmat'ta bunun yanlış olduğu söylenmiştir.
21. Nevevi, daha sonra
kısıtlılığı gerektiren ikinci sebebi ele almıştır. Buna göre;
Koca, zifaf sonrasında,
sefihlik sebebiyle kısıtlama altına alınmış olan bir kadınla, "seninle bin
dirheme hul' yaptım" demek suretiyle hul' sözcüğünü kullanarak hul' yapmış
olsa veya "seni bin dirheme boşadım" dese ve kadın da bunu kabul
etse, ric'i olarak boşanmış olur, zikredilen bedel ise geçersiz olur; çünkü
velisi izin verse bile kadın hul' bedelini üstlenmeye ehil değildir. Velinin
onun malını bunun için harcama yetkisi yoktur.
"Zifaf
sonrasında" ifadesi zifaf öncesini dışarıda bırakmıştır, bu durumda boşama
Min olarak gerçekleşir, bir bedel de ödenmez. Nevevi, Nüket adlı eserinde
"bu açıktır" demiştir.
"Kısıtlama altında
olan" ifadesi, buluğdan sonra reşit olup ardından sefih olan ve kendisine
kısıtlama getirilmemiş olan kadını dışarıda bırakmaktadır. Daha doğru görüşe
göre onun tasarrufu sahihtir.
Not: Talakın gerçekleşeceği durum, kocanın
boşamayı herhangi bir şeye bağlamadığı durumdur. Koca "beni ibra edersen
boşsun" der de kadın derhal "seni ibra ettim" derse boşama
gerçekleşmez. Bunu Harezmı, el-Kafı adlı eserinde söylemiş, Bulkinı de bunu
kendisinden nakletmiş ve esas almıştır. Subki talakın gerçekleşeceğini
söylemişse de bunun delili yoktur; çünkü boşamanın bağlandığı şart, kadının
ibra etmesi olup bu şart gerçekleşmediğinden boşama da gerçekleşmemiştir.
Bulkini, boşamanın bir şeyin verilmesine bağlanması durumunda iki ihtimalin söz
konusu olduğunu söyleyip kendisi kadının o şeyi vermesi durumunda boşamanın
gerçekleşmeyeceğini tercih etmiştir ki doğrusu da böyledir; çünkü bununla
mülkiyet gerçekleşmez. İkinci ihtimale göre ise vermek sözcüğü temlik
anlamındaki gerçek anlamından çıkarılıp teslim etmek anlamında alınırsa kadın
bir rid talakla boşanmış olur.
22. Kadın kabul etmez se
boş olmaz. Bu ifade, bir önceki [paragrafta yer alan] ifadenin mefhum-ı
muhalifinin açık olarak söylenmiş halidir. Çünkü, hul'un bağlandığı şart kabulü
gerektirmekte olduğundan bu, şarta bağlanan boşama gibidir, bu yüzden şartın
gerçekleşmesi gerekir.
23. Koca, biri reşid,
diğeri de sefihlik sebebiyle kısıtlama altında olan iki karısına hitaben
"ikinizle bin dirheme hul' yaptım" dese, eşlerden yalnızca birisi kabul
etse, hiçbirisi boşanmış olmaz; çünkü ikisine yapılan hitabın ikisi tarafından
kabul edilmesi gerekir. Her ikisi de kabul ederse, reşid olan kadın emsal mehir
karşılığında ayrılmış olur; çünkü onun borcu üstlenmesi sahihtir, zira
zikredilen bedel içinden reşid kadının ne kadarı üstlendiği bilinmemektedir.
Sefih olan kadın ise -yukarıda geçen sebeple- Ric'i olarak boşanmış olur.
24. Nevevi, daha sonra
üçüncü sebebi ele almış ve şöyle demiştir: "Ölüm hastalığına yakalanmış
olan kadının hul' yapması sahihtir."
Çünkü bu kadın, sefihin
aksine malını kendi istediği ve canının çektiği yerlere harcayabilir. Nitekim
ölüm hastalığında olan bir erkek, ihtiyacı olmasa bile emsal mehirlerini vermek
suretiyle bakire kızlarla evlenebilir.
25. Ölüm hastalığında olan
kadının ödeyeceği hul' bedeli, terikenin üçte birinden kabul edilmez, ancak
emsal mehri aşan kısım böyle kabul edilir. Emsal mehir ve ondan daha düşük olan
miktar ise terikenin kendisinden hesap edilir; çünkü bağış, ancak üçte biri
aşan kısımda olup bunun hükmü yabanClya yapılan vasiyet gibidir. Kadının kocaya
ödeyeceği hul' bedeli, hul' sonucunda miras kapsamından çıktığından, mirasçıya
vasiyet yapma gibi değerlendirilmez. Ancak koca, evlilik dışında mesela
amcaoğlu veya azat eden kişi olması gibi başka bir sebeple mirasçı olabilir.
Şu sorulabilir: Alimler,
emsal mehir veya daha düşüğü karşılığında bile olsa, mükatebin yaptığı hul'u
teberru gibi kabul etmişlerdir. Ölüm hastası olan kişi de böyle olmalıydı.
Buna şöyle cevap
verilir: Ölüm hastalığında olan kişinin tasarrufu daha tamdır. Bu yüzdendir ki
mükatebin aksine onun, maddı durumu yerinde olan kişilerin ödediği gibi nafaka
ödemesi gerekir.
Ölüm hastalığında olan
kişinin hastalık sırasında emsal mehirden daha düşüğü karşılığında hul' yapması
sahihtir; çünkü koca hul' yapmamış olsa, karısının cinselliği [onun ölümünden
sonra] mirasçıya kalmaz.
C. KADININ CİNSELLİĞİ
Nevevi, daha sonra,
hul'un üçüncü rüknünü ele almaya başlamıştır ki bu da kadının cinselliğidir.
Bunun şartı, kocanın kadının cinselliğine sahip olmasıdır. Nevevi şöyle
demiştir: Daha güçlü görüşe göre Ric'i talakla boşanmış kadının hul' yapması
sahihtir. Bain talakla boşanmış kadının ki sahih değildir.
26. [Ric'i talakla
boşanmış olan kadının hul'u geçerli midir? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki
görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
geri dönüşü mümkün bir şekilde boşanan [Ric'i talakla boşanan] kadının hul'u
geçerlidir; çünkü pek çok hüküm bakımından bu kadın, evli kadın gibidir.
İkinci görüş
Bu hul' geçerli
değildir; çünkü kadının bedel ödeyerek kendisini evlilik bağından kurtarmasına
gerek yoktur, zaten Ric'i talak sonuç itibarıyla ayrılığa dönüşecektir.
Zerkeşi'nin belirttiğine
göre şu durum istisna edilir: Ric'i talakla kocasından boşanan kadın, cinsel
ilişki olmaksızın kocasıyla normal evlilik hayatına devam etse ve kadının
[iddet için beklemesi gereken] temizlik süreleri veya [adet görmeyen bir kadın
ise beklemesi gereken] aylar [yani üç ay] dolsa, biz "koca bu durumdaki
kadını boşadığında boşama geçerli olur, karısına [tek taraflı iradesiyle]
dönemez" görüşünü kabul ediyorsak -ki ileride geleceği üzere daha doğru
görüş budur- bu durumda kadının hul'unun sahih olmaması gerekir; çünkü talak
dışında bu kadın zaten ayrılmıştır.
27. Gerek hul' yaparak
gerekse başka yolla bain olarak boşanmış kadının hul' yapması sahih olmaz;
çünkü koca bu kadının cinselliğine sahip değildir ki [karşılığında bedel
alarak] bu hakkını elinden çıkarsın! Maverdi bu konuda sahabe icmaı olduğunu
söylemiş ve şöyle demiştir:
Kadın kocasına,
"beni bin dirheme bir kere boşa" dediğinde kocası "sen bir kere
boşsun, ikinci defa boşsun, üçüncü defa boşsun" dese bakılır: İlki
karşılığında bedel almayı istemişse yalnızca ilk boşama gerçekleşir, son ikisi
gerçekleşmez. İkinci talakla bedeli kastetmişse ilk iki boşama gerçekleşir,
üçüncüsü gerçekleşmez. Üçüncü boşamayla bedel almayı kastetmişse üç boşama
gerçekleşir.
28. Zifaftan sonra
karı-kocanın veya birinin irtidatı zamanında veya putperest karı-kocadan
birinin Müslüman olması halinde yapılan hul' mevkuftur [beklemededir.]
D. HUL' BEDELİ
Nevevi, daha sonra
hul'un dördüncü rüknünü ele alarak şöyle demiştir:
Hul' bedelinin az veya
çok olması; zimmet borcu, mal veya menfaat olması sahihtir. Koca, bilinmeyen
bir şey veya şarap karşılığında hul' yapsa kadın emsal mehir karşılığında, bir
görüşe göre ise şarabın bedeli karşılığında kocasından ayrılmış olur.
Karı-koca [hul' yapmak
için] vekil tayin edebilir. Koca vekiline "onunla yüz dirheme hul'
yap!" dese, vekil bundan daha düşük bedele hul' yapamaz. Koca, herhangi
bir bedel zikretmese, vekil emsal mehirden daha düşük bir bedele hul' yapamaz.
Her iki durumda vekil daha düşük bedel karşılığında hul' yapsa kadın boşanmaz.
Bir görüşe göre emsal mehir karşılığında talak gerçekleşir.
Kadın, vekiline,
"bin dirheme hul' yap!" dese, vekil de buna uysa, hul' yürürlük
kazanır. Ve kil daha fazla bedel karşılığında hul' yapar ve "kadının
malından iki bin dirhem karşılığında ona vekaleten hul' yaptım" kadın hain
talakla ayrılmış olur. Kadının emsal mehir ödemesi gerekir. İmam ŞafiI' nin bir
görüşüne göre ise emsal mehir ile kadının zikrettiği mehirden hangisi daha
fazla ise onu ödemeyi üstlenir.
Vekil hul'u kendisine
izafe etmişse bu, yabancı bir şahsın hul'u olur, malı da onun ödemesi gerekir.
Vekil, hul' yaparken mutlak ifade kullanmışsa, daha güçlü görüşe göre, kadının
belirttiği miktarı kadın üstlenir, fazlasını vekil üstlenir.
Kocanın, hul' için
zımmı, köle, sefihlik sebebiyle kısıtlı olan şahsı vekil tayin etmesi caizdir.
Bedeli teslim almak
üzere sefih şahsın vekil tayin edilmesi sahih olmaz.
Daha doğru görüşe göre
karısıyla hul' yapmak veya onu boşamak üzere kocanın bir kadını vekil tayin
etmesi sahihtir.
Karı-koca, hul' için
aynı şahsı vekil tayin etseler, vekil yalnızca bir tarafı temsil eder. Bir
başka görüşe göre ise her iki tarafı temsil eder.
29. Hul' bedelinin az
veya çok, zimmet borcu, mal veya menfaat olması sahihtir. Çünkü "kadının
bir bedel ödeyerek kendini evlilik bağından kurtarmasında onlar için bir günah
söz konusu değildir" [Bakara, 229] ayetinin ifadesi herhangi bir kayıt
taşımamaktadır. Ayrıca bu, cinsellikten yararlanma hakkı üzerinde yapılan bir
akit olduğuna göre tıpkı mehirde olduğu gibi belirtilen bedeller karşılığında
olması caizdir.
30. Menfaatin mutlak bir
şekilde zikredilmesinden iki durum istisna edilir:
a. Kocanın, kadını iskan
etme yükümlülüğünden beri olma karşılığında hul' yapması: el-Bahr'da belirtildiğine
göre bu durumda boşama gerçekleşir, ancak böyle bir şeyin bedelolması caiz
değildir; çünkü iddet esnasında kadını evden çıkarmak haramdır. Kadın bu
durumda evde oturur, hul' bedeli olarak emsal mehir ödemekle yükümlü olur.
b. Kur'an'dan bir şey
öğretmenin hul' bedeli olarak kabul edilmesi: Alimler, [boşama gerçekleştikten
sonra] mehir konusunda bunun imkansız olduğunu söylemişlerdir. Bu ifadeden
bunun hul' bedeli olmasının sahih olmadığı anlaşılmaktadır.
31. Bir satım akdinde
satım bedelinde; [şer'ı ölçülere göre] mal olma, bilinir olma, tesliminin
mümkün olması gibi şartlar koşulduğu gibi hul' bedelinde de bu şartlar ileri
sürülür.
32. Buna göre;
> Koca, "iki
köleden biri" gibi [bedelin ne olduğu tam ola-
rak] bilinmeyen bir şey
karşılığında,
> Bilinen bir şarap
veya şarap gibi dinen mülkiyete konu
olmayan bir şey
karşılığında,
[Hul' yapsa, bedelolarak
neyin ödenmesi gerektiği konusunda iki görüş vardır:]
Birinci görüş
Kadın emsal mehir
karşılığında kocasından ayrılmış olur; çünkü bedelin fasid olması durumunda
ödenmesi amaçlanan şeyemsal mehirdir.
İkinci görüş
Bir başka görüşe göre
ise [hul' bedeli olarak şarap belirlenmişse] şarabın bedeli karşılığında kadın
boş olur. Şarabın bedeli, şarap miktarınca üzüm suyunun bedelidir.
Bu iki görüş, şarabın
mehir olarak verilmesi konusunda var olan iki görüş gibidir.
Not: Nevevi, şarap örneğini vererek kullanımı
[kimi insanlar tarafından] amaçlanan necis şeye işaret etmiş, kan gibi [hiç kimse
tarafından] kullanımı amaçlanmayan necis şeyleri dışarıda bırakmıştır ki şayet
böyle bir şey hul' bedeli olarak belirlenmişse kadın Ric'i olarak boşanmış
olur. Çünkü böyle bir şey hiçbir şekilde arzu edilmez.
Rafii şöyle demiştir:
"Bunda tevakkuf edilebilir: Çünkü kan, kimi amaçlar için elde edilmesi
istenen bir şeyolabilir. "
İbnü'r-Rif'a, kötü
amaçların yok gibi kabul edileceğini belirterek Rafil'ye karşı çıkmıştır.
Şurası açıktır ki
kafirlerin, [Müslümanlar tarafından] malolarak kabul edilmeyecek şeyler
karşılığında nikah ları sahih olduğu gibi hul' tasarrufları da sahihtir.
Kocanın bedelin tümünü teslim almasından sonra eşlerden herhangi biri Müslüman
olursa koca kadından başka bir şeyalamaz. Bedelin herhangi bir kısmını teslim
almadan önce Müslümanlık gerçekleşirse koca, kadından emsal mehir miktarını
alır. Mehrin bir kısmını teslim aldıktan sonra eşlerden biri Müslüman olursa,
geriye kalan kısım oranında emsal mehirden alır.
Koca, bedelolarak bir
mal üzerinde anlaşarak karısıyla hul' yapsa, teslim öncesinde mal telef olsa
veya mal başkasına ait çıksa ya da kusurlu olduğu anlaşılıp koca tarafından
geri verilse yahut da malda, bulunması istenen bir niteliğin bulunmadığı
anlaşıldığından koca malı geri verse, [bütün bu durumlarda] koca, kadından
emsal mehri geri alır. Hul' bedelinin kadının elindeki durumu, "akit
tazmini kapsamında olması bakımından" mehrin kocanın elinde bulunmasının
durumu gibidir. Bir başka görüşe göre bu, "zilyedlik tazmini
kapsamında" bulunur.
Bilinmeyen bir bedel
karşılığında eşler arasında ayrılığın meydana gelmesi; hul'un buna bağlanmamış
olması veya bilinmediği halde verilmesi mümkün olan bilinmez bir şeye
bağlanması halinde söz konusu olur. Ancak koca "beni mehrinden ibra
edersen" veya "alacağından ibra edersen boşsun" der ve kadın da
[mehrinin veya alacağının miktarını] bilmeksizin ibra ederse boşanmış olmaz;
çünkü ibra sahih olmadığından boşamanın kendisine bağlandığı şey
gerçekleşmemiştir. Bunu Subki söylemiş olup itimad edilmesi gereken de budur.
Maverdi'nin sözü de bununla uyumludur. Kaffal'in ifadelerinde de bunu gösteren
açıklamalar bulunmaktadır. İbnü's-Salah'ın ifadeleri ise buna aykırıdır.
EI-Envar yazarı bu görüşü esas alarak şöyle demiştir: "Koca karısına, ibra
edersen boşsun, dese ve kadın da alacağının ne olduğunu bilmeksizin ibra etse
boşanmış olmaz. Ancak koca, beni ibra edersen boşsun, demişse o başka."
Boşamanın, mehirden veya
borçtan ibra etmeye bağlandığı durumda talakın gerçekleşmesi mehir ve borcun ne
olduğu bilinip de buna zekat taalluk etmediğinde olur. Şayet zekat taalluk
ediyor da kadın kocasını ibra etmişse boşama gerçekleşmez; çünkü boşama, borcun
tümünden ibra etmeye bağlanmıştır. Oysa alacağın bir kısmı fakirlerin hakkı
olduğundan ibra sahih olmamış, şart gerçekleşmemiştir. Bu, zekat yılı dolduktan
sonra zekatı ödenmesi gereken bir malı satmaya benzer. Bu durumda, ödenmesi
gereken zekat miktarınca satım akdi batıl olur. Buna ibnü'l-imad dikkat
çekmiştir. Bazıları buna itiraz etmişlerse de bu güzel bir görüştür.
İbraya ilişkin bir not:
ibra işlemi, ibra eden
açısından temlik, ibra edilen açısından ise ıskattır. Bu yüzden ibra edenin
neyi ibra ettiğini bilmesi şarttır, diğerinin bilmesi şart değildir. Bu, ibra
işlemi sonuçta bedelli bir tasarrufa dönüşmediğinde geçerlidir. Aksi takdirde her
ikisinin de bilmesi gerekir.
Zerkeşi, Kavaid adlı
eserinde şöyle demiştir:
"Hul'da ise kadın
tarafından ibra edilen kocanın, ibraya konu olan borcu bilmesi kesin olarak
şarttır; çünkü bu işlem, sonuç itibarıyla bedelli akde dönmektedir. Bu meselede
bir grup alim hataya düşmüşler ve alimlerimizin "ibra edilen kişinin
neyden ibra edildiğini bilmesi şart değildir" şeklindeki ifadelerini
mutlak olarak almışlardır. "
Şarabın hul' bedeli
olarak belirlenmesi durumunda, ayrılığın gerçekleşeceği şeklindeki hükümden şu
durum istisna edilir: "Koca kadın dışında onun babası veya yabancı bir
şahısla "şu şarap" veya "gasp edilmiş mal" yahut
"kadının şu kölesi" yahut da "kadının mehri" üzerinde hul'
anlaşması yapsa, kendisinin kadının vekili mi olduğunu müstakil olarak mı
hareket ettiğini belirtmeyip mutlak ifade kullansa, boşama Ric'i olarak
gerçekleşir. Bizim mezhebimizde bu sebeple Ric'i olarak gerçekleşen başka bir
hul' anlaşması yoktur. Bunun dışında bir mehir söz konusu değildir.
Not:
1. Kadın, elinde bir şeyolmadığı
halde "elimin içindeki şey karşılığında" diyerek hul' yapsa ne olur?
Rafii, el-Vasit'ten bu durumda ric'i talakın, başkasından ise bain talakın
gerçekleşeceğini nakletmiş sonra "koca durumu biliyorsa ilk görüş daha
uygun durmaktadır." demiştir.
2. Yukarıdaki durumda
koca, kadının elinde bir şey olduğunu zannediyorsa hüküm ne olur? Nevevi şöyle
demiştir: "Alimlerin çoğunluğu tarafından mutlak olarak ifade edildiği
bilinen hükme göre, emsal mehir karşılığında bain talak gerçekleşir." Nevevi,
fetvalarında bunu tasvip etmiştir. Bu, Rafii ve Nevevi'nin, Beğavi'nin
fetvalarından nakledip onayladıkları şu görüşe de uymaktadır: "Koca
karısıyla mehrin geri kalan kısmı karşılığında hul' yapsa, mehirden geriye bir
şey kalmamış olsa kadının emsal mehir karşılığında ayrılmış olduğu görüşü
tercih edilir." Nevevi'nin ifadesini Cevceri şöyle gerekçelendirmiştir:
..... ifadesinde yer alan "ma" harfi ya nekira veya mevsuledir. Her
ikisi de şey manasına olup bunun avuca nispet edilmesi, ikrarın elde tutulan
bir şeye isnad edilmesine benzemektedir ki bu durumda [elde bir şeyolmadığı
için] ikrar lağv olur.
Şu sorulabilir: Kan
karşılığında hul' yapma meselesi dikkate alındığında talakın ric'i olması
problemli durmaktadır.
Buna şöyle cevap verilir:
Kanın kendisi [malolarak edinilmesi] amaçlanan bir şeyolmadığından onun
zikredilmesi, söylenilen sözü bedelolmaktan çıkarmaktadır. Kadının elindeki şey
karşılığında hul' yapması ise koca onun elinde bir şeyolmadığını bilse bile
bundan farklıdır; çünkü bu, olsa olsa herhangi bir bedel zikretmemek gibidir.
Bu ise ayrılmaya ve emsal mehrin gerekli olmasına engel teşkil etmez.
Koca, bilinen ve
bilinmeyen bir şey karşılığında hul' yapsa, belirlenen hul' bedeli fasid olur,
emsal mehir ödenmesi gerekir. Biri sahih diğeri ise -fesadı bilgisizlikten
kaynaklanmayan- fasid bir şey karşılığında hul' yapmak ise bundan farklıdır.
Doğru görüşe göre bu hul' sahihtir. Bu durumda fasid şey karşılığında emsal
mehre mukabil gelen kısmı ödenir.
Hul' işlemi için Vekil
Tayin Etmek
33. Karı-kocanın hul'
işlemi için vekil tayin etmesi caizdir; çünkü bu da tıpkı satım gibi bedelli
bir akittir.
Hul' için vekil tayin
etmenin caizliği zaten bilinen bir durum olduğu halde Nevevi bunu, vekilin
müvekkiline aykırı davrandığı durumlara ilişkin bir giriş olarak zikretmiştir.
34. Koca, vekiline
[karısını kastederek] "onunla -bilinen- yüz dirheme hul' yap!" dese,
vekili bu miktarın altına düşemez; çünkü [düştüğü miktar] izin verilmemiş olan
miktardır.
Bu ifadeden, vekilin bu
rakamın üzerine çıkabileceği anlaşılmaktadır ki şayet belirlenen miktar yüz,
üzerine çıkılan miktarın yüz on dirhem olması örneğinde olduğu gibi fazlalık
miktar, belirlenenle aynı cinsten ise bu, kesin olarak doğru olur. Daha doğru
görüşe göre, yüz dirhem belirlendiğinde bununla birlikte ayrıca elbise alma
örneğinde olduğu gibi fazlalık, belirlenenden farklı cinste olduğunda hul' yine
sahih olur.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Fazlalık olan kısmın sahih olmaması gerekirdi. Nitekim kişi
vekiline "Bunu Zeyd'e şu fiyata sat!" diye satım vekaleti verse,
vekil de daha fazla fiyata satsa sahih olmaz; çünkü müvekkil, karşı tarafa
indirim yapmayı istemiş olabilir.
Buna şöyle cevap
verilir:
Hul' genellikle
karı-koca arasında anlaşmazlık bulunduğunda yapılır.
Böyle bir durumda
kocanın karısına müsamaha göstermeyi kastetmiş olması uzak bir ihtimaldir.
35. Koca, vekiline bir
mal karşılığında hul' yapmasını söylemek veya susmak suretiyle mutlak olarak
izin verse, vekil emsal mehrin altına düşemez; çünkü emsal mehir hul' bedelinin
en son döneceği noktadır. Vekil, gerek emsal mehir cinsinden gerekse başka
cinsten daha fazla bir şey isteyebilir.
36. Her iki durumda
vekil aşırı derecede yani normalde kaldırılmayacak kadar eksik talepte bulunsa,
örneğin ilk durumda yüz dirhemden daha düşüğüne, ikinci durumda emsal mehrin
daha düşüğüne hul' yap sa [ne olur? Bu konuda iki görüş vardır:]
Birinci görüş
Nasıl ki böyle bir
durumda vekilin satışı yürürlük kazanmazsa aynı şekilde burada da vekilin müvekkile
muhalefeti sebebiyle kadın boşanmış olmaz.
İkinci görüş
[İmam Şafii'nin] bir
görüşüne göre, boşama emsal mehir karşılığında gerçekleşir. Çünkü hul' bedeli,
müvekkil tarafından izin verilen ve istenilen miktarın altındadır.
Ravdatü't-talibin'in
asıl kısmında ve Tashihü't-tenbih adlı eserinde Nevevi, ikinci meseleye özgü
olarak bu hükmü tercih etmiş, Rafii de bu hükmü, alimlerin çoğunluğundan
nakletmiştir. İlk durum ise bundan farklıdır; çünkü orada müvekkilin açık
iznine muhalefet söz konusudur. İsnevl'nin "fetva buna göredir"
sözünden de anlaşılacağı üzere itimad edilmesi gereken görüş de budur.
Not: Vekilin vadeli veya bölgenin para birimi
dışındaki bir para birimi üzerinden hul' anlaşması yapması da müvekkilin
belirttiği bedelden veya emsal mehirden daha düşüğüne anlaşma yapması gibidir.
37. Kadın, vekiline
"bin dirhem bedel karşılığında hul' yap" dese vekil de onun emrine
uygun hareket etse, anlaşma yürürlük kazanır. Çünkü emre uygun hareket
etmiştir.
EI-Muharrer'de
belirtildiğine göre bin dirhemden daha düşüğüne anlaşma yaptığı takdirde de
hüküm böyledir. Bu hüküm evleviyetle anlaşıldığından Nevevi bunu
zikretmemiştir.
38. Vekilin, yeni bir
izin almaksızın bin dirhemi karşıya vermesi konusunda mezhep içinde iki görüş
bulunmakta olup sonrakilerden birinin belirttiğine göre "vekil bunu
yapamaz" görüşü daha güçlüdür.
39. Kadının vekili,
kadının belirttiğinden daha fazla miktarda bedel zikrederek "ben onun bana
verdiği vekalete dayanarak onun malından iki bin dirhem karşılığında hul' yaptım"
dese [ne olur? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
İmam ŞafiI'nin ifadesine
göre kadın, kocasından ayrılmış olur, kadının da emsal mehir ödemesi gerekir;
Çünkü vekiı, ister kadının belirttiğinden daha fazla ister daha eksik bedel zikretmiş
olsun netice itibarıyla kendisine izin verilenden daha fazla bedel
ödendiğinden, kadının belirttiği mehir fas id olmuştur.
İkinci görüş
İmam Şafii'nin bir başka
görüşüne göre "emsal mehir" ve "kadının vekile zikrettiği
bedel" içinden hangisi daha fazla ise o ödenir; çünkü emsal mehir daha
fazla ise belirtilen bedelin fasid olması halinde emsal mehir esas alınır.
Kadının belirttiği bedel daha fazla ise kadın buna razı olmuştur.
Not: Nevevi, İmam Şafii'ye ait bu görüşü
aktarırken el-Muharrer'i esas almıştır. Oysa Rafii ve Nevevi'nin
eş-Şerhu'l-kebir ve Ravdatü't-talibin'de belirttikleri şu görüş doğru olan
görüştür:
Bu durumda şu ikisi
içinden daha yüksek olanı ödenir:
a) Kadının belirttiği
bedel,
b) Kadının emsal mehriyle
vekilin belirttiği bedel içinden daha az olanı.
Nevevi şöyle deseydi
ifadesi düzgün olurdu: "Emsal mehir vekilin belirttiği bedelden daha fazla
olmadığı sürece emsal mehir ödenir. Daha fazla olursa, vekilin belirttiğini
ödemek gerekir."
Buna göre kadının emsal
mehri iki bin, vekile belirttiği bedel bin olsa, vekil ise bin beş yüz dirhem
belirtmiş olsa, el-Minhac'da belirtilen ifadeye göre kadının bin beş yüz
dirhem, ikinci görüşe göre iki bin dirhem, eş-Şerhu'l-kebir ve
Ravdatü't-talibin'de belirtilen görüşe göre bin beş yüz dirhem gerekir.
Vekilden kadının ödemesi gereken şey talep edilmez, ancak vekil "ben
kefilim" diyerek kefil olmuşsa o zaman vekilin belirttiği bedel kadının
emsal mehrinden fazla bile olsa bu kendisinden istenir.
40. Vekiı, yukarıda
geçen durumda vekaletten söz etmeksizin hul'u kendisine nispet etmiş olsa bu,
yabancı şahsın yaptığı bir hul' olur. Bu, daha önce geçtiği üzere sahihtir. Bu
durumda hul' bedelini kendisi öder, kadın bundan herhangi bir şeyi ödemez;
çünkü vekilin bu tasarrufu kendisine nispet etmesi, vekaletten yüz çevirip
kocayla müstakil olarak hul' anlaşması yaptığını gösterir.
41. Vekil, hul'u mutlak
olarak yapar yani kadın adına hul' yapmaya niyet etmekle birlikte tasarrufu ne
kendisine ne de kadına izafe ederse [ne olur? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki
görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
kadın, kendisinin zikretmiş olduğu şeyi ödemeyi üstlenir. Vekil ise bunun
üzerindeki kısmı ödemeyi üstlenir; çünkü kadın, kendi belirttiğinden daha fazla
ödemeye razı olmamıştır. Yukarıda belirtilen durumda her biri biner dirhem
öder. Ancak vekilden kendi belirttiği miktar istlenir, zira o yaptığı akitle
bunu üstlenmiştir, daha sonra bunu ödediğinde kadının zikretmiş olduğu bedeli
kendisinden alır. Koca, kadının ödemesi gereken bedeli kadından da isteyebilir.
İkinci görüş
Kadın, kendi zikrettiği
bedel ve emsal mehir içinden hangisi daha yüksekse -bu, vekilin zikrettiğinden
daha fazla olmadığı sürece onu öder. Şayet kadının ödeyeceği bedel, vekilin
zikrettiğinden daha azsa, vekil aradaki farkı tamamlar.
42. Vekil, kadının
zikrettiği bedeli ona, kendi zikrettiği bedeli kendisine nispet ederse mal yine
aynı şekilde sabit olur.
43. Kadın, hul' için
mutlak vekalet verirse, emsal mehri bedel olarak belirlemiş gibi kabul edilir,
vekil bundan daha fazla veremez. Daha fazla verirse, kadın üzerine emsal mehir
gerekli olur, fazlalık ise vekil üzerine gerekli olur. Bu, vekilin, kadın
tarafından belirlenen bedelden daha fazlasını vermesine benzer.
44. Kadının vekili koca
ile [malolarak kabul edilmeme açısından] şarap gibi olan bir şey mesela domuz
karşılığında hul' yapsa, kadın buna izin vermiş olsa da hul' yürürlük kazanır;
çünkü hul', [kimi insanlar tarafından malolarak kabul edilip elde edilmesi] amaçlanan
bir şey üzerinde yapılmıştır. Bu durumda, bedelolarak belirlenen şey fasid
olduğu için kadının emsal mehri gödemesi gerekir.
45. Kocanın vekili de
kadınla mesela şarap gibi bir mal üzerinde hul' yapsa, koca o şahsı bu konuda
vekil tayin etmişse bu anlaşma yine emsal mehir karşılığında yürürlük kazanır.
Vekiı, kocaya muhalefet
ederek onun tarafından şarap olarak belirlenen hul' bedelini domuza çevirirse
bu anlaşma geçerli olmaz; çünkü bedel, müvekkilin izin vermediği bir bedeldir.
46. Koca -müslüman olan
karısı ile bile olsa- hul' yaparken, zımmı veya başka bir erkeği vekil tayin
edebilir.
Nevevi,
"kafir" demiş olsa daha uygun olurdu; çünkü Müslüman koca Müslüman
karısı ile hul' yapmak veya onu boşamak üzere putperest bir vekil bile tayin edebilir.
Nitekim kadın Müslüman olduğu halde koca Müslüman olmaktan geri dursa ve iddet
esnasında karısıyla hul' yapsa veya onu boşasa, daha sonra Müslüman olsa, hul'
ve boşamanın sahih olduğuna hükmedilir.
47. Kocanın hul' için
bir köleyi -o kölenin efendisi izin vermese bile- ve sefihlik sebebiyle kısıtlı
olan bir şahsı -velisi izin vermese bilevekil tayin etmesi caizdir; çünkü
burada vekil üzerine herhangi bir [malı] sorumluluk söz konusu değildir.
48. Sefihlik sebebiyle
kısıtlama altında olan şahsı, hul' bedelini tahsil etmek üzere vekil tayin
etmek caiz -yani sahih- değildir; çünkü kısıtlı şahıs buna ehil değildir. Buna
rağmen koca, kısıtlı şahsı vekil tayin eder ve o da bedeli tahsil ederse, koca,
kendisine ait olan bir şeyi kendisi zayi etmiş olur. Hul' yapan kişi ödemeyi
yapmakla tazminden kurtulmuş olur.
Bu, et-Tetimme'de yer
almış, Rafii ve Nevevi de bunu kabul etmiştir. Subki ve başkaları bunu belirli
bir bedele yahut da bedel belirli olmasa bile boşamanın ödenmesine bağlandığı
gayri muayyen bir bedele bağlamıştır. Şayet hul' bedeli zimmet borcu ise
kısıtlının bunu teslim alması sahih değildir; çünkü zimmette olan bir şey,
ancak sahih bir teslim alma ile belirli hale gelir. Bu telef olduğunda,
kocanın, borcu üstlenmiş olan kimsenin zimmetinde olan alacağı varlığını
korumaya devam eder.
Not: Nevevi'nin ifadesinden kadının bu sayılan
şahısları vekil tayin edemeyeceği anlaşılmaktaysa da bu, mutlak değildir.
Aksine kadın kafir bir erkeği ve -efendisi izin vermese dahi- bir köleyi vekil
tayin edebilir. Vekiı, hul' bedelini kadına izafe ederse bedel kadından
istenir. Mutlak olarak zikrederse ve köleye vekalet konusunda efendisi izin
vermemişse, hul' bedeli kölenin azat edilmesinden sonra kendisinden istenir.
Köle bunu tazmin ettiğinde, bunu kadından daha sonra almayı kastederek ödeme
yapmışsa kadından geri alır. Kölenin efendisi onun vekil olmasına izin vermişse
hul' bedeli kölenin kazancına vb. ilişir. Köle bunu kazancından ödediğinde
kadından geri alır.
Sefihlik sebebiyle
kısıtlanan şahsa gelince; velisi izin verse bile o, hul' konusunda kadının
vekili olamaz. Ancak hul' bedelini kadına izafe ederek hul' anlaşması yapmışsa
kadın kocasından ayrılmış olur ve bedeli de kadının ödemesi gerekir. Çünkü bu
durumda sefih için bir zarar söz konusu değildir. Sefih hul' bedelini mutlak
olarak zikrederse, tıpkı sefih olan kadının hul' yapmasında olduğu gibi boşama
ric'! olarak gerçekleşir.
49. [Koca, karısı ile
hul' yapmak veya onu boşamak üzere bir kadını vekil tayin edebilir mi?
Bu konuda mezhep içinde
iki görüş bulunmaktadır: ]
Birinci görüş
Daha doğru olan -ve İmam
Şafii tarafından ifade edilen- görüşe göre koca, karısıyla hul' yapmak veya onu
boşamak üzere bir kadını vekil tayin edebilir; çünkü koca boşama yetkisini
kadına devrettiğinde kadının kendisini boşaması sahih olabilmektedir, bu da bir
tür vekil kılma veya boşamayı temlik etmedir. Bu bir vekil kılma ise, bizim
konumuz da vekil kılmayla ilgilidir. Şayet temlik ise bir şeyi temlik etme
hakkına sahip olan kişinin o konuda vekil tayin etmesi de sahihtir.
İkinci görüş
Bu sahih değildir; çünkü
kadın kendi başına boşama işini yapamaz.
Not: Nevevi'nin ifadesinden, bir kadının hul' için
bir kadını vekil tayin etmesinin kesin olarak sahih olduğu anlaşılmaktadır ki
doğru olan da budur.
Nevevi'nin mutlak
ifadesinin kapsamından şu durum istisna edilir: Dörtten fazla kadınla evli olan
bir erkek Müslüman olduğunda eşlerinin bir kısmını boşamak üzere bir kadını
vekil tayin etse, bu vekalet, nikah konusunda tercihte bulunmayı da içermiş
olacağından sahih olmaz. Kadının, nikah konusunda seçimde bulunmak üzere vekil
tayin edilmesi sahih olmadığı gibi ayrılık konusunda vekil tayin edilmesi de
sahih olmaz.
50. Karı-koca birlikte
aynı adamı hul' konusunda vekil tayin etseler [ne olur? Bu konuda iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Bu kişi yalnızca bir
tarafı temsil eder. Yani istediği tarafı temsil eder, diğer tarafı ise eşlerden
biri veya vekili temsil eder. Bir şahıs, tıpkı satım ve diğer akitlerde olduğu
gibi akdin iki tarafını temsil edemez.
İkinci görüş
Bu kişi akdin iki
tarafını da temsil eder; çünkü hul' da iki taraftan biri için sözlü ifade
yeterlidir. Bu şuna benzer: Koca karısına "bana bin dirhem verirsen
boşsun" dese ve kadın da bin dirhem verse, boşama hul' olarak gerçekleşir.
E. SÖZLÜ İFADE
Nevevi daha sonra hul'un
beşinci rüknü olan sözlü ifade konusunu ele almıştır. Sözlü ifade sarih ve
kinayeyi kapsamaktadır. Nevevi bu konuyu "fasıl" başlığı atmak
suretiyle ele almış ve şöyle demiştir:
Hul' sözcüğüyle meydana
gelen ayrılık talaktır. imam Şafii'nin bir görüşüne göre ise fesihtir,
[kocanın] boşama sayılarını azaltmaz. ilk görüşe göre "fesih" sözcüğü
kinayedir.
Daha doğru görüşe göre
müfadat [fidye ödemek] de hul' gibidir.
Hul' sözcüğü sarihtir,
bir görüşe göre kinayedir. ilk görüşe göre mal zikredilmeksizin hul' sözcüğü
kullanıldığında daha doğru görüşe göre emsal mehir ödenmesi gerekir.
Talakta kullanılan
kinaye sözcükler, hul'a niyet ederek kullanıldığında hul' sahih olarak
gerçekleştiği gibi Arapça olmayan sözcüklerle de gerçekleşir.
Koca "sana, kendini
şu fiyata sattım" dese ve kadın da "satın aldım" dese, hulu'
konusunda kinaye sözcük kullanılmış olur.
Koca, içinde bedelin yer
aldığı bir ifadeyi ilk olarak kullanırsa, örneğin "seni şu kadara
boşadım" veya "hul' yaptım" dese ve biz de hul'un boşama
olduğunu kabul etsek bu tasarruf, içinde şarta bağlama özelliği bulunan bir
bedelli akittir. Kadın kabul etmeden önce koca bundan dönebilir.
Hul'un [sahih olabilmesi
için] araya zaman girmeksizin sözlü olarak kabul edilmesi gerekir.
İcap ve kabul
birbirinden farklı olsa, örneğin koca "seni bin dirheme boşadım"
dediği halde kadın iki bin dirheme boşanmayı kabul etse veya bunun aksi olsa,
yahut koca "seni bin dirheme üç kere boşadım" dediği halde kadın bin
dirhemin üçte birine bir boşamayı kabul etse, işlem yürürlük kazanmaz.
Koca "seni bin
dirheme üç kere boşadım" dediği halde kadın bin dirheme bir kere boşanmayı
kabul etse daha doğru görüşe göre üç boşama gerçekleşir, bin dirhem ödenmesi
gerekir.
Koca şarta bağlama ifadesiyle
söze başlayarak "her ne zaman bana ... verirsen" derse, hul'u şarta
bağlamış olur, bundan geri dönemez. İcabın yapıldığı mecliste kabulün sözlü
olarak yapılması gerekmediği gibi bedelin de o mecliste verilmesi şart
değildir. Koca "eğer verirsen" veya "verdiğinde" ifadesini
kullanırsa hüküm yine böyledir. Ancak bu durumda bedelin derhal ödenmesi
gerekir.
İlk olarak kadın boşama
talebinde bulunur da koca bunu kabul ederse bu işlem, içinde cuale özelliği
bulunan bedelli bir akit olur, bu yüzden koca cevap vermeden önce kadın icaptan
dönebilir.
Kocanın derhal cevap
vermesi şarttır.
Kadın bin dirhem
karşılığında üç kere boşanmayı talep ettiği halde koca, bin dirhemin üçte biri
karşılığında bir kere boşasa, bin dirhemin üçte biri karşılığında bir boşama
gerçekleşmiş olur.
Koca bir bedel
karşılığında karısıyla hul' yapsa veya onu boşasa, [tek taraflı iradesiyle]
karısına dönüş yapamaz. Şayet dönebilmeyi şart koşarsa karısını ric'} olarak
boşamış olur, karısının ödeme yapması gerekmez. İmam Şafii'nin diğer bir görüşe
göre kadın emsal mehir karşılığında bain olarak boşanmış olur.
Kadın "beni şunun
karşılığında boşa!" dedikten sonra irtidat etse, ardından koca karısının
icabına olumlu cevap verse bakılır: İrtidat zifaftan önce ise veya zifaftan
sonra olduğu halde kadın iddet bitinceye kadar mürtedlikte ısrar ederse irtidat
sebebiyle ayrılmış olur, mal elde edemez. Kadın iddet esnasında Müslüman
olursa, mal karşılığında boşanmış olur.
İcap ve kabul arasına az
miktarda konuşmanın girmiş olması hul'a zarar vermez.
51. Hul' sözcüğüyle
gerçekleşen ayrılık [nasıl bir ayrılıktır? Bu konuda İmam ŞafiI'ye ait üç görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Bu ayrılık talaktır,
tıpkı talak sözcüğüyle yapılan boşamada olduğu gibi talakların sayısını
azaltır; çünkü Yüce Allah bunu iki talak arasında "boşama [talak] iki
defadır" [Bakara, 229] ifadesinin içinde zikretmiştir. Bu, hul'un da iki
boşama gibi değerlendirileceğini gösterir.
Ayrıca bu bir fesih
olsaydı, mehirsiz olarak caiz olmazdı; çünkü fesih, bedelin geriye verilmesini
gerektirir. Nitekim [bir satım Ö akdini bozarken yapılan] ikale, satım
bedelilnin geriye verilmesi] olmaksızın olmaz.
İkinci görüş
İmam Şafii'nin bir
görüşüne göre ise bu bir fesihtir, boşama sayılarını azaltmaz. Hul'un
tekrarlanmasından sonra herhangi bir sayı sınırı söz konusu olmaksızın nikahı
yenilemek caizdir; çünkü bu, bedelli olarak gerçekleşen bir ayrılık olup tıpkı
kocanın, cariye olan karısını satın almasında olduğu gibi bir fesihtir. Bu
görüş, İmam Şafii'nin eski görüşü olarak nitelenir.
Üçüncü görüş
İmam Şafii'nin el-Ümm'de
yer alan bir görüşüne göre ise bu durumda ne talak ne de fesih söz konusu olur.
Hul' sözcüğü ortada bir
bedelolduğunda talak sözcüğü ile yapılan tasarrufu dışarıda bırakmaktadır ki bu,
kesin olarak talaktır. Yine kişi hul' derken talakı kastetmişse veya hul'
sözcüğüne talak ifadesini bitiştirerek "seni bin dirheme boşama
karşılığında hul' yapıyorum" demişse o zaman talak gerçekleşir.
52. Yukarıdaki ilk
görüş, yani hul'un talak olduğu görüşü esas alındığında, koca "senin
nikahını şu bedel karşılığında feshettim" ifadesini kullansa ve kadın da
bunu kabul etse, söz konusu ifade hul' konusunda kinaye olmuş olur; çünkü fesih
sözcüğü ne Kur'an'da hul' anlamında kullanılmış, ne de bu konuda halk arasında
bir kullanım söz konusudur. Bu durumda fesih ifadesi hul' konusunda sari h
olmaz, dolayısıyla hul'a niyet etmeksizin bu sözcüğün kullanılması halinde
boşama gerçekleşmez.
Not: Burada "fesih" sözcüğünün hul'
anlamında kinaye olduğu kastedilmemiştir; çünkü bir lafız, başka bir anlamda
kinaye olarak kullanılmaz. Burada fesih sözcüğünün, hul' sözcüğüyle ifade
edilen ve talak olduğuna hükmedilen "bir bedel karşılığı ayrılma"
anlamında kinaye olduğu kastedilmiştir.
53. Müfadat [fidye
karşılığı bırakmak] ifadesi, örneğin "seni şu kadar fidye karşılığı
bıraktım" şeklindeki ifade de daha doğru görüşe göre birazdan gelecek
sarih sayılma bakımından hul' gibidir. Çünkü Kur'an'da müfadat sözcüğü
kullanılmış ancak şeriat ilimleriyle uğraşanlar arasında bu sözcük
yaygınlaşmamıştır.
54. Hul' sözcüğü talak
konusunda [sarih midir yoksa kinaye midir? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki
görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Hul', talak anlamında
sarih bir ifade olup bu ifade kullanıldığında ayrıca boşamaya niyet etmeye
gerek yoktur; çünkü şer'i ilimlerle uğraşanlar arasında bu ifade, ayrılığı
istemek anlamında çokça kullanıldığından sanki Kur'an'da tekrar etmiş gibi
kabul edilir. Bu, Beğavı, Nesai, el-Envar yazarı, İsnevi ve Bulkınl'nin açık
olarak ifade ettiği görüştür.
Bu ifadenin zahirinden,
müfadat sözcüğü ile birlikte mal zikredilip edilmemesi arasında fark olmadığı
anlaşılmaktadır.
İkinci görüş
İmam Şafii'nin bir
görüşüne göre hul' talak konusunda kinaye ifade olup talakın gerçekleşmesi için
ayrıca niyete ihtiyaç vardır. Bunun gerekçesi, hul' sözcüğünün Kur'an'da ve
fıkıh çı ların kullanımında sıklıkla geçen talak sözcüğünden daha düşük
görülmesidir. Ayrıca talak için kullanılan sarih sözcükler içinde bu ifade yer
almamaktadır.
Bu, İmam Şafii'nin el-Ümm'ün
çeşitli yerlerinde ifade ettiği görüştür. Kadı Hüseyin ve başkaları
"mezhepte zahir olan görüş budur" demiştir. Bu görüşün zahirinden
anlaşıldığına göre, hul' sözcüğü ile birlikte maldan bahsedilip bahsedilmemesi
arasında fark yoktur.
Ravdatü 't-talibın' de
daha doğru olarak belirtildiğine göre hul' ve müfadat sözcüğü ile birlikte mal
zikredilirse bu kelimeler talak anlamında sarih olur; çünkü bu şekilde
zikredilmesi ayrılığı akla getirmektedir, aksi takdirde bu iki kelime kinaye
olur.
55. İlk görüşe göre
-yani hul' sözcüğünün boşama anlamında sarih olduğu görüşü- koca karısına karşı
bu sözcüğü, karısının kabul etmesi niyetiyle ve bedeli de nefyetmeksizin maldan
da bahsetmeksizin zikretse, örneğin karısının kabul etmesini arzulayarak
"seninle hul' yaptım" veya "seninde müfadat yaptım" dese ve
karısı da bunu kabul etse kadın ayrılmış olur. Daha doğru görüşe göre emsal
mehir gerekli olur; çünkü örfte bunun bedel karşılığında bu şekilde uygulanması
söz konusudur. Mutlak ifade kullanıldığında emsal mehir esas e alınır; çünkü
tıpkı bilinmeyen bir şey karşılığında hul' yapılması durumunda olduğu gibi,
esas alınacak olan şeyemsal mehirdir.
56. Hul', yabancı bir
şahısla yapıldığında, tıpkı yabancı şahısla fasid bedel karşılığında yapılması
durumunda olduğu gibi kadın bedelsiz olarak boşanmış olur.
57. Koca bedeli
nefyederek "seninle bedelsiz hul' yaptım" derse; kadın kabul etse ve
koca da onun kabul etmesini arzulasa bile boşama Ric'i gerçekleşmiş olur. Kadın
kabul etmediğinde boşama gerçekleşmez. Kadın kabul etmekle birlikte koca onun
cevap vermesi isteğini gizlemez ve boşamaya niyet ederse, boşama mal ödemeye
gerek olmaksızın Ric'i olarak gerçekleşir.
Not: Nevevi'nin ifadesinden boşamanın kesin olarak
gerçekleşeceği anlaşılsa da bu Ravdatü't-talibin'den yukarıda aktarılan
"daha doğru görüşe göre bu, kinayedir" şeklindeki bilgiye aykırıdır.
İbnü'n-Naklb ve başkaları buna dikkat çekmiştir.
Celaleddin el-Bulkini
şöyle demiştir: "Gerçek şu ki bu ikisi arasında bir çelişki yoktur; çünkü
el-Minhac'ta mal zikredilmediğinde bunun sarih olduğu yer almamaktadır.
Muhtemelen Nevevi'nin
kastı, hul'da mal zikredilmeksizin ancak niyetle birlikte sözü söyleme gibi onu
sahih kılan bir şeyle bulunduğu durumdur."
Bu, yerinde bir
uzlaştırmadır; çünkü uzlaştırma mümkün olduğu sürece uzlaştırmak ikisinden
birini zayıf kabul etmekten daha iyidir. Ayrıca el-Minhac'taki ifadenin zahiri
kesinlikle kastedilmiş değildir; çünkü benim Nevevi'nin sözünü kayıtlamak üzere
zikrettiğim kayıtların zikredilmesi şarttır.
58. Hul' ister talak
ister fesih olarak kabul edilsin, talakta kinaye olarak kullanılan bütün
sözlerle, karı-koca tarafından birlikte boşamaya niyet edilmesi halinde hul'
yapılması sahihtir. Bunların büyük çoğunluğu ilgili bölümde gelecektir.
Karı-koca veya birisi boşamaya niyet etmezse boşama sahih olmaz.
59. Yine hul', [sözcüğün
değil] mananın dikkate alınması sebebiyle bu kelimenin Arapça dışında yabancı
bir dille söylenen tercümesiyle de olur.
60. Koca, karısına "seni
kendine bin dirheme sattım" dese, kadın da derhal "satın aldım"
veya "kabul ettim" vb. gibi bir ifade kullansa, hul'u ister talak
ister fesih kabul edelim yukarıdaki sözcük hul' için kullanılan kinaye bir
ifade olur. Ancak "şu kadar para karşılığında" ifadesi yer almazsa
veya kadın derhal kabul etmezse o zaman böyle olmaz.
Zerkeşi ve Demırı şöyle
demiştir: "Bu, şu kuralın istisnasıdır: Kendi konusunda sarih olan bir
sözcük, kendi konulduğu anlamda geçerli olabileceği bir durumda kullanıldığında
başka konuda kinaye olmaz. "
Bu kabul edilemez,
aksine yukarıdaki örnek bu genel kuralın kapsamında yer alan bir uygulamadır;
çünkü bu sözcüğün kendi konusunda uygulaması söz konusu değildir. Zira bu
sözcüğün asıl anlamı, muhatap olan mahaldir. Koca karısına "sana boşamanı
şu kadara sattım" dese veya kadın "sana elbisemi beni boşamana
karşılık sattım" dese bu ifadeler yine kinaye olurdu.
61. Nevevi, daha sonra
hul'un akde benzeyen yönlerini ele alarak şu açıklamaları yapmıştır:
Koca ilk olarak bedelli
ifadenin yer aldığı bir söz söylerse, örneğin "seni şu kadara
boşadım" veya "seninle şu kada ra hul' yaptım" derse ve kadın da
kabul ederse bakılır:
> Şayet -ikinci
durumla ilgili olarak- hul'un talak olduğunu
kabul edersek -ki
tercihe şayan olan budur- o zaman bu ifadeler, bedelli bir akit olmuş olur;
çünkü koca, kendi mülkünden çıkaracağı bir şey karşılığında bir bedel
almaktadır. Bu akitte şarta bağlama özelliği de bulunmaktadır; çünkü boşamanın
gerçekleşmesi, kadının mal ödemeyi kabul etmesine bağlıdır.
> "Hul'
fesihdir" görüşünü kabul edersek bu, her iki taraf açısından da tam
anlamıyla bir bedelli akittir; çünkü burada şartın bir etkisi yoktur, aksine bu
[şarta bağlamaksızın] doğrudan yapılan satım akdi gibidir.
62. Bunun bedelli akit
olduğu görüşünü kabul ettiğimizde, kadının kabul etmesinden önce koca icabından
dönebilir; çünkü bedelli akitlerin özelliği budur.
63. Hul' yapan kadının
[dilsiz değil de] konuşabilir durumda ise, tıpkı diğer akitlerde olduğu gibi
icaptan sonra araya başka bir söz veya uzunca bir ara girmeden önce sözlü
olarak "kabul ettim", "hul' yaptım" gibi bir sözle kabul
etmesi şarttır. Kocanın istediği miktarı ona vermek suretiyle fiilen kabul
sahih değildir. Dilsiz kadın açısından ise anlaşılabilir şekilde işarette
bulunması yeterlidir.
64. Kabulün icaba uygun
olması şarttır. Buna göre icap ve kabul farklı olsa;
> Örneğin koca
karısına hitaben "seni bin dirheme boşadım" dediği halde kadın
"iki bin dirhem" diyerek kabulde bulunsa,
> Veya aksi olsa yani
koca "seni iki bin dirheme boşadım" derken kadın "bin
dirhem" dese,
> Koca" seni bin
dirheme üç kere boşadım" derken kadın "bin dirhemin üçte birine bir
talakı kabul ettim" dese,
Tüm bu üç meselede de
-tıpkı aynı durumdaki satım akdinde olduğu gibi- hul' geçersiz olur. Şu durum
bundan farklıdır: Kişi karısına "bana bin dirhem verirsen boşsun"
dese, kadın iki bin dirhem verse boş olur. Arada şu fark vardır: Kabul kabın
cevabıdır, manen icaptan farklı olduğunda ona cevap olarak kabul edilmez.
Vermek ise bir cevap olmayıp yalnızca fiildir. Kadın iki bin dirhem verdiğinde,
bin dirhemi vermiştir, fazlalığa ise itibar edilmez. Bunu Cüveyni söylemiştir.
65. Koca karısına
hitaben "seni bin dirhem karşılığında üç kere boşadım" dediğinde
kadın "bin dirheme bir kere boşanmayı" kabul etse [ne olur? Bu konuda
mezhep içinde üç görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
üç talak gerçekleşir ve yine daha doğru görüşe göre kadının bin dirhem vermesi
gerekir; çünkü koca boşamayı müstakil olarak gerçekleştiren kişidir. Kadının
kabulü ise yalnızca mal sebebiyle dikkate alınmaktadır. Kadın mal ödemeyi kabul
edince boşama konusunda kocanın tarafına dikkat edilir. Bu şundan farklıdır:
Kişi bin dirheme iki köle satarken karşı taraf bunların birini bin dirheme almayı
kabul etse akit sahih olmaz; çünkü müşterinin amacı mala sahip olmaktır, bu ise
gerçekleşmemiştir. Boşama ise kadının mülkiyetine girmez.
İkinci görüş
Kadının kabulü dikkate
alınarak bin dirheme bir talak gerçekleş-
miş olur.
Üçüncü görüş
İcap ve kabul farklılığı
sebebiyle herhangi bir şey gerçekleşmez.
66. Koca, olumlu bir
cümle içinde şart edatı kullanarak sözüne başlar ve "her ne zaman bana şu
kadar verirsen boşsun" derse koca açısından bu işlem tam anlamıyla şarta
bağlama olur. Burada akdin bedelli olması şüphe si dikkate alınmaz; çünkü
kullanılan ifade, şarta bağlamada kullanılan sarih bir ifadedir, tıpkı diğer
şarta bağlamalarda olduğu gibi şart gerçekleştiğinde talak da gerçekleşir. Bu
durumda, "eve girdiğinde boşsun" vb. gibi bir ifadeyle ortaya konan
bedelsiz şarta bağlamalarda olduğu gibi koca, karşı taraf bir şey vermeden önce
şarttan geri dönemez.
Burada kadının sözlü
olarak kabulde bulunması şart değildir; çünkü kullanılan sözlü ifade bunu
gerektirmemektedir.
Yine karşılıklı icap ve
kabulün yapıldığı mecliste kadının bedeli vermesi şart değildir. Bu meclis
akdin yapıldığı yer değil icap ve kabulün birbiri ile bağlandığı yerdir. Bu,
el-Muharrer'de belirtildiği halde Nevevi tarafından ihmal edilmiştir. Buna göre
kadın her ne zaman bedeli verirse, kocanın belirttiğinden daha fazla bile
vermiş olsa boşanmış olur; çünkü kullanılan sözlü ifade zamanı göstermekte ve
bütün zamanları kapsamaktadır.
67. Koca bu meselede
kadının bedel vermesini bir zaman veya mekanla kayıtlarsa bu kayıt geçerli
olur.
68. "Olumlu
cümlede" ifadesi kocanın "her ne zaman" gibi bir ifadeyle
olumsuz cümlede şart kullanmasını dışarıda bırakmaktadır. Örneğin koca her ne
zaman"bana şu kadar vermezsen boşsun" demiş olsa bu ifade derhal
geçerli olur; çünkü "her ne zaman" ifadesi olumsuz cümlede
kullanıldığında bir şeyin anında olmasını gerektirir.
69. "Koca"
ifadesi kadını dışarıda bırakmıştır. Buna göre kadın kocasına "beni ne
zaman boşarsan benden bin dirhem alacağın vardır" demiş olsa, kocanın
vereceği cevap, icap-kabul meclisi ile sınırlı olur. Gazalı iki meseleyi şu
şekilde ayırmıştır: "[Hul'da] çoğunlukla şarta bağlama kocadan, bedelli
olma ise kadın tarafından yapılır."
70. Koca "bana şu
kadar verirsen" veya "verdiğinde boşsun" derse hüküm yine
böyledir. Yani bu da bir şarta bağlama olup kadının vermesinden önce koca geri
dönemez. Kadının sözlü olarak kabul etmesi veya o mecliste bedeli ödemesi
gerekmez; çünkü "eğer" ve "-dığında" ifadeleri tıpkı
"her ne zaman" ifadesinde olduğu gibi şarta bağlama ifadeleridir.
71. [Arapça ifadede] ...
(in) yerine ... (en) derse kadın derhal bain olarak boş olur; çünkü bu ifade
"için" anlamına gelir. Bunu Maverdi söylemiş ve sözlerine şu şekilde
devam etmiştir:
"Kişi .... (iza)
dediğinde de hüküm böyledir; çünkü bu kelime geçmiş zaman için
kullanılır." Ancak Nevevi'nin, talakı şarta bağlama konusunda tercih
ettiği görüşe kıyasla bu konuda dilbilgisi alimi ile diğer şahısları
birbirinden ayırmak gerekir. Buna dair açıklama ileride gelecektir.
Ancak belirtilen şekilde
şarta bağlama [yani iza ile söylemesi durumunda] kadının bedeli, icap-kabul
meclisinde derhal vermesi gerekir; çünkü bedelli akitlerde bedelin böyle olması
gerekir. "Her ne zaman" vb. ifadelerde bu uygulamanın terk edilmesi,
söz konusu ifadenin, vermenin geciktirilebileceğini açıkça ifade etmesi
sebebiyledir. Ayrıca bu konuda yaygın uygulama kadının değil kocanın şarta
bağlamasıdır.
Not: Derhal ödemenin gerekli olması hür kadına
özgüdür. Kişinin
karısı cariye ise ve
ödenmesi şart koşulan şey şarap dışında bir şey ise yani koca "bana bin
dirhem verirsen boşsun" demişse, bedelin derhal verilmesi gerekmez; çünkü
kadın bunu ancak kendi kazancından verebilir. Bu kazancın icap-kabul meclisinde
ödenmesi ise nomal şartlarda imkansızdır. Kadın, kendi kazancı ve efendisinin
malı dışındaki bir paradan bin dirhem vermiş olsa, şart yerine gelmiş olduğu
için bain olarak boşanır, koca bu bin dirhemi cariyenin sahibine geri verir.
Emsal mehir cariyenin zimmetinde borç olur, azat edildiğinde koca bunu ister.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: "Rafii, Beğavl'den şunu nakletmiştir: Kişi, cariye olan
karısına hitaben, bana bir elbise verirsen boşsun, dese kadın bir elbise
verdiğinde boş olmaz; çünkü kadın [mülkiyete sahip olması mümkün olmayan bir
cariye olduğundan] elbiseye sahip değildir. Burada da hüküm böyle
olmalıydı"
Buna şöyle cevap
verilir: Elbise müphem bir şeyolup cariyenin ona sahip olması mümkün değildir.
Bin dirhem ise böyle olmayıp kadının genelolarak böyle bir şeyi başkasına
temlik etmesi mümkündür. ilk durumda müphemlik güçlü olduğundan, iki yönden
birini zayıf kabul etmeye daha uygundur.
Bu gerekçeden şu sonuç
çıkar: "Kısmen hür olan cariye ve mükatep kadın da hür kadın gibi
değerlendirilir." Bu, doğrudur.
Şart koşulan şey şarap
ise, cariye şaraba sahip olmasa bile bunun derhal verilmesi gerekir.
Çünkü hür kadının ve
cariyenin şarap üzerindeki zilyedliği eşittir. Cariyenin elinde [bir şekilde]
şarap bulunuyor olabilir.
72. Kadın ilk olarak
boşanmayı talep ederse; yani ister "eğer" ve "her ne zaman"
diye şart ifadesi kullanarak şarta bağlamak suretiyle isterse böyle olmaksızın
"beni şu kadara boşa" diyerek talepte bulunur ve koca da onun bu
talebine derhalolumu karşılık verirse bu tasarruf kadın açısından bedelli bir
akit olmuş olur; çünkü kadın, ödeyeceği bedel karşılığında kendi cinselliğine
sahip olacaktır. Bu tasarrufta cüale [bir şey için ödül verme] yönü de söz
konusudur; çünkü kadın, sırf kocaya ait olan bir hak yani talak karşılığında
bir bedel ödemektedir. Koca bunu gerçekleştirdiğinde boşama yerini bulmuş olur
ve kadının da amacı gerçekleşmiş olur. Bu, cüale akdinde işi yapan kimsenin
durumu gibidir.
Burada koca olumlu cevap
vermeden önce kadın teklifinden geri dönebilir; çünkü hem bedelli akitlerin hem
de cüale akİtlerinin hükmü budur.
Yukarıdaki sözlü
ifadeler içinden derhal cevap vermeyi gerektiren veya "her ne zaman"
gibi sözcükler kullanılması sebebiyle gerektirmeyen ifadelere kocanın derhal
icap-kabul meclisinde cevap vermesi gerekir; çünkü kocanın aksine kadın
açısından bu tasarruf bedelli akit gibi kabul edilir. Yukarıda karı-koca
arasında bu açıdan fark bulunduğunu belirtmiştik. Buna göre koca karısını araya
zaman girdikten sonra boşasa kendiliğinden boşamış olur, bedel almayı hak
edemez. Bu durumda boşama, ric'i olarak gerçekleşmiş olur. Ancak kadın, kocanın
düşünme payı olduğunu açıkça ifade ederse, ZerkeşI'nin belirttiği üzere kocanın
derhal cevap vermesi gerekmez. Zerkeşi bunu alimlerin belirtmediğini söylemiş
ve el-Beyan' dan şunu nakletmiştir: Kadın, "seninle şu kadara hul'
yaptım" deyince koca "kabul ettim" dese boşama gerçekleşmez;
çünkü boşama işi [kadının değil] kocanın yapacağı bir iştir.
Not: Nevevi'nin burada icap-kabul uyumundan
bahsetmemesi bunun şart olmadığını gösterir ki doğrusu da budur. Buna göre
kadın "beni bin dirheme boşa!" dediği halde koca beşyüz dirheme
boşasa doğru görüşe göre boşama meydana gelir; çünkü koca burada, kadının
karşılığında boşanmak istediği para miktarında indirim yapmıştır.
73. Kadın kocasından,
kendisini bin dirhem karşılığında sahip olduğu talakla üç kere boşamasını
istediği halde koca bin dirhemin üçte birine tek talakla boşasa, akdin cuale
özelliği diğer yönüne hakim kılınarak bin dirhemin üçte birine bir talak
gerçekleşmiş kabul edilir. Bu şuna benzer: Kişi birine hitaben "bana üç
kölemi getirirsen sana bin dirhem veririm" dediğinde muhatap bir köleyi
getirse bin dirhemin üçte birini hak eder.
Koca bu durumda iki kere
boşasa, bin dirhemin üçte ikisini hak eder.
Bir buçuk talakla boşasa
Ravdatü't-talibin'de belirtildiğine göre bin dirhemin yarısını hak eder.
Ezrai şöyle demiştir:
Koca, "sen boşsun" deyip sayı belirtmese ve herhangi bir sayıya da
niyet etmese, bana göre bu bir talak olarak yorumlanır. Kocanın yalnızca bir
talak hakkı varsa bin dirhem elde eder; çünkü bu bir boşama, kadına beynunet-i
kübra'yı sağlamıştır.
Not: Nevev]' "üçte biri karşılığında"
ifadesini zikretmemiş olsa daha iyi olurdu. Zira yalnızca "seni bir kere
boşadım" ifadesiyle yetinmiş olsa da koca üçte bire hak kazanacaktı. Bu
kaydın hükmü evleviyet yoluyla bilinecekti. Aynı şekilde bu ifade sanki koca
malı zikretmediğinde boşamanın ric']' olacağını vehmettirmektedir ki bu zayıf
bir görüştür.
74. Koca, sahih veya
fasid bir bedel karşılığında karısıyla hul' yap sa veya onu boşasa -hul'u ister
talak ister fesih kabul edelimkarısına [yeni bir akit yapmaksızın tek taraflı
iradesiyle] geri dönme hakkına sahip değildir. Çünkü kadın, kendi cinselliğine
sahip olmak üzere mal harcadığından koca, kadına geri dönme yetkisine sahip
olamaz.
75. Koca kadına bunu
[yani geri dönebilmeyi] şart koşarsa, örneğin "sana geri dönme hakkımın
olması şartıyla seninle bir dinara hul' yaptım / seni bir dinara boşadım"
dese [hüküm ne olur? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Bu boşama her iki
durumda da Ric'i olur; çünkü geri dönmeyi ve kadının bedel ödemesini şart
koşmak birbirine zıt olduğundan her ikisi de düşer, geriye boşama sözcüğü
kalmış olur. Bu ise kocanın geri dönebilmesini gerektirir. Boşamanın Ric'i
olduğunu söyledikten sonra "mal ödenmez" demeye gerek yoktur. Nevevi
bunu "mezhepte esas alınan görüş" diye belirtseydi daha iyi olurdu;
çünkü bunu Ravdatü't-talibin'de alimlerin çOğunluğundan tek görüş olarak
aktarmıştır.
İkinci görüş
[İmam Şafii'ye ait] bir
görüşe göre emsal mehir karşılığında bain talak gerçekleşir; çünkü hul' -tıpkı
nikah gibi- bedelin fasid olmasıyla fasid olmaz.
Nevevi'nin ifadesinden
bu ikinci görüşün İmam Şafii tarafından açık olarak ifade edildiği anlaşılmaktadır.
Şeyh Ebu Hamid ve başkaları ise bu görüşün tahric yoluyla çıkarıldığını
belirtmişlerdir.
Not: Nevevi'nin sözünün kapsamına kocanın
karısıyla, bir bedel üzerinde dilediğinde geri vermek ve karısına dönüş yapmak
şartıyla hul' yapması da girer. İmam ŞafiI bu konuda emsal mehir karşılığında
bain talakın gerçekleşeceğini açık olarak belirtmiştir; çünkü koca burada
kadına geri dönüş hakkının düşmesine razı olmuştur. Dönüş hakkı bir kere
düştüğünde geri gelmez.
76. Kadın "beni şu
kadar bedel karşılığında boşa!" dedikten sonra irtidat etse ve koca da
derhal kadının sözüne olumlu cevap verse bakılır:
> Kadının irtidat
etmesi zifaftan önce gerçekleşmişse veya zifaftan sonra olmakla birlikte kadın
iddeti sona erinceye kadar mürted olarak kalmakta ısrar etmişse, irtidat
sebebiyle kocasından ayrılır, koca mal elde edemeyeceği gibi boşama da meydana
gelmez; çünkü her iki durumda da nikah bağı, irtidat sebebiyle kopmuştur.
> Kadın iddet
esnasında Müslüman olsa, yapılan hul' anlaşmasının sahih oldUğU anlaşılmış
olur, koca cevap verdiği anda zikredilen mal karşılığında boşama gerçekleşir;
çünkü hul'un sahih olduğu anlaşılmıştır. Burada iddet, boşama anından itibaren
hesap edilir.
> Kadının irtidat
etmesi veya kocanın cevap vermesi gecikse kullanılan sözlü ifade bundan farklı
olur.
Not: Kadının irtidat etmesi, kocanın cevap
vermesiyle aynı anda olsa ne olur?
Subki şöyle demiştir:
"Bana göre kadın, irtidat sebebiyle kocasından ayrılmış olur. Bu konuda
alimlerimizin herhangi bir açıklamasını görmedim."
Hocamız Zekeriya
el-Ensarı, Menhecü 't-tullab adlı eserinde şöyle demiştir: "Koca, kadının
irtidat etmesinden önce veya bununla aynı anda kadına icabet etse kadın
boşanmış olur ve kocaya malın ödenmesi gerekir." Bu daha doğrudur.
Kadının boşanmayı talep
etmesinden sonra koca irtidat etse, bunun hükmü, kadının boşanmayı istedikten
sonra irtidat etmesi gibi olur.
77. Hul'da, icap ve
kabul arasına örfe göre az sayılabilecek [konuyla ilgili olmayan başka]
sözlerin girmesinin zararı yoktur. Şarih Celaleddin el-Mahalli "irtidat
meselesinde olduğu gibi" demiştir.
Bu, satım akdinden
farklıdır. Arada ne fark olduğu o konuda belirtilmişti.
Araya çok söz girerse,
bu durum hul'dan yüz çevirme anlamına geldiği için bunun zararı olur.
Not: Çok sözün zararının
olduğu durum, bu sözler, kendisinden cevap talep edilen kimseden sadır
olduğundadır. Şayet bu sözler, konuşan kimseden sadır olursa tıpkı nikahtaki
icap ve kabul konusunda olduğu gibi burada da iki görüş vardır. Rafii'nin
meseleyi ele alışından meşhur görüşe göre bunun zararının olmayacağı
anlaşılmaktadır.
Daha sonra Beğavı' den
ikisinin eşit olduğunu aktarmıştır. Hocam Remli de bunu esas almış ve
Celaleddin el-Mahalli'nin kısa süreli konuşmaya dair irtidat meselesinde dair
söylediklerini örnek göstermiştir. Zira bu, konuşan kimse tarafından
yapılmıştır. Bunun mefhum-ı muhalifinden, çok olması halinde zararının olacağı
anlaşılmaktadır.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN