LUKATA / BULUNTU MAL |
BULUNTU MALIN BULANIN
MÜLKİYETİNE GEÇMESİ
Kişi bir mal bulup bir
yıl süreyle bunu etrafa duyurduktan sonra "bu malı mülkiyetime
geçirdim" vb. bir ifade kullanmadığı sürece o mala malik olamaz. [Zayıf]
bir görüşe göre bu konuda niyet yeterlidir.
[Zayıf] bir başka görüşe göre bir yılın geçmesiyle o mala sahip olur.
Kişi malı mülkiyetine
geçirdikten sonra malın sahibi çıksa; her iki taraf malın kendisinin geri
verilmesi konusunda anlaşırlarsa buna uygun hareket ederler. Mal sahibi malı
istediği halde malı bulan kişi bedelini vermek istiyorsa daha doğru görüşe göre
mal sahibinin isteğine uyulur.
Mal telef olmuşsa malın
mislini, [misli yok ise] telef olduğu esnadaki değerini bulan kişi tazmin eder.
Bir kusur sebebiyle malda eksilme meydana gelse, daha doğru görüşe göre mal
sahibi mal ile birlikte eksilmeyi tazmin ettirir.
Bir kimse buluntu malın
kendisine ait olduğunu söylemekle birlikte malın niteliklerini belirtmese,
kendisinin şahidi de bulunmasa mal kendisine verilmez. Malın niteliklerini
belirttiğinde malı bulan kişi onun doğru söylediği kanaatindeyse malı ona
verebilir.
Mezhepte esas alınan
görüşe göre vermek zorunda değildir. Malı ona verdikten sonra bir başka şahıs
malın kendisine ait olduğuna dair delil getirse malona verilir. Mal, ilk şahsın
elindeyken telef olsa, delil getiren kişi dilerse malı bulan şahsa dilerse
malın verildiği şahsa bedelini tazmin ettirebilir. Tazmin yükümlülüğü sonuç
itibarıyla malın verildiği şahsın üzerinde kalır.
Ben [Nevevi] derim ki:
Doğru görüşe göre harem bölgesinde bulunan bir malı mülk olarak edinmek için
almak helal olmaz. Bunu etrafa duyurmak kesinlikle farzdır. Allah daha iyi
bilir.
1. Bir mal bulan kimse
örf-adete göre bir yıl -veya yukarıdaki kimi durumlarda geçtiği üzere daha az-
süreyle duyuruda bulunduktan sonra bu malı mülkiyetine geçirmesi caiz olur.
2. [Bu mal, bulan
kişinin mülkiyetine nasıl geçer? Bu konuda mezhep içinde üç görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Bulan kişi konuşabilir
durumda olan bir kimseyse "bulduğum malı mülkiyetime geçirdim" vb.
sözlü bir ifade kullanmadıkça bu mal onun mülkiyetine geçmez; çünkü bu, bir bedel
karşılığında mal temlikidir, dolayısıyla -tıpkı şuf' ada olduğu gibi- sözlü
ifadeye ihtiyaç bulunmaktadır. Kişi -tıpkı borç alma durumunda olduğu gibi- bu
sözlü ifadeyi kullandığında mal üzerinde tasarruf ta bulunmamış olsa bile ona
malik olur.
Yukarıdaki hüküm
mülkiyete konu olan şeyler hakkında geçerlidir. Şayet köpek ve şarap gibi
mülkiyete konu olmayan bir şey bulunmuşsa -İbnü'r-Rif'a'nın belirttiğine göre-
bu durumda bulan kişinin başkasına ait olan şeyi elinde bulundurma hakkını
kendisine nakletmeyi tercih etmesi şarttır.
Zerkeşi'nin de
belirttiği üzere dilsiz olan kişinin -tıpkı diğer akitlerde olduğu gibi-
anlaşılır şekilde olan işareti yeterlidir. Niyetle birlikte kinaye yollu ifade
kullanmak da böyledir.
Hocamız Zekeriya
el-EnsarI'nin belirttiği üzere zahir olan şudur: Bir cariye / hayvan bulunduğu
esnada hamile olup bulan kişi onu mülkiyetine geçirmeden önce doğum yapmış olsa
yavrusu da buluntu mal hükmündedir; aksi takdirde annesine tabi olarak ona da
malik olur. "Buluntu mal etrafa duyurulup da sahibi çıkmadığında onu
mülkiyetine geçiren kişi onun yavrusuna da sahip olur" diyen kişilerin
ifadeleri de bu şekilde anlaşılmalıdır.
[İkinci görüş]
[Zayıf] bir görüşe göre
[malın, bulan kişinin mülkiyetine geçmesi için] niyet yeterlidir. Yani burada
herhangi bir kap bulunmadığından, sözlü bir ifade kullanmaksızın malı
mülkiyetine geçirmeyi kastetmek yeterlidir.
[Üçüncü görüş]
[Zayıf] olan ve
EzraI'nin belirttiğine göre İmam Şafiı (r.a.)'nin el-Ümm ve MüzenI'nin
muhtasarında yer alan ifadesine göre duyuru yapılmasının üzerinden bir senenin
geçmesiyle birlikte bulan kişi mala sahip olur. Burada malı alma sırasında
duyuruda bulunduktan sonra onu mülkiyetine geçirme isteği yeterli görülmüştür.
Not:
a. Bizim mezhebimize
göre bulunan malı mülkiyetine geçirme konusunda Haşim oğulları soyundan olan
kişi ile böyle olmayan, fakir olan ile olmayan birbirine eşittir.
Ebu Hanıfe şöyle
demiştir: "Zekat malını alması helal olmayan kişinin, bulduğu malı
mülkiyetine geçirmesi caiz değildir.
İmam Malik şöyle
demiştir: "Fakir olan bir kimsenin, bulduğu malı mülkiyetine geçirmesi
caiz değildir; çünkü sahibi gelip de malı talep ettiğinde [fakir kimse o malı
tüketmiş ve bedelini de ödeyemeyecek durumda olabilir. Bu durumda] bulunan
malın zayi olma riski söz konusudur.
b. Kişinin bulduğu malı
mülkiyetine geçirmesinin caiz olduğu hükmünden şu meseleler istisna edilir:
1. ilişkide bulunması
helal olan bir cariyeyi bulan kimse mülkiyetine geçiremez; çünkü -daha önce
belirtildiği üzere- onun mülk edinmek üzere alınması sahih değildir. Zira
-tercih edilen görüşe göre- onun borç olarak istenmesi caiz değildir. Buna göre
bulunmuş olan cariye yalnızca korunma amacıyla alınabilir. Onu bulan kimsenin
duyuru yapmasının gerekli olup olmadığı konusunda daha önce geçen görüş aynlığı
söz konusudur.
[İtiraz]: Cariye bulan
kimsenin bunu duyurması uygun olur. Bir yıl geçtikten sonra sahibi çıkmazsa
satılır ve satım bedeli mülkiyete konu olur. Bu, kişinin çabuk bozulabilir bir malı
bulmasına benzer ki bu durumda bu malı satıp süre geçtikten sonra satım bedeli
onun mülkü olur.
[Cevap]: Bu konuda mal
sahibinin maslahatına uygun olan ne ise o yapılır. Cariyeyi satmak onun
yararına olmayabilir.
2. Bir kimse bulduğu bir
malı hakime teslim edip etrafa duyurma ve mülkiyetine geçirme işlemini yapmasa,
sonradan pişman olup etrafa duyurarak mala malik olmak istese bunu yapamaz;
çünkü kendi hakkını ortadan kaldırmıştır. Nevevi bunu er-Ravda'da söylemiştir.
3. Kişi bir malı hıyanet
yoluyla kendi mülkiyetine geçirmek üzere aldığında,
4. Harem bölgesinde
bulunan bir mal alındığında.
3. Bir malı bulan kişi
malı kendi mülkiyetine geçirdikten sonra mal sahibi çıksa, mal varlığını aynen
koruyor olsa, -tıpkı borç vermede olduğu gibi- malın satımına engelolacak
şekilde başkasının lazım bir hakkı bu mala ilişmemiş olsa [iki ihtimal söz
konusu olur:]
[Birinci ihtimal]
İki taraf malın
kendisinin veya bedelinin geri verilmesi konusunda anlaşırlarsa bunu
yapabilirler. Çünkü hak bu iki şahsın dışında başka bir şahsa ait değildir.
Malı bulan kişi durumu
öğrendiğinde mal sahibinin malı istemesinden önce herhangi bağlayıcı bir hak
mala ilişmemişse Rafil'nin "emanet bırakılan mal" konusunda
belirttiği daha doğru görüşe göre bunun sahibine verilmesi gerekir. Geri verme
masrafları malı bulan şahsa aittir; çünkü o, malı kendi amacı için teslim
almıştır.
Mal, bulan kişinin
mülkiyetine geçmeden önce geri verilmişse geri verilme masrafları Maverdl'nin
de belirttiği üzere mal sahibine aittir.
[İkinci ihtimal]
Mal sahibi malı almak
istediği halde malı bulan kişi bedelini vermek istese [kimin dediği yapılır?]
[Birinci görüş]
Daha doğru görüşe göre
-tıpkı borç verme işleminde olduğu gibi hatta ondan da öte- mal sahibinin
de.diği yapılır.
[*] - Bunun delili
Buhar! ve Müslim'de yer alan şu hadistir: Sahibi herhangi bir zamanda gelirse
sahibine ver: "(Buhari, İlim, 91; Müslim, Lükata, 4477)
[İkinci görüş]
Malı bulan kişinin isteğine
göre hareket edilir; çünkü -tıpkı borç verme işleminde söylendiği üzere- malı
bulan kişi bu mala sahip olmuştur.
Not:
a. Buluntu mal
muhayyerlik şartıyla satıldıktan sonra veya meclis muhayyerliği devam ederken
mal sahibi çıkıp gelse; şayet muhayyerlik yalnızca müşteriye ait değilse
İbnü'lMukrl'nin tek görüş olarak belirttiği üzere satım akdini feshederek mala
sahip olur; çünkü malı aynen mevcut olduğunda onu geri alma hakkına sahiptir.
Şayet muhayyerlik yalnızca müşteriye aitse -tıpkı satıcının bu durumda satım
akdinden dönememesi gibi- satım akdini feshettiremez. Yine bu mala rehin veya
kitabet akdi yapılması gibi bir hak ilişmişse mal sahibinin malı geri alma
hakkı yoktur.
b. Malı bulan kişi malı
sağlam olarak veya eksilme bedelini ödemek suretiyle kusurlu olarak geri
verdiğinde mal sahibinin bunu kabul etmesi gerekir. Mal, bulan kişi tarafından
mülk edinildikten sonra mala bitişik fazlalıklar meydana gelse asıl mala tabi
olarak bunların da sahibine geri verilmesi gerekir. Hatta malda onun mülk
edinilmesinden önce bir fazlalık meydana geldikten sonra bu fazlalık maldan
ayrılsa -tıpkı kusur sebebiyle veya başka sebeple malı geri verme durumunda
olduğu gibi- bunları da geri verir. Buna göre bir kimse hamile olmayan bir
hayvanlcariye bulsa ve bulan kişinin mülk edinmesinden önce hayvanı cariye
hamile kalıp doğursa, bulan kişi anne ile birlikte yavrusunu da geri verir.
Malın mülk
edinilmesinden sonra meydana gelen ve maldan ayrı olan fazlalıklara gelince,
bunlar, bulan kimsenin mülkiyetindeyken meydana geldiğinden bulan şahsa ait
olur. Buna göre yukarıda bahsi geçen cariye bulan kişinin elinde bir köle
dünyaya getirse, [anayı sahibine geri verip, yavrusunu bulan kişinin kendi
elinde tutmak suretiyle] anayla yavruyu birbirinden ayırmak ca.izdir. Zerkeşı
"bu itiraza açıktır" demiştir. Zahir olan, satım akdinin feshedilmesi
meselesinde olduğu üzere bunun da caiz olmamasıdır. Bir malı kusur sebebiyle
geri verme konusunda "malın satın alınmasından sonra meydana gelen
hamileliğin maldan ayrı fazlalık gibi kabul edileceği" konusu daha önce
geçmişti. Buna göre burada da malın mülk edinilmesinden sonra meydana gelen
fazlalık malı bulan kişiye ait olur.
4. Buluntu malın bulan
tarafından mülk edinilmesinden sonra mal gerçekten telef olduktan veya dinen
telef olmuş hükmünde kabul edildikten sonra mal sahibi çıkıp gelse; mal misli
mallardan [piyasada misli bulunan mallardan] ise malı bulan kişi mislini,
kıyemı mallardan ise kıymetini tazmin eder; çünkü bu kendisine bedelin iliştiği
bir temlik olması bakımından satım akdine benzemektedir.
Malın değerinin
belirlenmesinde bulan kişinin mülkiyetine girdiği zamanki değer dikkate alınır;
çünkü bu tarih, malın kişinin tazmin yükümlülüğüne girdiği tarihtir.
[Zayıf] bir görüşe göre
mal sahibinin malını istediği tarihteki değer dikkate alınır.
Not:
a. İbnü'r-Rif'a şöyle
demiştir: Alimlerin "malı bulan kişi, tıpkı borç alan kişinin aldığı şeye
malik olması gibi bulduğu mala malik olur" ifadeleri şu sonucu doğurur:
Bulunan malın görünürde bir benzeri varsa daha doğru görüşe göre bu malın
mislinin verilmesi gerekir.
Ezrai şöyle demiştir.
İki mesele arasında açık bir fark vardır.
Aradaki farkın şu olduğu
söylenebilir: Bir borç işleminde borç veren kişi kendi isteğiyle malını karşı
tarafa vermiş olup borç alan kişinin aldığının mislini vermesine kendisi
razıdır. Buluntu mala gelince malın mülk edinildiği zamandaki kıymeti geri
verildiği dönemdeki değerinden daha fazla olabilir, böyle olunca mal sahibi
bunu kaybedecek ve bundan zarar görecektir. Öyleyse iki konu arasındaki farkın
daha da açık olduğu anlaşılmaktadır.
b. Bir mal bulan kişi
malın telef olmasından sonra mal sahibine "ben malı senin için
alıkoymuştum" dese, daha doğru olan "kişi bulduğu mala ancak onu mülk
edinmeyi tercih ettiğinde malik olur" görüşünü kabul edersek bulan kişi
tazminle yükümlü olmaz. Aynı şekilde "malı alırken herhangi bir amacım
yoktu" dediğinde de hüküm böyledir. Mal sahibi, bu konuda malı bulan
şahsın ifadesini yalanlarsa yeminle birlikte bulan kişinin ifadesi kabul
edilir; çünkü aslolan onun zimmetinin borçsuz olmasıdır.
c. Kişi malı kendi
mülkiyetine almadan önce malonun kusuru olmaksızın telef olmuş olsa -tıpkı
emanet alan kişinin durumunda olduğu gibi- bulan kimse tazminle yükümlü olmaz.
d. Açık alanda bulunmuş koyunun
yenmesi örneğinde olduğu gibi bulunan malın telef edilmesinin mübah olduğu
durumda malı bulan kişi mal için bir bedel belirlese, daha sonra bu bedel telef
olsa, bedelin telef olmasıyla mal sahibinin hakkı ortadan kalkar. Rafii'nin
bulunan yiyecek konusunda alimlerimizin ifadeleri olarak naklettiğine göre mal
sahibinin malın misli üzerindeki hakkı da ortadan kalkar.
Yukarıdaki hükümleri n
tümü mülkiyete konu olan mallarda geçerlidir. Dokunulmazlığı bulunan şarap,
kendisinden yararlanılan köpek gibi [mülkiyete konu olmamakla birlikte]
üzerinde hak söz konusu olan şeylere gelince bunların telef olması halinde ne
kendileri ne de menfaatleri tazmine konu olur.
5. Bulunan bir mal,
bulan kişi tarafından mülk edinildikten sonra malda kusur vb. bir sebeple bir
eksilme meydana geldikten sonra mal sahibi çıkıp gelse [mal sahibi ne yapar?
Bu konuda mezhep içinde
iki görüş vardır?]
[Birinci görüş]
Daha doğru görüşe göre
meydana gelen eksilmenin bedeliyle birlikte malı geri alır; çünkü malın tümü
tazmine tabi olduğu gibi bir kısmı da böyledir. Çünkü mezhepte yerleşik olan
genel kural şudur: Telef olduğunda bütünü tazmin edilen bir şeyde bir eksilme
meydana geldiğinde onun bir kısmı tazmin edilir.
Bu genel kuralın dışına
çıkan tek örnek acilen kesilmesi gereken koyundur. Bu koyun telef olduğunda
tazmine tabi olmakla birlikte bir eksilme meydana gelse eksilme tazmin edilmez.
[İkinci görüş]
Mal sahibi, malda
meydana gelen eksilme için bir tazminat alamaz.
Her iki görüşe göre de
mal sahibi malın sağlam haldeki bedelini geri alabilir.
Mal sahibi bedeli geri
almak istediğinde malı bulan kişi "eksilme sebebiyle meydana gelen
azalmayı da tazmin ederek malı geri vereyim" derse daha doğru görüşe göre
onun isteği yerine getirilir.
6. Bir kimse buluntu
malın kendisine ait olduğunu iddia ettiği halde onun niteliklerini belirtemese
ve malın mülkiyetinin kendisine ait olduğunu ispat edecek şahit, yemin gibi bir
delili de bulunmasa, malı bulan kişi malın ona ait olduğunu da bilmese malona
verilmez.
[*] - Bunun delili şu
hadistir: İnsanların iddia ettikleri şeyler onlara verilseydi pek çok insanın
canı ve malı [bu sebeple] zayi olurdu,(Buhari, Tefsir, 4552; Müslim, Akdiye,
4445)
Kişi malın kendisine ait
olduğuna dair hakim nezdinde delil getirirse malı ona vermesi gerekir,
malınsorumluluğu da kendisinin üzerinde kalır. Ancak hakim malı bulan kişinin
bunu malın niteliklerini sayan kişiye vermesini kendisi zorlamışsa bu durumda
sorumluluk onda kalmaz.
7. Malın kendisine ait
olduğunu iddia eden bir şahıs bulunsa ve bu şahıs malı bütün nitelikleriyle
birlikte tanıtsa, malı elinde bulunduran kişi de onun doğru söylediği kanaatine
sahip olsa bu kanaatine göre hareket ederek malı ona vermesinin caiz olduğu
konusunda ittifak vardır. Dahası İmam Şafii (r.a.) bunun müstehap olduğunu
belirtmiştir.
[Bu durumda bulan kişi,
nitelikleri belirten kişiye malı vermek zorunda mıdır? Bu konuda mezhep içinde
iki rivayet bulunmaktadır:]
[Birinci rivayet]
Mezhep içinde kabul edilen
rivayet e göre kişinin bu malı vermesi zorunlu değildir; çünkü nitelikleri
belirten kişi de tıpkı diğer şahıslar gibi davacı konumunda olup bir delil
getirmeye muhtaçtır.
[İkinci rivayet]
[Bu konuda iki farklı
görüş vardır:] Bir görüşe göre malı bulan kişinin bu şahsa malı vermesi
zorunludur; çünkü davacının buna dair delil getirmesi zordur.
Bir grup insanın malın
kendilerine ait olduğunu iddia etmeleri konusunda Kadı Ebu't-Tayyib şöyle
demiştir: Bu malın onlara teslim edilmeyeceği konusunda icma ettik.
İki şahıstan her biri
bir malın kendisine ait olduğunu iddia edip her biri de buna dair delil getirse
bu iki delil birbiriyle çelişmiş olur.
Not: Nevevi "malı
elinde bulunduran kişi de onun doğru söylediği kanaatine sahip olsa"
ifadesiyle kişinin doğru söylediğine dair kanaat sahibi olmadığı durumu
dışarıda bırakmıştır ki bu durumda malı ona vermenin gerekli olmadığı konusunda
ittifak bulunmaktadır. Meşhur görüşe göre bu durumda ona vermek c~l.iz de
değildir.
Buluntu mal telef olsa,
şahitler bir şahsın o malın niteliklerini aynen zikrettiğine şahitlik etseler,
malın ona ait olduğu ortaya çıkmış olur ve malın bedelinin ona verilmesi
gerekir.
Bunu İbn Kecc, İmam
Şafii (r.a.)'nin ifadesi olarak nakletmiştir.
Mal sahibi "malın
bana ait olduğunu biliyorsun" dese [malı bulan kişi ise bunu kabul
etmese], mal sahibi malı bulan şahsa "malın sana ait olduğunu
bilmiyorum" diye yemin ettirebilir. Bunu Rafiı belirtmiştir.
8. Malı bulan kişi,
malın niteliklerini belirten kişiye, bu durumda malın verilmesini gerekli gören
bir hakimin zorlaması olmaksızın malı kendiliğinden verse, daha sonra bir başka
kimse o malın kendisinin mülkü olduğuna dair şahit getirse ve şahitler -Şeyh
Ebu Hamid ve başka alimlerin belirttiğine göre- malın sahibinin mülkiyetinden intikal
ettiğini bilmediklerini belirtseler, mal ilk şahıstan alınarak diğer şahsa
verilir; çünkü şahitlik malın o şahsa verilmesini gerektiren bir delildir. Bu,
yalnızca malın niteliklerini sayan kişiye malın verilmesine göre daha
önceliklidir.
9. Malı bulan kişi,
malın kendisine ait olduğunu iddia edip onun niteliklerini belirten kişiye malı
verdikten sonra mal, alan şahsın elinde telef olsa, daha sonra malın kendisine
ait olduğuna dair delil getiren kişinin önünde iki seçenek bulunmaktadır:
[a] - Dilerse malı bulan
şahsa tazminat ödetme hakkı bulunmaktadır; çünkü malı teslim etmemesi gereken
kişiye teslim eden odur. Ancak malı bulan kişiyi malı teslim etmeye bunu uygun
gören bir hakim zorlamışsa kendisinin bir kusuru bulunmadığı için tazminle
yükümlü olmaz.
[b] - Dilerse malın
kendisine verildiği şahıstan malı geri isteyebilir; çünkü o şahıs alma hakkı
olmayan bir şeyi almıştır.
10. Malı bulan kimse,
malı kendi mülkiyetine geçirdikten sonra onu telef etse, daha sonra bir şahıs malın
kendisine ait olduğunu iddia edip niteliklerini belirtse, malı bulan şahıs da
malın bedelini ona verdikten sonra bir başka şahıs gelerek malın kendisine ait
olduğuna dair delil getirse, bedelin kendisine ödendiği şahıstan geriye
herhangi. bir şeyalamaz; çünkü mal bulan kişinin elindeyken telef olmuştur.
Diğer şahsın elindeki bedel malı bulan şahsın malı olup davacının malı
değildir.
11. Mal sahibinin, malın
kendisine verildiği kişiye malı tazmin ettirme hakkının bulunduğu durumda,
tazmin yükümlülüğü sonuç olarak onun üzerinde kalır; çünkü malonun elindeyken
telef olmuştur. Ancak malı bulan kişi malın mülkiyetinin, malın niteliklerini
belirten şahsa ait olduğunu ikrar ettikten sonra malın kendisine ait olduğuna
dair delil getiren şahıs bulan şahsa tazminat ödettirse, bulan kişi malı
verdiği şahıstan herhangi bir bedel alamaz; çünkü onun kanaatine göre delil
getiren davacı kendisine haksızlık yapmıştır. Kendisine haksızlık yapan kimse
ise haksızlık yapan dışında herhangi birinden bir şey alamaz.
12. el-Muharrer'de yer
alan ifadeler "harem bölgesinde bulunan malları" da kapsamına
aldığından Nevevi bu malları kapsam dışı bırakmak üzere şunları söylemiştir:
Ben derim ki: Doğru görüşe göre harem bölgesinde bulunan malı mülk edinmek
amacıyla almak helal değildir. Bu malı etrafa duyurmak kesin olarak gereklidir.
Allah en iyisini bilir.
Rafii de
eş-Şerhu'l-Kebır'de bunu söylemiştir.
"Harem bölgesinde
bulunan mal" ifadesi yerine er-Ravda ve eş-Şerhu'l-Keblr'de "Mekke ve
hareminde" denilmiştir.
Harem bölgesinde bulunan
malı mülk edinmek amacıyla almak helal olmayıp, korumak amacıyla almak
helaldir. İmam Şafii (r.a.)'nin ifadesinde de yer alan doğru görüş budur.
[*] - Bu görüşün delili
şu hadistir: Bu beldeyi Allah haram [dokunulmaz] kılmıştır. Orada bulunan bir
mal ancak etrafa duyurmak amacıyla alınabili r. (Buhari, Cenaiz, 1349; Müslim,
Hac, 3289. )
[*] - Buharl'nin
rivayeti şu şekildedir: Etrafa duyurmak isteyen dışında harem bölgesinde
bulunan malı almak helal değildir.(Buhari, Lükata, 2433. )
İmam Şafii (r.a.) bu
hadisin Arapçasında geçen "münşid" kelimesinin "etrafa duyuran
kişi" anlamına geldiğini söylemiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)
duyurmak amacıyla alınan buluntu mal ile diğerlerini birbirinden ayırmış ve
duyurma amacı dışında almanın helal olmadığını belirtmiştir. Hz. Peygamber
(s.a.v.) harem bölgesinde diğer buluntu mallarda olduğu gibiduyuruda bulunmak
için bir yıl süre sınırlaması yapmamıştır. Bu da gösteriyor ki Hz. Peygamber
(s.a.v.) duyurunun sürekli bir şekilde yapılmasını istemiştir. Aksi takdirde
Harem bölgesindeki buluntunun diğerlerine göre tahsis edilmesinin bir anlamı
kalmamış olur.
Bu hükmün aklı gerekçesi
şudur: Allah Mekke'nin harem bölgesini insanların sürekli toplanıp tekrar
tekrar gelip durduğu şerefli bir bölge kılmıştır. Orada bir mal kaybeden
kimsenin oraya geri dönmesi veya o malı aramak üzere birini göndermesi her an
ihtimal dahilindedir. Kişi, bir anlamda malını burada kaybetmekle koruma altına
almıştır. Nitekim orada işlenen suçun diyeti de ağırlaştınlmıştır.
Diğer bir görüşe göre
ise harem bölgesinde bulunan malın mülk edinilmek üzere alınması helaldir.
Hadisten kastedilen şey, bir yıl boyunca duyuruda bulunmayı pekiştirerek
insanların kalabalık halde bulunduğu hac mevsiminde duyuruda bulunmayı yeterli
sanma konusunda doğabilecek vehmi önlemektir.
Not: Görüş ayrılığı, mülkiyete konu olan
şeylerdedir. Mülkiyete konu olmayan şeylere gelince bunları bulan kişi bunlar
üzerinde tasarrufta bulunabilir. Buna temas eden birini görmedim fakat bu açık
bir durumdur.
Nevevl'nin tıpkı
er-Ravda'da daha önce geçen ifadede olduğu gibi bir ifade kullanarak Medine'nin
harem bölgesini çıkarması uygun olurdu. Zira Medine harem bölgesi Mekke harem
bölgesi gibi değildir. Bulkini her ne kadar bunları birbirine eşit görse de
Alimlerin çoğunluğunun ifadesinden bunun aksi anlaşıldığı gibi Darimi ve Ruyani
bunu açık olarak ifade etmişlerdir.
Arafat'ta ve Hz.
İbrahim'in namazgahında bulunan mallar, harem bölgesinde bulunan mallar gibi
değildir.
Nevevl'nin görüş ayrılığını
mezhepteki alimlere ait iki görüş şeklinde aktarması er-Ravda'daki aktarıma
uygun, ancak eşŞerhu'l-Kebır ve eş-Şerhu's-sağır'dekine aykırıdır; zira bu iki
eserde görüş ayrılığı İmam Şafii (r.a.)'nin iki görüşü şeklinde aktarılmıştır.
13. Harem bölgesinde
bulunan malın, korunmak üzere alınmasından sonra etrafa duyurulması kesin
olarak gereklidir.
"Kesin olarak"
ifadesi Rafiı'nin eş-Şerhu'l-Kebır'deki ifadesine ek olarak zikredilmiştir.
Bu meselede yukarıda
geçen -koruma amacıyla malı alan kimsekonusundaki hüküm söz konusu değildir.
Er-Ravda'da ~Himlerden
şu görüş nakledilmiştir: Malı bulan kimsenin duyuruda bulunmak için Mekke'de
ikamet etmesi veya malı hakime teslim etmesi gerekir.
İbnü'l-Mukri şöyle
demiştir: Koruma amaçlı olarak alınan bütün bulun tu mallarda da bu seçenek söz
konusudur .
Buluntu Mala İlişkin Son
Hükümler
a. Buluntu bir malı iki
kişi almakla birlikte bunlardan birisi buluntu mal üzerindeki hakkını diğerine
bıraksa onun hakkı düşmez. Her birisi de malı kendisinin bulduğuna dair delil
getirse ve birinin tarihi diğerinden daha önce olmasa bu deliller birbiriyle
çelişmiş olur.
b. Buluntu mal, bulan
kimse tarafından düşürülse ve bir başkası onu bulsa ilk kişi daha önce bulduğu
için öncelikli hak sahibidir.
c. Bir kimse bir
başkasına kendisinin görmüş olduişiğu buluntu bir malı alması konusunda emir
verse, diğer şahıs da malı alsa, şayet -kendisiyle birlikte bile olsa- emreden
kimse için almayı kastetmişse mal emreden kişiye ait olur. Şayet yalnızca
kendisinin olması niyetiyle malı almışsa malona ait olur. Bu, vekalet konusunda
daha önce geçen "buluntu bir malı alma konusunda vekalet geçerli
değildir" hükmüyle çelişmez; çünkü bu hüküm genel anlamda mal bulmayla
ilgilidir. Oysa bu özelolarak bulunmuş mal hakkındadır. Onun alınmasını
emretmek, belirli bir şeyi almak için başkasından yardım istemektir.
d. Kişi bir malı atılmış
olarak görüp onu ayağıyla itse ve orada bıraksa, mal da zayi olsa, o malı
tazminle yükümlü olmaz; çünkü malonun eline geçmemiştir.
e. Bir kimse sahibinin
döktüğü bir malı şarap olarak alsa ve bu şarap daha sonra onun yanındayken
sirkeye dönüşse, etrafa duyuruda bulunmaksızın buna sahip olur. Şarap sirkeye
dönüşmeden önce dökülen şarapları bir araya getirip toplamışsa bunları dökmesi
gerekir. Ancak bunun dokunulmazlığı bulunan bir şarap olduğunu biliyorsa -tıpkı
dokunulmazlığı bulunan bir köpeğin durumunda olduğu gibi- etrafa duyuruda
bulunur.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN
TERK EDİLEN ÇOCUĞU
ALMA İŞLEMİNİN RÜKÜNLERİ