SAYFA-6 66 – 80 NOLU
BAŞLIKLAR
66- Çelişkili Olduğunu Söyledikleri İki Hadis...
İDDİA: Siz, Resulullah (s.a.v.)'in: "Gelir, risk
karşılığındadır." diye hükmettiğini rivayet ettiniz.
Resulullah (s.a.v.) şunu kasdetmiştir: Bir müşteri bir köle satın
alır ve bir müddet onu çalıştırarak gelir elde eder. Sonra kölede bir kusur
olduğunu görür ve onu bu kusurundan dolayı geri verir. Fakat kölenin
hizmetinden elde ettiği geliri yani harac'ı geri vermez. Çünkü o, köle hakkında
riski göze almıştı ve eğer köle ölseydi alanın malından (bir köle) ölmüş
olurdu.
Sonra da Resulullah (s.a.v.)'in: "Kim (şişkin görünsün diye)
sütü memesinde bırakılmış bir hayvan (=el-musarrat) satın alırsa üç gün muhayyerdir,
dilerse hayvanı geri verir ve hayvanla birlikte bir sa' (ölçek) yiyecek de
verir." dediğini rivayet ettiniz.
İşte bu, birinci hadisin hükmüne aykırıdır. Çünkü hayvanı satın
alanın, hayvandan aldığı süt onun gailesi (ürünü, geliri) dir. Keza alıcı aynı
şekilde riski göze almıştır. Eğer koyun ölseydi onun malından (bir koyun) ölmüş
olurdu. Binaenaleyh bu hadisle "Gelir, risk karşılığıdır."hadisi
aynıdır, aralarında fark yoktur.
EBU MUHAMMED: Biz deriz ki; îki hadisin arasında açık bir fark
vardır. Çünkü el-musarrat ile el-muhaffele aynı şeydir ki sütü sağılmayıp
memesinde biriktirilen hayvan demektir. Günlerce süt sağılmaz ve neticede
içinde süt toplandığı için hayvanın memesi büyür. Müşteri bu hayvanı satın
aldığı zaman memesindeki sütü sağar. Bir iki sağışta memedeki sütü tamamen
alır. Bundan sonra süt kesilince hayvanın memesinin sunî olarak şişirildiğini
anlar ve hayvanı geri verir. Hayvanı geri verirken bir sa' yiyecek de verir.
Çünkü hayvanın memesinde (fazladan) toplanan süt satıcının mülkünde idi.
alıcının mülkünde değildi. Bu yüzden o, sütün kıymetini (bir sa' yiyecekle)
öder.
(Fakat) Kusurlu bir köle kusuru belirtilmeden satıldığı zaman
(kölenin çalışmasından elde edilen) geliri ile beraber satılmış değildir. Ğaile
(=gelir) sadece alıcının mülkünde olur ve bu gelire karşılık satıcıya hiçbir
şey ödenmez...
67- Çelişkili Dedikleri Ikı Hadis...
İDDİA: Amr b. eş-Şerîd'in; Ebu Rafi'in Resulullah (s.a.v.)'den:
"(Şuf'a hakkı bakımından) en haklı olan, bir kimsenin komşusudur. sözünü
işittiğini rivayet ettiniz.
Katade'den o el-Hasen (el-Basrî) den, o da Resulullah'tan
(s.a.v.), O'nun (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Komşusunun evi veya arazisi
üzerinde en fazla hak sahibi olan dip komşusudur. dediğini de rivayet ettiniz.
Sonra da ez-Zuhrî'den, onun: "Resulullah (s.a.v.) şuf'a
hakkını, ancak taksim edilemiyen mallar için geçerli kıldı. Lakin sınırlar
belirlenip yollar ayrıldığı zaman şufa hakkı yoktur. buyurduğunu rivayet
ettiniz. İşte bu, birinci hadise aykırıdır.
CEVAB: Biz bu ikinci hadis hakkında deriz ki: Burada, Cabir'in
(r.a.) Resulullah'ın (s.a.v.) bu hadisini kendisinden işittiğine dair bir delil
yoktur..
Görmüyor musun Cabir, "Resulullah (s.a.v.) şufa hakkını ancak
taksim edilemeyen mallar için geçerli kıldı." diyor. Demekki bu sadece
Cabir'in buna hükmetmesi veya böyle
olduğunu zannetmesi veyahut da Resulullah'tan (s.a.v.) rivayet eden birini
işitmesinden ibarettir.
İlk iki hadis ise, ikisi de muttasıldır ve üstelik ikisininde
manası aynıdır.
Birincisine gelince, manası: "Komşu, dip komşusunun evi
üzerinde en fazla (satın alma) hakkına sahiptir." demektir.
Hadisteki es-sakb(=dip komşu) kelimesi, dip dibe yakınlık
demektir. (Bu hususta) şair der ki: "Kufiyyetun nazihun mahalletuha La
ememun daruha ve la SAKABUN" (Oturduğu yer uzak olan Kufeli bir kadın Evi
ne yakındır, ne de bitişik).,
"La ememun daruha" sözü ile "yakın değildir."
ve "la sakabun" sözü ile de "bitişik değildir" demek
istiyor.
İkinci hadise gelince: Resulullah (s.a.v.) şufa hakkını sadece
taksim edilemeyen mallar için geçerli kıldı. Lakin sınırlar belirlenip yollar
ayrıldığı zaman şufa hakkı yoktur." (buyurmuştur.)
Sanki içersinde evler bulunan bir mahalle (var). Bu evler (ayrı
ayrı değil) müştereken on kişiye aittir. Eğer onlardan birisi, bu evlerden
hissesini satacak olsa o hissenin şufa (satın almada öncelik) hakkına diğerleri
hepbirlikte sahip olurlar ve herbiri evin dokuzda birini satın alır.
Eğer bu evler, onlardan birisi evini satmadan önce taksim
edilmişse, o takdirde herkesin kendi müstakil evi olmuş olur. Bunlardan birisi
evini satmak istediği zaman, diğerleri için şufa hakkı olmaz. Şufa hakkına
sadece onun dip komşusu sahip olur.
Böylece bu hadis bize, taksimat yapılınca taksim edilmemiş yer
hükmünün ortadan kalkacağını göstermektedir.
68- Dediklerine Göre Akıl Ve Mantığın Yalanladığı Bir Hadis...
İDDİA: Resulullah'ın (s.a.v.): Birinizin kabına sinek düştüğü
zaman, onu (kaba) daldırınız. Çünkü onun iki kanadının birisinde zehir,
diğerinde de onun panzehiri (şifası) vardır. Sinek önce zehirini akıtır, sonra
(daldırınca) da panzehirini akıtır. buyurduğunu rivayet ettiniz.
Bir şeyde hem zehir, hem de onun panzehiri nasıl bulunur?! Sinek
zehirin yerini nasıl biliyor da önce onu akıtıyor ve panzehirin yerini de nasıl
biliyor da onu sonra akıtıyor?
CEVAB: Biz deriz ki bu hadis gerçekten sahihtir. Aynı şekilde, bu
lafızlardan başka lafızlarla da rivayet edilmiştir.
Bize Ebu'l-Hattab tahdis etti (ve) dedi: Bize Ebu Attab haber
verdi (ve) dedi: Bana Abdullah b. el-Musenna haber verdi (ve) dedi: Bana Sumame
( -213) rivayet etti (ve) dedi: "Bir kaba sinek düştü. Enes (r.a.)
parmağıyla onu tuttu ve "Bismillah" ...diyerek suya batirdi, ve bunu
üç kere tekrarladı, Sonra Resulullah'ın (s.a.v.) kendilerine böyle yapmalarını
emrettiğini ve "iki kanadından birinde zehir, diğerinde de panzehir
olduğunu" söyledi.
EBU MUHAMMED: Deriz ki: Kim dinî hususları, müşahade ettiği
olaylarla açıklamaya kalkar; hayvanın konuşamayacağını, kuş'un (Allah'ı) tesbih
edemiyeceğini yeryüzünün bir parçasının diğerine şikayette bulunup
sızlanamayacağını, sineğin zehir ve panzehirin yerlerini bilemeyeceğini iddia
eder; hadiste varid olan anlamadığı şeylere itiraz eder ve "Bir kırat
nasıl Uhud dağı kadar olur?", "Beytu'l-Makdis nasıl dile gelip
konuşur?","Şeytan nasıl sol eliyle yer ve sol eliyle içer?",
Onun sol eli mi var?" "Aralarında asırlar bulunduğu halde Adem (a.s.)
Musa (a.s.) ile nasıl buluşur da kader hususunda birbiriyle münakaşa ederler?",
"Nerede münakaşa ettiler?", derse; o kimse İslam'dan sıyrılıp çıkan
yıkıcının biri olmuştur. Şu kadar ki o, bu ve benzeri sözleri, safsataları,
münakaşaları ve haber ve eserleri (Resulullah'ın (s.a.v.), ashab ve tabiînin
sözlerini) reddetmesi ile kendini gizlemek istemektedir. (İşte bu kimse)
Resulullah'ın (s.a.v.) getirdiklerine, Ashab ve Tabiîn'in en hayırlılarının
kabul ettikleri şeylere karşı çıkmaktadır.
Kim Resulullah'ın (s.a.v.) getirdiklerinin (hadis ve sünnet) bir
kısmını inkar ederse, tamamını inkar etmiş sayılır.
Eğer İslam dinini bırakıp da, bu ve benzeri şeylere inanılmayan
başka bir dine geçmek isteseydi böyle bir din bulamazdı. Çünkü Yahudiler.
Hristiyanlar, Mecusîler, Sabiîler ve Seneviyye (Maniheistler) bu gibi şeylere
inanırlar ve kitaplarında da bu gibi şeyler mevcuttur.
Benim bildiğim, bu gibi şeyleri sadece Dehriyye (Materyalistler)
den bir guruptan başkası inkar etmemektedir. Kelamcılardan bir gurub ile
Cehmiyye fırkası da bu hususta Dehriyyeye tabî olmuşlardır.
Bundan sonra (gelelim meseleye): Biz din yolunu terkedip felsefeye
başvursak yine de sinekte hem zehir hem de panzehir olduğunu inkar etmek kabil
midir?
Bu meselede sinek, tıpkı bir yılan gibi değil midir? Çünkü
tabibler yılanın etinin, ondan Tiryak-ı Ekber yapıldığı zaman, yılanın zehirine
karşı şifa olduğunu, akreb sokmasına, kuduz köpek ısırması" na,
"dördüncü sıtması"na, felcelakye denilen hastalığa, titreme
hastalığına ve sar'a'ya faydalı olduğunu söylerler.
Akreb hakkında da; karnı yarılıp, sonra soktuğu yere bağlanırsa
fayda vereceğini; akreb yakılıp kül haline gelince, bundan kendisinde böbrek
taşı olana içirilince fayda verdiğini ve bazan akreb felçli birini sokunca o
kimsenin iyileştiğini (doktorlar) söylerler.
Yine akrebin eti bir süre iç yağı içersinde bırakılırsa bu yağ
vücuttaki büyük ur ve şişkinlikleri yok eder.
Eski tabibler sinek, sürme taşı içine konur ve öğütülür, sonra
göze sürülürse gözün görme gücünü arttıracağını, göz kapağının kenarlarındaki
kirpiklerin diplerini kuvvetlendireceğini ileri sürerler.
Sahibu'l-Mantık (=Aristo) dan naklederler ki; Geçmişte bir kavim
sinek yerler ve hiç göz hastalıklarına yakalanmazlarmış!...
Yine tabibler (sinek hakkında derler ki: (Sinek) ezilip akrebin
soktuğu yere konursa ağrı diner. Yine bir kimseyi köpek ısırırsa, kendisini
öldürmemesi için, sinek konmasın diye yüzünü örtmeğe muhtaç olur, demişlerdir.
Bu da sineğin yapısında hem zehir, hem de panzehir bulunduğunu gösterir.
EBU MUHAMMED: Biz dini bırakıp felsefeye ve gözle gördüklerimize
inandığımız zaman dahi, nasıl olur da hayvanların ve böceklerin anlama
(kabiliyyetlerinin olma) dığını iddia edebiliriz? Biz bakıyoruz ki küçücük bir
karınca, yazdan kış için yiyecek depo eder. Bu depoladığı tanenin çürümesinden
korktuğu zaman onu yeryüzüne çıkartır. Mehtaplı bir gecede onu yayar. Tanenin filizlenmesinden
korkarsa, onun çimlenmemesi için ortasını oyar.
İbn Uyeyne ( -198) de; 'lnsan karınca ve fare'den başka,
yiyeceğini depo eden yoktur." demiştir.
İşte kargalar! Meyvalan var iken hurma ağacına yaklaşmazlar. Fakat
meyvalar devşirildiği zaman budaklardaki ağacın özünü yerler.
Felsefeciler de: Deveyi bir yılan sokunca deve, tatlı su yengeci
yer." derler.
İbn Maseveyh dedi ki: Bu sebepten biz yengeçlerin yılan
sokmalarına iyi geldiğini zannediyoruz.
Yine (Felsefeciler) derler ki: Kaplumbağa, beyaz benekli zehirli
yılanı yediği zaman, (zehirlenmemek için) yabani kekik yer.
Gelincik de yılanı öldürdüğü zaman sedef otu denen bitkiyi yer.
Köpekler de vücutlarında kurt (şerit) olduğu zaman, buğday başağı
yerler.
EBU MUHAMMED: Bu hayvanlar, felsefeciler cihetinden de görüyorum
ki anlayışa sahip oldukları gibi tıbbı da iyi bilmektedirler. Bu ise sineğin,
kanatlarındaki zehir ve panzehiri bilmesinden daha hayret vericidir...
Uzaktan demiri kendine çeken ve onu kendine itaat ettiren, böylece
kendi haraketiyle demiri de sağa sola haraket ettiren taşa nasıl şaşmıyorlar?
Bu taş mıknatıs taşıdır.
Keza es-sinfîl taşı hakkında Aristo'nun ''Karnında su toplanan bir
kimsenin karnına bağlanırsa adamın karnındaki su azalır. Bunun doğruluğunu
gösteren şudur ki; bu taş, adamın karnına bağlandıktan sonra tartılırsa, taşın
ağırlığının artmış olduğu görülür/' sözüne nasıl inanırlar?
Tabib Eyyub'a -veya Huneyn (b. İshak)'a- bu taştan bahsettim, taşı
tanıdı ve, "Bu taş Tevrat'ta -veya Allah'ın mukaddes kitaplarından bir
diğerinde- zikredilmiştir." dedi.
Yine (Aristo'nun) bahsettiği sirke içinde balık gibi yüzen taş;
kadının böğrüne asılan ve onun hamile kalmasına mani olan boncuk; firının
kenarına konan ve ekmeklerin düşüşmesine sebep olan bir taş; bir kimse iki
eliyle tuttuğu zaman, o kimsenin midesinde ne varsa dışarı çıkartan taş;Yukarı
Mısır'da sunta (akasya) ağacı denilen ve üzerine kılıç çekilip yüründüğü ve
kesmekle tehdid edildiği zaman soluveren ağaç ve benzeri şeyleri nasıl kabul
ederler?
Bana bizim bir şeyhimiz Ali b. Asım'dan, o da Halidu'l-Hazza'dan,
o da Muhammed b. Sirin'den ( 110) rivayet etti ki o şöyle demiştir: İki adam
(Kadı) Şurayh'a gidip birbirlerinden davacı oldular. Birisi: "Ben bu adama
bir emanet verdim, şimdi emaneti bana geri vermiyor." dedi. Şurayh ona:
"Adama emanetini geri ver!" dedi. Adam: 'Ya Eba Umeyye! O öyle bir
taştır ki, hamile kadın onu gördüğü zaman çocuğunu düşürür, sirkenin içine
atılsa sirke kaynamağa başlar, fırına konsa fırın soğur." dedi.
Bunun üzerine Şurayh sustu ve her ikisi kalkıp gidinceye kadar
onlara birşey demedi.
Bütün bunlar, aklın almadığı ve çoğunun mukayese ile bilinemediği
şeylerdir. Eğer bunlara benzer, acaib mahlukatı araştırıp zikretmiş olsak iş
çoğalır ve (söz) uzardı...
69- Dediklerine Göre Rafızîlerın Muhammedin (s.a.v.) Ashabını
Tekfir Etmede Delil Olarak Kullandıkları Bir Hadis...
İDDİA: Resulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet ettiniz:
"(Kıyamet günü) birtakım kimseler (=akvam) elbette bana. Havz'ıma
gelecekler. Sonra elbette benim Önümden alınıp götürülecekler. Ben de o zaman:
"Ya Rabbi. Ashabcağızım! Ashabcağızım! .." diyeceğim. Bunun üzerine
bana: "Sen, onların senden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun! Sen
onlardan ayrıldığın zamandan beri, gerisin geri (dinden) irtidad etmekten geri
durmadılar." denecek.
Bu hadis, Rafızılerin; Ali, Ebu Zerr. el-Mıkdad, Selman, Ammar b.
Yasir ve Huzeyfe (r.a.) hariç, Resulullah'ın (s.a.v.) diğer ashabını küfürle
itham etmede dayandıkları delilleridir.
CEVAB: Biz deriz ki: Şayet onlar (akılcılar, kelamcılar) hadisin
üzerinde düşünseler ve lafızlarını (iyi) anlasalardı; Resulullah'ın (s.a.v.)
burada azınlık bir gurubu kasdettiği sonucuna varabilirlerdi.
"Birtakım kimseler elbette bana, Havz'ıma gelecekler,
"sözü bunu ispat eder. Eğer Resulullah (s.a.v.) yukarıda isimleri
zikredilen Ashab hariç Ashabının hepsini kasdetmiş olsaydı; "Siz elbette
bana, Havz'ıma geleceksiniz, sonra da önümden çekilip götürüleceksiniz."
derdi.
Nitekim, birisi: "Bana bugün, Benu Temîm'den birtakım
kimseler (=akvam) ve Kufelilerden de bir takım kimseler geldi." der ve bu
sözüyle sadece çoğunluğun az bir kısmını kasdeder. Eğer; birkaç adam hariç, (o
kabilenin) hepsinin kendisine geldiğini kasdetmiş olsaydı: "Bana Benu Temî
kabilesi ve Küfe halkı geldi." derdi. Burada "kavm" sözünü
kullanması caiz değildir. Çünkü kavm, geride kalıp gelmeyen az sayıdaki)
kimselerdir.
Keza: 'Ya Rabbi, Ashabcağızım! Ashabcağızım!' -küçültme sîğasıyla-
buyurması da bunu sana ispat eder. Resulullah (s.a.v.) bu sözüyle -küçültme
siğasmı kullanmakla- onların sayılarının azlığını göstermek istemiştir. Nitekim
sen de: "(Yolda) dağınık vaziyette evciklere rastladım." ve (insan)
gurupçuklarının yanından geçtim." dersin, (ve bununla onların azlığını
kasdedersin)..
Biz biliyoruz ki; bazen münafıklar, dini zayıf ve dinde şüphesi
olan kimseler de ganimet gayesiyle Resulullah (s.a.v.) ile birlikte savaşlara
katılıyorlardı. Resulullah'ın (s.a.v.) vefatından sonra bir kısım kimseler
irtidad etti. Uyeyne b. Hısn bunlardandır. Bu adam irtidad etti ve peygamberlik
iddiasına kalkıştığında Tuleyha b. Huveylid'e katıldı ve ona iman etti. Tuleyha
hezimete uğrayınca kaçtı. Onu Halid b. Velid esir aldı ve eli ayağı bağlı
olarak Ebu Bekr'e gönderdi. Medîne'ye getirildi. Medine'nin çocukları hurma
dalları ile onu dürtüklemeğe ve ona vurmağa başladılar ve: "Ey Allah'ın
düşmanı (iman ettikten sonra Allah'a küfrettin (öyle mi?!)" dediler. Bunun
üzerine Allah'ın düşmanı: "ValIahi ben (zaten) iman etmemiştim." dedi.
Ebu Bekr kendisiyle konuşunca (tekrar) müslümanhğı kabul etti; Ebu
Bekr de onun müslümanlığını kabul etti ve kendisine bir eman yazdı. Bundan
sonra o, ölünceye kadar dini zayıf olmakta devam etti.
Resulullah'ın (s.a.v.) el-Ğabe'deki develerine saldıran da o idi.
el-Haris b. Avf (r.a.) ona: "Muhammed'e (s.a.v.) karşı nankörlük ettin!
Hem onun diyarında hayvanlarını beslersin, sonra da onunla savaşırsın (öyle
mi?) dedi. O da: "Dediğin gibi!" diye cevab verdi.
Resulullah (s.a.v.) onun hakkında: "Kendisine uyulan şu ahmak!..."
demiştir
Araplar irtidad ettiği zaman Uyeyne b. Hısn gibi irtidad eden
birçok kimseler vardı. Onlardan kimi tekrar dine döndü ve iyi bir müslüman
oldular. Kimi de münafıklıkta israr etti. Allahu Teala (bunlar hakkında):
"Çevrenizdeki bedevilerden ve Medine halkından birtakım münanklar vardır
ki onlar münafıklık etmeye alışmışlardır. Sen onları bilmezsin, onları biz
biliriz."(Tevbe 101) buyurmuştur. Resulullah'ın (s.a.v.) önünden çekilip
götürülecek olanlar, işte (mürted ve münafık) lardır...
Onların zikrettikleri altısı hariç nasıl olur da bütün Ashab, onun
önünden çekilip götürülürler. Halbuki Allah (C.C.) onlar hakkında daha önce
şöyle buyurmuştu: "Muhammed Allah'ın peygamberidir. Onun beraberinde
bulunanlar kafirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet
merhametlidirler....ila ahir" (Feth 29)
Keza: "Hakikaten Allah (Hudeybiye'de) ağacın altında sana
biat etmekte oldukları vakit o mü'minlerden razı oldu."(Feth 18)
buyurmuştur.
EBU MUHAMMED: Bana Zeyd b. Ahzem et-Tai tahdis etti (ve) dedi: Bize
Ebu Davud (et-Tayaîisi) haber verdi (ve) dedi: Bize Kurratu'bnu Halid,
Katade'den haber verdi. Katade (öl-118) şöyle dedi: "Said b. el-Museyyeb'e
( -94), "Bey'at-ı Rıdvan'da (Ashab) kaç kişi idiler?"
dedim,"Binbeşyüz kişi idiler." dedi. Ben: Cabir b. Abdillah (r.a.)
bindörtyüz kişi olduklarını söyledi, dedim. Bana: "AIlah ona rahmet etsin
yanılmış, onların binbeşyüz kişi olduklarını bana söyleyen odur" dedi.
Sonra onların gerisin geri irtidad edeceklerini bildiği halde
Allah'ın (C.C.) birtakım kimseler den(=akvam) razı olması, onları medhetmesi.
İncil ve Tevrat'ta onlar için misal vermesi nasıl caiz olabilir? Olsa olsa
onlar (Kelamcılar) ın: "Allah onların irtidad edeceklerini bilemedi."
demeleri gerekir ki. işte bu (sözü söyleyen) kafirlerin en şerlisidir.
70- Kader İle İlgili Bir Hadis...
İDDİA; Siz, Musa'nın (a.s.) kaderi (=mutezilî) olduğunu, Adem
(a.s.) ile münakaşa ettiğini ve münakaşada Adem'in (a.s.) galib geldiğini; Ebu Bekr'in
de kaderi olduğunu ve Ömer ile münakaşa ettiğini ve Ömer'in ona galib geldiğini
rivayet ettiniz.
CEVAB: Biz deriz ki: Bu bir yalan ve hadise iftira etmektir. Biz
ne Musa'nın ne de Ebu Bekr'in kaderi olduğuna dair herhangi bir hadis varid
olduğunu bilmiyoruz. ..
Bize Ebu'l-Hattab tahdis etti (ve) dedi: Bize Bişr b. el-Mufaddal
haber verdi (ve) dedi: Bize Davud b. Ebî Hind Amir'den, o da Ebu Hureyre'dan, o
da Resulullah (s.a.v.)'den haber verdi ki (Resulullah) şöyle demiştir:
"Musa (a.s.) Adem (a.s.) ile karşılaştı ve ''İnsanları bedbaht yapan,
onları Cennetten çıkaran İnsanların babası (Ebu'l-Beşer) Adem sen
(mi)sin?" dedi. O da: "Evet" dedi ve ilave etti: "Sen de
Allah'ın risalet ve kelam (konuşma) ile insanlara üstün kıldığı Musa değil
misin?" dedi, Musa: Evet dedi. Adem (a.s.): "Sen Allah'ın sana
İndirdiğinde (Tevrat), Allah'ın tekrar Cennete sokmadan önce beni oradan
çıkaracağını okumadın mı?"dedi. Musa, evet dedi. Bunun üzerine Adem,
Musa'ya galib geldi ve onu susturdu.
EBU MUHAMMED: Bu sözde Musa'nın ''kaderi'' olduğuna dair ne
vardır? Biz biliyoruz ki herşey Allah'ın kader ve kazası iledir. Şu kadar var
ki. fiilleri faillerine nisbet ediyoruz ve güzel amel işleyeni güzel amelinden
dolayı övüyor, kötüyü de kötülüğünden dolayı levmediyor, kınıyor ve günah
işleyene günahlarına göre muamele ediyoruz.
"Ebu Bekr (r.a.) 'kaderi' idi." demelerine gelince: Bu
da aynı şekilde tahrif ve hadis'e ilavede bulunmaktır.
Onlar (Ebu Bekir ve Ömer) sadece kader hakkında bilgileri olmadığı
için münakaşa etmişlerdir. Fakat kader hakkında gerçeği öğrendiklerinde ne
oldu? Bir noktada birleştiler!... Tıpkı bunun gibi onlar; Resulullah (s.a.v.)
kendilerine öğretesiye. Kur'an nazil olasıya, sünnet kesinleşinceye kadar, dini
meseleler ve tevhid hususunda pekçok şeyi bilmiyorlardı, daha sonra bunları
öğrendiler.
Hadİs. Ebu Bekr ve Ömer'den rivayet edilmesine rağmen -Hadisçiler
nazarında- zayıftır. Hadîsi İsmail b. Abdisselam, Zeyd b. Abdirrahman'dan, o da
Amr b. Şuayb'dan o da babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir. Yine bu
hadisi Horasanlı bir adam. Mukatil b. Hayyan'dan, o da Amr b. Şuayb'dan rivayet
ediyor. Bu ravilerin ise çoğu tanınmamaktadır.
71- İddialarına Göre Düşüncenin (Nazar) Yalanladığı Bir Hadis...
İDDİA: Resulullah (s.a.v.)'in: "Haya imandan bir şu'bedir.''
buyurduğunu rivayet ettiniz.
îman sonradan kazanılır. Haya ise kişide yerleşmiş bir huy ve
tabiattır. O halde huy ve tabiat nasıl "sonradan kazanılan birşey"
olabilir?
CEVAB: Biz deriz ki: Haya sahibi hayası sebebiyle imanıyla günahlardan
uzak kaldığı gibi günahlardan uzak durur ve sanki haya imandan bir şu'be olmuş
olur.
Bir şey diğerinin misli, benzeri veya onun sebebi olduğu zaman
araplar o şeyi diğerinin yerine koyarlar.
Görmüyor musun, rüku'a ve secdelere salat (=namaz) diyorlar.
Halbuki salat'ın aslı (manası) duadır. Allah'ın (C.C.): "OnIara salat et.
''(Tevbe 103) yani: Onlar için dua et ve "Eğer duanız olmasaydı.."
(Furkan 77) Yani: Namazınız olmasaydı buyurduğu gibi; onlar da duaya namaz
(=salat) demişlerdir.
İbn Ömer,"Resulullah (s.a.v.) bir velîme'ye (düğün
ziyafetine) çağrıldığı zaman, eğer oruçlu değilse, yerdi. Yok eğer oruçlu ise
salat ederdi -yani dua ederdi-" demiştir.
Salat'ın aslı duadır. Allahu Teala: "Bir de onlara salat et,
çünkü senin salatın onlar için bir rahatlık ve huzurdur." (Tevbe 103)
buyurmuştur. Salat et demek, dua et demektir.
Yine Allah (C.C.): "Allah ve melekleri Peygamber'e salat
ederler. Ey iman edenler siz de ona salat edin ve gönülden teslim
olun."(Ahzab 56) buyurmuştur. Salat edin, yani ona dua edin, demektir. Bu
hususta daha pekçok ayet vardır.
İşte dua da namazda edildiği için, namaza dua(=salat) ismi
verilmiştir.
Zekat da böyledir. Zekat, malın temizlenmesi ve çoğalmasıdır.
Çoğalma da, maldan zekatın çıkarılmasıyla olunca, zekat denmiştir. Buna benzer
(misaller) çoktur.
Bana Ebu'l-Hattab tahdis etti (ve) dedi: "Bize el-Mu'temir b.
Süleyman haber verdi (ve) dedi: el-Leys b. Ebi Süleym'i, Vasıl b.
Hayyan"dan, o da Ebu Vail'den, o da İbn Mes'ud'dan rivayet ederken işittim
(ki) İbn Mes'ud (şöyle) demiştir: "Geçmiş peygamberlerin sözlerinden
insanların en son muhafaza ettikleri "Utanmadıktan sonra istediğini
yap!..." sözü olmuştur.
Bununla şu kasdolunuyor: Kim utanmazsa fasık olur ve; bütün
kötülükleri işler ve bütün çirkin şeyleri irtikab eder. Çünkü onu bundan, ne
din, ne de haya. hiçbiri menedemez. İşte gördün mü, haya ile îman, her ikisi
aynı şeymiş gibi aynı işi görür oldular.
72- Namaz Hakkında; Dediklerine Göre Çelişkili Hadisler...
IDDIa: Şu'be'den, o Ya'la b. Ata'dan, o da Cabir b. Yezid b.
el-Esved'den, o da babasından rivayet ettiniz ki: Cabir'in babası, Yezid b.
el-Esved (r.a.) şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.v.) ile birlikte namaz
kıldım. Baktım ki iki adam mescidin bir tarafında namaz kılmayıp duruyorlar.
Resulullah (s.a.v.) onları çağırdı. Bunun üzerine ikisi de boyun damarları
titreyerek geldiler. Resulullah (s.a.v.): "Sizi bizimle beraber namaz
kılmaktan alakoyan nedir?" dedi. Onlar: "Biz evlerimizde
kılmıştık!" dediler. Resulullah (s.a.v.): "Böyle yapmayınız! Biriniz
evinde namazı kılar da sonra namaz kılmakta olan imama yetişirse, onun
arkasında namaza dursun. Bu (ikinci) kıldığı onun için nafile olur." dedi.
Sonra Ma'n b. İsa'dan, o Saîd b. es-Saib et-Taifî'den, o da Nuh b.
Sa'saa'dan, o da Yezîd b. Amir'den rivayet ettiniz ki: Amir (r.a.) şöyle)
demiştir: "Resulullah (s.a.v.) namazda iken geldim ve oturdum, (namaz
kılmak için) onların arasına girmedim. Resulullah (s.a.v.) (namazı bitirip)
döndü ve; "Ey Yezid sen müslüman olmadın mı? dedi. Ben: "Evet müslümanım
Ya Resulallah." dedim. Resulullah (s.a.v.): "Herkesle birlikte namaz
kılmaktan seni alıkoyan nedir?" dedi. Ben: "Ben sizin namazı
kıldığınızı zannederek evimde kılmıştım!" dedim... Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v.): "Namaz (kılmak) için geldiğinde insanları namaz
kılıyor görürsen hemen onlarla beraber namaza dur. Eğer namazını kılmış
idiysen, o (kıldığın) senin için nafile olur. Bu ise farz olan namaz olmuş
olur." dedi.
Sonra yine Yezîd b. Zuray, Huseyn'den, o da Amr b. Şuayb'dan, o da
Meymune'nin azadlısı Süleyman'dan rivayet ettiniz ki: (Süleyman şöyle)
demiştir: "îbn Ömer'e geldim însanlar namaz kılıyor, o ise bir döşeme taşı
üzerinde oturuyordu. "Onlarla beraber namaz kılmıyor musun?"
dedim."Ben kılmıştım. Çünkü Resulullahı (s.a.v.): "Bir namazı günde
iki defa kılmayın." derken işittim dedi.
Bu bir çelişki ve tutarsızlıktır. Ve bu hadislerin herbiri
diğerinin vacib kılmadığı şeyi vacib kılmaktadır.
CEVAB: Biz deriz ki: Kesinlikle bu hadislerde her hangi bir
çelişki ve tutarsızlık yoktur.
Birinci hadise gelİnce: Resulullah (s.a.v.) şöyle demiştir:
"Biriniz evinde namazını kılar da sonra namazı kılmakta olan imama
yetişirse, onunla beraber namazı kılsın. Bu (ikinci) kıldığı onun için nafile
(olur)."Bu sözle şunu kasdetmektedir: İmamla kılmış olduğu namaz nafiledir.
İlk kıldığı ise farz olandır. Çünkü önce, farz namaz olarak ilk kıldığı namazın
edasına niyet etmiş namaz tamam olmuş ve bitmiştir. Ameller ise niyyetlere
göredir.
İkinci hadise gelince: Resulullah (s.a.v.) demiştir ki: "Namaz
için geldiğinde insanları namaz kılıyor görürsen hemen onlarla beraber namazı
kıl! Eğer namazı kılmış idiysen o senin için nafile olur, bu ise farz olan
namaz olmuş olur."
Bu sözüyle Resulullah (s.a.v.) şöyle demek istemiştir:
"İmamla kıldığın bu namaz senin için nafile olur. Evinde kıldığın namaz
ise farz olan namaz olmuş olur."
Eğer, "...bu ise farz olan namaz olmuş olur..."
sözündeki (yakın işaret ismi olan) "hazihi" (=bu), yerine (uzak
işaret ismi olan) "tilke" (=o) koysaydı mana daha vazıh olurdu.
(AsIında) bu iki işaret sıfatı arasında fark yoktur... Buradaki müşkilat ise
sadece "ve hazihî (=bu namaz) "sözünden dolayı meydana gelmektedir.
Bazı raviler hadisteki "hazihi" lafzın: ilk yerinde zikretmeyip,
ikinci yerinde zikretmiş ve onu "tilke" yerine koymuştur.
Ravilerin bu gibi harf veya manayı değiştirebilen basit bir şeyi
ihmal edip zikretmemelerinin misallerini sana (evvelce de) vermiştim.
İçersinde İbn Ömer'in (r.a.): "Resulullah (s.a.v.) bir namazı
günde iki defa kılmayın buyurdu." dediği üçüncü hadise gelince: Aslında
Resulullah (s.a.v.) sanki şöyle demiş gibidir: ''Bir farz namazı günde iki defa
kılmayın." Faraza sen evinde öğle namazını kıldın. Sonra onu tekrar kıldın
veyahut da ilk olarak bir imamla kıldın sonra başka bir imamla tekrar kıldın.
İşitmemiş veya kendisine ulaşmamış olması dolayısıyla İbn Ömer,
Resulullah (s.a.v.)'in kişinin, imamı namaz kıldırır gördüğünde onunla namazı
kılmasını ve onu nafile kabul etmesini söylediği hadîsle amel etmemiş, kendi
işittiği hadise uymuştur.
O halde kim evinde farzı kılar. Sonra imamla bu namazı tekrar
kılar ve bunu nafile yaparsa bu namazı günde iki defa kılmış olmaz. Çünkü bu
iki namaz başka başka iki namazdır. Onların birisi farz, diğeri de nafiledir.
73- Abdest Hakkında Güya Çelişkili Hadisler...
İDDİA: Sufyan, ez-Zuhrî'den, o da Ebu Seleme'den, o da Aişe'den
(r.anha) olmak üzere, Resulullah'ın (s.a.v.) cünüb olduğu halde uyumak
istediğinde, namaz abdesti gibi abdest aldığını rivayet ettiniz.
Sonra Şu'be'den, o da el-Hakem (b. Uteybe) 'den. o da İbrahim
(en-Nahaî)den, o da el-Esved (b. Ye2id en-Nahaî)'den, o da Aişe'den (r.aNHA)
rivayet ettiniz ki (Aişe): "Resulullah (s.a.v.) yemek yiyeceği veya
uyuyacağı zaman abdest alırdI. demiştir. -Hz. Aişe "cünüb iken" böyle
yaptığını kasdediyor.-
Sonra yine Sufyan b. Uyeyne den, o Ebu İshak (eş-Şeybanî)'den o da
el-Esved'den, o da Aişe (r.anha)'dan rivayet ettiniz ki (Aişe) şöyle demiş tir:
"Resulullah (s.a.v.) suya el sürmeden cünüb olduğu halde uyurdu.
CEVAB: Biz deriz ki: Bütün bunların hepsi de caizdir. Dileyen
cinsî münasebetten sonra namaz abdesti alır, sonra uyur. Dileyen de elini ve
tenasül uzvunu yıkayıp uyur. İsteyen de suya dokunmaksızm uyur. Şu kadar var ki
abdest almak efdaldir.
Resulullah (s.a.v.) bir şeyin faziletini göstermek için bir kere
böyle yapar; o hususta ruhsat bulunduğunu göstermek için bir kere de şöyle
yapardı. İnsanlar bunlarla (-iki şekilde de) amel ederlerdi.
Binaenaleyh kim efdal (= en üstün) olanı yapmak isterse onu
yapsın. Kim de ruhsata tabî olmak isterse, o da onu yapsın.
74- Dediklerine Göre Çelişkili İki Hadis...
IDDIA: Sufyan (b. Uyeyne) den, ez-Zuhri'den, o da Saîd b.
el-Museyyeb'den, o da Ebu Hurayre'dan: "Bir bedevinin Mescid(-i Nebevî'y)e
bevlettiğini bunun üzerine Resulullah (s.a.v.)'in: "Bevlettiği yere bir
kova su dökün'' buyurduğunu rivayet ettiniz.
Sonra Cerir b. Hazim'den rivayet ettiniz ki (Cerîr şöyle) dedi:
Abdulmelik b. Umeyr'i Abdullah b.
Ma'kıl b. Mukarrin'den bu kıssa hakkında Resulullah'ın (s.a.v.): "Üzerine
bevlettiği toprağı alıp atın ve onun yerine su dökün." dediğini rivayet
ederken işittim. İşte bu birincisine aykırıdır.
CEVAB: Biz deriz ki: Buradaki aykırılık raviden gelmektedir. Ebu
Hureyre'nin hadisi daha sahihtir. Çünkü o, bu kıssa esnasında orada hazır
bulunmuş ve hadiseyi görmüştür.,
Abdullah b. Ma'kil b. Mukarrin ise sahabeden değildir. Resulullah
(s.a.v.) zamanına yetişenlerden de değildir. Biz onun sözünü, hadisede hazır
bulunan ve hadiseyi gören birinin sözüyle bir tutamayız.. -
Onun babası Ma'kıl b. Mukarrin, Ebu Amratu'l-Muzenî Resulllah
(s.a.v.)'den rivayet eder, oğlu Abdullah'a gelince, onu(n sahabe olup
olmadığını) bilmiyoruz.
75- Dediklerine Göre Oruç Hakkında Çelişkili İki Hadis...
İDDİA: Birçok hadiste: Resulullah (s.a.v.)'e, "YoIcuIuk esnasındaki
oruçtan" sorulduğunu, Resulullah (s.a.v.)'in de: "Dilersen tut,
dilersen tutma!" dediğini rivayet ettiniz.
Sonra Ubeydullah b. Musa'dan, o da Usame b. Zeyd'den, o da İbn
Şihab (ez-Zunrî)'den, o da Ebu Seleme (b. Abdirrahman b. Avf'dan, o da babasından,
olmak üzere rivayet ettiniz ki, babası (Abdurrahman b. Avf (r.a.) şöyle
demiştir: "Resulullah (s.a.v.) yolculukta orucu tutmak, o kimsenin
(ramazanda) mukim iken oruç tutmaması gibidir. buyurdu.
CEVAB: Biz deriz ki: Bu (ikinci hadis) Resulullah (s.a.v.)'in;
yolculukta Allahu Teala'nın ruhsatını (kolaylığını) ve kendilerine bağışladığı
rahatlığı terkedip de, sıkıntı ve meşakkatleri üzerine alan kimselere söylediği
bir sözüdür.
Resulullah (s.a.v.) onlara; yolculuk esnasında oruç tutmalarının
günahının, mukim iken oruç tutmamalarının günahı gibi olduğunu bildirmiştir.
Başka bir hadiste de; Allah'ın kendilerine verdiği nimeti ve bu
hususta sağladığı kolaylığı kabul etmeyi terkettiklerinden dolayı onlara
"asîler" adını vermiştir.
Her kim Allah'ın kolaylığından yüz çevirirse azimetle (amel etiği
ibadetle) rini terketmiş gibidir. Bu sebepten Resulullah (s.a.v.), bütün
senenin tamamında oruç tutulması hakkında: "Ne oruç tutmuş olur, ne de
orucunu bozmuş olur!" ve: "Kim bütün sene aralıksız oruç tutarsa Cehennem
onun üzerine sıkıştınhr. buyurmuştur.
Fakat bir kimse soğuk zamanlarda ve kısa günlerde yolculuk eder
veyahut da gölgelikte ve rahat bir halde bulunur, kendisine hizmet edenleri bulunursa;
o takdirde oruç tutmak o kimse için kolaydır. Resulullah (s.a.v.)'in oruç tutma
ile tutmama arasında muhayyer bıraktığı ve "Dilersen tut, dilersen
tutma!" dediği işte bu gibi kimselerdir...
76- Oruç Hakkında Çelişkili İki Hadis
İDDİA Siz birçok hadiste. Resulullah (s.a.v.)'in oruçlu iken
(hanımlarını) öptüğünü rivayet ettiniz
Sonra Ebu Nuaym (el-Mulaî)'den, o da İsrail (b. Yunus
es-Seb'î)'den, o da Zeyd b. Cubeyr'den, o da Ebu Yezid ed-Dabbi'den, o da
Resulullah (s.a.v.)'in hizmetçisi Meymune binti Sa'd'dan rivayet ettiniz ki:
"Resulullah'a (s.a.v.) oruçlu iken hanımını Öpen bir kimse(nin halin) den
soruldu. Resulullah (s.a.v.); "Orucu bozulmuştur!" dedi.
CEVAB: Biz deriz ki: Öpme oruçlunun orucunu bozar. Çünkü (bu) öpme
şehveti uyandırır ve mezi'nin gelmesine sebep olur. Mübaşeret (dokunma)
hakkında da söyleyeceğimiz aynıdr.
Resulullah (s.a.v.)'e gelince, şüphesiz ki o masumdur. Onun oruçlu
iken öpmesi, babanın çocuğunu, kardeşin kardeşi öpmesi gibidir.
Hz. Aişe'nin, "Hanginiz fercine, Resulullah (s.a.v.)'in
şehvetine sahib olduğu gibi sahib olabilir? demesi de bunun böyle olduğunu
isbat eder.
Biz, Resulullah (s.a.v.)'in uykusu hakkında da aynı şeyi
söylüyoruz: Onun uykusu "Benim gözlerim uyur kalbim uyumaz. sözü
mucebince, abdesti icabettirmez. Bu şebepten, hırıltısı duyulacak derecede
uyur. Sonra abdest almadan namaz kılardı.
Resulullah (s.a.v.)'in tabi olduğu hükümler ise, pekçok yerde,
ümmetinin tabi olduğu hükümlerden farklıdır.
77- Dediklerine Göre Akıl Ve Nazar (fikir)'ın İptal Ettiği Bir
Hadis...
İDDİA: Resulullah (s.a.v.)'in, "Keçilere iyi davranınız.
Çünkü keçi hoş bir maldır ve o Cennettendir. buyurduğunu rivayet ettiniz.
Keçi bizim gözümüzün önünde doğurup dururken nasıl olur da
Cennetten olabilir? Eğer Cennette keçi olursa orada inek, deve, eşek ve at da
olması gerekir!...
CEVAB: Biz deriz ki: Resulullah (s.a.v.) bu keçinin bizzat
kendisinin Cennetten olduğunu kasdetmemiştir. Bizim yanımızda durup dururken
nasıl Cenneten olabilir?
O (s.a.v.) sadece şunu kasdetmiştir: Cennette keçiler vardır ve
Allahu Teala ona benzer olarak dünyada da keçileri yaratmıştır. Keza, aynı
şekilde koyun, deve ve atlardan hepsinin Cennette misal (benzer) leri vardır.
Cennette ancak; maymun, domuz, akrep ve yılan gibi kötü hayvanlar
bulunmaz.
Cennette et olması caiz olunca orada keçi ve koyun bulunması da
caiz olur. Keza orada yenilecek kuş eti bulunması caiz olunca yenilecek deve,
sığır ve koyun bulunması da caiz olur. Zira Allah Teala (Cenneti anlatırken):
"...ve arzu ettikleri kuş etleri.." (Vakıa 21) buyurmaktadır.
EBU MUHAMMED: Bana Ahmed b. el-Halîl rivayet etti (ve) dedi: Bize
el-Asmaî haber verdi (ve) dedi: Bize Ebu Hilal er-Rasıbi, Abdullah b.
Bureyde'den, o da babası Buraydetu'l-Eslemî'den Resulullah'ın (s.a.v.):
"Dünya ve ahiret ehlinin katığının efendisi et ve dünya ve ahiret ehlinin
çiçeklerinin efendisi de el-fağıye (=kına çiçeği)dir. buyurduğunu rivayet etti.
Benim bu söylediklerime delalet eden bir hususda, başka bir
hadiste: "..(keçilerin) burunlarındaki sümüğü silin Çünkü o Cennet
hayvanlarındandır. buyurmasıdır. Yani Resulullah (s.a.v.): "O Cennette
yaratılmış olan hayvanlardandır." demek istiyor...
78- Dediklerine Göre Kur'an"ın İki Yönden Yalanladığı
Hadis...
İDDİA: Resulullah'ın (s.a.v.), "Geride kalanların kendisine
ağlamalarından dolayı Ölüye azab olunur. buyurduğunu rivayet ettiniz.
Bu, iki yönden batıldır: Birincisi: Allah (Azze ve Celle)'nin:
"Günah işleyen bir kimse, başkasının günahını çekmez."(Fatır 18)
ayeti sebebiyle batıldır.
İkincisi: Allah'ın (C.C.): "De ki: "-Sizi Allah
diriltiyor, sonra sizi O öldürecek. Sonra da sizi kıyamet günü
toplayacaktır." (Casiye 26) ayeti sebebiyle batıldır.
Sonra Allah (C.C.), çamur safhasından onları tekrar diriltesiye
kadar yaratılmış (insan)ın hallerini anlatarak şöyle buyurmuştur:
"Andolsun biz insanı çamurun özünden yarattık. Sonra Adem'in neslini
sağlam bir yerde(rahhnde) bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi embriyo haline
getirdik. Ondan sonra embriyoyu bir parça et yaptık ve et parçasını da kemikler
haline çevirdik. Kemiklere de et giydirdik. Sonra onu bambaşka bir yaratık
yaptık. Bak ki yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir.
Sonra siz bunun arkasından muhakkak öleceksiniz. Sonra siz kıyamet günü
muhakkak diriitileceksiniz."(Müminun 12-16)
Allah (C.C.), ne insanı ölüm ile ba's{=tekrar diriliş)
arasında(yani kabirde) dirilteceğini ne de -gerek ölünün uzuvlarını parçaladığı
ve gerek biraraya getirdiği zaman- ona azab edeceğini veya mükafatlandıracağını
belirtmiştir.
CEVAB: Biz deriz ki: Şüphesiz Allah'ın Kitab'ı (=Kur'an) İcaz,
ihtisar, işaret ve İma kullanır. Bir yerde bir sıfat kullanır, başka yerde o
sıfatı zikretmez. Başka bir yerde ortaya çıkmasıyla, bu iki sıfatın, iki yerden
birisinde hazfedildiği anlaşılır.
Resulullah (s.a.v.)'in hadisi ise Kur'an'ı açıklayıcı ve ayetlerde
ne kasdedildiğini göstericidir.
Kur'an'da hazfe misal, AlIah'ın: "Sizden kim hasta yahut
yolcu olursa, başka günlerde (de oruç tutar.)" (Bakara 184) ayetidir.
Bu ayetin zahiri manası şuna delalet etmektedir, sizden kim hasta
veya seferde olursa seferde veya hasta halde oruç tutsa bile (bu tuttukları
kadar) başka günlerde (tekrar) oruç tutar.
Halbuki esas kasdedilen şudur: Sizden kim hasta veya seferde olur
da oruç tutmazsa o kimse tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar.
Ayette "...oruç tutmazsa.." ibaresi hazfolunmuş (=düşürülmüş)tür.
Keza Allah'ın (C.C.): "(Hacc'da) Sizden kim hasta veya
başında eziyyeti olursa, o kimse ya üç gün oruç; ya altı fakire birer fitre
miktarı sadaka yahud bir kurban kesmekle fidye vermesi vacib olur. (Bakara 196)
ayeti de böyledir.
Ayetin zahiri, hasta olan veya başı bitlenen birine fidyenin vacib
olduğuna delalet etmektedir. Halbuki kasdedilen şudur: Sizden kim hasta olur
veya başında eziyyeti olur da SAÇINI TIRAŞ EDERSE onun üzerine, oruç tutarak,
sadaka vererek veya kurban keserek fidye vermesi vaciptir. Buna benzer misaller çoktur.
Bir ayette bir sıfatın zikredilip de, onun gibi başka bir ayette
bu sıfatın zikredilmemesine ve bunlardan biriyle diğerine istidlal olunmasına
bir misal de: ".. içinizden adalet sahibi iki erkeği de şahid yapın.(Talak
2) ayetidir.
Allahu Teala başka bir yerde: "..erkeklerinizden iki kişiyi
de şahid tutun."(Bakara 282) buyurmuştur'.. Öbür ayette (şahidlerin)
sıfatını zikrettiği için kısa kısa keserek "..iki adil." dememiştir.
Bir yerde: "..mü'min bir köle azad etmek gerekir." (Nisa
92) başka bir yerde de: "birbirleriyle birleşmeden önce, bir köle azad
etmek gerekir."{Mucadele 3) buyurmuş ve "...mü'min (bir köle) "
dememiştir.
Resulullah (s.a.v.)'in hadisi ile istidlal edilen hususlar ise
şunlardır: Namazların kılınışı; rüku, secdeler ve teşehhüd nasıldır? (Namazlar)
kaç rekattır? Mallarda ne kadar zekat ve sadaka gerekir? Hırsızın elinin kesilmesini
gerektiren malın mikdarı (nedir?) ve süt emme ile kimler(in nikahı) haram olur?
Bunlara benzer pekçok şeyler.
Elbette Allahu Teala Kur'an'da, kıyamet gününden önce bir kısım
insanlara azab edeceğini bize bildirmiştir. (Onlar hakkında şöyle) buyurmuştur.
"Onlar sabah akşam ateşe arzedilecekler. Kıyamet koptuğu gün de:
"Firavun ve kavmini en şiddetli azaba sokun!" denilecektir''(Mü'min
46)
Fakat onların sabah ve akşam ateşe arzedilmeleri Hakk Teala'nın
"Kıyamet koptuğu gün de: "Fir'avn ve kavmini en şiddetli azaba
sokun." sözünden dolayı ne dünyada, ne de ahirette caiz değildir. Çünkü
kıyamet gününün ne sabahı ne de akşamı vardır. Ancak,"Rizıkları da
oradadIr, sabah ve akşam!"(Meryem 62) ayetindeki gibi mecaz yoluyla caiz
olabilir. Oradaki (kıyametteki sabah ve akşamın) mecazi olması mümkündür, fakat
burada (Mü'mln 46 ayetinde) mecazi olması mümkün değildir.
Ben bu hususu "Te'vîlu Muşkili'l-Kur'an" adlı eserimde
anlatmıştım.
(Allah Teala) başka bir yerde kıyamet gününün azabını zikrettikten
sonra: "Muhakkak ki o zaIimlere, bundan (ahiret azabından) Önce de bir
azab var. Fakat pek çokları bilmezIer."(Tur 47) buyunnuştur.
Keza; pekçok cihetten ve pekçok sika (güvenilir) ravilerin nakli
ile. Resulullah (s.a.v.)'in kabir azabından Allah'a sığındığı kendisinden
rivayet edilmiştir.
Bu hadisler cümlesinden olmak üzere şu hadisleri (zikredebiliriz):
Malik (b. Enes) in, Ebu'z-Zubeyr'den, o da Tavus (b. Keysan) dan, o da İbn
Abbas'dan rivayet ettiği hadis. İbn Abbas: "Resulullah (s.a.v.) Deccal'ın
fitnesinden sana sığınırım. Ve yine hayatın, ölümün ve kabir azabının
fitnesinden sana sığınırım. derdi." demiştir.
Yine bu hadislerden: Şu'be, Budeyİ b. Meysere'den, o da Abdullah
b. Şakîk'den, o da Ebu Hureyre'den, rivayet edilen: "ResuluIah (s.a.v.):
"Allahım, ben kabir fitnesinden ve azabından ve Deccalın fitnesinden sana
sığınırım. derdi." hadisidir...
Hişam'ın hadisi de bu rivayetlerdendir: Hişam (ed-Dustuvaî)
Katade'den, o da Enes {b. Malik)'den rivayet etmiştir ki: ''Resulullah
(s.a.v.): "Allahım! Ben hayatın ve ölümün fitnesinden ve kabir azabından
sana sığınırım!" derdi.
Bunlara, Münker ve Nekir (melekleri) ve onların sual sorması
hakkındaki rivayetleri de ilave edebiliriz: Hammad b. Seleme'nin Asim (b.
Ebi'n-Necud) dan, onun da Zirr (b. Hubeyş) den, onun da Abdullah b. Abbas'dan
rivayet ettiği hadis bu tip hadislerdendir. (Abdullah b. Abbas) dedi ki:
"Muhakkak ki biriniz kabrinde öyle bir oturtuluş oturtulur ve kendisine
Sen kimsin?" denilir. Bunun üzerine o: "Ben diriyken de ölüyken de
Allah'ın kuluyum. Ve ben Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. Yine
Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna da şehadet edirim." der.
Kendisine: "Doğru söyledin" denilir ve kabri hemen, Allah'ın dilediği
kadar genişletilir ve kendisine Cennetteki yeri gösterilir.
Başka birine gelince, ona: "Sen kimsin?" denilir. Bunun
üzerine o: "Bilmem?" der. Kendisine: "Sen (zaten hiç)
bilmedin!" denlir ve hemen kabir onun üzerine kaburga kemikleri
parçalanıncaya kadar sıkıştırılır.
Bu, ancak bir peygamberin bilebileceği bir şeydir. Abdullah b.
Abbas'ın bunları anlatabilmesi için mutlaka Resulullah (s.a.v.)'den işitmiş
olması gerekir.
Yine Abbad b. Raşid. Davud b. Ebî Hind'den o da Ebu Nadra
(el-Abdî) den, o da Ebu Saîd el-Hudrî'den (r.a.), o da Resulullah (s.a.v.)'den
rivayet etmiştir Resulullah (s.a.v.) şöyle anlatmıştir: "Kabre konulduğu
zaman kula melek gelir. Eğer kafir veya münafık ise o kula Muhammedi
kasdederek: "Bu zat hakkında ne diyorsun?" denilir. O: ''Bilmiyorum!
insanların birşeyler söylediğini duydum, ben de onu söyledim!" der. Bunun
üzerine (melek): "Sen (zaten hiç) bilmedin, kulak da asmadın hidayete de
ermedin!" der.
Bütün bu hadisler kabir azabının kafire mahsus olduğunu gösterir.
Onların (=Kelamcılar): "Allahu Teala: "Günah işleyen bir
kimse başkasının günahını çekmez," (Fatır 18) buyururken; nasıl olur da
ölü, geride kalanların kendisine ağlamalarından dolayı azab olunur?"
demelerine gelince: Biz aynı şekilde geride kalanların kendisine ağlamalarından
dolayı ancak kafire azab olunduğunu zannediyoruz.
Nitekim İbn Abbas da böyle söylemiştir: (Resulullah s.a.v.) bir
Yahudinin kabrin(in yanından) geçerken: "Muhakkak o azab olunuyor. Geride
kalanları da ona ağhyor'' demiştir.
Eğer İbn Abbas'ın dediği gibiyse, bu ürkülecek birşey değildir. Çünkü
kafire (zaten) her haî-u karda azab olunur.
Yok eğer, gıybetten ve idrardan (sakınmadığı için) azab olunan
hakkında dediği gibi (Resulullah s.a.v.) günahkar bir müslümanı kasdetmişse, o
takdirde Allah Tealanın: "Günah işleyen bir kimse, başkasının günahını
çekmez." ayeti ancak dünyadaki hükümler hakkındadır.
Nitekim Cahiliyye ehli, öldürülen bir kimsenin intikamını almak
ister ve karşı gurup, (katilin) kardeşini, babasını veya herhangi bir
akrabasını öldürürdü. Eğer akrabalarından veya hısımlarından birini öldüremezse
onun aşiretinden iki adamı öldürürdü. Allah'u Teala bunun üzerine: "Günah
işleyen bir kimse başkasının günahını çekemez" ayetini indirmiştir.
Bu ayetin aynı şekilde İbrahim'e (a.s.) indirildiği de bize haber
verildi.
Bundan dolayı Resulullah (s.a.v.), oğlu ile beraber gördüğü bir
adama: "Ne sen, onun işlediği bir suçtan mes'ul olursun ne de oğlun; senin
suçundan mes'ul olur. buyurmuştur.
Fakat Allah'ın azabına gelince, o azab geldi rni, umumi ve kötülük
edeni de iyilik edeni de kapsar.
Allahu Teala: "Bir de öyle bir musibetten korkun ki, o yalnız
içinizden zulmedenlere isabet etmez." (Enfal 25) buyurmuştur. Yani Allah
Azze ve Celle, bu musibetin umumi olacağını, zalime de başkalarına da isabet
edeceğini kasdetmiştîr.
Yine Allah (C.C.): "insanların kendi ellerinin yaptıkları
işler (günahlar) yüzünden karada ve denizde fesad çıktı ki Allah işledikleri
günahlardan bir kısmının cezasını onlara (dünyada) tattırsın!.." (Rum 41)
buyurmuştur.
Ümmü Seleme (r.anha): Ya Resulallah, içimizde salih kimseler de
varken biz helak olurmuyuz? demiş, Resulullah (s.a.v.) de: "Evet,
kötülükler çoğaldığı zaman." cevabını vermiştir.
Allah'ın erişkinlerin işledikleri günahlardan dolayı aralarında
çocuklar ve hayvanlar olduğu halde Nuh'un (A.S.) ümmetini (Tufan'da) boğduğu da
onların malumudur.
Keza Allah (C.C.) Ad kavmini şiddetli bir rüzgarla; Semud kavmini
yıldırımlar, Lut kavmini de (gökten yağan) taşlarla helak etmiş, Sebt ashabını
(=yahudileri) maymunlar ve domuzlar haline getirmiş ve. onlara azap ederken
çocuklarına da azab etmiştir.
Kufelilerden birisi, Allah'ın mukaddes kitaplarını okuduğunu ve bu
kitaplardan birinde: "Ben kindar olan Allah'ım! Babalarının günahlarından
dolayı onların çocuklarını da cezalandırırım." ibaresini gördüğünü bana
söyledi.
İbn Abbas (r.a.) DanyaI'in {A.S.): "Ey İsrail oğulları! Sizin
günahlarınız yüzünden benim azaba uğratılmam size yakışık alır mı?"
dediğini rivayet etmiştir.
Enes b. Malik (r.a.) de "keler bile Adem oğlunun
günahlarından dolayı (meydana gelen kıtlık dolayısıyla, yiyecek bulamayarak)
yuvasında zayıflayarak ölür." demiştir.
Resulullah (s.a.v.), Mudar kavmine beddua etmiş ve: Ey Allahım!
Mudar üzerine baskını arttır ve onların üzerine Yusuf'un (a.s.) (kıtlık)
seneleri gibi seneler gönder. demiş ve bunun üzerine onlar yedi sene kıtlık ve
kuraklığa uğramışlardır. Hatta öyle ki, deriden yapılmış kapları kemikleri ve
ılhiz'i (denilen kan ve deve tüyünden yapılan Cahiliyye devri yiyeceğini) bile
yemek mecburiyetinde kalmışlardır. Bu kıtlık Resululah (s.a.v.) ve Ashabına
bile ulaşmış ve Resulullah (s.a.v.)'in bedduası sebebiyle onlar da cezaya maruz
kalmışlardır. Öyle ki Resulullah (s.a.v.) ve müslümanlar açlıktan karınlarına
taş bile bağlamışlardır.
EBU MUHAMMED: Şüphesiz biz, bu çeşit haberlerden bizi müstağni
kılacak şeyleri gözlerimizle gördük. İçersinde salihler, dindar insanlar,
çocuklar ve küçüklerin de bulunduğu nice beldeler vardı ki. zelzele ile dindarı
faciri, iyisi kötüsü, küçüğü büyüğü hepsi de helak olmuşlardır.
"Kumes" Mihrican-Kuzak "Rey " ve Suriye ve Yemen'in pek çok
şehirleri bunlardandır.
Bu, Allah'ı bilip tanıyan bütün din mensuplarının -birbirleriyle
ihtilaf içinde olsalar bile- bildiği şeydir.
EBU MUHAMMED: Tarihçilerden (=Ashabul-ahbar) biri bana şunu
anlattı: Bir gece (Halife) el-Mansur sohbet etmiş ve Emevi halifelerini,
onların gidişatlarını, (başlangıçta) doğruluktan ayrılmadıklarını, sonra
sıranın, gösterişe dalan oğullarına geldiğini; devlet işlerinin büyüklüğü ve
kadrinin yüceliği karşısında onların, gayret ve arzularının, şehevi şeylere
teveccüh etmek, lezzetleri tercih etmek ve Allah'ı (C.C.) öfkelendirecek
şeyleri irtikab etmek olduğunu; bunları işlerken AIlah'ın onları (hemen)
cezalandırmayıp kendilerine mühlet verdiğinden habersiz, Allah'ın kendilerini
(mühlet vererek) aldatmasından (=mekr-i ilahî) emin olarak işlediklerini; Bunun
üzerine Allah'ın saltanatı ve izzeti onlardan soyup aldığını ve nimetlerini de
onların üzerinden (kaldırıp başkalarına) naklettiğini anlatmış.
Bunun üzerine Salih b. Ali (halifeye) şöyle demiştir: Ey
mü'minlerin emiri! Ubeydullah b. Mervan kaçarak, kendisine tabi olanlarla
"Nube" arazisine girdiği vakit. Nube melik'i malumat istedi,
kendisine malumat verilince (Melik) at'a binerek Ubeydullaha geldi ve değişik
bir lisanla aklımda tutamadığım şeyler söyledi ve onu ülkesinden kovdu... Eğer
mü'minlerin emiri onu hapisten çağırıp, bu gece huzurumuza getirilmesini ve
bunun kendisine sorulmasını muvafık görürlerse (çağırılsın) .
el-Mansur onun getirilmesini emretti ve ona başından geçeni sordu.
Ubeydullah: Ey mü'minlerin emri! Kaçırabildiğim çeşitli ev eşyalarıyla Nube
arazisine geldim. Orada bunları döşedim ve üç gün burada ikamet ettim. Daha
sonra durumumuzdan haberdar olan Nube meliki bana geldi. İçeriye uzun boylu
kartal burunlu yakışıklı bir adam girdi. (yere serdiğimiz) kumaşlara
yaklaşmayarak toprağa oturdu.
Ben: "Niçin kumaşlarımızın üzerine oturmuyorsunuz?"
dedim. Bana: "Ben Melik'im. Bütün meliklere de Allah'ın azameti karşısında
tevazu göstermesi yaraşır. Çünkü melik'i (bu makama) O yükseltmiştir"dedi
Sonra bana döndü ve: "Kitabınızda size haram kılındığı halde
niçin içki içiyorsunuz?" dedi. Ben: "Buna kölelerimiz ve sefihlerimiz
cüret ediyor." dedim. O: "Niçin hayvanlarınızla ekinleri çiğniyorsunuz?
Halbuki bozgunculuk sizin Kitab'ınızda haram kılınmıştır!? dedi. Ben:
"Bunu cahillerimiz yapıyor." dedim. O: "Size haram kılındığı
halde niçin ipek ve dîbac giyiyor, gümüş ve altın (eşya) kullanıyorsunuz?"
dedi. Ben: "Saltanat bizden gitti, yardımcılarımız azaldı. Bu esnada
Acem'den bir kavme galip geldik. Onlar bizim dinimizi kabul ettiler ve
hoşgörmememize rağmen bunları giydiler." dedim.
(Melik) uzun müddet başını önüne eğdi ve elini evirip çevirerek
toprağı çizmeğe başladı. Sonra da: "Anlattıkların senin dediğin gibi
değildir! Bilakis siz, size haram kılınan şeyleri helal saydınız. Size
yasaklanan günahları işlediniz. Mülkünüzdekilere (tebaanıza) zulmettiniz. Allah
da kuvvet ve üstünlüğü sizden çekip aldı ve günahlarınızdan dolayı size zillet
(elbisesini) giydirdi. Sizin hakkınızda Allah'ın henüz sona ermemiş bir azabı
vardır. Azabın; siz benim topraklarımda iken size inmesinden ve sizinle beraber
bana da dokunmasından korkarım. Misafirlik üç gündür. İhtiyacınız olan erzakı
alın ve topraklarımı terkedin." dedi. Ben de dediği gibi yaptım.
Allah (C.C.) Kur'an'da bize; babalarından dolayı çocuklarını
koruduğunu da haber vermiştir. Allah (C.C.) şöyle buyurmaktadır:
"...Duvara gelince bu duvar şehirde iki yetim oğlanındı. Duvarın altında
bu oğlanlar İçin saklı bir define vardı. Babaları da salih bir adamdı. Onun
için Rabbin diledi ki. ikisl de rüşdlerine ersinler ve definelerini
çıkarsınlar." (Kehf:82)
Hz. Ömer (r.a.}, Hz. Abbas ile (teberrükde bulunarak) yağmur
duasına çıktığı gün irad ettiği hutbesinde: ''Ey Allahım, Senin peygamberinin
amcası ve onun ashabının uluları ile sana tevessül ediyoruz. Çünkü Sen Hak olan
şu sözünde: "...Duvara gelince bu duvar şehirde iki yetim oğlanındı.
Duvarın altında bu oğlanlar için saklı bir define vardı. Babaîarı da salih bir
adamdı. Onun için Rabbin diledi ki ikisi de rüşdlerine ersinler ve definelerini
çıkarsınlar." buyuruyorsun. Ey Allahım, amcasını korumak suretiyle,
Peygamberinin de izzet ve şerefini koru! Şefaat ve mağfiret isteyerek onu sana
aracı kıldık!. demiştir.
Allah'ın (C.C.), dostlarının çocuklarını babalarından dolayı
koruması caiz olduğu gibi; kendisinin düşmanlarının çocuklarım babalarından
dolayı korumaması da caizdir. O, dilediğini yapandır.
Hz. Aişe, bu (mevzuun başında zikredilen) hadisi kabul etmez ve:
"Kim bunu kabul ederse şüphe yok ki yalan söylemiş günaha girmiş
olur." derdi
Bu Hz. Aişe'nin kendi görüşü ve yorumudur. Onun şahsi kanaatından
dolayı Resulullah'ın (s.a.v.) hadisini reddetmek caiz değildİr. Eğer Hz. Aişe
bu muhalefetine dair Resulullah'tan (s.a.v.) birşey nakletseydi, o zaman bu
sözü kabul edilebilirdi.
Eğer Abdullah b. Ömer (r.a.) bu hadisi tek başına nakletmiş
olsaydı -Hz. Aişe'nin de dediği gibi- onun hata ettiği düşünülebilirdi... Lakin
İçlerinde Hz. Ömer İmran b. Husayn İbn Ömer ve Ebu Musa el-Eş'arî'nin (r.a.)
bulunduğu bir gurup sahabe bunu nakletmişlerdir. Eğer: "Bu zulümdür. Allah
ise zulümden uzaktır. Çünkü Allah (C.C.): "...ve Ben kullara zulmeden
değilim!" (Kaf 29) buyurmuştur." derlerse. biz onlara îyas b. Muaviye
(-122) nin sözü ile cevab veririz. İyas şöyle demiştir: "Birisine,
"Arab'ın lisanında zulüm nedir?" dedim.
O: "Kişinin, kendisinin olmayan birşeyi almasıdır."
dedi. Ben de: "Lakin herşey, Allah'ındır." dedim.
79- Dedıklerıne Göre Aklın Ve Düşüncenin (Nazar) İptal Ettiği
Bir Hadis..
İDDİA: Rivayet ettiniz ki: Ebu Zerr (r.a.), kişinin hanımıyla
münasebette bulunması hakkında Resulullah'a (s.a.v.): "Ya Resulallah,
insan hem zevklenlr, hem de sevab kazanır mı? diye sordu. Resulullah (s.a.v.):
"Eğer bu ihtiyacını, haram yoldan tatmin etseydin günah işlemiş
olmazmıydın ne dersin?" dedi. (Ebu Zerr de): "Evet!" deyince
Resulullah (s.a.v.): "İşte bu İşi helal yoldan yerine getirmenden dolayı
sevab kazanman da böyledir." buyurdu.
Haram yoldan bir ihtiyacı gidermek bir günah, helal yoldan yerine
getirmek ise mubah bir şeydir. Mübah olan bir şeyden dolayı sevab verilmesi
nasıl caiz olur? Eğer bu caiz olursa acıkınca yemek yenilmesinden ve susayınca
su içmekten dolayı da sevab verilmesi caiz olur. Dilin inceliklerini ve caiz
olan ve olmayan şeyleri bilme hususunda insanların en bilgilisi olan Resulullah
(s.a.v.) bunu nasıl söyleyebilir?!...
CEVAB: Biz deriz ki: Bazan bir adamın ihtiyar veya çirkin bir
hanımı olur. Adamın nefsi, kendisine haram olan başka bir kadını arzular. Bunu
yapmak kendisi için hazır ve mümkün iken, Allah'a itaat ederek onu terkeder ve
arzulu olmadığı halde (hanımıyla) helal yoldan bu işi yaptığı için sevab
kazanır.
Yine adamın iki hanımı olabilir. Bunlardan birisi siyah ve çirkin,
diğeri ise beyaz ve güzel. O bu iki hanımından sadece birisini arzu etmesine
rağmen. ikisi arasında müsavatı gözetir, diğerine sıra gelince ona da katlanır
ve bundan dolayı sevab kazanır.
Eğer bir kimse helal olan arpa ekmeği yese ve yiyebileceği halde haram
olan beyaz ekmeği yemeyi terketse; insanlar nazarında, arpa ekmeği yediğinden
dolayı sevab kazanmış olur.
Hatta bir kimse, Resulullah'ın (s.a.v.): ''Mü'min her şey'den
dolayı sevab kazanır. Hatta lokmayı ağzına götürmesinden dolayı bile" Sözü
üzerine, "Mümin yeme içmesinden ve cinsî münasebette bulunmasından dolayı
sevab kazanmış olur dese -kanaatıma göre- ancak doğruyu söylemiş olur.
80- İddialarına Göre, Düşüncenin Yalanladığı Bir Hadis...
İDDİD: Siz, maymunların, zina ettiğinden dolayı bir maymunu
recmettiğini rivayet ettiniz. Eğer maymunlar onu sadece evli olduğu için recm
ettilerse, bu takdirde hadis daha da enteresan olur ve bu kıyasa göre siz
bilmezsiniz, belki de maymunlar Tevrat'ın hükümlerinden pekçoğunu tatbik
ediyorlardır ve belki de onların dini hala Yahudiliktir.
Eğer maymunlar Yahudi ise, muhtemelen domuzlar da Hristiyandır.
(!...)
CEVAB: Bu alay ve istihzalara cevab olarak deriz ki: Aslında
maymunlar hadisi ne Resulullah'tan (s.a.v.) ne de Ashabından (rivayet edilmiş)
değildir. Bu sadece Amr b. Meymun'dan ( -145) naklen anlatılan bir şeydir..
Bana Muhammed b. Halid b. Hıdaş tahdis etti (ve) dedİ: Bize Müslim
b. Kuteybe. Huşeym (b. Beşîr) den, o da Husayn (b. Abdirrahman es-Sulemî) den,
o da Amr b. Meymun'dan haber verdi ki (Amr) şöyle demiştir: "Cahiliyye
devrinde bir maymun zina etti. Bunun üzerine diğer maymunlar onu recmetti. Ben
de onlarla beraber recmettim.
EBU MUHAMMED: Amr b. Meymun'un, rnaymunları, diğer bir maymuna taş
atarken görmüş olması ve zina ettiği için onu recmettiklerini zannetmiş olması
mümkündür. Bu sadece tahminen bilenebilecek bir şeydir. Çünkü maymunlar
kendileri hakkında birşey söyleyemezler. Onların kavga ettiğini gören kimse,
maymun zina ettimi, etmedi mi, bilemez. Bu sadece bir zandan ibarettir.
Belki Şeyh (Amr b. Meymun) bizim bilemediğimiz emarelerle onun
zina ettiğini bilmiş olabilir. Çünkü maymunlar hayvanların en çok zina
edenidir..
Araplar onu misal verir ve: "Maymundan daha zinakar."
derler. Eğer maymunun zina ettiği bilinen birşey olmasaydı, onunla misal
verilmezdi. Çiftleşme ve eşini kıskanma hususunda insanlara maymundan daha çok
benzeyen bir hayvan yoktur.
Bazan hayvanlar birbirine düşman olurlar, birbirine saldınr ve
birbirlerini cezalandırırlar. Hayvanların kimisi ısınr, kimisi tırmalar, kimisi
de kırıp parçalar..
Maymunlar da insanların taş atması gibi, Allah'ın kendisine
verdiği eller ile taş atar. Eğer maymunlar birini, zina olmaksızın taşlamışlar
da Şeyh (Amr b. Meymun} onların zinadan dolayı birbirlerini taşladıklarını
zannetmişse, bu da uzak bir ihtimal değildir.
Yok eğer Şeyh herhangi bir emare ile zina olduğu ve taşlamanın da
bu sebepten olduğu sonucuna varmışsa, aynı şekilde bu da uzak bir ihtimal
değildir. Çünkü maymun -dediğim gibi- hayvanların eşini ençok kıskananı ve
anlama bakımından insan oğullarına en yakın olanıdır.
EBU MUHAMMED: Ben, onların mesholunmuş olan maymunların ta kendisi
olduğunu ve nesilden nesile çoğaldıklarını zannediyorum. Bunu Allahu Teala'nın
şu ayetinden çıkanyorum: "De ki: Allah katında ceza bakımından bundan daha
kötüsünü size haber vereyim mi? O kimseler ki Allah kendilerine lanet etmiş
gazabına uğratmış, onlardan maymunları (el-kıradatu) ve domuzları (el-hanazîru)
yapmıştır." (Maide 60)...
el-kıradatu (maymunları) ve el-hanaziru (domuzları) kelimelerindeki
"el" kelimenin ma'rife olduğuna ve buradaki maymunun gördüğümüz
maymunlar olduğuna delalet eder. Eğer Allah (C.C.) inkıraz bulmuş (yokolup
gitmiş) ve geçmiş bir-şeyi kasdetmiş olsaydı "ve ceale minhumu'l-kıradate
ve'l-hanazîra" yerine "ve ceale minhum kıradaten ve hanazîra"
derdi.
Aksi takdirde Ummu Habibe'nin (r.anha) memsuh (mesha uğrayanlar)
hakkındaki hadisinin doğru olması gerekir. Ve (mesele) Resulullah (s.a.v.)'in
dediği gibi olur.
Biz, alaycının dediği gibi maymunların recim cezasını
uyguladığını, çünkü onların Tevrat'ın (zina hakkındaki recm) hükmünü bildiğini
söylüyor değiliz. Lakin biz şunu söylüyoruz: Gerçek şu ki, nasıl diğer
hayvanlar tırmalar, ısırır ve parçalarsa; maymunlar da zinadan veya başka bir
şeyden dolayı olsun, elleriyle recm cezasını yerine getirmişler (taşlamışlar)
dır. Çünkü onun insan elleri gibi elleri vardır. Adem oğlu da eziyet etmek
istediği şey uzak olur da ona yetişemezse ona ancak taş atarak eziyet eder.
Maymunların bizzat memsuh (mesholunmuş) varlıklar olduğuna dair
delilleri kuvvetlendiren diğer bir husus Kur'an ve Hadiste bulunmadığı halde
insan etinin haram kılınması hususunda icma ettikleri gibi Kur'an ve Hadiste
(hükmü) bulunmadığı halde maymunun etinin haram olduğuna dair fakihlerin icma
etmeleridir.
BİR SONRAKİ İÇİN TIKLA:
SAYFA-7 81 – 94
NOLU BAŞLIKLAR