ÖLÜ ARZİYİ İHYA ETMEK |
ARAZİDEN ÇIKARILAN
MÜŞTEREK MALLARIN HÜKMÜ
A. ZAHİR MADENLERİN HÜKMÜ
B. BATIN MADENLERİN HÜKMÜ
C. SAHİPSİZ SULARIN HÜKMÜ
A. ZAHİR MADENLERİN
HÜKMÜ
Herhangi bir işlem yapmaksızın
yerden çıkan; neft yağı, kibrit, zift, mumya, çömlek taşı, değirmen taşı gibi
dışarıda bulunan madenlere ölü toprağın ihya edilmesiyle malik olunamaz.
Bunlarda etrafına alamet koyma yahut ikta' gibi bir yolla öncelik hakkı sabit
olmaz.
Şayet bunları elde etme
konusunda bir rekabet söz konusu olursa önce gelen kimsenin kendi ihtiyacı
kadar almasına izin verilir, daha fazla isterse daha doğru görüşe göre o kişi
buradan çıkarılır. İki kişi aynı anda gelmişse, daha doğru görüşe göre kur'a
çekilir.
1. Madenler zahir ve
batın olmak üzere iki türlüdür. Zahir maden, cevheri hariz olup herhangi bir
işleme gerek olmaksızın çıkarılan şeydir. Burada yapılan yegane işlem bunu elde
etmek içindir. Bu kolayolabileceği gibi olmayabilir de.
Zahir madenlere örnek
olarak şunları zikredebiliriz:
a) Neft yağı:
Zerkeşı'nin belirttiğine
göre neft yağı su kaynağında suyun üzerinde bulunan yağdır. Es-Sıhah'ta
belirtildiğine göre bu bir tür yağdır.
b) Kibrit:
Bu sıvı olarak akan, suyu
katılaştığında beyaz, sarı, kırmızı veya kirli kibrite dönüşen bir şeydir.
Kırmızı olanın değerli bir taş olduğu da söylenmiştir. Bunun için nadir bulunan
şeyleri ifade etmek üzere "bu, kırmızı kibritten daha az bulunan bir
şeydir" diye atasözü vardır. Denildiğine göre bunun kaynağı, Hz.
Süleyman'ın geçtiği karınca vadisinin bulunduğu bölgenin arka tarafındadır. Bu,
bulunduğu kaynağında etrafını aydınlatmaktadır, kaynağından ayrıldığında ıŞığı
gitmektedir.
c) Zift
d) Mumya:
Bazı sahillerde suyun dışarı
attığı ve orada katılaşan, zift gibi olan bir maddedir. Bir görüşe göre bu
Yemen'de bulunan orta kısmı boş, hafif, siyah taşlardır. Ölünün kemiklerinden
alınan mumya ise necistir.
e) Çömlek taşı
f) Değirmen taşları
g) Kireç taşı, alçı
h) Suda bulunan ve yine
dağlarda bulunan ve herhangi bir çukur kazılmasına ve yorulmaya ihtiyaç
bırakmadan elde edilen tuz.
2. Madenler ihya
edilmekle mülkiyete konu olmaz. Yine madenin etrafını taşla çevirmek veya
devlet tarafından ikta' yoluyla verilmek suretiyle bir kişiye özgü kılınması da
söz konusu olmaz; çünkü bunlar tıpkı su ve atta olduğu gibi Müslüman ve kafir
bütün insanların ortak olduğu mallardandır.
[*] - Bunun delili
şudur: Hz. Peygamber (s.a.v.) Me'reb tuzlasını bir şah sa ikta' yoluyla
vermişti. Adam "Ey Allah'ın elçisi buranın suyu tatlıdır" deyince Hz.
Peygamber (s.a.v.) "öyleyse ikta' yoluyla vermek olmaz" buyurdu.
Bu hadisten ve
Nevevl'nin sözünden ilk anda anlaşıldığına göre ikta'ın temlik yoluyla veya
yararlandırma yoluyla olması arasında fark yoktur. Hüküm de böyledir. Zerkeşı
ise yalnızca temlik yoluyla ikta' olamayacağını belirtmiştir.
Devlet, odununu, otunu
veya avını almak üzere bir araziyi ikta' yoluyla veremez, yine balığını almak
üzere gölü ikta' yoluyla veremez. Bunlarda ikta söz konusu olmadığı gibi ihya
etmek üzere etrafına alamet koymak da söz konusu değildir.
Daha önce madenlerin
zekat! konusunda geçtiği üzere maden sözcüğü hem yerden çıkarılan şey için hem
de bunların çıkarıldığı arazi için kullanılmaktadır ki burada kastedilen budur.
Durum böyle olunca NevevI'nin ifadesinde herhangi bir gevşeklik söz konusu
değildir.
Sahile yakın olarak
kazılan, içine su sevk edilen ve böylece içinde tuzların biriktirildiği
çukurlara gelince bunların ihya ve ikta' yoluyla mülke konu olması caizdir.
3. Bu madenden elde
edilen şey iki kişiye yetmeyecek şekilde olur da bir kişi bunlara öncelikle
ulaşmışsa kendi ihtiyacını giderinceye kadar öncelikli hak sahibi olur. Cüveynı'nin
belirttiği ve Nevevi ile Rafii'nin onayladığına göre bu miktarın ne olduğu
konusunda onun durumundaki kimselere ilişkin örf ve adetin gerektirdiği durum
esas alınır.
[Zayıf] bir görüşe göre
kişi fakirlik ve miskinliğini gidermek üzere bu madenlerden alıyor ise
-"zekatın taksim edilmesi" konusunda gelecek görüş ayrılıkları
doğrultusunda- ya bir yıl yahut da ortalama ömür süresince yetecek kadar
alabilir.
4. İhtiyacından daha
fazla almak isterse [hüküm ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha doğru görüşe göre
ihtiyacından fazla olan miktar konusunda başka bir kimsenin rekabeti söz konusu
olursa bu şahıs o madenden uzaklaştırılır; çünkü onun orada kalması, ölü
arazinin etrafını taşla çevirmeye benzer.
[İkinci görüş]
Bu şahsın önceliği
bulunduğu için madenden dilediği kadar alabilir.
5. İki şahıs madene
birlikte gelmiş olsa ve madenden elde edilen şey ikisinin ihtiyaçlarına yeterli
olmayacak durumda olsa, her ikisi de önce kimin alacağı konusunda ihtilaf
etseler [bu durumda ne olur? Bu konuda üç görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha doğru görüşe göre
birinin diğerine bir üstünlüğü bulunmadığından aralarında kur'a çekilir.
[İkinci görüş]
Devlet başkanı kendi
görüşüyle hareket ederek daha muhtaç gördüğü kimseye öncelik tanır.
[Üçüncü görüş]
Madenden elde edilecek
ürünü taksim etmek üzere devlet tarafından bir yetkili atanır.
Not: Nevevi'nin ifadesinden, iki şahıstan birinin
madeni ticaret yapmak için diğerinin ise ihtiyaç için alıp almaması arasında
bir fark olmadığı anlaşılmaktadır ki meşhur olan görüş budur.
İki şahıstan biri
Müslüman diğeri zımmı olsa -Çarşı / pazarda tezgah yeri edinme konusunda
geçtiği üzere- Ezral'nin görüşüne göre müslümana öncelik tanınır.
B. BATIN MADENLERİN
HÜKMÜ
Yerin altından ancak bir
işçilikle çıkarılan altın, gümüş, demir, bakır gibi batın maden, daha doğru
görüşe göre toprağın kazılması ve çalışılmak suretiyle mülke konu olmaz. Bir
kimse ölü bir toprağı ihya ettikten sonra oradan batın maden çıksa ona sahip
olur.
Vadilerdeki sular ve
dağlardaki su kaynaklarının suları konusunda insanlar eşittir. Bir topluluk bu
sular ile arazilerini sulamak istediğinde su sınırlı olursa en üstten aşağıya
doğru sıra ile sularlar. Her biri suyu topuklara ulaşacak seviyeye kadar
alıkoyabilir. Şayet arazide tümsek ve çukurlar varsa her bir köşe ayrı sulanır.
Bu sulardan kaba alınanlar doğru olan görüşe göre mülkiyete konu olur.
Ölü arazide yararlanmak
üzere su kuyusu kazan kimse orayı terk edinceye dek kuyunun suyu üzerinde
öncelikli hak sahibidir.
Mülk edinilmek üzere
kazılmış olan veya mülk arazide kazılmış olan kuyunun suyuna daha doğru olan
görüşe göre orayı kazan kişi malik olur. Bu kişi suya sahip olsun ya da olmasın
fark etmez. Kendi ihtiyacından fazla olan kısmı ekinleri sulamak için salması
gerekmez, doğru olan görüşe göre hayvanları sulamak için salması gerekir.
Müşterek suyolunun suyu, nehrin kenar taraflarına, üzerinde hisse oranlarına
göre birbirine eşit veya birbirine yakın delikler bulunan tahtalar koymak
suretiyle taksim edilir. Mühayee yoluyla taksim etmeleri de mümkündür.
6. Batın maden, cevheri
yerin altından ancak bir işçilik sonucunda elde edilen; altın, gümüş, demir,
kurşun, bakır, fırOze, yakut, akik ve yer tabakaları arasında bulunan diğer
değerli taşlardır.
Daha güçlü görüşe göre
bu tür madenler, -tıpkı batın madenlerde olduğu gibi- ölü araziyi mülk edinmek
üzere orayı kazmak ve işçilik yapmak suretiyle mülke konu olmaz.
Diğer bir görüşe göre
ise kişi ölü araziyi ihya etmek üzere bu işlemleri yaptığında nasıl ki ölü
araziye sahip oluyorsa bu madenlere de sahip olur.
İlk görüş sahipleri
arada şu farkların bulunduğunu belirtmiştir:
> Ölü arazi ihya
edilmek suretiyle mülke konu olur. Madenin kazılması ise madeni tahrip etmektir.
> Ölü arazi mülke
konu olunca, onu ihya eden kimsenin çalışmasına gerek kalmaz. Maden ise yerin
tabakaları arasında dağınık bir halde bulunduğundan her gün kazı yapmak ve
işçiliği gerektirir. Bununla birlikte madeni bulan kişi öncelik hakkına sahiptir.
Bu kişi madende fazla
süreyle beklediğinde onun çıkarılıp çıkarılamayacağı konusunda yukarıda geçen
görüş ayrılığı bulunmaktadır.
İki şahıs birden madende
rekabet etseler ve maden ikisi için küçük olsa, zahir maden konusunda geçen
görüşler burada da geçerli olur.
Selin ortaya çıkardığı
veya sürüklediği altın parçası konusunda zahir maden hükmü uygulanır.
Not: a. Nevevi'nin burada ikta' meselesinden
bahsetmemesi bunun caiz olduğu izlenimini vermektedir ki güçlü olan görüş de budur;
çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) Bilal bin Haris'e Kabeliyye madenlerini ikta'
yoluyla vermiştir. (Ebu Davud, Harac, 3061) Kabeliyye, Mekke ile Medine
arasında fur' denilen bir köydür.
b. Bu ikta' -tıpkı
çarşı-pazardaki tezgah yerleri gibi- yararlanmak üzere verilen bir ikta'dır.
Zayıf bir görüşe göre ise tıpkı ölü arazinin ihyasında olduğu gibi temlik
ikta'ıdır.
7. Bir kimse ölü bir
araziyi ihya ettiğinde orada altın vb. batın maden çıkarsa o kişi ona
kesinlikle sahip olur; çünkü araziyi ihya etmekle, bütün parçalarıyla birlikte
araziye sahip olmuş olur. Maden de arazinin parçalarındandır. Define (gömü) ise
bundan farklıdır; çünkü gömü oraya sonradan konulmuştur.
Kişi maden yatağına
sahip olmakla birlikte er-Ravda'da "daha doğru" olarak belirtilen görüşe
göre bunu satması caiz değildir; çünkü madenin amacı ondan çıkacak şeyleri elde
etmektir. Bundan ne çıkacağı ise bilinmemektedir.
Bu arazinin sahibi
herhangi bir şahsa "bu maden yatağından çıkaracağın her şey bana
aittir" dese, diğer kişi de bu şartla orada işçilik yapsa ücret alamaz.
Arazi sahibi "ne çıkarsa aramızda ortaktır" dese yarım işçilik alır.
"Çıkanın hepSi sana aittir" dese tam ücret alır.
Bütün bu durumlarda
maden yatağından çıkarılan maden, yatağın sahibine ait olur; çünkü bu yaptığı
tasarruflar bilinmeyen bir şeyin hibe edilmesidir.
8. Metinde geçen
"ortaya çıksa" ifadesi şu durumu dışarıda bırakmaktadır: Bir kimse,
ihya ettiği arazide bir maden yatağı bulunduğunu bilip buraya bir ev yapsa bu
durumla ilgili iki rivayet söz konusudur. Bu rivayetlerin birine göre arazinin
ihya edilmesiyle kişinin maden yatağına sahip olup olmayacağı konusunda İmam
Şafii (r.a.)'ye ait iki görüş vardır. EI-Muharrer'deki mutlak ifadeden de bu
anlaşılmaktadır. Buna göre kişinin kasdı fasid olduğundan kişi maden yatağına
sahip olamaz. Er-Ravd'ın güvenilir bazı nüshalarında belirtildiği üzere mutemed
olan görüş budur. Diğer rivayete göre kişi kesinlikle madene sahip olur.
el-Kifaye'de bu görüş tercih edilmiştir.
9. Metinde geçen
"batın" ifadesi zahir madeni dışarıda bırakmaktadır. Kişi arazide
zahir maden olduğunu bilerek orayı ihya ederse madene sahip olamaz; çünkü bu
maden herhangi bir işçiliği gerektirmeyecek şekilde açıkta durmaktadır. Ancak
kişi bunu bilmeyerek araziyi ihya ederse ona sahip olur. Bu görüş el-Havi'de
bulunmakta olup Şarih Celaleddin el-Mahalli bunu oradan nakletmiştir. İtimad
edilen görüş de budur.
Her iki madene ilişkin
hükmü özetle şöyle belirtebiliriz
NeveVi'nin ifadesinden,
zahir madeni n mutlak olarak mülke konu olmayacağı gibi bir anlam anlaşılsa
bile her iki maden türünün hükmü birdir.
Her iki madenin yatağına
gelince; kişi bunu bilerek ölü araziyi ihya etmesi halinde her ikisine de sahip
olamaz; çünkü maden yatağı ev, tarla, bahçe vb. amaçlarla edinilemez.
Not: Burada yalnızca madenin zikredilmesi, hüküm
onunla ilgili olduğu içindir. Aksi takdirde bir kimse araziyi ihya etmekle ona
malik olsa, yerin yedi kat altına kadar olan kısmına sahip olur.
C. SAHİPSİZ SULARIN
HÜKMÜ
10. Nil, Fırat ve Dicle gibi
nehirlerde bulunan mübah sula,r veya dağlarda ve ölü arazilerde bulunan
pınarlar yahut yağmurlarla oluşan sel suları gibi sular konusunda insanlar eşit
hak sahibidir.
[*] - Çünkü Hz.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: İnsanlar üç şeyde ortaktır: Su, ot ve
ateş.(İbn Mace, 2472)
Bu suları herhangi
birinin [sahiplenmek üzere] alamet koyması yahut -Kadı Ebu't-Tayyib,
ibnü's-Sabbağ ve başkalarının naklettiği üzere- devletin ikta' yoluyla
şahıslara vermesi caiz değildir.
11. İki veya daha fazla
şahıs bu sulara gelse, her biri dilediği kadar alır. Şayet her iki şahıs
birlikte gelmiş olsa ve su ikisine yetecek kadar değilse, susuz durumda olan
kimseye öncelik tanınır, çünkü canın dokunulmazlığı vardır. Her ikisi de
susamış olma veya başka bakımdan birbirine eşit iseler aralarında kur'a
çekilir. Kur'aya katılan kişi hayvanlarım insanların önüne geçiremez. Eşit
olduklarında önce hayvanlar arasında kur'a çekilir. Kur'a sonucu önceki kur'a
ile karıştınlmaz; çünkü ikisi farklı cinslerdir.
Şayet her iki şahıs sıra
ile geliderse önce gelen şahıs kendisine yeterli olacak kadar alır. Ancak önce
gelen şahıs hayvanlarım sulayacak, sonra gelen şahıs ise kendisi su içecekse
sonra gelen şahsa öncelik tanınır.
"Mübah su" ile
kastedilen sahipsiz sudur. Nevevi bu ifadeyle sahibi bulunan suyu dışarıda
bırakmıştır ki bunun hükmü ileride gelecektir.
Not: a. Herhangi bir arazinin sahiplerinin
zilyedliğinde bir nehir bulunsa ve arazi sadece o nehrin suyuyla sulanıyor
olsa, nehrin birileri tarafından mı kazıldığı yoksa kendiliğinden mi oluştuğu
bilinmese, nehrin arazi sahiplerinin mülkü olduğuna hükmedilir; çünkü nehri
elinde tutanlar ve yararlananlar onlardır. Ezr~l'nin de belirttiği üzere zahir
olan, bunun, nehrin doğduğu yerin o arazi sahiplerinin kendi mülkü olması halinde
geçerli bir hüküm olmasıdır. Şayet nehir ölü bir araziden doğuyarsa yahut Dicle
gibi genel bir nehirden ayrılıyorsa o arazi sahipleri nehre sahip olamaz, nehir
sahipsiz olarak kalır.
b. Zerkeşı şöyle
demiştir: Sahipsiz su üzerinde ikamet eden kimseler varsa nehir sahipleri bu
konuda öncelikli hak sahibidir. Bunu Ebu'tTayyib söylemiştir.
Bütün insanların
yararlandığı genel suların yan tarafları da böyle olup ihya etme, devlet
hazinesinden satın alma vb. yollarla buralara sahip olmak caiz değildir.
Nil kıyısında binaların
yapılması son zamanlarda tamamen yaygın bir hale gelmiştir. Nitekim Karafe de
bir yolalduğu halde orada da bu durum yaygınlık kazanmıştır.
Bu konuların bir kısmına
daha önce işaret edilmişti.
12. Bir grup insan,
arazilerini sahipsiz su ile sulamak istediklerinde bu su tümüne birden yeterli
olmazsa, arazilerin bir kısmı diğerinden daha yukarıda ise önce en yukarıdaki
arazisini sular, sonra sırayla devam eder. Ebu't-Tayyib'in belirttiğine göre
aşağıda olan arazinin sahibi, suyun kendisine ulaşmasından önce tarlasını ekmiş
olsa bile yukarıdakinin suyu ona göndermesi gerekli değildir.
Her bir arazi sahibi, su
topuklar seviyesine ulaşıncaya dek suyu tutabilir.
[*] - Çünkü Hz.
Peygamber (s.a.v.) bu şekilde hüküm vermiştir. (Ebu Davud, Akdiye, 3638.
(Senedi hasendir) )
Alimlerin çoğunluğu bu
görüştedir. Maverdı ise şöyle demiştir: "Topuklar seviyesine kadar suyun
tutulması bütün zamanlar ve mekanlar için geçerli değildir; çünkü bu ihtiyaçla
sınırlıdır. İhtiyaç ise değişiklik gösterir." Mütevelll de bunu tek görüş
olarak kabul etmiştir. Subki şöyle demiştir:
Bu gerçekten güçlübir
görüştür. Muhtemelen hadiste sozu edilen hüküm, o şekilde sınırlandırmayı
gerektiren bir duruma özgüdür. Hadise olan saygı m ve onu derhal yorumlama konusunda
acele etmekten korkmasaydım ben de bu görüşü tercih ederdim.
Ancak bu konuda beni
tatmin edecek bir sonuca ulaşıncaya ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'in neyi
kastettiği konusunda Allah yolumu aydınlatıncaya dek Allah'tan hayırlısını
talep ediyorum.
13. "Daha
yukarıdaki" ile kastedilen, ikinciden önce ihya edilmiş olan arazi olup
nehre daha yakın olan değildir. Nevevi, bir araziyi ihya eden kimsenin sulamayı
kolaylaştırmak, masrafı azaltmak, ağaç köklerinin suya yakın olmasını sağlamak
gibi sebeplerle genellikle suya yakın araziyi ihya etmeye özen gösterdiğini
dikkate alarak böyle söylemiştir. Bundan anlaşıldığına göre birden fazla şahıs
aynı anda ölü arazileri ihya etseler veya kimin daha önce ihya ettiği bilinmese
nehre en yakın olanların öncelik hakkı olur ki itimad edilen görüş budur. Ezrai
ise "bu durumda kur'a çekmek de uzak bir ihtimal değildir" demiştir.
"Su tümüne birden
yeterli olmasa" ifadesi, suyun tümüne yeterli olması durumunu dışarıda
bırakmaktadır ki bu durumda her biri kendi su yolundan tarlasına su
gönderebilir.
14. Şayet bir arazinin
bir tarafında yükseklik diğer tarafında alçaklık varsa her bir bölüm müstakil
bir sulamaya tabi tutulur; çünkü her ikisi birlikte sulanırsa, alçak olan
kısım, hak ettiğinden fazla miktarda sulanmış olur. er-Ravda'da belirtildiği
üzere bu durumda izlenecek yöntem "alçakta yer alan kısmın topuklar
seviyesine ulaşıncaya kadar sulanması sonra buranın kapatılıp yüksekte olan
kısmın sulanması" dır.
Subki'nin de belirttiği
üzere zahir olan görüşe göre bu kişi sulamaya alt taraftan başlamak zorunda
olmayıp aksine üstten de başlasa caiz olur. Alimlerin kastettiği, içinde ürün
bulunan tarlada suyun topuklar seviyesini geçmemesidir.
el-İstiksa adlı eserde,
tarla sahibinin her iki şıktan dilediğini seçebileceği belirtilmiştir ki zahir
olan budur.
Tarlanın alt tarafına su
verilmeden önce üst taraf tekrar sulanmaya ihtiyaç duyulsa öncelikle üst tarafa
verilir.
15. Tarlaları aynı
hizada yer alan iki kişi tarlayı sulama önceliği konusunda anlaşmazlığa
düşseler veya birbiriyle aynı hizada iki ayrı su yolu kazmak isteseler kur'a
çekilmesi tek çare olarak belirir; çünkü birinin diğerine bir üstünlüğü yoktur.
Ezrai'nin de belirttiği üzere bu, her iki şahıs da tarlayı aynı zamanda ihya
ettiğinde yahut hangisinin önce ihya ettiği bilinmediğinde söz konusu olur.
Bu, daha önce geçen şu
hükümle çelişmez: "İki şahıs tarlalarını aynı anda ihya etmişse veya kimin
önce ihya ettiği bilinmiyorsa tarlası üstte olanın öncelik hakkı vardır."
Çünkü diğer meselede kişi nehre daha yakın olması sebebiyle öncelik hakkına
sahip olmuştur. Burada ise bir üstünlük söz konusu değildir. Üstelik diğer
meselede bile kur'a çekileceği görüşü ileri sürülmüştür.
16. Bir kimse ölü bir
araziyi ihya etmeyi ve araziyi buradaki nehirle sulamayı istese, şayet su, daha
önce ihya etmiş kimse ile birlikte ikisine yetmeyecek seviyede ise sonraki
şahsın araziyi ihya etmesine engelolunur; çünkü her biri arazileri üzerinde
irtifak haklarıyla birlikte hak sahibi olmuşlardır. Su, arazinin en önemli
irtifak hakkıdır. Şayet su iki şah sa yeterli oluyorsa o zaman ikinci şahsın
ihya etmesine engel olunmaz.
Bundan anlaşıldığına
göre ikinci şahsın ihyasının engellenmesi, "ihya edilen bölümün nehre daha
yakın olması" ile kayıtlanmaz. Bu anlaşılan hüküm doğrudur. Nitekim
-İbnü'l-Mukrl'nin görüşünün aksine- er-Ravda'daki açıklamalardan ilk anda
anlaşılan da budur.
Not: Bu nehirlerin mamur kılınması devlet
hazinesinden olur. Herkes bu nehirler üzerine gelip-geçmek üzere köprü
yapabilir. Şayet nehirler ölü bir arazide yahut kişinin kendi mülkünde ise su
değirmeni yapabilir. Şayet ma'mur arazide ise, arazi geniş olduğu takdirde bu
mutlak olarak caiz olur. Şayet arazi dar ise devletin izniyle caiz olur. Şayet
nehir sahiplerine zarar vermeyecekse kişinin nehir üzerinde su değirmeni
yapması caizdir. Bu, nehir sahiplerine zarar veriyorsa bunun hükmü, evin bir
kenarını caddeye doğru çıkarmanın hükmü gibidir.
17. Sahipsiz sulardan
bir kap, dışarıya kapalı bir havuz, gölet, bir arazideki çukur vb. bir şey
içine alınan su [mülkiyete konu olur mu? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Doğru görüşe göre bu su
mülkiyete konu olur. Bu tıpkı odun ve ot toplamak ve av yapmak gibidir.
İbnü'l-Münzir bu konuda icma bulunduğunu nakletmiştir.
İbnü's-Salah fetvalarında
şöyle demiştir: Suyun döndürdüğü su dolabının körüklerine su girdiğinde dolabm
sahibi suya sahip olur. Bu tıpkı dolap sahibinin suyu bizzat çekmesi gibidir.
[İkinci görüş]
Suya hiçbir şekilde
malik olunamaz. Bu kişi suyu koruma altına almakla başkalarına göre su üzerinde
daha fazla hak sahibi olmuş olur.
İlk görüşe göre kişi
suyu yerine geri bıraksa -alimlerin ittifakıylao kişi suya ortak olmuş olmaz.
Bu kişinin suyu geri bırakması -tıpkı bir kimsenin parayı denize atması
durumunda olduğu gibi- malın zayi olmasına yol açacağından haram olur mu?
Alimlerin ifadesinden ilk anda anlaşıldığına göre bu haram olmaz. Bana bu soru
daha önce sorulmuştu. O zaman herhangi bir cevap vermemiştim. Şimdi ise
"su hiçbir şekilde mülkiyete konu olmaz" şeklindeki hükümden yola
çıkarak bunun haram olmadığı görüşünü benimsiyorum.
"Kaplar" vb.
ifadesi "kişinin mülküne sel vb. yollarla giren sular"ı dışarıda
bırakmaktadır ki kişinin mülküne bu suların girmesiyle kişi -daha doğru görüşe
göre- bunlara sahip olmaz.
Başka birisi bu suyu
alsa -o kişinin bu şahsın mülküne izinsiz girmesi haram olsa bile- ona sahip
olur.
18. Bir kimse vadiden
gelen suyun içine girmesi için bir su yolu kazsa, bu su yolundaki su sahipsiz
olmaya devam eder. Ancak suyolunun sahibi o su üzerinde öncelikli hak
sahibidir.
Başka bir kimse kovayla
alma yoluyla bile olsa bu suyu içebilir, hayvanını sulayabilir ve kullanabilir;
çünkü bu konudaki örf böyledir.
19. Ölü bir arazide
konaklayıp orada içmek ve hayvanlarını sulamak için kişinin kuyu kazması
örneğinde olduğu üzere bir kimse ölü bir arazide, mülk edinmek üzere değil de o
arazide ikamet ettiği sürece yararlanmak üzere bir kuyu kazsa, hayvanlarını ve
ekinini sulama durumunda olduğu gibi bu kişi orayı terk edinceye kadar suya
ihtiyaç duyduğu konularda başkalarına göre öncelik hakkına sahiptir.
[*] - Bunun delili şu
hadistir: Bir konuda başka bir müslümandan önce davranmış olan kişi o şey
üzerinde öncelikli hak sahibidir.(Ebu Davud, Horac, 3071)
Kişi orayı terk etmeden
önce ihtiyacından fazla olan suyu başkasının içmesini veya hayvanlarına
içirmesini engelleyemez. Ancak başkasının bununla ekinini sulamasını
engelleyebilir. Oradan ayrıldığında orada kalan kuyu, gelip-geçenlerin
istifadesi için yahut da herhangi bir şey amaçlanmaksızın kazılmış kuyu
hükmünde olur. O kişi o bölgeye geri döndüğünde diğer insanlarla aynı konumda
olur. Ezrai şöyle demiştir: "Bu, o kişi oradan vazgeçerek ayrıldığında söz
konusu olur. Ancak geri dönmeye kararlı bir şekilde bir ihtiyacı için
ayrılmışsa o kişinin ayrılığı uzun süreli olmadıkça oradaki hakkı ortadan
kalkmaz." Bu, yerinde bir görüştür. Kişinin oradan vazgeçmesi -Ruyanl'nin
sözünden anlaşıldığı üzere- oradan ayrılması gibidir.
Not: Nevevi'nin -benim açıklamada belirttiğim
gibi- "kendi yararı için" demesi gerekirdi. Böylece gelip-geçenlerin
yararlanması için kazdığı kuyu dışarıda kalmış olur; çünkü bu durumda kuyuyu
kazan kimse diğer insanlarla aynı hakka sahip olur.
Yahut da kişi kuyuyu
herhangi bir amaç olmaksızın kazmış olsa daha doğru görüşe göre kuyu ona özgü
olmaz, o da diğer insanlarla aynı hakka sahip olur. Bu durumda kişi
-Saymerl'nin ve Maverdl'nin açık ifadelerine göre- açıkça "vakıf"
sözcüğünü telaffuz etmemiş olsa bile kuyu insanlar arasında ortak olur. Bu iki
alim şöyle demiştir: "Kişi kuyuyu kendisi için kazdıktan sonra orayı
örtmek istese bunu yapamaz; çünkü kuyuda suyun görülmesi ve bu surette
koyunların bu suya hakkının ilişmesi ihtimali vardır. Kişi bu hakkı iptal
edemez."
20. Ölü bir arazide, gelip-geçenlerin
yararlanması için değil de mülk edinmek amacıyla kazılan bir kuyunun veya
sahipli bir arazide kazılan kuyunun suyu [kuyuyu kazan kimseye ait olur mu? Bu
konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha doğru görüşe göre
su, kuyuyu kazan kişiye ait olur; çünkü bu, tıpkı kişinin kendi mülkünde oluşan
meyve, süt ve ağaç gibi onun mülkünden elde edilen bir nemadır.
[İkinci görüş]
Kişi bu suya sahip
olamaz; çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) -yukarıda da geçtiği üzere- insanların üç
şeyde (su, ot ve ateş) ortak olduğunu belirtmiştir.
Ruyaru'nin belirttiğine
göre bu görüş ayrılığı, kişinin kendi mülkünde ortaya çıkan neft yağı, zift,
tuz gibi maddelerde de geçerlidir.
21. Kişi -ister doğru
olan görüşte denildiği üzere- suya malik olsun, isterse -mukabil görüşte
belirtildiği üzere- suya malik olmasın, kuyunun bulunduğu yerde ikamet ediyor
bile olsa; Doğru olan görüşe göre, kendi ihtiyacından fazla olan suyu, ekin
veya ağaç için kullanılmak üzere başkasına vermek zorunda değildir. Ancak kendi
içeceğinden fazla olan bir suyu diğer insanlar için vermek zorundadır. Yine
kendi hayvanları ve ekinlerinin ihtiyacından fazla olan suyu başkasının
hayvanlarını sulaması için vermek zorundadır.
[*] - Çünkü Hz.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Ot bitmesini engelleyeceğiz diye suyun
fazlasını başkasının almasına engel olmayın.(Buhari, Müsakat, 2353; Müslim,
Müsakat, 3983)
Bu hadiste şu
anlatılmaktadır: Hayvanlar genellikle suya yakın yerlerde otlatılır. Kişi kendi
ihtiyacından fazla olan suyu engellediğinde orada ot bitmesini de engellemiş
olur. Burada hayvan ile kastedilen dokunulmazlığı bulunan hayvanlardır.
Nevevi
"ihtiyaç" sözünü kayıtsız kullandığı halde Maverdı "acil
ihtiyaç" ifadesini kullanarak şöyle demiştir: "Su, kişinin şu anki
acil ihtiyacından fazla ise ve diğer bir şahıs ona şu an ihtiyaç duyuyorsa suyu
ona vermek gerekir; çünkü kullanılan suyun yerine yenisi gelmektedir." Bu,
orada sahipsiz otlar bulunup da bunlar için harcanacak su bulunmadığında ve
kişi suyu kap vb. bir şey içinde toplamadığında söz konusudur. Aksi takdirde
kişinin suyu vermesi gerekmez.
Kişinin suyu hayvanlar
için vermesi gerektiği halde ekinler için vermesinin gerekmemesi, canın
saygınlığı dolayısıyladır.
[Zayıf] bir görüşe göre
hayvanlar için su vermek zorunlu olduğu gibi ekin için vermek de zorunludur.
[Zayıf] bir başka görüşe
göre -tıpkı ihraz edilen suda olduğu gibibu suyun hayvanlar için verilmesi de
gerekmez.
22. Kişinin fazla olan
otu vermesi gerekmez; çünkü suyun aksine otun yerine yenisi derhal
gelmemektedir. Üstelik ot, örf-adet gereği malolarak edinilmektedir. Hayvanın
otlatılma süresi de uzun olmaktadır.
23. Kişinin hayvanlar
için suyu vermesinin gerekli olduğu durumda, şayet zarar olmayacaksa hayvan
sahibinin hayvanlarını kuyuya yaklaştırmasına da müsaade etmesi gerekir. Şayet
kuyuya zarar verecekse buna müsaade etmesi gerekmez. Bu durumda çobanların
hayvanlar için suyu kuyudan çekmeleri ca.iz olur.
Yukarıdaki
açıklamalardan Nevevl'nin ifadelerinde bazı zorlamaların bulunduğu anlaşılmaktadır.
24. Her ne kadar
açlıktan zor durumda kalmış olan kişiye yiyeceği (karşılıksız olarak vermeyip
parayla) satmak sahih olsa bile suyu vermenin gerekli olduğu durumda bunun için
bedel almak caiz değildir. Çünkü fazlalık olan suyu satmanın yasak olduğu
konusunda sahih bir hadis bulunmaktadır. (Müslim, Müsakat, 3980)
25. Suyu karşılıksız
vermesi gerekli olan kişinin, kuyudan su çekmek için gereken aleti vermesi
gerekmez.
26. Suyu satarken suyun
miktarının hacim ölçüsüyle veya tartarak belirlenmesi şart olup
"hayvanlara yetecek kadar" veya "ekinlere yetecek kadar"
diye sınırlama yapmak şart değildir. Bununla, kuyudan su çeken kişinin
suyundanbir bedel karşılığında içmenin caiz olması arasındaki fark şudur:
İnsanların su içmesinde farklılık hayvanların ve ekinlerin sulanmasına göre
daha azdır.
Not: Sahipleri bulunan nehir ve derelerden su
içmek ve hayvanları sulamak, sahiplerine izin vermiyorsa caizdir. Öden buna
izin verilmiş olması, bizzat nehir / dere sahibinin sözlü izin vermesi gibi kabul
edilir. İzz bin Abdüsselam bunu söyledikten sonra şunları belirtmiştir:
"Şayet nehir, yetim ve genel vakıf gibi izni dikkate alınmayan şahıslara
ait olursa bana göre bu meselede tevakkuf edilmelidir." Zahir olan bunun
da caiz olmasıdır.
27. Bir topluluğa ait
olan su yolu veya pınarın suyu şayet topluluğun tümüne yeterli olmuyorsa
yapılması gereken şey şudur: İki ucu ve ortası dik olan ve üzerinde birbirine
denk veya ortakların deredeki hisseleri oranında birbirinden farklı delikler
bulunan bir tahta yer seviyesinde ve nehrin enine doğru konulur. Bu yolla her
biri kendi payından yararlanabilir.
Buna göre bir şahsın
deredeki hissesi yarım, bir diğerinin üçte bir, bir başkasının altıda bir olsa,
tahta üzerinde altı delik açılır. Bunların üçü birinci şahsa, ikisi ikinci şah
sa ve biri de üçüncü şahsa ait olur.
Haklar farklı olduğu
halde delikler birbirine eşit olabilir. Örneğin üçte birlik payı olan kişi bir
delik, diğeri iki delik alabilir. Bu hüküm, ortakların payları bilindiğinde
böyledir. Şayet ortakların payları bilinmiyorsa er-Ravda'da "daha
doğru" olarak belirtilen görüşe göre kişilerin arazileri miktarına göre
taksim edilir; çünkü zahir olan, ortaklığın mülkiyete göre olmasıdır. Her biri
kendi payında dilediğini yapabilir, ancak suyu, nehirden su alma hakkı
bulunmayan bir tarlaya veremez; çünkü böyle yaparak, sulama hakkı olmayan bir
yere sulama hakkı verilmiş olur.
Nehir veya pınarın suyu
çok olup her birinin ihtiyacını karşılıyorsa yukarıda belirtilen yola
başvurmaya gerek yoktur.
28. Ortaklar, suyu
mühayee yoluyla da taksim edebilirler. Bu, tarafların üzerinde karşılıklı
anlaştıkları bir yoldur. Örneğin her biri nehirden bir gün sulama yapar, yahut
paylarının oranına göre birisi bir gün diğeri de daha fazla gün sulama yapar.
Bunu anımsatan bir husus
Kur'an'daki şu ayettir: Sudan faydalanma hakkı nöbetleşe olarak belirli
zamanlarda onun, belirli zamanlarda da sizin olsun. [Şuara, 155]
Ayrıca bu, diğer ortak
mülkler gibidir.
Taraflardan her biri bu
akitten dilediği zaman cayabilir. Diğer tarafın nöbeti gelmeden önce kişi kendi
nöbetinden sonra akitten caymak isterse, kendi nöbeti boyunca nehirden
yararlanması karşılığında emsal ücret öder.
Tıpkı diğer ortak
mülklerde olduğu gibi burada da taraflardan hiçbirinin nehrin ağzını genişletme
veya daraltmasına, suyun tarlaya aktığı suyolunun başını daha öne veya sona
almasına, kendi mülkü olan suyu burada akıtmasına, su üzerine köprü veya su
değirmeni yapmasına, nehrin kenarına ağaç dikmesine -diğer ortaklar razı
olmadıkça- izin verilmez.
Bu nehri n imar
edilmesine yönelik yükümlülükler, kişilerin mülkleri oranındadır.
Son Hükümler
a. Kuyu veya deredeki
suyun, kuyu veya derenin satımı söz konusu olmaksızın tek başına satımı sahih
değildir; çünkü kuyu veya derenin suyu tedricen artar ve satılan mal başkası
ile karıştığından teslim imkansız olur. Kişi bu suyu derhal teslim alınması
şartıyla satarsa satım sahih olur.
b. Kişi durgun sudan bir
sa' miktarı satarsa herhangi bir artış söz konusu olmadığı için bu satım sahih
olur. Akarsudan satarsa sahih olmaz; çünkü akar su durmadığından akdi belirli
bir miktar üzerine rabtetmek mümkün olmaz.
c. Bir kimse derenin
suyunu yatağı ile birlikte satarken su akmaya devam etse, satılan maldaki
belirsizlik sebebiyle hiçbirinin satımı sahih olmaz. Er-Ravda'daki ifadelerden
ise yalnızca suyun satımının batıl olduğu anlaşılmaktadır. Tümünün batıl olma
sebebi, "akdin bölünmüş olması"dır.
d. Bir kimse kuyuyu ve
kuyuda görünen suyu satın alsa, yahut kuyunun ve suyun belirli bir yüzdesini
satın alsa, kuyunun derinliği biliniyorsa akit sahih olur. İkinci durumda
kuyudan çıkacak yeni su -tıpkı kuyu üzerindeki mevcut suda olduğu gibi-
aralarında ortaktır. Bir kimse yalnızca kuyuyu veya kuyunun yüzdeli bir
hissesini satın alıp suyu satın almasa yahut akit esnasında herhangi bir şey
zikretmese, iki su birbirine karışmasın diye bu akit sahih kabul edilmez.
e. Bir kimse ekinini,
gaspettiği bir suyla sulasa suyun bedelini tazmin eder, çıkan ürün kendisine
ait olur; çünkü tohumun sahibi kendisidir. Suyun bedelini tazmin eder ve suyun
sahibi ile helalleşir ise çıkan ürün -yalnızca bedeli tazmin edip helalleşmeme
durumuna göre- daha temiz / helal olur.
f. Bir kimse sahipsiz
odunları yaksa, herhangi birinin bu ateşten yararlanmasını veya aydınlanmasını
engelleyemez. Şayet odunlar kendisine ait ise o odunların alınmasını
engelleyebilir ancak başka bir şahsın ısınmasını veya aydınlanmasını
engelleyemez.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN