Ana sayfa

 

SAYFA-4 40 – 52 NOLU BAŞLIKLAR

 

40- Dediklerine Göre; Aklın Ve Düşüncenin Delillerinin Yalanladığı Bir Hadis..

 

İDDİA: Resulullah'a büyü yapıldığını; büyü yapmada kullanılan şeyin Zu Ervan (veya Zervan) kuyusuna konulmuş olduğunu, Hz. Ali'nin onu kuyudan çıkardığını ve büyü yapılan her bir düğümü çözdüğü zaman Resulullah'ın (s.a.v.) genç bir deveden daha çevik imişçesine kendisinde bir hafiflik hissettiğini rivayet ettiniz.

 

Bu Allah'ın peygamberi (s.a.v.) için caiz değildir. Çünkü sihir küfürden ve dediklerine göre şeytanın işlerinden bir iştir.

 

Allah'ın onu korumasına, melekleri ile ona doğruyu göstermesine ve vahyi şeytandan muhafaza etmesine rağmen; sihir Resulullah'a (s.a.v.) nasıl tesir edebilir? Allah (C.C.) Kur'an'ı kasdederek, "Ona ne önünden, ne ardından (hiçbir suretie) batıl yaklaşamaz."(Fussılet 42) buyurmuştur. Ve siz buradaki batıl'ın, şeytan olduğunu iddia ediyorsunuz.

 

Yine Allah ''O bütün gaybı bilendir. Gayba dair ilmini ise, kimseye açmaz. Ancak bir peygamber olarak seçtiği müstesnadır. Çünkü Allah, peygamberin önünden ve ardından muhafız melekler tayin eder (de onu korurlar)." (Cinn 26,27) buyurmaktadır. Yani; 'Onun önüne ve ardına meleklerden muhafız tayin eder. Melekler onu muhafaza eder, şeytan'ın, aslında olmayan birşeyi sokuşturmasından vahyi korur.

 

(Akılcılar) Sihir hakkında onun kişiyle kardeşinin arasını açan, adamı karısından ayıran, tılsım ve asılsız şeyler kabilinden bir hile olduğunu söylediler. Ve dediler ki: Bu (sihir) okuyup üflemeden ibarettir. Zehir de bir tür büyüdür, zehir adama içirilir ve onu kadınlardan uzaklaştırır. Adamın şeklini şemailini bozar, saçının sakalının dökülmesine sebep olur.

 

Keza Firavun'un sihirbazlarının, Musa'ya (a.s.) gösterdikleri şeyi, ona hakikatmış gibi hile ile gösterdiklerini söylediler. Ve, "Bunun gibi, biz cıvayı alırız ve onu yılan şeklindeki bir kaba boşaltırız. Sonra sıcak bir yere onu salarsak, civa yılanın kıvrılıp gittiği gibi kıvrıla kıvrıla gider." dediler.

 

Dediler ki: Bunun (sihrin) bir hile olduğunun bir delili de, "Bir de ne görsün! Onların ipleri ve sopaları, yaptıkları sihirden ötürü, kendisine koşuyormuş hayalini verdi."(Ta-Ha 66) ayetidir. Bu sadece bir hayaldir. (Öyle gösterme öyle hayal ettirmedir Hakikatta ise, ortada birşey yoktur.

 

Allahu Tealanın ve Süleyman'ın (a.s.) saltanatı aleyhine, şeytanların okudukları şeye (sihre) tabi oldular. Süleyman sihir yapıp kafir olmadı. Fakat şeytanlar, insanlara sihir öğrettiklerinden kafir oldular. Babildeki, Harut ve Marut isimli iki meleğe indirilen şeyleri (-ma unzile ale'l-melekeyni) öğretiyorlardı." (Bakara 102) ayeti hakkında da "ma '"nın nefy manasına olduğunu yani, iki (meleğe) sihir indirilmediğini söylediler. el-melekeyni (=iki melek) kelimesi de. Lam'ın kesresi ile "el-melikeyni (=iki sultan) dir, dediler. el-Hasen el-Basrî'n in (22-110) de, bu kelimeyi böyle (kesre ile) okuduğunu ve "Babil halkından iri ve kuvvetli iki adamdır." dediğini zikrettiler.

 

CEVAB: Biz deriz ki: Bu fikirleri kabul edenler, muhakkak ki Müslümanlara, Yahudilere, Hristiyanlara ve bütün Ehl-i Kitab'a muhaliftirler. Bütün ürnmetlere; Hindlilere -ki onlar üfürükçülüğe, nazarlık ve muskaya en fazla inanırlar-, Rumlara. Cahiliyye devrindeki ve İslam'daki Araplara da muhaliftirter. Kur'an'a aykırı olduğu tevil götürmez (şekilde açıktır.) Çünkü Allah (Azze ve Celle) Resulüne, "De ki: Sığımrım ben karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe. Yarattığı şeylerin fenalığından. Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden. (Büyü yapmak için) düğümlere üfleyip tüküren kadınların şerrinden." (Felak: 1-4) buyurmuş ve bize sihlrbazların --okuyup üfleyenlerin ve (nazarlık takarak) kötülükten korunmak için okuyanların tükür(üp üfle)dikleri gibi-- düğümledikleri bir düğüme üflediklerini haber vermiş, bildirmiştir.

 

Kureyş, sihre, el-idah derdi. Resulullah (s.a.v.) de el-adiha'ya ve el-musta'dıha'ya lanet etmiştir. (Resulullah) el-adıha ile sihir yapanı; el-musta'diha ile de sihir yaptıranı kasdetmiştir.

 

Şair de sihribazları kasdederek: "Sihirbaz düğümlerine (=ukadu'l-adıhî ve'l-mu'dıh) üfleyen kadınlardan Rabbime sığınırım." demiştir.

 

İbn Numeyr; Hişam b. Urve'den, o da babasından, o da Aişe'den (r.anha) -ki bu sened sahih ve makbul bir isnaddır.- kendisine büyü yapıldığı zaman Resulullah (s.a.v.), "Bana iki adam geldi. Biri baş tarafıma, diğeri de ayaklarımın ucuna oturdu. Birincisi: (Bu) adamın derdi nedir? dedi. İkİncisİ: (Ona) sihir yapılmış! dedi... Birincisi: Sihri kim yapmış? dedi. İkİncisi: Lebîd b. el-A'sam (yapmış)! dedi. Birincisi: Neyin içersine yapmış (sihri)? dedi. İkincisİ: Taraki saç ve erkek hurmanın kapçığı İle (yapmış)! dedi. Birincisi: Şimdi nerede o (büyü yapılan şeyler)? dedi.İkincisi: Zu Ervan kuyusunda! dedi." buyurduğunu rivayet etti.

 

Bu (hadis) insanların onun vasıtasıyla kendilerine bir menfaat celbettikleri ve kendilerinden bir zararı defettikleri birşey değildir ki bununla Resulullah'a (s.a.v.) medhu sena'da bulunmuş olsunlar. Bu hadisi nakledenlen yalancı, itham olunan ve Resulullah'a (s.a.v.) karşı düşmanlık eden kimseler de değildirler.

 

Yahudiler ondan önce Zekeriyya b. Azen'i (a.s.) bir ağaç içersinde öldürmüş, onu testere ile parça parça doğramışlarken; bu yahudi Lebîd b. eî-A'sam'ın Resulullah'a (s.a.v.) sihir yapmış olması yadırganamaz.

 

Vehb b. Munebbih'in (34-114,6) anlattığına göre Zekeriyya (a.s.) testere, kaburga kemiklerine vardığında inlemiş. Bunun üzerine Allah (C.C.) ona; "İstersen inlemeni (acını) dindireyim, istersen yeryüzünü ve üzerindekileri helak edeyim." diye ona vahyetmiş.

 

Ondan sonra Yahudiler, oğlu Yahya'yı (a.s.) kendilerini kandıran fahişe bir kadının sözüne bakarak öldürmüşlerdir.

 

Yahudiler (îsa) Mesih'i (a.s.) öldürdüklerini ve çarmıha gerdiklerini iddia etmişlerdir. Eğer Allah (C.C.), "Onu öldürmediler, asmadılar da. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı. (Onlardan biri îsa şeklinde kendilerine gösterildi ve bu adam öldürüldü)'' (Nisa 157) buyurmasaydı; biz, başka birinin isa'ya (a.s.) benzetildiğini bilemezdik. Çünkü Yahudiler onun düşmanıdırlar. Yahudiler bu iddiada bulunuyorlar, Hristiyanlar da onların dostları olup, onların bu iddialarını kabul ediyorlar..

 

Keza Peygamberleri Öldürmüşler, onları ateşte yakmışlar ve çeşitli işkenceler yapmışlardır. Eğer Allah (C.C.) dileseydi, onları bütün bunlardan korurdu.

 

Resulullah da (s.a.v.), kızartılmış bir koyun kolu ile zehirlenmiştir. Onu bir Yahudi kadın zehirlemiş ve zehir, Resulullah (s.a.v.) ölünceye kadar tesirini nöbet nöbet devam ettirmiştir.

 

Resulullah (s.a.v.) (bu hususu kasdederek), "Hayber lokması (o zamandan beri) beni zehirleyegeldi. İşte şimdi bu an, hayat damarının kesilme vaktidir. demiştir.

 

Burada Allah, Yahudi kadınına, Resulullah (s.a.v.)'i zehirleme fırsatı vermiş ve neticede kadın onun ölümüne sebep olmuştur. Bundan önce ise Allah onların Peygamber'i (s.a.v.) öldürmelerine fırsat tanımamıştır.

***************

Mahir: Normal birini hemen öldürecek zehir, bir mu'cize eseri olarak uzun zaman beklemiştir.

***************

Sihir ise; öldürmekten, ateşte yakmaktan ve işkence etmekten daha hafiftir.

 

Eğer (akılcılar) bunu sadece; Allah ne Peygambere (s.a.v.), ne de diğer peygamberlere şeytanın musallat olmasına müsaade etmeyeceğinden dolayı inkar ediyorlarsa; onlar Kur'an'daki "Biz senden evvel hiçbir Resul, hiçbir nebî göndermedik ki, o (birşey) arzu ettiği zaman şeytan onun dileği hakkında İlle (bir fitne meydana atmış olmasın!" (Hacc 52) ayetini okusunlar. Yani: Resulullah (s.a.v.) Kur'an okuduğu zaman şeytan, bazı şeyleri karıştınp, Kur'an'dan birşeymiş gibi göstermek istediği zaman, (yani) namazda, "İşte yüce garanîkler. Muhakkak onların şefaatları umulur." sözünü, Resulullah'ın lisanına karıştırdığı zaman onu teselli etmek için (bu ayeti indirmiştir).. Şu kadar ki şeytan, Kur'an'a ne birşey ilave edebilir ne de birşeyi eksiltebilir.

 

Allah'ın (yukarıdaki ayetin devamında), "Bunun üzerine Allah. Şeytan'ın bıraktığı (ilka ettiği) fitneyi giderir. Sonra da Allah ayetlerini tesbit eder, kuwetlendirİr."(Hacc 52) buyurduğunu (hiç) duymadın mı? Yani: Şeytanın ilka ettiği şeyi iptal eder, demektir.

 

Bundan sonra da, ''(Allah'ın şeytana İmkan verip de sonra fitneyi gidermesi) şeytanın atacağı fitneyi. kalblerinde bir maraz bulunanlara bir imtihan vesilesi yapmak içindir." (Hacc 53) buyurmuştur.

 

İşte,"Ona (Kur'an'a) ne önünden, ne ardından (hiçbir suretle) batıl yaklaşamaz." (Fussılet 42) ayeti de böyledir. Yani şeytan ne başlangıçta ne de sonra. Kur'an'da bir ilave yapmağa kadir olamaz, demektir...

 

EBU MUHAMMED: Bana Ebu'l-Hattab tahdis etti (ve) dedi: Bana Bişr b. el-Mufaddal Yunus'dan o da el-Hasen (el-Basri)'den haber verdi. (el-Hasen) Resulullah (s.a.v.): ''Cibril bana geldi ve "Cinlerden bir ifrit sana kötülük yapmayı planlıyor. Sen yatağına uzandığında ''Allahu la ilahe illa huvel-Kayyum" de" ve ayete'l-kürsîyi sonuna kadar oku!" buyurdu" demiştir.

 

Allahu Teala Eyyub'un (a.s.), "Gerçekten şeytan beni zorluk ve musibete uğrattı." (38.Sad dediğini de (Kur'an'da) hikaye etmiştir.

 

EBU MUHAMMED: Musa'nın (a.s.) gördüğü sihir hakkında bu bir hayal (öyle gösterme, zannettirme) dir, hakikatta öyle bir şey yoktur, demelerine gelince: Bunu biz inkar da etmiyoruz, red de etmiyoruz. Biz katiyetle biliyoruz ki bütün mahlukatın hepsi bir sinek yaratmak için biraraya gelseler, yine de buna güç yetiremezler. Şu kadar ki, o hayalin (hayal olunan şeyin) onların iddia ettikleri gibi, yılan gömleğine civa koyarak haraket ettirmek suretiyle mi yoksa başka bir şekilde mi olduğunu bilmiyoruz. Bu işin hakikatini ancak sihirbaz olan veya bu hususta sihirbazlardan birşeyler dinlemiş olanlar bilebilir.

 

Onların (akılcıların) "...ve Süleyman'ın saltanatı aleyhine, şeytanların okudukları şeye (sihre) tabi oldular." (Bakara 102) ve "...Babil'deki iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı."(Bakara:102) ayetleri hakkında, bunların tevili şudur: "Babil'deki iki meleğe (birşey) indirilmedi" demektir." demelerine gelince: Bu, onların muhal ve ters tevillerinden daha az yadırganır birşey değildir. Çünkü Babil'deki iki meleğe birşey indirilmedikten sonra bu sözün söylenmesi lüzumsuz ve manasız olmuş olur.

 

Bir kimse ancak şunu iddia ederse onların bu tevilleri caiz olabilir. Yani: Sihir, bu iki meleğe indirilmiştir; bu takdirde de mesele evvelce anlatıldığı gibi olur. Yahut da aksine bir delil olur ki -dedikleri gibi iki meleğe sihir indirilmemişse-. Allah, "Ona tabî oldular" buyururdu....

 

Bunun misali, durup dururken "allemtu hazE'r-racule'l-Kur'ane ve ma unzile ala Musa (= Bu adama Kur'an'ı ve Musa'ya indirileni (Tevrat'ı) öğrettim.)" denilmesidir. Bu sözü işiten kimse buradaki "ma'' yı nefy (olumsuzluk) manasına alıp da senin, "Kur'an Musa'ya indirilmedi, " demek istediğini aklına getirmez. Çünkü bu sözden önce birisi "Kur'an Musa'ya indirilmiştir." dememiştir. Bu sözü işitenin aklına sadece senin o adama Kur'an'ı ve Tevrat'ı öğrettiğin gelir.

 

Bu ayetin tevili (yorumu) ise bizce, bu hususta rivayet edilen bir haber ile açıklanmıştır. İbn Abbas'ın anlattığına göre bu haber -özet olarak şudur-: Süleyman (a.s.) cezalandırıldığı ve saltanatının başına bir şeytan geçirildiği zaman; sihir, muska ve tılsım yoluyla şeytanlar, onun hazinesine, musallasının olduğu yere defnedilmişti. Süleyman (a.s.) vefat edince, şeytanlar insanlara gelir, "Biz size rüzgarları ve cinleri Süleyman'ın emrine verdiren, insanları ona boyun eğdiren şeyi haber verelim mi?" derler. İnsanlar da: "Evet" derler. Bunun üzerine Süleyman'ın musallasına ve tahtının olduğu yere varırlar ve sihri oradan çıkarırlar. Bunun üzerine İsrail oğullarının alimleri: "Bu Allah'ın dininden değildir. Süleyman sihirbaz değildi." derler.

 

İnsanlarm ayak takımı ise; "Süleyman bizden alim idi. O nasıl (sihir) yaptıysa. biz de yapacağız- (derler. Bu konuda Allahu Teala  "...ve Süleyman'ın saltanatı aleyhine şeytanların okudukları şeye (=ma tetlu'ş-şeyatînu) (sihre) tabi oldular." (Bakara 102) buyurmuştur. Yani: Yahudiler, şeytan'ın rivayet ettiği (anlattığı) şeye tabi oldular, demektir. Çünkü (ayetteki) tilavet (=okumak) ile rivayet aynı şeydir.

 

Sonra da (Allah}: "Süleyman sihir yapıp kafir olmadı. Fakat şeytanlar insanlara sihir öğrettiklerinden kafir oldular. Harut ile Marut İsimli iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı." (Bakara 102) buyurmuştur.

 

Bunlar iki melek idi. Adem oğulları günah işledikleri vakit, insanların aralarında hükmetmeleri için yeryüzüne indirilmiş idiler. Onların (iki meleğin) kalplerine kadınlara karşı şehvet duygusu konulmuş ve zina etmemek, kimseyi öldürmemek ve içki içmemekle emrolunmuşlardı. Zühre (Venüs) davada bulunmak kasdıyla ikisine geldi. Onlar Zühre'den hoşlandılar ve onu arzuladılar. Zühre de onunla göğe çıktıkları ismi (duayı) kendisine öğretmedikçe razı olmadı. Onlar da öğrettiler. Tekrar Zühreyi arzuladılar. Zühre yine, onlar içki içmedikçe razı olmadı. Onlar içki de içtiler, ve arzuladıkları ihtiyaçlarını giderdiler. Sonra çıktılar ve bir adam gördüler. Kendilerinin yaptıkları şeyleri görmüştür zannıyla adamı öldürdüler. Zühre, o ismi (duayı) söyledi ve göğe yükselerek kayboldu. Allah da onu (ceza olarak) akan yıldız haline soktu. Allah iki meleğe de kızdı ve onlara Harut ve Marut ismini verdi. Onlara dünya azabı ile ahiret azabı arasında bir seçme yapmalarını söyledi. Onlar da dünya azabını seçtiler. Bu yüzden ikisi, insanlara, kişi ile karısının arasını açan şeyleri öğrettiler.

 

Ehl-i nazar (akılcılar) a göre, Allah'ın iki meleğe indirdiği şey -Allah daha iyi bilir- Zühre'nin onunla göğe çıktığı Ism-i azam'dır. Bu iki melek Zühre'den ve Allah kendilerine kızmadan önce, bu isimle göğe çıkıyorlardı. Zühre o ismi şeytanlara öğretti. Şeytanlar da onu dostlarına öğrettiler. Onlara sihri de öğrettiler.

 

Denilir ki: Sihirbaz bir söz söyler ve yerle gök arasında uçar. Suyun üzerinde yürür.

 

EBU MUHAMMED: Bana Zeyd b. Ahzem et-Tai tahdis etti (ve) dedi ki: Bize Abdussamed haber verdi, (ve) dedi: Bize Hemmam, Yahya b. Kesîr'den rivayet etti. (Yahya) şöyle dedi: "Uman amili (=valisi) Ömer b. Abdilaziz'e: "Bize bir sihirbaz kadın getirildi. Biz de onu suya attık, fakat suya batmadı." diye yazmış... Ömer b. Abdilaziz de ona: Su konusu bizi ilgilendirmez! Eğer (aleyhinde) açık bir delil varsa (ne ala) aksi takdirde bırak gitsin..!" diye cevab yazmıştır.

 

Yine bana Zeyd b. Ahzem et-Taî tahdis etti (ve) dedi: Bize Abdussamed haber verdi (ve) dedi: Bize Zeyd b. Ebî Leyla haber verdi (ve) dedi: Bize Amîra (veya Umeyra) b. Şukeyr haber verdi (ve) dedi: Biz Sinan b. Seleme ile Bahreynde idik. Bir sihirbaz kadın getirildi. (Sinan) emretti ve suya atıldı. Kadın suya batmadı. Bu defa kadının idam edilmesini emretti. Biz de (idam sehpası için) bir ağaç yonttuk.

 

Bu sırada kadının kocası geldi. Sanki yanmış bir şiş gibiydi. (Sinan'a): "Ona emret de benden boşan-!' dedi. Sinan da kadına: "O'ndan boşan!" dedi Fakat) bana bir kapı ve bir ip dedi. Kadın kapının üzerine oturdu ve ipe okuyup üflemeğe ve onu düğümlemeye başladı. Birden kapı yükseldi ve ikisiyle beraber sağa sola gitmeğe başladı. Kadını ve kocasını yakalamak mümkün olmadı."

 

Bize Ebu Hatim, el-Asmaî'den tahdis etti (ve) dedi: Bana Muhammed b. Muslim et-Taifî şöyle bir hadis nakletti: "Şeytanlar fizikî yapılannı değiştirmeğe kadir olamazlar. Fakat sihir ile değişmiş görünürler."

 

Bana Ebu Hatim tahdis etti (ve) dedi: el-Asmaî Ebu Amr b. el-Ala'dan naklederek şöyle dedi: "ĞuI (=Dev, gulyabanî) cinlerden bir sihirbazdır."...

 

Bize Ebu'l-Hattab tahdis etti (ve) dedi: Bize el-Mu'temir b. Süleyman haber verdi (ve) dedi: Mansur'u; Rıb'î b. Hıraş'dan, o da Huzeyfe'den (r.a.) olmak üzere Resulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini zikrederken işittim: (Resulullah) demiş ki: Şüphesiz, Deccalın yanında ne bulunduğunu en iyi bilen benim. Onun yanında yakıcı bir ateş ve soğuk sudan bir nehir vardır. Biriniz onu görürse sakın korkmasın. Gözlerini yumsun ve ateş olarak gördüğüne dalsın. Çünkü o ateş (aslında) soğuk sudan bir nehirdir.

 

Yine bana Ebu Hatim, el-Asmaî'den, o da Ebu'z-Zinad'dan tahdis etti. (Ebu'z-Zinad) şöyle dedi: Bir kadın geldi. Fetva soracakmış. Resulullah'ın (s.a.v.) vefat etmiş olduğunu gördü. Sadece Resulullah'ın hanımlarından birini buldu. Onun Hz. Aişe olduğu söylendi. Kadın Aişe'ye: "Ey mü'minlerin annesi! Kadının biri bana, "Sana kocanın yüzünü sana çevirecek birşey yapmamı ister misin?" dedi. (el-Asmaî devamla}: Zannederim Ebu'z-Zinad şöyle devam etti: "Kadın iki köpek getirdi. Birine kendi, diğerine de ben bindim ve Allah'ın dilediği kadar gittik. Sonra (büyücü) kadın, diğer kadına: "Babil'de olduğunu biliyor musun?" dedi. Sonra bir adamın (veya "iki adamın" dedi) yanına girdim. Adamlar bana: "Şu külün üzerine işe!" dediler. Ben gittim fakat işeyemeden o iki adamın yanına döndüm. Bana: "Ne gördün?" dediler. Ben: "Hiçbir şey görmedim." dedim. Bana: "Sen daha işin başındasın" dedi!er" Kadın (devam ederek) ''Tekrar döndüm kendimi zorlayarak işedim. Benden peçeli bir süvari gibi birşey çıktı ve göğe yükseldi. Tekrar iki adama döndüm. Bana: "Ne gördün?" dediler. Ben de onlara (olanları) anlattım. Bana: "O (senden çıkan şey) senin imanın idi, seni terketti." dediler. Büyücü kadına vardım ve: "Vallahi o iki adam bana birşey öğretmediler. Nasıl davranacağımı da söylemediler." dedim. Büyücü kadın: "Ne görmüştün?" dedi. Ben: "Şunu şunu..." dedim. O: "Sen arapların en sihirbazı oldun artık sihir yap ve istediğini iste!" dedi. Sonra büyücü, kanallar açtı ve 'Tarla ol!" dedi. Bir de baktım ki ekinler sallanıp duruyor.

 

Sonra "Olgunlaş!" dedi. Bir de baktım ki ekin kurumuş. Büyücü, ekini aldı, kabuğunu soydu, ve bana verdi. Bana: "Bunu öğüt, ondan kavut yemeği yap ve kocana yedir." dedi. Ben ise bunların hiçbirini yapmadım. Mesele bu dereceye vardı. Tevbe etsem olur mu? dedi.

 

Kadın, "Emece de oturan Huzaa kabilesinden, bir adam görmüş ve: "Ey mü'minlerin anası bu adam Harut ve Marut'a insanlann en çok benzeyeni

 

EBU MUHAMMED: Bunu İbnu Muleyke'den, o da Aişe'den (r.anha) olmak üzere, îbnu Curayc da rivayet etmiştir.

 

EBU MUHAMMED: Bu öyle birşeydir ki biz, bunlara aklî deliller ve kıyas bakımından inanmıyoruz. Fakat biz, (Mukaddes) kitaplar ve peygamberlerin haberleri ve -Gördükleri ve müşahade ettikleri şeyler hakkında ancak düşüncenin (aklın) gerekli kıldığı ve kıyasın delalet ettiği şeye inanan şu adamlar (akılcılar) hariç- ümmetlerin her devirde bunun üzerinde ittifak etmiş olmaları sebebiyle inanıyoruz.

 

el-Hasen (el-Basrî) nin (22-110) (Harut ve Marut hakkında): O ikisi Babil halkından iri ve kuvvetli iki adamdır." sözüne ve "el-melikeyni (iki hükümdar)" şeklinde okumasına gelince; bildiğim kadarıyla, ne Kurra'dan ve ne de tefsircilerden hiç kimse, bu hususta ona uymamıştır. Üstelik bu görüş hiç hoş olmayan birşeydir ve açıklama olmaktan da uzaktır.

 

İki adama, kişi ile karısının arasını ayıran birşey indirilmesi nasıl caiz olabilir?

 

 

41- Dediklerine Göre Birbirini Nakzedip Reddeden İki Hadis...

 

İDDİA: Resulullah'ın, "Benden sonra Nebi yoktur. Ümmetimden sonra başka ümmet de yoktur. Helal; Allah Tebarake ve Teala'nın benim ağzımdan Kıyamet gününe kadar helal kıldığıdır. Haram da Allah'ın benim ağzımdan Kıyamet gününe kadar haram kıldığıdır," buyurduğunu rivayet

 

Sonra da Mesih'in ineceğini ve domuzları öldüreceğini, haç'ı kıracağını ve helal olan şeyleri arttıracağını rivayet ettiniz.

 

Keza Aişe'den, onun: "Resulullah hakkında Hatemu'l-Enbiya (Nebilerin sonuncusu) deyiniz. Ondan sonra nebi yoktur, demeyiniz. dediğini rivayet ettiniz. Bu ise bir çelişkidir.

 

CEVAB: Biz deriz ki: Bunda herhangi bir tutarsızlık veya çelişki yoktur. Çünkü Mesîh (İsa) geçmiş bir peygamberdir. Allah onu yükseltmiştir ve ahir zamanda, kıyamet alameti olarak tekrar indirecektir. Allahu Teala: "Gerçekten o (isa'nın nüzulü) kıyamet için bir beyandır."(Zuhruf 61) buyurmuştur. Kurra (Kıraat imamların) dan kimisi bunu "Gerçekten o kıyamet için bir alamettir." manasına gelmek üzere (ayetteki ılm'i, alem olarak) okumuşlardır.

 

Mesih indiği zaman, Muhammed'in (s.a.v.) şeriatından hiçbir şey neshetmeyecek bilakis, onun ümmetinden olan imam öne geçecek. Mesîh de onun arkasında namaz kılacaktır.

 

"Helal olan şeyleri arttıracaktır.." sözüne gelince: Bir adam Ebu Hureyre'ye (r.a.) "Helal olarak ancak kadını arttırır, der. O da: "Evet (kasdedilen) budur!" der. Sonra da güler.

 

EBU MUHAMMED: Helal olan şeyleri arttıracaktır." sözünden maksad, o bir kimsenin beş veya altı hanımla evlenmesini helal kılar demek değildir. Sadece: Mesih (a.s.) Allah kendini yükseltinceye kadar bir hanımla evlenmemiştir. Allah onu yeryüzüne indirince, bir hanımla evlenir ve bu suretle, Allah'ın ona helal kıldığı şeyler artmış olur... demek istemiştir.

 

Ve o vakit Ehl-i Kitaptan, Mesih'in Allah'ın kulu olduğunu bilmeyen ve onun beşer olduğunu inanmayan hiçbir kimse kalmaz.

 

Hz. Aişe'nin "Rusulullah hakkında "Hatemu'l-Enbiya (Peygamberlerin sonuncusu) deyiniz, ondan sonra nebî yoktur." demeyiniz." sözüne gelince: Hz. Aişe (r.anha) İsa'nin ineceğini düşünerek bu sözü söylemiştir. Onun bu sözü Resulullah'ın, "Benden sonra nebî yoktur" sözü ile tezad teşkil etmez. Çünkü Resulullah (s.a.v.): "Benden sonra - Peygamberlerin bir önceki şeriatı nesh ederek gönderildiği gibi benim şeriatımı neshedecek (kaldıracak) bir peygamber yoktur." demek istemiş; Hz. Aişe (r.anha) de, "Resulullah'tan sonra Mesih (İsa) inmeyecek, demeyin." demek istemişür.

 

 

42- Dediklerine Göre Birbirini Reddeden. Çelişik İki Hadis....

 

İDDİA Resulullah'ın, borcunun ödenmesi için karşılığını bırakmayan borçlunun cenaze namazını kılmadığını rivayet ettiniz..

 

Sonra yine O'nun: "Kim mal bırakırsa ailesinindir. Kim borç bırakırsa o(nu Ödemek) benim üzerime (düşer) ve başka bir hadiste: "Kim bir keli bırakırsa. Allah ve Resulüne (bırakmış) dır. buyurduğunu rivayet ettiniz.

(Keli: Fakir aileler veya bakacak kimsesi olmayan çocuklar demektir.)

 

Resulullah (s.a.v.); borcunu ödemeyi ve ölümünden sonra onun çocuk ve ailesine bakmayı kendine gerekli kıldığı birinin namazını kılmayı nasıl terkedebilir? Bu bir çelişkidir.

 

CEVAB: Biz deriz ki burada -Allah'a hamdolsun- herhangi bir çelişki yoktur. Çünkü borçlu olup (Ölen) ve borcunun ödenmesi için birşey bırakmayan kimsenin cenaze namazını kılmaması; İslam'ın başlangıcında ve fetihler genişleyip kendisine ganimet malları gelmeden önce idi. Ve o böyle davranmakla, borcun hafife alınmamasını ve ödeyemiyecekleri şeyi borç almamalarını kasdetmiştir. Vaktaki Allah kendisine ganimet ihsan edip fetihler genişleyince ve ona mallar gelince, fakirler ve çocuklar için ganimetten bir pay ayırmış ve bu paydan, müslümanların borçlarını ödemiştir.

 

 

43- Dediklerine Göre Birbirini Reddeden Çelişik İki Hadis...

 

İDDİA: Resulullah'ın (s.a.v.) Maiz'i (r.a.); zina ettiğini huzurunda dört kere ikrar etmedikten ve her ikrarında kendisinden yüz çevirmedikten sonra recmetmediğini, sonra dördüncü ikrarında onu recmettiğini rivayet ettiniz.

 

Sizin fakihlerinizden bir kısmı bu hadisi kabul ettiler ve: "Bir kimsenin (suçunu) ikrarı, aleyhindeki Şahidlerin adedi kadar olmadıkça onu recmetmeyiz." dediler. Ali b. Ebî Talib de bu görüşte idi.

 

Sonra yine rivayet ettiniz ki: İki adam Resulullah'a (s.a.v.) geldi. Birisi şöyle dedi: Benim oğlum bunun yanında işçi idi. Onun hanımı ile zina etmiş. Oğlumun bu suçundan dolayı ona yüz koyun ve bir de köle verdim. Sonra biz ehl-i ilimden bir adama sorduk. Oğluna yüz sopa ve bir sene sürgün cezası; kadına da recm gerekir." dedi." Resulullah (s.a.v.): "Nefsim elinde olan (Allah)a yemin ederim ki aranızda Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim: Yüz koyun ve köle sana geri verilmiştir. Oğluna yüz sopa ve bir sene sürgün cezası, bu adamın karısına da recm cezası!" buyurdu ve aralarında böylece hükmetti. Sonra; "Gît ya Uneys, şunun hanımına! Eğer zina ettiğini itiraf ederse, onu recmet." dedi. Kadın da itiraf etti, o da recmetti.

 

Halbuki hiçbir kimse. Resulullah'ın (s.a.v.) bir mecliste hatta birkaç mecliste "Kadın suçunu dört kere itiraf etsin", dediğini söylememiştir. Bu ise Maiz hadisine aykırıdır.

 

CEVAB: Biz deriz ki burada -Allah'a hamd olsun- herhangi bir tutarsızlık veya çelişki yoktur. Çünkü Resulullah'ın (s.a.v.) Maiz'den dört kere yüz çevirmesi, onun zina ettiğini itiraf etmesinden ve Allah'ın örttüğü bir suçu açığa çıkarmasından hoşlanmadığı içindir. Yoksa huzurunda dört kere suçunu ikrar etmesini istediğinden değil!...

 

Bir de onun durumunu iyice öğrenmek ve "Aklı yerinde mi yoksa aklî durumu bozuldu mu?" bunu bilmek istemiştir. Onun durumunu öğrenmek için dört kere itiraf etmesini uygun görmüştür. Eğer iki, üç veya beş, altı kere itiraf etmesini uygun görseydi bu yine de bağlayıcı bir delil teşkil etmezdi.

 

Şu rivayet, Resulullah'ın (s.a.v.); huzurunda zinanın itiraf edilmesinden hoşlanmadığını göstermektedir: Bu, Malik'in, Zeyd b. Eslem'den "Resulullah (s.a.v.) zamanında zina ettiğini itiraf eden bir adam hakkındaki" rivayetidir: Resulullah (s.a.v.) adama yüz sopa vurulmasını emretti ve: "Ey insanlar! Sizin için Allah'ın yasakladıklarından vazgeçme vakti gelmiştir. Kim bu pisliklerden bir iş işlerse, Allah'ın kendi suçunu örttüğü gibi o da suçunu örtsün. Çünkü kim bize (kendisine ceza verilmesi için) yanağını uzatırsa biz onun hakkında Allah'ın kitabının gerektirdiği şeyi tatbik ederiz,'' buyurdu.

 

Suçunu inkar edenin durumu hakkında şüphe kalmazsa, bu takdirde itirafın dörtten fazla veya eksik olabileceğine şu hadis delalet etmektedir: Yahya b. Saîd, Hişam ed-Dustuvaî'den, o Yahya b. Ebî Kesîr'den, o Ebu Kılabe'den (r.a.) rivayet o Ebu'l-Muhelleb'ten, o da Imran b. Husayn'dan rivayet etti ki: (Imran b. Husayn şöyle) dedi: Resulullah (s.a.v.) ile beraberdik. Kendisine zinadan hamile kalan, Cuheyne kabilesinden bir kadın geldi ve: "Ya Resulallah! Ben haddi gerektirecek bîr günah işledim. Cezayı bana tatbik et." dedi. Resulullah kadının velîsini çağırdı ve kadına iyi bakmasını, çocuğunu doğurunca kadını kendisine getirmesini emretti. Kadın doğumunu yaptı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) kadina çocuğu emzirmesini, sütten kesince de kendisine gelmesini emretti. Kadın da öyle yaptı. Sonra velîsi kadını getirdi. Resulullah (s.a.v.) emretti, kadının (üst) elbiseleri yırtıldı ve recmedildi. Sonra da namazını kıldı."

 

Ba hadiste kadının suçunu dört defa itiraf ettiği zikredilmemektedir. Bu ise Resulullah'ın: "Git ya Uneys! Şunun hanımına! Eğer (zina ettiğini) itiraf ederse onu recmet" dediği zikredilen hadis için (onu destekleyen) bir şahlddir.

 

Yine dediğimize diğer bir delil de şudur: Maiz b. Malik, recmedildiği vakit buna dayanamadı ve kaçtı. Buna rağmen onu recmettiler. Resulullah (s.a.v.)'e onun acıya dayanamadığını haber verdikleri vakit Resulullah (s.a.v.): "Onu bana getirseydiniz de tekrar onun durumuna bakaydım ya'' buyurmuştur....

 

Eğer cezayı gerektiren şey; onun dört defa ikrar etmesi olmuş olsaydı, Resulullah (s.a.v.)'in, "Onu bana geri getirseydiniz ya!"sözünün manası olmazdı. Çünkü o, adam hakkında Allah'ın hükmünü infaz etmişti. Adam dört kere ikrar ettikten sonra eğer dönerse, onun dönmesinin kabul edilmesi caiz olmaz. Fakat ikrar için bir aded tayin edilmezse, o zaman adamın ikrarından dilediği zaman dönmesi ve onun bu dönüşünün kabul edilmesi caiz olur.

 

 

 

44, 45, 46- Dediklerine Göre Üzerinde İttifak Edilmiş Olan Fakat Kur'an'ın İptal Ettiği Veya Hariciler Tarafından Delil Olarak İleri Sürülen Hükümler:

 

 

44- Dediklerine Göre Recm Hakkında. Kur'an'ın Reddettiği Bir Hüküm...

 

İDDİA: Siz Resulullah (s.a.v.)'ın recmettiğini, ondan sonra imamların (devlet başkanlarının) da recm cezalannı tatbik ettiğini rivayet ettiniz. Halbuki Allah, cariyeler, hakkında: "Eğer bir fuhuş yaparlarsa, o vakit hür kadınlar üzerine gerekli olan cezanın yarısı kendilerine lazım geIir."(Nisa 25) buyurmaktadır. Recm cezası ise, insanı öldürüp telef etmektir, ve parçalanma kabul etmez. O halde hür kadına verilen cezanın yarısı cariyeye nasıl verilir?

 

(Ebu Muhammed}: ayetteki el-muhsanat'ın evli kadınlar olduğunu söylediler ve: "Bu ayet, (zina eden) evli kadının cezasının sopa (değnek) olduğuna delalet eder." dediler.

 

CEVAB: Biz deriz ki: el-Muhsanat, eğer burada "evli kadınlar" manasına olsaydı dedikleri doğru olurdu. Ve bu delil geçerli olurdu... el-muhsanat ise burada,"bekar hür kadınlar" dan başkası değildir. Bakire oldukları halde onlara el-muhsanat (evli kadınlar) denmiştir. Çünkü ihsan (evlilik) hür kadınlara mahsustur ve onlarla evlenilir. Çariyelerle evlilik (akdi) olmaz.

 

Sanki Allah (C.C.): ''Kendilerine; hür kadınlar üzerine gereken cezanın yarısı verilmelidir."

demiş gibidir. Hür kadınlar ile bakire olanları kasdetmiştir. Araplar bazan sığır'a -hiçbir yeri sürmediği halde-  el-musira (=çift süren) derler. Çünkü başka hayvanla değll, sadece sığırla çift sürülür...

 

Otlaklanndaki develere de el-hedy (kurbanlık) denir. ÇünkÜnkü Ka'be'ye kurbanlık, onlardan götürülür ve kabe'ye kurban için götürülmeseler bile, onlara bu isim verilir.

 

Bizim el-muhsanat hakkındaki, yapmış olduğumuz "el-muhsenat bu ayette bakire ve hür kadınlar demektir." şeklindeki tevilimizi destekleyen diğer bir şahid de, AlIahu Tealanın başka bir yerdeki: "Siz'den her kim, hür olan mümin kadınları nikah edecek bir zenginliğe kudreti olmazsa; ona da, ellerinizin aldındaki mümin cariyelerinizden nikahlamak var.'' (Nisa 25) ayetidir, el-muhsanat -burada- hür olan kadınlardır. Buradaki el-muhsanatın "evli kadınlar" olması caiz değildir. Çünkü evli kadınlar tekrar nikah edilemez.

 

 

45- Dediklerine Göre Vasiyet Hususunda Kur'an'ın Reddettiği Hüküm

 

İDDİA: Resulullah'ın (s.a.v.): "Varis (mirasçı) İçin vasiyet yoktur. buyurduğunu rivayet ettiniz. Allahu Teala ise: "Sizden birinize ölüm alametleri belirdiği zaman, geriye mal birakacaksa, babasına, anasına ve akrabasına vasiyet etmesi farz kılındı."(Bakara 180) buyurmaktadır. Ana ve baba ise her halükarda mirasçıdırlar. Onları mirastan kimse menedemez. İşte bu rivayet Allah'ın kitabına aykırıdır.

 

CEVAB: Biz deriz ki: Bu ayet neshedilmiştir. Onu miraslar hakkındaki ayet [Nisa 7-12] neshetmiştir.

 

Eğer, "Miraslar hakkındaki ayette, (yukarıdaki) ayeti neshedecek birşey yoktur. Çünkü bazan ana babaya hem mirastaki hakkını hem de vasıyyet edilen hakları vermek caizdir." derse, biz ona deriz ki: "Bu caiz değildir. Çünkü Allah ana babanın mirastaki haklarının sadece veraset yoluyla hak kazandıkları mikdar kadar olduğuna hükmetmiştir. Miraslar hakkındaki ayetten sonra Allah: "(Yetimler ve varisler hakkındaki) bütün bu hükümIer, Allah'ın şeriatı ve çizdiği sınırlarıdır. Kim Allah'a ve peygamberine itaat ederse. Allah onu altlarından ırmaklar akan Cennetlere koyar ki, orada ebedî olarak kalıcıdırlar. İşte bu, en büyük kurtuluş ve saadettir. Kim de Allah'a ve peygamberine isyan eder, şeriat hükümlerini çiğneyip geçerse, onu da içinde ebedi olarak kalmak üzere ateşe koyar. Onun için rusvay edici, aşağı düşürücü bir azab vardır."(Nisa 13.14) buyurmuştur.

 

Allah, miraslar hususunda çizdiği sınırlara itaat etmeğe karşılık, en büyük sevabı vadetmiş, bu sınırlara isyan etmeğe karşılık da en şiddetli azabla korkutmuştur. Hiç kimse, varise, Allahu Tealanın tayin edip farz kıldığından daha fazla bir mal veremez.

 

Vasiyet ayetinin, Resulullah'ın:'Varis için vasiyyet yoktur." sözü ile neshedildiği de söylenebilir.

 

Sünnet'in Kur'an'ı nasıl neshettiğîni ise, inşaallah ileride açıklayacağız.. [37]

 

 

46- Dediklerine Göre Nikah Hususunda Kur'an'ın Reddettiği Bir Hüküm:

 

İDDIA: RasuIullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem),"Kadın, halası ve teyzesi üzerine nikah edilemez. ve 'Neseb yoluyla (nikahı) haram, olanlar aynı şekilde süt (emme) yoluyla da haram olurlar" buyurduğunu rivayet ettiniz.

 

Allah ise: "Size şunları nikahlamak haram kılındı: AnaIarınız, kızlarınız..."(Nisa 23} buyurmaktadır. Allah (C.C.) ayette; kadın ile, onun hala ve teyzesinin bir nikah altında cem edilmesinden bahs etmemiştir. Süt (emmek) ile de sadece süt anne ile süt kızkardeşi haram kılmıştır.

 

Sonra Allah (C.C.): "Haram kılınanlar dışında kalanlar size helal kılındı."(Nisa 24) buyurmuştur. Bu suretle kadını, hala ve teyzesiyle birlikte nikahlamak ve aynı şekilde süt anne ve süt kızkardeş dışındaki bütün süt akrabaları, Allah'ın helal kıldıklarının kapsamına girmektedir.

 

CEVAB: Biz deriz kî: Allah Azze ve Celle (insanların) itaatkarlıklarının veya isyankarlıklarının nasıl olduğunu denemek ve iyilik ve kötülük yapana karşılığını vermek için helal veya haram kıldığı şeyler de, onları helal veya haram kılacak bir illet (=sebep) olmaksızın farzlarla kullarını imtihan eder..

 

Yalan, koğuculuk, iftira, gıybet, cimrilik, zulüm ve benzerleri gibi, Allah'ın bize fıtraten çirkin kaldığı şeyler hariç; bütün çirkin olan şeyler, Allah'ın o şeylerden nehyetmesi ile çirkin olur. Güzel de, Allah'ın onu emretmesi ile güzel olur.

 

Allah (Azze ve Celle) bir peygamberi bir şeriat ile gönderir. Uzun müddet bu şeriat ile'amel edilir. Bu şeriatla amel edenler Allah'a itaat etmiş olurlar. Sonra ikinci bir peygamberi, ikinci bir şeriat ile gönderir, ve birinci şeriatı nesheder. Bu ikinci şeriatla amel edenler de Allah'a îtaat etmiş olurlar. Tıpkı Musa'yı (a.s.) Cumartesi yasağı ile göndermesi ve bunu, İsa (a.s.) ile neshetmesi; yine Musa'yı, yedinci günü (doğan çocuğun) sünnet edilmesi hükmü ile göndermesi ve bunu da İsa (a.s.) ile neshetmesi gibi; aynı şekilde Allah'ın, bir tek peygamberin zamanında, kullarına bir şeyi farz kılması ve sonra onu neshetmesi caizdir.

 

Allah (C.C.): "Biz, bir ayetin hükmünü diğer bir ayetle değiştirirsek veya unutturursak (geri bırakırsak) ondan daha hayırlısını yahud onun benzerini getiririz.." (Bakara 106) buyuruyor. "...Ondan daha hayırlısı..." ile, "Ondan daha kolayı"nı kastetmektedir.

 

O halde: Kur'an'ın Kur'an'la neshedilmesi caiz olunca, Kur'an'ın sünnetle de nesheditmesi caiz olur. Çünkü sünneti kendisine Cebrail, Allah'tan getirmektedir. Bu taktirde Kur'an olan (neshedilmiş) Allah kelamı, Kur'an olmayan Allah'ın vahyi ile neshedilmiş olur. Bundan dolayıdır ki Resulullah (s.a.v.): "Bana Kur'an ve onunla beraber, onun misli verildi. buyurmuştur. Bununla; kendisine Kur'an, ve sünnetten de onun misli verildiğini kasdetmistir. Bu sebeple Allah (C.C.) da: "Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan uzak durun." (Haşr 7) buyurmuştur. Allah (C.C.) Resulullah'tan (s.a.v.) Allah kelamı olarak bize ne ulaşırsa onu alacağımızı bilmektedir. Lakin o, Resulullah (s.a.v.)'e vahyetmek suretiyle, Kur'an'ın bazı ayetlerini neshedeceğini de bildirmektedir.

 

Bu (neshetme) vuku bulunca, bazılarının kalplerine dokunmuş ve anlayışlarına tesir etmiş bunun üzerine Allah da bize: "Peygamber size neyi verdiyse onu alın..." (Haşr 7) Yani: Kur'anda olmayan bir hüküm veyahutta Kur'an'ı nesheden bir hükum getirdiği zaman onu alın (kabul edin), buyurmuştur.

 

EBU MUHAMMED: Sünnetler bize göre üç türlüdür.

 

Birincisi: Cebrail'in Allahu Teala'dan getirdiği sünnet..."Kadın halası ve teyzesi üzerine nikah edilmez." ve "Nesep  yoluyla  (nikahı) haram olanlar, aynı şekilde süt (emme) yoluyla da haram olurlar." ve "Bir veya İki emme ile haramlık (hükmü) cereyan etmez. ve "Diyet kişinin asabeslne (baba tarafından akrabalarına) düşer, "hadisleri ve bunlara benzer esaslar (temel hükümler) gibi...

 

İkincisi: Allah'ın Resulullaha sünnet kılmasını mubah kıldığı, bu hususta kendi görüşüne (=reyine) başvurmasını emrettiği sünnettir. Bu nevi sünnette Resulullah'ın, dilediğine İllet (sebep) ve mazeretine göre ruhsat tanıma hakkı vardır. İpeği erkeklere haram kılması ve Abdurrahman b. Avf'a (r.a.) -ondaki bir hastalıktan dolayı- tpek kullanması için izin vermesi ve Mekke hakkında "Oranın otu koparılmaz, ağacı kesilmez." buyurması gibi... Abbas b. Abdilmuttalib bu söz üzerine: "Ya Resulullah! izhir hariç (olsun). Çünkü o. bizim kabirleri miz (veya evlerimizin çatısını örtmek) için gerekdir." dedi. Resulullah (s.a.v.) de: "(Pekala) izhir hariç!"  dedi.

 

Eğer Allahu Teala, Mekke'nin bütün ağaçlarının kesilmesini haram kılmış olsa idi, Abbas'ın (r.a.) izhir'in mubah kılınması isteğine muvafakat etmezdi. Fakat Allah, onun, faydalı gördüğü şeyi mubah kılmasına müsaade etmiş, o da Mekke'lilere olan faydasından dolayı izhir otunu mubah kılmıştır.

 

Resulullah'ın (s.a.v.) münadisi: "(Mekke'nin) feth (in) den sonra hicret yoktur." diye bağırır. Sonra Abbas (r.a.) Mucaşî' b. Mesud'un kardeşinin, Fetih'den sonra Muhacir olabilmesi için şefaatçi olarak Resulullah'a (s.a.v.) gelir. Resulullah ona: "Amcamın şefaatim (aracılığını) (istisna olarak) kabul ettim. (Fakat aslında) hicret yok" buyurmuştur.. Eğer bu hüküm, nazil olmuş olan (değişmez bir hüküm) olsaydı onda şefaat caiz olmazdı.

 

"Eski (ölü) topraklar Allah'a ve Resulüne aittir. Bilahare bu topraklar, benden size verilmiştir. Binaenaleyh her kim ölü bir araziyi (işleyip) ihya ederse, orası onundur buyurmuştur.

 

Umre ile alakalı olarak da: "Şayet şimdiki görüşüme daha önce sahip olmuş olsaydım, umre için ihrama girerdim. buyurmuştur

 

Yatsı namazı hakkında da: Eğer ümmetime meşakkat vermeyecek olsaydım, bu namazın vaktini, şu an (içinde olduğum gecenin son kısmı) olarak tayin ederdim. buyurmuştur. Ayrıca, kurban etlerinin üç günden fazla saklanmasını, kabir ziyaretini, (içki saklamaya mahsus) kaplardaki nebiz'İ İçmeyi yasaklamiş; sonra da "Ben sizin kurban etlerini üç günden fazla saklamanızı yasaklamıştım. Sonra anladım ki, İnsanlar bunu misafirlerine takdim ediyorlar ve o anda mevcut olmayanlar için saklıyorlar. Binaenaleyh artık yiyiniz ve dilediğiniz kadar saklayınız. Sizi kabir ziyaretinden de nehyetmiştim. Şİmdi artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz. (Fakat feryad-u figan ederek) haddi aşmayın!... Çünkü kabir ziyaretinin kalpleri incelttiğini (yumuşattığını) gördüm ve fikrimi değiştirdim. Sizi (İçki saklamaya mahsus) kaplardaki nebizl içmekten nehy etmiştim. Artık içiniz, fakat sarhoş eden şeyleri içmeyiniz!..

 

EBÜ MUHAMMED: Muhammed b. Halid b. Hıdaş'ın  rivayet ettiği şu hadis, bu hususu daha iyi açıklamaktadır: Bana Muhammed b. Halid b. Hidaş tahdis etti. Bana Müslim b. Kuteybe tahdis etti (ve) dedi ki: Yunus, Mudrik b. Umara'dan (r.a.) bize haber verdi (ve) dedi ki: "Resulullah (s.a.v.) Ensar'dan birinin bahçesine girdi. Yanında nakîr içersinde nebiz bulunan bir adam gördü ve: "Dök onu! " buyurdu. Adam: "(Son olarak) onu içmeme müsaade etmez misin? Sonra bir daha içmem! " dedi. Resulullah (s.a.v.): "Onu (son olarak) iç. Fakat (bundan sonra) bir daha İçme! buyurdu.

 

İşte bütün bunlar Allah'ın, Resullah'ın birşeyi men etmesini ve men ettikten sonra, dilediği kimse için müsaade etmesini ona mubah kıldığını sana gösterir.

 

Eğer bu hususlarda, bu şekilde haraket etmesi caiz olmasaydı, "Kelale hakkında sorulduğu zaman tevakkuf ettiği gibi o hususlarda da tevakkuf ederdi. Kelale'den sorana: "Bana bildirilen budur. Bana daha fazla bîrşey bildirilinceye kadar sana bundan fazla birşey söyleyecek değilim!" demiştir.

 

Yine bunun gibi, kocası ile anlaşamayan bir kadın gelip, zıhar'dan sorduğu zaman tevakkuf etmiş ve ona bir cevap vermeyerek: "Bu hususta Allah. hükmünü verecektir demiştir.

 

Ona (s.a.v.); İhramlı olan ve üzerinde yünden bir cübbe ve koku eseri olan biri geldi. (Durumu hakkında) ondan fetva istedi. Resulullah (s.a.v.) ona cevab vermedi. Elbisesine büründü ve kendisinden erkek devenin hırıltısına benzer bir hırıltı duyuldu. Sonra kendine geldi ve adama cevab verdi.

 

Üçüncü tür Sünnet: Bize, edep maksadıyla sünnet kıldığı şeydir. Eğer bu sünneti işlersek, bundan dolayı sevab kazanmış oluruz. Yok eğer terk edersek, -inşaallah- bize herhangi bir günah yoktur.

 

Sarığın çene altından bağlanmasını emretmesi ve pislik yiyen hayvanın etini yemekten ve hacamat (kan alma) dan elde edilen kazançtan nehyetmesi gibi.

 

Allah (C.C.): "De ki: "Bana vahyolunanlar içinde bir kimsenin yiyeceği arasında, dediğiniz gibi haram edilmiş birşey bulmuyorum. Yalnız haram olarak şunlar var: Leş, yahut akmış kan, yahut domuz eti, ki o şüphesiz bir pisliktir. Yahut Allah'tan başkasının adına bir fısk olarak boğazlanan."(En'am 145) buyurduğu halde; ehli eşeklerin azı dişli bütün yırtıcı hayvanların ve pençeli kuşların etlerini haram kılması da böyledir.

 

ResululIah (s.a.v.),"Bu sure indiği zaman, zikredilenlerden daha fazla, haram kılınacak birşey bulamıyorum?" demek istemiştir. Sonra Maide suresi nazil olmuş ve bu surede; henüz canlı iken yetişip kesmediğimiz; boğulmuş (sert bir cisimle) vurulmuş, (yüksek bir yerden) yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından boynuzlanmış, yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmış hayvanlar haram kılınmıştır.

 

Allah , Kur'an ile bize haram kıldıklarını (bu suretle arttırmıştır. Yine bu hususta, Resulullah'in (s.a.v.) dilinden, yırtıcı vahşî hayvan ve yırtıcı kuşları, ehli eşeklerin etlerini haram kılmıştır.

 

Allah (C.C.) "Kafirlerin size bir fenahk yapmasından korkarsanız dört rekatlı namazları kısaltmanızda üzerinize bir günah yoktur."(Nisa 101) buyurmasına rağmen, emniyyette olunduğu zamanda namazı kısaltmak hususunda da aynı şeyi söyleriz: Allah (C.C.), korku bulunduğu zaman namazı kısaltmamızda üzerimize bir günah olmadığını bize bildirmiştir.

 

"...yüzünüzü ve ellerinizi yıkayın, başınızı mesnedin ve ayaklarınızı da yıkayın "(Maide 6) ayetine rağmen mestlere meshedilmesi de böyledir.

 

İsa b. Yunus el-Evzaî'den, o da Yahya b. Ebî Kesîr'den ( -129) rivayet etti ki o, şöyle demiştir: "Sünnet, Kur'an üzerinde hüküm vericidir. Kur'an ise sünnet üzerinde hüküm verici değildir." Yani demek istiyor ki: Sünnet Kur'an'ı açıklayıcıdır. AlIah'ın Kur'an'da ne murad ettiğini (sünnet) haber verir.

 

 

47- Dediklerine Göre, Cuma Günü Gusletmek Hakkında Tutarsız Bir Hüküm

 

İDDİA: Malik - Safvan b. Süleym - Ata b. Yesar Ebu Saîd el-Hudrî isnadıyla. Resulullah'ın (s.a.v.): "Cuma günü gusletmek, akil ve baliğ olan herkese vaciptir. buyurduğunu rivayet ettiniz.

 

Sonra Hemman - Katade - el-Hasen (el-Basrî) - Semure (b. Cundeb) isnadıyla rivayet ettiniz ki (Semure) şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.v.): "Kim Cuma günü abdest alırsa iyi ve güzeldir. Fakat kim gusleder (boy abdesti alır) sa, o daha iyidir. buyurdu.    Bu hadis birincisine aykırıdır.

 

CEVAB Biz deriz ki: Resulullah (s.a.v.), "Cuma günü gusletmek, akil ve baliğ olan herkese vaciptir." sözü ile onun farz olduğunu kasdetmemiştir. Kirlerden temizlenmiş, kötü kokulan izale edilmiş bir şekilde camiye gelmeleri için; faziletini sevabını kazanmak isteyenlere bayram namazları için gusletmek vacip olduğu gibi; bu da Resulullah'ın (s.a.v.) aynı şekilde vacip kıldığı birşeydir.....

 

Resulullah (s.a.v.) ayrıca; koku sürünmeyi elbiseleri temizlemeyi, İş elbiselerinin dışında Cuma'ya mahsus elbise giyinmeyi de emretmiştir

 

Bütün bunların hepsi; Resulullah'ın (s.a.v.) tercih ettiği ve farz olarak değil de fazilet cihetinden vacip kıldığı şeylerdir. Sonra Resulullah (s.a.v.), insanların içerisinde hasta ve meşguliyeti olanların bulunabileceğini bir memlekette gusledüemeyecek kadar şiddetli soğuk olabileceğini ve ancak zor şartlar altında gusledilebileceğini düşünerek: "Kim abdest alırsa iyi ve güzeldir. Yani caizdir." buyurmuş, sonra bunu müteakib yapabilen için gusletmenin daha iyi ve faziletli olduğunu açıklamıştır.

 

Üç günden fazla, kurban etlerinin saklanmasını yasaklaması ve sonra: "Sonra anladım ki insanlar misafırlerine takdim ediyorlar ve o an mevcud olmayanları için saklıyorlar. Binaenaleyh artık yiyin ve dilediğiniz kadar (et) saklayın." demesi, Kabir ziyaretinden nehyetmesi ve sonra da: "Çünkü kabir ziyaretinin kalpleri yumuşattığını gördüm ve fikrimi değiştirdim. Şimdi artık kabirleri ziyaret edin, (Fakat feryad-u figan ederek) haddi aşmayın..." buyurması da böyledir.

 

 

48- Dediklerine Göre Tecrübe'nın Yalanladığı Bir Hadis...    

 

İDDİA: İbnu Lehia'dan, o Mişrah b. ahan'dan, o da Ukbe b. Amir'den; onun Resulullah (s.a.v.)'i "Eğer Kur'an deri içine konsa sonra ateşe atılsa yanmaz. derken işittiğini rivayet ettiniz...

 

Bu, asılsız olduğundan şüphe etmediğimiz bir hadistir. Çünkü biz mushafların yandığını, diğer eşyalara ve kitaplara arız olan şeylerin onlara da arız olduğunu görüyoruz.

 

CEVAP: Biz deriz ki: Bu hadisin; onların unuttukları ve bilemedikleri bir tevili (yorumu) vardır. Ben inşaallah Bana Yezîd b. Amr tahdis etti (ve) dedi: el-Asmaî'ye (122-213) bu hadisi sordum. Bana: 'Yani eğer Kur'an insanın içine konsa (insan onu ezberlese) sonra bu insan ateşe atılsa, yanmaz." dedi.

 

el-Asmai'nin kasdettiği şudur: Allah, müsIümanlardan kime Kur'an'ı öğretir ve ezberlettirirse; günahlarından dolayı içine atılsa bile, Kıyamet günü ateş onu yakmaz." de: "Kur'an'ı ezberleyiniz. Veya Kur'an'ı okuyunuz. Bu mushaflara aldanıp ta ezberlememezlik etmeyiniz. Çünkü Allah Kur'an'ı ezberlemiş olan bir kalbe ateş ile azab etmez." demiştir.

 

Ebu Umame (yukarıdaki sözü ile) insanın cismini, deri(el-ihab) gibi. Kur'an için kılıf yapmıştır. el-İhab dibağatlanmamış deridir. Eğer el-ihab'ın " dibağatlanmış deri" olması caiz olsaydı; onu cisimden kinaye olarak zikretmesi caiz olmazdı.

 

Bunun benzeri, Aişe'nin (r.anha) bir konuşma yaptığı ve babasının mürtedleri öldürmesin) den bahsettiği zaman Başları omuzlara düşürdü, kanları da derilerin (=uhub) içinde topladı." sözüdür. Hz. Aişe'nin derilerden kasdı, cesedlerdir.

 

Bu hadisin tevili (yorumu) hususunda başka bir görüş daha vardır. Bazısı demiştir ki: "Bu, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) devrinde idi. Bu (deri içindeki Kur'an'ın yanmaması) onun peygamberliğine alamet ve Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğuna Onun katından nazil olduğuna delil idi. Allah bu hususu bir vakitler müşrikler Kur'an'a hakaret ettikleri zaman bu mucize ile açıklamıştır. Nwbi (s.a.v.) den sonra ise bu mucize ortadan kalkmıştır.

 

Aynı bunun gibi, peygamberlerin kendi zamanlarında mucizeler meydana gelir. Ölü dirltir; kurt konuşur deve şikayette bulunur kabir içindeki ölüyü dışarı fırlatir. Fakat peygamberlerden sonra bunlar ortadan kalkar, yok olur.'

 

Bu husustaki diğer bir görüş de: "...yanmaz" sözünün deriye değil, Kur'an'a aid olmasıdır.

 

Yani: Eğer Kur'an bir deriye yazılsa, sonra ateşe atılsa; yanan şey deri ve mürekkebtir. Kur'an değiI. Sanki Allah (Azze ve Celle) Kur'an'ı deriden kaldırıp yükseltmekte ve onu ateşten korumaktadır. Biz kelamcıların: "Mushafta olan Kur'an'a delalet eden (manalar) dır. Yoksa kendisi değil" dedikleri gibi; Kur'an'ın mushailarda mecazi olarak bulunduğuna değil, hakikaten bulunduğuna şüphesiz inanırız.

 

Zira Allah Tabareke ve Teala da: "Muhakkak ki o Levh-i mahfuzda saklı bir Kuran-ı Kerîm'dir. Ona tertemiz olanlardan başkası el süremez."(Vakıa 77-79) buyurmuş;

 

Resulullah (s.a.v.) de: "Düşman topraklarına yanınızda Kur'an varken girmeyin.'' buyururken mushafi kasdetmiştir.

 

 

49- Dediklerine Göre Kur'an'ın Nakzettiği Bir Hadis...

 

RasuIullah'ın (s.a.v.): ''Sıla-i rahim (akraba ziyareti) ömrü arttırır'' buyurduğunu rivayet ettiniz. Halbuki Allah (C.C.): "...ecelIeri gelince bir an geri kalmazlar ve öne de geçmezler.''(A'raf: 34) buyurmaktadır. Sıla-i rahlm, ne geri kalacak ne de ileri geçecek olan bir eceli nasıl uzatabilir?

 

CEVAP: Biz deriz ki: Ömrün artması iki manaya gelir.

 

1-): Zenginlik, refah, rızık bolluğu, vücud sıhhatidir. Nitekim "Fakirlik en büyük ölümdür" denilmiştir. Bir hadiste şöyle denmiştir: Allah (C.C.) Musa'ya (A.S.), onun düşmanını öldüreceğini bildirir. Sonra Musa (A.S.) düşmanının (ölmeyip) hurma yaprakları ile birşeyler ördüğünü görür ve: 'Ya Rabbi! Bana, onu öldüreceğini vadetmiştin?" der. Allah (C.C.) da: (Vadettiğimi) yaptım. Onu fakirleştirdim." der...    .

 

Şair de şöyle demiştir: "Ölüp de rahata kavuşan, ölü değildir. Ölü ancak, dirilerin ölüşüdür."

 

Yani, dirilerin ölüsü ile fakiri kasdediyor.

 

Fakirliğe. ölüm denmesi ve hayattan azalma olarak kabul edilmesi caiz olunca; zenginliğe de hayat ismi verilmesi ve ömrün artması olarak kabul edilmesi caiz olur.

 

2-): Hadisin başka bir manası da şudur: Allah kulunun ömrünü, kendi nezdinde yüz sene olarak yazar. Fakat onun bünyesini, terkîbini, şeklini seksen senelik bir ömre göre takdir eder. Bu kimse akrabalarını ziyaret ederse, o terkibi ve bünyeyi arttırır. Adam seksen sene yaşar, buna ilaveten yirmi sene daha yaşar ve yüz seneye ulaşır. İşte bu yüz sene, artık ne ileri ne de geri bırakılmayan eceldir.

 

 

50- Kur'an'ın Ve İcma'ın İptal Ettiğini Söyledikleri Bir Hadis...

 

İDDİA: Allah (C.C.): "Biz bir şeyi dilediğimiz zaman ona sözümüz sadece "Ol!" dememizdir, o da hemen oluverir.'' (Nahl 40) buyurduğu ve insanlar "Allah'ın takdirini geri çevirecek hiçbir şey olmadığına ve O'nun hükmünü değiştirecek, iptal edecek birşeyin bulunmadığına" icma ettikleri halde siz sadakanın kaçınılmaz kazayı (=kaderi) defedeceğini rivayet ediyorsunuz.

 

CEVAB: Bunun tevili (yorumu) için deriz ki: Kişi günahları dolayısıyla, kendisine bir ceza takdir edilmesine müstehak olur. Ne zaman sadaka verirse, müstehak olduğu cezayı kendisinden uzaklaştırmış olur.

 

Nitekim, "Gizlice (gösteriş yapmadan) verilen sadaka Rabbin gazabını (öfkesini) söndürür. hadisi de bu hususu ispat etmektedir.

 

Görmüyor musun, Allah (C.C.) bir kimseye gazablandığı zaman, o kimse kendisini O'nun azabına maruz bırakmış olur. Kişi bu sadakasıyla bu gazabı ortadan kaldırınca, azabı da ortadan kaldırmış olur. Bu, şuna benzer: Ben bir adama karşı büyük bir suç işledim bundan dolayı onun belasından ve hemen bana karşılık vermesinden korktum ve ona bir hediye verdim ve bu suretle ona mani oldum, ve dedim ki: "Hediye hak edilmiş bir cezayı defeder (uzaklaştırır).

 

 

51- Dediklerine Göre Sonu. Baş Tarafını İptal Eden Bir Hadis....

 

İDDİA: "Başınıza öyle imamlar (idareciler) gelecek ki; onlara itaat ettiğiniz takdirde azmiş isyan ettiğiniz takdirde İse sapıtmış olacaksınız'' hadisini rivayet ettiniz.

 

Bu. aklen mümkün değildir. Nasıl olur da ona isyan etmekle sapıtmış ve ona itaat etmekle de azmış olurlar?

 

CEVAB: Biz deriz ki: Bu hadiste tevil edildikten sonra herhangi bir çelişki mevzuubahis değildir. Görüldüğü kadarıyla hadisin manası şudur: Onlar eğer, Allah'a karşı isyankarlığı, halka zulmetmeyi, ve haksız yere kan dökmeyi emredenlere itaat ederlerse, itaat edenler azıp sapıtmış olurlar. Eğer Haricîlerin yaptığı gibi onlara isyan edilir ve onlara başkaldırılır da müslümanlar arasında ihtilafa sebep olunursa, bu isyan edenler doğru yoldan sapmış olurlar.

 

Yani hadis, şu manaya gelir: "Ne onların dedikleri yapılır. ne de onlara isyan edilir."

 

Yine Resulullah'ın (s.a.v.) onlann kürsülerden iyiyi emretmelerini, eğer buna isyan edilirse isyan edenlerin doğru yoldan sapmış olacağını veya onların, bu makamın (kürsülerin) dışında, kötülüğü emretmelerini ve buna itaat edilirse itaat edenlerin azmış ve sapıtmış olacağını kasdetmiş olması da mümkündür.

 

 

52- Dedıklerıne Göre Kur'an'ın Ve Aklın Yalanladığı Bir Hadis...

 

İDDİA: Siz, Resulullah'ın (s.a.v.): "Kıyamet günü Rabbinizi ondördünde ay'ı gördüğünüz gibi göreceksiniz. Onu görmek için İzdihama maruz kalmayacaksınız. dediğini rivayet ettiniz. Halbuki Allah (C.C.): "Hiçbir göz onu ihata ve idrak edemez. Fakat O, bütün gözleri İhata eder." (En'am 103) ve "Onun misli gibi (O'na benzer) hiçbir şey yoktur." (Şura 11) buyurmaktadır.

 

Aklen, Halık'ın hangi sıfatla olursa olsun mahluka benzemesi caiz değildir. Musa (a.s.) da: "Rabbim, kendini bana göster, sana bakayım (dediğinde) Allah: "Beni hiçbir zaman göremezsin ,."(A'ra'f 143) demişür,

 

Eğer bu hadis sahih ise, o takdirde Allah'ın (C.C.) da: "Rabbinin kudretine bakmazmısın, gölgeyi nasıl yayıyor!?"(Furkan 45) ve "Görmez misin ki Allah herşeye gücü yetendir. buyurduğu gibi hadisteki görmek, bilmek manasına gelir.

 

CEVAB: Biz deriz ki: Hiç şüphe yok ki bu hadis sahihtir. Bu hadis, sika (güvenilir) ravilerden, çeşitli tarîk (isnad)lardan rivayet edildiği için, bu gibi hadislerin yalan olması mümkün değildir. Eğer bu gibi hadislerin yalan olması mümkün olsaydı; teşehhüd gibi, deve sığır ve koyunun zekatı, malların ve paraların zekatı gibi; boşama, köle azad etme ve buna benzer, ancak hadislerle bilebildiğimiz ve bu hususta Kur'an'da hiçbir açıklama bulunmayan ve amel etmekte olduğumuz dini hususların da asılsız ve hükümsüz olması gerekirdi.

 

"Hiçbir göz onu ihata ve idrak edemez. Fakat O, bütün gözleri ihata eder." ve Musa'nın,"Rabbim kendini bana göster, sana bakayım (dediğinde) Allah: "Beni hiçbir zaman göremezsin." sözüne gelince, bu Resulullah'ın (s.a.v.) "Kıyamet günü Rabbinizi göreceksiniz." sözü ile tezad teşkil etmez. Çünkü Allah (C.C.) "...hiçbir göz onu ihata ve idrak edemez." sözü ile, gözlerin O'nu bu dünyada göremiyeceğini kasdetmiştir. Musa'ya (a.s.) "...Beni hiçbir zaman göremezsin." demekle de bu dünyada göremiyeceğini kasdetmişür. Çünkü Allah (C.C.) dünyada kendisini bütün yarattıklarından perdelemiştir. Onlara hesap günü, ceza ve kısas günü tecellî edecektir. O zaman mü'minler, ondördünde ay'ı gördükleri gibi O'nu göreceklerdir. Ondördündeki Ay(ı görme) hususunda nasıl ihtilaf etmiyorlarsa, O'nun (görülmesi) hususunda da ihtilafa düşmeyeceklerdir.

 

Burada ay'ın bütün halleriyle -onun dönmesi, haraketi, büyüklüğü ve şekli- benzetme yapılmamıştır. Buradaki teşbih (benzetme) sadece; ondördünde ay'a baktığımız gibi O'nu göreceğimiz ve dolunay halideki ayı görme konusunda ihtilaf etmediğimiz gibi O'nu görme konusunda da ihtilafa düşmeyeceğimiz noktasından yapılmıştır.

 

Araplar birşeyin meşhur ve gayet açık olduğunu ifade etmek için ay'ı örnek verirler ve: "Bu güneşten daha aşikar, sabah aydınlığından daha açık ve ay'dan daha meşhurdur." derler.

 

Zu'r-Rumme de şöyle der: "Gerçekten öyle parladın ki, hiçkimseye gizli değilsin. Ancak ay'dan haberi olmayan bir kimseye gizlisin."

 

Hadisteki, "O'nu görmek için izdihama maruz kalmayacaksınız, "sözü de dediğimizin diğer bir delilidir. Zira izdiham aybaşında, hilali ararken olur. O zaman insanlar toplanırlar ve birisi: "İşte hilal işte hilal der. Diğeri de "Hilal değil o" der. Halbuki kamerde (hilal safhasından sonraki ayda) böyle ihtilaf edilmez. Herkes onu bulunduğu yerden görebilir ve onu görmek için birbirlerini sıkıştırmasına ve izdihama lüzum kalmaz.

 

Resulullah'ın hadisi (bu mevzuda) Kur'an üzerine hakim ve onu açıklayıcıdır.

 

Allah (C.C.),"....hiçbir göz onu ihata edemez." buyurduğunda, Resulullah'dan da,"Kıyamet günü Rabbinizi göreceksiniz." dediği sahih bir haberle gelirse; anlayış akıl ve temyiz gücüne sahip bir kimseye, bunun (Allah'ı görmenin), (dünyadakinden) farklı bir zamanda olduğu gizli kalmaz.

 

Musa'nın ''Rabbim kendini bana göster, sana bakayım." sözü, Allah'ın kıyamette görüleceğine en açık bir şekilde delalet etmektedir. Eğer Allah, hangi halde olursa olsun asla görülemiyecek olsa ve O'na bakılması mümkün olmasaydı, onların (akılcıların) bildikleri (Allah'ın) bir sıfatmı. Musa (a.s.) bilememiş, bu sıfat ona gizli kalmış olurdu.

 

Kıyamet günü Allah'ın gözle görüleceğini söyleyen bir kimse, onlara göre Allah'ı bir sınırla sınırlamış olur. Ve kimin nazarında Allah sınırlı ise. o kimse Allah'ı yaratılanlara benzetmiş ve kim de Allah'ı yaratılmışlara benzetmişse, hiç şüphesiz kafir olmuş olur?

 

Peki o halde ,"Rabbim kendini bana göster, sana bakayım." dediği vakitte. Musa'nın; Allah'ın kendisine vahyettiğini ve ağaçtan kendisine konuştuğunu açıklamasına ne diyecekler? Musa'nın Allah'ı (yaratılan) birşeye benzettiğine ve Allah'ı sınırladığına mı hükmedecekler?

 

Hayır! Allah'a andolsun ki Musa (a.s.) onların düşündüğü şekilde olsaydı bu derece cahil olamazdı!..

 

Musa (a.s.) Allah'ın kıyamet günü görüleceğini biliyordu. Fakat o, Kıyamet günü Allah'ın Peygamberlerine ve velîlerine vereceği şeyi, Allah'ın kendisine dünyada vermesini istemiş, Allah (C.C.) da, dünyayı kasdederek 'Beni hiçbir zaman göremezsin. Fakat şu dağa bak. Eğer o yerinde durursa, sen de beni görürsün." (A'raf 143) demiştir.

 

Allah (C.C.) ona dağın kendisinin tecellisine dayanamıyarak toz olacağını, eğer dağlar buna dayanmaktan aciz ve zayıf kalırsa, Adem oğlunun Kıyamet günü Allah'ın, kendilerinin görme kudretlerini kuvvetlendirmesine ve dünya da mevcud olan perdeyi onların gözünden kaldırmasına muhtaç olacak kadar zayıf olmağa en layık olduklarını bildirmiştir.

 

Tecelli, zuhur etme, ortaya çıkma demektir. Bu mana kasdedilerek,"celevtul-arusa= gelinin duvağını kaldırdım" denir. Keza kılıç ve aynayı paslarından ortaya çıkarınca da "celevtu'l-mir'ate ve's-seyfe = kılıcı ve aynayı pasından temizleyip ortaya çıkardım." denilir.

 

"Kıyamet günü Rabbinizi göreceksiniz..." sözündeki ru'yet (=görme) -Allah'ın "Görmez misin ki Allah herşeye gücü yetendir. Yani: Bilmez misin ki..?"- dediği gibi bilmek manasınadır." demelerine gelince, bu muhaldir. Çünkü biz Allah'ı dünyada da biliyoruz. Dünyada da, Kıyamet gününde de vaziyet aynı olduktan sonra bu haberi vermenin ne faydası var?!

 

İncil'de okudum ki İsa (a.s.) vahyi açıklamağa başladığı zaman şöyle demiştir: "Merhamet edenlere saadetler ve müjdeler (olsun). Rahmet de onların üzerinedir. Kalpleri İhlaslı olanlara saadet ve müjdeler olsun. Çünkü Rablerini göreceklerdir."

 

Allah tabarake ve Teala da: "Nice yüzler vardır ki, o gün (kıyamette) güzelliği ile parıldar. (O yüzler) Rablerine bakarlar."(Kıyame 22,23) buyurmaktadır.

 

Allah (C.C.) öfkelendiği bir kavim hakkında ise: "Hayir, muhakkak ki onlar, kıyamet günü Rablerinden perdelenmişlerdir. Sonra onlar muhakkak ateşe gireceklerdir. "(Mutaffifîn 15,16) buyurmuştur. Bu sözlerde ''parlayan ve Rablerine bakan yüzlerin -diğer yüzler perdelendiği vakitte- perdelenmeyen yüzler olduğuna delil yok mudur?!

 

Eğer bize: "Bu "bakma"riın ve "bakılan şey"in mahiyeti nedir?" derlerse, biz deriz ki: "Biz Allahın sıfatları hakkında ancak Resulullah'ın (s.a.v.) vardığı noktaya kadar varabiliriz. Resulullahtan sahih olarak sabit olan şeyleri reddetmeyiz. Çünkü o bizim mantığımıza ve tasavvurumuza sığınmaz. Bilakis biz keyfiyetinden bahsetmeksizin bir şekil ile sınırlamaksızın ve bize gelen (bildirilenlerle bize gelmeyenleri kıyaslamaksızın bunlara iman eder, ve bu husustaki söz ve inanç (ımız) ın kıyamet günü inşallah kurtuluş yolu ve bütün nefsani arzulardan (veya: sapık inançlardan) kurtulmamız(a vesile) olmasını ümid ederiz.

 

BİR SONRAKİ İÇİN TIKLA:

 

SAYFA-5 53 – 58 NOLU BAŞLIKLAR