Ana sayfa

 

SAYFA-5 53 – 65 NOLU BAŞLIKLAR

 

53- Dediklerine Göre Kur'an'ın Ve Aklî Delillerin Yalanladığı, Teşbih (benzetme) İfade Eden Bir Hadis....

 

İDDİA: Siz; mü'minin kalbinin Allah'ın parmaklarından iki parmağı arasında olduğunu rivayet ettiniz.

 

Eğer siz, parmaklardan, nimetleri kasdediyorsanız, -hadis sahihtir. bu da bir izah şeklidir. Yok eğer ''hakikaten parmakları kasdediyorsanız, bu muhaldir. Çünkü Allah, uzuvlarla vasıflandırılamaz ve mahlukata (yaratılmışlara) da benzetilemez.

 

Arapların: "Fulanın kendi malı üzerinde ne güzel parmağı var." sözüne bakarak, hadiste geçen "parmaklar"! nimet ve iyilik olarak tevil etme cihetine gittiler. Bu söz İle araplar adamın tesir ve iyiliğini kasdederler. Nitekim çoban da devesini anlatırken şöyle demiştir:

"Zayıf bacaklı ve fırtlak damarlıdır. İnsanların kıtlığa uğradığı zamanda onun üzerinde deve çobanının parmağını görürsün"  Yani deve üzerinde çobanın ihtimamının izini (iyiliğini, nimetini) görürsün, demektir.

 

CEVAP: Biz deriz ki: Şüphesiz bu hadis sahihtir. "Parmak" in tevili hususunda onların kabul ettikleri anlayış hadise uymamaktadır. Çünkü: ''Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dua ederken: "Ey kalpleri (halden hale) çeviren, kalbimi dîn'in üzre sabit kıl." demiştir. Bunun üzerine hanımlarından biri: "Sen de Ya ResululIah nefsinden korkuyormusun?" demiş, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de cevaben: "Müminin kalbi. Allah'ın (C.C.) parmaklarından iki parmağı arasındadır." buyurmuştur.''

 

Eğer kalb onlara göre. Allahın nimetlerinden iki nimet arasında ise, o kalb bu iki nimetle korunmuş demektir. O halde niçin Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Allah'ın kendisini sabit kılması için dua etmiş ve niçin kendisine, "Sen de nefsinden korkuyormusun?" diyen hanımına, onun sözünü te'yid eden bir cevab vermiştir. Halbuki eğer kalp iki nimet ile korunmuş ise korkmaması gerekirdi.

 

Eğer bize: "Buradaki parmak size göre ne demektir?" derse, biz deriz ki: O (parmak), başka bir hadisteki ''Yeryüzünü parmağının -veya iki parmağının- üzerinde taşır. hadisine benzer. Buradaki parmağın, nimet manasına gelmesi caiz değildir.

 

Keza Cenab-ı Hakkın, "O kafirler Allahı gereği gibi takdir edemediler. Halbuki kıyamet günü yer küresi tamamen O'nun avucundadır. Gökler de elinde dürülmüşîerdir."(Zumer 67) ayetine benzer. Buradaki el ve avuc'un (=kabza) da nimet manasına olması caiz değildir.

 

Biz, Allah'ın parmağının bizim parmaklarımız gibi, elinin bizim elimiz gibi avucunun da bizim avucumuz gibi olduğunu söylemiyoruz. Çünkü Allan'ın hiçbir şeyi bizim hiçbir şeyimize benzemez.

 

 

54-  Dediklerine Göre Teşbih (benzetme) İfade Eden Bir Hadis...

 

İDDİA: "Allah'ın her iki eli de sağ (el) dir." hadisini rivayet ettiniz. Eğer "iki el" ile iki uzvu kasdediyorsanız bu muhaldir. İki el'in ikisinin de sağ olmasını akıl nasıl kabul edebilir?

 

CEVAB: Biz deriz ki: Bu hadis sahihtir ve manası muhal (akıl dışı) değildir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bununla sadece tamlık ve mükemmelliği kasdetmiştir. Çünkü herşeyin solu; kuwet, güç, ve tamlık bakımından sağdan: noksandır.

 

Araplar her işe sağdan başlamayı sever, soldaı başlamaktan hoşlanmazlardı. Çünkü sağda, tamlık. solda da noksanlık vardır. Bu sebeple araplar, "uğur (el-yumn) ve uğursuzluk (eş-Şu'm)u kabul etmişlerdir. Uğur (yumn), sağ el'den (el-yedu'l-yumna), uğursuzluk (şu'm) da sol el'den, el-yedu'ş-şu'ma, yani (el-yedu'l-yusra) dandır. Bu, açık biı izahtır.

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem), "iki el ile birden ihsanda bulunma" yı kasdetmiş olması da caizdir. Çünkü sağ el veren eldir. Ellerin ikisi de "sağ" olursa ihsan da ikisi ile birlikte olur.

 

Başka bir hadiste Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allahın sağ eli (gece gündüz) nimet ve ihsan akıtıcıdır. Onu hiçbir şey tüketmez. buyurduğu rivayet edilmiştir... Yani: îhsan ve bağışlarını akıtır, döker. Onu hiçbir şey azaltmaz, demektir. el-Merrar da: "Akîl'in kuyusunun başında iki eli de sağ olan bir genç duruyor." dediği zaman, bu manayı kasdetmiştir. [105]

 

 

55- İddialarına Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis...

 

iDDİA: Rabbİniz, sizin yana yakıla inlemenize, ümidsizliğe düşmenize ve kendisinin, sizin duanıza süratle icabet etmesine hayret eder buyurduğunu ve yine "....şuna güldüğünü rivayet ettiniz. Halbuki; ancak bir şeyi önceden bilmeyen kimse, sonradan öğrenince şaşar, hayret; eder ve güler.

 

CEVAB: Biz deriz ki: "Hayret etmek" ve "gülmek" onların zannettikleri gibi değildir. Onun manası sadece şudur: "Şu, şu O'nun (C.C} nazarında şaşılacak ve gülünecek birşey durumundadır." demektir. Çünkü gülen kimse ancak, kendisini şaşırtan birşeye güler. Bu sebeple Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine misafir gelen ve kendi yiyeceğinden fazla olarak misafire, yetecek kadar yemeği olmayan bunun üzerine misafirin yemesi için lambayı söndürmesini hanımına emreden -halbuki misafir, ev sahibinin yemediğini (karanlıktan dolayı) farketmemektedir- Ensardan bir zat'a: "Gerçekten Rabbiniz dün ikinizin yaptığına şaşmıştır. buyurmuştur. Yani: ''Yaptığınız (iyilik) O'nun (C.C.) katında "insanların hayret ettikleri birşey" durumunda olmuştur." demektir.

 

Allahu Teala Peygamberine: "Ey Resulüm eğer (kafirlerin seni yalanlamalarına) şaşıyorsan ''asıl şu sözleri şaşılacak şeydir:..."(Ra'd 5) buyurmuştur. Bu sözle Allah (C.C.) "Benim katımda şaşılacak bir şeydir." demek istememiş; sadece kafirlerin sözünün o sözü işiten kimsenin nazarında şaşılacak birşey olduğunu kasdetmiştir.

 

 

56-  Dediklerine Göre Teşbih ifade Eden Bir Hadis...

 

iDDİA: Resulullah (s.a.v.)'in, "Rüzgara sövmeyiniz, çünkü o Rahman'ın nefesindendir. [110] buyurduğunu rivayet etüniz. Öyleyse sizin nazarınızda rüzgarın yaratılmamış olması icab eder. Çünkü Rahman'dan (C.C.) olan birşey, mahluk (yaratılmış) olamaz.

 

CEVAB: Biz deriz ki: Resululîah (s.a.v.) nefes ile onların nefes denince anladıkları şeyi kasdetmemiş; ancak rüzgarın, Rahman'ın verdiği ferahlık ve rahatlık olduğunu kasdetmiştir.

 

Nitekim, "Ey Allahım, (uğradığım) eziyetten beni kurtar, ferahlık ver." denilir (Yani ferahlık ver, manasına nefes ile aynı kökten gelen bir fiil "neffis anni = beni ferahlat" fiili kullanılmıştır.)

 

Yine Allah (C.C.) Ahzab (savaşı) günü Resulünü rüzgar ile rahatlatmış, ferahlatmıştır. Allahu Teala bu hususta.: "....biz onların üzerine bir rüzgar ve görmediğiniz (meleklerden ibaret) ordular salıvermiştik."(Ahzab 9) buyurmuştur.

 

"Ben. Rabbinizin nefesini Yemen tarafından duyuyorum (hissediyorum) hadisi de aynı şekildedir.

 

EBU MUHAMMED: Bu, bir çeşit kinayedir. Çünkü bunun manası şudur: Resululîah (bu sözü ile şöyle demiş gibidir): "Ben Mekkelilerden dolayı sıkıntı keder ve üzüntü içindeydim, Allah beni Ensar ile ferahlandırdı: Yani Resulullah ferahlığa, Ensar vasıtasıyla kavuşmuştur nsar ise (aslen) Yemenlidir.

 

İşte Ensar nasıl Allah'ın (verdiği) ferahlığı ise rüzgar da Allah'ın verdiği ferahlık ve rahatlıktır.

 

EBU MUHAMMED: Ben bu hususu "Ğarîbu'l-Hadîs" kitabımda daha geniş bir şekilde açıkladım. Bu kitabın, onların hücum ettikleri ilim konusunda kapsamlı bir eser olması için, bu açıklamaları burada (tekrar) zikretmeye lüzum gördüm.

 

 

57- Teşbih İfade Eden Bir Hadis...

 

İDDİA: Resulullah (s.a.v.)'in; kızınm iki oğlundan birisi için "Vallahi siz (çocuklar) yokmusunuz ya, sizler insanı korkak ve cimri edersiniz! Vallahi sizler Allah'ın (yarattığı) çiçeklerden birer çiçeksiniz. Ve Allah attığı son adımını "Vecc" e atmıştır. dediğini rivayet ettiniz.

 

CEVAB: Biz deriz ki: Bu hadisin bazı akılcılar (=ehl-i nazar) ve hadisçier tarafından kabul edilen güzel bir açıklaması vardır.

 

Onlar dediler ki: Allah'ın müşrikleri hezimete uğrattığı en son yer Taif dir. Resulullah'ın en son çıktığı sefer "Vecc" e yaptığı seferdir. "Vecc" Taif den önce bir vadinin ismidir.

 

Sufyan b. Uyeyne ( -198) de bu görüşü kabul ederdi. (Süfyan şöyle) demiştir: Bu, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dua ederken: "Ey Allah'ım Mudar üzerine baskını arttır ve onların üzerine Yusuf un (a.s.) (kıtlık) seneleri gibi seneler gönder." demesi gibidir. Bu dua üzerine yedi sene ard arda kıtlığa uğradılar. Hatta öyle ki, yeni doğmuş kuzu ve oğlakların derileri ve kemiklerini bile yediler.

 

Sen,"Sultanın, tebaası üzerindeki adımı ağırlaştı (=baskısı arttı) onlara ayakları bağlı birine ayakla bastığı gibi ayağını basıyor(=baskı ve zulüm yapıyor.) " dersin.

 

Şair (Zuheyr) de şöyle demiştir: "Kin ve öfke üçayakları bağlı olan birini veya bir yere kımıldayamayıp ezilen otu çiğnediğin gibi bizi çiğnedin

 

Ayakları bağlanan bir kimseye yapılan baskı, baskıların en ağırıdır. Çünkü o, bukağı içinde yürür ve yürürken iki ayağını birden yere basmak mecburiyetinde kalır.

 

Şiirdeki el-herm; zayıf bir ottur, birisi üzerine bastığı zaman kırılıp ezilir.

 

Bu görüş (açıklama) beğenilmemekten uzak, akla yakın bir görüştür.

 

Şu kadar ki ben, Resulullah'ın kasdettiği şeyin kesinlikle bu olduğuna kani değilim. Çünkü ben, sahih İncil'de okudum ki.. Mesîh (Isa) havarilerine: "Evvelkilere,"Allah'ın adı ile yemin ettiğiniz zaman, yemininizden caymayın. Bilakis yemininizi yerine getirin." dendiğini duymadınız mı?

 

Ben size diyorum ki: "Hiçbir şey ile yemin etmeyin. Ne gökyüzü ile çünkü o Allah'ın kürsüsü (=tahtıdır), ne yeryüzü ile çünkü  O'nun AYAKLARININ BASTIĞI yerdir-, ne de Urşelîm (Kudüs) ile çünkü o, en büyük Melik'in (=Süleyman) şehridir yemin etme! Başın ile de yemin etme, çünkü sen başındaki siyah veya beyaz bir saçı dahi arttırmağa kadir değilsin. Sözünüz ancak "Evet, evet; hayır, hayır" olsun. Bundan gayrisi şeytandandır. (Matta: V / 33-37.)

 

Mahir (Metyu): Buradaki Sahih İncil'den kasıt Matta'nın sahih nüshasıdır. Matta ise bilindiği gibi tahrif (bozulmuş) İncil'in belki binlerce farklı nüshasından birinin seçilmiş halidir. Asla delil değildir. Ancak içinde vahiy'den parçalar olması ihtimali o'ha saygısızlığı yasak kılar. En doğrusunu Celle ve A'la olan Allah bilir.

 

 

EBU MUHAMMED: Bu anlattıklanm, bana Yezîd b. Amr'ın tahdis ettiği bir hadise de uymaktadır. Yezîd dedi: Bize Abdullah b. Zubeyr el-Mekkî tahdis etti (ve) dedi ki: Bize Abdullah b. Haris, Ebu Bekr b. Abdirrahman'dan, o da Ka'b (b. el-Ahbar) ( -32) dan tahdis etti ki (Ka'b şöyle) demiştir: Vecc, mukaddestir. Yeryüzünün yaratılmasına karar verdiği gün Rab, oradan göğe yükselmiştir.

 

Mahir: Ka'b el-Ahbar Ebu Bekr (r.a.) zamanında Müslüman olmuş bir Yahudi alimi idi. Yemen'den Medine'ye gelmçiş sonra Suriye'de vefat etmiştir. İsrailiyyat'tan çokça bilgi vermiştir. İsrailiyyat doğruluğu yeterince kanıtlanamadığı zaman temkin ile karşılanmalıdır. Bu itibarla buradaki ifadelere temkinli bakılmalıdır.

 

 

58- Dediklerine Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis...

 

İDDİA: Resulullah (s.a.v.)'in,"Kafîrin dişi cehennemde. Uhud dağı btiyüklüğündedir. Derisinin kalınlığı da cebbar'ın zira'sı ile kırk zira'dır." dediğini rivayet ettiniz

 

CEVAB: Bu hadisin güzel bir açıklaması vardır. Eğer Resulullah (s.a.v.) onu kasdettiyse, o da şudur: "Burada Cebbar (Cenab-ı Hak değil) hükümdar demektir. Nitekim Allah (C.C.) da: "Sen de onlara karşı (îmana) zorlayıcı (=cebbar) değilsin" (Kaf 45) buyurmuştur. Yani onları hükmü altına alan bir hükümdar değilsin, demektir. el-Cebabîra da, hükümdarlar demektir. Bu, insanların: "O, hükümdar zira'sı ile şu şu kadar zira'dır." demeleri gibidir....Bu sözleriyle onlar, en uzun zira'yı kasd etmektedirler.

 

Zannedersem Cebbar, Acem hükümdarlarından idi. Onun zıra'sı en uzun idİ. Bu yüzden en uzun zira' ona izafe edilmiştir.  (Zira genelde arşındır ve ölçüsü yere göre değişir)

 

 

59- İddialarına Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis..

 

İDDİA: İbn Abbas'ın (r.a.): "Hacer-i Esved Allah'ın yeryüzündeki sağ elidİr. Onunla, insanlardan dilediği ile musafaha eder. dediğini rivayet ettiniz.

 

CEVAB: Biz deriz ki: Bu bir misal ve benzetmedir. Bunun aslı şudur: Hükümdar biriyle (tokalaşıp) musafaha ettiğinde insanlar da onun elini öper. Sanki Hacer-i Esved de Allah için, hükümdarın sağ eli mesabesindedir. Ona el sürülür ve öpülür.

 

Hz. Aişe'nin de şöyle dediği bana ulaştı: Allah [C.C) Adem oğullarından misak (bağlılık sözü) aldığı ve onları "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diyerek, nefisleri üzerine şahid kıldığı, onlar da "Evet (Sen bizim Rabbimizsin)" dediği zaman bu misakı Hacer-i Esved'in içine koymuştur.

 

İnsanların (Hac esnasında Hacer'i) istilam eder (el sürer) ken: "Sana inanarak ve ahdini yerine getirerek..." dediklerini duymadın mı? Bunun manası: 'Sana verdiğimiz sözü (ahdi) yerine getirdik. Şüphesiz Rabbimiz Sen'sin sen!" demektir. Böyle söylenmesinin sebebi şudur: Cahiliyye devrinde de Hacer'i islam ederlerdi. Fakat onlar müşrik idiler ve Hacer'i hakkıyla istilam etmiyorlardı. Çünkü onlar kafir idiler.

 

 

60- Dedıklerıne Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis..

 

İDDİA: Resulullah'ın (s.a.v.), "Rabbimi en güzel surette gördüm. Elini İki omuzum arasına koydu. Öyle ki parmaklarının soğukluğunu iki göğsüm arasında hissettim. buyurduğunu rivayet ettiniz.

 

CEVAB: Biz deriz ki: Allah'ı gözler idrak ve ihata edemez, fakat O bütün gözleri ihata eder. Yani: Dünyada (gözler O'nu göremez)...Fakat Kıyamet günü olunca mü'minler Allah'ı (c.c.), ondördünde ay'ı gördükleri gibi göreceklerdir.

 

Musa (a.s.) da Allah'ı görmek istemiş ve "Rabbim kendini bana göster de sana bakayım." "(A'raf: 143) demişti. (Bu sözüyle Musa (a.s.), Allah'ın kendisi ve kendi emsali Allah dostları için Kıyamet gününe tehir ettiği ru'yet'in öne alınmasını istemiştir. Allah (C.C.) da "Beni (dünyada) hiçbir zaman göremezsln!"(A'raf 143) buyurmuştur. Bu sebeple bazıları / Peygamberimiz O'nu ancak rüyasında ve vahiy kendisini etkisi altına aldığı zaman görmüştür. İsra gecesi vuku bulan gece yürüyüşü ise cesedi ile değil ruhu ile olmuştur. Nitekim Cenab-ı Hakkın: İsra gecesi sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur'an'da lanet edilen (ve Cehennemin dibinde biten Zakkum isimli) ağacı da yalnız insanlara bir imtihan yaptık (İnsanlardan kimi İsra hadisesini kimi de Cehennemde ağaç biteceğini inkar etti.) (İsra 60) buyurduğunu duymadın mı? demişlerdir.

 

(Allah Teala) rüya ile, Resulullah (s.a.v.)'in İsra gecesi gördüklerini kastetmektedir..

 

Resulullah İsra hadisesini anlatınca insanlardan bir kısmı bunu inkar etti ve: "Bir gecede nasıl olur da Beytu'l-Makdis'e gider, sonra göğe çıkar ve sonra da yeryüzüne tekrar iner?" dediler ve Resulullah'ın İsra'ının cismen vuku bulduğunu iddia ettiğini zannettiler. Ebu Bekr (r.a.) ise buna inanıp tasdik eden ve (buna inanma hususunda) inkarcılarla tartışanlardan idi. Bu sebeple ona Sıddik denilmiştir.

 

(Yine o bir kısım insanlar) sözlerine devamla şöyle dediler: O'nun (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımlarından birisi, "Gerçekten biz, O'nun (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cisminin kaybolup gittiğini görmedik." demiştir.

 

Bize Ebu'l-Hattab tahdis etti (ve) dedi ki: Bize Malik b. Said haber verdi (ve) dedi: Bize el-A'meş haber verdi (ve) dedi ki: el-Velîd b. el-Ayzar'ı, Allahu Tealanın "Andolsun ki Peygamber onu açık ufukta gördü" (Tekvîr 23) ayeti hakkında Ebu'l-Ahvas'ın Resulullah (s.a.v.) Cebrail'i kendi (aslî) suretinde, yediyüz kanadı ile gördü." dediğini naklederken işittim.

 

Dediler ki: İsra'nın ruhen olduğuna delalet eden hususlardan birisi de Abdullah b. Vehb'in rivayet ettiği şu hadistir: Abdullah b. Vehb, Amr b. Haris'den, o da Saîd b. Ebî Hilal'den, o da Mervan b. Osman'dan, o da Umara b. Amir'den o da Ubeyy b. Ka'b'ın (r.a.) hanımı Ümmü't-Tufeyl'den onun Resulullah (s.a.v.)'i, "Rabbini rüyasında uzun saçlı, çok yakışıklı bir genç suretinde gördüğünü yeşillik bir yerde durmuş olup, altından bir döşek üzerinde bulunduğunu, ayaklarında da altından nalınlar olduğunu" anlatırken İşittiğini, rivayet etmiştir.

 

EBU MUHAMMED: Biz bu hadisi bu şekilde tevil edenin tevilini; doğru kabul ettiğimizden anlatmış değiliz. Onu ancak bir kısım insanların bu hadisi tevil ettiğini ve bu hadis için, bizim zikrettiğimiz diğer iki hadisi delil olarak kullandıklarını göstermek için zikrettik.

 

Allah (C.C.). "Her türlü noksanlıktan münezzeh olan O Allah'dır ki kulunu gece (...) götürdü" (İsra 1) buyurup dururken bu hadise nasıl onların tevil ettikleri şekilde olabilir?!

 

Bu ayeti böyle tevil etmek caiz değildir ve ayet (in zahiri manası) bu gibi hadislerle reddedilemez. Biz sapıtmaktan ve Allah'ın Muhammed (s.a.v.) için fazilet kıldığı İsra hadisesini tevil etmekten Allah'a siğınırız. Biz, hadisi kabul eder. Kur'an'ı da zahiri (manası) ne hamlederiz.

 

 

61- İddialarına Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis...

 

İDDİA: Resulullah'tan (s.a.v.), Allah'ın (C.C.) Adem'i kendi suretinde yarattığını rivayet ettiniz. Allah tebareke ve Teala ise, kendisinin sureti veya benzeri bulunmaktan münezzehtir.

 

CEVAB: Biz de onların dedikleri gibi, Allah'ın -hamd O'na mahsustur- sureti veya benzeri bulunmaktan münezeh olduğunu kabul ediyoruz. Şu kadar var ki, insanlar bazan birşeye alışırlar ve ona birşey demezler de, ona benzer (alışmadıkları başka) bir şeyi inkar ederler.

 

Görmüyor musun, Allah (C.C.) kendini vasfederken: "O'nun misli gibi (O'na benzer) hiçbir şey yoktur. O Semî'dir. Basîr'dir." (Şura: 11) buyurmaktadır.

 

Bu ayetin zahiri, O'nun mislinin hiçbir şeye benzemediğine delalet etmektedir. Bir şeyin misli, onun - kendisinden başka birşeydir. Binaenaleyh ayetin bu zahirine göre Allahu Teala için bir misil (benzer) vardır gibi gelir.

 

Bunun lugatta manası şudur ki: Birşeyin misli, o şeyin kendisinin yerine ikame edilir. Bu yüzden bir kimse: "Benim gibi birisine bu söz söylenmez! Ve benim gibi birinin emri olmadan hiçbir şey yapılamaz!" der. Bu sözüyle, "Benim nazîrime (benim gibi birine) bu söz söylenmez ve onun emri olmadan hiçbir şey yapılamaz." manasını kasdetmez.. Sadece: "Bizzat bana bu söz söylenmez." demek ister.

 

İşte Allahu Teala: "O'iiun misli gibi hiçbir şey yoktur." derken"O'nun gibi hiçbir şey yoktur." demek istemiştir. Böylece bu söz Arapların ifade tarzına tamamen uygun olur.

 

Senin,"Bana, mızrağa benzer (sivri) bir dille konuştu (=keîlemenî bi-lisanin ke misli's-sinani) ve "Kadının anem'e [bir meyve) benzeyen parmakları var (=leha benanun ke misli'l-anemi)" dediğin gibi (nasıl burada kef {= ke) harfi zaid ise) ayetteki "ke mislihi" deki kef in de zaid olması caizdtr (mümkündür).

 

Yine recez'ci bir şairin ve saliyatin ke kema yuesfeyni =...ve konduğu gibi duran ocak taşları..." sözü de böyledir.

 

Buradaki "kekema" kelimesindeki " kema"nm başına ikinci bir kef (=ke) harfi getirilmiştir ki bu misi (benzer, gibi) manasınadır.

 

İnsanlar Resulullah'ın: Allah Adem'i kendi suretinde yarattı." sözünün tevilinde müşkilat çekmişlerdir.

 

Kelamcılardan bir gurup: "Allah, Adem'İ Adem suretinde yarattığını murad etti Ve buna birşey İlave etmedi." dediler.

 

Eğer bu sözden murad bu olsaydı, bu sözün söylenmesinde hiçbir fayda olmazdı. Allah'ın insanI kendi suretinde, yırtıcı hayvanları ve diğer hayvanları da kendi suretlerinde yarattığından kim şüphe edebilir?

 

Başka bir gurup ise: "Allah, Adem'i, kendi katında mevcud bir suret üzere yarattı" demiştir.

 

Bu mümkün değildir. Çünkü Allah yarattıklarının hiçbirini bir modele göre yaratmaz.

 

Bazıları da yüzü çîrkinleştirmeyin! Muhakkak ki Allah, Adem'i kendi suretinde yaratmıştır." hadîsi hakkında Resulullah (s.a.v.)'in Allah'ın Adem'i yüz suretinde yarattığını kasdettiğini söylemişlerdir.

 

Bu da aynen birinci te'vil mesabesindedir. Bu tevilde de fayda yoktur.

 

İnsanlar Allah'ın Adem'i, çocukîarının yaratılışında; yüzünü de onların yüzü gibi yarattığını bilirler.

 

Bazıları hadise şu ilaveyi yaptılar: "Resulullah (s.a.v.) birinin yüzüne vuran bir adama rast geldi ve: "Yüzüne vurma! Muhakkak ki Allah Adem'i onun suretinde yaratmıştır.."[Yani, yüzüne vurulan adamın suretinde) buyurmuştur.

 

Bu sözde de birincisindeki gibi tutarsızlık vardır.

 

 

Vakta ki, hoş olmayan bu teviller yapılıp. bu hususta münakaşa çoğalınca bu meseledeki husumetleri bazı kimseleri, hadise bir ilave yapmağa zorladı. Ve dediler ki: İbn Ömer, Resulullah (s.a.v.)'den onun (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ''Allah Adem'i Rahmanın suretinde yaratmıştır." dediğini rivayet etmiştir.

 

Onlar "kendi suretinde (=suretihi)." kelimesindeki zamirinin Allah'a ait olmasını istiyorlar ki, böylece onların "h" zamiri yerine "er-Rahman" kelimesini koymaları(nın sebebi) de anlaşılmış oluyor. Bu, senin "Rahman Adem'i kendi suretinde yarattı" demen gibidir. Böylece onlar çirkin bir hata işlemiş oldular.

 

(Onların bu hataya düşmelerinin) sebebi şudur ki, bizim; "Allah gökyüzünü Rahman'ın meşîeti (=dilemesi) ile yarattı" veya "Rahman'ın iradesi ile yarattı" dememiz caiz değildir. Bu ancak ikinci isim, birinci isimden farklı olduğu zaman caizdir.

 

Veya rivayet, 'Yüz'ü çirkinleştirmeyin. Çünkü o, Rahman'ın suretinde yaratılmıştır." şeklinde olsaydı, Rahman,"Allah" 'dan başkası veya "Allah", "Rahman'"dan başkası olurdu.

 

Eğer İbn Ömer'in Resulullahtan bu şekilde bir hadis rivayet ettiği doğru ise, o takdirde hadis, Resulullah'ın dediği gibidir. Hadisin tevil edilmesine veya hadis hakkında münakaşa edilmesine lüzum yoktur.

 

EBU MÜHAMMED: Bu teviller içersinde gördüğüm, tutarlılığa en yakın ve beğenilmemekten en uzak tevîl, Ehl-i nazar'dan (= akılcılar) birinin şu tevilidir. O, şöyle demiştir: Allah (C.C.) Adem'i Cennette, yeryüzündeki suretinde yarattı."

 

Sanki bazıları: -Cennetteki şeyler dünyadakilerden farklı olduğu için- "Adem'in boyu Cennette şu kadardı, nuru (yüzünün parlaklığı, güzelliği) şöyleydi. güzel kokusu böyleydi.." demişler de Resulullah (s.a.v.) de: "Allah Adem'i yaratmıştır" sözüyle onu Cennette yarattığını; "...kendi suretinde." sözüyle de "...dünyadaki suretinde" yarattığını söylemek istemiştir...

 

Ben bu şekilde bir tevili ne kabul ederim, ne de bu tevilin Resulullah (s.a.v.)'in kasdettiği mana olduğuna hükmederim. Çünkü ben Tevrat'ta şunu okudum: "Allah (C.C.) göğü ve yeri yarattığında, "Biz kendi suretimizde bir beşer (insan) yaratacağız." dedi ve yeryüzünün toprağının alt tabakasından Adem'i yarattı ve onun yüzüne hayat rüzgarını üfledi. Yukarıdaki tevil ise, buna uymaz.

 

İbn Abbas'ın şu hadisi de böyledir: "Musa (a.s.) İsrail oğulları için kayaya (asasıyla} vurdu ve su fışkırdı. (Musa da): "Ey merkepler, içiniz!" dedi. Bunun üzerine Allah (C.C.) ona şöyle vahyetti: "Sen (bu sözünle) benim yarattıklarımdan kendi suretimde olan insanları kasdettin ve onları merkeplere benzettin. "Çok geçmedi (Musa) cezalandırıldı. Hadis bu manadadır.

 

EBU MUHAMMED: Benim kanaatim odur ki -Hiç şüphesiz en iyi bilen Allahtır- suret; iki el, parmaklar ve göz'den daha çok şaşılacak bir şey değildir. Bunlara olan alışkanlığımız sadece bunların Kur'an'da zikredilmesi sebebiyledir. Suret kelimesinden ürkülmesi ise, bu kelimenin Kur'an'da bulunmayışmdandır.

 

Biz bütün bunların (eller, parmak, göz ve suret) hepsine inanır, onlardan hiçbirinin ne keyfıyyeti, ne de haddi (sınırı, şekli) hakkında herhangi birşey söyleriz.

 

 

62- Dedıklerıne Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis...

 

İDDİA: Hammad b. Seleme tankıyle rivayet ettiğiniz Ebu Razîn el-Akîlî'nin hadisinde (Ebu Razîn'in) Resulullah'a (s.a.v.), "Gökleri ve yeri yaratmazdan önce Rabbimiz nerede idi?" diye sorduğunu, Resulullah'ın (s.a.v.) de: "Bir bulut içerisindeydi. Üstü hava, altı hava idi  buyurduğunu söylediniz. Bu bir tahdîd (Allah'a sınır ve mekan tayin etme) ve Allah'ı yaratılmışlara benzetmedir...

 

CEVAB: Biz deriz ki: Ebu Razîn'in (r.a.) bu hadisi hakkında ihtilaf edilmiştir. Hadis bu senedden başka bir senedle de, aynı şekilde çirkin bir ifade İle varid olmuştur. Hadisi nakledenler de (cahil) bedevilerdir. Kendisinden Hammad b. Seleme'nin hadisi rivayet edilen Vekî b. Hudus de meçhuldür.

 

Şu kadar ki bu hadisin tefsirinde Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam (-224) söz söylemiştir.

 

Ahmed b. Saîd el-Lıhyanî, Ebu Ubeyd'den bize, "Hadisteki el-ama kelimesi bulut demektir." dediğini tahdis etti.

 

el-ama kelimesi, med (=uzatma) ile olursa arapların günlük konuşmalarında zikredildiği gibi (bulut manasınadır. Eğer maksur (yani elifsiz) ise o takdirde mana: Sanki "O, körlük içindeydi."şeklinde olur. Bununla Resulullah, Allah'ın, insanların bilgisinden gizli olduğunu kasdetmiş olur.

 

Tıpkı bunun gibi bir şey senin için mübhem olduğu bir şeyi ve onun nerede olduğunu bilmediğin zaman sen: "Umiytu an haza'l-emr, fe ene a'ma anhu aman"

 

Yani: "Bu meseleye karşı kör oldum ben ona karşı bir körlük içindeyim." dersin. Ve sana gizli kalan herşey senden yana bir körlük içinde demektir.

 

"Üstü hava, altı hava (idi)" sözüne gelince bazıları hadise bir (nefy) "ma"sı eklediler ve Allah'ın altında ve üstünde hava bulunmasından ve Allah'ın da, bu ikisinin arasında bulunmasından ürkerek: "Ne üstünde hava (vardı)  ne de altında" dediler

 

Fakat esas olan rivayet, birinci rivayettir.

 

(Allah'a yakışmayan bir manaya karşı olan) ürküntü; hadîse "ma" ilave etmekle ortadan kalkmaz. Çünkü (ma ilave edilse bile) alt ve üst mefhumları yine de mevcuttur. Vallahu a'lem

 

 

63- Dedıklerıne Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis

 

İDDİA Resulullah'ın (s.a.v.): "Zamana (=dehr'e) sövmeyiniz. Çünkü Allah zamanın ta kendisidir. buyurduğunu rivayet etüniz. Böylece bu rivayette bulunmakla, "Dehriyye (=Materyalistler)"ye uymuş oldunuz.

 

CEVAB: Biz deriz ki: Cahiliyye devrindeki araplar: "Dehr ''malıma musibet (zarar) getirdi," ve "Bana dehrin felaketleri, afetleri ve musibetleri erişti," derlerdi.

 

İhtiyar birisi de: "Dehr (Felek) beni iki büklüm etti." der!.

 

Araplar, Allah'ın, takdiri ile meydana getirdiği, ölüm, hastahk, sevdiklerini kaybetmek veya ihtiyarlık gibi herşeyi dehr'e nisbet ederlerdi..

 

Yine: "Allah, bu dehr'e lanet etsin?" derler. Ona "el-menun = Ölüm" ismini verirlerdi. Çünkü araplara göre onlara ölümü celbeden odur.

 

el-menun "ölüm" demektir. Nitekim Ebu Zueyb de şöyle demektedir: (''mine'l-Menuni ve raybihi teteveccau ve'd dehru leyse bimu'tibin men yeczau") "Zamandan ve onun musibetinden dolayı mı acıdan sızlanıyorsun? Zaman, sabredemiyenleri kınayıcı değildir.

 

EBU MUHAMMED: er-Rıyaşî de, el-Asmai'den, o da İbn Ebî Tarfete el-Huzelî'den, o da Ebu Zueyb'den bu şiiri bana bu şekilde okudu. Bazıları ise bunu "ve raybiha tetevecceu" şeklinde naklediyorlar ve el-menun kelimesini. el-Meniyye (=ölüm) olarak kabul ediyorlar. Bu yanlıştır. "Zaman sabredemiyenleri kınayıcı değildir." sözü sana bunun yanlış olduğunu gösterir. Sanki şair: mine'd-Dehri ve raybihi teteveccau, ve'd-dehru leyse bimu'tibin men yeczau." demiş gibidir.

 

Allah (C.C.) da Kur'an'da: "natarabbasu bini raybel-menun (=Biz onun felaket zamanını bekliyoruz.)" (Tur 30) buyurmaktadır, "raybe'l-menun" yani: "raybe'd-dehri ve havadisehu (zamanın felaketleri ve insanın başına getirdikleri..") demektir. Arablar; "La elkake ahira'l-menun (=zamanın sonuna kadar (ebediyyen) seninle görüşmeyeceğim) " derler."ahira'l-menun", "ahira'd-dehri (zamanın sonu)'' demektir.

 

Allahu Teala Cahiliyye ehlinin; Allah'ın kendi takdiri ile meydana getirdiği şeyleri ve O'nun fiillerini zamana izafe etmelerini hikaye ederek şöyle buyurmuştur: "Hem (kıyameti inkar eden Mekke kafirleri) şöyle dediler: "Hayat ancak bizim bu dünya hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız, bizi ancak dehr (=zaman) helak eder." Halbuki onların buna dair bir ilimleri de yoktur. Onlar sadece zan peşinde koşarlar." (Casiye 24)

 

Resulullah (s.a.v.) de: "Size musibetler isabet ettiği zaman, zamana sövmeyin ve musibetleri zamana izafe de etmeyin. Muhakkak ki Allah; size bunları isabet ettiren O'dur, zaman değildir. Faile sövdüğünüz zaman Allah'a sövülmüş olur!" demiştir.

 

Görmüyor musun, onların birine bir felaket veya malına, çocuklarına veya vücuduna bir musibet geldiği zaman, bunları kendisinin başına getiren faile (vasıtaya), bundan dolayı söverler. Onun niyyeti zamana sövmektir. Halbuki sövülen Allah (C.C.) dır.,.

 

Bu anlatılanlar hakkında; benim yapmış olduğum tevili aslında bu tevil Allah'a hamd olsun, kolay ve anlaşılır ise de daha iyi anlatacak bir misal vereceğim sana: Sanki Zeyd adında biri, Feth adındaki kölesine, bir adamı öldürmesini emreder. Köle de adamı öldürür. İnsanlar da Feth'e söverler ve ona lanet ederler. Birisi onlara: "Feth'e sövmeyiniz, Çünkü Zeyd, Feth'in ta kendisidir." der. Bu sözüyle katilin Zeyd olduğunu kasdeder. Çünkü adamın öldürülmesini emreden odur. O adam sanki: "Çünkü katil Zeyd'dir. Feth değil!" demiş olur.

 

Zaman da böyledir. Zaman içersinde musibetler, felaketler olur. Bu musibetler Allah'ın takdiri iledir. İnsanlar, bu musibet ve felaketler zamanın içersinde meydana geldiği için hiç suçu olmadığı halde zamana söverler. Bunun üzerine birisi: "Zamana sövmeyiniz. Allah zamanın ta kendisidir." der.

 

 

64- İddialarına Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis ...

 

İDDİA: Ebu Zerr ve Ebu Hureyre'dan (r.a.), Resulullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet ettiniz: "Allah (C.C.), Kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim. buyurmuştur.

 

CEVAP: Biz deriz ki: Bu, bir misal ve benzetmedir. Allah ancak şunu kastetmiş: "Kim bana süratle taat getirirse, ben ona, onun getirişinden daha süratle sevabını gönderirim." ve bundan kinaye olarak yürüme ve koşmayı zikretmiştir.

 

Tıpkı bunun gibi: "Fulan sapıklıkta hızlıdır (=fulan mudıun fî'd-dalal)" denilince, bununla, adamın hızlı yürüdüğü kasdolunmuş olmaz. Sadece, onun süratle sapıklığa gittiği kastedilmiş olur.

 

(Buradaki "mudıun" kelimesinin kökü olan) "elvad, süratle yürümekten kinayedir.

 

"Ayetlerimiz (i red ve İbtal için) İçin koşuşanlar..." (Hacc 51) ayeti de böyledir. ayetteki essa'y, süratle yürümek, koşuşmak manasındadır. Burada onların devamlı olarak yürüdükleri kasdolunmuş değildir. Ancak onların, niyyetleri ve amelleri ile sürat gösterdikleri kasdolunmaktadır. -Vallahu a'lem-

 

 

65- Dedıklerıne Göre Icma Ve Kur'an'ın İptal Ettiği Bir Hadis...

 

İDDİA: Ummu Mektum'un oğlunun, Resulullah (s.a.v.) iki hanımıyla beraber iken, onun huzuruna girmek için izin istediğini, Resulullah (s.a.v.)'inde o iki hanımına örtünmelerini emrettiğini, hanımlarının: " Ya Resulullah o ama'dır (gözü görmez)" dediklerini bunun üzerine Resulullah'ın iki hanımına: (kör ise) siz de mi körsünüz? dediğini. rivayet ettiniz.

 

Ulema, örtündükleri takdirde kadınların erkeklere bakmasının haram olmadığına icma etmişlerdir. Resulullah (s.a.v.) zamanında kadınlar mescid'e gider ve erkeklerle (onların arkasında} namaz kılarlardı.

 

Bir de siz: "Zilletlerini açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zarurî olan (yüz, eller ve ayaklar) müstesnadır.."(Nur 31) ayetinin tefsirinde; (zînetten maksadın) sürme ve yüzük olduğunu söylediniz.

 

CEVAB Biz deriz ki: Şüphesiz Allah (C.C.), Resulullah (s.a.v.)'ın hanımlarına örtünmeyi emretmiştir. Bize. onlarla ancak perde arkasından konuşmamızı emretmiş ve: "Bir de (peygamberin) hanımlarından gerekli birşey isteyeceğiniz vakit de perde arkasından  isteyin."(Ahzab 53) buyurmuştur.

 

Onların yanma arada perde olmaksızın giren a'ma / kör olsun veya olmasın müsavidir. a'ma olsa da olmasa da ikisi de Allaha asi olmuş olurlar. Hanımlar da, yanlarına girmeleri için (a'ma olsun veya olmasın) onlara izin verdikleri takdirde Allah'a asi olmuş olurlar.

 

(Resulullah'ın (s.a.v.) hanımlarının) nikah edilmelerinin müslümanlara haram kılınışı gibi, bu da sadece Resulullah (s.a.v.)'in hanımlarına has bir hükümdür.

 

Resulullah (s.a.v.)'in hanımları Hac ve diğer farzlar için veya zaruri olarak dışarı çıkmalarını gerektiren ihtiyaçları için evlerinden çıktıkları vakit perde (arkasından konuşma) farzı ortadari kalkar. Çünkü o takdirde onların huzuruna kimse girmiş olmamaktadır. Yolculukta da, açıkta bulundukları vakit örtünmeleri gerekir. (Perde ile tesettür) farzı sadece onların (Resulullah'ın (s.a.v.) hanımlarının) oturmakta oldukları evler için vakî olmuştur.

 

BİR SONRAKİ İÇİN TIKLA:

 

SAYFA-6 66 – 80 NOLU BAŞLIKLAR