MUĞNİ’L-MUHTAC

İFLAS / HACR

 

2. KISITLAMANIN TÜRLERİ

 

Kısıtlama iki türlüdür: Başkasının yararı sebebiyle kişinin tasarruflarının kısıtlanması [ve kişinin kendi yararı sebebiyle tasarruflarının kısıtlanması].

 

A. BAŞKASININ YARARI SEBEBİYLE KİŞİNİN TASARRUFLARININ KISITLANMASI

B. KİŞİNİN KENDİ YARARI SEBEBİYLE TASARRUFLARININ KISITLANMASI

 

A. BAŞKASININ YARARI SEBEBİYLE KİŞİNİN TASARRUFLARININ KISITLANMASI

 

[Başkasının yararı sebebiyle kişinin tasarrufunun kısıtlanması türlerinden] biri, iflas eden kişinin tasarruflarının alacaklıların hakkı sebebiyle, rehin verenin tasarrufunun rehin alan sebebiyle, ölüm hastalığında olan kişinin tasarrufunun mirasçıların hakkı sebebiyle, kölenin tasarrufunun efendinin hakkı sebebiyle, mürted in tasarruflarının müslümanların hakları sebebiyle kısıtlanmasıdır. Bunların farklı türleri vardır.

 

Başkasının yararı sebebiyle kişinin tasarrufunun kısıtlanması[nın çeşitli türleri vardır:]

 

> Bunlardan biri iflas eden kişinin malları üzerindeki tasarruflarının alacaklıların hakkı sebebiyle kısıtlanması,

 

> Rehin veren kişinin verdiği mal üzerindeki tasarrufunun rehin alanın hakkı sebebiyle kısıtlanması,

 

> Olüm hastalığında olan kişinin;

 

[a] - Şayet borcu yoksa malının üçte birinin üzerindeki kısmındaki tasarruflarının, mirasçıların hakkı sebebiyle kısıtlanması,

 

[b] - Şayet malvarlığını aşan bir borcu varsa -Zerkeşi'nin Ezrai'ye tabi olarak belirttiği üzere- malvarlığının tümü üzerindeki tasarrufunun kısıtlanması.

 

Eş-Şerhu'l-kebır ve er-Ravda'nın "vasiyetler" bölümünde, "nelerin malın üçte birlik kısmı kapsamında değerlendirildiği" konusu ele alınırken şöyle denmiştir: Ölüm hastalığına yakalanmış olan kişi, borçlu olduğu şahısların bir kısmına olan borcunu ödese, kalan mal borcun tümünü ödemeye yetiyorsa diğer alacaklılar o alacaklıya tahsil ettiği malda ortak olamaz. Meşhur olan görüşe göre kalan mal tüm borçlara yetmiyorsa da ortak olamaz.

[Zayıf] bir görüşe göre ise diğer alacaklılar ortak olur. Bu, bazı alacaklıların alacağının daha önce ödenmesini vasiyet etmeye benzer ki bu durumda vasiyet e uyulmaz.

 

Buna göre Zerkeşi'nin ifadesi yalnızca bu meseleyle ilgilidir.

 

> Kölenin tasarruflarının efendisinin hakkı sebebiyle, mükatep kölenin tasarruflarının efendisi ve Allah hakkı sebebiyle kısıtlanması,

 

> Mürtedin tasarruflarının müslümanların hakkı sebebiyle kısıtlanması.

 

Bu tür kışıtlamanın pekçok çeşidi olup bir kısmı daha önce geçmiş bir kısmı ise daha sonra gelecektir.

 

Nevevi "bunlardan biri" ifadesiyle bu türün kapsamında yer alan kısıtlamaların bunlardan ibaret olmadığına işaret etmiştir ki gerçekten de durum böyledir. İsnevı alacaklıların hakkı sebebiyle kısıtlamanın söz konusu olduğu durumlar kapsamında, Nevevı'nin saydıkla-

rından başka otuz tür daha zikretmiştir. Bu konuda geniş bilgi için [İsnevı'nin] el-Mühimmat adlı eserine müracaat edilmelidir.

 

 

B. KİŞİNİN KENDİ YARARI SEBEBİYLE TASARRUFLARININ KISITLANMASI

 

Kısıtlama türlerinden biri de kişinin kendi yararı için tasarruflarının kısıtlanmasıdır. Nevevi bunu şu ifadeyle dile getirmiştir:

 

Bu bölümde ele alınması amaçlanan konu deli, çocuk ve malını saçıp savuran kişinin tasarruflarının kısıtlanmasıdır.

 

Bu üçünden her birine getirilen kısıtlama bir sonrakinden daha geneldir.

 

Maverdi üçüncü bir kısıtlama türünden de bahsetmiştir ki bu da her iki durumu da içeren yani hem kişinin kendi yararı hem de başkasının yararı için kısıtlama altına alınmasıdır. Bu da mükatep kölenin kısıtlanması ile kendisinde en ufak temyiz özelliği bulunan "temziy yaşındaki çocuk" gibi kimselerin malı tasarruflarının kısıtlanmasıdır. Subki ise buna itiraz etmiştir.

 

1. DELİNİN MALİ TASARRUFLARININ KISITLANMASI

2. ÇOCUĞUN TASARRUFLARININ KISITLANMASI

 

1. DELİNİN MALİ TASARRUFLARININ KISITLANMASI

 

Delilik sebebiyle kişinin her türlü yetkisi [velayeti] elinden alınır.

Sözlü tasarrufları dikkate alınmaz. Kısıtlılık hali akıl hastalığından iyileşme durumunda ortadan kalkar.

 

1. Delilik sebebiyle;

 

[a] - Din tarafından kişiye verilmiş olan evlenme velayeti gibi tasarruflar ile,

[b] - Başkası tarafından yetki verilmesi sebebiyle elde edilen vasi olma ve hakim olma gibi yetkiler kişinin elinden alınır.

 

Çünkü deli kendi işini üstlenemediğine göre başkasının işlerini

hiç üstlenemez.

 

Şu sorulabilir: Nevevi niçin "yetkiler engellenir" demeyip de "elinden alınır" demiştir. Bunun özel bir anlamı var mıdır?

 

Buna şöyle cevap verilir: Evet, çünkü "yetkilerin engellenmesi", yetkinin kişinin elinden çıkmasını ifade etmediği halde tersi diğerini ifade eder. Nitekim ihramlı olmak, evlenme yetkisini engellediği halde ortadan kaldırmamaktadır. Bu sebeple deliyi, uzak veli değil de hakim evlendirir.

 

[c] - Delilik durumunda kişinin; müslüman olmak ve muamelede bulunmak gibi din ve dünya konusunda kendi lehine ve aleyhine hiçbir sözlü tasarrufu dikkate alınmaz; çünkü deli olan şahıs bunları amaçlayarak yapmamaktadır.

 

2. Nevevi delinin fiill tasarruflarından bahsetmemiştir.

 

Bunların bir kısmı hukuken dikkate alınır. Buna örnek olarak hamile bırakma, başkasının malını telef etme, cinsel ilişkide bulunma yoluyla mehrin kesinleşmesi, süt emzirmesi durumunda hükmün geçerli olması, bir mal bulması, odun kesmesi ve avlanması durumunda bunlara sahip olması zikredilebilir. Delinin ufak da olsa temyizi bulunduğunda kasıtlı olarak yaptığı fiil kasıtlı kabul edilir.

 

Delinin fiill tasarruflarının bir kısmı ise hukuken dikkate alınmaz. Buna örnek olarak sadaka ve hediye vermek zikredilebilir.

 

3. Bir kimse ihrama girdikten sonra aklını yitirse, daha sonra bir av öldürse ~ilgili konuda geçtiği üzere- bunun cezası gerekli olmaz.

 

4. Çocuk da sözlü ve fiill tasarrufları konusunda deli ile aynı hükme tabidir. Ancak mümeyyiz çocuğun sözü "girmeye izin verme" ve "hediyenin ulaştırılması" konusunda hukuken muteberdir.

 

Velinin izniyle çocuğun ihra ma girmesi sahihtir.

 

Çocuğun ibadeti sahihtir.

 

Çocuk, münker [dinen ve aklen çirkin] olan bir şeyi giderme hakkına sahiptir ve bunu yapması halinde tıpkı ergin şahıs gibi sevap alır. Nevevi bunu er-Ravda'nın gasp bölümünde ifade etmiştir.

 

Hz. Ali'nin (r.a.) müslüman olmasına gelince; o dönemde hüküm "temyiz çağında olma"ya dayalı idi.

 

5. Kadı Hüseyin uyuyan kişiyi ve söyleneni anlamayan dilsiz şahsı da deli hükmünde kabul etmiştir. Ezrai ise bunu itiraza açık bularak şöyle demiştir:

 

Çünkü hiçkimse uyuyan bir kimse adına velisinin tasarrufta bulunacağını düşünmez.

Belirtilen şekilde dilsiz olan bir şahıs düşünmek ise aklen mümkün değildir. Böyle bir kimsenin yerine birini koymaya ihtiyaç duyulduğunda bunun hakim olması gerekir.

 

Durum aynen Ezrai'nin belirttiği gibidir. Kadı Hüseyin uyuyan kişiyi yalnızca "tasarruflarının geçerli olmaması" bakımından deli hükmünde kabul etmiştir, onun için kesinlikle bir velinin bulunması söz konusu değildir. Sonrakilerden biri ise şöyle demiştir:

 

Kadı Hüseyin'in ifadesi, uzun süre uyuyan ve uyandırılması kendisine zarar veren kişinin, mutlaka görülmesi gereken bir iş olduğunda onun adına bunu görecek bir velinin bulunması anlamındadır.

 

6. Delilikten kaynaklanan kısıtlama hali, deliliğin sona ermesiyle birlikte [hakim tarafından] kaldırıldığına karar verilmesine gerek olmaksızın kendiliğinden kalkar.

 

Bu ifadeden, velayet yetkilerinin ve sözlü tasarruflarının muteber olması özelliğinin de döneceği anlaşılır. Bununla birlikte hakimlik yapma yetkisi vb. yetkiler ancak yeniden yetkilendirilme ile döner.

 

 

2. ÇOCUĞUN TASARRUFLARININ KISITLANMASI

 

Çocuğun kısıtlılık hali reşid olarak ergenlik çağına girmesiyle sona erer.

 

Ergenlik, onbeş yaşın tamamlanmasıyla veya [erkekten] meni çıkmasıyla olur. Bunun çıkmasının mümkün olduğu [en erken tarih] dokuz yaşın tamamlandığı dönemdir.

 

Kasıklarda tüy bitmesi, daha doğru görüşe göre müslümanın çocuğunun değil kMirin çocuğunun ergenlik dönemine girdiğine hükmetmeyi gerektirir.

 

Kız çocuğunun ergenliğe ulaşmasında, [yukarıdakilere ek olarak] adet görme ve hamile kalma da dikkate alınır.

 

1. Kısıtlılık Halinin Son Sınırı

 

Çocuğun kısıtlılık hali, reşid olarak ergenlik dönemine girmesiyle sona erer. Çünkü Allah Teala "yetimleri evlilik dönemine [ergenlik dönemine] kadar deneyin" [Nisa, 6] buyurmuştur.

 

Rüşd, el-Minhac'ın hutbe kısmını açıklarken belirttiğimiz üzere [doğru yönde tasarruf ta bulunmak demek olup] gayyın [azgınlık ve taşkınlığın] zıddıdır.

 

[*] - Ebu Davud'un süneninde yer aldığına göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Ergenlik döneminden sonra yetimlik diye bir şey yoktur. (Ebu Davud, Vesaya, 2873)

 

Ayette geçen "yeterli olgunluğa eriştiğini görürseniz / sezerseniz" ifadesiyle kastedilen "ergenliğe ermiş olan çocuğun reşid olduğunu bilirseniz" demektir. Sezmek aslen görmek anlamına gelir. Nitekim Hz. Musa'dan bahseden ayette "Tur dağı tarafında bir ateş sezdi" [Kasas, 29] denilmiştir ki bununla Hz. Musa'nın ateşi gördüğü kastedilmiştir.

 

Not:  Nevevl'nin "reşid olarak" ifadesini bir grup alim kullanmıştır. Bazıları ise" ergenlik" ifadesini kullanmıştır. Rafii ve Nevevı şöyle demiştir:

 

Burada gerçekte bir görüş ayrılığı yoktur. İlkini ifade eden, bu sözcüğün külli anlamını kastetmiştir. İkincisini ifade eden ise yalnızca çocuğun kısıtlanmasını kastetmiştir. İkinci ifade daha iyidir; çünkü çocukluk, kısıtlılık hali için müstakil bir sebeptir.

 

Aynı şekilde saçıp savurmanın değişik hükümleri vardır.

 

Bir çocuk ergenlik dönemine ulaştığında [harcamalarında] savurganlık gösteriyorsa onun tasarrufunun hükmü sefihin hükmü gibidir, çocuğun hükmü gibi değildir.

 

İsnevi şöyle demiştir: EI-Minhac'daki ifade şayet "sıba" şeklinde okunursa doğru olmaz, "saba" şeklinde okunursa doğru olur. Ancak bu, Nevevı'nin ifadesine uzak bir okumadır.

 

İbn Şehbe şöyle demiştir: Kayıtlarda bu kelimenin "saba" şeklinde okunduğu yer almaktadır. Bu da uzak bir okuma değildir.

 

Çocuk ergenlik çağına gelerek rüşd sahibi olduğunu iddia etse, velisi inkar etse, çocuk üzerindeki kısıtlılık sona ermez. Hakim ve kayyimin yemin etmemesi gibi veli de buna dair yemin etmez. Aralarındaki ortak nokta her birinin "azlolunduğu iddia edilen güvenilir şahıs" konumunda olmalarıdır. Ayrıca rüşd özelliği deneme-sınama ile ortaya çıkacağından bu, çocuğun sözü ile ortaya çıkmaz.

 

Ezrai şöyle demiştir: Ayrıca aslı durum da velinin sözünü desteklemekte dahası görünürdeki durum da onu desteklemektedir; çünkü görünürdeki duruma göre, ergenlik dönemine yeni ulaşan kişide rüşd özelliği bulunmaz. Bu sebeple çocuğun rüşd özelliğine sahip olduğuna dair bir delil bulunmadığı sürece velinin "kısıtlılığın devamı" konusundaki sözü kabul edilir .

 

2. Çocuğun Ergenliğe Girmesi Ne İle Olur?

 

Çocuğun ergenlik dönemine girmesilnde iki ihtimal söz konusudur:]

 

[a] -[Birinci ihtimal:] -el-Muharrer'de açık olarak ifade edildiği ne göre- "ay takvimine göre" on beş yaşını tamamlamakla gerçekleşir. Nevevl'nin el-Usul ve'd-davdbıt adlı eserinde belirttiğine göre bu yaş, kesin sınırdır. Yine Nevevl'nin daha sonra gelecek ifadesinden de bu durum anlaşılmaktadır.

 

[*] - Zira İbn Ömer şöyle demiştir: Uhud savaşının yapılacağı gün, on dört yaşında iken Hz, Peygamber (s,a.v.)'in huzuruna çıkarıldım, [savaşa çıkmama] onay vermedi ve beni ergenliğe ulaşmış kabul etmedi. Hendek savaşının yapılacağı gün on beş yaşında iken Hz. Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna çıkarıldım, savaşa katılmamı onayladı ve beni ergenliğe ulaşmış kabul etti.(Buhari, Şehadat, 4097; Müslim, Imare, 4814)

 

Bu yılların sayılmaya başlanması çocuğun bütün olarak anasından ayrılmasıyla başlar.

 

İbn Ömer'in "ben on dört yaşında iken" ifadesiyle kastı "on dört yaşına basmışken"dir. "Ben on beş yaşında iken" ifadesiyle kastı ise "on beş yaşını tamamlamışken"dir. Çünkü Uhud savaşı hicr'l üçüncü yılın Şevval ayında, Hendek savaşı ise hicrı beşinci yılın Cemaziyelevvel ayında olmuştur.

 

Not: Kamulı şöyle demiştir: İmam Şafiı (r.a.) şöyle demiştir: Hz, Peygamber (s,a.v.) on dört yaşında olan on yedi sahabeyi geri çevirmiştir; çünkü onları ergenlik çağına ulaşmamış olarak görmüştür. Bu çocuklar on beş yaşında iken Hz. Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna çıkarıldığında savaşa katılmalarına izin vermiştir. Bunlar arasında Zeyd bin Sabit, Rafi' bin Hadic ve İbn Ömer bulunmaktadır.

 

[b] - Normal çıkma zamanı geldiğinde erkek ve kızdan meninin çıkması yoluyla da ergenliğe girme gerçekleşir.

 

[*] - Çünkü Allah T eala şöyle buyurmuştur: Çocuklarınız ihtilam olma çağına ulaştığı zaman kendilerinden yaşça büyük olanların izin istemeleri gibi onlar da odanıza girmek için her zaman izin istesinler. [Nur, 59]

 

[*] - Hz. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: Üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır:

 

1. Aklı başına gelinceye dek deliden.

2. Uyanıncaya dek uykuda olan kişiden,

3. İhtilam oluncaya [ergenlik dönemine ulaşıncaya] dek çocuktan .(Ebu Davud, Hudad, 4401. Hadiste geçen "hulm" ihtilam anlamına gelir. Bu kelime aslen uyuyan kişinin gördüğü şeye [yani rüyaya] denir. Burada bununla kastedilen uykuda iken veya uyanıklık halinde cinsel ilişki veya başka bir sebeple meni çıkmasıdır)

 

[Zayıf] bir görüşe göre men i çıkması kız için ergenlik sebebi sayılmaz; çünkü kızlardan meninin gelmesi nadir görülen bir durumdur.

 

Not:

1. Nevevi'nin "meni çıkması" şeklindeki ifade, el-Muharrer'deki "ihtilam olma" ifadesinden daha geneldir. Nevevi bunu ed-Dekaik'te belirtmiştir.

 

El-Muharrer'deki ifadeyi savunma babında şu söylenmiştir: Rafii, hadisteki sözcüğü dikkate alarak böyle söylemiştir. Ayrıca ihtilam olmaktan kasıt da meni çıkmasıdır.

 

2. Nevevi'nin ifadesi meninin çıktığından kesin emin olunmasını gerektirir. Buna göre, ergenlik dönemine girmiş olması ihtimali bulunan bir erkek çocuğunun karısı altı aydan daha uzun bir zaman içinde bir çocuk dünyaya getirse bu çocuk o kocanın nesebine bağlanır, ancak bu sebeb e binaen kocanın ergenliğe ulaştığına hükmedilmez. Bu, İmam Şafiı (r.a.)'nin açık ifadesidir. Rafiı bunu lian bölümünde mezhebimize mensup alimlerden nakletmiştir. Çünkü çocuk, kocanın nesebine "ondan olmasının imkan dairesinde olması"na binaen bağlanır. Ergenlik ise ancak kesin olarak bilindiğinde söz konusu olur.

 

Buna göre bu çocuk bir cariye ile ilişkide bulunur da cariye çocuk doğurursa bu çocuk sebebiyle ilişkide bulunan çocuğun ümmü veledi olmaz.

 

Diğer görüşe göre ise çocuk bununla ergenlik çağına ulaşmış olur.

 

Rafii bu iki görüşü "bu ilişki sonucu mehrin tümü [borç olarak] kesinleşmiş olur mu olmaz mı?" meselesinde de işletmiştir.

 

3. Meni Gelmesi ve Adet Görmenin Ergenliğe Delil Olması

 

Tümevarım yoluyla yapılan inceleme araştırma göstermektedir ki çocuktan men i gelmesinin mümkün olması, ay takvimine göre dokuz yaşının tamamlanmasıyla olur.

 

Nevevl'nin "tamamlama" ifadesinden, bu sınırlamanın net-kesin bir sınır olduğunu göstermektedir ki -daha önce de geçtiği üzere- bu böyledir. Sonrakilerden biri ise bu süre sınırlamasının da tıpkı adet görmede olduğu gibi kesin değil yaklaşık sınır olduğunu belirtmiştir. Oysa hayızın da alt ve üst sınırları bulunmaktadır. Zaman, hayızın en alt sınırını kapsayamaz. Arada temizliğin bulunması yok hükmündedir. Meni ise bundan farklıdır.

 

Bu konuda erkek ile kız arasında bir fark yoktur. [Zayıf] bir görüşe göre erkek için bunun vakti on yaşıdır. Bir görüşe göre on yaşın tamamlanmasıdır. Bir görüşe göre kız için bunun vakti dokuz yaşının başlangıcıdır. Başka bir görüşe göre ise dokuz yaşının ortasıdır.

 

4. Kafir çocuğunun Ergenliğe Ulaşıp Ulaşmadığını Tespit Etme Yöntemi

 

Kasıklarda, giderilmesi ancak kazıma ile mümkün olacak derecede sert kılların çıkması, kafi ri n çocuğunun ve müslüman olduğu bilinmeyen çocuğun ergenliğe ulaştığına hükmetmeyi gerektirir.

 

[*] - Çünkü Kurayzaoğulları kabilesine mensup [bir Yahudi iken müslüman olan] Atıyye şöyle demiştir: Kurayza esirleri arasındaydım. Müslümanlar, esir erkekler içinden kasıklarında tüy bitmiş olanlara bakıp onları öldürüyorlar, kasıklarında tüy bitmeyenleri ise bırakıyorlardı. Benim kasıklarıma baktılar ve orada tüy bulunmadığını görünce beni esir ettiler. (Tirmizi, Siyer, 1584; Müstedrek, Meğazi ve's-seraya, 3, 35; İbn Hibban, siyer, 4780. Tirmizı bu hadisin hasen-sahih olduğunu söylemiştir. )

 

Nevevı'nin ifadesinden bunun gerçek anlamda ergenliğe ulaşma olmadığı, yalnızca bunun göstergesi olduğu anlaşılmaktadır ki doğrusu da budur. Bu yüzden çocuğun ergenliğe ulaşmasının mümkün olmadığı bir zamanda iki adaletli kişi çocuğun yaşının on beşten az olduğuna şahitlik etse, kasıklarında tüy bitmesine bakarak onun ergenliğe ulaştığına hükmedilmez. Bunu Maverdı belirtmiştir.

 

Bundan anlaşıldığına göre kasıklarda tüy bitmesi yaş yoluyla ergenlik alametidir.

 

Subki şöyle demiştir: Bence bu herhangi bir belirleme yapmaksızın iki şeyden birinin alametidir.

 

İsnevi "bunun, iki yoldan biriyle buluğa alamet olması uygun bir görüştür" demiştir.

 

5. Kasıkta Kıllanma Olup Olmadığı Nasıl Tespit Edilir?

 

Kasıkta kılların çıkmasının mümkün olduğu zaman dilimi, ihtilamın mümkün olduğu zamandır. Bunu Rafii belirtmiş, Nevevı ise er-Ravda'da zikretmemiştir.

 

Ergenliğe ulaşıp ulaşmadığını bilme durumunda olduğumuz kişinin kasığına bakmak caizdir. Bunun delili hadistir.

 

[Zayıf] bir görüşe göre bir engel üzerinden dokunulur.

 

[Zayıf] bir başka görüşe göre kendisine mum vb. bir şey verilerek bunu kasıklarına yapıştıp [sonra da göstermesi] istenir.

 

Not:

1. Nevevi'nin Arapça metindeki .... ifadesinden anlaşıldığına göre "ane" kelimesi kılların çıktığı yer olup kılın kendisine bu isim verilmez. Bu konuda dilciler arasında görüş ayrılığı vardır.

 

2. Bu ifade ile koltuk altı tüyleri ve sakal dışarıda bırakılmıştır; çünkü on beş yaşından önce bunların görülmesi nadir olduğundan bunlar ergenlik alameti değildir. Ayrıca bunların çıkması ergenliğe delil olsaydı Benı Kurayza olayında [çocukların ergenliğe ulaşıp ulaşmadığını anlamak için] kasıklarına bakmazlardı. Zira bu mümkün olsaydı, kasıklara bakmaya gerek olmadığı halde avret yerin açılması söz konusu olmuş olurdu.

 

3. Bıyık çıkması, sesin kalınlaşması, göğüslerin kabarması, gırtlak ucunun sivrilmesi, burun ucunun yarılması gibi özellikler de koltuk altınde tüy çıkması ve sakal çıkması gibidir.

 

4. "Kafirin çocuğu" ifadesi, [kasıkta kıl bitmesi alametinin] hem erkek hem de kız için ergenlik alameti olarak kabul edilmesini gerektirir ki hüküm de böyledir. Subkı ise Cevzı'den bunun kadınlar hakkında bir alamet olmadığını çünkü onların [savaşta] öldürülmeyeceğini söylemiştir.

 

Çift cinsiyetli kişinin her iki organında da kılların çıkması şarttır. Bunu Maverdı, Darimı ve başkaları açık olarak ifade etmiştir.

 

6. Kasıkların Kıllanması Müslüman çocuğunun Ergenliğine Delil Olur mu?

 

[Kasıkta kıl bitmesi, müslüman bir kimsenin çocuğunun ergenliğe girmesi konusunda bir alamet kabul edilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

[Birinci görüş]

 

Daha doğru görüşe göre bu, müslümanın çocuğunun ergenliğe girmesi konusunda bir alamet olmaz; çünkü -kMirin aksine- müslüman çocuğunun ana-babalarına ve yakınlarına müracaat etmek mümkündür. Ayrıca müslüman çocuğu hakkında "üzerindeki kısıtlamanın kalkması" ve "[yetişkinlere ait] yetkileri elde etmek" gibi sebeplerle kasıklarını kazıyarak orada kıl çıkmasını sağlaması mümkün olduğundan bir itham söz konusudur. Oysa kMir hakkında bu itham söz konusu olmaz; çünkü kMirin ergenliğe ulaşması "öldürülme" veya "cizye vergisi konulması" sonucuna yol açacaktır.

 

Bu, temel kural ve yaygın duruma uygun bir hükümdür. Aksi takdirde kızın, çift cinsiyetli şahsın ve ölüm vb. sebeplerle yakınlarına müracaat etme imkanı kalmamış müslüman çocuğunun hükmü de böyledir. Çift cinsiyetli şahıs ve kadın üzerine cizye vergisi yoktur, üstelik onların hükmü daha önce zikrettiğimiz gibidir.

 

Müslüman akrabalarına müracaat etme imkanı bulunmayan kişinin, ortada ergenlik illeti yokken yukarıda zikredilen alametlerden biriyle ergenlik çağına ulaştığına hükmedilmez.

 

Şu halde alimler, hükmü gerekçelendirirken yaygın durumu dikkate almışlardır.

 

7. Kız çocuğunun Ergenliğe Ulaşmasını Tespit Etme

 

Kız çocuğunun ergenliğe ulaşması konusunda, yukarıda zikredilen yaşa ulaşma, meni çıkması ve bunu da kapsayan kasıkta kıl çıkması gibi durumlara ek olarak adet görmenin mümkün olduğu dönemde adet görme ve hamile kalma özellikleri de dikkate alınır.

 

Alimlerden bir grubu bu şekilde ifade etmiştir. Maverdı ve Ruyani bu ifadeyi eleştirmiştir; çünkü kız çocuğunun ergenliğe ulaşması, kendisinden meni gelmesiyle bilinir, zira çocuk [ana ve babaya ait] iki suyun [sperm ve yumurtanın] birleşmesinden yaratılmaktadır. Kadın, bir çocuk doğurduğunda, bu doğumdan altı ay ve biraz öncesinde kadının ergenliğe girmiş olduğuna hükmederiz. Alimlerin kastı da şüphesiz ki budur.

 

Kadın boşanmış olur da nesebi kocaya bağlanacak bir çocuk doğurursa, boşamanın hemen öncesinde ergenliğe ulaştığına hükmederiz.

 

Not:  Nevevı, çift cinsiyetli olup cinsiyeti belirlenemeyen şahsın ergenliğe ulaştığının nasıl belirleneceği konusundan bahsetmemiştir.

 

Onun hükmü şudur:

 

> Şayet erkeklik organından meni geliyor ve dişilik organından da adet görüyorsa, daha doğru görüşe göre ergenliğe ulaştığına hükmedilir.

 

> Bunlardan yalnızca biri görülüyorsa veya her ikisi de tek bir cinselorganından görülüyorsa alimlerin çoğunluğuna göre ergenliğe ulaştığına hükmedilmez; çünkü diğer organdan buna aykırı bir durum görülebilir.

 

Cüveyni şöyle demiştir: Bu şahsın cinsiyeti organlarından birine bakarak belirlenir. Daha sonra diğer organdan farklı bir durum görülürse bu [cinsiyetine ilişkin hüküm] değiştirilir.

Ergenlik de bu iki organdan birine göre belirlenir.

 

Rafil bu görüşün "hak" olduğunu söylemiş, Nevevı ise bir açıklama yapmamıştır. İtimad edilmesi gereken görüş önceki görüştür. Cüveynı'nin "cinsiyeti belirlemede olduğu gibi" şeklindeki ifadesine gelince, İbnü'r-Rif'a buna bakarak ergenliğe hükmetmek ile erkeklik ve dişiliği belirlemenin şu açıdan farklı olduğunu söylemiştir:

 

Bu şahsın erkek olma ihtimali dişi olma ihtimaline eşittir. Bu kişiden, mümkün olan bir zamanda meni şeklinde bir şey çıksa veya adet görse onun erkek veya dişi olduğu konusunda bir kanaat oluşur ve bu kanaate uygun hareket etmek gerekir. Oysa burada ulaşılması beklenen bir gaye yoktur. Burada ergenliğe hükmedilmez; çünkü aslolan çocukluğun devam etmesidir. Daha sonrasında hükmün terettübünü zedeleyecek bir durumun ortaya çıkması caiz olacak bir şeye bakarak bu aslı geçersiz kılmayız. Üstelik burada beklenen bir sınır bulunmaktadır ki bu da on beş yaşın tamamlanmasıdır.

 

Cüveyni'nin "daha sonra aksi ortaya çıkarsa hüküm değiştirilir" şeklindeki ifadesi hakkında

Ezrai şöyle demiştir:

 

Kişinin hayatta iken söylediği sözlerin ve yaptığı fiiller konusunda hükmün değiştirilmesi anlaşılabilir bir durumdur. Ancak kişinin ergenliğine hükmetttiğimizde ortada şüphe bulunduğu halde bu hükme kısas, mürtedlik sebebiyle öldürülme vb. hükümleri terettüb ettirmemiz anlaşılması güç bir durumdur.

 

Mütevelli şöyle demiştir: Bu bir defa olursa kişinin ergenliğe ulaştığına hükmedilmez, ancak tekrarlanırsa buna dayanarak hüküm veririz.

 

Nevevi "bu güzel fakat garip bir görüştür" demiştir. İsnevı şöyle demiştir: Adet görmenin kızın ergenliği için delil sayılması, meni çıkmasının kız ve erkeğin ergenliğe ulaşması için delil sayılmasının şartı bunun tekrarlanmasıdır. Cüveynı ve Rafii ikisinden birini esas alma konusunda erkeklik ve dişiliği belirleme yöntemine kıyas yapmışlardır.

Bilindiği üzere cinsiyeti tespitte bunun tekrarlaması dikkate alınır [şu halde bu meselede de tekrarlamanın dikkate alınması gerekir.]

 

Bunlardan anlaşıldığına göre Cüveyni'nin ifadesi Mütevelll'nin ifadesine_uygundur.

 

Şu sorulabilir: Kızın adet görmesi ve erkekten meni çıkması ile yukarıda zikredilen arasında bir çelişki yoktur. Çünkü daha önce geçtiği üzere meninin normal yolu dışında bir yerden çıkması halinde de gusül gerekir.

 

Buna şöyle cevap verilir: Bu, asıl yolun kapanması halinde olur, oysa bizim meselemizde böyle bir durum söz konusu değildir.

 

8. Rüşd Nedir?

 

Rüşd [reşid olma]; din ve mal bakımından salih bir durumda ol-

maktır.

 

Buna göre [reşid olan kişi];

 

[a] - Adaletini geçersiz kılacak haram bir iş yapmaz.

 

[b] - Bir ticari muamelede [fiyat yönünden] fahiş bir aldanmayı üstlenmek, malını denize atmak, malını haram yolda harcamak gibi bir yolla zayi etmek suretiyle saçıp savurmaz.

 

Daha dOğru görüşe göre kişinin malını sadaka vererek, hayır yollarına sarf ederek harcaması, kendi durumuna uygun olmayacak yiyecek ve giyeceklere harcaması "saçıp savurma" değildir.

 

"Şayet onlarda {yetim çocuklarda] bir rüşd hali görürseniz mallarını kendilerine verin" [Nisa, 6] ayeti hakkında İbn Abbas ve başkalarının yaptığı yoruma göre "rüşd hali" [kişinin] dinı yaşantısı Ö ve malı tasarruflarının salih [yani dinin ve aklın gösterdiği davranış ~ biçimine uygun] olmasıdır.

 

[Zayıf] bir görüşe göre ise bununla yalnızca mail tasarrufların düzgün olması kastedilmiştir.

 

[Soru]  Ayette "rüşd" sözcüğü olumlu cümlede belirsiz olarak zikredilmiştir, bu yüzden bu ifade [hem din hem demall tasarrufları kapsayacak şekilde] genelolamaz. Bu yüzdendir ki İzzeddin bin Abdüsselam bu görüşe [yani rüşdün yalnızca mali tasarrufların düzgün olduğu görüşüne] meyletmiştir.

 

[Cevap]  Şart cümlesi içinde yer alan belirsiz sözcük -İmamü'I-Harameyn el-Cüveyni'nin de belirttiği üzere- genellik ifade eder.

 

Nevevi'nin ifadesinin kapsamına katir de girer. Katirin reşid olup olmadığını belirlemede onların din ve malda düzgün davranış olarak gördükleri şeyler dikkate alınır. Nevevi bunu er-Ravda'da Kadı Ebu'tTayyib'ten ve başkalarından nakletmiş ve kendisi de buna katılmıştır.

 

10. Kişinin Fiillerinin Dinen Düzgün Olması

 

Nevevi daha sonra kişinin fiillerinin dinen düzgün olması meselesini şu şekilde açıklamıştır: [Reşid olan kişi] adaleti[ni] geçersiz kılacak; büyük günah veya küçük günahta ısrar gibi haram bir şey yapmaz, kötülükleri iyiliklerine baskın gelmez.

 

Nevevi "haram" sözcüğü ile "çarşı-pazarda yiyecek yemek" vb. "şahsiyetle bağdaşmadığı için şahitliğin kabulüne engelolan davranışlar"ı dışarıda bırakmıştır. Bu davranışlar reşid olmaya engel değildir; çünkü şahsiyetle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda [bile] ihtilaf bulunan bu davranışlar, meşhur görüşe göre haram değildir.

 

Bazıları bu konuda mezhep içinde üç görüş bulunduğunu söylemiştir. [Birincisine göre bunlar haram ikincisine göre haram değildiL] Üçüncüsüne göre, şayet kişi bir şahitlik yüklenmişse bu şekilde davranması haram olur, aksi takdirde haram olmaz.

 

Kişi, haram olup olmadığında ihtilaf bulunan bir nebizi içse, etTecrıd ve el-İstizkar adlı eserlerde belirtildiğine göre "kişi bunun helal olduğuna inanıyorsa bunun olumsuz bir etkisi olmaz. Haram olduğuna inanıyorsa [etkisinin olup olmadığı konusunda mezhep içinde] iki görüş vardır." Bunun etkisinin olması gerekir.

 

11. Kişinin Mali Tasarruftarının Düzgün Olması

 

Kişinin mail tasarruflarının düzgün olmasını Nevevı şu ifadeyle açıklamıştır:

 

[a] - [Reşid kişi] ticarı muamele vb. işte fahiş bir aldanmayı üstlenmek suretiyle malını saçıp savurmaz.

 

"Fahiş aldanma" -vekalet bölümünde geleceği üzere- çoğunlukla insanların üstlenmeyeceği aldanmadır. On dirhemlik bir malı dokuz dirheme satma örneğinde olduğu gibi az olan aldanmanın hükmü ise böyle değildir. Hocam Remli'nin dediği üzere bu, kişi söz konusu muameleyi bilmeyerek yaptığında böyledir. Bunu bilerek yapar da bir mala fiyatından daha fazla verirse, fazlalık kısım gizli bir sadaka olup övgüyü hak eder.

 

[b] - [Reşid kişi] ne kadar az bile olsa malını denize, ateşe vb. bir yere atmak suretiyle telef etmez.

 

[c] - [Reşid kişi] malını -az miktarda bile olsa- haram bir yerde harcamaz; çünkü bu, kişide dindarlığın az olduğunu gösterir.

 

Not: "Tebzır" sözcüğü malı nerelere harcayacağım bilmemek, "seref" ise malı ne kadar harcayacağım bilmemektir. Bunu Maverdı Edebü'd-dünya ve'd-din adlı eserinde belirtmiştir. Gazalı'nin ifadelerinden ise bunların eş anlamlı olduğu sonucu çıkmaktadır.

 

Nevevi "zayi etmek" veya "harcamak" ifadelerini kullanmış olsaydı "infak" ifadesine göre daha iyi olurdu; çünkü "infak" sözcüğü Allah'a itaat uğrunda yapılan harcamalara denir.

Mekruh ve haram bir yolda yapılan harcamalar için "falan kişi malını zayi etti / batırdı / ziyan etti" denir. Nitekim kitabın giriş kısmında buna işaret etmişti k.

 

12. Saçıp - Savurma Kabul Edilmeyen Harcamalar

 

Kişi;

[a] Malından -çok miktarda bile olsa- sadaka verse veya köle azadı vb. diğer hayır yollarında harcasa,

 

[b] - Veya kendisinin durumuna uygun olmayan yiyecekler ve giyeceklere harcasa bu durum saçıp savurma kabul edilmez.

 

İlk durumdaki harcamanın saçma-savurma kabul edilmemesinin sebebi şudur: Kişinin hayır yollarında harcadığının bir karşılığı bulunmaktadır ki bu da sevaptır. Hayır yolunda yapılan harcama israf sayılmayacağı gibi israf şeklindeki harcamada da hayır yoktur.

 

İsrafın mahiyeti "dünyada övgü ahirette sevap kazandırmayan harcama" dır.

 

Daha doğru olan görüşün karşısında yer alan görüşe göre kişi harcamada aşırıya kaçarsa "saçıp savurmuş" kabul edilir.

 

Bu harcama durumu ergenliğe ulaştıktan sonra orta kararda olursa kişi saçıp savuran bir kimse olmaz.

 

İkinci durumdaki harcamanın saçma-savurma kabul edilmemesinin sebebi şudur: Mal insanın yararlanması ve ondan lezzet duyması için edinilir.

 

Daha doğru olan görüşün karşısında yer alan görüşe göre kişi bu durumda adete göre saçıp savuran kişi olarak kabul edilir.

 

Not:  Kişinin kendi durumuna uygun olmayan yiyecek ve giyeceklere harcama yapmasının saçıp savurma olarak kabul edilmemesi, bu harcamanın haram olmadığı anlamına gelmektedir ki doğrusu da budur.

 

[Soru]  Rafiı ve Nevevi [zekat alabilecek kimseler arasında geçen] "borçlu" şahıstan bahsederken şöyle demişlerdir: Şayet borç alma "içki" ve "nafakada israf" gibi günah bir sebepten kaynaklanmışsa bu kişi tövbe etmedikçe kendisine zekat verilmez.

 

[İsnevl] el-Mühimmat adlı eserinde bunu bir çelişki kabul etmiştir.

 

[Cevap]  Bu ikisi birbirinden farklı meselelerdir. Burada zikredilen harcama tamamen kişinin kendi malından olduğu için haram olmamaktadır. Diğerinde ise belirli bir sebebe dayalı olarak ödeme ümidi olmaksızın insanlardan borç alıp bunu boşa harcamak söz konusudur ki bu haramdır. Er-Ravda'da şu husus açıkça belirtilmiştir: Kişinin elinde ödeyebileceği bir mal veya ödeyebileceği bir alacak olmadığı halde başkalarından borç alması haram olur.

 

13. çocuğun Reşid Olup Olmadığının Sınanması Nasıl Olur?

 

Çocuğun reşid olup olmadığı sınanır.

 

Bu, insanların mertebelerine göre değişiklik gösterir:

 

Tacirin çocuğu, alım-satım yapıp yapamadığı ve bu iki konuda ~ pazarlık yapmayı becerip beceremediği ile sınanır.

 

Çiftçinin çocuğu, ekim yapmak ve bu işleri yerine getiren kişilere na fa ka vermeyi berecip beceremediği ile sınanır.

 

Meslek sahibi kişinin çocuğu o mesleğe ilişkin şeylerle sınanır.

 

Kadın, yün ve pamuk eğirmeyi becerip becerememe, yiyecekleri kedi vb. şeylere kaptırıp kaptırmama konusunda sınanır.

 

1. Çocuğun davranışları dine uygunluk ve mail bakımdan düzgünlük açısından sınanır. Çünkü ayette "yetimleri deneyip sınayın" [Nisa, 6] buyrulmuştur.

 

2. Davranışlarının dine uygunluğu ibadetleri yapma, haramlardan kaçınma, şüpheli şeylerden uzak durma, iyi kimselerle birlikte olma gibi davranışların gözlenmesiyle olur.

Kız çocuğunun durumu da aynı olduğu halde Nevevı [Arapça'da erkek çocuğu ifade etmek üzere kullanılan] sabı kelimesini zikretmiştir; çünkü o, kız çocuğunun durumunu daha sonra ayrıca zikredecektir.

 

3. Mail tasarruflarının düzgün olması [insanların toplumsal] mertebelerine göre değişir. Şöyle ki;

 

[a] - Tacirin çocuğu -ileride gelecek görüş ayrılığı bulunmakla birlikte- alım-satım ve bunları yaparken pazarlık yapma konusunda sınanır.

 

Pazarlık [Arapçası mümakese] bir mal satın alırken satıcının istediği fiyattan daha ucuza malı almayı istemek, bir mal satarken de müşterinin verdiğinden daha fazlasına malı satmayı istemektir.

 

Çocuğun yalnızca bir malın ticareti konusunda denenmesi yeterlidir, bütün malların ticareti konusunda denenmesine gerek yoktur. Bunu Şeyh Ebu Hamid Ta' lık adlı eserinde zikretmiştir. Pazara mal getiren kimselerin çocukları da tacir çocuklarının sınandığı gibi sınanır.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden, tacirin çocuğundan mal satın almanın ve ona mal satmanın sahih olduğu anlaşılmakta ise de daha doğru görüşe göre bu sahih değildir. Nevevi bunun yerine alışverişte pazarlık etmek demiş olsa daha uygun ve özet bir ifade olmuş olurdu.

 

[b] - Çiftçinin çocuğu ekim-dikimi becerip becermeme ve bunun için çalıştırdığı kimselerin ücretlerini vermeyi becerip becermeme konusunda sınanır. Bunlar, ürünün elde edilmesi için gerekli olan ekim, hasat ve koruma gibi işleri yapan ırgatlardır.

 

[c] - Meslek sahibi [esnaf ve sanatkarın] çocuğu, -el-Kafi'de belirtildiği üzere- babasının ve yakınlarının o mesleğe ilişkin şeyleri becerip beceremediği konusunda denenir.

 

Buna göre terzi çocuğu "yapılan işin ücretini belirleyip belirlememe" , idareci vb. konumda olanların çocuğu "kendisine malından bir miktar para verip bir ay boyunca ekmek, et, su vb. şeyler için bunu harcaması" gibi işlerle denenir. Bu el-Kifaye'de bir grup alime tabi olarak belirtilmiştir. Maverdl'den nakledildiğine göre ise bir ay boyunca çocuğa günlük nafakası, sonra haftalık nafakası sonra da aylık nafakası verilir.

 

Sonraki alimlerden biri şöyle demiştir: Bu, denen me durumunda olan çocuğun alış verişinin sahih olduğu görüşünü kabul edenlere göre söz konusu olabilir.

 

Şu da söylenebilir: bununla kastedilen çocuğun bu konuda denenmesidir, çocuk akit yapmak istediğinde onun yerine velisi akdi yapar.

 

Not:  Arapça metinde geçen "hırfet" kelimesi sanat anlamındadır. Cevherı şöyle demiştir: "Kişi söz konusu mesleğe doğru inhiraf ettiği [meylettiği] için buna hırfet denmiştir."

 

Babasının sanatı olmayan kişi, bakımında olan şahıslara harcama yapmayı becerip becerememekle sınanır; çünkü çocuğu olan kişinin genellikle bakımında olan şahıslar bulunur.

 

[d] - Kadın; yün ve pamuk ile ilgili olan, koruma vb. şeylerle sınanır.

 

Arapça metinde geçen "gazI" sözcüğü hem masdar [yani "yün eğirmek"] hem de edilgen isim ["eğirilmiş yün"] anlamında kullanılır.

 

İsnevi şöyle demiştir: Öyle anlaşılıyor ki Nevevi bununla masdarı kastetmiştir. Kadın bu konuda gayret gösterip göstermemekle sınanır.

 

Ezrai şöyle demiştir: Metinde geçen "yün ve pamuk gibi şeylere ilişkin hususlar ile denenir" ifadesi "kız çocuğu şayet eve kapalı ise evinde bunlarla ilgilenir, dışarı çıkan bir kimse ise yün satıp pamuk satın almak gibi hususlar ile sınanır" demektir.

 

Metindeki ifadeyi benim ilk başta yaptığım gibi daha genel bir manaya yormak daha uygundur. Bu, Subkl'nin de belirttiği üzere yün eğirme ve pamuk ile uğraşması uygun olan kız çocuğu hakkında geçerlidir. Kral kızları vb. konumdaki kızlar ise bu işlerle değil kendi emsallerinin yapacakları işlerle sınanırlar.

 

Yine kadın, yemekleri kedi, fare, tavuk gibi hayvanlardan korumak vb. şeylerle de sınanır. Çünkü bu davranış kadının malı koruyup aldanmadığını gösterir, bu ise reşid olmanın dayanağıdır.

 

[Zayıf] bir görüşe göre dışarılarda bulunan kadın denen ip sınanma konusunda erkek gibidir. Bunu Saymer! belirtmiştir.

 

Çift cinsiyetli şahıs erkek ve dişinin sınandığı şeylerin hepsiyle sınanır ki onun reşid olduğuna dair kesin bir bilgi elde edilmiş olsun. Bunu İbn Müslim belirtmiştir.

 

14. Denemenin Sayısı, Zamanı ve Deneme Yoluyla Yapılan Akdin Hükmü

 

Sınama işinin iki kere veya daha fazla tekrar edilmesi gerekir.

 

Sınama işi ergenlikten önce yapılır. [Zayıf] bir görüşe göre ise ergenlikten sonra yapılır.

 

İlk görüş esas alındığında daha doğru görüşe göre denenen kişinin yaptığı akit sahih değildir, bu kişi pazarlık yapma hususunda denenir, akit yapmak istediğinde akdi veli yapar.

 

1. Deneme işleminin, insanda denenen kişinin reşid olduğuna dair genel bir kanaat oluşuncaya kadar iki kere veya daha fazla yapılması şarttır, bir kere deneme yeterli olmaz; çünkü tesadüfen bu denemede başarılı olmuş olabilir.

 

2. Deneme işlemi [ne zaman yapılır? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır: ]

 

[Birinci görüş]

 

[Deneme işlemi] ergenlik dönemi öncesinde yapılır. Çünkü ayette "yetimleri deneyin" [Nisa, 6] buyrulmuştur. Yetim sözcüğü ergenlik dönemine ulaşmayan kişiler için kullanılır.

 

Burada "öncelik" ile kastedilen malının kendisine teslim edilebilmesi için reşit olduğunun ortaya çıkacak şekilde ergenlik dönemine yakın bir zamandır. Cüveynı alimlerimizden naklederek buna işaret etmiştir.

 

[İkinci görüş]

 

[Zayıf] bir görüşe göre ise deneme işlemi -yaptığı tasarrufun sahih olması için- ergenlik dönemi sonrasında yapılır.

 

Bu görüş şu şekilde reddedilmiştir: Bu kabul edilirse, reşid ve ergen bir kişi deneninceye kadar kısıtlama altında kalmış olur, halbuki bu batıl bir şeydir.

 

3. Yukarıdaki ilk görüşe göre deneme ile muhatap olan kişi velidir. İkinci görüşe göre ise kimin muhatap olduğu konusunda iki görüş vardır. Birincisine göre yine velidir. İkincisine göre ise muhatap yalnızca hakimdir.

 

Cevzı ilk görüşü alimlerimizin geneline nispet ederken ikinci görüşü İbn Kecc' e nispet etmiştir.

 

İbn Kecc'in Müzeni'nin Muhtasan ve Buveytf'den naklettiği ifadelere göre kız çocuğunu kadınlar ve mahrem yakınları sınar.

 

4. [İkinci maddedeki] ilk görüş esas alındığında [deneme halinde olan kişinin yaptığı akdin hükmü nedir? Bu konuda da iki görüş bulunmaktadır: ]

 

[Birinci görüş]

 

Daha doğru görüşe göre deneme halinde olan çocuğun yaptığı akit sahih değildir. Çünkü daha önce geçtiği üzere onun tasarrufu batıldır. Bu çocuğa mal teslim edilir, ancak yalnızca pazarlığı becerip beceremediği konusunda sınama yapılır. Çocuk bir akit yapmak isterse akdi veli yapar; çünkü -belirttiğimiz üzere- çocuğun akdi batıldır.

 

[İkinci görüş]

 

Diğer görüşe göre ihtiyaçtan dolayı bu kişinin yaptığı akit sahih kabul edilir.

 

5. Her iki görüşe göre de mal, deneme yapılan çocuğun elinde telef olsa veli herhangi bir şey tazmin etmez; çünkü veliden malı çocuğa teslim etmesi [din tarafından] istenmiştir.

 

6. Sefih kişinin de denenmesi uygun olur. Reşid olduğu görülürse akit yapabilir; çünkü o, [dinen] yükümlüdür.

 

15. Kısıtlılık Halinin Devamı veya Kalkmasının Hakim Kararını Gerektirip Gerektirmediği

 

Çocuk reşit olmaksızın ergenlik dönemine girse kısıtlılık hali devam eder.

 

Reşid olarak ergenlik dönemine girse bizzat ergenlik dönemine girmekle kısıtlılık kendiliğinden kalkar ve malı kendisine verilir. [Zayıf] bir görüşe göre kısıtlılığın hakim tarafından kaldırılması gerekir.

 

1. Çocuk, davranışlarının dine uygun olması ve malı tasarruflarının düzgünlüğünde problem olmasından dolayı reşid olmaksızın ergenlik dönemine girse, kısıtlılık hali devam eder. Bunun delili daha önce geçen ayetin mefhum-ı muhalifidir.

 

Ergenlik dönemi öncesinde onun malı üzerinde kim tasarruf ta bulunuyorsa yine o kişi tasarruf ta bulunmaya devam eder.

 

Nevevi'nin "kısıtlılık devam eder" ifadesi ile kastedilen "çocukluk sebebiyle olan kısıtlılık" değil kısıtlılığın cinsidir; çünkü çocukluktan kaynaklanan kısıtlılık hali ergenlik dönemiyle ortadan kalkar, bunun peşinden başka kısıtlılık halleri onun yerini alır.

 

2. Çocuk, reşid olarak ergenlik dönemine girerse bizzat buluğa ermekle kısıtlılık hali ortadan kalkar.

 

Çocuk reşid olarak buluğ çağına girmemekle birlikte sonradan rüşd sahibi olursa yine bizzat rüşdün görülmeSiyle kısıtlılık hali ortadan kalkar.

 

[Rüşdün görülmesiyle] kısıtlılığı kalkan şahsa -bu kişi kadın bile olsa- malı verilir. Kısıtlılığı kalkan kadının tasarrufu sahih olur, koca~ sının iznine bağlı olmaz.

 

[*] - Ebu Davud'un rivayet ettiği şu hadise gelince; Kadın, ancak kocasının izniyle tasarrufta bulunabilir.(Ebu Davud, Zekat, 1688)

 

İmam Şafii (r.a.) bu hadisin zayıf olduğuna işaret etmiştir. Sahih

olduğu kabul edilse bile bu, daha önce belirttiğimiz anlama yorulur.

 

[Zayıf] bir görüşe göre hakimin kısıtlılık halini kaldırması gerekir; çünkü reşid olmak inceleme ve araştırmaya ihtiyaç duyuran bir şeydir.

 

Bu görüş şu şekilde reddedilmiştir: Delilik sebebiyle olan kısıtlılık durumunda olduğu gibi bu kısıtlılık da hakim kararı olmaksızın sabit olduğundan kısıtlılığın ortadan kalkması da hakim kararını gerektirmez.

 

Nevevi "kısıtlılığın kalkması" ile "malın verilmesi"ni bir arada zikrederek kadın konusunda Malik'in görüşünden farklı düşündüğümüzü ortaya koymak istemiştir. Malik şöyle demiştir:

"Kadın evleninceye dek malı kendisine teslim edilmez, evlendiğinde kocasının izniyle malı kendisine verilir. Kadın ihtiyar hale gelmediği sürece malının üçte birinin üzerindeki tasarrufu geçerli olmaz." İmam Şafiı (r.a.), İmam Malik'in bu görüşü hakkında şunları söylemiştir:

 

Şu konuda ne dersin? Kadın önce malının üçte birini tasadduk etse, daha sonra üçte birini daha sonra da diğer üçte birini tasadduk etse, ikinci ve üçüncü tasarrufları geçerli olur mu? Şayet bunu onaylarsan malının bütününü bağış yoluyla vermesini onaylamış olursun. Eğer engellersen hür, yetişkin ve aklı başında bir kimsenin malı üzerinde tasarrufta bulunmasını yasaklamış olursun. Oysa bunun bir delili yoktur.

 

16. Kişinin Reşid Olduktan Sonra Savurgan Duruma Düşmesi

 

[Kısıtlılığı kaldırılan kişi] bundan sonra malını saçıp savurursa kısıtlanır. [Zayın bir görüşe göre kısıtlılığı yenilemeye gerek olmaksızın kendiliğinden geri döner.

 

1. Reşid olarak ergenlik çağına ulaşmış olan kişi daha sonra savurgan davranışlar gösterse [kısıtlama hükmü nasıl verilir? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır:]

 

[Birinci görüş]

 

Kısıtlama kararını hakim verir. Bunu hakimden başka, kişinin babası, dedesi vb. bir kimse yapamaz. Çünkü bu, ictihadı bir konudur.

 

Kişiye kısıtlama getirilmesinin nedeni şu ayettir: Allah 'ın size geçim kaynağı olarak nasip ettiği mallarınızı aklı ermez, kar-zarar bilmez kimselere vermeyin. Fakat bu malların gelirinden onların yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılayın; onlara gönül alıcı sözler söyleyip güzel tavsiyelerde bulunun. [Nisa,5]

 

[*] - Ayrıca şu hadis de bulunmaktadır: Sefihlerinizin {malları üzerinden] ellerini çektirin (engel olun]. (Kurtubi, el-Cami' li ahkami'l-Kur'an, 6, 4. Taberani bu hadisi sahih bir senetle rivayet etmiştir)

 

Ruyani, Şafii' den şunu rivayet etmiştir: Hakim, kişiye kısıtlama getirdiğinde işlerini baba ve dedesine hava le etmesi hoş olur.

 

Şayet baba ve dedesi yoksa diğer erkek yakınlarına havale eder; çünkü onlar kişiye [yabancılardan] daha çok şefkat gösterir. Hakim, sefih olan kişiye kısıtlama getirirken buna şahit tutması, maslahata uygun görürse insanların o kişiyle muamele yapmaktan uzak durması için bunu ilan etmesi sünnettir.

 

Bu rivayet e göre sefih olan kişi reşid hale dönse kısıtlılık hali hakim kararı olmadıkça sabit olmaz. Nitekim bu kişinin kısıtlanması da ancak hakim kararıyla olur.

 

[İkinci görüş]

 

[Zayıf] bir görüşe göre, delirme gibi bir durumda kısıtlılık hali nasıl ki hakim kararı olmaksızın kendiliğinden geri geliyorsa burada da kendiliğinden gelir. Kısıtlama getirilmeden önceki tasarrufu sahihtir.

 

2. Meşhur görüşe göre bu, kendi haline bırakılmış sefihtir.

 

Sefih sözcüğü "reşid olmaksızın ergenlik çağına ulaşan kimse" için de kullanılır. Bu kişinin tasarrufu sahih olmaz. Şu halde görüş ayrılığı yalnızca isimlendirme konusundadır.

 

3. Kişi bir [malı] tasarruf ta [bedel konusunda] aldanıp bir diğerinde aldanmasa kısıtlılık hali söz konusu olmaz; çünkü bir şahısta kısıtlı olma ve olmama halinin aynı anda bir arada bulunması mümkün değildir.

 

[*] - Yaptığı alım-satımların bir kısmında aldandığından şikayet eden bir sahabıye Hz. Peygamber (s.a.v.)'in söylediği şu söz de bunu desteklemektedir: Alış veriş yaptığında [karşındaki kişiye] "aldatma yok" diye söyle! (Müslim, buyu', 3838)

 

4. Bir kimse, bolluk içinde olduğu halde pintilik gösterip kendisine harcama yapmadığında öde uygun bir şekilde harcama yapsın diye kendisine kısıtlama getirilemez; çünkü hak ona aittir. [Zayıf] bir görüşe göre ise kısıtlama getirilir. Maverdı şöyle demiştir: Bu görüşü ifade eden kişi gerçek anlamda kısıtlamayı kastetmemiştir; çünkü o, bu şahsın tasarrufuna engel olunmayacağını açıkça ifade etmiştir. Bu durumda ona kendi malından öde uygun şekilde harcama yapılır. Ancak kişinin şiddetli cimriliklpintilik sebebiyle malını gizlemesinden korkulursa o mal üzerinde tasarruf ta bulunmasına engelolunur; çünkü bu, malı saçıp savurmaktan daha öte bir durumdur.

 

17. Reşid Olarak Ergenlik Dönemine Giren Kişinin Fasık Hale Dönmesi

 

Kişinin fasık olduğuna hükmedilse, daha doğru görüşe göre kendisine kısıtlama getirilmez.

 

Kişi, ergenlik dönemine reşid olarak ulaştıktan sonra malları üzerinde düzgün tasarruf ta bulunduğu halde fasık olduğuna hükmedilse [kısıtlama getirilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

[Birinci görüş]

 

Daha doğru görüşe göre kısıtlama getirilmez; çünkü ilk dönem alimleri fasık olan kimselere kısıtlama getirmemişlerdir.

 

[İkinci görüş]

 

Fasıklığın devam etmesi halinde nasıl ki kısıtlama devam ediyorsa fasıklık sonradan meydana geldiğinde de kısıtlılık kararı alınır. Ayrıca bu, savurganlığa kıyas edilir.

 

İlk görüşte olanlar arada şu farkın bulunduğunu söylemişlerdir:

 

1. Buluğa bitişik olarak devam eden fasıklık ile sonradan meydana gelen fasıklık arasında şu fark vardır: Diğerinde aslolan fasıklığın devam etmesidir, burada ise mutlak olarak sabit olmuştur, aslolan devam etmesidir.

 

2. Savurganlığın geri gelmesiyle kısıtlılığın olması ile bu mesele arasında şu fark vardır; fasıklık durumunda malı telef etmek veya etmemek kesin değildir. Savurganlık ise böyle değildir.

 

18. Kısıtlı Kimsenin Velisi Kimdir?

 

Sonradan meydana gelen sefihlik durumu sebebiyle meydana gelen kısıtlılık durumunda kısıtlı şahsın velisi hakimdir. [Zayıf] bir görüşe göre ise küçükken o şahsın velisi olan kişi yine velisi olur.

 

Delilik hali sonradan meydana gelse onun velisi, küçüklük durumundaki velisidir. [Zayıf] bir görüşe göre ise onun velisi hakimdir.

 

[Reşid olarak ergenliğe erdikten sonra] savurganlığın meydana gelmesi halinde hakimin kısıtlılık kararı vermesi şarttır.

 

Sefihlik, yani düzgün malı tasarruf ta bulunamama sebebiyle kısıtlılık hali sonradan meydana gelirse bu şahsın velisi hakim olur; çünkü onun hakkında yeniden kısıtlılık kararı veren odur. Zira baba vb. kimselerin velayeti ortadan kalkmıştır. Bu sebeple o kişinin işlerine, genelolarak işlere bakmakla yükümlü olan kimse bakar. [Zayıf] bir görüşe göre ise kişinin sefih olarak ergenliğe ulaşması durumunda olduğu gibi onun velisi, çocukluğundaki velisidir.

 

Görüş ayrılığı "kısıtlılığın kendiliğinden geri döndüğü"nü kabul ettiğimizde söz konusu olur. Aksi takdirde bu kişinin işlerini kesinlikle hakim yürütür. Bunu Ruyani söylemiştir.

 

İki güvenilir kişi bir şahsın sefih olduğuna dair şahitlik etse ve bunun gerekçesini de belirtseler, bu ikisinin şahitliği kabul edilir.

 

Delilik durumu sonradan meydana gelirse bu şahsın velisi küçüklükteki velisidir ki bunlar baba ve dededir. [Zayıf] bir görüşe göre ise onun velisi hakimdir. İki görüşte sahih görülen şeyarasındaki fark şudur: Deliliğin aksine sefihlik ictihada tabi bir konu olduğundan hakimin inceleme ve araştırmasını gerektirir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

3. KISITLI ŞAHSIN TASARRUFLARININ HÜKMÜ