LUKATA / BULUNTU MAL |
BULUNTU MALI ALMA
İŞLEMİNİN RÜKÜNLERİ
Buluntu malı almanın üç
rüknü bulunmaktadır:
A. Buluntu malı alma,
B. Malı alan kişi,
C. Alınan maL.
Nevevi bunları sırayla
ele almıştır.
A. BULUNTU MALI ALMA
İŞLEMİ
B. BULUNTU MALI ALAN
KİŞİ
C. BULUNTU MAL
A. BULUNTU MALI ALMA
İŞLEMİ
Emanete riayet edeceğine
güvenen kişinin buluntu malı alması müstehaptır. [Zayı~ bir görüşe göre bu
farzdır.
Kendisine güvenemeyen kişinin
buluntu malı alması müstehap değildir, daha doğru görüşe göre caizdir.
Fasık bir kimsenin
buluntu malı alması mekruhtur.
Mezhepte esas alınan
görüşe göre kişinin buluntu malı alırken şahit tutması gerekli değildir.
BULUNAN MALI ALMANIN
HÜKMÜ
1. Emanete riayet
edeceğine güvenen kişinin buluntu malı alması[nın hükmü konusunda üç görüş
bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Bu kişinin buluntu malı
alması müstehaptır; çünkü bu bir iyiliktir.
Müzenl'nin el-Muhtasar
adlı eserinde yer alan İmam Şafii (r.a.)'nin ifadesinden anlaşılan da budur.
[*] - Müs!im'in
rivayetinde şu ifadeler geçmektedir: Bir kul, kardeşine yardım ettiği sürece
Allah da ona yardım eder. (Müslim, ez-Zikr ve'd-dua, 6793)
Mütevelll ve başka
alimlerin belirttiğine göre buluntu malın hain birinin eline geçmemesi için
güvenilir bir kimsenin onu terk etmesi mekruhtur. Bunun farz olmama sebebi, mal
bulmanın malı emanet alma ve iktisab etme (kazanma) özelliğini içermesidir. Bu
ikisinin hiç biri doğrudan farz değildir.
[İkinci görüş]
[Zayıf] bir görüşe göre
malın zayi olmasını önlemek için buluntu malı güvenilir kişinin alması farzdır.
EI-Ümm ve Müzenl'nin muhtasannda İmam Şafii (r.a.)'nin ifadesi bu şekildedir.
[Üçüncü görüş]
İbn Süreye şöyle
demiştir: Kişi malı almadığı takdirde malın zayi olacağını düşünüyorsa alması
farzdır, aksi takdirde farz değildir. İmam Şafii (r.a.)'nin konuyla ilgili iki
farklı ifadesi de bu yorumla uzlaştınımıştır. Subki bu görüşü tercih etmiş ve
şöyle demiştir: "Bu durumda iken malı almanın farz olmadığı görüşü
herhangi birinden nakledilmiş değildir. Bir görüşün nakli emanettir. Bize bu
görüşü kimin ifade ettiği sorulsa kendisinden nakilde bulunabileceğimiz bir
kimse yoktur."
2. Şu an itibarıyla güvenilir
olmakla birlikte gelecek zaman itibarıyla kendisine güvenemeyen, malın zayi
olabileceğini ve kendisinin de güvenilirlik vasfım yitirip buluntu mal
konusunda hiyanet edebileceğini düşünen kimsenin buluntu malı alması müstehap
değildir. Bununla birlikte daha doğru görüşe göre bu kişinin malı alması
caizdir; çünkü hiyaneti kesinleşmiş değildir. Aslolan bunun olmamasıdır. Bu
kişinin hiyanetten kendisini korumaya çalışması gerekir. Diğer görüşe göre ise
malı tüketmelharcama riski sebebiyle bu kişinin bulduğu malı alması caiz
değildir.
3. Fasık bir kimsenin
buluntu malı alması mekruhtur; çünkü kişinin nefsi onu bulduğu mala hiyanet
etmeye sevk edebilir. Er-Ravda ve başka eserlerde alimlerin çoğunluğunca bunun
tenzihen mekruh olduğu görüşünü benimsediği belirtilmiştir.
[Zayıf] bir görüşe göre
bu -tıpkı el-Basıt adlı eserde belirtildiği gibi- tahrımen mekruhtur. Rafii bu
görüşün sıra dışı bir görüş olduğunu ve yahut da başka anlama yorulması
gerektiğini söylemiştir. Buna "bu görüş, Iraklı alimlerimizin çoğunluğunun
ifadelerinden ilk anda anlaşılan anlamdır" denilerek itiraz edilmiştir.
4. Buluntu bir malı alma
esnasında şahit tutmak [zorunlu mudur? Bu konuda iki farklı rivayet
bulunmaktadır:]
[Birinci rivayet]
Mezhepte esas alınan
görüşe göre -tıpkı emanet mal alırken olduğu gibi- buluntu malı alırken de
şahit tutmak zorunlu değildir. Rafii'nin ifadesinden anlaşıldığına göre kişi
ister mülk edinmek amacıyla isterse korumak amacıyla buluntu malı alsın hüküm
böyledir.
Bununla birlikte şahit
tutmak sünnettir.
[Zayıf] bir görüşe göre
bu farzdır.
["] - Bunun delili
Ebu Davud'un rivayet ettiği şu hadistir: Buluntu bir malı alan kişi güvenilir
iki kişiyi şahit tutsun, mal bulduğunu gizlemesin,(Ebu Davud, Lükata, 1709)
İlk görüşte olanlar
şahit tutma ile ilgili bu emri mendupluğa yormuşlardır.
[İkinci rivayet]
Bu kesinlikle farz
değildir.
5. Kişi bir mal
bulduğuna birilerini şahit tutarken bu şahitliğin bir anlamı olsun diye bulduğu
malın bazı özelliklerini belirtir. Bunun yararı şudur: Kişi, malı bulup
aldıktan sonra mala karşı tamahkarlık gösterebilir, şahit tuttuğunda ise
güvenilir olarak davranmak durumundadır. Şahit tutarken malın bütün
özelliklerini söylemez ki böylece yalancı bir kimse malın kendisine ait
olduğunu iddia etmesin. Şahit tutmanın bir anlamı olacak şekilde şahitlere
malın özelliklerinden bahseder. Malın bütün özelliklerinden bahsetmesi
mekruhtur. Bunu Kamulı, Cüveyni'den nakletmiş, el-Envar yazarı da tek görüş
olarak aktarmıştır.
Not: Şahit tutmanın müstehap olması, devlet başkanı
zalim birisi olup da bir malın bulunduğunu bildiğinde .onun malı almasından
korkulmadığında söz konusudur. Aksi takdirde şahit tutma müstehap olmaz.
Nevevi'nin Nüketü't-Tenbih adlı eserinde Nevevi' den tek görüş olarak
naklettiğine göre buluntu malın etrafa duyurulması da böyledir.
B. BULUNTU MALI ALAN
KİŞİ
Mezhepte esas alınan
görüşe göre fasık, çocuk ve İslam ülkesinde zımmınin buldukları malları
almaları sahihtir.
Daha güçlü görüşe göre;
> Fasığın bulup aldığı
mal kendisinden alınır ve güvenilir bir şahsa bırakılır.
> Fasık şahsın mal
bulduğunu etrafa duyurmasına güvenilmez onun yanına güvenilir bir denetleyid
verilir.
Veli, çocuğun bulduğu
malı onun elinden alır ve etrafa mal bulduğunu duyurur, çocuk adına borç
almasının caiz olduğu durumda çocuğun yararına görürse çocuğun bulduğu malı
onun için mülk olarak alır. Veli çocuğun bulduğu malı onun elinden almada
ihmalkarlık gösterir de mal çocuğun elinde telef olursa malı tazminle yükümlü
olur.
Daha güçlü görüşe göre
kölenin bulduğu bir malı alması geçersizdir, onun mal bulduğunu etrafa
duyurması dikkate alınmaz. Efendisi malı onun elinden alırsa buluntu mal
[muteber bir şekilde] alınmış olur.
Ben [Nevevi] derim ki:
Efendisiyle sahih bir kitabet akdi yapmış olan kölenin buluntu malı
alması, mezhepte esas
kabul edilen görüşe göre sahihtir. Kısmen köle olan kişinin buluntu malı alması
da sahihtir. Bu mal kendisinin ve efendisinin alır. Şayet kısmı köle, zamanın
bir bölümünde kendi adına bir bölümünde efendisi adına çalışıyorsa daha güçlü
görüşe göre mal hangi zaman diliminde bulunmuşsa o kişiye ait olur. Cinayet
sebebiyle ödenen diyet dışında nadiren gerçekleşen diğer kazanç ve masraflarda
da hüküm böyledir.
6. Buluntu bir malı
almak çoğunlukla mal üzerinde yetki sağlamak değil malı kazanmak [mülkiyetini
elde etmek] ile sonuçlanmaktadır. Nevevi aşağıdaki açıklamaları bu doğrultuda
yapmıştır.
a) Fasığın,
b) İrtidat etmesi
halinde kişinin malı üzerindeki mülkiyetinin ortadan kalkmadığını kabul etmemiz
halinde -ki daha doğru görüş budur- mürtedin,
c) çocuğun,
d) Delinin,
e) İslam ülkesi
dahilinde zlmminin,
Bulduğu bir malı alması
[halinde bu mala el koyması sahih midir? Bu konuda mezhep içinde iki rivayet
bulunmaktadır:]
[Birinci rivayet]
Mezhepte esas alınan
görüşe göre bunların buldukları malları almaları -tıpkı yaptıkları av ve
topladıkları ad una el koymalarında olduğu gibi- sahihtir.
Cüveyni, çocuğun bulduğu
malı almasının sahih olması için onun mümeyyiz olmasını şart koşmuştur. Ezrai delinin
de aynı durumda olduğunu söylemiştir.
[İkinci rivayet]
Buluntu malı alma
tasarrufunda daha baskın olan yönün mal kazanma olması dikkate alınırsa bu
şahısların buldukları malı alması sahihtir. Şayet bu tasarrufta mal üzerinde
yetkili olmak ve güvenilir olma yönü dikkate alınırsa bunların buldukları malı
alması sahih olmaz.
Ezrai şöyle demiştir:
"Burada fasık ile kastedilen, malına kısıtlama getirilmesi gerekecek
derecede fısk özelliğine sahip olan kişidir."
Zahir olan, bu konuda
fasıklar arasında bir fark olmamasıdır. Zerkeşı şöyle demiştir:
Nevevi daha önce ''fasık
bir kimsenin buluntu malı alması mekruhtur" demişti. Burada fasık
meselesinin tekrar edildiği söylenemez; çünkü burada "geçerlilik /
sahihlik" ile kastedilen şey -bu şahısların buldukları malları almasını
yasak kabul etsek bile- bunların bulup aldığı mallarda buluntu mal hükmünün
sabit olup olmamasıdır.
Zımmı bir şahıs
kafirlerin ülkesinde bir şey bulup alırsa onun bulduğu bu mal üzerinde bizim
hükmümüz geçerli olmaz.
"Zımmı" ifadesi,
İslam ülkesinde bir şey bulan harbıyi dışarıda 8 bırakmaktadır ki bu durumda
mal kesinlikle onun elinden alınır. Yani ~ -alimlerin ifadesinden anlaşıldığı
üzere- buluntu malı onun elinden alan kimsenin bunu etrafa duyurma ve sahibi
çıkmazsa mülk edinme hakkı vardır. [Zayıf] bir görüşe göre bu mal Müslümanlar
için ganimet olur. Mehamill şöyle demiştir: Mürtede gelince, onun bulduğu mal
devlete teslim edilir ve bulan kişi mürted olarak ölürse bu mal fey olur.
Müslüman olursa bulduğu malın hükmü, müslümanın bulduğu malın hükmü gibi olur.
7. [Fasık bir kimse bir
mal bulup da buna el koyduğunda ne olur? Bu konuda İmam Şafii (r.a.)'ye ait iki
görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha güçlü görüşe göre
hakim, fasık olan kişinin elinden bulun tu malı alarak güvenilir bir şahsa
bırakır; çünkü fasık bir kimseye kendi çocuğunun malı bile emanet edilmezken
yabancıların malı nasıl bırakılabilir?
[İkinci görüş]
Hakim onun elinden malı
alamaz; çünkü bu kişinin bulduğu malı [sahibi çıkmadığında] mülk edinme hakkı
vardır. Bu, fasık kimsenin mala kötülük yapmayacağından emin olunursa böyledir.
Bu durumda onu denetlemek üzere güvenilir bir şahıs görevlendirilir.
Her iki görüşe göre de
güvenilir şahıs için verilecek ücret devlet hazinesinden karşılanır.
Bu görüşü el-Envar
yazarı Darimi'ye tabi olarak nakletmiştir. Şayet devletin ödeme yapacak durumu
yoksa malı bulan fasık kişi ödemeyi yapar.
8. [Fasık bir kimse bir
mal bulduğunda onun malı etrafa duyurmasına güvenilir mi? Bu konuda İmam Şafii (r.a.)'ye
ait iki görüş bulunmaktadır: ]
[Birinci görüş]
Daha güçlü görüşe göre
onun mal bulduğunu etrafa duyurmasına güvenilmez, onu denetlemek üzere
güvenilir bir şahıs görevlendirilir ki fasık kişi duyuruda bulunma konusunda
ihmalkar davranmasın.
[İkinci görüş]
Herhangi bir denetleyid
görevlendirmeye gerek olmaksızın onun duyuruda bulunmasına güvenilir; çünkü
malı bulan odur.
EI-Kifaye'de Maverdl'den
naklen "güvenilir şahsın kendisi malı etrafa duyurur" demiştir.
Kadı Ebu't-Tayyib,
Mehamillve başkaları ise "her ikisi de duyuru yapar" demişlerdir.
Bu ifadeyi de ilki gibi
anlamak mümkündür.
Mal bulunduğuna dair
duyuru yapıldıktan sonra malı bulan kimse -yukarıdaki görüşlerin tümüne göre-
[sahibi çıkmaması halinde] malı kendi mülkiyetine geçirebilir.
Maverdı şöyle demiştir:
Hakim, sahibi geldiği
takdirde bedelini tazmin etme konusunda o şahıs üzerine şahit tutar.
Fasık şahıs malı kendi
mülkiyetine geçirmediğinde mal, güvenilir şahsın elinde bırakılır.
Not: Nevevl'nin fasık ile yetinmesi zımmınin
bulduğu malın onun elinden alınmayacağı anlamını çağrıştırmaktaysa da bu
kastedilmemiştir. Er-Ravda ve eş-Şerhu'l-Kebır'de onun durumunun da fasık gibi
olduğu belirtilmiştir.
Mürted, müste'men ve
kendisiyle ahid yapılan gayri Müslim de böyledir.
Maverdı şöyle demiştir:
Malı bulan kimse güvenilir olmakla birlikte malı korumaya güç yetiremeyecek
zayıf bir kimse ise mal kendisinden alınmaz. Hakim malı korumasına ve etrafa
duyurmasına yardımcı olacak güvenilir bir kimseyi daha görevlendirir.
9. Velinin çocuk, deli
ve sefih in bulup aldığı malları onların elinden alması farzdır. Bu hem onların
hakkı hem de mal sahibinin hakkı içindir. Ve kil nasıl ki bu şahısların malları
konusunda onların yerini alıyorsa buldukları malı onların elinde aldığında da
buluntu mal konusunda onların yerini alır.
Bu malın bulunduğunu
etrafa veli duyurur. Ancak bu duyurma işlemi için yapılacak masraf çocuğun /
delinin / sefihin malından yapılmaz, aksine veli durumu mahkemeye götürerek
mahkeme tarafından masrafların karşılanması için bulunan malın bir kısmının
satılmasını sağlar. Bu hüküm, "buluntu malı etrafa duyurma masrafları
[ileride sahibi çıkmazsa] onu mülk edinmek isteyen kimseye aittir"
hükmünden bir istisnadır.
Not: Nevevi'nin ifadesinden çocuğun mal bulduğunu
etrafa duyurmasının sahih olmadığı anlaşılmaktadır. Deli de onunla aynı
durumdadır. Sefihin duyurması ise sahihtir.
Zerkeşi'nin belirttiği
üzere onun velisinin izni şarttır.
9. Veli çocuğun -ve onun
durumunda olan deli ve sefih gibi kimselerin- yararına uygun görürse, onlar
adına borç almanın caiz olduğu durumda buluntu malı onlar adına mülk edinir;
çünkü mülk edinmek borç almak anlamındadır. Şayet bunu maslahata uygun görmezse
malı emanet olarak korur veya hakime teslim eder.
10. Çocuk, deli ve sefihin,
buldukları malları almalarını sahih kabul ettiğimizde şayet veli onların
bulduğu malı ellerinden alma konusunda ihmalkar davranır da mal telef olursa
yahut da bu şahıslar malı kendileri telef ederse veli tazminle yükümlü olur.
Bu, velayeti altındaki kimselerin topladığı odunu koruma konusunda kusurlu
davranmasına benzer.
Zerkeş! şöyle demiştir:
"Ancak bunların velisi hakim olursa, onun tazminle yükümlü olmaması daha
mantıklıdır."
Bu, itiraza açıktır.
Veli malı bunların
elinden alma konusunda ihmalkar davranmazsa çocuk ve onun durumunda olan diğer
şahıslar malı telef etmeleri halinde tazminle yükümlü olur, ancak kendi
kusurları olmaksızın malın telef olması halinde tazminle yükümlü olmazlar.
Tazmine tabi olup telef
olan mal etrafa duyurulur, hakimin bu malın değerini teslim almasından sonra
[malın sahibi çıkmazsa] bu şahıslar malın değerine sahip olurlar.
Zimmette olan şeye
gelince, bu şahısların onu mülk edinmeleri mümkün değildir.
11. Çocuk / deli /
sefih, velilerinin haberi olmaksızın bir malı alsalar ve veli durumu öğrenmeden
çocuk buluğa erse, deli akıllansa. sefih reşid olsa bu şahıslar bu malı
kısıtlılığın kalkmasından sonra bulmuş gibi kabul edilirler. İster hakimden
izin isteyerek malı elinde tutsun ister böyle yapmasın sonuç fark etmez. Bu,
Saymen'nin zikrettiği ve tercih e şayan olan iki ihtimalden biridir.
12. [Köle bir malı
bulsa, onun bulduğu malı almasına fıkhen itibar edilir mi? Bu konuda İmam Şafii
(r.a.)'ye ait iki görüş vardır:]
[Birinci görüş]
Daha güçlü görüşe göre, efendisi
tarafından izin verilmediği yahut yasak konulmadığı sürece kölenin bulduğu malı
alması batıldır; çünkü buluntu malı almak başlangıç itibarıyla bir emanet ve
velayet, sonuç itibarıyla ise mülk edinme anlamına gelir. Köle ise bunların
ikisine de ehil değildir.
[İkinci görüş]
Bu sahihtir. Onun aldığı
mal -tıpkı topladığı odun ve avladığı av gibi- efendisine ait olur.
Istahrl'ye göre efendi
"herhangi bir mal bulursan bana onu getir" demişse o zaman kölenin
bulduğu malı alması kesin olarak caiz olur. Şayet yasak koymuşsa o zaman
kesinlikle malı alma hakkı olmaz. NeveVi bu görüşü desteklemiş, başka alimler
ise bu konuda da yukarıdaki iki görüşün geçerli olduğunu belirtmişlerdir.
Kölenin mal kazanmasına
izin vermek onun bulduğu malı almasına da izin vermek anlamına gelir.
ZerkeşI'nin sözünden anlaşıldığına göre iki görüş içinden tercihe şayan olan
budur.
Kölenin bulduğunu
almasının batıl olduğu hükmünden düğün yemeğinde saçılan şeyleri alması durumu
istisna edilir ki bunları alması sahihtir.
Er-Ravda'nın "düğün
yemeği" konusunun son bölümünde belirtildiğine göre kölenin aldıkları
efendisine ait olur. Bir hurma, bir üzüm gibi küçük şeyler de böyledir.
Hakikatte bu "buluntu mal" konusundan istisna edilecek bir durum değildir;
çünkü burada mal bulduğunu etrafa duyur ma ve malı mülk edinme söz konusu
değildir. Bu, odun toplama ve av yapma gibidir.
13. Kölenin bulduğu malı
almasının geçersiz olduğu görüşü kabul edildiğinde, kölenin mal bulduğunu ilan
etmesi de dikkate alınmaz; çünkü o, malı bulmuş hükmünde değildir. Köle bulduğu
malın değerini, kendi rakabesi üzerinde [çıplak mülkiyeti üzerinde] borçlamr.
Kölenin bulduğu malı
almasının geçerli olduğu kabul edilirse kölenin -efendisinden izin almaksızın
olsa bile- yaptığı duyuru daha doğru görüşe göre muteber kabul edilir. Kölenin
duyuruda bulunduktan sonra [malın sahibi çıkmazsa] malı kendisi için mülk
edinme hakkı yoktur, ancak efendisinin izniyle onun için mülk edinebilir.
Efendisinin izni olmaksızın onun adına mülk edinmesi de sahih değildir.
Müdebber köle, az at
olması bir şarta bağlanan köle, efendisinden çocuk doğuran cariye [ümmü veled]
de normal köle gibidir. Ancak üm mü veledin bulduğu malda, malın değerinin
tazmini cariyenin çıplak mülkiyetine değil efendisine ilişir. Efendisinin bunu
bilip bilmemesi fark etmez.
14. Kölenin bulup aldığı
bir malı gerek efendisi gerekse yabancı birisi kölenin elinden alsa bu durumda
alan şahıs malı bulmuş hükmündedir. Efendi yabancı şahsın almasına izin vermese
de böyledir. Bu durumda kölenin üzerinden tazmin yükümlülüğü kalkar.
Köle güvenilir bir kimse
ise efendinin, kölenin elinde bir buluntu mal bulduğunu ikrar etmesi de malı
kölesinden alması gibidir; çünkü kölenin mal üzerindeki zilyedliği efendisinin
zilyedliği gibidir. Köle güvenilir olmadığı halde efendi malı onun korumasını
istese Ö veya ihmalkar davransa, malı tazmin etmek köleye ve efendinin diğer
mallarına düşer. Köle ölmüş olsa tazmin yükümlülüğü düşmüş olmaz. Efendi iflas
etse, buluntu malın sahibi, köle üzerinde diğer alacaklılara göre öncelikli hak
sahibi olur.
Not: NevevI'nin "efendisi ondan alsa"
ifadesinden anlaşıldığına göre köle bir mal bulduktan sonra azat edilmiş olsa
efendisi malı ondan alamaz. Bu hüküm böyledir. Azat edilen köle onu kendi mülkü
yapabilir. Bu durumda malı hür olduktan sonra bulmuş gibi kabul edilir.
15. [Efendisiyle sahih
bir kitabet akdi (özgürlük sözleşmesi) yapmış olan köle bir mal bulup alsa, bu
fıkhen muteber kabul edilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki rivayet
bulunmaktadır:]
[Birinci rivayet]
Nevevi, Rafit'nin
eş-Şerhu'l-Kebir'de dediği gibi şunu söylemiştir: Mezhepte esas alınan görüşe
göre efendisiyle sahih bir kitabet akdi yapmış mükatep kölenin bulduğu bir malı
alması -tıpkı hür gibisahihtir; çünkü o müstakil mülkiyete ve tasarruf hakkına
sahiptir. Bu durumda bulduğu malı ilan eder, [sahibi çıkmazsa] mülk edinir.
Diğer görüşe göre ise
onun bulduğu malı alması sahih değildir; çünkü buluntu malı almak bir tür bağış
ve korumadır. Mükatep köle ise tıpkı diğer köleler gibi bunu yapmaya ehil
değildir. Bununla birlikte Nevevt'nin ifadesinden öyle bir anlam çıksa da
efendisi bu köleden o malı alamaz, aksine hakim bu malı alıp koruma altına
alır; çünkü efendinin mükatep köle üzerinde velayet hakkı yoktur.
[İkinci rivayet]
Hür bir kimsenin bulduğu
malı alması sahih olduğu gibi mükatebin almasının da sahih olduğu konusunda tek
bir görüş bulunmaktadır.
Birinci rivayete göre,
mükatep köle, bulduğu eşyayı etrafa duyurduktan sonra onu mülkiyetine alsa, bu
eşya telef olursa onun bedelini kendi kazancından öder. Buluntu eşyanın sahibi
-iki görüş içinden Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin daha güçlü bulduğu görüşe
göre- diğer alacaklılara göre öncelikli hak sahibi olamaz.
ZerkeşI'nin belirttiği
üzere bu iki rivayet in "iflas etmiş hür kimse" ve "ölen hür
kimse" hakkında da geçerli olması gerekir.
Mükatep köle, bulduğu
eşyayı kendi mülkiyetine geçirmeden önce kitabet bedelini ödemekten vazgeçse
efendi bu eşyayı kendisi alamaz; çünkü mükatep kölenin bulduğu eşyayı alması
-bu mülkiyet kazandırıcı bir alış olsa bile- efendisi adına geçerli olmadığı
gibi sonradan efendiye de dönmez. Çünkü mükatebin de -tıpkı hür kimse gibi-
kendine ait tasarruf hakkı vardır. Ne efendi ne de bir başkası mükatep kölenin
bulduğu eşyayı ondan alamaz, aksine bu durumda hakim eşyayı sahibi için saklar.
Fasid bir kitabet akdi
yapan köleye gelince, tıpkı normal kölede olduğu gibi efendisinden izinsiz
olarak bulduğu bir malı alması sahih olmaz.
16. Bir kısmı hür bir
kısmı köle olan kişinin, bulduğu bir malı alması [sahih midir? Bu konuda mezhep
içinde iki rivayet bulunmaktadır:]
[Birinci rivayet]
Mezhepte esas alınan
rivayete göre onun bulduğunu alması sahihtir; çünkü mülkiyet, tasarruf ve
zimmet bakımından kısmı köle hür insan gibidir.
[İkinci rivayet]
[Zayıf] bir görüşe göre
normal kölede olduğu gibi burada da iki görüş söz konusudur.
İlk rivayete göre
buluntu mal bulan köle ve efendisine ait olur, her ikisi de mal bulunduğunu
etrafa duyurur, [sahibi çıkmazsa] malı mülkiyetlerine geçirirler.
17. Yukarıdaki hüküm,
kısmı kölenin işgücünü nöbetleşe olarak 8 efendisiyle paylaşmamışsa geçerli
olacak hükümdür. Şayet kölenin işgücü nöbetleşe olarak kendisi ve efendisi
arasında bölünmüşse [bu durumda kölenin bulup aldığı malın hükmü nedir? Bu
konuda İmam Şafii (r.a.)'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha güçlü görüşe göre
nöbet sırası kimde ise malona ait olur; çünkü nadiren elde edilen kazanç nöbet kapsamına
dahildir ki doğru olan da budur.
[İkinci görüş]
Kazancın nöbete bağlı
olmadığı görüşünden hareketle bu kölenin bulduğu mal ikisi arasında ortak olur.
Daha güçlü görüş esas
alındığında mal, kimin nöbeti esnasındayken bulunmuşsa mal bulunduğunu duyurup
sahibi çıkmayınca malı mülk edinme hakkı ona aittir. Daha doğru görüşe göre
dikkate alınacak olan şey malın bulunduğu andır.
Not: Kısmı kölenin işgücü, efendisiyle nöbetleşe
olarak paylaşıldığında ve paylaşılmadığında efendinin iznine ihtiyaç var mıdır?
Bu konuya temas eden birini görmedim. Alimlerin ifadesinin zahirinden
anlaşıldığına göre, kısmı köle, işgücünün efendiye ait olduğu nöbet diliminde
normal köle gibi olup bu esnada bir mal bulursa onu almak için efendinin izin
vermesi şarttır. İşgücünün kendisine ait olduğu nöbet diliminde ise hür
konumundadır. Bu köle, işgücünü efendisiyle nöbetleşe kullanmıyorsa alimlerin
ifadelerinden anlaşıldığına göre -bu kölenin hürriyet yönü baskın kabul
edilerek- efendisinden izin almasına gerek olmaz.
18. Kı$mı kölenin elde
ettiği; vasiyet, hibe, define bulma, sadaka vb. gibi diğer nadir kazançlarda da
hüküm böyledir. Daha doğru görüşe göre fıtır sadakası da böyledir.
Çünkü işgücünün
nöbetleşe paylaşılmasının amacı, her birinin kendi nöbet diliminde bu işgücüne
sahip olmasıdır.
Bir doktora verilen
ücret, ilaç parası, hamam ücreti gibi nadiren gerçekleşen masrafların hükmü de
böyledir; çünkü masraflar menfaatlere göredir.
Daha güçlü görüşe göre
kısmı köle, işgücünün kime ait olduğu nöbet diliminde bir şey kazanmışsa kazanç
ona ait olur. Yine masrafı gerektiren durum kimin nöbet diliminde
gerçekleşmişse masrafı o yapar. Bunun karşısında yer alan görüşe göre ise ikisi
de iştirak eder. Çünkü nadir gerçekleşen şey bilinmez, hatta hazırlık yaparken
böyle bir şey insanın aklına da gelmez. Dolayısıyla bunu dahil etmek zorunlu
değildir ...
Ancak kısmı köle
-efendisinin veya kendisinin nöbet dilimi nd eyken- diyeti gerektiren bir suç
işlese -veya Nevevi'nin ifadesinin kapsamında yer alan ve Zerkeşi' nin de kendi
görüşü olarak belirttiği duruma göre ona karşı böyle bir suç işlense- o zaman,
diyet yalnızca nöbet dilimi kendisine ait olan şahsa ait olmaz, aksine
efendiyle köle arasında olur. Bu konuda tek görüş bulunmaktadır. Çünkü diyet
kölenin çıplak mülkiyetiyle ilişkili olup çıplak mülkiyette iki şahıs da
ortaktır. Cüveynı fıtir sadakası bölümünde alimlerin bu konuda ittifak ettiğini
belirtmiştir.
Kısmı kölenin işgücü
nöbetleşe bir şekilde paylaşılmıyorsa nadiren gerçekleşen diğer kazançlar ve
masraflarda köleyle efendisi ortak olur.
C. BULUNTU MAL
Küçük yırtıcılara karşı
kendisini;
a) Deve ve at gibi
gücüyle,
b) Tavşan ve ceylan gibi
kaçarak,
c) Güvercin gibi uçarak
Koruyabilecek sahipli bir
hayvan açık arazide bulunursa hakimin korumak amacıyla onu alma hakkı vardır.
Daha doğru görüşe göre başkası da bunu yapabilir. Mülk edinmek amacıyla bu
hayvanlara el koymak haramdır.
Bu hayvanlar bir köyde
bulunursa daha dOğru görüşe göre mülk edinmek amacıyla alınması caizdir.
Koyun gibi kendisini
savunamayacak bir hayvanın köyde ve açık arazide mülk edinmek amacıyla alınması
caizdir. Açık alanda onu bulup alan kişi dilerse etrafa onu duyurur ve mülk
edinir, dilerse satarak parasını koruma altına alır ve etrafa duyurur, sahibi
çıkmazsa bedelini mülk edinir, yahut da koyunu yer ve sahibi çıkıp gelirse
değerini tazmin eder. Kişi koyunu bir yerleşim biriminde bulursa yukarıdaki
seçeneklerden ilk ikisini yapabilir, daha doğru görüşe göre üçüncüyü yapamaz.
Kişi, temyiz çağında
olmayan bir köleyi bulduğunda onu alabilir. Kişi, hayvan dışında -etli bulgur
vb.- çabuk bozulabilen bir şey bulduğunda onu alır. Dilerse bedelini mülk
edinmek amacıyla bunu satar ve etrafa duyurur, dilerse derhalonu mülk edinerek
yer. [Zayı~ bir görüşe göre bir yerleşim biriminde bunu bulmuşsa satması
zorunludur.
Kişi, -kuruması mümkün
olan üzümde olduğu gibi- dışarıdan bir müdahalede bulunmadığı halde
[bozulmaksızın] kalması mümkün olan bir şey bulsa, maslahat onun satılmasını
gerektiriyorsa satılır. maslahat kurutulmasını gerektiriyor ve bulan kişi de
bunu kendi isteğiyle yapıyorsa kurutulur. Şayet bulan kişi kendiliğinden
kurutma işlemini gerçekleştirmiyorsa kalan kısmın [ücretle birisi tarafından]
kurutulması için bir kısmı satılır
Bir kimse bulduğu bir
malı sonuna kadar korumak amacıyla alırsa bu mal elinde emanet olur, bu malı
hakime teslim ettiğinde hakimin kabul etmesi gerekir. Alimlerin çoğunluğu bu
durumda mal bulunduğunun ilan edilmesine gerek olmadığını söylemişlerdir. Kişi
bundan sonra hainlik yapmayı amaçlarsa daha doğru görüşe göre tazminle yükümlü
hale gelmez.
Baştan alırken hıyanet
amacıyla alırsa tazmin yükümlülüğünü üstlenir. Mezhepte esas alınan görüşe göre
daha sonradan etrafa duyurma ve mülk edinme hakkı yoktur.
Kişi malı etrafa duyurup
sonra da mülk edinmek amacıyla alırsa etrafa duyurma devam ettiği sürece mal
emanet hükmündedir. Daha dOğru görüşe göre mülk edinmeyi tercih etmediği sürece
daha sonra da hüküm böyledir.
Kişi bir mal bulduğunda
bu malın cinsini, niteliğini, miktarını, bulunduğu cüzdanı!kabı, cüzdanın!kabın
bağlandığı bağı iyice aklında tutar, daha sonra mal bulduğunu çarşı-pazarda,
camilerde vb. yerlerde normal bir yolla bir sene boyunca duyurur. Öncelikle her
gün gündüzün iki ucunda duyurur, daha sonra her gün bir defa duyurur, sonra
haftada bir duyurur, sonra ayda bir duyurur. Daha doğru görüşe göre farklı
zamanlarda bir yıl duyurması yeterli değildir.
Ben [Nevevi] derim ki:
Daha doğru görüşe göre bu yeterlidir.
Allah daha iyi bilir.
Mal bulma işleminin
üçüncü rüknünün bulunan malın hükmü oluşturmaktadır.
Bulunan mal canlı ve
cansız olmak üzere iki çeşittir. Nevevi önce canlılarla başlamıştır.
1. BULUNTU HAYVANIN
HÜKMÜ
2. BULUNAN CANSIZ MALIN
HüKMÜ
1. BULUNTU HAYVANIN
HÜKMÜ
19. İşaret konulmuş
olması, kulağına birşey takılması gibi bir yolla sahibi olduğu belli olan
sahipli bir hayvan bulunduğunda bakılır:
Kaplan, pars, kurt gibi
küçük yırtıcı hayvanlardan;
a) Gücüyle
kurtulabilecek büyük bir deve, at, katır, eşek gibi hayvanlar,
b) Kaçarak
kurtulabilecek tavşan, ceylan gibi hayvanlar,
c) Uçarak kurtulabilecek
güvercin gibi hayvanlar,
Açık bir alanda
bulunursa hakim veya onun tayin ettiği kimse, mülk edinme amacıyla değil de
sahibi için koruma altına almak amacıyla bu hayvanları alabilir. Çünkü hakimin,
kayıp şahısların mallarını koruma yetkisi vardır.
[*] - İmam Malik'in
rivayetine göre Hz. Ömer, kayıp malların korunması amacıyla bir yer tahsis
etmiştir.
Daha doğru olan -ve İmam
Şafiı (r.a.)'nin el-Ümm'de yer alan ifadesine- göre hakim dışındaki kişilerin
de -hain bir kimsenin eline düşmemesi için- bu hayvanları alma hakkı vardır.
Diğer görüşe göre ise böyle bir yetkisi yoktur; çünkü sıradan insanların
başkalarının malları üzerinde yetkisi yoktur.
Not: Darimı'nin de belirttiği üzere görüş
ayrılığı, malın sahibi bilinmediği duruma özgüdür. Şayet kişi sahibini bilir de
sahibine geri vermek üzere alırsa, sahibine verinceye dek malın onun elinde
emanet hükmünde olduğu konusunda görüş ayrılığı yoktur.
Subki şöyle demiştir:
Hakimin bu hayvanı alması, hayvanın zayi olmasından korktuğunda söz konusudur.
Zayi olmayacağından emin olursa sahibi gelinceye dek hayvana ilişmesi uygun
olmaz.
Ezrai şöyle demiştir:
Bu, hakim dışındaki kimselere daha uygun bir davranıştır.
Zahir olan da budur.
20. Kendisini
savunabilecek durumda olan güvenilir konumdaki bir hayvanı, mülk edinmek üzere
almak, herkes için haramdır.
["] - Bunun delili
Zeyd'in rivayet ettiği hadiste yer alan "Senin deveyle işin ne! Bırak
gitsin" ifadesidir.(Buhari, Lükata, 2427; Müslim, Lükata, 4473)
Diğer hayvanlar da
"çobana gerek olmaksızın boş arazide kendiliğinden otlamaları"
bakımından develere kıyas edilmiştir. Bu hayvanları mülk edinmek üzere alan
kişi tazmin yükümlülüğünü üstlenir, hayvanı aldığı yere geri bırakmakla tazmin
yükümlülüğünden kurtulamaz. Eş-Şerhu'I-Kebır ve er-Ravda'da "daha
doğru" diye belirtilen görüşe göre hayvanı hakime teslim etmekle tazmin
yükümlülüğünden kurtulur. Malların yağma edildiği ve bozgunculuğun yaygın olduğu
dönemlerde ise gerek açık alanda gerekse başka yerlerde bulunan hayvanın mülk
edinmek üzere alınması caizdir.
Not: Nevevl'nin sözün baş tarafında "sahibi
bulunan hayvan" ifadesini kullanması şu hayvanları dışarıda bırakmaktadır:
Köpek, hedy kurbanı, vakfedilmiş hayvan, menfaati süresiz bir şekilde
vakfedilmiş hayvan. Bu konuda daha önce açıklama yapılmıştı.
21. Yukarıda belirtilen
hayvanlar bir köyde, beldede veya bunlara yakın bir yerde bulunsa [bunları mülk
edinmek üzere almak caiz olur mu? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha doğru görüşe göre
mülk edinmek üzere alınması caizdir; çünkü yerleşim biriminde hain bir elin
kendisine uzanması ile bu hayvan zayi olur. Açık arazi ise böyle olmayıp
oradaki yollar herkesin kullandığı yollar değildir.
[ikinci görüş]
Hadisteki ifade
genelolduğundan tıpkı açık alanda olduğu gibi yerleşim biriminde de bu hayvana
el konulamaz.
İlk görüşte olanlar
hadisin bağlamının açık alanla ilgili olduğunu, hadisteki "deveyi kendi
başına bırak, o suya da gider, otunu da yer" ifadesinin de bunu
gösterdiğini belirtmişlerdir. (Buhari, Lükata, 2427; Müslim, Lükata, 4473)
Not: "Mülk edinmek üzere hayvanı almak
caizdir" şeklindeki hükümden şu durumlar istisna edilir:
> Harem bölgesinde bulunan
mallar,
> Kişiye ilişkide
bulunması helal olan bir cariye: Bu cariyeyi borç olarak almak caiz
olmadığından kişi böyle bir cariyeyi bulsa onu mülk edinmek amacıyla alamaz.
22. Küçük yırtıcılara
karşı kendisini savunamayacak durumda olan koyun, buzağı, deve yavrusu, dana
gibi eti yenebilir hayvanlar ile ayağı kırılmış at ve deve gibi hayvanlara
gelince; gerek hakim gerekse sıradan insanlar, ister yerleşim birimi isterse
açık arazide bu hayvanları bulmuş olsunlar hain şahıslardan ve yırtıcı hayvanlardan
korumak üzere bu hayvanları mülk edinmek amacıyla alabilirler.
[*] - Çünkü daha önce
geçen hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) [koyunla ilgili olarak] şöyle buyurmuştur:
[Onu bulunca sen alırsan] senindir. [Şayet sen almayıp da başka birisi alırsa,
alan] kardeşinindir. [O da almazsa] kurdundur.
23. Açık bir alanda
kendisini savunamayacak durumda olan bir hayvanı bulup alan kişi şu üç
seçenekten birini tercih edebilir:
a. Dilerse hayvanı bulduğunu
etrafa duyurur, [sahibi çıkmazsa] hayvanı mülk edinir. Etrafa duyurma süresi
boyunca hayvan için harcama yapar. Yaptığı harcamayı geri almak istiyorsa
harcama yapmak için hakimden izin alır. Hakim bulamazsa -daha önce benzer bir
meselede geçtiği üzere- yaptığı harcamalara dair şahit tutar.
b. Dilerse hakim
bulamaması halinde hayvanı satar. Şayet hakim bulursa daha doğru görüşe göre
onun izniyle satar. Satım bedelini koruma altına alarak, sattığı hayvana
ilişkin etrafa duyuruda bulunur. Bu duyurma işlemi uygun bir mekanda yapılır,
daha sonra kişi satım bedelini kendi mülkiyetine geçirir.
c. Dilerse bulduğu
hayvanı kendi mülkiyetine geçirerek [kesip] yer. Sahibinin çıkması halinde de
bedelini ödemeyi üstlenir.
Nevevi'nin, kişinin
hayvan bulduğuna dair duyuru yapmasını ilk iki seçenekte zikredip üçüncü
seçenekte zikretmemesi, hayvanın yenilmesinden sonra duyuru yapmaya gerek
olmadığına dair açık ifade gibidir. Cüveynı'nin sözünden anlaşılan da budur;
çünkü bunun bir yararı yoktur. Eş-Şerhu's-sağır'de de bu görüş doğru kabul
edilmiştir. Ezrai ise şöyle demiştir: "Alimlerin genel ifadesinden bu
durumda da duyuru yapmanın gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Cüveynı'nin kastı
muhtemelen genel anlamda duyuru yapmamak değil, hayvanın bulunduğu açık alanda
duyuru yapmamaktır." Zahir olan görüş budur.
Not: a. Yukarıdaki seçenekler arasında kişinin
seçim yapması keyfı bir şekilde olmaz. Aksine isnevı ve başka alimlerin
-kurutulması mümkün yaş bir meyvenin bulunması meselesindeki hükme kıyasla-
belirttikleri üzere hayvanı bulan kişi, hayvan sahibi için en yararlısı
hangisiyse onu yapmalıdır.
b. Maverdi yukarıdaki üç
seçeneğe şu dördüncüsünü de eklemiştir. Kişi hayvanı bulduğu anda kendi
mülkiyetine geçirir ve hayvanın sütünden ve yavrularından yararlanmak için
canlı olarak bırakır. Maverdi şöyle demiştir: "Çünkü kişi hayvanı
öldürerek kendi mülkiyetine geçirmeyi mübah gördüğüne göre canlı bırakarak
mülkiyetine geçirmek haydi haydi mübah olur." Alimlerin ifadesinin
zahirinden ise bunun yasak olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü ilki başkalarına
kıyasla gerekçelendirilmiştir. İkincisine gelince; hayvanı yemek caiz olunca
satmak haydi haydi caizdir. Üçüncüsü ise İbn Abdilber'in de naklettiği üzere bu
konuda icma bulunmaktadır.
c. Hayvanın değerini
belirlemede dikkate alınacak olan şey; şayet kişi hayvanı yemek için almışsa
aldığı günkü değerdir. Kişi hayvanı bulduğunu ilanetmek üzere almışsa hayvanı
mülk edindiği günkü değerdir. Rafii ve Nevevi bunu bazı alimlerden nakletmişler
ve onayfamışlardır.
24. Kişi yukarıda belirtilen
türde hayvanları bir yerleşim biriminde bulursa, bir önceki meselede yer alan
iki seçenek; yani hayvanı elinde tutmak veya satmak seçeneklerinden birini
seçebilir.
Üçüncü seçenek olan
hayvanı yeme [ve hayvanın sahibi çıkıp gelirse değerini tazmin etme yükünü
üstlenme] seçeneğini tercih edebilir [mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha doğru görüşe göre
üçüncü seçeneği tercih edemez.
[İkinci görüş]
Tıpkı açık alanda olduğu
gibi yerleşim biriminde bulunan hayvanda da kişi hayvanı yiyip değerini tazmin
etmeyi üstlenebilir.
İlk görüşte olanlar buna
şöyle cevap vermişlerdir: Kişinin açık alanda iken bulduğu hayvanı yemesine
izin verilmiştir; çünkü kişi -yerleşim biriminin aksine- burada hayvanı satın
alacak birini bulamayabilir. Hayvanı yerleşim birimine götürmek ise zor
olabilir.
25. Eti yenmeyen sıpa
gibi hayvanlara gelince; bu hayvanı bulan kişi yukarıdaki ilk iki seçeneği
tercih edebilir, hayvanı bulduğu anda mülkiyetine geçirmesi caiz olmayıp ancak
hayvan bulduğunu etrafa duyurduktan sonra yapabilir.
Kişi buluntu hayvanı
elinde tutup onun için harcamayı kendi cebinden yapmak isterse bunu yapabilir.
Yaptığı harcamayı geri almak istiyorsa hakimin izniyle bunu yapması gerekir. Hakim
bulamamışsa harcama yaptığına dair şahit tutması gerekir.
Not: "Yerleşim birimi" ifadesi ile
cadde, mescidler vb. yerler kastedilmektedir; çünkü buluntu malın tarifinden de
anlaşılacağı üzere ölü araziler gibi buralar da malların bulunabileceği yerlerdir.
26. Gerek güvenliğin
hakim olduğu gerekse böyle olmayıp bir vurgun ve yağmanın hakim olduğu zaman
diliminde tıpkı diğer bulunan malları almak caiz olduğu gibi temyiz
kabiliyetine sahip olmayan buluntu bir köleyi almak da caizdir. Yağmanın hakim olduğu
bir dönemde bulunan mümeyyiz köleyi almak da caizdir. Hatta bu kölenin canını
korumak için almak tek yol ise köleyi almak zorunludur.
Güvenliğin hakim olduğu
bir dönemde gerek açık alanda gerekse başka bir yerde bulunan mümeyyiz bir
köleyi almak caiz değildir; çünkü böyle bir köle görülürse efendisine
bildirilir ki efendisi ona ulaşsın.
[İtiraz] Mümeyyiz olmayan köleyi bulunca almak
problemlidir; çünkü ileride "buluntu kişi" bölümünde geleceği üzere
hür mü köle mi olduğu bilinmeyen bir kimsenin hür olduğuna hükmedilir. Şayet
bir delille kişinin köle olduğu biliniyorsa o zaman efendisi de bilinir. O
halde yukarıda belirtilen durum nasıl gerçekleşir?
[Cevap] Bir kimsenin köle olması örneğin onun
Habeşistanlı veya zenci olması gibi alametlerle yahut da köle olduğu bilinip de
efendisinin bilinmemesi daha sonra da kayıp olarak bulunmasıyla bilinebilir.
Aynı şekilde bu, cariyenin Mecusi olmasıyla da bilinebilir.
Not:
a. Nevevl'nin
"köle" ifadesi cariyeyi dışarıda bırakmaktadır. Şayet kişi cinsel ilişkide
bulunması helal olan bir cariye bulmuşsa, mülk edinmek üzere onu alması caiz
olmayıp korumak üzere alabilir. Şayet Mecusi cariye veya mahrem cariyede olduğu
gibi kendisiyle ilişkide bulunması helal olmayan bir cariye bulursa onu alması
caizdir. Daha önce buna işaret edilmişti.
b. Alimlerin
ifadesinden, bir köle bulunması durumunda kişinin yukarıda belirtilen iki
seçenekten birini seçebileceği anlaşılmaktadır. Kişi bir köle bulduğunda onu
koruma altına aldığı sürece köle için yapılacak harcamayı kölenin kazancından
karşılar. Şayet kölenin bir kazancı yoksa daha önce köle dışındaki kimseler
için geçtiği üzere oradaki hükümler geçerli olur.
c. Buluntu köle
satıldıktan sonra efendisi çıksa ve "ben onu azat etmiştim" dese sözü
kabul edilir ve eş-Şerhu'l-Kebır ve er-Ravda'da "daha güçlü" olarak
belirtilen görüşe göre satım akdinin fasid olduğuna hükmedilir. "Azat
etme" konusuyla hükmün sınırlanması, efendinin "ben onu satmıştım /
hibe etmiştim" gibi diğer ifadelerinin tasdik edilmeyeceği gibi bir anlamı
çağrıştırabilir; çünkü azat etmenin diğer tasarruflara göre daha güçlü olduğu
düşünülür. Ancak bu kastedilmemiştir. Aksine köle üzerindeki mülkiyeti ortadan
kaldıran diğer tasarruflar da böyledir. Rafiı ve Nevevi bunu "mehir"
konusunun hemen öncesinde belirtmişlerdir.
2. BULUNAN CANSIZ MALIN
HüKMÜ
27. Bir kimse ister
altın-gümüş, elbise gibi dince malolarak kabul edilen, isterse ölü hayvanın
tabaklanmamış derisi, dokunulmazlığı bulunan şarap vb. gibi dince malolarak
kabul edilmeyen cansız bir şey bulsun bunu kendisine özgü kılmak yahut da
korumak amacıyla alması caizdir.
Şayet bulduğu şey etli
bulgur, kurutulması mümkün olmayan yaş üzüm, kurutulması mümkün olmayan yaş
hurma gibi çabuk bozulabilir bir şey ise bulan kişi şu iki seçenekten birini
tercih edebilir:
a. Şayet hakim bulamazsa
kendiliğinden, hakim bulursa onun izniyle malı satar. Sattıktan sonra mal
bulduğunu etrafa duyurarak sonunda sahibi çıkmazsa malın satım bedelini mülk
edinir. Kişi, satım bedelini etrafa duyurmaz. Bu seçenek, bir sonrakinden daha
iyidir.
b. Kişi dilerse bulduğu
şeyi doğrudan kendi mülkiyetine geçirip yiyebilir ve sahibi çıktığında ödemek
üzere tazmin yükünü üstlenir.
Kişi bu malı ister açık
alanda isterse yerleşim biriminde bulsun fark etmez.
[Zayıf] bir görüşe göre
kişi cansız malı bir yerleşim biriminde bulmuşsa onu satması gerekir; çünkü
satması kolaydır. Bu kimsenin bunu yemesi mümkün değildir. Bu, daha önce koyun
bulma meselesinde "doğru görüş" olarak belirtilen "koyundan yenilemeyeceği"
görüşüne kıyasla verilmiş bir hükümdür.
ilk görüş sahipleri
bununla koyun buma arasında şu farkın bulunduğunu belirtmişlerdir: Yiyecek
maddesi, kişinin müşteri bulmasından önce bozulabilir, bu sebeple onu yemeye
ihtiyaç olabilir.
Kişinin yiyecek maddesini
yemesini dUz kabul ettiğimizde kişi bunu yerse, yedikten sonra da yerleşim
biriminde bunu duyurması gerekir. Açık alanda ise, Cüveynı "zahir olan
bunu duyurmanın gerekli olmamasıdır" demiştir. Bu konuda açıklama
yapılmıştı.
Kişinin malın tazmini
için ödeyeceği bedeli malından ayırması gerekli değildir. Ancak malı
mülkiyetine geçirdiğinde ayırması gerekir; çünkü zimmetteki bir şeye malik
olmak sahih değildir. Bunu Kadı Hüseyin belirtmiştir.
28. Şayet çabuk
bozulması mümkün olan yiyeceğin müdahale ile kalıcı olması mümkün ise, mesela
kurutulabilir olan yaş bir meyvenin kurutulması, sütün çökelek yapılması mümkün
ise [bakılır:]
a. Şayet malın satılması
mal sahibinin yararına ise, hakimin bulunması halinde onun izniyle, hakim yoksa
re'sen malın bütünü satılır.
b. Malın kurutulması
daha yararlı olur da• malı bulan kişi veya bir başkası karşılıksız olarak bunu
yaparsa, yaş meyveyi kurutur; çünkü bu başkasının malıdır ve -tıpkı yetimin
malını velinin koruması meselesinde oldUğU gibi- başkasının yararına göre
hareket edilir. Malı bulan kişi karşılık almaksızın bu işlemi yapmaya
yanaşmazsa, mal sahibi için daha yararlı olanı yapmak amacıyla malın kalan
kısmının kurutulması için bir kısmı satılır.
Bunun hükmü hayvanın
hükmünden farklıdır; çünkü hayvanın tümü satılır. Zira hayvanı için yapılacak
masraf sürekli tekrarlandığından masraf hayvanın bütününü kapsar.
Not: Nevevl'nin "bulan" ifadesi ihtirazı
bir kayıt değildir.
Nevevi'nin sözünün
zahirinden maslahata en uygun şeyi yapmanın zorunlu olduğu anlaşılmaktadır.
Alimlerin ifadesi bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Ezra) şöyle demiştir:
Kişi yalnızca kendi zannına göre hareket ederek en yararlıyı seçemez, bu konuda
hakime müracaat eder. Şayet her iki durum eşit olursa -sonraki bazı alimlerin
belirttiği üzere- malın tümü satılır; çünkü satımda daha az külfet vardır.
29. Bir kimse bulduğu
bir malı sonuna kadar korumak için alsa ve bunu yapabilecek durumda bulunsa bu
malonun elinde emanet olur. Şayet bulduğu şey bir hayvan ise hayvanın sütü,
yünü ve yavrulan da emanet olur; çünkü bu, kişinin sahibi adına koruma altına
aldığı bir malolup tıpkı emanet bırakılmış mala benzemektedir.
Bu kişi malı hakime
teslim etmek istediğinde hakimin malı sahibi adına korumak amacıyla kabul etmesi
gerekli olur. Malı mülk edinmek amacıyla alıp da sonradan fikrini değiştiren
kişi de bu malı hakime vermek isterse hakimin kabul etmesi gerekir. Ancak
kişiye emanet bırakılan bir malı kişi bir zorunluluk olmadığı halde hakime
teslim etmek istese, emanet alan şahsın mal sahibine teslim etme gücü
bulunduğundan hakimin kabul etmesi zorunlu değildir.
30. Alimlerimizin
çoğunluğu bu durumda -yani bir malı bulan kimsenin onu sonuna kadar korumak
amacıyla alması durumundaetrafa mal bulunduğuna dair duyuru yapmanın gerekli
olmadığını söylemişlerdir; çünkü din, sonunda mülk edinmenin söz konusu olduğu
bir mal bulma işleminde duyuru yapmayı gerekli kılmıştır.
Cüveyni, Gazali ve başka
alimler bunu gerekli görmüşlerdir.
Nevevl'nin Müslim
Şerhi'nde sahih gördüğü görüşte de belirtildiği üzere mutemed olan görüş budur.
Nevevi er-Ravda'da "tercihe şayan olan ve daha güçlü olan görüş
budur" demiştir. Nevevl'nin "duyuru yapmanın gerekli olmadığı"
görüşünü alimlerin çoğunluğuna izafe ettiği halde adeti olduğu üzere "daha
doğru görüşe göre" dememesi de buna işaret etmektedir.
Ezrai şöyle demiştir:
Doğru olan bunun zorunlu olduğu görüşüdür; çünkü kişinin mal bulduğunu
gizlemesi, bulduğu malın sahibine ulaşamamasına yol açar.
[İtiraz] Burada malın sahibi mal kaybettiğini etrafa
duyurduğunda malı korumak amacıyla alan kimse de bundan haberdar olabilir.
[Cevap] Söz konusu mal gelip geçen bir kimseden
düşmüş olabileceği gibi hastalık, delirme, hapiste olma, ölüm vb. gibi haricı
bir durum sebebiyle mal kaybettiğini duyuramayacak durumda olabilir.
Kişi duyuruda bulunma
yükünden kurtulmak istiyorsa güvenilir bir hakime malı teslim eder.
Kişi mal bulduğu
konusunda duyuru yaptıktan sonra fikrini değiştirip malı kendi mülkiyetine
geçirmeyi istese o andan itibaren bir yıl boyunca tekrar duyuruda bulunması
gerekir. İster daha öncesinde duyuruda bulunmasını zorunlu görelim ister
görmeyelim daha doğru görüşe göre daha önceki duyuru dikkate alınmaz.
31. Kişi bir malı sonuna
kadar korumak veya mülk edinmek amacıyla aldıktan sonra bulduğu mal konusunda
hıyanet etmek istese yalnızca hıyanet etmek istemesiyle tazminle yükümlü [olur
mu? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha doğru görüşe göre
-tıpkı emanet alan kimsenin durumunda olduğu gibi- hıyanet düşüncesini fiilen
gerçekleştirmedikçe tazminle yükümlü olmaz.
[İkinci görüş]
Tazminle yükümlü olur.
Nevevl'nin
"amacıyla ... .isterse" ifadesi kişinin doğrudan hıyanet fiili
yapması durumunu dışarıda bırakır ki bu durumda kişi kesin olarak tazminle
yükümlü olur.
Not: Bir malı bulan kimse, ihanete devam etmesi
veya ihaneti amaçlamaya devam etmesi sebebiyle tazminle yükümlü iken daha sonra
bundan vazgeçerek mal bulduğunu duyurmak ve sahibi çıkmazsa onu kendi mülkiyetine
geçirmek istese eş-Şerhu'lKebır'de daha doğru görüş olarak belirtildiğine göre
bunu yapabilir. Kadı Hüseyin bunu tek görüş olarak belirtmiştir. Bu, kişinin
ilk olarak hıyaneti amaçlamasından farklıdır. Bunun hükmü aşağıda
açıklanmıştır.
32. Kişi buluntu bir
malı hıyanet kastıyla almış olsa, fiiline bitişik olan kastı sebebiyle tazminle
yükümlü olur.
[Bundan sonra mal
bulduğunu duyurup sahibi çıkmayınca onu mülkiyetine geçirmek istese bunu
yapabilir mi? Bu konuda iki rivayet bulunmaktadır:]
[Birinci rivayet]
Mezhepte esas alınan
görüşe göre hıyanet yoluyla malı almasının ardından etrafa duyurarak daha sonra
mülk edinmeyi istese, tıpkı gasp durumunda olduğu gibi burada da başlangıçtaki
durum dikkate alınarak bunu yapma hakkı tanınmaz.
[İkinci rivayet]
İkinci rivayette yer
alan görüşlerden birine göre bu kişi görünüş itibarıyla da olsa bir mal bulan
kişi olduğundan bunu yapabilir.
Bu kişi bulduğu malı
hakime teslim ederse -tıpkı gasıbın durumunda olduğu gibi- tazminden kurtulmuş
olur.
33. Kişi bulduğu bir
malı etrafa duyurmak ve sahibi çıkmaması halinde kendi mülkiyetine geçirmek
amacıyla alsa, duyuruda bulunduğu süre boyunca mal emanet hükmündedir. Bu kişi
duyuruda bulunduktan sonra malı mülkiyetine geçirmemiş olsa daha doğru görüşe göre
mal o esnada da emanet hükmünde olur. Diğer bir görüşe göre -ki Cüveynı ve
Gazali bu görüştedir- malı mülk edinmeden kaynaklanan tazmin yükümlülüğünü
burada da -tıpkı pazarlık için müşterinin elinde tuttuğu malda olduğu gibi-
devam ettirdiğimizden kişi tazminle yükümlü olur.
İlk görüşte olanlar
arada şu farkın bulunduğunu söylemişlerdir: Malı bulan şahsın aksine pazarlık
etmek üzere elde bulundurulan mal en baştan itibaren alan kişinin menfaati için
alınmıştır.
Not: Konuya ilişkin hükmü zikredilmeyen tek mesele
olarak şu kalmıştır: Kişi bulduğu malı ne hıyanet ne de emaneti kastetmeksizin
alsa veya ikisinden birini kastetmiş olmakla birlikte neyi amaçladığını
sonradan unutsa bu iki durumda hüküm, bulunan malın tazmine tabi olmamasıdır.
Kişi şartına riayet etmek suretiyle bu malı mülkiyetine geçirebilir. Bunu
Cüveyni belirtmiş, Rafil ve Nevevi de ona tabi olmuşlardır.
34. Bir mal bulan kimse;
a) Malın cinsini yani
altın-gümüş mü yoksa başka bir şey mi olduğunu,
b) Malın türünü yani
mesela bulduğu dirhemin Eşrefiyye mi yoksa Billuriyye mi olduğunu,
c) Malın bulunduğu kabı,
mesela deriden mi başka bir şeyden mi olduğunu,
d) Malın [kabını
bağlamakta kullanılan] ip vb. bağı iyice inceleyerek tanır. Bunun delili daha
önce geçen Zeyd hadisidir. Diğer şeyler de hadiste geçenlere kıyas edilmiştir.
Bu hükmün aklı
gerekçesi, malın niteliklerini belirten kimsenin doğru söyleyip söylemediğini
tespit etmektir. Mala ilişkin bu tanıma Mütevelli ve başkalarının belirttiği üzere
malın alınmasından sonradır. Ezrai ve başkalarının belirttiği üzere bu
sünnettir. Alimlerin çoğunluğunun ifadesinden çıkan sonuca göre de itimad
edilen görüş budur. EI-Kafl'de bunun farz olduğu belirtilmiş, İbnü'r-Rif'a da
bu görüşü benimsemiştir.
35. Malın niteliklerinin
bir yere yazılarak kaydedilmesi menduptur. Maverdi malın bulunduğu tarihin
yazılmasının da mendup olduğunu belirtmiştir.
Kişi daha sonra malı
bulduğunu etrafa duyurur. Kişi [ileride sahibi çıkmadığında] malı mülkiyetine
geçirmeyi amaçlıyorsa bunu yapması farzdır, aksi takdirde hükmü daha önce
geçtiği gibidir.
Nevevi'nin Nüket adlı
eserinde Cili'ye tabi olarak belirttiği üzere duyuruda bulunma zorunluluğundan
şu durum istisna edilir: Devlet başkanı zalim bir kimse olup buluntu mal
ilanını gördüğünde bu malı alabileceği biliniyorsa veya tahmin ediliyorsa bu
durumda duyuru yapmak caiz olmayıp mal, bulan kişinin elinde emanet olarak
kalır. Bundan anlaşıldığına göre kişi aradan bir yıl geçtikten sonra mal onun
mülkiyetine geçmez ki Gazali'nin fetvalarındaki açık ifadesine göre hüküm
böyledir. İbnü's-Sabbağ'ın ifadesi ise kişinin daha sonradan bunu mülk
edinebilecğini göstermektedir.
Not: Nevevi'nin
"daha sonra etrafa duyurur" ifadesinden iki şey anlaşılmaktadır:
1. "Bir malı bulduktan
sonra hemen duyuru yapmak gerekli değildir."
eş-Şerhu'l-Kebır'de
"daha doğru görüş" olarak belirtildiği üzere bu hüküm bu şekildedir.
Bulkini şöyle demiştir: "Duyurunun geciktirilmesinin caiz olduğu durum,
malı bulan kişinin bu geciktirme sebebiyle mal sahibinin malı kaybetmesinin söz
konusu olmayacağına dair zannı galibe sahip olmasıdır. Şayet bu konuda
kendisinde hakim bir kanaat oluşursa duyuruyu derhal yapmalıdır. Alimler buna
temas etmemişlerdir." Bu, zahir olan görüştür.
Duyurunun derhal yapılmasının
gerekli olmadığı durumda, sonraki alimlerden birinin de belirttiği üzere duyuru
yaparken malı bulduğu tarihi de belirtmesi ve vaktine izafe etmesi gerekir ki
böylece unutmuş olduğu duyuruya bedelolarak bunu yapmış olsun.
2. "Kişinin
duyuruyu bizzat yapması gerekir."
Bu kastedilmemiştir,
aksine kişi "ticaret yapmasına izin verdiği kölesi" aracılığıyla da
duyuruyu yapabilir. Ancak o köle malı teslim edemez.
Duyuru yapan kişinin
aklı başında, edepsizlik ve vurdumduymazlıkla tanınmamış olan birisinin olması
gerekir. İbnü'r-Rif'a şöyle demiştir: "Sözüne güven oluşmuşsa bu kimsenin
adalet sahibi olması şart koşulmaz."
36. Nevevi daha sonra
duyurunun nerede yapılacağı meselesine temas ederek şöyle demiştir:
Malın bulunduğu bölgede
çarşı-pazar kuruluyorsa kişi çarşı-pazarda, insanların çıkış zamanında
mescitlerin kapısında, toplantı yerlerinde, yük indirilip bindirilen ve
yolcuların mola verdiği yerlerde duyuruda bulunur; çünkü buralarda duyuru
yapmak, malın sahibinin bulunmasına daha elverişlidir. Kişinin malı bulduğu
yerde duyuruda bulunması zorunlu olup bunu çokça yapması gerekir; çünkü
kaybedilen bir şeyin kaybedildiği yerde aranması daha sık görülür.
Nevevl'nin
"mesciHerin kapısında" ifadesi mesciHerin içini dışarıda
bırakmaktadır. Her ne kadar er-Ravda'daki ifadeden haramlık anlaşılıyorsa da
el-Mecmu'da belirtildiği üzere mesciHerin içinde duyuruda bulunmak mekruhtur.
Ancak insanlar arasındaki uygulama öteden beri öyle olduğundan Mescid-i
Haram'da kayıp ilanında bulunmak mekruh değildir.
Zira burası insanların
toplu halde bulunduğu yerdir. Bu gerekçeden anlaşıldığı üzere Mescid-i Nebevı
ve Mescid-i Aksa için de aynı durum söz konusudur.
37. Bir mal bulan kişi
yolculuğa çıkmak istediğinde hakimin izniyle malı koruması ve duyuruda bulunması
için yerine vekil tayin eder. Şayet bulduğu malı yanında yolculuğa götürürse
veya hakim mevcut olduğu halde ondan izin almaksızın yerine başkasını tayin
ederse, kusurlu davranışı sebebiyle tazminle yükümlü olur.
Kişi malı açık alanda
bulsa ve orada bir kafile görse onların peşine düşerek mal bulduğuna dair
duyuru yapar; çünkü boş arazilerde duyuru yapmanın bir anlamı yoktur. Şayet
bunu yapmak istemezse gitmek istediği beldede -bu belde malı bulduğu yere uzak
olsun yakın olsun, ilk olarak oraya gitmeyi istesin sonradan istesin fark
etmezduyuruda bulunur.
İlkönce bir yere gitmeyi
kararlaştırdıktan sonra başka bir yere gitmeyi istese -burası kendisinden yola
çıkmış olduğu beldesi bile olsa- duyuruyu burada yapar. Burayı bırakarak malı
bulduğu en yakın yere gitmesi gerekmez.
38. Bir mal bulan kişi,
malı bulduğu tarihten itibaren bir yıl süreyle duyuruda bulunur. Bunun delili
daha önce geçen Zeyd hadisidir. Hadiste yer almayan diğer mallar da hadiste yer
alanlara kıyas edilir.
Bunun akrı gerekçeSi
şudur: [Ticaret için mal getirip götüren] kafileler [bir yere uğradıktan sonra
oraya bir daha gelmeleri] genellikle bir seneyi geçmez. Bir yıl içinde dört
mevsim yer alır.
İbn Ebu Hureyre şöyle
demiştir: Ayrıca kişi mal bulduğunu bir yıl süreyle duyurmazsa mal sahiplerinin
malları zayi olmuş olur.
Kişi mal bulduğunu
süresiz olarak duyurmakla yükümlü olsa bir mal gördüğünde onu almaktan çekinir.
Bu durumda duyurma süresi olarak bir yılın belirlenmesi her iki tarafın da
yararına olmaktadır.
Bu, çok miktardaki malda
geçerlidir. Az miktardaki malda duyurunun ne süreyle olacağı ileride
gelecektir.
39. İki kişi bir mal
bulsalar, her biri senenin yarısında duyuruda bulunur. İbnü'r-Rif'a buna karşı
çıksa bile Subkt bunun en mantıklı çözüm olduğunu söylemiştir; çünkü bulunan
mal tek bir maldır.
Malı bulanlardan her
biri malın yarısı için değil tümü için duyuruda bulunur; çünkü mal yalnızca
onların mülkiyetine geçeceği zaman bölünecektir.
Zerkeşi şöyle demiştir:
"Bir yıl süreyle duyuruda bulunma zorunluluğu" kapsamından
"darulharpte bulunan mal" istisna edilir.
İmam Şafii (r.a.)'nin
açık ifadesine göre darulharpte duyuruda bulunmakla yetinilir. Buluntu malı
etrafa duyuracak birisi yoksa mal ganimetler arasına konulur.
Not: Bir mal bulunduğuna dair iki yıl süreli
duyuruda bulunmak da söz konusu olabilir. Bu şöyle olur: Kişi bir malı ilk
bulduğunda koruma amaçlı olarak alır ve bir yıl boyunca etrafa duyurur, daha
sonra malı mülk edinmek istediğinde bir yıl daha duyurur; çünkü daha önce
işaret edildiği üzere o tarihten itibaren duyuru yapmak zorunludur.
40. Senenin bütününü
duyuru yaparak geçirmek gerekmez. Aksine zaman, mekan ve miktar bakımından
duyuru yapılan yılın ilk başında günde iki defa -gündüzün iki tarafında- duyuru
yapılır. Bu duyuru gece vakti veya öğlen uyuma vakti yapılmaz.
Daha sonra her gün bir
defa sonra haftada bir -veya el-Muharrer'de belirtildiği üzere- iki defa duyuru
yapar.
Sonra da yaklaşık olarak
her ayda bir kere duyuru yapar. Bunu, eş-Şerhu'l-Kebır, eş-Şerhu's-sağır ve er-Ravda'da
belirtildiğine göre son duyurunun ilkinin tekrarı olduğu unutulmayacak şekilde
yapar.
İlk başlarda duyurunun
daha çok olması malı kaybeden kişinin ilk başlarda malı daha çok araması
sebebiyledir.
Er-Ravda ve
eş-Şerhu'l-Kebır'de bu konuda herhangi bir süre açıklamasından
bahsedilmemiştir. El-Mühezzeb'te sürenin başında haftadan bahsedilmiştir. Şarih
Celaleddin el-Mahalli şöyle demiştir: "İkincisi de buna kıyas
edilir." Zerkeşı şöyle demiştir: "Denildiğine göre alimlerin bu ifadeden
kastı kişinin üç ay boyunca bu sürenin her gününde duyuruda bulunmasıdır."
Mal bulan kişi sene içinde ölürse -ZerkeşI'nin belirttiğine göre- mirasçısı
onun kaldığı yerden devam eder.
41. Mal bulunduğunda
farklı vakitlerde bir yıl boyunca duyuruda bulunmak [yeterli olur mu? Bu konuda
mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır: ]
[Birinci görüş]
Daha doğru olan görüşe
göre bu yeterli değildir; çünkü "sene" denildiğinde bundan peşpeşe
bir yıl anlaşılır. Nitekim kişi "Zeyd'le bir yıl konuşmayacağım" diye
yemin etse bundan peşpeşe bir yıl anlaşılır. Buna göre kişi bir süreliğine
duyuru yapmayı bıraksa yeniden başlar, kaldığı yerden devam etmez.
[İkinci görüş]
Nevevi şöyle demiştir:
"Ben derim ki: Duyuru yapma konusunda aralıklı olarak bir yıl yeterlidir.
"
Çünkü konuyla ilgili
haberde herhangi bir kayıt yoktur. Ayrıca bir kimse "bir yıloruç
tutmayı" adamış olsa bunları ayrı ayrı zamanlarda tutabilir.
Bu görüşe göre
-Cüveynı'nin belirttiği üzere- kişi duyuruda bulunurken malı ne zaman bulduğunu
açıklamalıdır ki bu, duyuru konusunda yaptığı geciktirmenin yerini tutmuş
olsun. Cüveynı şöyle demiştir: "Alimlerimizden bazıları bu konuda esneklik
göstererek malın bulunduğu tarihi duyurmayı müstehap kabul etmişlerdir."
Et-Tenbıh'te
belirtildiğine göre kişi duyuruda bulunurken "kimin bir şeyi kaybolmuşsa
... " şeklinde duyuru yapar.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN
BULUNTU MALIN ETRAFA
DUYURULMASI