KABİR ALEMİ es-Suyuti

 

KABİR AZABI

 

Ondan Allah'a sığınırız. Kur'an-ı Kerimde müteaddit yerlerde bahsi geçmiştir. ''İklil fi istinbat et-tenzil'' adlı kitabımda o yerleri zikretmişim.

 

1- Buhari, Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle dua ederdi. ''Ya Rabbi ben kabir azabından sana sığınırım.''

 

2- Yine Buhari. Aişe (r.anha)'dan rivayet ettiğine göre, Resulullah (s.a.v.): ''Kabir azabı haktır diye buyurdu.

 

3- İbn-i Ebi Şeybe ve Müslim, Zeyd bin Sabit (r.a.)'den rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir: ''Resulullah (s.a.v.) Beni Neccar'a ait bir duvarın yanında, katırın üzerinde iken, birden binek koşup nerdeyse Resuhillah'ı yere düşürecekti. Orda altı veya beş veya dört kabir vardı. Resulullah (s.a.v.): ''Kim bu kabirlerin sahiplerini tanır'' diye buyurdu. Bir adam: ''Ben bilirim'' dedi. Resulullah (s.a.v.) ''Ne zaman öldüler'' deyince, ''Bunlar şirk üzere öldüler'' dedi. Sonra Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ''Bu ümmet kabirlerinde mutlaka imtihana çekilirler. Eğer siz ölüleri defnediyor olmasaydınız, Allah'a dua edip benim işittiğim kabir azabını size de işittirmesini dileyecektim.''

 

4- İbn-i Ebi Şeybe, Buhari ve Müslim, Aişe (r.anha)'dan rivayet ettiklerine göre, Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ''Kabristanhlar, kabirlerinde bir azap görürler ve hayvanlar o azabın sesini işitirler.''  

 

5- İmam Ahmed, Bezzar, Cabir (r.a.)'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir: ''Resulullah (s.a.v.) Beni Neccar'a ait bir hurma bahçesine girdi. Benî Neccarlı bazı adamların (ki cahiliyet döneminde ölmüşler) azap görürken seslerini işitti. Hemen korkulu bir halde çıkıp sahabelerine kabir azabından Allah'a sığınmalarını emretti..

 

6- îmam Ahmed, Ebu Ya'la, Acuri, Ebu Said-i Hudri (r.a.)'den rivayet ettiklerine göre, Resulullah {s.a.v.)  şöyle demiştir: ''Kafirin başına kabrinde doksandokuz ejderha musallat olur. Kıyamet kopuncaya kadar, onu ısırırlar.''

 

7- Ebu Ya'la, Acuri, ibn-i Mende, Ebu Hureyre (r.a.)'den, rivayet ettiklerine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ''Mümin kabrinde bîr bahçe içindedir. Kabri yetmiş zira' genişlenir, dolunay gibi nurlanır. Bilir misiniz şu ayet-i kerime hangi konuda nazil olmuştur: ''Kim zikrimden yüz çevirirse muhakkak ona dar bir geçim vardır.'' [Taha: 127] Sahabeler, Allah ve Resulu daha iyi bilir dediler. Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki; ''O dar geçim, kabir azabıdır. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ona doksan dokuz ejderha musallat olur. Vücudunu şişirirler, onu sokarlar ve kıyamete kadar cesedini tahriş ederlere

 

8- îbn-i Ebi Şeybe, îbn-i Ebi Dünya Acuri, Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayet ettiklerine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ''Bevlden sakınınız, çünkü kabir azabının çoğu ondandır)

 

9- îbn-i Ebi Şeybe, Müslim ve Buhari, ibn-i Abbas (r.a.)'dan rivayet ettiklerine göre, Resulullah (s.a.v.) iki kabrin yanından geçerken, şöyle buyurdu: ''Bunlar, azap görüyorlar. Azapları da büyük günahlardan dolayı değildir. Birisi bevlden temizlenmiyordu, diğeri de arada koğuculuk yapardı. Sonra, Resulullah (s.a.v.) elinde bulunan yaş bir değneği ikiye bölüp kabirlerine dikti. Ashab; Bunu neden yaptın ya Resulullah deyince; ''Umulur ki bunlar yaş kaldıkça azapları hafiflenir'' buyurdu.

 

10- îbn-i Ebi Dünya, Beyhaki, Meymune (r.anha)'dan rivayet ettiklerine göre Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu: ''Ey Meymune! Kabir azabından Allah'a sığın. Kabrin en şiddetli azabı gıybet ve bevldendir.''

 

11- Ahmed ve Isbehani, Ya'la bin Siyabe (r.a.)'den rivayet ettiklerine göre; Resulullah (s.a.v.) sahibi azap gören bir kabrin başına geidi. ''Bu, insanların etini yiyordu'' dedi. Sonra yaş bir dal istedi. Onu kabrine dikti. Ve ''umulur ki, bu dal yaş kaldıkça azabı hafiflesin'' diye buyurdu.

 

12- Beyhaki ''Delaliu'n-nübüvvet''te, Ya'la bin Mürre'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: Nebi (s.a.v.) ile bir kabristandan geçiyorduk. Bir kabirden sıkışma sesini işittim. ''Ya Resulullah! Kabirden sıkışma sesini duyuyorum'' dedim. ''İşittin mi ey Ya'la  diye buyurdu. Ben ''Evet'' dedim. Resulullah (s.a.v.) ''O, kolay işlerden dolayı azap görüyor'' buyurdu. Ben ''nedir onlar'' dedim. Resulullah (s.a.v.): ''O insanlar arasında koğuculuk yapardı. Bevlden temizlenmezdi'' diye buyurdu. Sonra, umulur ki azabı hafiflesin,'' diye kabrine bir çubuk dikti.

 

Not: Ya'la bin Murre (r.a.) Ya'la bin Siyabe'dir. Siyabe (r.anha) annesiydi.

 

 

13- İmam Ahmed, Enes (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) Ebu Talha'nın bir hurma bahçesinde iken Bilal da arkasında yürüyordu; bir kabrin yanından geçtiler. Ya Bilal işittiğimi işitiyor musun? ''Bu kabrin sahibi, azap görüyor. Sorguya çekilmiş, yahudi olarak belirlenmiş,'' dedi.

 

14- Beyhaki, Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre, Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu: ''Kabir azabı üç şeyden olur. Gıybetten, koğuculuktan ve bevlden. Mutlaka bunlardan sakının.

 

Yine Beyhaki, Katade'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: Kabir azabı üç bölümdür. Bir bölümü gıybetten bir bölümü koğuculuktan, bir bölümü de, bevldendir.                                        

 

 

15- İbn-i Ebi Şeybe, îmam Ahmed, Ibn-i Hibban, Acuri, Ümmü Mübeşşir  (r.anha)'dan rivayet ettiklerine göre; Resulullah (s.a.v.): ''Kabir azabından Allah'a sığınırım'' diye buyurdu. Ben: ''Ya Resulullah, insanlar kabirlerinde azap mı görecekler?'' dedim. Nebi (s.a.v.): ''Evet hayvanların işiteceği bir azapla, azap görecekler.'' dedi.

 

16- Taberani ''el-Kebir''de İbn-i Mesud (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre, Resulullah (s.a.v.): ''Ölüler, kabirlerinde azap görürler. Öyle ki hayvanlar onların seslerini işitirler.''

 

17- Yine Taberani ''el-Evsat''da, Ebu Saîd-i Hudri'den rivayetine göre şöyle demiştir: Ben Resulullah (s.a.v.) ile bir seferde beraberdim. O, bineği üstünde gidiyordu. Birden hayvan irkildi. Ben: ''Ya Resulullah! Neden bineğin irkildi?''dedim. Resulullah (s.a.v.): ''Hayvan, kabrinde azap gören bir adamın sesini işitti, ondan irkildi* diye buyurdu.

 

18- îbn-i Ebi Şeybe, îkrime (r.a.)'den: ''Nasıl ki kafirler kabirdekilerden ümitsizliğe düştüler [Mümtehine: 13] mealindeki ayet-i kerime hakkında demiştir ki: ''Kafirler kabirlerine kondukları zaman, Allah'ın onlara hazırladığı azabı görüp, Allah'ın rahmetinden ümitsiz olurlar.''

 

19- Taberani ''el~Evsat''da, ibn-i Ebi Dünya Kitabü'l-Kubur da, Lalkai ''es-Sünnet''de, ve îbn-i Meali, İbn-i Ömer (r.a.)'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir: Ben, Bedir taraflarında gezinirken, birden bir çukurdan, boynunda bir zincir olan bir adam çıktı. ''Ya Abdullah! Bana su ver'' diye beni çağırdı. Bilmiyorum ismimi mi bildi, yoksa Arapların Abdullah (Allah'ın kulu) kelimesini kullandıkları gibi mi kullandı. Sonra aynı çukurdan elinde cop olan bir adam çıktı, ''ya Abdullah ona su verme. Çünkü o kafirdir'' diye söyledi. Sonra copla onu çukura koyuncaya kadar ona vurdu. Ben gittim, Resulullah (s.a.v.)'e anlattım. O, ''Gördün mü?'' dedi. Ben ''evet'' dedim. Buyurdu ki; ''O Allah'ın düşmanı Ebu Cehil'dir. O gördüğün durum da kıyamete kadarki azabıdır.''

 

20- İbn-i Ebi Dünya, ''Ölümden sonra yaşayanlar'' adlı kitabında, Hallal, Sünnet'de îbn-i el-Berra  Ravzada îbn-i Ömer (r.a.)'dan rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir: Bir seferinde çıkıp, cahüiyet kabirlerinden bir kabrin yanından geçtim. Birden karşıma boynunda ateş gıcırdatan bir zincir olan bir adam çıktı. Beraberimde bir su kabı vardı. O, beni gördüğü vakit; ''Ya Abdullah bana su ver'' derken ardından bir adam kabirden çıkıp: ''Ya Abdullah ona su verme, O kafirdir'' dedi. Kendisini copla vurdu. Boynundaki zinciri tutarak, onu çekti, kabrine soktu. İbn-i Ömer (r.a.) dedi ki: Sonra o gece ihtiyar bir kadının evinde misafir oldum. Evin yanında bir kabir vardı. Kabirden bir ses işittim: ''Bevl ma bevi'' ''Şenn ma şenn'' diyordu. Ben ihtiyar kadına ''nedir bu'' dedim. Ö: ''Bu benim kocam idi. Bevl ettiği zaman sakınmıyordu. Ona ''sana yazıklar olsun! Deve de bevl ettiği vakit temizlenir. Sen niye temizlenmiyorsun'' derdim. O kabul etmezdi. İşte öldüğü günden berr böyle ''Bevl ma bevl'' diyor, dedi. Ben ''şenn'' nedir dediğimde kadın dedi ki: Çok susamış bir adam ona (kocama) geldi. ''Bana su ver'' dedi. O ''al kırbayı (şenni) dedi, Adam baktı ki içinde damla yok. Ve düşüp öldü. İşte o, öldüğü günden beri ''şenn ma şenn'' diyor. Sonra, Resulullah (s.a.v.)'e gittim. Haber verdim. Kişinin yalnız başına sefere çıkmasını yasakladı.

 

21- îbn-i Ebi Dünya, ''el-Kubur'' kitabında Huveyris bin er-Reba'dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: Ben seferden dönerken, üstü başı alev tutmuş demir bir çerçeve içinde bir adam kabirden çıkıp üzerime geldi. İki sefer ''Bana su ver'' dedi. Ardında bir insan çıktı, ''Kafire su verme'' dedi. Ona kavuşup, zincirinden tuttu. Yerde çekip beraber kabre girdiler. Huveyris dedi ki: Deve öyle olmuştu ki, ona hiç bir şey yapamıyordum. Boynundan tutunca ıhdi (çöktü). Ben indim, akşam ve yatsı namazlarını kıldım. Sonra bindim ta Medine'de sabahladım.

 

Ömer bin el-Hattab'a vardım. Ona meseleyi anlattım. Haîife ''Ya Huveyris, ben seni ittiham etmiyorum, bana doğru bir haber verdin'' dedi. Keyfa es-suğra'dan cahiliyet dönemini görmüş bazı ihtiyarları çağırdı. Sonra Hüveyrisi'de çağırdı ve dedi ki: ''Bu bana bir şeyler anlattı. Onu ittiham ediyor değilim. Ya Huveyris bana anlattığını onlara da anlat.'' dedi. Huveyris anlattı. Onlar; ''Ya emir el-Müminin Biz bunu tanıyoruz. Beni Gifardan bir adamdır. Cahiliyette öldü. Misafirlere hakk tanımıyordu'' dediler.

 

 

22- Yine İbn-i Ebi Dünya, Hişam bin Urve'den, o da babasından rivayet ettiklerine göre, babası şöyle demiştir: Mekke Medine arasında bir binici gidiyordu. Bir kabristandan geçerken, demire vurulmuş, üstü başı alev tutmuş bir adam ''Ya Abdullah! Ya Abdullah! Bana su ver'' dedi. Ardından gelen birisi ''Ya Abdullah su verme'' dedi. Bunun üzerine binici bayıldı. Saçları ağardı. Olay Hz. Osman (r.a.)'a iletildiğinde, kişinin yalnız olarak sefere çıkmasını yasakladı.

 

23- îmam Ahmed, Nesai, İbn-i Hüzeyme, Beyhaki Ebu Rafi (r.a.)'den rivayet ettiklerine göre,. şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) ile Baki' kabristanından geçiyordum. O, (s.a.v.) ''off off'' dedi. Beni kastettiğini sandım. ''Ya Resulullah bir şey mi yaptım?'' dedim. O; ''Ne demek istiyorsun?'' dedi. Ben: ''Bana of çekiyorsun'' dedim. O; ''Hayır, bu kabir sahibi filan kişiyi, filan kabileye zekat memuru olarak göndermiştim. Bir zırhı arakladı. Şimdi ona ateşten bir zırh giydirilmiş, görüyorum'' dedi.

 

24- îbn-i Ebi Şeybe, Hennad, İbn-i Ebi Dünya, Amr bin Şerahbil'den rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir: Muttaki görünen bir adam ölmüş. Kabrine gelip, ''sana yüz sopa vuracağız'' demişler. Adam: ''Neden bana vuracaksınız, ben kötülüklerden sakınır, Allah'dan korkardım,'' demiş. Bir sopaya ininceye kadar aralarında böyle tartışma sürmüş. Ve o sopa vurulunca kabri ateş ile tutuşmuş. Adam helak olup bir daha diriltilince; Neden bana vurdunuz?'' demiş. Onlar: ''Bir gün abdestsiz olarak namaz kıldın. Ve yardım isteyen mazlumun yanından geçerken, yardım etmedin,'' demişler.

 

25- Buhari ve Ebu Şeyh, ''et-Tevbih* kitabında ibn-i Mesud (r.a.)'dan rivayet ettiklerine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ''Allahın kullarından bir kula kabrinde yüz sopa vurulması emrolundu. Adam bir sopaya indirinceye kadar, Allah'a yalvardı. Yalnız bir sopa vurulunca kabri ateşle doldu. Ateş kalkınca, adam ayıldı. ''Neden bana vurdunuz'' dedi. Melekler: ''Sen abdestsiz olarak bir namaz kıldın. Bir mazlumun da yanından geçip yardım etmedin'' dediler.

 

26- Buhari, Beyhaki,  Semure bin Cündüb'ten rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir: Resulullah'm, ashabına çok fazla söylediği şeylerden biriside: ''İçinizden kimse rüya gördü mü?'' sözü idi. Bir gün sabahleyin, şöyle buyurdu: Bu gece iki kişi gelip ''bana hazırlan'' dediler. Onlarla beraber çıktım, beni Arz-ı mukaddese götürdüler. Yatan bir adamın yanına vardık; elinde taş olan diğer bir adam başında duruyordu. Taşı başına vurup başını sıyırıyordu; Taş yuvarlanıp gidiyordu Peşinden gidip taşı alıyordu. Vuran adam daha dönmeden, vurulanın başı eski haline gelip iyileşiyordu. Döndüğü vakit ilk sefer yaptığı gibi bir daha onun başına vuruyordu.

 

Ben o arkadaşlarıma ''Subhanallah nedir bunlar'' dedim. Onlar: ''Git'' dediler. Gittik, ta, baş üstü yatmış bir adama vardık. Elinden çengel olan diğer bir adam onun yanında idi. Yanaklarına çengeli takıp kafasına kadar yırtıyordu. Burnuna koyup kafasına kadar yırtıyordu, gözüne takıp kafasına kadar yırtıyordu. Sonra dönüp öbür tarafı da aynen öyle yapıyordu. Onu bitirmeden öbür taraf eski haline dönüp iyileşiyordu. Yine öbür tarafa yaptığını bu tarafa yapıyordu.

 

Ben arkadaşlarıma ''Subhanallah nedir bunlar?'' dedim. Onlar; ''Çık'' dediler. Çıktık. Tandır gibi bir şeyin yanına vardık, içinde sesler ve gürültü vardı. İçine baktık, çıplak kadın ve erkek dolu. Altlarından alev kendilerine vuruyor. Alev vurdukça bağrışıyordular.

 

Ben arkadaşlarıma ''Nedir bunlar''  dedim. Onlar; ''Git'' dediler. Gittik. Kan gibi kızıl bir nehrin yanına vardık. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da ellerinde küçük çakıllar olan bir adam vardı. O arada, adam, yüzdüğü kadar yüzüyor. Sonra, çakılları biriktirenin yanına gelip ağzını ona açıyor. Ağzına bir taş atmca gidip yüzüyor, sonra bir daha ona dönüyor, ağzını açıp adamdan bir taş daha yutuyordu. ''Bunlar kimlerdir?'' dedim. ''Git'' dediler. Gittik, Hiç benzerini görmediğim çirkin bir adamın yanına vardık. Yanındaki ateşi karıştırıp etrafında dolaşıyordu.

 

Arkadaşlarıma ''Bu kimdir'' dedim. Onlar ''Git'' dediler. Gittik. Yemyeşil, içinde baharın her nevi çiçeği olan bir bahçeye girdik. Bahçe ortasında başını göremeyeceğim kadar uzun bir adam vardı. Etrafında hiç görmediğim çocuklar vardı. Arkadaşlarım bana ''Çık'' dediler. Çıktık, büyüklükte ve güzellikte benzerini göremediğim büyük bir bahçeye vardık.

 

Arkadaşlarım bana ''yüksel'' dediler. Yükseldik, binaları altın ve gümüş kerpiçten olan bir şehre vardık. Şehrin kapısını çaldık, bize açıldı. İçine girdik, bir tarafları çok güzel, bir tarafları çok çirkin adamlar bizi karşıladılar.  Arkadaşlarım onlara dediler ki, gidin şu nehirde yıkanın. Orada suyu bembeyaz geniş bir nehir vardı. Onlar gidip yıkandılar. Sonra bize döndüler. Çirkinlik onlardan gidip en güzel şekle girdiler.

 

Arkadaşlarım, ''işte bu senin evindir,'' dediler. Ben ''Allah'ın bereketi üzerinize olsun bırakın içine gireyim,'' dedim. Onlar ''fakat şimdi giremezsin'' dediler.

 

Ben, o arkadaşlarıma ''bu gece çok acaip şeyler gördüm, nedir bu gördüklerim'' dedim. Onlar dediler ki: Başı sıyrılan adam ise, Kur'an'ın hükümlerini bırakandır. Uykudan dolayı farz namazlarını kaçırandır. Kıyamete kadar ona öyle yapılacaktır.

 

Yüzü, gözü ve burnu kafasına kadar yırtılan adam ise, sabahleyin evinden çıkıp her tarafta yalan söyleyendir. Kıyamete kadar ona Öyle yapılacaktır.

 

Tandır gibi yerdeki çıplak kadın ve erkekler ise, onlar zina edenlerdir.

 

Nehirde yüzüp taş yutan adam ise, o faiz yiyendir. Ateş karıştıran adam ise, o cehennemin bekçisi ve sahibidir. Bahçedeki uzun adam ise İbrahim, (A.S.)*dır. Etrafındaki çocuklar ise, İslam fıtratı üzere ölen çocuklardır.

 

Sahabeler; ''Ya Resulullah! Müşriklerin çocukları da mı?'' dediler. Nebi (s.a.v.}: ''Evet, müşriklerin çocukları da...'' dedi. Bir tarafı çok güzel bir tarafı çok çirkin olan o topluluk ise: onlar iyi, salih bir ameli, diğer kötü bir amelle karıştıranlardır. Allah onları affetti. Ben ise Cibril'im. Bu da Mikail'dir,

 

Alimler demişler ki: Bu, hadis, Berzah aleminde azabın varlığına dair bir nasstır. Çünkü Nebilerin rüyaları gerçeğe tam uygun olan vahydir. Nitekim hadisde, ''kıyamete kadar buna öyle yapılacak'' diye ifade vardı.

 

Darekutni'ye göre, Hadisin bazı rivayetlerinde şu ifadeler vardır: Bana bahçeyi anlat, dedim. Arkadaşım dedi ki: İbrahim (Aleyhi's-salatü ve's-selam) bu bahçede, bu çocuklara bakıcılık yapıyor. Kıyamete kadar onları besleyecek. Ben ''kanda yüzen kimdi?'' dedim. Arkadaşım, ''o faiz sahibidir'' dedi. ''Kıyamete kadar taş ile beslenecektir.'' Ben, başı sıyrılan adam kimdir'' dedim. Arkadaşım; ''O, Kur'an Öğrenip unutacak şekilde uykuya dalıp Kur'an'ı bırakandır ki kıyamete kadar, kabirde uyudukça, başına vururlar} bırakmazlar ki, uyusun...

 

Hatip, ibn-i Asakir, Ebu Musa el-Eş'ari hadisinden şöyle rivayet etmişler: Resulullah (s.a.v.): ''Bazı adamlar gördüm, derileri ateşten makaslarla makaslanıyordu. ''Nedir bunların hali'' dedim. Arkadaşım dedi ki: ''Bunlar, süslenmekte, helal dairesini aşan kimselerdir.'' Pis kokulu, bir kuyu gördüm. İçinde bağıranlar vardı. ''Nedir bu'' dedim. Arkadaşım dedi ki: ''Bunlar süslenmekte helal dairesini aşan kadınlardır.''

 

Hayat suyunda yıkanan bir topluluk gördüm. ''Bunlar kimdir?'' dedim. Dedi ki: ''Bunlar, kötü amel ile iyi ameli karıştıranlardır.''

 

 

27- îbn-i Asakir, ''Tarih'inde, Ali bin Ebu Talib (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre: Resulullah (s.a.v.) sabah namazını kıldı. Namazı bitirince bize yöneldi ve şöyle dedi: Bu gece bana iki melek geldi. Kollarımdan tutup dünya göğüne çıktık. Bir meleğin yanından geçtik, elinde bir taş vardı. Önündeki insanın başına vuruyordu. Adamın beyni bir tarafa, taş bir tarafa düşüyordu. ''Nedir bu'' dedim. Arkadaşlarım, ''geç'' dediler.

 

Geçtim, baktım, bir melek, önünde bir adam, meleğin elinde demirden bir çengel; sağ yanağına daldırıyor, kulağına kadar yırtıyor. Sonra sol yanağı da aynen öyle yapıncaya kadar, sağ taraf düzeliyor. Ben ''nedir bu'' dedim. Arkadaşlarım, ''geç'' dedi.

 

Geçtim, kandan bir nehir gördüm. Kazan kaynar gibi kaynıyordu... Kenarlarının içinde çıplak bir topluluk vardı. Nehrin kenarında, ellerinde çamur çakılları olan melekler vardı. O çıplaklardan dışarı çıkmak isteyen olunca, ağzına bir çakıl atıyor, onu nehrin dibine gönderiyordu. ''Nedir bu'' dedim. Arkadaşlarım, ''geç'' dediler.

 

Geçtim, baktım önümde bir ev, altı üstünden daha dar, içinde çıplak bir topluluk var. Altlarından alev yükseliyor. Ben onların pis kokusundan burnumu kapattım. ''Kimdir bunlar'' dedim. Arkadaşlarım, ''geç'' dediler.

 

Geçtim, Siyah bir tepeye vardım. Üstünde çeşitli hastalıklara çarpılmış bir millet vardı. Arkalarından ateş savrulup ağız burun, göz ve kulaklarmdan çıkıyordu. Ben ''nedir bu durum'' dedim. Arkadaşlarım ''geç'' dediler.

 

Geçtim. Her tarafı saran bir ateş gördüm. Başına bir melek müekkel kılınmış, hiç kimsenin ondan çıkmasına fırsat vermiyordu. ''Nedir bu?'' dedim. Arkadaşlarım ''geç* dediler.

 

Geçtim. Kendimi bir bahçede buldum. Orada güzellikte benzeri olmayan bir yaşlı zat vardı. Etrafında çocuklar bulunuyordu. Ve etrafta, yaprakları fil kulağı misali ağaçlar vardı. Allah'ın müsaade ettiği kadar o ağaca yükseldim. Ta güzellikte benzeri bulunmayan, şeffaf incilerden, yeşil zebercedden, kızıl yakuttan evler buldum. Ben ''nedir bu'' dedim. Arkadaşlarım ''geç'' dediler.

 

Geçtim. Gümüş ve altın iki köprüden bir nehre vardım. Nehrin kenarında güzellikte eşi olmayan yapıları, şeffaf inciden, yeşil Zebercedden, kızıl yakuttan olan evler vardı. İçlerinde dizilmiş bardak ve ibrikler vardı. Ben ''Nedir bu'' dedim. Arkadaşlarım, ''İn'' dediler, indim. Elimi o kaplardan birisine vurdum. Avuçlayıp içtim. Baktım baldan daha tatlı, sütten daha beyaz, kaymaktan daha yumuşaktır.

 

Arkadaşlarım bana dediler ki: İşte o başları vurulup, beyinleri yere akıtılanlar ise, onlar yatsı namazını kılmadan yatanlardır. Namazları vakitlerinde kılmayanlardır. Onlar o taşla vurulurlar, sonra cehenneme giderler.

 

Yüzleri çengel ile yarılanlar ise, müslümanlar arasında koğuculuk yapanlardır. Onlar cehenneme gidinceye kadar öyle azap görürler.

 

Ağızlarına çakıl atılanlar ise, onlar faiz yiyenlerdir. Cehenneme gidinceye kadar o nehirde öyle azap görürler.

 

O çıplak millet ise, zinakarlardır. O pis koku ise avretlerinin kokusudur. Onlar da ateşe varıncaya kadar öyle azap görürler.

 

Çeşitli hastalıklara çarpılmış o millet ise, kavm-ı Lut gibi oğlancılık yapanlardır. Alttaki de, üstteki de Öyle azap görürler. En sonunda Cehenneme giderler.

 

O her tarafı saran ateş ise, Cehennemdir. O bahçe ise, Cennet'ül-Me'vadır. O gördüğün yaşlı adam ise, İbrahim'dir. Etrafındaki çocuklar da müslümanların çocuklarıdır. O ağaç da sidretü'I-müntehadır. O evler ise, Nebilerin, sıddıkların, şehidlerin, salihlerin evleridir. O nehir ise, Allahın sana verdiği kevser nehridir. Kenarlarındaki evler, ise senin ve ehli beytinin evleridir.

 

 

28- Beyhaki, Delail'de, Ebu Said-i Hudri (r.a.)'dan, Mirac hadisinde Nebi (s.a.v.)'den rivayet ettiğine göre, şöyle buyurmuştur: Sonra biraz daha geçtim. Baktım, orada, üstünde büzülmüş et olan sofralar var, kimse ona yanaşmıyor. Aynı yerde diğer sofralarda, kokuşmuş pis et vardır. İnsanlar oturup ondan yiyorlar. Ben ''Ya Cibril kimdir bunlar?'' dedim. O dedi ki: ''Ümmetinden bir millettir. Helali bırakıp harama girerler.''

 

Sonra biraz daha geçtim. Karınları evler gibi olan bir topluluğun yanına vardım. Kalkmak istedikçe yere düşüyordular. ''Ya Rabbi kıyameti koparma'' diyordular. Onlar Al-i Firavunun yolunda idiler. Yoldakiler onları ezip geçiyordular. Allah'a yalvardıklarını işittim. ''Ya Cibril! Kimdir bunlar'' dedim. Cibril: Bunlar, ''senin ümmetinden faiz yiyenlerdir'' dedi.

 

Sonra az daha gittim. Dudakları deve dudakları gibi büyük bir milletin yanına geldim. Ağızlarını açıp o ateşten yutuyor, ateş arkalarından çıkıyordu. ''Kimdir bunlar'' dedim. Cibril: ''Bunlar, senin ümmetinden yetimlerin malını zulmen yiyenlerdir'' dedi.

 

Sonra yine öyle geçtim. Memelerinden asılmış kadınlar gördüm. ''Kimdir bunlar?'' dedim. ''Bunlar zina edenlerdir'' dedi.

 

Sonra biraz daha gittim. Yanlarından et kesilen, bir millet gördüm. O kesilen et onlara yediriliyordu. Onlara, ''kardeşinin etinden yediğin gibi bunu da ye'' deniliyordu. ''Kimdir bunlar?'' dedim. Cibril : ''Bunlar gıybet edici ve ayıplayıcılardır'' dedi.

 

 

 

29- İbn-i Adiy, Beyhaki, yine Mirac hadisinde Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayet ettiklerine göre.Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu: Başları, taşla ezilen bir milletin yanından (Mirac gecesinde) geçtim. Başları ezildikçe bîr daha düzeliyordu. Bu ezilme'den dolayı onlardan hiç bir şey eksilmiyordu. ''Ya Cibril kimdir bunlar?'' dedim. Cibril: ''Bunlar, başları namaza ermeyen kimselerdir'' dedi.

 

Sonra, keçi koyun gibi dolaşan, zakkum, dikenli otları, Cehennemin çakıl ve taşlarını yiyen bir milletin yanına geldim. ''Kimdir bunlar'' dedim. Cibril; ''Bunlar, mallarının zekatını vermeyenlerdir'' dedi.

 

Sonra, başka bir milletin yanma geldim. Ellerinde temiz pişmiş et ve pis çiğ et vardı. Temiz et'i bırakıp pis et'i yiyorlardı. Ben ''Kimdir bunlar?'' deyince Cibril cevaben: Bunlar, helal hanımını bırakıp pis kadının yanında sabahlayan erkek ve helal kocasını bırakıp pis erkeğe giden, yanında sabahlayan kadınlardır.''

 

Sonra, taşınamayacak kadar büyük bir yığını biriktirmiş ve arttırmayı isteyen bir adam gördüm. ''Kimdir bu'' deyince Cibril: ''Yanında ödeyemeyecek kadar, insanların emanetleri olan ve yine emanet almak isteyen kişidir'' dedi.

 

Sonra, dili ve dudakları demir makasları ile kesilen, bir milletin yanına geldik. Kesildikçe eski haline dönüyordu. Hiç bir şey eksilmiyordu. ''Kimdir bunlar'' deyince, Cibril cevaben: Bunlar, ümmetinin hatipleridir'' dedi.

 

 

30- Ebu Davud, Enes (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Mirac'a çıkarıldığım gece, bazı kavimlerin yanından geçtim. Tunçtan, tırnakları vardı. Kendi yüzlerine ve göğüslerine batırıyorlardı. ''Ya Cibril kimdir bunlar?'' dedim. Cibril: ''Bunlar, insanların etini yiyen (gıybetini yapan) ve ırzlarına geçen kişilerdir'' dedi.

 

31- îbn-i Ebi Dünya ''el-Kubur'' kitabında Hasan'dan merfuan rivayet ettiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ''Kim sahabelerimden birisine söverek dünyadan ayrılsa, Allah ona bir hayvan musallat eder, etini kemirir, ondah kıyamete kadar elem duyar.

 

32- İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibban, el-Hakim, Taberani, İbn-i Merdeveyh kendi Tefsirinde ve Beyhaki, Ebu Umame (r.a.)'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) sabah namazından sonra yanımıza geldi. Buyurdu ki: Ben hak bir rüya gördüm, dinleyin: Bu gece bana bir adam geldi. Elimden tuttu, peşimden gel dedi. Ta, sarp korkunç bir dağa geldik. Bana ''dağa çık'' dedi. Ben ''Çıkamam'' dedim. O, ''ben onu sana kolaylaştıracağım'' dedi. Adımlarımı attıkça bir basamağa rastgeliyordu. Ta dağın zirvesine çıktık. Orada ağızları yırtık, erkek ve kadınlar vardı. Nedir bunlar dedim. O, ''bunlar dediklerini yapmayanlardır'' dedi.

 

Sonra çıktık, göz ve kulakları çivilenmiş erkek ve kadınlar karşımıza çıktı. ''Nedir bunlar'' dedim. O; ''Bunlar bakıp ta görmeyen, işitip de dinlemeyenlerdir'' dedi.

 

Sonra çıktık. Kuyruk sokumlarından asılmış, başları aşağıda, memelerini yılan kemiren kadınlar gördük. ''Kimdir bunlar'' dedim. O; ''Bunlar çocuklarına süt emzirmeyen kadınlardır'' dedi.;

 

Sonra, çıktık. Kuyruk sokumlarından asılmış, baş aşağı az miktarda buldukları suyu yalayan kadın ve erkekleri gördük. ''Nedir bunlar'' dedim. O; ''Bunlar oruç tutup, sonra keffaret vermeden orucunu' bozanlardır'' dedi.

 

Sonra, çıktık. Çok çirkin manzaralı, çok çirkin elbiseli, çok pis kokulu kadm ve erkekleri gördük. Kokuları pislik kokusu idi. ''Kimdir bunlar'' dedim. ''Bunlar zina eden kadın ve erkeklerdir'' dedi.

 

Sonra çıktık. Korkunç derecede şişmiş, çok pis kokulu ölüler gördük. ''Nedir bunlar'' dedim. O; ''Bunlar kafirlerin ölüleridir'' dedi.

 

Sonra çıktık, ağaç gölgesinde oturan adamlarla karşılaştık. ''Nedir bunlar'' dedim. O; ''Bunlar müminlerin ölüleridir'' dedi.

 

Sonra, çıktık, genç erkek ve kızları gördük. İki nehir arasında oynuyordular. ''Kimdir bunlar'' dedim. O; ''Bunlar müminlerin zürriyetidir'' dedi.

 

Sonra, çıktık. Güzel yüzlü, güzel elbiseli, hoş kokulu adamlarla karşılaştık. Yüzleri bembeyaz kağıt gibi parlaktı. ''Kimdir bunlar'' dedim. O; ''Bunlar siddıklar, şehidler ve salihlerdir''  dedi.

 

 

33- Deylemi'nin Firdevs'inde Enes (r.a.)'dan merfuan rivayet edildiğine göre, Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Ümmetimden kim, kavmi Lutun amelini işlese, Allah onu onların yanma nakleder. Onlarla beraber hoşrolur.''

 

34- İbn-i Asakir'in ''Tarih''inde, senediyle Amr bin Eşlem ed-Dimeşki'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Hudut'ta yanımızda bir adam öldü, defnedildi. Üçüncü gün kabri devşirildi. Taşlar yana dikildi, kabirde hiç bir şey göremediler. Bu durum Veki' bin el-Cerrahtan soruldu. O şöyle dedi: Bir hadis'te, işittiğimiz'e göre: ''Kim kavm-i Lutun amelini (eş cinsel ilişki) işlerken ölse, kabir onu onların yanına götürür. Ve kıyamet gününde onlarla beraber haşrolur.''

 

35- İbn-i Ebi Dünya, Mesruk'tan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: ''Kim hırsızlık yapar veya zina eder veya içki içer veya bunlara benzer bir şey yapar da ölürse kabrinde iki arslan bulunup onu devamlı olarak ısırırlar.''

 

36- İbn-i Asakir, Vaile bin el-Eska' (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Eğer kaderi veya cüz'-i ihtiyari'yi inkar edenlerin kabri üç gün sonra devşirilse kıbleden yüzleri çevrildiği görülecektir.

 

37- Esbehanî, Tergib'te el-Avam bin Havşab (r.a.)'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: Bir seferinde bir mahalleye inmiştim, mahalle kenarında bir kabristan vardı. İkindi olduktan sonra, kabrin birisi açıldı. İçinden, başı eşek başı olan bir insan cesedi, çıktı. Soruşturdum, denildi ki: O içki içiyordu. Akşam eve gidince, anası ona ''oğlum, Allah'tan kork,'' derdi. O. da anasına ''sus, eşek gibi anırma'' derdi, işte, ikindiden sonra öldü. Hergün böyle, kabri açılıp üç sefer anırıyor. Sonra kabir üzerine kapanıyor.

 

38- İbn-i Ebi Dünya, Mersed bin Havşeb'den naklettiğine göre, şöyle demiştir: Yusuf bin Amr'ın yanında oturuyordum. Yanında, yarı yüzü demir darbesini yemiş bir adam vardı. Yusuf ona: ''Gördüğünü Mersed'e anlat'' dedi. O dedi ki: ''Geceleyin biri için kabir kazdım. Defnedilip üzerinde toprak düzeltilince, deve gibi iki büyük kuş geldiler. Biri baş ucuna diğeri ayak ucuna kondu. Sonra kabrini deştiler. Biri kabrine sarktı, Öbürü, kabrin kenarında durdu. Ben geldim, kabrin kenarında durdum, işittim, ölüye şöyle diyordu: Kibir büyüklük taslamak için sarı elbiseler içinde kayınlarını ziyaret eden sen değil miydin? Kabrin içindeki adam: Ben kibirli olacak kadar güçlü değilim, deyince ona bir darbe vurdu, kabri yağ ve su ile doldu. Sonra döndü ve bir daha ona üç sefer sordu. Her seferinde böylece ona bir darbe indirdi. Sonra, başını döndürüp bana baktı. ''Bakınız, nerede oturmuş, boynu kırılsın'' dedi. Ve yüzümün bu yanına vurdu. Gece boyunca öyle yerde kalmıştım. Sabahleyin kendimi böyle gördüm.

 

39- Yine İbn-i Ebi Dünya, Ebu'l-Cüreys'den o da anasından naklettiklerine göre, şöyle demiştir: Ebu Cafer, Küfe hendeğini kazarken, halk cenazelerinin yerini değiştirdiler. O arada ellerini ağzıyla tutan bir gencin cenazesi bulundu.    

 

40- Ebu İshak'dan nakledildiğine göre, şöyle demiştir: Bir ölüyü yıkamak için çağrıldım. Yüzünden örtüyü kaldırdığım vakit boğazına sarılmış bir yılan gördüm. Dediler ki: Bu adam sahabeler (r.a.)'e sövüyormuş.

 

41- Yine Ebu İshak'tan nakledildiğine göre şöyle demiştir: Yanıma bir adam geldi. Ben, kabir deşen bir adamım. Bazılarının yüzleri kıbleye dönük olmadığını gördüm, dedi. Bunun üzerine Ben Evzai'ye mektupla sordum: Evzaî: ''Bunlar, sünnet üzere ölmeyenlerdir,'' dedi.

 

42- Abdül'mümin bin Abdullah bin İsa ed-Dabi'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Tevbe etmiş bir kabir deşen (kefendiz)'den soruldu: Gördüğün en tuhaf şey nedir? O, birinin kabrini deştim, baktım, cesedinin her tarafı çakılmış. Büyük bir çivi başına, diğer büyük bir çivi de ayaklarına çakılmış, gördüm, dedi.

 

Başka bir kefendiz den aynı şey soruldu.. O, bir insanın kafatasını gördüm, içine kurşun dökülmüştü, dedi.

 

 

43- Fadl bin Yunus'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Bize ulaştı ki, Ömer bin Abdülaziz, Mesleme bin Abdül-melik'e Ya Mesleme, kim babanı defnetti?'' diye sormuş. O; ''Filan kölem onu defnetti'' demiş. ''Velid'i kim defnetti'' diye sorunca; ''Yine filan kölem onu defnetti'' demiş. Bunun üzerine, Ömer bin Abdülaziz, Mesleme'ye, kölesinin Ona anlattığını nakledip demiş ki: Kölen: Senin baban ile Veld'i defn için kabre koyunca, gidip bağları sökmek istemiş, bakmış ki, yüzlerinin etleri kafalarına çekilmiş.

 

44- Yezid bin Mehleb'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Ömer bin Abdülaziz bana dedi ki: Ya Yezid: Ben Velid'i kabrine koyduğum vakit baktım içinde ayaklarını depretiyor.

 

45- Amr bin Meymun'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Ömer bin Abdülaziz'den işittim, diyor ki: Velid bin Abdülmelik'i kabrine koymakla görevlendirildim. Baktım ki dizleri boynuyla birleşmiş. Ömer bin Abdulaziz bundan ders alıp, onların peşinde gitmedi.

 

46- İbn-i Ebi Dünya, Beyhaki Şuab-i iman'da Abdulhamid bin Mahmud el-Muavvili'den naklettiklerine göre şöyle demiştir: Ben ibn-i Abbas (r.a.)'ın yanında oturuyordum. Bir cemaat gelip dediler ki: Biz hacca çıktık. Filan arkadaş da beraberimizde idi. Zatüssafahaya geldiğimiz zaman orda öldü. Onun tekfinini hazırladık, çıkıp ona bir kabir kazdık. Lahdini yaptık. Bitirir, bitirmez, baktık ki, lahd (kabrin içi) siyah bir şeyle doldu. Orayı bırakıp başka bir yer kazıdık. Lahdini bitirdiğimiz zaman baktık yine siyah bir şeyle doldu. Orayı da bıraktık işte onu sana getirdik. Bunun üzerine ibn-i Abbas dedi ki: Boynuna takılacak kelepçedir bu..

 

Beyhaki'nin rivayetinde ise işte o işlediği amelidir; Onu bir yerde defnedin. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bütün yeryüzünü kazisanız, bu siyah şeyi böyle göreceksiniz.

 

Sonra çıkıp onu bir yerde defnettik. Döndüğümüz vakit hanımından, kocasının ne iş yaptığını sorduk. HanımI dedi ki: Kocam taam (yiyecek) satıyordu. Hergün ailesinin ihtiyacını ondan alırdı. Sonra gidip başak çöplerini içine ufalatırdı.

 

 

47- Lalkai, Sadaka bin Halid'den o da Şamlı bir üstadından rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: Biz hacca gittik, yolda bir arkadaşımız öldü. Cemaatten bir keser emanet aldık onunla cenazesini defnettik ve keseri kabirde unuttuk. Biz keseri almak için kabri deştik. Bir de ne görelim. Adamın boynu, el ve ayakları keserin deliğine sıkıştırılmış. Üzerine toprağı örttük. Keseri onlardan aldığımız cemaati da fiatmı vermekle razı ettik. Döndüğümüz zaman hanımından onun halini sorduk. Hanımı dedi ki: ''Kocam elinde mal olan bir adamla arkadaşlık etti. Adamı öldürüp malını aldı... Adam da hacca, ve savaşa giden birisiydi,    

 

48- İbn-i Asakir, el-A'meş (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre; şöyle demiştir: Bir adam Hasan bin Ali, (r.a.)'ın kabri üzerine etti. Deli oldu, köpekler gibi havlıyordu. Sonra ölünce, kabrinden havladığı, bağırıp çağırdığı işitildi.

 

49- Yezid bin Ebu Zeyyad ve Umare bin Ömer'den rivayet edildiğine gşre, şöyle demişlerdir: Ubeydullah bin Zeyyad, öldürüldü. Onun ve arkadaşlarının başları getirildi. Meydanlığa atıldı. Büyük bir yılan geldi. Halk, korkusundan dağıldı. Yılan başların arasına girdi. Ubeydullah bin Zeyyad'ın burnuna girdi. Sonra ağzından çıktı. Sonra tersine ağzından girdi, burnundan çıktı. Böyle bir kaç sefer tekrarladı, gitti. Bir daha döndü, gene yalnız ona öyle yaptı. Yılanın nereden geldiği ve nereye gittiği bilinmedi.

 

Not: Tirmizi  Camii'nde ve Taberani yalnız umare tarikiyle bunu rivayet etmişlerdir. Taberani hadisin sahih olduğunu söylemiştir.

 

 

50- Yine ibn-i Asakir, Muhammed bin Said'den rivayet ettiğine göre: Müslim bin Akaba el-Meri, Medineye geldi. Yezide biat edilmesi için propoganda yaptı. Emevilerin, Allah'ın taat ve masiyetinde halis kul olduklarını söyledi. Cariye oğlu olan Kureyşli bir adamdan başka herkes onun çağrısını kabul etti. O Cariye oğlu: Yalnız Allaha itaat ettiklerinde biat edeceğini ve zulümde onlara uymayacağını söyledi. Müslim onun bu tarz biatini kabul  etmedi ve onu öldürdü. O Kureyşli'nin anası, ''Allah fırsat verirse sağ da ölü de olsa Müslimi ateşle yakmaya yemin etti.''

 

Müslim Medine'den çıktığında hastalığı şiddetlendi, öldü. Kureyşlinin anası, kendi köleleriyîe beraber onun kabrine gitti. Devşirilmesini emretti. Kazıp cenazeyi buldukları zaman, boynuna sarılmış, burnunu emen bir ejderha buldular. Bunun üzerine oradakiler, korkup kaçtılar.

 

 

51- Tamam bin Muhammed er-Razi ''Ruhban'' kitabında ve ibn-i Asakir. Tamam el-Hafiz tarikiyle, Ebu Ali Muhammed bin Harun el-Ensari'den, îsmet bin Ebu îsmet el-Buhari'den, o da Ahmed bin Ammar bin Halid el-Temmar'dan o da İsmet el-Abadani'den, rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: Ben kırlarda dolaşıyordum. Bir kilise gördüm. Kilisenin içinde bir manastır vardı. Manastırın içinde, bir rahip vardı. Ben ona, bu konuda gördüğün en acaip şeyi bana anlat, dedim.

 

O dedi ki: Ben bir gün, deve kuşuna benzer bir kuş gördüm. Bu kayanın üstüne konmuştu. Bir adamın başını yuttu sonra bir ayağını sonra da bir bacağını yuttu. O yuttukça o organlar şimşek gibi bir daha yerine gelirdi. Yine tam bir adam olur, otururdu. Kalkmak istediği vakit, kuş onu gagalar, organlarını parçalardı. Sonra dönüp onları yutardı. Günlerce o böyle devam etti. Ben ondan çok hayrette kalırdım. Ve Allah'ın büyüklüğüne olan inancım arttı. Bildim ki bu cesedler öldükten sonra bir çeşit hayata mazhardırlar. Bir gün o kuşa yönelip dedim ki: Seni düzgün yaratan Halik'ının hakkı için onu yemeyeceksin. Ta ki onun durumunu sorup hikayesini öğreneyim. Kuş açık bir arapça ile bana dedi ki: Mülk Rabbimindir. Beka da onundur. Yok eden bir daha var eden de odur. Ben Allah'ın meleklerinden bir meleğim. Bu cesede müekkelim. Yaptığı cürümden dolayı ona böyle yapıyorum.

 

Ben adama yöneldim, ey kendine kötülük eden, hikayen nedir, sen kimsin,? dedim. O, ''Ben Abdurrahman bin Mülce'yim. Ali (r.a.)'ın katiliyim. Ben onu öldürüp, sonra ruhum Allah'ın kabzasına girince, bana bir sahife verdi, doğduğum günden Aliyi öldürdüğüm güne kadar yaptığım iyilikler içinde yazılı idi. Ve Allah bu meleğe kıyamete kadar böyle bana azap vermesini emretti. İşte bana yaptığını görüyorsun'' dedi. Sonra sustu. Kuş bir daha ona bir gaga vurdu. Azalarını dağıttı, sonra dönüp onları yuttu. Ve onları başka yere götürdü.

 

Ben diyorum ki: Bu senedte geçenler içinde Tamam'ın üstadı Ebu Ali'den başkası hakkında söylenti yoktur. Zehebi, el-Mizanda, bu zatın ittiham edildiğini söylemiştir.

 

İbn-i Receb de bu hadisenin başka bir şekilde rivayet edildiğini söylemiştir. Bu şeklin senedi şöyledir: İbn-i Neccar, Tarih'inde Selefi tarikiyle Hasan bin Muhammed, bin Ubeyd el-Akriye isnadiyle demiştir ki, İsmail bin Ahmed bin Ali bin Ahmed bin Yahya bin el-Müneccİm, 313 senesinde Yusuf bin Ebu Teyyah ile bir rahibi bulduklarını rahibin aynı hikayeyi onlara anlattığını söylemiştir.

 

Üçüncü bir şekilde daha rivayet edilmiştir. Senedi şöyledir: Ebu Abdullah Muhammed bin Ahmed bin İbrahim er-Razi (meşhur Sülasiyatın sahibidir) Ali bin Beka bin Muhammed el-Verrak'tan rivayet ettiğine göre, şöyle söylemiştir: Ebu Muhammed bin Ömer el-Bezzar, biz Ebu Bekir Muhammed bin Ahmed bin Ebu'l-Ashabdan işittiğini bildirdi ki şöyle dedi: Bize garip bir yaşlı adam geldi. Senelerce Hıristiyanlık yaptığını söyledi. Manastırında ibadet edermiş. Bir gün otururken, bir kuş geldi, dedi ve hikayenin hülasasını anlattı.

 

 

52- İbn-i Ebi Dünya, ''Ölümden sonra yaşayanlar'' adlı kitabında, Abdullah bin Dinar, o da Ebu Eyyub el-Yemani'den o da Abdullah isminde bir hemşehrisi tarikiyle rivayet ettiğine göre; O, ve memleketinden bir gurup, deniz yolculuğuna çıkmışlar. Günlerce denizin karanlığında kalmışlar, karanlık çekilince kendilerini bir köyün yanında bulmuşlar. Abdullah demiş ki: Ben, çıktım, su aradım. İçerden rüzgar gıcırdatmaları gelen kapalı kapılarla karşılaştım. Ben içeriye bağırdım. Kimse bana cevap vermedi. Ben o durumda iken, üzerime iki süvari geldi. Herbirisinin altında, beyaz bir beygir vardı. Bana; ''Ya Abdullah bu yola devam et, içinde su olan bir havuza varacaksın, ondan su al. Onda göreceğin seni korkutmasın'' dediler. Ben onlardan, içinde rüzgar gıcırdatan o kapalı kapıları sordum. Onlar, ''içinde ölülerin ruhları olan evlerdir,'' dediler.

 

Ben çıktım, havuza vardım. İçinde başaşağı edilmiş suyu almak isteyip de alamayan bir adam vardı. Beni gördüğünde çağırmaya başladı: Ya Abdullah bana su ver, ben bardağı batırıp ona vermek istedim. Elim yakalandı, ben ona; ''Ya Abdullah işte yaptığımı gördün, elim yakalandı. Senin kim olduğunu bana bildir'' dedim. O; ''Ben Adem'in oğluyum. Yeryüzünde ilk kan döken benim,'' dedi.

 

 

53- Ebu Nuaym, Vehb yoluyla Abdurrahman bin Zeyd bin Eşlemden rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: Bir adam denizde bir vasıtada giderken, vasıtaları kırılmış. Adam tahtayı tutarak tahta, adamı bir adaya atmış. Adam çıkıp yürümeye başlamış, bir suya rastgelmiş. Suyu takip ederek büyük bir kaynağın başına girmiş. Orada kendisi ile su arasında bir karış kalmış ve orda ayağına zincir vurulmuş bir adam görmüştür.

 

Adam, Allah seni bağışlasın bana su ver, demiş. Ona ''Neden böylesin'' demiş. O; ''Ben Adem'in oğluyum. Kardeşimi Öldürdüm. Vallahi, onu öldürdüğümden bu yana zulmen öldürülen herkesin bir kat azabını Allah bana çektiriyor. Çünkü öldürme çığırını ilk açan benim,'' demiştir.   

 

54- El-Hafiz Ebu Muhammed el-Hellal ''Keramat el-Evliya'' kitabında senediyle Arim'in kardeşi Eş'as'ten rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: Abdullah bin Haşim bana dedi ki: Ben bir ölüyü yıkamaya gittim. Yüzünden örtüyü kaldırdığımda, baktım ki, boynunda siyah bir yılan var. Ben ona ''sen bu işte görevlisin. Fakat bizim adetimiz, ölülerimizi yıkamaktır. Bir kenara çekilebilsen, ben onu yıkadıktan sonra, yerine gelirsin, dedim. Bunun üzerine, yılan boynundan sıyrılıp evin bir köşesine çekildi. Ben yıkamayı bitirdiğimde yılan yerine yerleşti... O, Ölü dinsizlik ile ittiham ediliyormuş.

 

 

55- İbnül Cevzi,   ''Uyun el-Hikayat''  kitabında, senediyle Muhammed bin Yusuf el-Firyabi'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: Ebu Sinan'dan (ki salih bir adamdır), işittim dedi ki: Ben bir adamın ölen kardeşi için taziyesine gittim. Adamı telaşlı gördüm. Adam bana dedi ki: Benim telaşım kardeşimden gördüğüm acaip vaziyettendir. Onu defnedip toprağı düzelttiğimiz zaman kabirden ''ah!'' sesini işittim. Ben vallahi bu kardeşimin sesidir, dedim. Sonra toprağı deşmeye çalıştım. Bana dediler ki, bu işi yapma, ben de toprağı geri yerine attım. Ben oradan kalkmak istediğimde yine ''ah'' sesini işittim. Vallahi bu kardeşimin sesidir dedim ve toprağı açmaya başladım. Bana dediler ki: ''Ya Abdullah kabri devşirme. Ben de bir daha toprağı üstüne kapattım. Kalkmak istediğimde yine ''ah!'' dedi. Ben ''vallahi bu kardeşimdir'' dedim. Sonra toprağı devşirmeye başladım. Yine bana dediler ki; ''Bu işi yapma. Bir daha toprağı yerine attım. Kalkmak istediğimde yine, ''Ah!'' sesini işittim. ''Vallahi bu kabri açacağım'' dedim.. Açtım, baktım ateşten bir tok (tasma) boğazına takılmış. Kabri ateş dolmuş. Ben o tok'u boğazından çıkartmak istedim, elimi attım, neticede parmaklarım gitti.

 

Adam bana ellerini gösterdi, baktım, dört parmağı gitmiş. Sonra Evzai'ye gittim, bu durumu anlattım. ''Ya Ebu Amr, yahudi hıristiyan, dinsiz ölür böyle durumlar görülmez. O, ''Evet bunların Cehennemlik olduklarında şüphe yoktur. Allah muvahhitlerden de böyleler gösterir ki, ibret alasınız,'' dedi.

 

 

56- Yirie ibnül-Cevzi, Abdullah bin Muhammed el-Medyeni'den o da bir dostundan rivayet ettiğine göre, o şöyle demiştir: Kendi arazime çıktım. Bir kabristanın yanında iken akşam namazı oldu. Kabristana yakın bir yerde namazımı kıldım. Ben otururken kabirler tarafından bir inleme sesini işittim. Sesin geldiği kabre yaklaştım. Baktım, ''Ah! Ben namaz kılar oruç tutardım'' diyor. Beni bir titreme tuttu. Orada bulunan birisine söyledim. O da işittiğimi işitiyordu. Sonra tarlama gittim. İkinci gün döndüğümde birinci sefer namaz kıldığım yerde namaz kıldım. Güneş batmcaya kadar bekledim. Akşam namazını da kıldım. Yine o kabre kulak verdim,'' Baktım, ''Ah, ben namaz kılar, oruç tutardım'' diyor. Sonra evime döndüm. Sıtmaya tutuldum ve iki ay hasta kaldım.

 

57- Hişam bin Ammar, ''Diriliş'' kitabında Yahya bin Hamza'dan, Numan bin Mekhul'ün ona rivayet ettiğine göre; Bir adam, Ömer bin el-Hattab (r.a.)'a geldi. Saç ve sakalının yarısı ağarmıştı. Ömer (r.a.) ona: ''Nedir bu halin?'' dedi. Adam dedi ki: Geceleyin filanların kabristanından geçtim. Baktım bir adam diğerini ateşten bir copla kovuyor. Ona kavuştukça bir cop vuruyor, karnından ayağına kadar ateş tutuşuyor. Adam bana sığındı, ''Ya Abdullah beni kurtar'' dedi. Kovalayan adam, ''Ya Abdullah onu kurtarma, Allah'ın en kötü kuludur'' dedi.  Bunun üzerine, Ömer, (r.a.): İşte Nebiiniz (s.a.v.) bunun için geceleyin yalnız olarak sefere çıkmayı yasakladı, dedi.                                  

 

58- İbn-i Ebi Dünya, Amr bin Dinar'dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: ''Medine'li bir adamın bir kız kardeşi vardı. Öldü. Adam, onu defnedip kabrine götürdü. Definden sonra, ailesine döndüğünde, hatırladı ki, kendinde olan bir cüzdanı kabirde unutmuş. Arkadaşlarından bir adamdan yardım diledi. Gidip kabri deştiler. Cüzdanı buldular. Adam, arkadaşına dedi ki, benden uzaklaş, bakayım kardeşim ne haldedir? Lahit kapağından bazı taşları kaldırdı, baktı kabir ateşle tutuşmuş. Hemen kabri düzeltip anasına döndü ve kızkardeşinin ne yaptığını sordu. Anası dedi ki: ''O namazlarını tehir ederdi, zannedersem, abdestsiz namaz kılardı. Komşularm kapısına kulağını koyup casusluk yapardı.''

 

59- Hafız bin Receb dedi ki: Heysem bin Adi'nin rivayet ettiğine göre, Ebban bin Abdullah el-Becli, şöyle demiştir: ''Bir komşumuz öldü, biz onu yıkadık, tekfin ettik, baktık, kabirde, kediye benzer bir şey var. Biz onu kovduk, fakat kaçmadı. Kabir kazıcısı, alnına bir çakıl attı, hiç deprenmedi. Bunun üzerine başka bir kabir kazmaya yöneldiler. Kazıldığında baktılar, aynı kedi yine içindedir. Onu yine aynen kovdular, fakat hiç etkilenmedi. Üçüncü bir kabre giriştiler. Aynı kediyi yine orada buldular. Yine kovuldu. Fakat hiç aldırış etmedi.

 

Bunun üzerine cemaat dedi ki; Böyle bir durum başımızdan geçmemiştir, arkadaşınızı defnedin. Üzerine taşlar dizildiğinde kabrinden büyük bir kahkaha işittik. Sonra, dönüşte halk, hanımına gidip kocasının ne iş yaptığını sordular, gördüklerini ona anlattılar. Kadın dedi ki: ''O cenabetten yıkanmıyordu.''                                         

 

60- Ebu'l-Ferec bin Cevzi arkadaşı îbn-i el-Faris el-Ketbi, kendi tarih kitabında şöyle yazmıştır: ''Ben 590 senesinde Bağdat'ta, bir Ölü buldum. Her tarafı çürümüştü. Kemiklerden başka bir şey kalmamıştı. El ve ayağında demirden kelepçeler vardı, cenazenin içine iki çivi çakılmıştı. Biri göbeğine diğeri alnına... Adamın dehşetli bir yapısı vardı. Kemikleri iri yarı idi. Ortaya çıkmasının sebebi, suların çoğalmasıydı. Telel-Ahmer adlı bir tepenin yanmdaki kabrini sel basmıştı.

 

61- İbn-el-Kayyim, -Ruh. kitabında tacir ve salih bir kul olan Ebu Abdillah Muhammed bin Sinan es-Selami'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: ''Bağdat'da Demirciler Çarşısına bir adam geldi. Küçük çiviler sattı, çiviler iki başlı idi. Demirci aldı, ateşe attı, baktı, hiç erimiyorlar. Ne ettiyse onları yumuşatamadı. Bıkınca, onları satanı çağırdı. Onu buldu. Bu çivileri nerden getirdin, dedi. Satıcı, onları yerde buldum, dedi. Fakat demirci peşini bırakmadı. Ta adam, açık bir kabir gördüğünü, içinde bu çivilerin çakılmış kemikler bulduğunu, onları ancak kemikleri taşla kırarak çıkardığını söyledi...

 

62- İbnül Kayyim'den naklen Ebu Abdullah Muhammed bin el-Harrani, dediğine göre: ''O, ikindiden sonra, Amed şehrindeki evinden bir bostana çıkmış. Güneş batmadan önce, kabirlerin içine girmiş. Bir de ne görsün. Bir kabir içinde, körük korları gibi ateş koru... Kabrin ortasında bir cenaze...Sonra o cenazenin kim olduğunu, yani o gün ölen ve vergi toplayan birisi olduğunu öğrenmiştir.''

 

63- Hafız Şerefuddin ed-Dimyatî, Mu'cem'inde zikrettiğine göre. Muhammed bin ismail bin Hibetullah'dan, o da Ebu îshak bin Abdullah es-Sa'lebi'den işittiğine göre, şöyle diyormuş: ''Kabir devşiren (kefendiz) bir komşumuz vardı. Kendisini halka gözlerinin kör olduğunu söyleyip dilencilik yapardı. Kim bir şey verirse ona acayip bir şey söylerim derdi. Sonra kim daha fazla verirse, daha acayip şeyi ona gösteririm, derdi.

 

Birisi ona bir şey verdi. Ben yanında durup bakıyordum. Gözlerini açtı, baktım, bilye gibi gözleri kafasına çıkmışlar. Önünden kafasının arkasını görüyordu. Sonra size bir olay anlatayım, dedi: Ben memleketimde kabir devşirirdim. Durumum her tarafa yayıldı. Ben halkı öyle korkuttum ki, daha hiç kimseye aldırış etmezdim. Şehrin kadısı şiddetli bir şekilde hastalandı. Beni çağırdı ve benden benim onun kabrini devşirip açmamamı satın aldı. Bana yüz dinar verdi ki kabrini devşirmiyeyim. Ben o dinarları aldım. Fakat Kadı şifa buldu. Sonra bir daha hastalandı ve öldü. Ben sandım ki bana verilen yüz dinar birinci hastalık içindi. Böylece kendimi aldatıp, geldim, kabrini deştim. Baktım, ikab ve ceza sesleri geliyor. Kadı kabrin içinde oturmuş, saçları havaya kalkmış, gözleri tabak gibi ve kıpkırmızı. Dizlerimde bir titreme, başladı, peşinde gözlerime iki parmak sokuldu ve Birisi; ''Ey Allah'ın düşmanı, Allah'ın (Azze ve Celle) sırlarını mı öğreneceksin'' dedi.

 

64- Beyhaki, ''Azabu'l-Kabir'' kitabında, Yezid bin Abdullah eş-Şehir'den rivayetine göre şöyle demiştir: Adamın biri arazide giderken bir kabre varmış. Kabir sahibinden ''Ah!. Ah!'' seslerini işitmiş. Adam, kabrin başında durup: ''Amelin, senin pisliklerini ortaya çıkardı. Sen de kendini teşhir ediyorsun,'' demiş.

 

65- Makrizi'nin ''Tarih'' kitabında şöyle bir kayıt vardır: (Hicri) Altıyüz doksan dokuz senesinde, postacı haber getirdi ki, sahilde bir adamın hanımı ölmüş. Adam hanımını defnedip döndüğünde, içinde para olan bir mendili kabirde unuttuğunu hatırlamış. Adam köyün alimini alıp kabri devşirmeye gitmiş. Kabri devşırirken alim kabrin kenarında durmuş, adam bakmış ki, hanımı oturuyor, el ve ayakları saçlarına asılmış. Adam, ellerini açmak istemiş, yapamamış. Zorlamış, hanımıyla beraber yere batmışlar. Allah'dan başka kimse, nereye vardıklarını bilmemiş. Alim de yirmidört saat baygın kalmıştır.

 

Bunun üzerine sultan, olayı ve Şam'da olay hakkında yazılanları Şeyh Takiyuddin bin Dakik el-İyd'e gönderdi, Şeyh bunun üzerinde durarak ibret için insanlara gösteriyormuş.

 

Alimler demişler ki, kabir azabından kasıt Berzah azabıdır. Kabre nisbet, çoğunun orda olduğundandır. Yoksa, Allah bir ölüye azap vermek istediğinde azabı ona kavuşur, ha defnedilsin ha edilmesin. Kabir, ile denizde batmak veya bir vahşinin boğazına girmek veya kül olmak arasında bir fark yoktur. Azab ve nimetin mahalli ruh ile bedendir. Bu Ehl-i Sünnet'in ittifakiyle kabul edilmiş bir konudur.

 

 

66- İbn-i Kayyîm dedi ki; Kabir azabı ikidir. Biri daimidir ki, kafirler ve isyankarların azabıdır. Diğeri geçicidir. Günahkarlardan günahları hafif olanların azabıdır. Bunlar, günahlarına göre azap görürler, sonra azapları kalkar, bazen de dua sadaka vb. bir şeyle bu tip azap, kaldırılır.

 

67- Yafii, ''Ravzu'r~Reyah'' adlı kitapta, şöyle demiştir: ''Bize ulaştı ki, Cuma gecesinde ikramen ölüler azap görmezler. Bu durum, müslümanların günahkarlarına has olabilir,'' Nesefi ise, Bahr'ül-Kelam'' adlı kitabında bunu tamim edip şöyle demiştir: ''Kafirlerin ölüleri de, Cuma gecesinde ve Ramazan boyunca azap görmezler.''

 

Günahkar müslüman ise, o kabrinde azap görür. Fakat ilk Cuma gün ve gecesinde, bu azap ondan kalkar. Sonra kıyamete kadar bir daha azap görmez. Eğer Cuma günü veya Cuma gecesinde ölse, yalnız bir saat azap ve kabir sıkışmasını görür. Sonra, azap kesilir ve kıyamete kadar azap görmez...

 

îşte, Yafiinin bu sözleri gösteriyor ki, müslümanların günahkarları bir hafta veya daha az bir zaman azap görürler. Cuma gününe kavuştuklarında azap onlardan kesilir ve bir daha azap görmezler. Fakat bu sözler delile muhtaçtır.

 

 

68- İbnül-Kayyim, ''el-Bedi'' adlı kitapta Kadi Ebu Ya'le'nin ... notlarından, naklen şöyle söylemiştir: Kabir azabının kesilmesi lazım, çünkü o dünya azabındandır, dünya ve içindekiler ise fanî olan şeylerdir. Böyle şeyler elbette, son bulur. Fakat bu müddetin miktarı bilinmez.  (Onun sözü bitti.)

 

Ben de diyorum ki, Hennad bin es-Sirri'nin, ''Zühd''de Mücahidden şu rivayeti, bunu teyid etmektedir: ''Kafirler, uyku tadını veren bir şekilde yaslanır, uyurlar. Kabirdekiler, haşre çağrılınca, kafir, ne yazık kim bizi yatağımızdan kaldırdı, der. Yanındaki, mümin ise: Bu Rahman olan Allah'ın vadettiği, ve Resullerin tasdik ettiği haşirdir, der.[Yasin: 76]

 

Bir nokta :                                                                                   

 

Ibn-i Kayyım ''Bettaf'' de şöyle demiştir: ''Hıristiyan bir ana ile karnındaki müslüman çocuk, beraber defnedildiğinde, o kabre azap da gelir, nimette... Nimet çocuk içindir, azap da ana içindir. Ve bunda bir zorluk yoktur. Bu, biri salih, diğeri facir iki kişinin, bir kabre konulması gibidir

 

BİR SONRAKİ KONU İLE DEVAM İÇİN AŞAĞIDAKİ İSİM’E TIKLA

 

KABİR AZABINDAN KURTARAN ŞEYLER