MUĞNİ’L-MUHTAC

İKRAR – RÜKÜNLER...

 

A. İKRARDA BULUNAN ŞAHSA İLİŞKİN HÜKÜMLER

 

İkrar, tasarruflarına sınır konulmamış kimse tarafından yapıldığında sahih olur. çocuğun ve delinin ikrarı geçersizdir.

 

İkrarda bulunan kişi "ihtilam olmak suretiyle ergenlik çağına girdiğini" ikrar etse, bu mümkün ise sözü kabul edilir, kendisine yemin ettirilmez. Şayet [ergenlik için gereken] yaşta girme yoluy]la ergenliğe ulaştığını iddia ederse delil getirmesi istenir.

 

Sefih ve iflas etmiş kimsenin ikrarlarının hükmü daha önce geçmişti.

 

Kölenin, ceza gerektiren bir suç işlediğine dair ikrarı kabul edilir.

 

Ceza gerektirmeyen bir suçtan dolayı borçlu olduğunu ikrar eder de efendisi onu yalanlarsa bu borç kölenin maddı değerine değil zimmetine ilişir. Köle ticarı bir muameleden kaynaklanan borç ikrarında bulunursa, şayet ticaret yapmasına izin verilmemişse bu ikrar efendi hakkında kabul edilmez. İzin verilmişse kabul edilir. Bu durumda köle, borcunu, kazancından ve elindeki maldan öder.

 

Ölüm hastalığı esnasında hastanın yabancı bir şahıs lehine yaptığı ikrar geçerlidir. Mezhepte esas alınan görüşe göre mirasçı lehine yaptığı ikrar da böyledir.

 

Bir kimse sağlıklı iken bir borç ikrarında bulunsa ölüm hastalığı esnasında da başka bir şahıs lehine borç ikrarında bulunsa [lehine ikrarda bulunulan] birinci şahsın [alacağını tahsil konusunda diğerine] önceliği yoktur.

 

Bir kimse sağlığında veya hastalığında iken ikrarda bulunsa ve o öldükten sonra mirasçısı da başka birisi lehine ikrarda bulunsa daha doğru olan görüşe göre ilk şahsın önceliği yoktur.

 

İkrah [baskı ve tehdit] altında kalmış olan kimsenin yaptığı ikrar sahih değildir.

 

1. İkrar, tasarruflarına sınır konulmamış olan bir şahıs tarafından yapılırsa ~eçerli olur. Bu da üzerinde kısıtlama bulunmayan mükellef kişidir. Ikrarda ayrıca kişinin kendi isteğiyle yapılmış olması, yapılan ikrarın duyu organları veya din tarafından yalanlanmayacak şekilde olması da dikkate alınır.

 

Buna göre çocuk, deli, baygın gibi kimseler ile "ilaç içmek yoluyla" veya "içki içmeye zorlanmak suretiyle içmek yoluyla" özre bağlı bir sebeple aklı başından gitmiş olan kişinin ikrarı -bunların tasarrufta bulunmaları mümkün olmadığından- geçersizdir.

 

Sarhoşun hükmü ileride "boşama" bölümünde gelecektir.

 

Not:  Genel kural şudur: Bir şeyi yapma yetkisine sahip olan kişi onu ikrar etme yetkisine de sahiptir, bu yetkiye sahip olmayan kişinin ikrar yetkisi de yoktur.

 

Bu kuralın birinci bölümünden şu hüküm istisna edilmiştir: Bir tasarrufa vekil olan kimsenin tasarrufunu müvekkil inkar etse, vekilin tasarrufta bulunma yetkisi olduğu halde bu tasarruf geçerli olmaz.

 

Kuralın ikinci bölümünden de şu hükümler istisna edilmiştir: Kadının nikah ikrarında bulunması, bilinip tanınmayan bir şahsın kendisinin hür veya köle olduğunu ve nesebini ikrar etmesi, iflas etmiş kişinin mallarını sattığını ikrar etmesi, körün satım akdi vb. tasarruflarda bulunduğunu ikrar etmesi, mirasçının murisinde alacağı olduğunu ikrar etmesi, hasta kişinin mirasçısına hibede bulunup sağlam iken bunu teslim ettiğini ikrar etmesi.

 

Bu sayılan şahısların hiçbirisi söz konusu tasarrufları doğrudan gerçekleştirme yetkisine sahip olmadıkları halde bunlara dair ikrarda bulunurlarsa ikrar geçerli olur.

 

İzz bin Abdüsselam şöyle demiştir: Alimlerin "bir tasarrufu yapma yetkisine sahip olan kişi onu ikrar etme yetkisine de sahip olur" ifadeleri görünür durum açısından söylenmiştir. İşin iç yüzü bakımından ise durum tersinedir. Yani kişi işin iç yüzü bakımından bir mala sahip olduğunda o malonun mülküdür, o malın başkasına ait olduğunu ikrar etme yetkisi yoktur.

 

2. Erkek veya kız çocuğu "ihtilam olmak suretiyle" yahut kız çocuğu "adet görmek suretiyle" ergenlik dönemine girdiğini iddia etse, ergenliğe uygun bir yaşta bulunmaları sebebiyle sözleri imkan dahilinde olsa bu konuda sözü kabul edilir; çünkü böyle bir durum ancak kendisi tarafından yapılacak açıklama ile bilinebilir.

 

Burada "ihtilam" ile kastedilen şey uyanıkken veya uykuda iken kişiden meni gelmesidir.

 

Bu sözü söyleyen kişiye bu konuda yemin ettirilmez. Hatta bu, bir davada ihtilaf konusu olsa ve karşı taraf bu sözü söyleyen kişinin yaptığı muamelenin fasid sayılması için onun çocuk olduğunu iddia etse bile hüküm böyledir. Çünkü bu sözü söyleyen kişi şayet doğru söylüyorsa yemine gerek yoktur. Doğru söylemiyorsa o zaman da yeminin bir etkisi yoktur; çünkü çocuğun yemini geçerli değildir.

 

Savaşa katılan bir kişi savaş sonunda elde edilen ganimetten pay istese ve "ihtilam görmek suretiyle" ergenlik dönemine girmiş olduğunu iddia etse, şayet bir töhmet söz konusu ise kendisine yemin ettilir ve payı verilir. Yemin etmezse kendisine bir şey verilmez.

 

Bu hükmün bir önceki ile çelişki arzettiği söylenirse şöyle cevap verilir: Önceki meselede sözü edilen durum şu an itibarıyla ergenliğn var olması konusundadır. Bu meselede ise daha önceden buluğun var olup olmadığı hakkındadır. Zira bu meselede çocuk, savaşın sona ermesinden sonra "savaş esnasında iken buluğa ermiş olduğunu" iddia etmektedir.

Bununla birlikte bu hüküm şununla çelişmektedir: Çocuk, isminin [savaşa katılan gazileri divanına yazılmasını istese kendisine yemin ettirilir.

 

Bu soruya şöyle cevap verilmesi -Hocam Remli'nin de belirttiği üzere- daha uygundur:

Çocuk, ganimetten pay isteme durumunda olduğu gibi başkasının kendisiyle rekabetini reddetme durumunda olmamış ise yahut isminin divana kaydedilmesini isteme durumunda olduğu gibi kendisi için bir hak ispatında bulunmamışsa ondan yemin etmesi istenmez, aksi takdirde yemin ettirilir. Çocuk yemin etmediğinde, artık buluğa ermesinin kesin olduğu bir döneme ulaşınca İmam Cüveynt'nin belirttiğine göre "zahir olan, bu şahsa belirtilen zamanda baliğ olduğuna dair yemin ettirilmemesi"dir. Çünkü onun sözünün gereği ne göre hüküm verdiğimizde zaten anlaşmazlığı sona erdirmiş oluruz. Rafii eş-Şerhu'l-kebir'de bu görüşü onaylamış eş-Şerhu's-sağir'de ise görüş sahibini belirtmeksizin tek görüş olarak zikretmiştir.

 

3. [Erkek veya kız çocuğu], "onbeş yaşını tamamladım" diyerek [ergenliğe girmiş sayılmak için tamamlanması] gereken yaşa ulaştığını söylese, [bu iddianın yapıldığı bölgede] yabancı bile olsa buna dair delil getirmesi istenir; çünkü delil getirmek mümkündür.

 

4. Çocuk genel tarzda buluğa erdiğini ikrar etmekle birlikte nasıl buluğa erdiğini belirtmese -Kadı Hüseyin'in fetvalarında yer alan iki görüşten Ezrai'nin de tercih ettiği üzere daha uygun olan görüşe göre- mümkünse çocuğa bu durum sorulur. Mümkün olmadığında çocuğun sözü kabul edilir. Aynı şekilde delil olarak gösterilen şahitler de genel anlamda şahitlik yaparsa hüküm böyledir. Şayet şahitler "yaşa ulaşmak suretiyle" derlerse yaşın kaç olduğunu söylemeleri şarttır; çünkü yaş ile ergenliğe ulaşma konusunda farklı görüşler vardır. Bu hususa Hocam Remli dikkat çekmiştir.

 

5. Reşid olan bir kimse çocuk iken mal itlaf ettiğini ikrar etse, buna dair şahit bulunması durumunda olduğu gibi bu ikrar kabul edilir. Bulkınt'nin de belirttiği üzere bu, kısıtlı şahısdan sakıt olmayacak bir şekilde itlaf gerçekleşmişse olur. Aksi takdirde -kısıtlı iken borç alıp telef eden kimsenin durumunda olduğu gibi olursa- bundan dolayı sorumlu tutulmaz.

 

6. Sefih ve müflisin ikrarının hükmü daha önce "kısıtlılık" ve "iflas" konularında geçmişti.

 

Müflisin nikah ikrarında bulunması konusu daha önce geçmemişti. Bu ikrar -sefihin ikrarının aksine- kabul edilir, sefihinki ise kabul edilmez.

 

Sefih kadının nik&h ikrarı, kendisini tasdik eden erkek bakımından -tıpkı reşid kadının ikrarı gibi- kabul edilir; çünkü kadın bakımından sefih olmanın burada bir etkisi yoktur. Sefih kadın ile sefih erkeğin bu konudaki ikrarları arasında şu fark vardır: Kadının nik&h ikrarında bulunması [mehir almak yoluyla] mal kazanma sonucunu doğururken erkeğin nik&h ikrarında bulunması [mehir ödemek yoluyla] mal kaybettirmektedir.

 

7. Kölenin, adam öldürmek, içki içmek, zina, -el kesmek bakımından- hırsızlık gibi cezayı gerektiren bir fiili ikrar etmesi bu konuda töhmetin bulunması uzak ihtimalolduğundan kabul edilir; çünkü hayatı sevmek ve acılardan kaçmak insanların fıtrı özelliklerindendir.

Rivayete göre Hz. Ali, bir kölenin hırsızlık ikrarında bulunması üzerine onun elini kesmişti.

 

Kısas konusunda hak sahibi olan kimse mal ödemesi karşılığında kısas cezasını affetse bu ceza bedeli -efendi kölenin sözünü yalanlasa bile- kölenin rakabesine ilişir.

 

Not:

a. Başkası aleyhine ikrarda bulunmak ancak köle ile ilgili yukarıdaki meselede ve bir de mirasçılardan birinin "başka bir mirasçı daha bulunduğu" şeklinde ikrarda bulunması halinde sahih olur. Bunu et-Ta'ciz adlı eserin yazarı belirtmiştir.

 

b. Köle hırsızlık yaptığını ikrar ettiğinde efendisi onun sözünü doğrulamazsa köle çalınan mal bedelini kendi zimmetinde üstlenir, azat edildiğinde bu bedel kendisinden istenir.

Efendi onun sözünü tasdik ederse şayet mal mevcutsa kendisinden alınır. Mevcut değilse ve efendi fidye ödeyerek kölesini kurtarmamışsa köle satılır. Değerinin üzerindeki kısım azat edildikten sonra kendisinden talep edilmez; çünkü bir borç hem kölenin rakabesine hem de zimmetine ilişmez.

 

c. Kölenin ikrarının kabul edildiği durumlarda dava köleye karşı, bunun dışındaki durumlarda ise efendiye karşı açılır; çünkü malın kendisine iliştiği rakabe efendiye aittir. Davacı ~ "benim şahitlerim var" derse [zayıf] bir görüşe göre töhmet bulunmadığı için köle ve efendisi aleyhine olan dava dinlenilir. Bu görüş er-Ravda'nın bu konusunda Beğavl'den nakledilmiştir. Tercihe şayan olan görüş ise "davalar" bölümünde de ifade edildiği üzere köleye karşı açılan davanın dinlenmemesidir. İsnevı ve başkaları buna dikkatleri çekmişlerdir. İleride davalar bölümünde bu konuda daha fazla açıklama yapılacaktır.

 

d. Yarısı köle olan bir kimse bir itlaftan dolayı üzerinde borç olduğunu ikrar etse, ikrar ettiği itlafın yarısını ödemesi gerekli olur. Bu ikrar efendisi tarafından doğrulanmadıkça efendi hakkında geçerli olmaz. Şayet efendi doğrularsa ikrar ettiği şeyin yarısı köle olan kısmı üzerinde gerçekleşir. Hocamız Zekeriya el-Ensarı'nin de belirttiği üzere zahir olan görüş şudur: Bu şahsın köle olan kısmı itibarıyla zimmetinde yer alan yarı bedelin istenmesinin kölenin azat olmasına kadar ertelenmesi gerekmez; çünkü bütünü köle olan kişide bu, mülkiyeti bulunmadığından ertelenmiştir; bir kısmı köle olan kimsenin ise mülkiyeti vardır.

 

8. Köle, cezayı yani had ve kısası gerektirmeyen "yanlışlıkla adam öldürme", "gasp" ve "itlaf" gibi bir suç ikrarında bulunduğu halde efendisi onu yalanlasa, [bu suçtan dolayı gerekli olacak olan diyet] kölenin rakabesine değil zimmetine yönelir; çünkü burada töhmet söz konusudur. Bu bedel, köle azat edilince kendisinden istenir.

 

Kölenin had ve kısas dışında bir cezayı gerektiren suç ikrarında bulunması halinde bunun kölenin rakabesine ilişip ilişmemesi konusunda İmam Şafii (r.a.)'ye ait farklı görüşler bulunmaktadır. Bunların en güçlüsüne göre rakabesine ilişmez.

İsnevı şöyle demiştir:

 

Nevevi bunu zikretmediği halde bundan ihtiraz etmiştir ki bu doğru değildir. O "efendisi onu yalanlasa" veya sessiz kalsa demek suretiyle efendinin köleyi tasdik etmesi durumunu dışarıda bırakmıştır. Bu durumda köle rehin olarak verilmemişse yahut da efendisi işlediği suçta kölenin değeri ile borç arasından daha azını fidye olarak ödemek suretiyle onu kurtarmamışsa borç kölenin rakabesine ilişir ve köle bunun için satılır. Köle satıldığında veya efendisi fidye vererek onu kurtardığında köle üzerinde borç kalırsa, azat edildiğinde kendi değerini aşan kısım köleden istenmez; çünkü borç kölenin rakabesine iliştiğinde hak yalnızca rakabe üzerinde söz konusu olmuştur.

 

Not:  Efendinin kölesi adına "cezayı gerektirecek bir suç" veya "ticarı muameleden kaynaklanan bir borç" ikrarında bulunması kabul edilmez. Bununla birlikte kölesi adına bir cezadan kaynaklanan borç ikrarı kabul edilir ve bu borç kölenin rakabesine ilişir. Köle satıldığı halde [onun değeri bu borcu ödemeye yetmez ve] borç~ tan bir miktar kalırsa -köle efendisinin ikrarını kabul etmiş olsa bile- bu miktar, azat edildikten sonra kendisinden geri istenmez. Köle, azat edildikten sonra "azat edilmeden önce falanın malını telef etmiştim" diyerek ikrarda bulunsa, bu ikrar efendisini değil kendisini bağlar. Kölenin, azat edilmeden önce diyet gerektiren bir suç işlediği sabit olsa, efendi "kölenin kıymeti" ile "diyet bedeli" arasından hangisi daha az ise onu ödemekle yükümlü olur. Köleye karşı, onun zimmetine ilişik olarak -örneğin ticarı bir muameleden kaynaklanan alacak gibi- açılan bir dava, tıpkı ona karşı "veresiye alacak" davası açma durumunda olduğu gibi dinlenmez.

 

9. Bir köleye efendisi ticaret yapma konusunda izin verdiğinde, köle borç oluşturacak tasarrufu yapma yetkisine sahip olduğu gibi buna ilişkin [ikrarda bulunma yetkisine de sahip olur ve] ikrar efendisi hakkında geçerli olur. Bu durumda köle, borcunu kendi kazancından ve elindeki maldan öder. Ancak izinli köle, malı fasid bir şekilde satın almışsa veya "borç alma" gibi ticarete ilişkin olmayan bir şey ikrar etmişse bu ikrar efendi hakkına geçerli olmaz; çünkü köleye verilen iznin kapsamında borç almak yoktur.

 

Not:

a. İzinli kölenin ikrarı, efendisi tarafından kendisine kısıtlama getirilmemiş se kabul edilir. Kısıtlama getirildikten sonra "ticari muameleden kaynaklanan bir borç" ikrarında bulunur ve bunu da zaman olarak "izinli olduğu döneme" izafe ederse, bu izafe kabul edilmez.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: İflas eden kişinin, kendisine kısıtlama getirildikten sonra yaptığı ikrar diğer alacaklılar bakımından da kabul edilir. Bu meselede de aynısı olmalıydı.

 

Buna şu şekilde cevap verilmiştir: Kölenin ikrarı efendinin hakkının kaybolmasına yol açtığı halde iflas eden kimseden alacaklı olanlar böyle değildir; çünkü onların geriye kalan alacakları müflisin zimmetinde devam etmektedir.

 

b. İzinli köle, kendisine kısıtlama getirilmeden önce mutlak bir borç ikrarında bulunsa bu ikrar efendisi hakkında geçerli olmaz.

 

İsnevi ve başkalarının da belirttiği üzere bu, kendisine müracaat etmek imkansız ise geçerlidir. Şayet mümkün ise kendisine müracaat edilir. NevevI er-Ravda'da "müflisin ikrarı" konusunda bu bilgiyi ek olarak zikretmiştir ki bu bizim ele aldığımız meselenin benzeridir.

 

c. Mükatep kölenin kendi bedenine veya malına ilişkin olarak ikrarı hür bir kimsenin ikrarı gibidir. Köle [ikrar sonucunda oluşan borcu] kendi elindeki maldan öder. Köle, elinde malolmadığı halde kitabet bedelini ödemekten aciz kaldığını [efendisine] ifade ederse, ticari muamelelerinden doğan borçlarını azat edildikten sonra öder. Diyet gerektiren suçlar işlerse bunların bedeli onun rakabesi üzerinde olup satımından elde edilecek bedelden ödenir.

 

10. Ölüm hastalığı esnasında kişinin yabancı bir kimse lehine -ister mal isterse zimmet borcu şeklinde olsun- ikrarda bulunması, tıpkı sağlam kimsenin ikrarı gibi geçerlidir. Bu ikrar -Gazzall'nin de belirttiği gibi İcma ile kişinin bütün malı üzerinden geçerli olur.

 

Mirasçı, lehine ikrarda bulunulan kimsenin "hak sahibiyim" şeklinde yemin etmesini -İbnü'l-Mulakkin'in nakledip onayladığı görüşe göre- isteyemez.

 

11. Ölüm hastalığı döneminde kişinin [öldüğünde kendisine] mirasçı olacak kimse lehine ikrarda bulunması [geçerli midir? Bu konuda iki rivayet söz konusudur:]

 

[Birinci rivayet)

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre bu ikrar da -tıpkı yabancı şahıs lehine ikrarda bulunulması gibi- geçerlidir; çünkü görünür duruma göre ikrarda bulunan kimse haklıdır; zira o, [ölüm hastalığı esnasında] yalancının bile doğru söyleyeceği, günahkar kişinin tövbe edeceği bir noktaya ulaşmıştır.

 

[Zayıf] bir görüşe göre ise bu sahih değildir; çünkü o, [bu hareketiyle] mirasçıların bir kısmını mirastan mahrum etme ithamı altındadır.

 

[İkinci rivayet)

 

Bu kişinin sözünün kabul edileceği tek görüş olarak kabul edilir.

 

Yukarıdaki görüş ayrılığı, bir kadının, ölüm hastalığı esnasında "kocasından mehrini teslim aldığını" ikrar etmesi, ölüm hastalığında olan bir kimsenin bir mirasçı lehine sağlamken teslim etmiş olduğu hibe ikrarında bulunması konularında da geçerlidir.

 

Not:

a. Buradaki görüş ayrılığı "ikrarın geçerli olup olmadığı" konusundadır. Bu ikrarın haram olup olmadığına gelince; şayet kişi böyle yaparak mirasçısını miras payından mahrum etmek istiyorsa -Kaffal'in de el-Fetava adlı eserinde yaptığı gibi bir grup alimin açık ifadelerine göre- bunun haram olduğunda şüphe yoktur. Kaffal şöyle demiştir: "Lehine ikrarda bulunulan kişinin ikrara konu olan şeyi alması helal değildir."

 

b. [Ölüm hastalığında olan birisi, mirasçılarından birisi lehine mal veya borç ikrarında bulunduğunda] diğer mirasçılar, ikrarın bir aslının olmadığını iddia etseler ve ona "onun sana, ikrarı lazım gelen bir hakkı ikrar ettiğine dair yemin et" deseler, lehine ikrarda bulunulan mirasçının buna dair yemin etmesi gerekir. Yeminden kaçınırsa diğer mirasçılara yemin ettirilir ve ikrara konu olan şeyonlar arasında taksim edilir.

 

Bu, daha önce İbnü'l-Mulakkin'den nakledilen görüşle çelişmez; çünkü [ölüm hastalığı halinde olan kişinin] mirasçısı lehine ikrarda bulunması durumunda yabancı bir şahıs lehine ikrarda bulunmasına göre daha fazla töhmet söz konusudur. Bu yüzden Ruyani bu konuda İmam Malik'in görüşünü tercih etmiştir ki bu da "şayet kişinin ikrarında töhmet söz konusu ise kabul edilmez, aksi takdirde kabul edilir" görüşüdür.

 

Ezrai bu görüşün güçlü olduğunu belirterek şöyle demiştir:

 

"Bir takım karineler yoluyla, ikrarda bulunan kişinin yalan söylediği konusunda hakim bir kanaat [zann-ı galib] elde edilebilir, hatta bazı durumlarda bu kesin olarak anlaşılabilir.

İmam Şafil'nin ve ona bağlı alimlerin bu konuda mutlak ifade kullanması gerekçe gösterilerek Allah'tan korkan bir kimsenin bu konuda [herhangi bir kayıt koymaksızın] mutlak bir şekilde hüküm veya fetva vermesi uygun olmaz. İkrarda bulunan kişinin, mirasçıyı payından mahrum etmek amacıyla bunu yaptığı bilindiğinde yukarıdaki görüşün doğru olduğunda kuşku yoktur. Bir kimsenin mirasçısı mirasın tümünü alamayacak durumda olur da mirasın geride kalan kısmı devlet hazinesine kalacak olursa, zamanımızda kişininin mirasçısı lehine ikrarının geçerli sayılması gerekir; çünkü devlet hazinesi bozulmuştur."

 

c. Görüş ayrılığı, mal ikrarı konusundadır. Ölüm hastalığında olan kişi "evlilik" veya "ceza gerektiren suç işlediği" yönünde ikrarda bulunursa bu durum suçun affedilmesi veya ceza uygulanmadan önce ikrarda bulunan şahsın ölmesi sebebiyle sonuç olarak mala dönüşse bile -bu durumda töhmet az olduğu için- ikrar sahih olur.

 

12. Bir kimse sağlıklı iken bir kimse lehine [ölüm] hastalığı esnasında da başka bir şahıs lehine borç ikrarında bulunsa, [alacağını tahsil konusunda] ilk şahsın önceliği yoktur, her iki borcun da şahitlikle sabit olması durumunda olduğu gibi burada da iki alacaklı eşittir.

 

13. Bir kimse sağlam iken veya hasta iken bir kimse lehine, şahitlerle sabit olmuş bir borç ikrarında bulunsa, onun ölümünden sonra mirasçısı da başka bir borç ikrarında bulunsa ilk şahsın öncelik hakkı var [mıdır? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

[Birinci görüş]

 

Daha doğru görüşe göre birinci şahsın [alacağı tahsil konusunda] önceliği yoktur; çünkü mirasçının ikrarı miras bırakanın ikrarı gibidir, zira mirasçı onun yerini almıştır. Bu durumda [ölen kişi tarafından ikrar edilmiş] iki borç söz konusudur.

 

[İkinci görüş]

 

ilk şahsın öncelik hakkı vardır; çünkü ölümle birlikte onun alacağı terekeye yönelmiştir.

Bundan sonra mirasçının bu alacağı terekeden başka yere yönlendirme yetkisi yoktur.

 

Bulkini şöyle demiştir: Mirasçı, miras konusunda kendisine ortak olan bir kadın mirasçı lehine ikrarda bulunsa, her ikisi de mirasın tümünü alacak kimseler olsalar, örneğin ölen bir kimse geride karısı ve oğlunu bıraksa, ölenin oğlu ölenin karısının babasından alacaklı olduğunu ikrar etse ve ölenin karısı da bunu kabul etse, söz konusu kadın, alacağının sekizde yedisi konusunda diğer alacaklılarla ortak olur; çünkü ikrar, ifadesi "sekizde yedi" üzerinde geçerli olacak bir kimse tarafından yapılmış ve kişinin ikrarı bu konuda geçerli sayılmıştır. Bu, terekenin tümüne haiz olan kimsenin terekenin bütünü üzerindeki ikrarının geçerli olmasına benzer.

 

Not:

a. Bir kimse ölen bir şahsın mirasçısına karşı ölen şahsın kendisine malının -mesela- üçte birini vasiyet yoluyla bıraktığını iddia etse, bir başkası ise ölen şahsın malvarlığını aşacak miktarda kendisine borçlu olduğunu iddia etse, mirasçı, vasiyet iddiasında bulunan şahsın iddiasını tasdik etse, daha sonra da alacaklı olduğunu iddia eden kişinin iddiasını tasdik etse veya aksi söz konusu olsa yahut her iki iddiayı da aynı zamanda tasdik etse, tıpkı şahitler yoluyla durumun sabit olması meselesinde olduğu gibi alacaklı şahsın [alacağını tahsil konusunda vasiyet lehdarına göre] öncelik hakkı vardır.

 

b. Ölüm hastalığında olan kişi bir şahıs lehine borç ikrarında bulunsa -isterse bu borç malvarlığının tümünü kaplasındaha sonra bir başka şahıs lehine mal ikrarında bulunsa, lehine mal ikrar edilen kişinin öncelik hakkı vardır. Nitekim aksi durumda da bu söz konusudur. Çünkü borç ikrarında bulunmak, mal üzerinde bir kısıtlamayı içermez, nitekim borç ikrarında bulunan şahsın mal üzerinde teberruda bulunma dışındaki tasarruflarının geçerli olması da bunu göstermektedir.

 

c. Kişi sağlam iken köle olan kardeşini azet ettiğini ikrar etse kardeşi azat olur ve başka bir kimse kendisini hacbetmiyorsa mirasçı olur. Kişi sağlam iken bir kölesini azat ettiğini ikrar etse, kendisinin malvarlığını aşacak kadar borcu bulunsa köle azat olur; çünkü ikrar bir teberru değil [olan bir şeyi] haber vermektir.

 

14. İkrah [baskı ve tehdit] altında olan kimsenin, ikraha konu olan mesel ed eki ikrarı geçerli değildir.

 

Bunun delili şu ayettir: Kalbi iman dolu olduğu halde baskı ve şiddetle inkarcılığa zorlanan kişinin durumu hariç, her kim imana eriştikten sonra kalbini tekrar inkarcılığa açarsa bilin ki böyleleri dünyada Allah'ın gazabına uğrar; ahirette ise çok ağır / şiddetli bir azaba mahkum olur. [en-Nahl, 106]

 

Bu ayette ikrah altında söylenen inkar sözünün bir hükmü olmadığı belirtildiğine göre inkar dışındaki sözlerin hiçbir hükmü yoktur.

 

Kişinin tehdit altında ikrarda bulunması, ikrarda bulunması için dövülmesi şeklinde yapılmış olabilir. Kişi bir davada "doğru söylemesi" için dövülür de d('ıvülme esnasında veya sonrasında ikrarda bulunursa, ikrarda bulunduğu şey kendisi hakkında bağlayıcı olur; çünkü bu şahıs "tehdit altındaki kişi" kapsamında değildir; çünkü "tehdit altındaki kişi" belirli bir şeyi yapmaya zorlanan kişidir. Oysa bu kişi doğru söyleme konusunda zorlanmıştır. Doğru söylemesinin tek yolu ikrarda bulunmak değildir. Bununla birlikte bu kişiye tekrar durumun sorulup ikinci bir defa ikrarda bulunmasına kadar ilk ikrarıyla sorumlu tutmak mekruhtur.

 

Nevevi şöyle demiştir: Dayak esnasında yaptığı ikrarın kabul edilmesi problemlidir; çünkü bu kişinin durumu "baskı ve tehdit altındaki kişi"ye yakın, ancak yine de tam olarak o değildir.

 

Nevevi bunun gerekçesini yukarıdaki şekilde belirttikten sonra

şöyle demiştir:

 

Dayak yedikten sonra ikrarda bulunan kimse, ikrarda bulunmadığı takdirde tekrar dayak yiyeceği konusunda bir zann-ı galibe sahip olmuşsa, ikrannı kabul etme konusu da itiraza açıktır.

 

Ezrai şöyle demiştir: Zamanımızda idarecilerin huzuruna "hırsızlık", "adam öldürme" vb. fiilleri işlediği ithamıyla bazı kimseler getirildiğinde bu kişilere "gerçeği ikrar etmesi" için dayak atılmaktadır. Bu dayakla amaçlanan şey, hasmın iddia şeyi ikrar etmesidir. Doğru olan şu ki bu kişi ister dayak esnasında ikrarda bulunsun isterse dayak yedikten sonra 'ikrarda bulunmazsa' dayak yiyeceği yönünde bir zanna sahip olarak ikrarda bulunsun bu bir "baskı ve tehdit"tir.

 

Durum aynen Ezrai'nin belirttiği gibidir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

B. LEHİNE İKRARDA BULUNUlAN ŞAHSA İLİŞKİN HÜKÜMLER