MUĞNİ’L-MUHTAC

VEDİA / EMANET

 

VEDİA'YA iLiŞKİN HÜKÜMLER

 

Vedia'nın hükümleri üçtür:

 

1. [Bağlayıcı olmayıp, iki taraf açısından da bozulmasının] caizliği,

2. Emanet olması,

3. Geri verilmesi.

 

Nevevi, bunların ilki ile bu konuya başlayarak şöyle demiştir:

 

a. Vedia akdinin bağlayıcı olmaması

 

Vedia, emanet bırakan veya emanet alan kişinin ölümü, delirmesi, bayılması ile ortadan kalkar. İki taraftan her biri, diledikleri zaman malı geri isteme ve geri verme yetkisine sahiptir.

 

24. Vedia [akdi], emanet bırakan kişinin veya emanet alan kişinin ölümü, sefihlik sebebiyle tasarruflarının kısıtlanması, delirmesi, bayılması, emanet alan kişinin kendisini bu görevden azletmesi, tazmine tabi olacak şekilde emanet aldığını inkar etmesi, emanet aldığı malın başkasına ait olduğunu ikrar etmesi, mal sahibinin satım vb. yollarla mülkiyeti nakletmesi ve bu sayılanların dışında vekalet vb. yollarla ortadan kalkar, yani sona erer.

 

25. Emanet bırakan kişinin delirmesi halinde, emanet alanın malı onun velisine, emanet bırakanın ölmesi halinde ise mirasçısına vermesi gerekir. Aksi takdirde güvenilirlik özelliğini yitirdiğinden tazminle yükümlü olur.

 

26. Emanet bırakan kişi, emanet verdiği şahsın malı kiraya vermesi konusunda kendisine vekalet verse, emanet alan kişi de malı kiraya verse, kira süresi dolduğunda, alimlerimizin geneline göre mal tekrar emanet olarak kalmaya devam eder.

 

27. Emanet veren kişi dilediği zaman malını geri isteme, emanet alan kişi de dilediği zaman malı geri verme hakkına sahiptir.

 

Nevevi'nin ifadesinden, emanet alan ve veren şahsın her biri için malı geri isteme ve verme hakkı bulunduğu şeklinde bir izlenim doğmaktaysa da durum böyle değildir.

EI-Muharrer'deki "emanet bırakan kişi dilediği zaman emanetini geri isteyebilir. Aynı şekilde emanet alan kişi de dilediği zaman emaneti geri verebilir" şeklindeki ifade, Nevevi'nin ifadesinden daha açıktır.

 

Emanet veren kimsenin malını dilediği zaman geri alabilmesinin gerekçesi onun malın sahibi olmasıdır. Emanet alan şahsın dilediği zaman geri verebilmesinin sebebi ise onun malı koruma işini karşılıksız olarak üstlenmiş olmasıdır.

 

İbnü'n-Nakıo şöyle demiştir: Emanet alan kişinin malı geri vermesinin caiz olduğuna ilişkin hükmün, malı kabul etmesinin zorunlu olmadığı durumla kayıtlanması uygun olur. Aksi takdirde malı geri vermesi haram olur. Şayet o, malı emanet olarak kabul etmesinin mendup olduğu bir durumda bulunuyorsa, mal sahibi razı olmadığı halde malı geri vermesi, evla olana aykırı bir davranış olur.

 

b. Vedia'nın Emanet Hükmünde Olması

 

Vedia, aslen emanet hükmündedir. Bununla birlikte bazı anzı durumlar sebebiyle tazmine tabi olabilir. [Bunların bir kısmını şu şekilde belirtmek mümkündür:]

 

> Emanet alan şahsın, [emanet verenin] izni olmaksızın ve bir özür de söz konusu olmadığı halde malı başkasına emanet etmesi,

 

[Zayıf] bir görüşe göre malı hakime emanet ederse tazminle yükümlü olmaz.

 

Mal üzerindeki zilyedliğini ortadan kaldırmadığında, onu korunacağı yere taşıma konusunda veya ortak bir saklama yerine koyma konusunda başkasından yardım alabilir.

 

Yolculuğa çıkmak istediğinde malı sahibine veya vekiline geri versin. Şayet bunlan bulamazsa hakime versin. Hakim de yoksa güvenilir bir şahsa versin.

 

Malı bir yere gömüp yolculuğa çıkarsa tazminle yükümlü olur. Malın gömüldüğü yerde oturan güvenilir bir kimseye malın yerini bildirirse, daha doğru görüşe göre tazminle yükümlü olmaz.

 

Yolculukta malı yanında götürürse tazminle yükümlü olur. Ancak -daha önce geçtiği üzere- bir yangın veya düşman saidırısı söz konusu olur da kişi malı teslim edecek birini bulmaktan aciz kalırsa tazminle yükümlü olmaz.

 

Yangın, bölgeye düşman saidırısı, malın konulduğu yerin harap olmaya yaklaşması, tıpkı yolculuk gibi özürlerdendir.

 

Kişi, korkutucu [ölümcül] bir hastalığa yakalandığında malı sahibine veya vekiline versin.

Bunlan bulamazsa hakime veya güvenilir bir şahsa versin, yahut da [bu malın güvenilir bir şahsa verilmesini] vasiyet etsin. Bunu yapmazsa tazminle yükümlü olur. Ancak aniden ölür de vasiyet etme imkanı bulamazsa tazminle yükümlü olmaz.

 

> Kişi, emanet malı, muhafaza açısından daha düşük seviyede olan bir başka mahalleye veya eve götürse tazminle yükümlü olur, aksi takdirde tazminle yükümlü olmaz.

 

> Kişinin, malı telef edecek şeyleri uzaklaştırmaması da tazmin sebebidir. Örneğin bir şahıs diğerine hayvanını emanet bıraksa, emanet alan kişi hayvanın yemini vermese, tazminle yükümlü olur. Hayvan sahibi, emanet alan kişinin yem vermesini yasaklasa, doğru görüşe göre emanet alan kişi tazminle yükümlü olmaz. Hayvan sahibi, hayvanını emanet ettiği şahsa yem verirse, emanet alan kişi hayvanı bununla yemler, aksi takdirde hayvan sahibine veya vekiline müracaat etsin, bunlar yoksa hakime müracaat etsin. Emanet alan kişi, hayvanı sulayacak olan kimse ile suya gönderse, daha doğru görüşe göre tazminle yükümlü olmaz.

 

Bir kumaş [giysi] emanet alan kişinin, bunu güvelerin [yiyip de] ifsad etmemesi için havalandırması gerekir. Aynı şekilde elbise açısından gerekli olduğunda onu giymesi gerekir.

 

> Kişinin, kendisine emredilen koruma görevinden sapması ve bu sebeple malın telef olması halinde, emanet alan şahıs tazminle yükümlü olur.

 

Örneğin bir sandık emanet eden kişi "bu sandığın üzerinde uyuma!" dediği halde, emanet alan şahıs sandığın üzerinde uyusa ve sandık onun ağırlığından kınlarak içindeki mal telef olsa, tazminle yükümlü olur. Mal, başka sebeple telef olursa doğru görüşe göre tazminle yükümlü olmaz.

 

Mal sahibi, "sandığı iki tane kilit vurma!" dediği halde emanet alan şahıs sandığa iki kilit vursa tazminle yükümlü olmaz.

 

Kişi "bu dirhemleri, [elbisenin] yenine dik!" dediği halde emanet alan kişi onları elinde tutsa ve dirhemler telef olsa, mezhepte esas alınan görüşe göre dirhemler kişinin uyuması veya unutması sebebiyle telef olursa tazminle yükümlü olur. Bir kimsenin gasp etmesi sebebiyle telef olursa tazminle yükümlü olmaz. Kişi, dirhemleri elbisesinin yenine dikmek yerine cebine koysa, tazminle yükümlü olmaz. Aksi durumda tazminle yükümlü olur.

 

Kişi, bir şahsa çarşıda emanet olarak dirhemler verdiği halde, diğer şahsın bunları nasıl koruyacağına dair herhangi bir şey söylemese, o kişi de bunları elbisesinin yenine dikip eliyle tutsa veya cebine koysa, tazminle yükümlü olmaz. Elinde tutarken bir kimse onu gasp etse tazminle yükümlü olmaz, gaflet veya uyku sebebiyle telef olursa tazminle yükümlü olur.

 

Kişi, "bu paraları evde koruma altına al!" demişse, emanet alan kişi eve gidip orada paraları koruma altına alsın. Şayet özürsüz yere bunu geciktirirse tazminle yükümlü olur.

 

> [Tazmin sebeplerinden biri de], malı, öyle bir malın korunmayacağı bir yere koymak suretiyle zayi etmesi veya bir hırsıza yahut da mal sahibinin elinden malı zorla alacak bir kimseye malın yerini göstermesidir. Zalim bir kimse onu zorlasa ve o da malı kendisine teslim etse, daha doğru görüşe göre mal sahibi, emanet alan şah sa onu tazmin ettirebilir, daha sonra bu şahıs, yaptığı ödemeyi o zalim kişiden geri alır.

 

> [Tazmin sebeplerinden biri de], emanet aldığı malı, hıyanet ederek giymek veya binmek suretiyle ondan istifade etmesi, yahut elbiseyi giymek için, paraları harcamak için yerinden almasıdır ki bu durumda tazminle yükümlü olur. Almaya niyet etmekle birlikte almamış olsa, doğru görüşe göre tazminle yükümlü olmaz.

 

Kişi, emanet aldığı malı kendi malıyla ayrıştırılamayacak şekilde karıştırırsa tazminle yükümlü olur.

 

Kişi, emanet bırakan şahsın iki kesesinde bulunan dirhemleri birbiriyle karıştırsa, daha doğru görüşe göre tazminle yükümlü olur.

 

[Emanet alan kişi], emanet aldığı malı kullanma veya başka bir sebeple tazminle yükümlü hale geldikten sonra hıyaneti terk etse, tazmin yükümlülüğünden kurtulamaz. Mal sahibi ona olan güvenini tazelese, daha doğru görüşe göre tazminden kurtulur.

 

28. Vedianın aslı, yani konusu / amacı emanettir. Bir başka deyişle vedia akdinde emanet, rehinde olduğu gibi tabi bir özellik olmayıp bizzat akdin amacını teşkil eder. Bu akit ister bir ücret karşılığı ister ücretsiz olarak yapılmış olsun -tıpkı vekalette olduğu gibi- hüküm

değişmez. Emanet alan kişi malı, sahibi için korumakta olduğundan onun mal üzerindeki hakimiyeti [zilyedliği], mal sahibinin hakimiyeti gibidir. Bir malı emanet alan kimse [malın başına geleceklerden dolayı] sorumlu tutulacak olursa, insanlar emanet malları kabul etmekten kaçınırlar.

 

29. Buna göre; bir vedia akdinde, emanet bırakılan malın tazmine tabi olması [başına geleceklerden, emanet alan şahsın sorumlu olması] şart koşulursa veya emanet alan şahsın haksız bir fiili bulunduğunda bile tazminle sorumlu olmaması şart koşulursa bu iki durumda akit geçerli olmaz.

 

Not:  Alimlerin herhangi bir kayıt koymadıkları ifadeden anlaşıldığına göre tazminin söz konusu olmaması açısından sahih olan vedia akdi ile fasid olan arasında bir fark yoktur.

Kural gereği hüküm böyledir.

 

el-Kafi adlı eserde şöyle denilmiştir:

 

Bir kimse bir şahsa hayvan emanet edip onun binmesine izin verse veya elbise emanet edip onun giymesine izin verse, bu işlem, fasid bir emanet verme işlemidir; çünkü burada akdin gereğine aykırı bir şart ileri sürülmüştür. Emanet alan şahıs hayvana bin ers e veya elbiseyi giyerse bu akit, fasid bir ödünç [ariyet] akdi olur. Mal, karşı tarafın binmesinden ve kullanımından önce telef olursa, tıpkı sahih vedia akdinde olduğu gibi kişi tazminle yükümlü olmaz. Mal daha sonra telef olursa tıpkı sahih ödünç verme işleminde olduğu gibi tazminle yükümlü olur.

 

30. Vedia, emanet alan kişi açısından onun kusurlu davranışı sebebiyle tazmine tabi bir hale dönüşebilir. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Nevevi bunlara "arızı durumlar" adını vererek belirtmiştir.

 

31. Emanet alan kimsenin tazminle yükümlü olduğu yerlerden birisi, emanet aldığı malı izinsiz olarak ve herhangi bir özür olmadığı halde başkasına -bu başkası isterse onun çocuğu, karısı veya hakim olsun- emanet etmesidir. Bu durumda tazminle yükümlü olur; çünkü emanet bırakan kişi, başkasına güvenmediği gibi başkasının zilyedliğine de güvenmemiştir. Subki şu durumu istisna etmiştir: "Mal sahibi uzun süre ortalıktan kaybolursa veya et-Tetimme'de belirtildiği gibi malı korumaktan dolayı sıkıntı söz konusu olursa bu durumda kişi malı hakime emanet edebilir."

 

Not:  Nevevi'nin "bu sebeple tazmin eder" ifadesi, [emanet hükmü] tazmine dönüşür anlamındadır; çünkü mal sahibi dilerse birinci şahsı, dilerse [onun malı emanet ettiği] ikinci şahsı tazminle yükümlü tutabilir. Durumu bilmeyen [iyiniyetli] ikinci şahıs tazminde bulunursa, ödediği tazminatı birinci şahıstan geri alır. Ancak durumu biliyorsa o zaman alamaz; çünkü o, emanet alan değil gasp eden konumundadır.

 

Mal emanet alan kişi, hastalık, yolculuk gibi bir özre bağlı olarak malı başkasına emanet etse tazminle yükümlü olmaz. Doğru görüşe göre yolculuğun zorunluluk sebebiyle yapılması ile böyle olmaması arasında fark yoktur. Ezrai yolculuğun mübah olması gerektiğini söylemiştir.

 

32. [Zayıf] bir görüşe göre, emanet alan kişi, malı güvenilir bir hakime emanet bırakırsa tazminle yükümlü olmaz; çünkü hakimin güvenilirliği onunkinden daha güçlüdür.

 

33. Tıpkı ödünç verme işleminde olduğu gibi emanet alma işleminde de [emanet alan] kişi, mal üzerindeki zilyedliğini gidermediği sürece, malı koruma altına alınacak olan yere kadar yanında taşıması için veya kendisiyle başkası arasında ortak olan koruma yerine koyması için -yabancı bir şahıs bile olsa- başkasından yardım alabilir; çünkü bu konuda adet bulunmaktadır. Bu, emanet bırakılan hayvanı sulaması ve yemlemesi için başkasından yardım almaya benzer.

 

34. Mal, koruma altına alındığı mekanda [dükkanda] iken emanet alan şahıs ihtiyacı için oradan ayrılsa ve bu işe bakan güvenilir bir şahıstan malı korumasını istese, gidip geldikçe malı kontrol etse, tazminle yükümlü olmaz. Kişi, mal üzerindeki kontrolüne son verdiğinde de Fevranı'nin belirttiğine göre hüküm böyledir. O, "imamların sözünün mefhum-i muhalifinden de bu anlaşılmaktadır" demiştir.

 

Subki şöyle demiştir: Bu konuda, örf esas alınır. Kralların ve diğer yöneticilerin malları kendilerine ait özel muhafızları bulunan mahzenlerde korunmaktadır. Örf, bu şekilde olan malların onların zilyedliğinde olduğuna hükmetmektedir.

 

35. Emanet mal kişinin oturduğu bölgede olmayıp kişi Onun kontrolünü yapmıyorsa, kusurlu davranışı sebebiyle tazminle yükümlü olur.

 

36. Kişi, güvenilir olmayan bir kimseden veya özelolarak bu işle görevlendirilmemiş olan bir kimseden malın korunmasını talep etmiş olsa tazminle yükümlü olur.

 

37. Bir malı hazarda iken emanet alan kişi, kısa mesafeli bile olsa bir yolculuğa çıkmak istediğinde, sorumluluktan kurtulabilmek için, malı sahibine veya sahibinin mutlak olarak vekil kıldığı yahut özelolarak bu malı geri alması için vekil kıldığı kimseye geri vermesi gerekir. Bunlar dışında birine malı verirse; yabancı bir şahsa vermesi halinde mutlak olarak tazminle yükümlü olur. Daha doğru görüşe göre hakime verdiğinde de tazminle yükümlü olur; çünkü hakimin onUn üzerinde velayeti yoktur.

 

Not:  Emanet alan şahsın, emanet aldığı malı, sonradan meydana gelen akıl hastalığı veya sefihlik sebebiyle tasarrufları kısıtlanmış olan şahsın velisine verme yetkisinin bulunduğu konusu açık bir husustur; çünkü veli mal sahibinin yerini tutmaktadır.

 

38. Emanet alan kişi, mal sahibi veya vekilini onlar ortada olmadığı için -veya İbnü'r-Rif'a'nın alimlerin "rehin veren kimsenin adaleti" konusundaki ifadelerinden çıkardığı sOnuca göre onlar namazın kısaltılabileceği uzaklıkta bir mesafede oldUğU için- bulamasa, emanet malı hakime verir. Yani Ezral'nin, alimlerin açık ifadesinden naklettiğine göre "hakim güvenilir ise" ona verir.

 

39. Daha doğru görüşe göre kişi, ihtiyaç dışında bir sebeple bile yolculuğa çıkıyor olsa hakimin emanet malı kabul etmesi gerekir; çünkü hakim, ortada bulunmayan kimselerin yerini alır. Yine, Maverdi'nin belirttiği üzere malı teslim aldığına dair şahit de tutar.

Şeyh Ebu Hamid şöyle demiştir: "Kişi, durumu hakime bildirip Ondan izin aldıktan sonra malı hakime götürür. Durumu bildirmeksizin malı kendiliğinden götürse tazminle yükümlü olur."

 

40. ZerkeşI'nin de belirttiği üzere, hakim, ona malı güvenilir bir kimseye vermesini emretse bunu yapmak yeterli olur, hakimin bizzat kendisinin teslim alması gerekmez.

 

41. Mal sahibi o bölgede hapiste bulunuyor olsa ve gaip olan şahıs gibi ona ulaşmak da mümkün olmasa, Kadı Ebu't-Tayyib'in belirttiğine göre onun durumu, gaib şahsın durumu gibidir. Kişinin [çeşitli sebeplerle] saklanması da hapis gibi kabul edilir; yine mal sahibinin yokluğunda vekili de ona kıyas edilir.

 

42. Ortalıkta bulunmayan şahsa borcu olan bir kimsenin borcunu veya ortalıkta bulunmayan şahsın gasp edilmiş olan malını, borçludan ve gasıptan teslim almak hakim için zorunlu değildir; çünkü bunların [borçlu ve gasıpta] kalması, mal sahibinin hakkını koruma bakımından daha iyidir; zira bu durumda söz konusu borç ve mal tazmine tabi olarak bulunmaktadır. Ayrıca zimmette bulunan borç, telefe maruz kalmaz. Hakimin bunu yapması zorunlu hale gelirse o zaman bunları alır. Ayrıca elinde bir mal bulunduran kimsenin bunu koruma altında tutması, bir zorluk doğurur.

 

43. [Yolculuğa çıkmak isteyen kimse, emanet malı vermek üzere] hakim bulamazsa veya hakim güvenilir değilse o zaman, gerek emanet bırakan şahsın gerekse başkalarının güven duyabileceği güvenilir bir kimseye malı emanet bırakır, böylece yolculuğu geciktirip de zarar görmemiş olur. İki görüşten, İbnü'l-Mulakkin'in tercih ettiği görüşe göre malı verirken şahit tutması gerekir; çünkü güvenilir olan şahıs, kendisine emanet bırakıldığını reddedebilir.

 

44. [Yolculuğa çıkmak isteyen kişi, elindeki malı başkasına emanet ederken] yukarıdaki sıralamaya uymazsa, yapması gereken şeyi terk ettiğinden dolayı tazminle yükümlü olur.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden, güvenilir şah sa malın tesliminden sonra herhangi bir sıralama olmadığı anlaşılmaktadır ki bu böyledir. EI-Kafi'de şöyle tuhaf bir görüş ileri sürülmütür: "Şayet güvenilir bir şahıs bulunmaz da kişi malı fasık bir kimseye teslim ederse, daha doğru görüşe göre tazminle yükümlü olmaz."

 

45. Bir kimse, emanet aldığı bir malı, korumak amacıyla bile olsa bir yere gömüp yolculuğa çıksa, o malın tazmin yükümlülüğünü üstlenmiş olur; çünkü malı, başkası tarafından alınmaya maruz bırakmıştır.

 

46. Yukarıdaki hüküm, emanet malın yerini bildirmediği takdirde söz konusu olur. Şayet güvenilir olan -ve er-Ravda'da belirtildiğine göre malın kendisine emanet edilmesi caiz olan- emanet malın gömüldüğü yerde oturan birine malın yerini bildirirse, malın gömüldüğü yer de öyle bir malın korunmasına uygun bir yer olsa [hüküm ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre bu durumda kişi, tazminle yükümlü olmaz; çünkü o bölgede bulunan mal, o bölgede oturan kimsenin elinde [zilyedliğinde] kabul edilir. Bu durumda kişi malı sanki diğer kişinin eline vermiş gibi olur. Bu hükmün geçerli olabilmesi için, [malın gömüldüğü bölgede] güvenilir bir hakimin bulunmaması gerekir.

 

Bundan anlaşıldığına göre metinde kastedilen, emanet malın güvenilir bir hakime teslim edilmesi veya gömüldüğü yerin bildirilmesidir. Yine malın güvenilir birine teslim edilmesi veya gömüldüğü yerin bildirilmesidir.

 

İkinci görüş

 

Bu durumda kişi tazminle yükümlü olur; çünkü burada bir teslim söz konusu olmadığından bu kişinin yaptığı şey, malı güvenilir bir kimseye emanet etmek değil yer)ni bildirmektir.

 

47. Kişi, malı gömdüğü yeri güvenilir olmakla birlikte kendisine mal emanet edilmesi caiz olmayan birine bildirirse, er-Ravda'da belirtildiğine göre tazminle yükümlü olur. Daha doğru görüşe göre bu bildirme, şahit tutma anlamına gelmez, yalnızca kişiye güven duyma anlamına gelir, bu yüzden bir kadına bildirilmesi de yeterli olur.

 

Not:  Nevevi'nin "yerini bildirse" ifadesi, güvenilir şahsın, malın gömüldüğü yeri görmesinin şart olmadığını çağnştırmaktadır. Maverc:lı bunu açık olarak ifade etmiştir.

 

Nevevi'nin "oturan" ifadesi ihtirazı bir kayıt değildir; bekçinin [malın gömüldüğü yeri] kontrol etmesi de orada oturmak gibidir.

 

Benim "[malın gömüldüğü yer] öyle bir malın korunmasına elverişli olsa" ifadem, böyle olmayan yerleri dışarıda bırakmaktadır. Bu durumda Maverdl'nin belirttiğine göre malın yerini başkasına bildirse bile tazminle yükümlü olur.

 

48. [Emanet alınan malın] tazminini gerektiren durumlardan biri de yolculuktur. Şehirde iken malı emanet alan bir kimse, yolculuğa giderken malı yanında götürse, yol güvenli bile olsa ve mal başka bir sebeple bile telef olsa, tazmin yükünü üstlenir. Bu, ikamet halindekinden daha düşük bir koruma imkanına sahip yolculuğa çıkararak kusurlu davranmak gibidir.

 

49. Malın sahibi yolculuk halindeyken başka bir yolcuya veya göç ederken başka bir göçebeye malı emanet bıraksa, mal sahibinin rızası sebebiyle [malı yanında götüren emanetçi] tazminle yükümlü olmaz. Emanet alan kişi yolculuktan geldikten sonra başka bir yolculukta malı yanında götürebilir; çünkü mal sahibi ilk olarak buna raz,ı olmuştur. Ancak ortada, mal sahibinin malın ikamet halinde iken korunmasını istediğine dair karine varsa Kadı Hüseyin ve başkalarının belirttiğine göre bu durumda emanet alan kişi malı götüremez.

 

50. Nevevi daha sonra, yolculukta birlikte götürülen emanet malın tazmine tabi olduğu şeklindeki hükümden istisna yaparak şöyle demiştir: Emanet alan kişi yolculuğa çıkmak istediğinde bir yangın, yağma, düşman saldırısı gibi bir durum meydana gelse ve bu durumda malı -yukarıda belirtilen sıralamaya uygun bir şekilde- birine verme imkanı bulamasa, bir özür söz konusu olduğu için tazminle yükümlü olmaz. Hatta malın başına bir şey geleceğinden korkarsa malı yanında götürmesi gerekli olur, götürmezse malı zayi etmiş olur.

 

Rafii ve Nevevi şöyle demiştir: "Burada şu söylenebilir: Mal geride bırakıldığında telef olma ihtimali yolculuk durumuna göre daha fazla ise kişi malı yanında götürebilir." Ezrai, Darimi'den bunu destekleyen açıklamalar nakletmiştir. Bu, yerinde bir görüştür.

 

Not:  Nevevi'nin sözünden şöyle bir anlam çıkmaktadır: "Tazminin söz konusu olmaması için iki şeyin bir arada bulunması gerekmektedir: Belirtilen özür, kişinin emaneti verebileceği bir kimsenin bulunmaması."

 

Bu, kastedilmemiştir. Kişinin malı teslim edebileceği birini bulamaması yeterlidir. Kişi, malı teslim edebileceği birini bulamadığında yangın vb. bir özür bulunmasa bile daha doğru görüşe göre malı yanında götürdü diye tazminle yükümlü olmaz. Aksi takdirde insanlar kendi işlerinden geri kalır ve emanet mal kabul etmekten uzak dururlar.

 

Yolda, korkutucu bir durum söz konusu olduğunda kişi, yanındaki malla birlikte ikamet eder.

 

Yol kesiciler saldırır da kişi, emaneti korumak amacıyla zayi olabileceği bir yere atar ve mal da zayi olursa, tazminle yükümlü olur. Aynı şekilde yol kesiciler [kervana yönelerek] geldiklerinde kişi onlardan korkarak malı gömer ve sonra da gömdüğü yeri unutursa Kadı Hüseyin ve başkalarının belirttiğine göre tazminle yükümlü olur; çünkü bu kişinin mal kendisinden alınıncaya kadar sabredip beklemesi gerekirdi. Zira bu durumda malı alan [yol kesiciler] tazminle yükümlü olacaktı.

 

51. [Malın emanet edildiği] bölgede yangın velya] düşman saldırısı olması, malın korunduğu yerin yıkılmaya yüz tutması ve orada malın nakl edilebileceği başka korunaklı bir yerin olmaması vb. diğer özürler, tazmin söz konusu olmaksızın malı başkasına emanet etmenin caiz olması bakımından yolculuk hükmündedir.

 

52. [Emanet alan kimse üzerine] tazmini gerekli kılan durumlardan biri de, kişinin [kendisinde emanet mal bulunduğunu ve bunun sahibine verilmesi gerektiğini] vasiyet etmemesidir. Bu husus Nevevt'nun şu açıklamasından anlaşılmaktadır:

 

"Kişi, korkutucu [ölümcül] bir hastalığa yakalandığında, malı sahibine veya sahibinin mutlak vekiline yahut sahibinin malı teslim alma konusundaki vekiline geri versin."

 

Ezrai şöyle demiştir: "Daha önce, vasiyetin malın üçte biri üzerinden dikkate alınacağını söylediğimiz durumların tümü, bu meselede ölümcül hastalık gibi kabul edilir."

 

Eş-Şerhu'l-Kebir ve er-Ravda'da şöyle denilmiştir: "Kişinin öldürülmek üzere hapsedilmesi de bu meselede ölüm hastalığı gibi kabul edilir."

 

Vasiyet konusunda, öldürülmek üzere hapsedilmenin ölümcül hastalık gibi olmadığı belirtilmiş ve orada bu iki konu arasındaki fark izah edilmişti.

 

53. Kişinin malı, sahibine veya vekiline geri verme imkanı yoksa, şayet bulabiliyorsa güvenilir bir hakime teslim etmesi veya teslim edilmesini vasiyet etmesi gerekir.

 

54. Güvenilir bir hakim de bulamazsa, tıpkı yolculuk yapmayı istemesi durumunda olduğu gibi güvenilir bir şahsa teslim etmesi veya teslim edilmesini vasiyet etmesi gerekir.

 

Not:

a. Benim yaptığım açıklamalar olmasa, Nevevi'nin sözünden, kişinin zikredilen üç şeyden birini yapma konusunda serbest olduğu anlamı çıkacaktı. Oysa bu, kastedilmemektedir.

 

Bunu özetle söyleyecek olursak; Kişi, emanet malı hakime teslim etme imkanı bulabilirse ona teslim etmek veya ona teslim edilmesini vasiyet etmek arasında muhayyerdir. Bunu yapma imkanı yoksa güvenilir bir kimseye malı teslim etmek veya teslim edilmesini vasiyet etmek arasında muhayyerdir. Nevevi, daha önce, ancak ve ancak hakim bulunmadığında güvenilir bir kimseye malı emanet edebileceğini belirttiği için burada zikretme gereği duymamıştır.

 

b. Burada vasiyet etmekten kasıt kendisinde emanet mal olduğunu bildirerek, onu diğer mallardan ayırt edecek özelliklerini zikretmesi veya malı elinden çıkarmaksızın malın kendisini göstermesi, öldüğü takdirde malın sahibine verilmesini istemesidir. Rafi!'nin Gazali'den aktardığına göre bunun yanında şahit tutması da zorunludur. Nevevi er-Ravda'da bunu zikretmemiş, el-Kifaye adlı eserde ise bu, tek görüş olarak ortaya konulmuştur. Buna göre, kişi yalnızca "benim elimde bir emanet mal var" demiş olsa, vasiyet yapmamış gibi kabul edilir. "Elimde falanın bir elbisesi var" diyerek malın cinsini belirtse, bu kişinin terikesi içinde başka elbiseler de bulunsa, açıklama konusunda kusurlu davrandığı için tazminle yükümlü olur. Terikede yalnızca bir tane elbise bulunsa, daha doğru görüşe göre yine tazminle yükümlü olur. Bu elbise, emanet bırakan şahsa verilmez. [Zayıf] bir görüşe göre ise mevcut elbise emanet malolarak kabul edilir.

 

55. Kişi, yukarıda belirtilen fiillerin hiçbirini yapmazsa, kusurlu davranmış sayılacağından tazminle yükümlü olur; çünkü emanet malı, telef olmaya maruz bırakmıştır. Zira [emanet alan kişi bunu yapmadığında] mirasçı, onun zilyedliğine güvenerek malın kendisine ait olduğunu iddia eder. Emanet alan kişi malı fasık bir kimseye vasiyet ettiğinde veya ona emanet ettiğinde de hüküm böyledir.

 

Not:

a. Vasiyet ve emanet bırakma söz konusu olmaksızın kişinin tazminle yükümlü olması, mal, kişinin ölümünden sonra telef olursa olur. Daha önce telef olursa, kişi tazminle yü- G kümlü olmaz. Cüveyni bunu açık olarak ifade etmiş, Subki de bu görüşe meyletmiştir. Bunun gerekçesi şudur: Ölüm de [emanet mal açısından] kişinin yolculuğa çıkması gibidir, tazmin ancak onunla gerçekleşir. İtimad edilmesi gereken görüş budur.

 

İsnevı ise şöyle demiştir: "Kişi, ölüm hastalığına yakalandığı anda tazminle yükümlü olur.

Mal, onun hastalığı esnasında veya iyileştikten sonra bir afet sonucu telef olsa bile -tıpkı diğer kusurlu davranışlarda olduğu gibi- tazminle yükümlü olur."

 

Bu hüküm de hakim dışındakiler için geçerlidir. Hakime gelince, o öldüğünde yetimin malı onun terikesi içinde mevcut değil ise bunu vasiyet etmemiş olsa bile tazminle yükümlü olmaz; çünkü o, diğer güvenilir sayılan kimselerden farklı olarak din tarafından "güvenilir şahıs" olarak kabul edilmiştir. Ayrıca hakimin velayeti geneldir. Bunu İbnü'sSalah belirterek sözlerine şöyle devam etmiştir: "Hakim, ancak ihmalkar davranırsa tazminle yükümlü olur."

 

Subki şöyle demiştir: "İbnü's-Salah'ın bu ifadesi, ölüm hastalığından dolayı ölmüş olsa bile vasiyette bulunmayan kişinin ihmalkar sayılmayacağına dair açık bir ifadedir. Konuyla ilgili bir görüş budur. Bana göre bu açıklama güvenilir hakim ile ilgilidir. Bu konuda MaverdI' den açık ifade nakledilmiştir. Bunun dışındakiler ise kesinlikle tazminle yükümlü olur."

 

b. Rafil'nin ifadelerinden çıkan sonuca göre yukarıda belirtilen durumlarda tazmin, akitten kaynaklanan değil emredilen şeyi terk etmekten kaynaklanan "haksız fiil tazmini"dir.

 

56. Kişi aniden ölmesi veya suikaste kurban gitmesi sebebiyle vasiyet edecek imkanı bulmadan ölmüş olursa, kusurlu bir davranışı söz konusu olmadığından tazminle yükümlü olmaz.

 

Not:

a. [Son maddede yer alan] bu istisna, önceki ile bağlantası olmayan [muntakı] bir istisnadır. Çünkü burada istisna edilen husus, "kişi korkutucu bir hastalığa yakalandığında" ifadesinin kapsamında yer almamaktadır.

 

b. [Emanet alan kişi, elinde emanet olan malı] vasiyet etmemiş olsa, malın sahibi onun kusurlu davrandığını iddia ettiği halde mirasçı "mal, kusurlu davranışın kendisine nispet edilmesinden önce telef olmuş olabilir" demiş olsa, Cüveyni'nin belirttiği ve Rafii ile Nevevi'nin de onayladıklan üzere [ölen kişinin] zimmeti, [tazminat borcundan] berı olur.

 

İsnevi şöyle demiştir: "Cüveynı bu görüşü, mirasçının kusurlu davranışın ölen şahsa nispet edilmesinden önce malın kendiliğinden telef olduğunu kesin olarak belirtmesi haline özgü olarak söylemiştir. Şayet malın telef olmasının, kusurlu davranışın ona nispet edilmesinden önce gerçekleşmiş olması ihtimali varsa, Cüveynı bu durumda tazminat ödeneceği görüşünü sahih kabul etmiştir."

 

Hocamız Zekeriya el-Ensarı bunu da kesin durumlardan biri olarak kabul etmiş, mirasçının kesin olmayan görüş belirtmesini şu şekilde tasvir etmiştir: "Malın emanet bırakıldığını biliyorum, ancak durumun nasılolduğunu kendim bizzat görmedim. Malın emanet hükmünde iken telef olmuş olmasına ihtimal veriyorum. Murisim herhangi bir vasiyette bulunmadı." Bu durumda ölen şahıs tazminle yükümlü olur; çünkü mirasçı, tazmini kaldıran bir gerekçe iddia etmemiştir.

 

Subki, "malın telef olduğu" ve "malın geri verildiği" konusunda emanet alan kişinin iddiasının bir delil olmadıkça kabul edilmeyeceği görüşünü doğru kabul etmiştir. Diğer güvenilir şahıslar da bu konuda emanet alan şahısla aynı hükme tabidir.

 

İbnü's-Salah şöyle fetva vermiştir: "Mudarebe akdinde sermayeyi işleten şahıs öldüğünde, geride bıraktığı mallar arasında mudarebe malı yoksa tazminle yükümlü olur. Bu şahsın tazminle yükümlü olması, emanet alan şahsın tazminle yükümlü olmasından daha önceliklidir; çünkü mudarebe malının aksine, emanet alan kişinin emanet mal üzerinde tasarruf ta bulunma yetkisi yoktur.

 

57. Emanet alan şahsın [emanet malı] tazmin etmesini gerektiren arızı durumlardan birisi de, emanet malı, bulunduğu mahalle veya evden, korunaklılık bakımından daha düşük seviyedeki bir mahalle veya eve nakletmesidir.

 

58. Nevevi'nin, herhangi bir kayıt belirtmeksizin zikrettiği ifadeden şu anlaşılmaktadır:

Malın nakledildiği yer, normalde öyle bir malın korunduğu bir yer bile olsa böyledir. Çünkü kişi böyle yapmakla, telef olmaya maruz bırakmıştır. Mal sahibi ister malı nakletmeyi yasaklamış olsun, ister malın korunması için o mahalleyi tayin etmiş olsun isterse akdi mutlak yapsın hüküm değişmez. Malın nakledildiği mahalle veya ev, daha öncekilerden uzakta olsun veya yolculuğa gerek olmayacak ve korkmayı gerektirmeyecek kadar yakın olsun hüküm böyledir.

 

59. Nevevi'nin mutlak ifadesinin kapsamından şu husus istisna edilir: Kişi, emanet malı kendi malı zannederek bulunduğu yerden nakletse -el-Kifaye'de belirtildiğine göre- tazminle yükümlü olmaz. Şu durum farklıdır: Kişi, emanet aldığı malı kendi malı zannederek kullansa da mal telef olsa tazminle yükümlü olur. Rafii ve Nevevi, bu hükmü, gasp bölümünün başında Cüveynı' den nakletmişler ve kendileri de bunu onaylamışlardır.

 

60. Emanet malın nakledildiği mahalle veya ev korunaklılık bakımından eşit seviyede olsa veya daha korunaklı olsa, kişi kusurlu bir davranışta bulunmuş olmadığından tazminle yükümlü olmaz.

 

61. "Ev" ifadesi, bir evin veya hanın içindeki bir bölümden başka bir bölüme nakletmeyi dışarıda bırakmaktadır ki bu durumda -ilk bölüm daha korunaklı olsa bile- tazmin gerekmez. Bunu Beğavı belirtmiştir.

 

62. Emanet bırakılan parayı bir cüzdan veya sandıktan, emanet alan şah sa ait diğer bir cüzdan veya sandığa nakletmenin hükmü de evden eve nakletmenin hükmü gibidir. Şayet ikinci sandık veya cüzdan mal sahibine ait ise, emanet alan kişinin yalnızca nakletme şeklindeki tasarrufu tazmin sebebi değildir. Ancak mührü kopartma veya kilidi açma durumu söz konusu ise daha doğru görüşe göre kişi tazminle yükümlü olur.

 

Not:  Tazminin olmaması hükmünden bazı meseleler istisna edilir. Bunlar arasında şu meseleleri zikredebiliriz.

 

> Kişi, yolun korkutucu olduğu [güvenli olmadığı] durumda naklederse,

> Mal sahibi, malın nakledilmesini yasakladığı halde, bir özür yokken naklederse,

> Malın nakledildiği evin yıkılması vb. bir sebebe bağlı olarak mal nakil sebebiyle telef olursa,

 

> Rafii, malın nakledildiği evden çalınmasını da tıpkı evin yıkılması gibi [tazmin sebebi olarak] görmüştür. Bunu Beğavı ve Mütevelll söylemiştir.

 

> Malın ilk bulunduğu yerin mülkiyet, kira veya ödünç alma gibi tasarruHara bağlı olarak mal sahibine ait olduğu halde malın telef olma korkusu olmaksızın mal -velev ki daha güvenli bile olsa- başka bir yere nakledilirse,

 

Bu durumların tümünde, emanet alan kişi tazminle yükümlü olur.

 

63. Tazmini gerektiren arızi durumlardan biri de, emanet alan kişinin, malı telef edebilecek durumlara karşı malı savunmamasıdır. Çünkü emanet alan kişi gücü ölçüsünde malı savunmakla yükümlüdür; zira bu, malın korunması kapsamında bir faaliyettir.

 

Not:  Şu durum, yukarıdaki hükümden istisna edilir: Emanet alan kişinin malı koruduğu mekanda bir yangın meydana gelse ve o derhal mekandaki malları boşaltsa, bu esnada emanet mal yansa, tazminle yükümlü olmaz. Yine kişi, yalnızca emanet malların bulunduğu bir mekanda çıkan yangın sebebiyle o malları boşaltma konusunda acele etse, boşaltmaya yetişemediği mallar yanmış olsa bunları tazminle yükümlü olmaz. Bu hüküm, erRavda ve eş-Şerhu'l-Kebir'in bu konuya ilişkin son bölümünde Kaffal' den nakledilmiştir.

 

64. [Yukarıdaki maddede yer alan hüküm sebebiyle] bir hayvan sahibi hayvanını bir şahsa emanet etse, emanet alan kişi hayvanın ölümüne yol açabilecek bir süre zarfında ona yem vermeyi veya sulamayı terk etse, -er-Ravda ve eş-Şerhu'l-Kebir'de belirtildiğine göre- hayvan ölmemiş olsa bile tazminle yükümlü olur. Nevevi bunu Beğavı'nin bir nüktesi olarak aktarmıştır.

 

65. [Yukarıdaki meselede] hayvan sahibi hayvanın yemlenmesini ve sulanmasını istemiş olsa da olmasa da [emanet alan kişi] tazminle yükümlü olur; çünkü haksız bir davranışta bulunmuştur. Zira onun, Allah hakkı olarak bunu yapması gerekir. Emaneti kabul etmek suretiyle üstlenmiş olduğu koruma görevi ancak bununla yerine getirilebilir.

 

66. Bu süre hayvanlara göre farklılık gösterir. Bu konuda bilirkişilerin görüşlerine başvurulur. Hayvan, süre dolmadan önce ölürse, emanet alan kişi tazminle yükümlü olmaz.

Ancak hayvanın önceden aç veya susuz olduğunu emanet alan kişi biliyorsa -er-Ravda ve eşŞerhu'l-Kebir'deki ifadelerden anlaşıldığına göre- tazminle yükümlü olur. Bir görüşe göre bu durumda söz konusu sürenin payına düşen miktarı öder. İbnü'l-Mukrı bunu tercih etmiştir; çünkü burada hayvan iki şeye bağlı olarak ölmüştür. Şu hüküm, ilk görüşü desteklemektedir: Bir kimse, bir şahsın önceden beri aç ve susuz olduğunu bildiği halde onun yiyecek veya içecek elde etmesini engelleyerek ölümüne sebep olsa, insanın diyetinin tümünü tazmin eder.

 

67. Hayvan sahibi, emanet alan şahsın hayvana bir şey yedirmesini veya içi rmesi ni yasaklar ve hayvan da bu yüzden ölürse, doğru görüşe göre, hayvan sahibi [böyle bir yasak koyarak bir anlamda] hayvanın telef edilmesine izin verdiğinden emanet alan kişinin tazmin yükümlülüğü yoktur. Bu, "hayvanımı öldür!" deyip de karşı tarafın öldürmesi gibidir.

Diğer görüşe göre ise emanet alan şahıs tazminle yükümlü olur; çünkü din tarafından yapılması gerekli kılınan bir şey hususunda mal sahibinin bunu yasaklamasının bir hükmü

yoktur.

 

Not:  Hayvan, başkasının mülkü olsa, mesela hayvanı, tasarrufları kısıtlanmış olan şahsın velisi emanet bıraksa, Zerkeşi'nin belirttiğine göre bu kişinin [hayvana yem ve su verilmesini] yasaklaması, yok hükmündedir. Ezrai bu konuda Zerkeşi' den önce görüş belirtmiş ve bunu "emanet alan şahsın durumu bilmesi halinde" şeklinde kayıtlamıştır. Yani bu durumda tazminat veli üzerinde karar kılar. Emanet alan şahıs durumu biliyorsa mutlak olarak tazminle yükümlü olur. Bu, bana göre de böyledir.

 

Tazminin gerekli olup olmadığı konusunda belirtilen görüş ayrılığı, metinde belirtildiği gibidir. Meseleye günah açısından bakarsak; burada kişinin günaha girdiğinde hiçbir görüş ayrılığı yoktur; çünkü can, dokunulmazdır. Bu durumda emanet alan kişinin hakime başvurması gerekir ki hakim hayvan sahibi mevcut ise onu hayvanı yemI em e ve sulamaya zorlar. Mevcut değilse emanet alan şahsın hayvan için harcama yapmasına ve daha sonra mal sahibinden bunu tahsil etmesine izin verir.

 

Yukarıdaki hükümler, hayvan sahibinin bir gerekçeye bağlı olmaksızın hayvana bir şey yedirme ve içirmeyi yasaklaması durumunda geçerlidir. Bir gerekçe var ise örneğin hayvanda kulunç veya hazımsızlık gibi bir hastalık söz konusu ise, emanet alan şahsın bu yasağa riayet etmesi gerekir. Buna aykırı davranır da hastalık sona ermeden önce hayvanı yedirir veya sularsa tazminle yükümlü olur. Nevevi ve Rafii bunu mutlak olarak belirtmiştir.

İbn Şehbe "tazmin hükmünün, kişinin hayvanın hastalığını bilmesi haliyle sınırlandırılması uygun olur" demiştir.

 

68. Hayvan sahibi, emanet bıraktığı kişiye [hayvanın yemesi için] yem vermiş ve hayvana bir şey yedirilmesini yasaklamamışsa, daha doğru görüşe göre emanet alan kişi yemi hayvana yedirir. Hayvana o yemden yedirmesi caizdir. Hayvan sahibi yem bırakmamışsa, emanet alan kişi ona veya vekiline başvurarak ya hayvanı geri almasını veya hayvanın yemini vermesini yahut da hayvanı bizzat yemlemesini ondan talep eder. Hayvan sahibi veya vekili ortada yoksa hakime başvurur. Hakim hayvan sahibi adına borç alır veya hayvanı kiraya vererek elde edilecek geliri hayvanın masrafları için kullanır. Yahut da gerek görürse hayvanın bir hissesini veya bütününü satar.

 

Cüveyni şöyle demiştir: Emanet alan şahsın hayvana yedirmesi gereken yem miktarı onu telef olmaktan veya kusurlu hale gelmekten koruyacak kadardır. Hayvanı şişmanlatacak kadar değiL.

 

69. Kişi hakimi bulamazsa hayvanı kendiliğinden [kendi cebinden yapacağı masrafla] yemlendirir ve ödediğini daha sonra geri alabilmek için buna dair şahit tutar. Şahit tutmazsa -tıpkı devesini kira-' ya veren deve sahibinin kaçması meselesinde olduğu gibi- iki görüş içinden mutemed olan görüşe göre yaptığı harcamayı geri alamaz. Ancak kişi hayvanı emanet alan kişi çobansa, ZerkeşI' "hayvan için güven söz konusu ise hayvanı otlatmak üzere salar. [Buna rağmen hayvanı otlatmayıp yem satın almak için] harcama yaparsa, ödediğini geri alamaz." Yani hayvanı dışarıda otlatması mümkün olduğu halde bunu yaparsa böyledir, aksi takdirde ödediğini geri alır.

 

70. Hayvanı emanet alan kişi, hayvanı dışarı çıkarmanın caiz olduğu durumda güvenilir bir şahısla birlikte sulamaya veya yem yedirmeye gönderse, daha doğru görüşe göre bu konuda örf bulunması sebebiyle tazminle yükümlü olmaz. Diğer görüşe göre ise tazminle yükümlü olur; çünkü hayvanı güvenli olduğu yerden çıkarıp hayvan sahibinin emanet etmediği bir kimsenin eline vermiştir.

 

Not:  Görüş ayrılığı, belirtildiği üzere hayvanın kendisiyle birlikte gönderildiği şahsın güvenilir olduğu ve ortada bir korku olmadığı, emanet alan şahsın kendi hayvanlarını sulamak üzere dışarı Çlkarmadığı veya hayvanlarını bizzat sulama adeti bulunduğu duruma özgüdür. Şayet hayvanın kendisiyle birlikte gönderildi ği kişi güvenilir değilse, bir korku durumu söz konusu ise gönderen şahıs kesin olarak tazminle yükümlü olur. Yine kendi hayvanlarını sulamak için çıkarıyor veya başkasıyla götürüyorsa o zaman kesinlikle tazminle yükümlü olmaz.

 

71. Nevevi'nin "hayvan" ifadesi şunu çağrıştırmaktadır: "Kişi hurmalığını emanet ettiği kişiden hurma ağaçlarına su vermesini istemese, o da su vermese tazminle yükümlü olmaz." Er-Ravda ve eşŞerhu'l-Kebir' de tercih belirtilmeksizin zikredilen iki görüş içinden biri bu olup Ezrai bunu sahih kabul etmiş, bununla hayvan sulama arasında "canın saygınlığı" yönünden ayrım yaparak şöyle demiştir: "Bu iki görüş, hurma ağaçlarının damarlarıyla suyu çekmediği ve emanet bırakan kişinin de sulamayı yasaklamadığı duruma özgüdür.

 

72. Kişi emanet olarak buğday veya pirinç gibi [kuru gıdalardan bir] yiyecek maddesi bıraksa, bu gıda güvelense, sahibine geri vermesi gerekir. Geri vermesi mümkün değilse hakim bunu satar. el-Envar'da belirtildiğine göre kişi hakim bulamazsa bizzat kendisi satar ve buna dair şahit tutar.

 

73. Bir kimse bir han sahibinin yanına -mesela- eşeğini bırakarak ona "buna göz kulak ol da dışarı çıkmasın" dese, han sahibi hayvana göz kulak olmasına rağmen o başka işlerle ilgilenip gafil olduğu bir esnada eşek dışarı çıksa tazminle yükümlü olmaz; çünkü adet olduğu üzere malı koruma konusunda kusurlu davranmamıştır.

 

74. Emanet alan kişinin; yün, hayvan kılı ve tüyü veya ipek, yün ve keçe karışımından yapılmış elbiseyi -yahut elbise olarak isimlendirilmese bile halıyı veya örtüyü- güvelenmesin diye havalandırması gerekir.

 

Yine insan kokusu sinip güvelenmemesi için giyilmesi gereken elbiseyi, şayet kendisine oluyorsa giymesi gerekir. Bunu yapmaz da elbise bozulursa -elbisenin sahibi bunu talep etmiş olsun ya da olmasın- tazminle yükümlü olur.

 

Elbise sahibi bunu yapmasını yasaklarsa veya örneğin elbise bir kilitli bir kutuda bulunduğundan emanet alan şahıs durumu bilmiyorsa tazmin söz konusu olmaz.

 

Dar, küçük vb. özellikte olup da kişiye uygun olmayan elbiseye gelince, emanet alan kişi bu amaçla elbisenin kendisine olacağı bir kimseye onu giydirir ve elbiseyi gözetim altında tutar.

 

Elbise, kendisinin giymesi caiz olmayan bir elbise ise, örneğin çoğunluğu ipek olan yün ve ipek karışımı bir elbise olur da bu elbiseyi giymesi caiz olan birini bulamazsa veya bulmakla birlikte o kişi bunu ancak ücretle yapmaya razı olursa, emanet alan kişinin kendisinin bunu giymesi caiz olur mu? Buna temas eden birini görmedim. Bana göre bu caizdir.

 

75. Yün elbise çok olup, bunu giymek, karşılığında ücret verilmesi gereken uzun bir zamana tekabül etse, emanet alan kişi, kendisi için ücret tayininde bulunsun diye durumu hakime taşır mı? Buna temas edeni de görmedim. Bana göre emanet alan kişi bunu yapabilir; çünkü emanet malı korumada olduğu gibi kişinin kendi emeğini karşılık almaksızın harcaması onun üzerine gerekli değildir.

 

76. Ezrai şöyle demiştir: Emanet alınan hayvanın uzun süre bekletilmesi sebebiyle kötürüm kalmasından korkulursa hayvanı yürütmek ve dolaştırmak da tıpkı emanet alınan yünü yaymak gibidir. Zerkeş! bunu bir örnek olarak vermiş ve genel kuralı, "emanet alınan malın bozulmasından korkmak" şeklinde belirlemiştir.

 

77. Emanet alan kişinin tazminle yükümlü olduğu arıZ! durumlardan biri de emanet aldığı malı koruma işinden yüz çevirmesi ve malın da bu yüzden telef olmasıdır. Bu durumda tazminle yükümlü olur; çünkü malın telef olması, emanet alan kişinin akde aykırı davranışından kaynaklanmıştır.

 

78. Emanet alan kişi malı korumayı terk etse, örneğin emanet bırakan kişi "emanetin içinde yer aldığı sandığın üzerinde uyuma!" dediği halde kişi sandığın üzerine yatsa ve sandık onun ağırlığından dolayı kırılsa, sandığın içindeki mal da telef olsa, telefi doğuran bu aykırı hareketi sebebiyle emanet alan kişi tazminle yükümlü olur. Emanet mal örneğin hırsızlık gibi kırılma dışında bir sebeple telef olsa, doğru görüşe göre kişi tazminle yükümlü olmaz; çünkü bu kişi [emanet edilen malın üzerinde uyuyarak] fazladan bir iyilik yapmış, telef işlemi de onun yaptığı bu fiilden kaynaklanmamıştır. Diğer görüşe göre ise tazminle yükümlü olur; çünkü sandığın üzerine yatması, hırsızlara sandıkta değerli bir şeyolduğu intibaını vermekte olup o kişi bu sebeple malı çalmaya yönelmiştir.

 

Not:  Yukarıdaki meseledeki hüküm, kişi korunaklı bir evde olduğu halde hırsızın malı çalması durumu ile ilgilidir. Hırsız, emanet malı açık alanda sandığın bir yanından çalsa, örneğin emanet alan kişi sandığın üzerinde uyumayıp da öbür yanda uyusaydı hırsız malı çalamayacak durumda olsa tazminle yükümlü olur; çünkü sandığın üzerinde uyumak suretiyle sandığın diğer yanını boşta bırakmıştır. Şayet orada uyumuş olsaydı hırsız muhtemelen çalamayacaktı. Ancak mal, başka yönden çalınırsa o zaman [kişi tazminle yükümlü olmaz.]

 

79. Mal[ını sandık içinde emanet eden mal] sahibi, emanet alan şahsa;

 

> "Bu sandığa kilit vurma!" dediği halde emanet alan kişi sandığı kilitlese,

> "Bu sandığa yalnızca bir kilit vur!" dediği halde emanet alan kişi sandığa iki kilit vursa,

> "Bu sandığa iki kilit vurma" veya "evin kapısını kapatma" dediği halde emanet alan kişi sandığa iki kilit vursa veya evin kapısını kapatsa,

 

Daha doğru görüşe göre bu durumlarda emanet alan kişi tazminle yükümlü olmaz; çünkü emanet alan şahıs bunları yapmakla ihtiyata daha çok riayet etmiş olur.

 

Diğer bir görüşe göre ise tazminle yükümlü olur; çünkü [çok kilit vurup dikkat çekmek suretiyle] hırsızı [çalmaya] teşvik etmiştir.

 

Not:  EI-Muin adlı eserin yazarının dediği üzere yukarıdaki görüş ayrılığı, örf ve adette bu fiillerin yapılmasının söz konusu olmadığı bölgelere özgüdür. Aksi takdirde emanet alan kişi kesinlikle tazminle yükümlü olmaz.

 

80. [Bir şahsa emanet olarak dirhemlerini bırakan kişi ona] "dirhemleri elbisenin yenine bağla!" dediği halde o kişi dirhemleri elinde tutsa ve dirhemler telef olsa [hüküm ne olur? Bu konuda mezhepte farklı rivayetler söz konusudur:]

 

Birinci rivayet

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre dirhemler, kişinin uyuması ve [ya] unutmasl sonucunda zayi olsa, malın telef olması onun vedia akdine aykırı davranmasından kaynaklandığı için tazminle yükümlü olur; çünkü dirhemler elbisenin yenine bağlı olmuş olsaydı, bu sebeple zayi olmamış olurdu. Şayet dirhemler bir kimsenin gasp ederek alması sonucu telef olursa, emanet alan kişi tazminle yükümlü olmaz; çünkü bu durumda dirhemlerin elde bulunması gaspı daha iyi önler.

 

İkinci rivayet

 

Bu konuda mutlak olarak tazminle yükümlü olduğu ve tazminle yükümlü olmadığı konusunda İmam Şafiı'ye ait iki görüş bulunmaktadır.

 

Üçüncü rivayet

 

Kişi dirhemleri yalnızca elinde tutmakla yetinirse tazminle yükümlü olur. Dirhemleri elbisenin yenine bağladıktan sonra eliyle tutarsa tazminle yükümlü olmaz.

 

81. İlk rivayet esas alındığında, kişi, mal sahibinin isteğine uygun davranarak dirhemleri elbisenin yenine bağladıktan sonra ayrıca bunları eliyle tutmakla da yükümlü tutulamaz.

Dirhemleri elbisenin yenine dış taraftan bağlamış olur da bir yankesici orayı keserek dirhemleri alırsa tazminle yükümlü olur; çünkü bu, yankesicilere dirhemlerin yerini göstermek, dikkat çekmek ve tahrik etmek anlamına gelir. Zira onu kesmek veya çözmek bu durumda kolayolur. Kişi, bağlama konusunda ihtiyata riayet ettiği halde düğümün çözülmesi sonucu kendiliğinden sarkıp düşerek zayi olursa tazmin söz konusu olmaz; çünkü düğüm çözüldüğünde, emanet mal kişinin eline düşer.

 

Kişi, dirhemleri elbisenin yenine içeriden bağladığında hüküm bunun aksi olur. Yani düğüm çözülürse tazminle yükümlü olur; çünkü burada çözülme halinde paralar saçılır. Bu durumda iken bir yankesici paraları alırsa, ona yol gösterip dikkat çekme söz konusu olmadığından tazmin söz konusu olmaz.

 

Şöyle bir itiraz yöneltilebilir: Kişiden istenen şey sadece dirhemleri n elbisenin yenine bağlanmasıdır. Kişi de bunu yapmıştır. Burada dirhemlerin nasıl telef olduğu dikkate alınmaz. Ancak kişi kendisinden istenen şeyi bırakıp başka bir şey yapar da telef bu sebeple gerçekleşirse o zaman durum farklı olur.

 

Buna şöyle cevap verilir: Bağlama nasıl farz edilirse edilsin tek başına yeterli değildir. Bunun yanında bağlamanın korumayı da sağlaması gerekir. Bu sebepledir ki kişi "bağlama" sözcüğü sağlam olarak bağlamayı da başka türlü bağlamayı da içerse bile sağlam olmayan bir şekilde bağlamış olsa tazminle yükümlü olur.

 

Şu söylenebilir: Kişi "emanet malı bu evde koru!" dese, kişi de malı o evin köşelerinden birine koysa, evin göçmesi sonucu mal telef olsa kişi tazminle yükümlü olmaz. Burada "mal evin diğer köşesinde olsaydı kurtulurdu. [Bu sebeple emanet alan şahıs tazminle yükümlü olmalıdır]" denilmez.

 

Buna şöyle cevap verilir: "Ev" sözcüğü evin bütün köşelerini kapsar. Emanet malın evin hangi köşesine konulacağı konusunda örfte bir belirleme söz konusu değildir.

 

82. Zerkeşi'nin belirttiğine göre kişinin üzerinde iki gömlek bulunsa, kişi aldığı dirhemleri alttakine bağlasa, elbisenin yenine içeriden de bağlasa dışarıdan da bağlasa tazminle yükümlü olmaz; çünkü burada yukarıda belirtilen gerekçe söz konusu değildir.

 

83. Kişi, emanet aldığı paraları elbisesinin yenine bağlamak yerine yan tarafında veya göğüs kısmında bulunan cebe koysa, daha doğru görüşe göre tazminle yükümlü olmaz; çünkü böyle yapmak daha korunaklıdır. Ancak cep geniş ve düğmesiz ise o zaman buradan para kolayca alınabileceği için tazminle yükümlü olur. [Zayıf]

bir görüşe göre ise emre aykırı hareket ettiğinden mutlak olarak O

tazminle yükümlü olur.

 

84. Yukarıdakinin aksi durumda yani, mal sahibi, para emanet ettiği kişiden bunu cebinde korumasını istediği halde o kişi bunu elbisesinin yenine bağlasa, kesin olarak tazminle yükümlü olur; çünkü cep, daha korunaklıdır. Zira elbisenin yeni sarkarak paranın düşmesine sebep olabilir.

 

85. Bir kimse bir başkasına çarşıda iken paralarını emanet olarak verip bunların nasıl korunacağına dair herhangi bir şart ileri sürmese, paraları alan kişi de bunları mesela elbisesinin yenine -veya Kadı Hüseyin'in belirttiğine göre beline- yahut uç kısmına bağlasa, tazminle yükümlü olmaz; çünkü paraları koruma konusunda ihtiyata riayet etmiştir. Ancak cebi geniş ve düğmesiz ise buradan paraları elle almak kolayolduğundan tazminle yükümlü olur.

 

Maverdi şöyle demiştir: Aynı şekilde kişinin cebi delik olur da kişi bunu bilmeden parayı koyar ve para düşerse, yahut paraları cebe koyduğunu zannederek iki elbisenin arasına koysa ve düşse tazminle yükümlü olur.

 

El-Kafi adlı eserin gasp bölümünde şöyle denilmiştir: "Kişi paraları koyduğu esnada cepte delik varsa tazminle yükümlü olur. Delik sonradan meydana gelirse tazminle yükümlü olmaz."

 

Not:

a. Nevevi'nin ifadesinden şöyle bir anlam çıkmaktadır: "Kişi, elinde tutmaksızın yalnızca bağlamakla yetinse bile tazminle yükümlü olur."

 

Er-Ravda ve eş-Şerhu'l-kebır'de şöyle denilmiştir: Daha önce geçenlere kıyasla burada da bağlamanın nasılolduğuna ve telefin nasıl gerçekleştiğine bakmak gerekir.

 

b. Kişi paraları elbisenin yenine bağlamaksızın koysa ve para düşse bakılır: Paralar hissedilmeyecek kadar hafif ise koruma konusunda ihmalkar davrandığı için tazminle yükümlü olur. Paralar hissedilecek kadar ağırsa tazminle yükümlü olmaz. Bu görüşü Maverdı ortaya koymuştur. Bu hüküm, paraların düşmesinin onun fiili ile olmaması halinde geçerlidir. Şayet kişi elbisenin kol kısmını -yanlışlıkla bile olsun- sallar da paralar bu sebeple düşmüş olursa tazminle yükümlü olur. Bunu Kadı Hüseyin belirtmiştir.

 

c. Kişi, paraları sarığın dolama kısmına bağlamaksızın koysa tazminle yükümlü olur.

 

d. Metindeki "çarşı" ifadesi, kişinin parayı evde vererek "bunları evde koru!" demesi durumunu dışarıda bırakmaktadır. Zira bu durumda kişinin parayı derhal koruma altına alması gerekir. Şayet bir engel yokken gecikirse tazminle yükümlü olur. Kişi parayı evde saklamaz da elbisesinin yeninde bağlar veya kol kısmına kaburga kemiklerine bakan kısmından olmaksızın düğümler ve bu şekilde dışarı çıkarsa, yahut dışarı çıkmamakla birlikte parayı evde koruma imkanı varken bunu yaparsa tazminle yükümlü olur; çünkü ev, paranın korunmasına daha elverişlidir. Kişi parayı, elbisesinin kaburga kemiklerine temas eden bölümünde kolunun iç kısmına koyarsa tazminle yükümlü olmaz; çünkü burası, eve göre daha korunaklıdır.

 

e. Rafii şöyle demiştir:

 

Alimlerin meseleyi, mal sahibinin "bu malı evde koru!" demesi durumu ile sınırlamalarından şu anlaşılmaktadır: "Kişi bunu söylemezse, emanet alan şahıs parayı elbisesine bağlayarak dışarı çıkarabilir." Bu konuda en uygun olanı örfü esas almaktır.

 

Bana göre de böyledir.

 

86. Kişi kendisine emanet edilen paraları elinde tutarken bunları bir kimse gasp ederse tazminle yükümlü olmaz. Bir gaflet veya uyku sebebiyle paralar telef olursa, kusurlu davranmış olduğundan tazminle yükümlü olur.

 

87. Bir kimse bir malını çarşıda iken bir şah sa emanet etse ve ona "bunu evde koru!" demiş olsa, emanet alan kimse derhal eve gidip malı orada koruma altına alsın. Özürsüz yere eve gitmeyi geciktirirse, ihmalkarlığı sebebiyle tazminle yükümlü olur ..

 

Subki şöyle demiştir: Emanet edilen malın değerli olup olmadığı, kişinin eve gitmek- te çok gecikip gecikmediği değişken bir husustur. Bu konuda örf esas alınmalıdır.

 

Farıkı şöyle demiştir: Ticaret vb. işlerle meşgulolması sebebiyle çarşıda belirli bir vakte kadar bekleme konusunda adeti bulunan bir kimse, eve gitmeyi o vakte kadar geciktirdiğinde tazminle yükümlü olmaz. Şayet çarşıda bekleme gibi bir adeti ve belirli bir sürede eve gitme konusunda bir adeti bulunmayan kimse eve gitmeyi geciktirirse tazminle yükümlü olur. Bu, emanet mal bırakan kimsenin, herhangi bir kayıt koymaksızın talepte bulunması halinde geçerlidir. Şayet o, "bu malı şu an evinde koru!" der ve diğer şahıs da emaneti kabul ederse, [eve gitmeyi geciktirdiğinde] mutlak olarak tazminle yükümlü olur.

 

Ezrai şöyle demiştir: Bu hüküm, örf açısından akla yatkındır. Ancak eş-Şamil, Ruyani'nin el-Hilye adlı eseri ve diğer kitaplarda İmam Şafii'nin ifadesi olarak muhalefetsiz nakledilen hüküm bunu reddetmektedir. Zira bu alimler şöyle demiştir: "Kişi dükkanında iken, emanet verdiği şahsa, "bunu evine götür" dese, emanet alan kişinin derhal kalkarak malı evine götürmesi gerekir. İmkan bulunduğu halde malı dükkanında bırakır da eve götürmezse tazminle yükümlü olur."

 

İtimad edilen görüş de budur. Burada, emanet alan kişinin kendi adeti dikkate alınmaz; çünkü emanet mal alarak kendini bağlayan odur. Bu yüzden bazıları şöyle demişlerdir:

 

Üç harf kötüdür: Tazminatın "f'si, Talakın "t"si, Emanetin "e" si. -----------(Bu cümle, kitapta yer alan Arapça ifadenin Türkçe'ye uyarlanmış halidir. Arapça aslı şu şekildedir: "Üç harf kötüdür: Daman'ın (tazminatın) dad harfi, Talakın "tı" harfi, vedianın "vav" harfi."

 

88. Mal sahibi, "bunu sağ elinde koru!" dese, emanet alan kişi malı sol elinde korusa tazminle yükümlü olur. Aksi durumda ise tazminle yükümlü olmaz; çünkü sağ el daha korunaklıdır. Zira genellikle sağ el daha çok kullanılır.

 

Ezrai "ancak mal telef olursa, emre aykırı hareket ettiği için tazminle yükümlü olur" demiştir.

 

Bu gerekçeden anlaşıldığına göre şayet diğer elde tutmak daha zor ise hüküm bunun aksi olur. Yine kişi her iki elini de eşit bir şekilde kullanıyorsa iki elin hükmü birbirine eşit olur.

 

89. Tazmini gerektiren arızı durumlardan biri de emanet alan kişinin malı, öyle bir malın korunmasına uygun olmayan bir yere sahibinin izni olmaksızın koymak suretiyle zayi etmesidir. Kişi bununla malı saklamayı amaçlasa bile böyledir; çünkü emanet malların, o malların korunmasına elverişli yerlerde korunması emredilmiştir.

 

Yine emanet alan kişinin, er-Ravda ve eş-Şerhu'[-kebır'de belirtildiğine göre bir hırsızın malın bulunduğu yere gitmesine yardımcı olmak suretiyle malın yerini ona göstermesi ve

bu şekilde malın zayi olması da tazmin sebebidir.

 

Kişinin mala el koyacak bir kimseye malın yerini göstermesi ve malın da bu sebeple zayi olması da tazmin sebebidir; çünkü bu davranışlar malın korunması ile çelişmektedir.

 

Malın yerini [hırsız vb. kimselere] başka bir şahıs gösterirse, o şahıs malı tazminle yükümlü olmaz; çünkü malı korumayı üstlenmemiştir.

 

Yine mal, başka bir sebeple telef olursa yahut o sebeple telef olsa bile kişi malın yerini göstermemişse tazminle yükümlü olmaz.

 

Malın yerini, emanet alan kişi ve bir başkası bildirmiş olsa, diğer şahıs -belittiğmiz gerekçeyle- tazminle yükümlü olmaz, emanet alan kişi tazminle yükümlü olur.

 

Not: 

a. Nevevi'nin ifadesinden anlaşıldığına göre ''emanet alan kişi, mala el koyacak olan şahsa onun zorlaması sebebiyle malın yerini bildirmiş olsa bile tazminle yükümlü olur." Bu doğrudur.

 

Subki şöyle demiştir: Bunun tek görüş olarak kabul edilmesi ger.ekir. Bu şu meseleden farklıdır: İhramlı olan kişi başka bir şahsa av hayvanın yerini gösterse, av hayvanını tazmin etmesi gerekmez. Arada şu fark vardır: İhramlı şahsın aksine, emanet alan kişi malı korumayı üstlenmiştir.

 

Zerkeşi, Maverdi'nin İmam Şafii'den aktardığı "tazmin etmez" şeklindeki ifadeyi, "tazmin yükü sonuç olarak onun üzerinde kalmaz" şeklinde yorumlamış, bunun "tazminat ödemez" anlamında anlaşılamayacağını belirtmiştir.

 

b. Yine Nevevi'nin ifadesinden malın zayi olmasının sadece belirtilen durumda gerçekleşeceği anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. Mal şu durumlarda da zayi olabilir:

 

> Unutma,

> Malın korunaklı bir yere gömülüp sonra gömüldüğü yerin unutulması,

> Kişinin yolda bir süre oturup gittikten sonra emanet malı unutmas!.

 

c. Mal sahibi, malın korunması için bir mala uygun bir kap (çuval, poşet vb.) belirlese, emanet alan kimse mal sahibinin belirlediğinden başka onunla eşit seviyede veya daha iyi olan bir kaba malı nakletse tazminle yükümlü olmaz; çünkü kap ve kabın içindeki şeyemanet olup bu, birini korunaklı bir yerde, diğerini de onun içinde korumayı içermektedir. Kişinin naklettiği ikinci kap daha düşük koruma seviyesine sahipse tazminle yükümlü olur. Malın korunduğu kap emanet alan şahsa ait ise bunun hükmü daha önce geçen "emanet malın, alan şahsın evlerinde korunması" meselesinde olduğu gibidir.

 

d. Kişi, emanet verdiği kişiye; herhangi bir kimsenin emanet malın yanına girmesini, emanet malı korumak için bir bekçiden / koruyucudan yardım almayı, emanet mal aldığını duyurmayı yasakladığı halde emanet alan kişi bu yasağa uymasa; malonun yanına giren kişi tarafından veya bekçi tarafından alınsa yahut -bizzat yerini göstermese bile haber vermesi sebebiyle telef olsa tazminle yükümlü olur. Malı, belirtilen şahıslardan başkası alırsa veya haber verme dışında bir sebeple telef olursa tazmin gerekmez.

 

Abbadi şöyle demiştir: "Bir kimse başka birine, senin yanında filan kişiye ait emanet mal var mı? diye sorsa, o kişi de haber verse tazminle yükümlü olur; çünkü emanet aldığını gizlemek onu korumak anlamına gelir."

 

Bu ifade "mal, başka bir sebeple değil haber verilen kişinin almasıyla telef olursa" şeklinde yorumlanır.

 

90. Zalim bir kimse, emanet alan şahsı malı kendisine teslim etmesi için [baskı ve tehditle] zorlasa ve o kişi de malı teslim etse [hüküm ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre, mal sahibi, emanet alan kişi malı zalim şahsa teslim ettiği için tazminatı ona ödettirebilir. Tazminle yükümlü olma konusunda kişinin bunu isteyerek yapması ile zorla yapması birbirine eşittir. Şayet emanet alan kişi tazminatı öderse daha sonra ödediğini zalim şahıstan [mahkeme kararıyla] geri alır; çünkü o, malı zorla ele geçirmiştir.

 

İkinci görüş

 

Zorlama bulunduğu için mal sahibi, emanet alan şahsa tazminat ödettiremez, zalim şahıstan [malını tazmin etmesini] ister.

 

ilk görüşe göre mal sahibi, tazminatı zalim şahıstan da isteyebilir.

 

91. Nevevi "malı ona teslim ederse" ifadesi şunu dışarıda bırakmaktadır: Emanet alan kişinin malın yerini göstermesi söz konusu olmaksızın zalim şahıs malı kendisi zor kullanarak alırsa, tazminat yükünün onun üzerinde olacağı konusunda görüş aynlığı yoktur.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Nevevi oruç meselesinde şu görüşü tercih etmiştir: "Oruçlu şahıs ikrah altında iken bir şey yemek durumunda kalsa orucu bozulmuş olmaz." Bu görüş, bu meseledeki tazmini tercih etme görüşü ile de uyumludur. Öyleyse bu meselede de [tazminatla sorumlu olan kişi zalim şahıs] olmalıydı!

 

Buna şu şekilde cevap verilir: Burada başkasının mülkünü zorla ele geçirme söz konusu olduğu için onun tazmin etmesine hükmettik. Oruçta ise kişinin zorlama altında [orucunu bozma] fiili hiç yok hükmündedir; çünkü orada hak Allah'a aittir.

 

92. Emanet alan kimse, zalim şahsa karşı kendisinde emanet malolduğunu inkar etmeli ve gücü yettiğince malın yerini bildirmekten kaçınmalıdır. Gücü buna yettiği halde bunu yapmazsa tazminle yükümlü olur. Malı korumak amacıyla bu konuda [yalan yere] yemin edebilir.

 

Ezrai şöyle demiştir: "Emanet mal bir köle ise ve zalim şahıs onu öldürmek yahut kendisi ile fuhuş yapmak istiyorsa, emanet alan kişinin yalan yemin etmesini farz kabul etmek gerekir. Yemin ettiğinde şayet tevriye yapma imkanına sahipse yemininde tevriye yapması gerekir. Böylece yalan yere yemin etmemiş olur. Şayet tevriye yapmazsa, yalan yere yemin ettiği için keffaret verir."

 

93. Kişi boşama veya köle azadı konusunda baskı ve tehdit altında yemin etse veya bunu itirafa zorlansa ve bu kişi yemin etse yemini bozulmuş olur; çünkü o karısını veya kölesini feda etmek suretiyle emanet malı kurtarmıştır. Kişi elinde emanet malolduğunu itiraf eder ve bunu teslim ederse tazminle yükümlü olur; çünkü bu durumda emanet malı, karısını veya kölesini kurtarma karşılığında feda etmiştir.

 

94. Kişi hırsızlara emanet malın yerini bildirse ve mal bu sebeple zayi olsa, yaptığı bu iş malı koruma ile bağdaşmadığından tazminle yükümlü olur. Ancak kişi kendisinde emanet malolduğunu bildirdiği halde malın yerini belirtmezse tazminle yükümlü olmaz.

 

 

95. Tazmini gerektiren durumlardan biri de kişinin emanet bırakılan maldan yararlanmasıdır. Örneğin kişi, hıyanet yoluyla yani herhangi bir özür söz konusu olmadığı halde kendisine emanet edilen elbiseyi giyse veya bineğe binse, haksız bir fiilde bulunduğundan tazminle yükümlü olur.

 

Mütevellı şöyle demiştir: "Kişinin kendisine emanet edilen mektubu okuması da böyledir."

96. Nevevi'nin "hıyanet yoluyla" ifadesini zikretmesi serkeş hayvanı sulamak üzere hayvana binmeyi veya hayvanın [uzun süre hareket etmemekten dolayı] kötürüm olmasından korkarak ona binmeyi, yün vb. elbiselerden güve vb. şeyleri def etmek için giymeyi dışarıda bırakmaktadır.

 

97. Bu ifade şunu da dışarıda bırakmaktadır: Kişi yüzüğünü birine emanet edip bunu serçe parmağına takmasını istediği halde o kişi bunu yüzük parmağına taksa tazminle yükümlü olmaz; çünkü yüzük parmağı daha kalın olduğundan yüzüğü daha iyi korur. Ancak parmağın en üst kısmına veya ortasına takarsa yahut yüzük parmağının kalınlığı sebebiyle yüzük kırılırsa o zaman tazminle yükümlü olur; çünkü serçe parmağının dip kısmı, yüzük parmağının üst ve orta kısmına göre daha korunaklıdır. Sonuncu durumda tazminle yükümlü olmasının sebebi ise emre aykırı davranmasıdır.

 

98. Yüzük sahibi, "bunu yüzük parmağına tak" dediği halde, emanet alan kişi onu serçe parmağına taksa, şayet yüzük, serçe parmağının köküne kadar gitmiyorsa, emanet alan kişinin fiili daha korunaklı olduğundan tazmin söz konusu olmaz, aksi takdirde tazmin söz konusu olur.

 

99. Yüzük sahibi herhangi bir şey emretmemekle birlikte, emanet alan kişi yüzüğü serçe parmağına takar, başka yere takmazsa tazminle yükümlü olur; çünkü bir zorunluluk yokken emanet malı kullanmıştır. Emanet alan kişi, yüzüğü serçe parmağından başka bir parmağa koymuşsa tazminle yükümlü olmaz; çünkü bu, yüzüğü kullanmak gibi değerlendirilmez. Kişi yüzüğü takarken onu korumayı amaçlayarak bunu yapıyorsa tazminle yükümlü olmaz.

 

100. Kadın açısından, yüzük parmağı dışındaki parmaklar, yüzüğün korunmasını sağlama bakımından yüzük parmağı gibidir; çünkü kadın, yüzüğü başka parmağa da takabilir.

 

101. İsnevi şöyle demiştir:

 

Çift cinsiyetli şahıs yüzüğünü yüzük parmağından başka bir parmağa takıyorsa [burada iki ihtimal söz konusu olabilir:]

 

a. Onun erkek gibi değerlendirilmesi mümkündür; çünkü aslolan tazminin söz konusu olmamasıdır.

 

b. Onun hakkında burada daha ağır hükmü esas almak da mümkündür ki bu da onu kadın gibi değerlendirmektir. Nitekim zekat meselesinde de onu erkek gibi değerlendirmek suretiyle daha ağır olan hükmü esas alıyoruz.

 

Bu ikinci ihtimal daha uygundur.

 

Not:  Nevevi'nin "hıyanet" sözünün mefhum-i muhalifinden şu durum istisna edilir: Bir kimse emanet aldığı malı kendi malı zannederek kullansa, bir hıyanet söz konusu olmadığı halde tazminle yükümlü olur. Bu hüküm, er-Ravda ve eş-Şerhu'l-Kebir'in gasp bölümünde Cüveyni'den tek görüş olarak nakledilmiştir.

 

102. Kişi, kendisine emanet bırakılan elbiseyi, kendisinin zannetmeksizin giyme k üzere, bulunduğu yerden alsa veya parayı harcamak üzere bulunduğu yerden alsa -alimlerin belirttiği gerekçe sebebiyle- elbiseyi giymemiş ve parayı harcamamış olsa bile tazminle yükümlü olur; çünkü burada fiil, haksız fiilde bulunma niyetine bitişmiştir. Alınan mal bu şahsın elinde telef olsa tazminle yükümlü olur. Haksız olarak malı aldıktan sonra mal kişinin elinde iken belirli bir süre geçse, bu sürenin emsal ücretini ödemesi gerekir.

Nevevi'nin "tazmin eder" ifadesi, tıpkı gasp edilen mallarda olduğu gibi "tazminini üstlenmiş olur" anlamında anlaşılır. Böylece malın telef olması halinde değerini, sürenin geçmesi halinde ücretini tazmin etmeyi kapsamış olur. Nevevi, Nüket adlı eserinde et-Tenbih'te yer alan ifadeyi bu şekilde yorumlamıştır.

 

Kişi bu malı kendi mülkü olduğunu zannederek alırsa -maldan yararlanma gerçekleşmedikçe- tazminle yükümlü olmaz.

 

Not: 

a. Nevevi "dirhemler" ifadesi ile dirhemlerin bir kısmının alınması durumunu dışarıda bırakmıştır. Kişi, kendisine emanet edilmiş dirhemlerden birini yararlanmak üzere alsa, bedelini bunun yerine bırakırsa, mal sahibi buna ancak kendisine teslim ettiğinde sahip olur. Emanet alan kişi onu tazmin etmekten beri olmaz. Şayet söz konusu dirhem diğerlerinden ayırt edilemiyorsa, emanet malı kendi malı ile karıştırdı ğından dirhemlerin tümünün tazmin yükünü üstlenmiş olur. O dirhem diğer dirhemlerden ayırt ediliyorsa diğer dirhemleri tazminle yükümlü değildir. Siyah, beyaz veya sikke şeklinde olması itibarıyla elindeki dirhemlerden bir kısmından farklı olmasından dolayı dirhemlerin bir bölümünden ayırt edilebiliyorsa, ayırt edilemediği dirhemlerin tazmin yükünü üstlenir; çünkü bu karıştırma, alma öncesinde söz konusu olmuştur. Dirhemlerin yarısı telef olursa yalnızca yarısını tazmin eder.

 

Bu hükümleri n tümü, içinde dirhemlerin bulunduğu sandıktaki• kilidi veya kesenin mührünü açmamışsa geçerlidir. Şayet bunu yapmışsa veya kendisine gömülü halde dirhemler emanet edildiği halde bunların üzerini açmışsa, içlerinden hiçbirini almamış olsa bile bütününü tazminle yükümlü olur; çünkü malın korunaklı olma özelliğini ortadan kaldırmıştır. Sandık ve kesenin değerini tazmin etmenin gerekli olup olmadığı konusunda iki görüş bulunaktadır. Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin belirttiğine göre tazmin edilmesi görüşü daha doğrudur; çünkü bunlar da emanet mal kapsamına dahildir.

 

b. Kişi, kesenin ağzının bağlandığı bağı açarsa tazrpinle yükümlü olmaz; çünkü bunun amacı yayılmayı önlemektir. Ancak kesenin bağı açıldığında içindekiler ortaya çıkıyorsa tazminle yükümlü olur.

 

c. Kişi, kesenin mührünün üst tarafından keseyi delse yalnızca bu delme sebebiyle oluşan eksilmeyi tazmin eder. Kesenin üst tarafını kasten delerse kesenin tümünü tazminle yükümlü olur.

 

d. Kişi, kendisine emanet edilen malın miktarını bilmek ama- r44S\ cıyla dirhemleri saysa veya tartsa yahut kumaşın uzunluğunu ölçse, el-Envor yazarının tek görüş olarak belirttiğine göre tazinle yükümlü olmaz; çünkü şer'ı bir emanet konumunda olan buluntu mal konusunda dinde böyle bir hüküm olduğuna göre bu mal evleviyetle böyledir.

 

103. Kişi, kendisine emanet edilen malı hıyanet yoluyla almaya veya malda kusur meydana getirmeye niyet etmekle birlikte malı almamış ve kusur da meydana getirmemiş olsa [hüküm ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru olan ve imam Şafii tarafından ifade edilen görüşe göre tazminle yükümlü tutulmaz; çünkü malda herhangi bir fiil yapmamıştır.

 

İkinci görüş

 

Kişi en başta buna niyet ettiğinde tazminle yükümlü olduğu gibi burada da tazminle yükümlü olur.

 

ilk görüş sahipleri buna şu şekilde cevap vermiştir: Başlangıçtaki niyet fiile bitişmiş ve hükme etki etmiştir, buradaki ise böyle değildir.

 

Not: Görüş ayrılığı tazmin konusunda olup günaha girme meselesine gelince; kişinin almaya niyet etmekle günaha girmiş olacağı konusunda görüş ayrılığı yoktur.

 

Nevevi'nin sözünden anlaşıldığına göre kişi emanet malı [hıyanet kastıyla] aldığı anda, almaya niyet ettiği andan itibaren tazmin yükümlülüğünü üstlenmiş olur. Buna göre mesela Perşembe günü malı almaya niyet edip Cuma günü almış olsa, Perşembe gününden itibaren malın tazmin yükü onun üzerinde olur.

 

Cüveyni'nin belirttiği üzere "niyet etmek" ile kastedilen, malı almaya kesin karar vermektir.

Kişinin aklına malı almak geldiği halde içindeki din duygusu buna engeloluyorsa bunun bir hükmü yoktur. Kişi kararsız kalır ve malı almaya kesin karar veremezse bize göre tamamen haksız fiilde bulunmaya niyet etmedikçe bunun bir hükmü yoktur.

 

104. Kişi, kendisine emanet edilen malı -Cüveyni'nin belirttiğine göre az da olsa- kendi malı ile karıştırsa ve emanet malın hangisi olduğu seçilemese tazminle yükümlü olur; çünkü emanet veren kişi buna razı değildir. Emanet edilen paranın sikkesi, eskiliği veya yeni-O liği gibi özelliğinden dolayı ayırt edilebiliyorsa, yahut kişi kendisine emanet edilen dirhemleri dinarlarla karıştırırsa tazminle yükümlü olmaz. Ancak karıştırma sonucunda bir eksilme meydana gelmişse onu tazmin eder.

 

Zerkeşi şöyle demiştir: Burada ölçü ayrıştırılabilir olma değil bunun kolayolmasıdır. Buna göre mesela kişi emanet buğdayı arpa ile karıştırsa bana göre tazminle yükümlü olur.

 

Şayet ayrıştırmak zor ise bence de bu hüküm yerindedir.

 

Not:  Nevevi'nin "tazmin eder" ifadesinden şu anlaşılır: Emanet mal, mislı bir mal ise misliyle tazmin edilir. Kıyemı (mütekavvim) bir mal ise -tıpkı gasp edilen mallarda olduğu gibi- en yüksek değeri üzerinden tazmin edilir. Rafii ve Nevevi'nin gasp konusunda buğday ve yağ gibi şeyleri benzerleri ile karıştırma konusunda belirttiklerine göre emanet alan kişi tazminde bulununca emanet mala sahip olur; çünkü ayrıştırılamayan mal telef olmuş gibidir, bunun mülkiyeti kendisine intikal eder ve zimmetinde tazmin borcu meydana gelir.

 

105. Kişi, emanet bırakan şahsa ait ağzı mühürlü olmayan iki kesedeki dirhemleri birbirine karıştırsa [hüküm ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre, yetkisini aşan bir iş yaptığından dolayı

tazminle yükümlü olur.

 

İkinci görüş

 

Tazminle yükümlü olmaz; çünkü keselerin her ikisi de aynı kişiye aittir.

 

106. Her iki kese veya keselerden biri mühürlü olsa kişi mühürleri açması durumunda bunları karıştırmasa bile tazminle yükümlü olur.

 

107. İki kese iki farklı kişi tarafından emanet bırakılmışsa, evleviyetle tazmin söz konusu olur.

 

108. Emanet alan şahıs, yanlışlıkla kendisine bırakılan hayvanın ön ayağını koparsa veya kumaşın bir kısmını yaksa, haksız bir fiil söz konusu olmadığı için yalnızca telef olan kısmı tazmin eder. Kasıt benzeri veya kasıtlı olarak bunu yapmışsa, haksız bir fiil söz konusu olduğundan tazminle yükümlü olur.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Yukarıdaki hüküm, alimlerin tazminat konusunda hata ile kastı eşit görmeleri ile çelişmektedir.

 

Buna şöyle cevap verilir: Bizim meselemizde telef edilen malın bir kısmında olduğu gibi eşit tutma teletten kaynaklanan tazminde söz konusudur. Malın geri kalan kısmında olduğu gibi haksız Hilden kaynaklanan tazminde söz konusu değildir; çünkü burada haksız fiil söz konusu değildir.

 

109. Emanet mal, emanet bırakılan kişinin kullanması veya yukarıda belirtilen diğer sebeplerle tazmine tabi bir hale geldikten sonra kişi hıyaneti terk ederse tazmin yükümlülüğünden kurtulamaz. Beğavı'nin fetvalarında yer aldığına göre haksız Hilden sonra bu kişinin malı korumaya devam etmesi caiz olmayıp geri vermesi gerekir. Bu mesele, rehin alan kişinin veya vekilin, ellerindeki mala haksız fiilde bulunmasından farklıdır.

 

110. Mal emanet alıp sonra da hıyanet eden kişiye [bu hıyanetinden sonra] mal sahibi güvenini tazelerse, örneğin "bu mal konusunda sana güveniyorum", "seni bu malın tazmininden ibra ettim" derse veya malı tekrar korunduğu yere geri koymasını emrederse [ne olur? Bu konuda iki görüş vardır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre tazminden kurtulur; çünkü mal sahibi [tazmin] hakkını düşürmüştür.

 

İkinci görüş

 

Malı, sahibine veya vekiline vermedikçe tazminden kurtulamaz; çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) "bir kimse aldığı malı sahibine geri verinceye kadar onun sorumluluğunu üstlenir" buyurmuştur.(Ebu Davud, İcare, 3561; Tirmizi, Buyu', 1266)

 

Not:  Nevevi, "meydana getirme" ifadesini kullanmak suretiyle şu durumu dışarıda bırakmıştır: Mal sahibi malını emanet ederken "bu malı sana emanet ediyorum. Hıyanet edip sonra hıyaneti terk edersen tekrar güvenilir kişi konumuna dönersin" dese, alan kişi hıyanet ettikten sonra hıyanete son verse Rafiı ve Nevevi'nin Mütevelli'den aktarıp onayladıklarına göre bu kişi kesinlikle güvenilir konumuna geri dönmez; çünkü mal sahibinin yukarıdaki ifadesi, henüz gerekli olmamış olan bir şeyi ıskat etmek ve mal emanet etmeyi şarta bağlamaktır.

 

Ezrai şöyle demiştir: "Bu güven tazelemenin yalnızca mal sahibine özgü olduğu açık bir husus olup veli, vekil vb. şahısların böyle bir hakkı yoktur. Dahası onların bunu yapması caiz değildir. Şayet yapsalar bile hıyanet eden kişi kesinlikle güvenilir şahıs konumuna dönmez. "

 

Emanet alan kişi malı telef ettikten sonra mal sahibi, bedel konusunda ona güvenini tazelese, bu kişinin tazminden kurtulamayacağı konusunda görüş ayrılığı yoktur; çünkü onun yapması gereken şey bedeli mal sahibine geri vermektir.

 

c. Emanet malı sahibine geri vermek

 

Nevevi, daha sonra vedia akdinin üçüncü hükmünü ele almaya başlamıştır ki bu da sahibi istediğinde emanet malı şayet duruyorsa sahibine geri vermektir. Nevevi bu konuda şunları söylemiştir:

 

Mal sahibi malını istediğinde, emanet alan kişinin malı sahibiyle baş başa bırakmak suretiyle malı geri vermesi gerekir. Özürsüz yere bunu geciktirirse tazminle yükümlü olur.

 

Emanet alan kişi, malın telef olduğunu iddia etmekle birlikte herhangi bir sebep belirtmese veya hırsızlık vb. gizli bir sebep belirtse, yeminle birlikte sözü kabul edilir. Yangın vb. gibi açık bir sebep zikrederse bakılır: [Orada bir] yangın çıktığı ve bunun umumı bir yangın olduğu biliniyorsa yemin etmeye gerek olmaksızın sözü kabul edilir. Yangın çıktığı bilinmekle birlikte yangının umumi olduğu bilinmiyorsa yeminle birlikte sözü kabul edilir.

Yangın çıktığı bilinmiyorsa kendisinden delil istenir, daha sonra malın bu sebeple telef olduğuna dair yemin ettirilir.

 

Emanet alan kişi, malı, kendisine güven duyarak emanet eden kişiye geri verdiğini iddia etse, yeminle birlikte sözü kabul edilir. [Emanet eden dışında] başka birine mesela mirasçısına geri verdiğini iddia etse veya emanet alan kişinin mirasçısı malı sahibine geri verdiğini yahut yolculuğa çıkarken güvenilir bir kimseye emanet bıraktığını iddia etse ve güvenilir kişi de mal sahibine geri verdiğini iddia etse, kendisinden delil istenir.

 

Emanet bırakan kişi emaneti geri istediğinde, kişinin emanet aldığını inkar etmesi de tazmini gerektirir.

 

111. Emanet bırakılan malı, sahibi veya onun ölümünden sonra teslime ehil olan mirasçısı talep ettiğinde, emanet alan kişinin malı geri vermesi gerekir. Çünkü Yüce Allah "Şüphesiz ki Allah size emanetleri ehil olanlara vermenizi emreder." [Nisa, 58] buyurmaktadır.

 

112. Şayet [mal sahibi veya mirasçısı], emanet malı teslim almaya ehil değilse örneğin tasarrufları kısıtlanmış bir şahıs ise, emanet alan kişinin malı ona geri vermesi gerekmez. Hatta bu haram olur. Şayet ona geri verirse tazminle yükümlü olur.

 

113. Kişi, emanet malı sahibine o sarhoşken verse, Kaffal'in fetvalarında belirttiğine göre "burada tazminatın olmaması muhtemeldir; çünkü çocuğun aksine sarhoş olan kişi muhataptır [mükelleftir]" . Bana göre de böyledir.

 

114. "Emaneti geri vermek" ile kastedilen şey, emaneti sahibine taşıyarak götürmek değildir. Aksine bu, malı sahibi ile baş başa bırakmakla olur. Emanet alan kişinin, malı geri verirken, mal sahibinin buna dair şahit getirmesini isteme hakkı yoktur. Şayet mal sahibi, malı teslim ederken [emanet mal bıraktığına dair] şahit tutmuşsa, emanet alan kişinin de malı geri verdiği konusunda sözü kabul edilir. Emanet alan kişinin vekili ise bunu talep edebilir; çünkü malı teslim ' etme konusunda onun sözü kabul edilmez.

 

115. Şayet kişi malı bir hakime emanet bırakır da, daha son-

ra malını geri isterse, mal sahibinin, hakimin [malı kendisine teslim etmesi esnasında] maldan beri olduğuna dair şahit tutması gerekir; çünkü hakim azledildiğinde sözü kabul edilmez. Bunu lstahrı Edebü'l-kada adlı eserinde belirtmiştir.

 

Zerkeşi şöyle demiştir: "Emanet veren kişi velayet veya vesayet yoluyla başkasının adına iş yapıyorsa aynı durum onun hakkında da geçerlidir. "

 

116. Hırsızlıkla tanınmış olan bir kimse, bir şahsa mal emanet etse, emanet alan şahısta bu malın başkasına ait olduğu konusunda zann-ı galib [güçlü bir kanaat] oluşsa, daha sonra emanet veren kişi malı geri istediğinde emanet alan kişinin malı geri vermesi gerekir mi yoksa malın [gerçek] sahibi gelsin diye bekleyip uzun süre böyle bir şahıs gelmediğinde mi malı vermesi gerekir? Bu konuda el-Bahr adlı eserde iki ihtimalden bahsedilmiştir. Bana göre, malın zahiren karşı tarafın zilyedliğinde olması dikkate alındığından emanet alan kişi malı vermekten kaçınamaz.

 

117. Kişi, bir şahsı işini görmesi için bir diğer kimseye elçi olarak göı;ıderse ve elçinin kendisi tarafından gönderildiğini ispat etmek üzere de yüzüğünü elçiye verip ona "iş görülünce yüzüğü bana geri getir" dese, iş görüldükten sonra elçi, yüzüğü, kendisine uygun korunaklı yere koysa, tazminle yükümlü olmaz; çünkü kişinin yüzüğü sahibine taşıması onun üzerine gerekli olmayıp yalnızca sahibinin almasına müsaade etmesi yeterlidir.

 

118. Yanında emanet mal bulunan kişi, mal sahibine "emanetini al" dese, el-Beyan'da belirtildiğine göre mal sahibinin alması gerekir. Malı geri almak için yapılması gereken masrafları mal sahibi üstlenir.

 

Not: Nevevi'nin belirttiği hüküm, emanet veren kişinin bir ortağı bulunmadığında geçerli olur. Şayet iki kişi [ortak olarak sahip oldukları bir malı] emanet bıraktıktan sonra bunlardan biri gelerek kendi payını geri isterse, Rafii'nin tek görüş olarak belirttiğine göre emanet alan şahıs ona payını geri vermez; çünkü iki şahıs emanet verme konusunda ortak hareket ettikleri gibi malı geri alma konusunda da ortak hareket etmeleri gerekir.

 

Bu durumda emanet alan kişi, durumu hakime iletir ve hakim ortak malı ikiye bölerek payını isteyen kişiye payını verir.

 

Nevevi'nin, malı geri vermeyi "mal sahibinin malı almasına müsaade etmek [tahliye]" şeklinde açıklaması, şer't emanetleri geri verme konusunu dışarıda bırakmaktadır. Buna göre mesela bir kimsenin evine rüzgar bir başka şahsın elbisesini uçurmuş olsa bunun geri verilmesi, malın kendi elinde olduğunu bildirmekle olur.

 

119. Yukarıda belirtilen anlamıyla kişi malı geri vermeyi özürsüz olarak geciktirirse, haksız bir fiil yapmış olduğundan tazminle yükümlü olur. Namaz kılmak, abdest almak, bir borçluyu takip altında olmak, yemekte olmak gibi bir özre binaen [bu fiiller bitinceye kadar] teslimi geciktirse tazminle yükümlü olmaz.

 

120. Bu hüküm, özrün zamanının uzun olmaması halinde geçerlidir. Şayet özrün zamanı uzun olursa, örneğin kişi bir ay itikaf yapmayı adayarak itikafa girse veya uzun zaman önce ihrama girse [hüküm ne olur?]

 

Ezrai şöyle demiştir: Burada şunu söylemek mümkündür: Emanet alan kişinin güvenilir olan ve herhangi bir ücret istemeyen bir şahsı malı geri verme konusunda vekil tutması mümkünse bunu yapması gerekir. Bunu yapmayı geciktirirse tazminle yükümlü olur. Bunu yapması mümkün değilse mal sahibi durumu hakime iletir. Hakim de emanet fiili kendi nezdinde sabit olduktan sonra onun malını alabilmesi için bir kişiyi görevlendirir. Şayet kişi bundan kaçınırsa, emanet alan şahsın ortada olmaması halinde olduğu gibi burada da hakim, güvenilir bir kimseyi malı teslim etmek üzere görevlendirir.

 

121. Mal sahibi "malı vekilim olan falan kişiye ver!" dese, emanet alan kişi açısından malı teslim etmek mümkün oldUğU halde teslimi geciktirse -vekil talepte bulunmamış olsa bile- tazminle yükümlü olur.

 

122. Aynı şekilde kayıp hayvanın sahibini bilen kimse veya rüzgarın uçurduğu elbisenin sahibini bilen kimse de böyledir.

 

123. Kişi, vekile teslimde bulunmadan önce şahit tutuncaya kadar teslimi geciktirse tazminle yükümlü olmaz. Çünkü daha önce geçtiği üzere malı vekile teslim ettiği konusunda onun sözü kabul edilmez.

 

124. Mal sahibi, "emanetimi, vekillerimden birine ver" dediği durumda [vekillerden biri gelip malı istedi halde] kişi malı başka vekile vermek üzere geciktirse tazminle yükümlü olur. Mal sahibi bununla birlikte "geciktirme!" dediği halde emanet alan şahıs geciktirirse günaha da girmiş olur.

 

125. Mal sahibi, "Vekillerimden dilediğine ver!" dediğinde iki görüş içinden Ezrai'nin tercih ettiği görüşe göre vekillerden birine vermeyi geciktirmekle günaha girmediği gibi tazminle de yükümlü olmaz.

 

126. Emanet alan kişi malın telef olduğunu belirtmekle birlikte;

 

> Telefin sebebini zikretmese,

> veya "hırsızlık" gibi [herkes tarafından bilinemeyecek] gizli bir sebep zikretse,

 

[Bu iki durumda] yeminle birlikte onun sözü kabul edilir. İbnü'l-Münzir'in belirttiğine göre bu konuda icma vardır. Bunun gerekçesi şudur: Kişi malını güven duyarak ona emanet ettiğine göre onun sözünü de kabul etmelidir.

 

127. [Yukarıdaki] ilk durumda emanet alan kişinin sebebi açıklaması gerekmez. Ancak malın, herhangi bir ihmalkarlık söz konusu olmaksızın telef olduğuna dair yemin etmesi gerekir.

 

128. Emanet alan şahıs, gizli olan sebebi belirttiğinde yemin etmekten kaçınırsa, mal sahibi ["ben böyle bir şey sebebiyle malın telef olduğunu bilmiyorum" demek suretiyle] bilmediğine dair yemin eder. [Zayıf] bir görüşe göre ["mal, onun belirttiği sebeple telef olmamıştır" şeklinde] kesin olarak yemin eder.

 

Beğavl'nin belirttiğine göre bu hüküm açısından gasp da hırsızlık gibidir. Rafii bunun akla yakın olduğunu belirtmiştir. [Zayıf] bir görüşe göre gasp, [emanet alınan şeyin] ölmesi gibidir. Mütevelli bunu tercih etmiştir.

 

Ezrai şöyle demiştir: "Kişi bunun kalabalık bir yerde gerçekleştiğini iddia ederse kendisinden delil istenir, aksi takdirde istenmez."

 

Yukarıdaki iki görüşü [Beğavı ve Mütevelli'nin görüşlerini] bu şekilde yorumlamak mümkündür.

 

Not:  Nevevi'nin "hırsızlık iddiası"nı herhangi bir kayıt koymaksızın zikretmesi şunu da kapsamaktadır: Mal sahibi malı istediğinde emanet alan şahıs "malı sana geri veririm" deyip hırsızlıktan bahsetmese, mal sahibi malını tekrar istediğinde emanet alan kişi malın çalındığını belirtse [Nevevi'nin mutlak ifadesine göre emanet alan kişinin sözü kabul edilir.]

 

Abbadi şöyle demiştir: "Malın bulunma ümidi varsa tazmin söz konusu olmaz.

Bulunmasından ümit kesilirse tazmin gerekir. Zerkeşi bu görüşü kendisinden nakledip onaylamıştır."

 

Hükmün mutlak olarak alınması daha güçlüdür.

 

129. Emanet alan kişi, yangın gibi açık bir sebep zikreder[ek malın bu sebeple telef olduğunu belirt]se bakılır:

 

> Yangın olduğu ve bunun genelolduğu, -İbnü'l-Mukrl'ye göre emanet malın kurtulma ihtimalinin bulunmadığı- biliniyorsa, emanet alan şahsın sözü yeminsiz olarak kabul edilir; çünkü görünürdeki durum onun yemin etmesine ihtiyaç bırakmamaktadır. Malın kurtulma ihtimali varsa, örneğin yangın zahirde genel olmakla birlikte [bu yangının söz konusu emanet mala kadar ulaştığı] kesin değilse, malın kurtulma ihtimali bulunduğundan Bulkınl'nin belirttiğine göre emanet alan kişinin [malın kurtulma ihtimalinin bulunmadığına dair] yemin etmesi istenir.

 

> Yangın olduğu bilinmekle birlikte yangının genel olduğu bilinmiyorsa, yeminle birlikte emanet alan kişinin sözü kabul edilir; çünkü onun iddia ettiği açık sebebin doğru olması muhtemeldir. Emanet alan şahıstan buna [yani yangının umumi olduğuna] dair delil istenir, daha sonra malın bu sebeple telef olduğuna dair yemin ettirilir; çünkü malın o sebeple telef olmamış olması da muhtemeldir. Kişi, malın o sebeple telef olduğuna dair delil getirmeye zorlanmaz; çünkü bu gizli bir durumdur. Emanet alan kişi delil getiremezse veya yemin etmekten kaçınırsa, mal sahibi malın o sebeple telef olduğunu bilmediğine dair yemin eder ve [malını tazmin ettirme] hakkı kazanır.

 

130. Emanet alan kişi, güvenilir olma özelliğini yitirmemiş halde iken malı kendisine emanet eden mal sahibi, hakim, veli, vas! ve kayyim vb. kimseye geri verdiğini iddia etse, mal sahibi malı emanet ederken şahit tutmuş olsa bile, yeminle birlikte emanet alanın sözü kabul edilir; çünkü emanet veren kişi ona güvenmiştir. Emanet alan kişi, ihmalkarlığı veya haksız fiili sebebiyle güvenilirlik özelliğini yitirdikten sonra malı geri verdiğini iddia etse, sözü kabul edilmez.

 

Not:

a. Nevevi'nin belirttiği hüküm; vekil, ortak, mudarebe akdindeki işletmed hakkında geçerli olduğu gibi tahsilat memuru, tahsile görevli kılındığı şeyi kendisini ücretle tutan kimseye verdiğini iddia ettiğinde de geçerlidir. Bunu İbnü's-Salah belirtmiştir. Yine, emanet alan kişi yolculuğa çıkarken malı güvenilir bir kimseye bırakmış olsa, bu şahıs daha sonra malı ona geri verdiğini iddia ettiğinde yukarıdaki hüküm geçerli olur; çünkü emanet alan kişi [malı ona bırakmakla] ona güvenmiştir. Zira o yolculuktan geri döndüğünde malı geri alma hakkı vardır. İtimad edilecek olan görüş budur. Ancak güvenilir olan şahıs malı sahibine geri verdiğini iddia ederse, ileride geleceği üzere onun sözü kabul edilmez; çünkü mal sahibi ona güvenerek mal emanet etmiş değildir.

 

 

b. Bir mal bulan kimse veya rüzgarın fırlatması sonucu elinde birine ait elbise bulunan kimse bunu sahibine geri verdiğini iddia etse bu kişilerin sözü kabul edilmez; çünkü mal sahibi, bunlara güvenmiş değildir.

 

c. Yemin etmesi halinde malı geri verdiği konusunda sözü kabul edilecek olanlara ilişkin genel kural şudur: Kendisine güvenilmiş olan kişi, kendisine güvenen şahsa malı geri verdiğini iddia ettiğinde sözü kabul edilir; ancak rehin alan kişi ve kiracı bundan farklı olup onlar malın telef olduğunu iddia ettiklerinde sözleri kabul edilir, malı geri verdiklerini iddia ettiklerinde ise sözleri kabul edilmez; çünkü bu ikisi, malı kendi yararları için almışlardır.

 

d. İbnü'l-Kass ve başkaları şöyle demiştir: "Güvenilir kimsenin elinde onun haksız fiili bulunmaksızın telef olan hiçbir malda tazmin söz konusu değildir. Ancak devlet başkanı fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere henüz zekat yılı dolmadan önce zekatları topladıktan sonra zekat onun elinde telef olsa bunu fakirlere tazmin eder, yani ilgili yerde belirtildiği üzere bazı durumlarda tazmin eder.

 

e. Zerkeş! şöyle demiştir: "Bir kimse bir mal satın aldığında satıcı, satım bedelini tahsil edinceye kadar malı elinde tutar, daha sonra bunu müşteriye emanet bırakır ve mal da telef olursa bu mal müşterinin cebinden gitmiş olur. Dolayısıyla müşteri, satım bedelini borçlanır." Bu hüküm kabul edilemez. Aksine bu durumda müşteri satım bedelini üstlenmiş olmaz. Bu mesele "satılan malın teslim öncesinde durumu" bölümünde zikredildiği üzere malın satıcı elinde telef olması gibidir.

 

131. [Bir emanet işleminde;]

 

> Emanet alan şahıs, malı, kendisine emanet eden dışında birine mesela mal sahibinin mirasçısına verdiğini iddia etse,

> veya emanet alan kişinin mirasçısı, emanet malı -mirasçısının değil- kendisinin mal sahibine verdiğini iddia etse,

> Yahut yolculuk esnasında malı güvenilir bir kimseye emanet etse ve bu güvenilir şahıs da malı sahibine geri verdiğini iddia etse;

 

[Bu üç durumda] yukarıda belirtilen şahısların her birinden malı, belirtilen kişilere geri verdiklerine dair delil istenir; çünkü aslolan malın geri verilmemiş olmasıdır. Ayrıca [her üç durumda da, malın geri verildiği söylenen kişi, malı teslim eden şahsa] güvenmiş değildir.

 

132. Mirasçı, malı murisinin geri verdiğini iddia etse yeminle birlikte sözü kabul edilir; çünkü bu olay, yukarıda belirtilen genel kural kapsamında yer alır. Bunu Beğavı belirtmiştir. Rafii bunun doğru olduğunu söylemiştir; çünkü aslolan, malın onun elinde hasıl olmamasıdır. İbn Ebi'd-dem bunun daha doğru görüş olduğunu söylemiştir. Mütevelli buna karşı çıkarak "kişiden delil istenir" demiştir.

 

133. Mal sahibi malını emanetçiden geri istediğinde emanet alan kişinin bir özür bulunmadığı halde emanet işlemini inkar etmesi -tıpkı hıyanet etmesi durumunda olduğu gibi- tazmini gerektirir. Bir özür sebebiyle inkar ederse, örneğin zalim bir şahıs mal sahibinden o malı istese, mal sahibi de emanet malı istemek durumunda kalsa, emanet alan şahıs zalimi def etmek amacıyla emanet aldığını inkar etse veya mal sahibi talepte bulunmaksızın emanet aldığını inkar etse tazmin söz konusu olmaz.

 

[Böyle bir durumda] inkar, mal sahibinin huzurunda doğrudan "benim elimde hiç kimseye ait emanet bulunmamaktadır" ifadesiyle yapılmış olsa bu söz tazmini gerektirmez; çünkü bunu gizlemek malı korumayı daha iyi sağlar.

 

Mal sahibi malı talep etmemiş olmakla birlikte "benim senin elinde emanet malı m var" dediği halde emanet alan kişi bunu inkar etse, daha doğru görüşe göre tazminle yükümlü olmaz; çünkü bunu gizlemek sahih bir amaçla yapılmış olabilir.

 

Malın istenmesi sonrasında emanet alan kişi inkar ettikten sonra "yanıimışım" veya "unutmuşum" dese, mal sahibi kendisini tasdik etmedikçe tazmin yükümlülüğünden kurtulamaz.

 

Not:  İzzeddin b. Abdüsselam'a şu soru soruldu:

 

Bir kimsenin elinde emanet bir malolup üzerinden uzun zaman geçmiş olsa ve sahibi de bilinmese, malı elinde tutan kişi tam bir araştırma sonrasında malın sahibini bilmekten / bulmaktan ümidini kesse ne yapmalıdır?

 

Bu soruya şu şekilde cevap verdi:

 

Bunu Müslümanlar için en yararlı olacak şeyler için harcar. Zaruret ve ihtiyaç sahiplerine öncelik verir. Bu parayı cami yapımına veremez. Onu ancak adil devlet başkanının harcaması gereken yerlere harcayabilir. Şayet nerelere harcanabileceğini bilmiyorsa, en çok vera sahibi olan alim kimse ona öncelikli olarak Müslümanların hangi işine harcama yapılması gerektiğini sorar.

 

Emanet İşlemine İlişkin Son Hükümler

 

İki şahıs, bir kimsenin elinde bulunan emanet malın kendilerine ait olduğu konusunda anlaşmazlığa düşseler [bakılır:]

 

a. Emanet alan kişi bunlardan belirli birinin iddiasını tasdik etse, diğer şahıs ona yemin ettirme hakkına sahiptir. Emanet alan kişi yemin ederse diğer şahsın davası düşer.

Yeminden kaçınırsa bu sefer diğer şahıs yemin eder. Emanet alan kişi, [iddiasını kabul etmediği diğer şahsa] emanet malın değerini tazmin eder.

 

b. Emanet alan kişi her ikisinin iddiasını tasdik ederse, mal ikisinin zilyedliğinde kabul edilir ve iki şahıs arasındaki dava devam eder.

 

c. Emanet alan kişi "bu mal ikinizden birinin ama hanginize ait olduğunu unuttum" dese, iki şahıs onun unuttuğunu kabul etmeyip yalanlasalar, emanet alan kişi -tıpkı malı gasp eden kimse gibi- tazminle yükümlü olur. Nitekim bir mal gasp eden kişi "gasp edilen mal ikinizden birine ait ama kime ait olduğunu unuttum" dese, şahıslardan biri hakkında "malı kesinlikle senden gasp etmedim" diye yemin etse, gasp edilen malın diğerine ait olduğu yeminsiz olarak anlaşılmış olur.

 

d. [Emanet bırakan kişinin] mirasçısı, murisinin mal emanet ettiğini onun ölümüyle öğrendiğini iddia ederek diğer şahıstan malı vermesini talep etse onun "[ben senin bende emanet malolduğunu yeni öğrendiğini bilmiyorum şeklinde] bilmediğine dair yemin etmesini talep edebilir. Emanet alan kişi yemin etmekten kaçınırsa mirasçı yemin ederek malı alır.

 

e. Emanet alan kişi "malın sahibinin bu malı vasiyet edip etmediğini anlamak için malı elimde tuttum" dese haksız fiilde bulunmuş olur, tazminle yükümlü olur.

 

f. Bir kimse, üzerinde ikrar edilen hakkın bulunduğu bir mektubu [yani çeki] bir şah sa emanet etse, bu mektup, emanet alan şahsın kusuru ile telef olsa, mektubun üzerinde yazan bedeli ve mektubun yazılma ücretini tazminle yükümlü olur. Rafii ve Nevevi böyle söylemiştir.

 

Şu söylenebilir: Bunun bir anlamı yoktur; çünkü üzerinde yazı bulunan sayfanın bir değeri bulunmaktadır, sayfa telef olduğunda bu değeri ödemek gerekli olur. Ayrıca üzerine yazılan yazının ücreti dikkate alınmaz. Şayet bu doğru kabul edilirse şöyle hüküm vermek gerekir:

Bir kimse başkasının nakışla işlenmiş olan elbisesini telef ettiğinde elbisenin değerini tazminle yükümlü olduğu gibi, işleme ücretini de ödemesi gerekir. Böyle bir görüşü hiç kimse ileri sürmemiştir. Mal gasp eden kimse yalnızca gasp ettiği şeyin değerini öder.Nitekim Maverdı ve başkaları "doğru olan yalnızca malın kıymetinin gerekli olmasıdır" demişlerdir.

 

Buna şöyle cevap verilir: Elbiseyi nakışla işlemek genelde elbisenin değerini arttırır. Oysa sayfaya yazı yazmak böyle değildir, tersine sayfanın değerini azaltır. Buna göre mektubun tam olarak yazılmış olmasıyla olmaması arasında fark yoktur.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

FEY VE GANİMET: GİRİŞ