ORUÇ - FİDYE |
3. FİDYE VERMESİ GEREKEN
KİŞİLER
A. KAZA GEREKMEYİP
YALNIZCA FİDYE VERMESİ GEREKEN KİŞİLER
B. KAZA YANINDA FİDYE
DE VERMESİ GEREKEN VE GEREKMEYEN KİŞİLER
A. KAZA GEREKMEYİP
YALNIZCA FİDYE VERMESİ GEREKEN KİŞİLER
Daha güçlü görüşe göre
ihtiyarlık sebebiyle oruç tutmayan kişinin bir müd miktarı gıda maddesi vermesi
gerekir.
1. ÇOK İHTiYAR OLAN
KİMSE
[İhtiyarlık sebebiyle
oruç tutamayan kimsenin fidye vermesi gerekir mi? Bu konuda İmam Şafii
(r.a.)'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha güçlü olan görüşe
göre;
> Ramazan orucu,
> Tutma gücü
bulunduğu sırada tutulması adanmış olan adak orucu,
> veya -Rafif'nin
el-Muharrer'de açık olarak ifade ettiği üzereRamazan orucunun kazası
gibi kişi üzerine farz
olan bir oruçta kişi ihtiyarlık sebebiyle oruç tutamazsa tutamadığı her bir gün
oruç için bir müd miktarı fidye vermesi gerekir, bu orucun kazası yoktur. Çünkü
kişi iyice ihtiyarladığından oruç tutmasında bir zorluk bulunmaktadır.
[*] - Bunun delili şu
ayettir: Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. [Bakara,
184]
[Bu ayetin lafzı olarak
anlamı aslında "güç yetirebilenler bir yoksul doyumu fidye verir"
şeklinde olmakla birlikte] burada olumsuzluk harfi olan "la" varmış
gibi kabul edilir. [Bu durumda anlam "oruca gücü yetmeyenler"
şeklinde olur].
Yahut da bu ayette
"gençlik zamanında oruca gücü yeten, ihtiyarladıktan sonra ise buna güç
yetiremeyenler" kastedilmiştir.
[*] - Buharl'nin rivayet
ettiğine göre İbn Abbas ve Hz. Aişe yukarıdaki ayeti şu şekilde okuyorlardı:
Bu okuyuşun anlamı:
"oruç tutmakta zorlanan ve bu zorlanma sebebiyle oruca güç
yetiremeyenler" şeklindedir.
Bir görüşe göre ise
ayette olmayan bir şeyi varsaymaya gerek yoktur; insanlar İslam'ın
başlangıcında [yani oruç emri ilk farz kılındığında] oruç tutmak ve fidye
vermek şıklarından dilediğini seçmekte serbestti. Sonradan bu hüküm yürürlükten
kaldırıldı. Buna göre her bir gün için bir müd yiyecek vermek gerekir.
[İkinci görüş]
İkinci görüşe göre
[ihtiyarlığı sebebiyle oruç tutamayan kişinin fidye vermesi hükmü] söz konusu
değildir. Çünkü bu kişi bir özürden dolayı canını korumak için orucu
bıraktığından; yolculuk ve hastalık sona ermeden ölen yolcu ve hasta kimselere
benzemiştir. [Söz konusu kişilerin fidye vermesi nasıl gerekli değilse
ihtiyarın fidye vermesi de gerekli değildir.]
İlk görüş sahipleri
[ikinci görüşte birbirine kıyas edilen] iki meseleyi şu şekilde birbirinden
ayırmışlardır: Yolcu ve hastanın aksine ihtiyar kişinin özrünün sona ermesi
beklenmemektedir.
2. İYİLEŞMESİ ÜMİT
EDİLMEYEN HASTA
İyileşmesi ümit
edilmeyen hasta da ihtiyar kimse hükmündedir.
Nevevi "ortadan
kalkması ümit edilmeyen bir özür sebebiyle oruç tutamayan kişinin bir müd
yiyeceği fidye olarak vermesi gerekir" dese daha uygun olurdu.
Bu kişinin serin olan
bir zamanda veya günün daha kısa sürdüğü bir zamanda oruç tutması mümkün ise o
"iyileşmesi ümit edilen hasta" hükmündedir. Bunu Kadı Ebu't-Tayyib
zikretmiştir.
3. FAKİRİN DE FİDYE
VERMESİ GEREKİR Mİ?
Nevevl'nin genel bir
ifade kullanmasından ilk anda şöyle bir anlam anlaşılmaktadır: "Fidye hem
zengin hem de fakir üzerine gereklidir." Bu hükmün etkisi "fidyenin
fakirin zimmetinde yerleşmesi" üzerinde görülür.
Er-Ravda ve aslındaki
ifadelerin gerektirdiği anlam açısından da daha doğru olan görüş budur.
İbnü'l-Mukrı de bu
görüşü benimsemiştir.
El-Mecmu'da ise şöyle
denilmiştir:
Bu meselede daha doğru
görüşün -fitrede olduğu gibi- bunun aksi olması gerekir. Çünkü fakir kişi fidye
ile yükümlü tutulduğu sırada bunu ödemekten acizdir. Üstelik fidye, kişinin
işlediği bir suç vb. bir sebeple de gerekli olmamıştır.
Nevevi bu görüşte Kadı
Hüseyin'e tabi olmuştur. Oysa bu görüş şu gerekçe ile reddedilir: Allah'a ait
malı bir hak -bedeli olmayan bir hak olsa bile- kişi üzerine ondan kaynaklanan
bir sebeple gerekli olduğunda kişi bunu yerine getiremeyecek durumdaysa hak
onun zimmetine yerleşir.
Bizim meselemizde durum
böyledir; çünkü [Allah'a ait mali hak olan fidyenin kişi üzerine gerekli
olmasının] sebebli] kişinin oruç tutmamasıdır.
4. FİDYE ASIL MIDIR
BEDEL MİDİR?
Yukarıda zikredilen
kimseler açısından fidye orucun bedeli midir yoksa kendi başına bir yükümlülük
müdür? Aslü'r-Ravda'da belirtildiğine göre bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır. EI-Mecmu'da ikinci görüş [yani fidyenin müstakil bir yükümlülük
olduğu görüşü] daha doğru kabul edilmiştir.
Bu görüş ayrılığının
etkisi şu meselelerde görülür:
> Bu kişi fidye
verdikten sonra oruç tutabilecek duruma gelse ne olur?
> Bu kişi oruç tutma
adağında bulunsa ne olur?
Yaşlılık vb. bir sebeple
oruç tutamayan bir kimse oruç tutmayı adasa adağı geçerli olmaz; çünkü bu kişi
doğrudan oruçla yükümlü değil, fidye ile yükümlüdür.
Yukarıda sayılan kişiler
oruç tutmayı bıraktıktan sonra oruç tutabilecek duruma gelseler bu oruçlarını
kaza etmeleri gerekmez. Bu mesele bu yönüyle "malı gasp edilen kimse adına
hac yapıldıktan sonra o kişinin hac yapmaya güç yetirebilir hale gelmesi"
ile ilgili hükümden ayrılmaktadır.
5. ORUÇ TUTARKEN
ŞİDDETLİ ZORLUKLA KARŞILAŞAN KİŞİNİN DURUMU
Oruç tutarken şiddetli
zorlukla karşılaşan kişi de hüküm açısından yukarıda sayılanlar gibidir.
Bununla birlikte kişi zorluğu göze alıp oruç tutsa alimlerin görüşlerine
kıyasla bu orucu n yeterli olmaması gerekir. Ancak -el-Kifaye' de BendenıCı'
den aktarılan- daha doğru olan görüşe göre [oruç yeterli olup] fidye gerekmez.
B. KAZA YANINDA FİDYE
DE VERMESİ GEREKEN VE GEREKMEYEN KİŞİLER
Hamile ve çocuk emziren
kadınlar;
1) [Kendi] hayatlarından
endişe ederek orucu terk ettiklerinde bu orucu kaza etmeleri gerekir, fidye
vermezler.
2) Çocukları için endişe
ederek orucu terk ederlerse daha güçlü görüşe göre [kaza yanında] fidye de
gerekir.
1. HAMİLE KADINLARIN VE
ÇOCUK EMZİREN KADINLARIN DURUMU
a. Hamile kadınların ve
çocuk emziren kadınların orucu terk etmesinin hükmü
Hamile olan ve çocuk
emziren kadınların kendi hayatlarından veya çocuklarının hayatlarından endişe
ettiklerinde orucu bırakmaları caizdir. Bu çocuk ister süt emziren kadının
kendi çocuğu olsun ister başkasının çocuğu olsun hüküm aynıdır.
Nevevl'nin [birazdan
gelecek başlıkta yer alan meselede tekil olarak] "çocuğu" ifadesini
kullanması, et-Tenbih'te yer alan "ikisinin çocuğu" ifadesinden daha
iyidir.
Süt anne ister ücretle
süt emziriyor olsun ister böyle olmasın fark etmez.
Çocuğun hayatından
endişe edildiğinde orucu terk etmek farzdır.
Er-Ravda' da doğru kabul
edilen görüşe göre ücretle süt emziren kadının -çocuğun hayatından endişe
edilmese bile- akdi tamamlamak için orucu terk etmesi gerekir.
b. Hamile ve çocuk
emziren kadınların kaza ve fidye açısından durumları
[Hamile ve çocuk emziren
kadınlar oruçlarını tutmadıklarında] kaza ve fidyenin hükmüne gelince [bunlar
için iki durum söz konusudur:]
[Birinci durum]
Oruç tutma sonucunda
-hastalık durumunda olduğu gibi- kendileri için bir zararın gerçekleşeceğinden
korkarlarsa -isterse çocukları için de korkmuş olsunlar- tıpkı hasta kimselerde
olduğu gibi oruçlarını kaza etmeleri gerekir, fidye gerekmez.
[Soru] Bu şahıslar oruç tuttukları takdirde hem
kendileri hem de çocuklarının zarar göreceğinden korkarlarsa onların oruç
tutmaması iki şahsın yararının söz konusu olduğu bir "oruç bırakma"
dır. Bu durumda birazdan gelecek hükme kıyasla fidye gerekirdi.
[Cevap] Ayette bu ikisinin kendileri için
korktuklarında fidyenin söz konusu olmadığı yer almaktadır. Bu korkunun
kendileri dışında başkaları için de söz konusu olup olmaması arasında fark
yoktur. Söz konusu ayet "içinizden kim hasta yahut yolcu olursa ... "
ayetidir. (Bakara, 18)
[İkinci durum]
[Hamile veya çocuk
emziren kadınlar oruç tutmaları halinde kendilerinin değil] yalnızca
çocuklarının zarar göreceğinden korksalar; yani hamile kadın çocuğunun
düşmesinden, süt emziren kadın da sütünün azalması ve bunun sonucunda da
emzirdiği çocuğun ölmesinden korksa [ve bu sebeple oruç tutmasalar ne yapmaları
gerekir? Bu konuda İmam Şafii (r.a.)'ye ait üç görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha güçlü görüşe göre
oruçlarını kaza etmeleri gerektiği gibi kendi mallarından fidye vermeleri
gerekir. Bunlar yolcu veya hasta olsalar bile hüküm böyledir.
[*] - Bunun delili
"oruç tutmaya güç yetiremeyenler için bir fakir doyumu fidye gerekir"
ayeti hakkında Ebu Davud ve Beyhaki'nin hasen bir senetle Ibn Abbas'tan
nakledilen şu rivayettir:
Bu ayetin hükmü
yürürlükten kaldırılmıştır; yalnızca hamile ve çocuk emziren kadınlarla ilgili
olarak bu dönemlerinde ayetin hükmü geçerlidir. Ayetin hükmünü yürürlükten
kaldıran ise "sizden kim o aya erişirse o ayda oruç tutsun" [Bakara,
185] ifadesidir.
"Bu ayetin
yürürlükten kaldırılmış olduğu" görüşü alimlerin çoğunluğunun görüşüdür.
Bazı alimler ise
yukarıda daha önce geçen yorum çerçevesinde ayetin hükmünün yürürlükten
kaldırılmadığı görüşünü kabul etmişlerdir.
[İkinci görüş]
Yolcu ve hastanın fidye
vermesi gerekmediği gibi bu ikisinin de fidye vermesi gerekmez. Çünkü bunların
orucu bırakması bir özür sebebiyledir.
[Üçüncü' görüş]
Hamile kadının değil süt
emziren kadının hem kaza etmesi hem de fidye vermesi gerekir. Çünkü süt emziren
kadının orucu bırakma nedeni tıpkı hastada olduğu gibi kendisinde bulunan bir
durum sebebiyledir.
İlk görüşe göre "adet
dönemini karıştıran kadın" bu hükümden istisna edilir; kendisinin adetli
olup olmadığı konusunda şüphesi bulunduğu için onun fidye vermesi gerekmez.
Nevevi bunu Ziyadetü'r-Ravda'da ve el-Mecmu'un "hayız" bölümünde
zikretmiştir. Kadın on altı veya daha az gün orucunu terk etmişse bu güçlü
görüştür. Şayet bundan daha uzun süre orucunu bırakmışsa artan kısmın fidyesini
vermesi gerekir. Çünkü adet dönemi bundan daha fazla olamaz. Hocamız Zekeriya
el-Ensarı el-Behce şerhinde buna işaret etmiş, er-Ravd şerhinde ise buna temas
etmemiştir.
Ücretle süt emziren
kadının [oruç tutmaması halinde] fidyenin gerekli olması ile başkası yerine
ücretle hacca giden kişinin temettu haccı yapması halinde kurban kesmesinin
gerekli olmaması arasında şu fark vardır: Hacdaki kurban, ücretle adam tutan
kişi üzerine gerekli olan haccı tamamlayan unsurlardandır. Burada ise orucu
bırakmak süt emziren kadına bitişik olan menfaatlerin çocuğa ulaştırılmasını
tamamlayan unsurlardandır. Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin de belirttiği üzere zahir
olan görüş ücretle süt emziren ve ücretsiz olarak süt emziren kadın hakkında bu
hükmün geçerli olması, oruç tutmayan bir sütanne veya oruç tutmak kendisine
zarar vermeyen bir süt anne bulunmaması halinde söz konusudur.
2. BİR ÖZRE BİNAEN
ORUCUNU BOZAN KİŞİLERİN DURUMU
Daha doğru olan görüşe
göre ölmek üzere olan birini kurtarmak için orucunu bozan kimseler de süt
emziren kadın hükmünde değerlendirilir.
Can dokunulmazlığı
bulunan bir kimseyi veya dokunulmazlığı bulunan bir hayvanı boğulmaktan vb. bir
yolla ölmekten kurtarmak için orucunu bozan kişi[nin ne yapması gerekir?
Bukonuda mezhep içinde iki görüş vardır:]
[Birinci görüş]
Daha doğru olan görüşe
göre -bir önceki meselede daha güçlü olan görüşte yer aldığı üzere kazanın farz
olmasıyla birlikte fidye ödemenin de gerekli olması konusunda- bu kişiler çocuk
emziren kadın hükmünde değerlendirilir.
Kişi, bir insan veya
hayvanı ancak orucunu bozarak kurtarabilecek durumdaysa orucunu bırakması
gerekir. Bu, yararını iki şahsın gördüğü bir oruç bırakma işidir; çünkü bu
işlem sonucunda kurtaran kişi orucu terk etmekte, diğer şahsın da hayatı
kurtulmaktadır.
Kişi bir malı kurtarmak
için orucunu bozsa -Kaffal'in açıkça belirttiği üzere- fidye vermesi gerekmez;
çünkü bu, yararını yalnızca bir kişinin gördüğü bir oruç terkidir. Böyle bir
gerekçeyle oruç bırakmak zorunlu değil caizdir.
Dokunulmazlığı bulunan
bir hayvanı kurtarmak ise bundan farklıdır; çünkü bu durumda orucu bozmanın
yararını iki şahıs görmektedir.
Bazı son dönem alimleri
ise "hayvanlar konusu araştırılması gereken bir konudur" demiş olsa
bile Kaffal' in, hükmü "mal" ile sınırlandırılmasının mefhum-i
muhalifinden ilk anda anlaşılan budur. Çünkü alimlerimiz koruma altına alma
konusunda dokunulmazlığı bulunan bir hayvanı dokunulmazlığı bulunan bir insan
gibi kabul etmiştir. Hatta yukarıda benim yaptığım açılım dikkate alınmadığında
Nevevi'nin -tıpkı asıl eserde [yani el-Muharrer'de] olduğu gibi- ifadesinden bu
konuda can ve malın birbirine eşit olduğu anlaşılabilir.
Dokunulmazlığı
bulunmayan bir hayvanı kurtarmak için orucu bırakmak caiz değildir.
[İkinci görüş]
Bunlar [hem kaza hem de
fidyenin gerekli olması konusunda] çocuk emziren kadın gibi değerlendirilmez;
çünkü orucun kazası ile birlikte fidyenin gerekli kılınması [genel kurala
aykırı] kıyasa uzak bir hükümdür. Hamile ve çocuk emziren kadın konusunda bu
hükmü kabul etmemiz konuyla ilgili rivayetler sebebiyledir, bunun dışındaki
konular genel kural üzere bırakılır.
3. ÖZÜRSÜZ OLARAK
RAMAZAN ORUCUNU BOZAN KİŞİNİN DURUMU
Ramazan orucunu -cinsel
ilişki dışında- haksız bir yolla bozan kişi ise böyle değildir.
Cinsel ilişki dışında
bir yolla ramazan orucunu haksız olarak bozan kimse [kaza ve fidyenin gerekli
olması konusunda hamile ve çocuk emziren kadınlar gibi değerlendirilir mi? Bu
konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha doğru olan görüşe
göre kaza ile birlikte fidyenin gerekli olması konusunda bu şahıslar hamile ve
çocuk emziren kadınlar ile aynı hükme tabi kılınmazlar; bunlara yalnızca kaza
gerekir. Çünkü fidye konusunda bir nas söz konusu değildir; aslolan bunun
olmamasıdır.
[İkinci görüş]
[Orucunu haklı bir
sebeple bozan kişinin kaza yanında fidye vermesi de gerekiyorsa] orucunu haksız
olarak bozan kişi bu haksız fiili sebebiyle [kaza yanında fidye de ödeme
konusunda] evleviyetle diğer şahıslar gibi değerlendirilir.
İlk görüşte olanlar
arada şu farkın bulunduğunu söylemişlerdir:
[a] - Süt emziren kadın
vb. kimselerin oruç tutmaması durumunda bundan iki şahıs yarar sağlamıştır, bu
yüzden bu tutmamadan dolayı iki şeyin [kaza ve fidyenin] gerekli olması caiz
olmuştur. Nitekim cinsel ilişkide de hem erkek hem de kadın cinsel ilişkinin
amacını [yani cinsel hazzı] elde ettiklerinden buna hem kaza hem de büyük
keffaret bağlanmıştır.
[b] - Ayrıca fidye
ödemek kişinin günah bir iş yapmasına bağlı değildir; bu, hikmetini yalnızca
Allah'ın bilebileceği bir hükümdür. Nitekim ramazan ayında irtidat etmek cinsel
ilişkiden daha çirkin bir durum olduğu halde bu mı keffareti gerektirmez.
Bu zikredilenler,
"kişi namazın bir bölümünü kasten terk ettiğinde bunu telafi etmek için
sehiv secdesi yapar" hükmü ile bu mesele arasında çelişki gibi görülen
durumu da ortadan kaldırmaktadır; çünkü alimlerimiz o meselede "kasten
terk etmek yanılarak terk etmeye göre öncelikle [evleviyetle] telafi
edilmelidir."
4. ÜZERİNDE KAZA BORCU
OLUP BİR SONRAKİ RAMAZANA KADAR KAZAYI TUTMAYAN KİŞİNİN DURUMU
[Ramazan orucu kazaya
kalmış olan kimse] kaza orucunu tutma imkanı olduğu halde diğer ramazan ayı
gelinceye kadar kaza orucunu tutmazsa orucu kaza etmekle birlikte her bir gün
oruç için bir müd miktarı yiyecek verir.
Daha doğru görüşe göre
yılların tekrarlanmasıyla bu da [fidye de] tekrarlanır.
a. Hayatta olan kişinin
durumu
[Ramazan ayının tümü
yahut bir bölümü kazaya kalmış olan kişi kaza borcunu ertesi
Ramazan gelinceye kadar
tutmasa hüküm ne olur? Burada iki durum söz konusudur:]
[Birinci durum: Özürsüz
olarak kaza borcunu ertesi Ramazan ayına kadar tutmamak]
Ramazan ayını veya bir
bölümünü kaza etme imkanı olduğu halde yani yolculuk vb. bir özrü bulunmadığı
halde diğer ramazan ayına kadar orucunu kaza etmese orucunu kaza etmek yanında
her bir gün oruç için bir müd miktarınca yiyeceği fidye olarak vermesi gerekir.
[*] - Çünkü altı sahabe
bu konuda görüş belirtmişler, bu görüşe hiç kimse de karşı çıkmamıştır. Bunu
Maverdi nakletmiştir.
Nevevi'nin el-Mecmu'da
belirttiğine göre kişi kaza borcunu bu şekilde ertelemekle günaha girer. Yine
orada belirtildiğine göre böyle bir durumda ödenmesi gereken bir müdlük
yiyecek, ramazan ayının girmesi ile gerekli olur.
[İkinci durum: Bir özür
sebebiyle Ramazan kazasını ertesi Ramazana kadar tutamamak]
Şayet kişi özrünün devam
etmesi sebebiyle örneğin yolculuk ve hastalığının devam etmesi veya kadının
hamile olması yahut süt emzirmesi diğer ramazana kadar devam ettiğinde kazayı
geciktirmesinden dolayı fidye gerekmez. Çünkü bu özürlerin bulunması halinde
kişinin eda orucunu geciktirmesi caiz olduğuna göre kazanın geciktirilmesi
haydi haydi [evleviyetle] caizdir.
Nevevi'nin genel
ifadesine göre bir özür sebebiyle orucun kazasının geciktirilmesi durumunda
orucun daha önce kazaya kalmasının bir özür sebebiyle olup olmaması arasında bir
fark yoktur. Nitekim Mütevelli et-Tetimme adlı eserinde, Süleym er-Razi
el-Mücerred adlı eserinde bunu açık olarak ifade etmiştir. Ancak Rafii ve
Nevevi "nafile oruç" konusunda Beğavi'den herhangi bir muhalefette
bulunmaksızın şu görüşü nakletmişlerdir: "Özürsüz olarak tutulmayan orucun
yolculuk özrü sebebiyle geciktirilmesi haramdır". Bu ifade fidyenin de
lazım olmasını gerektirir ki zahir olan görüş de budur. Ezrai şöyle demiştir:
"el-Minhac metnindeki ifadeden diğer ramazan gelinceye kadar kişinin orucu
kaza etmeyi unutması veya bunu bilmemesini istisna etmek gerekir; çünkü
alimlerin sözünden anlaşıldığına göre bu durumda fidye gerekmez." Zahir
olan görüşe göre bu durumda kişi üzerinden günah düşmekle birlikte fidye verme
yükümlülüğü düşmez.
Not: Burada fidye kazanın geciktirilmesinden
kaynaklanmıştır. Çok ihtiyar olduğu için oruç tutamayan kişi vb. şahısların
fidyesi ise orucun kendisi sebebiyle gereklidir. Çocuk emziren veya hamile olan
kadınların fidyesi ise vaktin [yani Ramazan ayının] faziletini kaçırmalarından
dolayıdır.
FİDYENİN TEKRARLANMASI
[Kişi kazayı
geciktirmesi sebebiyle vermesi gereken fidyeyi vermediğinde hüküm nasılolur? Bu
konuda mezhep içinde iki görüş bul unmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha doğru olan görüşe
göre kişi fidyeyi vermediğinde yılların tekrarlanmasıyla [fidyeyi vermeksizin
aradan geçen yıllarla] ödemesi gereken müd de tekrarlanır. Çünkü mali haklarda
tedahül yoktur.
[İkinci görüş]
Nasıl ki had cezaları
tekrarlanmıyorsa fidye de tekrarlanmaz. (kıyas)
Yukarıdaki görüş
ayrılığı "kişi fidyeyi vermediğinde" söz konusudur. Şayet fidyeyi
verdiği halde diğer ramazan ayı girinceye kadar orucu kaza etmese fidyenin
ikinci defa gerekli olduğu konusunda görüş ayrılığı yoktur.
Beğavi ve diğer
alimlerin belirttiğine göre üçüncü, dördüncü ve diğer yılların hükmü de
böyledir. İsnevi şöyle demiştir: "Bu açık bir hükümdür; çünkü had cezaları
uygulandıktan sonra ikinci defa haddi gerektiren bir suç işlerse cezanın da
tekrar uygulanması gerektiği konusunda görüş ayrılığı yoktur. Üstelik had
cezaları bizim ele aldığımız meseleden daha hafiftir; nitekim had cezalarında
birden fazla suç için bir tek haddin yeterli olduğu konusunda görüş ayrılığı
yoktur."
b. Ölen kişinin durumu
[Daha doğru olan görüşe
göre] kişi orucunu kaza etme imkanı olduğu halde kazayı geciktirse ve tutamadan
ölse tutamadığı her bir gün için terikesinden; bir müddü kazaya kaldığı, bir
müddü de kazayı geciktirdiği için olmak üzere iki müd miktarı yiyecek verilir.
[Orucunu kaza etme
imkanı olduğu halde kazayı geciktiren ve tutamadan ölen kişiye uygulanacak
hüküm nedir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş vardır:]
[Birinci görüş]
Daha doğru olan goruşe
göre -şayet yukarıda geçen konuda İmam Şafiı (r.a.)'nin yeni görüşünü kabul
edersek- Ramazan orucunu kaza etme imkanı olduğu halde diğer ramazan gelinceye
kadar kazayı geciktiren ve ölen kişinin geriye bıraktığı maldan tutamadığı her
bir gün için iki müd miktarı yiyecek fidye olarak verilir; bunların biri
orucunu tutamadığı diğeri de kazayı geciktirdiği içindir. Çünkü bunların her
biri tek başına fidyeyi gerektiren durumlardır, bir arada bulunduğunda da
böyledir.
[İkinci görüş]
Tek bir müd yeterlidir;
çünkü kişi orucu tutamamıştır, orucun kaçırılması da bir müd yiyeceği
gerektirmektedir. Bu mesele, yıllarca oruç tutamayan ve bunun bedeli olarak da
fidye verecek imk2lnı bulamayan yaşlı kimsenin durumuna benzemektedir. Mezhepte
kesin olarak bilinen hükme göre bu durumda fidye tekrarlanmaz.
İmam Şafii (r.a.)'nin
eski görüşünü, yani ölen kişinin orucunu velilerinin tutmasını esas alırsak ve
veli de orucu tutarsa orucun aslı telafi edilmiş olmakla birlikte kazanın
geciktirilm iş olması sebebiyle fidye vermek gerekir. Bu, kişi orucun kazasını
bir yıl geciktirdiğinde söz konusudur. Şayet iki yıl geciktirdikten sonra
ölürse önceki mesele deki görüş ayrılığı burada da geçerlidir.
Not: Kazayı geciktirme
sebebiyle olan fidye, Ramazan ayı girmemiş olsa bile kişinin kazayı yerine
getiremeyeceği kesin olarak ortaya çıktığında gerekli olur. Buna göre kişinin
on günlük kaza borcu olsa ve Şaban ayında son beş gün kala kişi ölse bu kişi
için on beş müd miktarınca yiyeceği n fidye olarak verilmesi gerekir. Bunun on
müddü -şayet ölen şahsın velileri onun yerine oruç tutmamışsa- asıl oruç
sebebiyle, beş müddü de kazayı geciktirme sebebiyledir. Çünkü kişi yaşamış
olsaydı yalnızca beş günlük orucunu kaza edebilecekti.
Kazayı geciktirme
sebebiyle gerekli olan fidyeyi -kişinin kaza etme imkanı olduğu halde daha
sonra tutmak için- diğer ramazan ayı girmeden önce vermek daha doğru olan
görüşe göre caizdir. Bu, haram olan "yemin bozma" fiilinden önce
yemin bozma keffaretini ödemek gibidir.(kıyas)
Kazayı geciktirmek
haramdır. Yaşlı, müzmin hasta, çok zorlanarak oruç tutan kimseler fidyeyi
birinci yıl geciktirmiş olsalar bundan dolayı bir sorumlulukları söz konusu
olmaz. Bu şahıslar ve hamile ve çocuk emziren kadınların iki gün veya daha
fazla zamanın fidyesini önceden vermeleri caiz değildir. Bu, iki yıllık zekatın
önceden verilememesi gibidir. Ancak bu sayılan kişiler içinde bulundukları
günün veya gecenin fidyesini önceden verirlerse bu caiz olur.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN
4. FİDYEYE İLİŞKİN
BAZI MESELELER