Ana sayfa

 

SAYFA-1 1’DEN 12’YE BAŞLIKLAR

 

1- Bu Cümleden Olarak Allahu Taala'nın Kitabına Muhalif (Aykırı) Olduğunu Söyledikleri Bir Hadis...

 

İDDİA: Siz Allahu taala'nın Adem'in (a.s.) sırtını sıvazladığını ve sırtından Kıyamete kadar meydana gelecek olan ve güneş ışığının huzmesinde görülen toz zerreleri gibi sayısız zürriyetini çıkardığını, "Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?" diyerek onları kendi nefisleri üzerine şahid kıldığını ve onların da "Evet (sen bizim Rabbimizsin..) dediğini rivayet ettiniz. Bu ise Cenab-ı Hakkın "Hatırla ki Rabbin Adem oğullarının sulblerinden zürriyyetlerini çıkarıp da onları nefislerine karşı Şahid tutarak: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye buyurduğu vakit onlar da: "Evet, Rabbimizsin, şahid olduk." demişlerdi." (A'raf 172) kavl-i şerifine muhaliftir. Çünkü hadis, Cenab-ı Hakkın, Ademin zürriyetini onun (Ademin) sırtından (sulbünden) çıkardığını, Kur'an ise Adem oğullarının sırtlarından aldığını haber veriyor.

 

CEVAB: Biz deriz ki, Bu iş onların sandığı gibi değildir. Bilakis her iki mana -Allah'ın lütfu sayesinde- müttefıktir ve her ikisi de doğrudur. Çünkü Kur'anın mücmel ve özet olarak gelen cümlelerini hadis ve sünnet açıklar.

 

Görmüyor musun ki Allah, hadiste varid olduğu üzre Adem'in (a.s.) sırtını sıvazlayıp, ondan, Kıyamete kadar olacak ve toz zerreleri gibi sayısız olan zürriyetini çıkarmıştır ki bu zürriyetin içersinde ta Kıyamete kadar meydana gelecek olan çocukları ve çocuklarının çocukları vardır. Bunların hepsinden ahid (söz) aldığı ve nefislerine karşı onları şahid kıldığı zaman, bütün Adem oğullarından onların sırtlarından zürriyetlerini almış ve nefislerini şahid tutmuş olur..

 

Cenab-ı Hakkın "Gerçekten ilk defa sizi (ruhlarınızı] yarattık, sonra size şekil verdik ve sonra da meleklere: "Ademe secde edin...!" dedik"(A'raf 11) ayeti de buna benzer. Burada Allah meleklere söylemiş olduğu "Ademe secde edin" sözünü, "..sizi yarattık" ve "..size şekil verdik" sözlerinden sonra söylemiştir. Şüphe yok ki Allah "..sizi yarattık" ve "..size şekil verdik" kavl-i celili ile, Ademi yarattığını ve ona şekil verdiğini, sonra da meleklere "Ademe secde edin" dediğini kasdetmiştir ve bu da caizdİr. Çünkü Ademi yarattığı zaman, bizi de onun sulbünde yaratmış ve bizi dilediği şekilde hazırlamış ve bu şekilde Ademi yaratmakla, bizi yaratmış oldu. Çünkü biz hepimiz Ademdeniz.

 

Bunun misali şuna benzer: Ben bir adama bir dişi, bir de erkek iki koyun veririm ve ona: "Sana pek-çok davar bağışladım." derim. Burada benim maksadım, "Ben sana bu iki koyunu bağışlamakla, bunların yavrulamasından hasıl olacak pekçok davarı bağışlamış oldum, " demektir.

 

Ömer b. Abdilaziz (  -101), recezci şair Dukeyn'e bin dirhem bağışlamış, o da bu parayla bir kaç deve satın almıştı. Allahu Taala da ona bereket ihsan etti, develer artıp çoğaldı. Dukeyn, "Bunlar Ömer b. Abdilaziz'in bağışlarıdır." derdi. Halbuki o hayvanların hepsini ona. Ömer b. Abdülaziz vermemişti. O, sadece hayvanların ana ve babalarını vermişti. Dukeyn'de çoğalan bu hayvanları Ömer b. Abdilaziz'e nisbet etmiştir. Çünkü onların hepsi de, bağışladığı hayvanların yavrularıydı

 

Buna benzeyen diğer bir söz de el-Abbas b. Abdülmuttalib'in Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hakkındaki şu sözüdür. (Şiir:) "..ondan önce sen, gölgeler altında ve yapraklarla örtünülen emanet yerinde de pak idin."

 

Demek istiyor ki: Sen, Cennetin gölgelerinde pak idin. "...emanet yerinde" yani "Ademe Cennette emanet (geçici) olarak verilen yerde"...  "...yaprakla örtünülen yer."  yani Adem ve Havva (a.s.)'ın, Cennet yaprakları ile örtündükleri yerde.." demektir ve bundan Peygamberimizin o zaman Adem'in (a.s.) sulbünde pak olduğunu kasdetmektedir.

 

Sonra devam ederek şöyle demiştir: "Sonra insan olmayan yerlere indin. Halbuki daha henüz, ne rahimde asılı bir et parçası ne de bir çiğnem et parçası değildin."

 

Demek istiyor ki: Adem (a.s.) yeryüzüne indi, sen de onun sulbünde yeryüzüne indin ve sen o zaman ne bir insan idin, ne bir çiğnem et parçası ne de rahimde asılı bir et parçası.."

 

Sonra şöyle dedi: "Bilakis bir nufte idin ve Nesr ve ona tapanlar sulara garkolurken sen gemiye binmiştin. Yani: Sen Nuh (a.s.) gemiye bindiğinde, onun sulbünde nutfe idin."

 

Devam ederek şöyle dedi: "Sulblerden rahimlere naklonursun; Bir alem (nesil) kaybolup gittiği zaman yeni bir nesil ortaya çıkar." Yani: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sulblerde ve rahimlerde intikal ediyordu," demek istiyor.

 

(el-Abbas), Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i daha yaratılmamış iken pak olarak nitelemiş, yeryüzüne indirmiş ve gemiye bindirmiştir. Bundan maksadı ise Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendilerinin sulblerinden geldiği babaları ve ecdadıdır.

 

 

2- Mütenakız (Çelişık) iki Hadis...

 

İDDIA: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in "Gerek küçük gerek büyük hacetinizi giderirken kıbleye dönmeyiniz. dediğini rivayet ettiniz. Bir de İsa b. Yunus'dan, o da Ebu Avane'den o da Halid el-Hazza'dan o da Arrak b. Malik'den, o da Aişe'den (r.anha) onun "Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir kısım insanların, küçük ve büyük hacet için kıbleye dönülmesini hoş karşılamadıkları söylenince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendi hela'sının kıbleye döndürülmesini emretti. dediğini rivayet ettiniz. Bu ise önceki rivayetinizin tersinedir.

 

CEVAB: Biz deriz ki: ikinci hadisin nesholunmuş olması mümkündür. Çünkü emir ve nehiyle ilgilidir. O halde niçin onlar bu iki hadisin manasını kavrayamadıkları zaman bunlardan birinin nasih diğerinin mensuh olabileceğini düşünmediler?

 

Bize göre bunlar ne nasih ne de mensuhturlar. Fakat herbir hadisin kullanılacağı yer vardır. Büyük ve küçük hacet'in defi esnasında kıbleye dönülmesi caiz olmayan yerler sahralar ve açık arazilerdir. (Birinci hadiste zikri geçenler) yolculukları esnasında namaz için bineklerinden indikleri zaman bir kısmı namaz için kıbleye dönmüş, diğer bir kısmı ise hacetini gidermek için kıbleye dönmüşlerdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de namazı tenzihen ve kıbleye ikramen ne küçük ve ne de büyük hacet esnasında kıbleye dönmemelerini onlara emretti. Bazıları kıbleye dönmenin evlerde ve çukur helalarda da mekruh olduğunu zannettiler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de helasının kıbleye döndürülmesini emretti ve böylece evlerde, pisliklerin örtüldüğü çukur yerlerde ve namaz caiz olmayan, boş yerlerde kıbleye dönmenin mekruh olmadığını onlara öğretmek istedi.

 

 

3- Mutenakız Ikı Hadis...

 

İDDİA; Vekfden o el-A'meş'den, o da Ebu Salih'den, o da Ebu Hureyre'den o da Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun Birinizln ayakkabısının tasması koptuğu zaman, tek ayakkabı ile yürümesin. dediğini ve sonra da: Mindel'den, o Leys'den, o da Abdurrahman b. el-Kasım'dan o da babasından, o da Aişe'den (r.anha) onun "Bazan Resululah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayakkabısının tasması kopardı da onu tamir ettirene kadar tek ayakkabı ile yürürdü. dediğini rivayet ettiniz. Bu hadis bir öncekinin tersidir.

 

CEVAB; Biz deriz ki: Elhamdülillah burada herhangi bir terslik yoktur. Çünkü bir kimsenin ayakkabısının tasması koparsa, ya o ayakkabıyı atar veya eline alır ve onu tamir edinceye kadar tek ayakkabı ile yürür.

 

İki ayakkabı, iki mest ve diğer ikili olarak kullanılan elbiselerde bunlardan birinin kullanılıp diğerinin kullanılmaması çirkin ve hoş karşılanmayan bir harekettir.

 

Keza rida'nın sadece bir omuza atılıp diğer omuzun açık bırakılması da çirkindir. Fakat bir kimsenin tasması kopabilir ve onu tamir ettirene kadar bu halde bir iki veya üç adım atabilir. Elbette bu, ne çirkindir ve ne de kötü görülen bir harekettir.

 

Az'ın hükmü, pekçok yerde, çok'un hükmüne muhalif olabilir. Görmüyor musun namaz kılan bir kimsenin rüku halinde iken önündeki boş saffa doğru bir-iki veya daha çok adım atması caizdir de, yine rüku halinde olduğu halde, yüz veya iki yüz zira (arşın) yürümesi caiz değildir...

 

Keza rida'sı düşünce onu omuzlarına atıvermesi (namazda) caizdir de namazda elbisesini toplaması veya uzunca bir iş yapması caiz değildir. Yine bir kimse namazda tebessüm ederse namazı bozulmaz. Fakat kahkaha ile gülerse namazı bozulur.

 

 

4- Mütenakız (Çelişik) İki Hadis ...

 

İDDİA: Hz, Aişe (r.anha) "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) asla ayakta bevletmedi" dediğini, sonra da Huzeyfe'den (r.a.) "Resuiullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayakta bevlettigini" rivayet ettiniz. Bu ise evvelki hadisin tersidir

 

CEVAB: Biz deriz ki. burada -Elhamdülillah- herhangi bir aykırılık yoktur. Resulullah, evinde ve Hz. Aişe (r.anha)'nın de bulunduğu yerde asla ayakta bevletmemiştir. Fakat balçık sulu çamur veya pislik sebebiyle oturmak mümkün olmayan yerlerde ayakta bevletmiştir. Nitekim Huzeyfe'nin Resulullah'ı ayakta bevlederken gördüğü yer birilerinin çöplüğü (mezbeleliği) idi. Orada ne oturmak, ve ne de düzgün bir şekilde durmak mümkün değildi. Üstelik zaruretin hükmü, iradeye bağlı olanın hükmünün hilafına (aksine) dır.

 

EBÜ MÜHAMMED: Bana Muhammed b. Ziyad ez-Ziyadi tahdis etti, (ve) dedi ki: bize İsa b. Yunus haber verdi (ve) dedi: bize el-A'meş, Ebu Vail'den, o da Huzeyfe'den (r.a.) haber verdi. (Huzeyfe şöyle) dedi: "Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gördüm. Bir kavmin çöplüğüne (subata) geldi ve ayakta bevletti. Ben uzaklaşmak için geri gittim. bana:"Yaklaş" dedi. Ben de ona yaklaştım ve arkasında durdum. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) abdest aldı ve mestleri üzerine meshetti."...

 

es-Subata, mezbele, yani çöplük demektir. el-Kusaha ve el-Kumame de çöplük demektir.

 

 

5-- Kur'an'a Muhalif (Aykırı) Zannettikleri Bir Hadis...

 

İDDİA: Sufyan b. Uyeyne'den, o ez-Zuhri'den, o da Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den o da Ebu Hureyre. Zeyd b. Halid (r.a.) ve Şibl'den rivayet ettiniz ki: "Bir adam kalktı ve Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dedi ki: "Ya Resulallah! Allah İçin aramızda Allahın kitabı ile hükmetmeni istiyorum." Sonra hasmı kalktı -Bu diğerinden daha zeki İdi- ve: "Doğru söyledi, aramızda Allah'ın kltabı ile hükmet yalnız bana müsaade et'' dedi. Resuluilah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Söyle" dedi

 

Adam; Benim oğlum, bu adam'ın yanında işçi idi. Onun karısı ile zina etti. Ben de ondan yüz koyun ve bir köle mukabilinde oğlumu serbest bırakmasını istedim. Sonra ilim ehlinden olanlara sordum, bana: "oğluna yüz değnek ve bir sene sürgün cezası, bu adamın karısına ise recm cezası gerekeceğini" söylediler, dedi.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dedi ki: Nefsimi elinde bulunduran Allah'a andolsun ki, ikinizin arasında Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim: Yüz koyun ve köle sana İade edilmiştir. Senin oğluna yüz değnek ve bir sene sürgün cezası, bu adamın karısına ise recm cezası! Ya Uneys. bu adamın karısına git, eğer suçunu itiraf ederse onu recmet, dedi. Uneys gitti, kadın suçunu itiraf etti, o da onu recmetti"

 

EBU MUHAMMED: Bunu bana Muhammed b. Ubeyd İbn-i Uyeyne'den bu şekilde tahdis etti.

 

Bu hadis Allah Azze ve Ceile'nin Kitabına muhaliftir. Çünkü adam, ondan aralarında Allah Taala'nın Kitab'ı ile hükmetmesini istedi. O da adama: Nefsimi elinde bulunduran Allah'a andolsun ki ikinizin arasında Allah'ın kitab'ı ile hükmedeceğim, dedi. Sonra da recm ve sürgün cezaları ile hükmetti. Halbuki Kur'an'da ne recm, ne de sürgün cezalarının ismi geçmemektedir. Ya bu hadis asıisızdır, ya da, şayet doğru ise o zaman Allah'ın kitabından recim ve sürgün eksilmiş demektir.

 

CEVAB: Biz deriz ki; Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buradaki "...ikinizin arasında Allahın Kitabı ile hükmedeceğim" " sözü ile Kur'an'ı kasdetmemiştir. O sadece "ikinizin arasında Allahu Taala'nın hükmü ile hükmedeceğim" demek istemiştir.

 

Kitap (yazı) kelimesi çeşitli manalarda kullanılır.

 

Bu manalardan birisi. Allah Azze ve Celle'nin"...bunlar, üzerinize Allah yazısı olarak haramdır. Haram kılınanların dışında kalanlar size helal kılındı. " (Nisa 24) ayetinde de olduğu gibi hüküm ve farz demektir. "... Allah'ın yazısı olarak " demek, Allah'ın sizin üzerinize farzı olarak demektir.

 

Yine Allah "... size kısas yazıldı " (Bakara 178) buyurmuştur. Yani size farz kılındı, demektir.

 

"Ey Rabbimiz, üzerimize şu savaşı niye yazdın ..." dediler. (Nisa 77} ayeti,"...niye farz kıldın'' demektir.

 

Keza "Tevratta İsrail oğulları üzerine şunu yazdık: Cana can." (Maide 45) buyurmuştur. Yani "...şunu hükmettik ve farz kıldık" demektir.

 

en-Nabiğatul-Ca'di'de şöyle demiştir: "Vela bağları, bizim (şerefli) soyumuzu lekeledi. Siz de (zaten) lekeliydiniz. Fakat yazdığı zaman Allah böyle dememişti."  Yani: Akrabalık bağları bizim soylu şerefimizi lekeledi. Hükümde bulunuyorken Allah bunu vacib kılmış değildir," demektir.

 

 

6- İcma'ın İptal Ettiği (Hükmünü Bozduğu) Bir Hadis..

 

İDDİA: Zuhri'den, o Urve'den, o da Aişe'den (r.anha): Kadının biri insanlardan emanet olarak mücevher ve süs eşyası alır sonra da onları satardı. Bu husus Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haber verildi. O da kadının elinin kesilmesini emretti. diye rivayet ettiniz.

 

Halbuki insanlar kendisine emanet edilen kimse olduğu için emanet alanın elinin kesilmiyeceği üzerinde icma etmişlerdir.

 

CEVAB: Biz deriz ki: Bu hadis şüphesiz sahihtir. Şu kadar var ki bir hükmü gerektirmez. Çünkü hadiste "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kadının elini kes(tir)di" denmemiş, sadece "...kadının elinin kesilmesini emretti" denilmiştir. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emredip de, emrettiği şeyi yapmaması bazan caizdir. İmamlar (devlet başkanları) da bazan cezanın tatbik edilmesini istediğinden değil de tahzir ve korkutma için böyle emirler verebilir.

 

Bunun benzeri, el-Hasen'in, Semura b. Cundub (r.a.)'dan rivayet ettiği hadistir ki, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle demiştir: "Kim kölesini öldürürse biz de onu öldürürüz. Kim kölesinin bir uzvunu keserse biz de onunkini keseriz.

 

Ulemanın hepsi de, bir kişinin kölesine karşılık öldürülmeyeceği ve kölesini öldürdüğü için ona kısas tatbik edilmeyeceği görüşündedirler. Onlar ancak başkasının kölesini öldürenin durumu hakında ihtilaf etmişlerdir.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) köle sahiplerini, kölelerini öldürmekten veya uzuvlarını kesip onlara işkence etmekten sakındırıp korkutmak istemiştir. Yoksa o cezayı gerçekten tatbik etmeyi kasdetmemiştir.

 

Bir hüküm ifade edilebilmesi için hadiste;"..kölesine karşılık adamı öldürdü veya kölesine karşılık ona kısas tatbik etti" denilmesi gerekir. Fakat Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)." ''...kim şunu yaparsa. biz de ona şunu yaparız" demesi, şüphesiz bu, bir tahzir ve korkutmadır.

 

Keza ''Kim içki içerse ona sopa vurun. Tekrar içerse yine sopa vurun. Tekrar içerse yine sopa vurun. Eğer tekrar içerse onu öldürün" hadisi de böyledir ve sadece içki içeni, tekrar o işi işlemesin diye korkutmaktan ibarettir.

 

Nitekim, dördüncü defa içki içtiğinde adam kendisine getirilince Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu öldürmeyerek, sadece sopa vurdurması da bunu gösterir.

 

Ebu Hureyre'nın Resululah'tan rivayet ettiği "Allah kime sevap vermeyi vadetmişse Allah o kimseye muamelesinde muhayyerdir (dilerse affeder. dilerse azab eder) hadisine binaen, biz (Hadislerde geçen) bütün tehdid ifadeleri hakkında, deriz ki: Bu tehdidlerin yerine getirilmesi de caizdir, getirilmemesi de!...

 

 

7- Akli Delillerin Ve Düşüncenin (Nazar) Reddettiğini Söyledikleri Bir Hadis..,.

 

İDDİA: Siz Zuhri'den, o Ebu Seleme'den o da Ebu Hureyre'den, o da Resulullah'tan onun (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Ben şüphe etmeğe babam (dedem) İbrahim'den (a.s.) daha Iayığım. Allah Lut'a (a.s.) rahmet etsin, bulabilseydi "rükn-ü şedid" e (kuvvetli bir dayanağa) sığınacaktı. Eğer Yusuf un (a.s.) çağırıldığı şeye davet edilseydim kabul ederdim." dediğini rivayet ettiniz. Bu ise İbrahim'e (a.s.), Lut'a (a.s.) ve kendi şahsına hakaret etmek demektir

 

CEVAB: Biz deriz ki: Allahın lütfu sayesinde -bu hadiste onların dediği şeylerin hiçbiri mevcud değildir. Resulullah'ın "Ben şüphe etmeğe babam İbrahim'den (a.s.) daha layığım" demesine gelince bu "Bir vakit İbrahim şöyle demişti: "Ey Rabbim, ölüleri nasıl diriltirsin? bana göster." Allah "Ölüyü dirilttiğime inanmadın mı?" buyurdu. İbrahim: "Evet inandım, fakat kalbim tam yatışsın diye sordum" dedi" (Bakara 260) ayeti nazil olunca bu ayeti duyan bazı kimselerin, "İbrahim (a.s.) şüpheye düştü, fakat bizim Peygamberimiz şüpheye düşmedi" demeleri üzerine söylemiştir.

 

Resulullah da tevazuundan ve İbrahim'i (a.s.) kendinden üstün tutarak "Ben şüphe etmeğe, babam İbrahim'den daha layığım" demiştir. Yani bu sözüyle "Biz ondan daha aşağı derecede olduğumuz halde şüpheye düşmedik, o nasıl şüphe eder?" demek istemiştir.

 

İbrahim'in (a.s.) "...fakat kalbim tam yatışsın diye.." demesinin manası ise, yani "..(ölünün diriltilmesini) yakinen görüp mutmain olmam için.." demektir. Yakin de iki türlüdür. Bunlardan biri işitme suretiyle, diğeri de görmek suretiyle elde edilen yakindir. Görme yoluyla olan yakin, bu iki yakinin en kuvvetli olanıdır. Bu sebepten Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Musa'nın (a.s.) kavminin buzağıya tapmalarından bahsedilince "Haber verilen şey gözle görülen gibi olmaz. demiştir.

 

EBU MUHAMMED: (Resulullah'ın bu sözünün manası şudur:) Allah (C.C.) Musa'ya (a.s.) kavminin buzağıya taptığını haber verdiği zaman, Musa elindeki levhaları atmadı. Fakat. bizzat gözüyle onların buzağıya taptıklarını görünce, kızıp öfkelendi, levhaları attı ve levhalar parçalanıp dağıldı.

 

Keza mü'minler Kıyamet Ba's (dirilme), Cennet, Cehennem, bütün bunların hepsinin hak olduğuna yakinen inanırlar. Kıyamet günü ise -Kıyameti görüp müşahade ettiklerinde- onların yakinleri daha kuvvetli olacaktır. İşte İbrahim (a.s.) de iki çeşit yakinin en kuvvetlisi olan görme suretiyle, kalbinin itminana kavuşmsını arzu etmiştir.

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Allah Lut'a (a.s.) rahmet etsin, bulabilseydi bir rükn-ü şedid'e (kuvvetli bir dayanağa) sığınacaktı" sözüne gelince: Burada Resulullah, Lut'un (a.s.) kavmine söylediği "Keşke size karşı bir kuvvetim olsa, yahut kuvvetli bir dayanağa (sağlam bir topluluğa) dayansam (sığınsam) " (Hud 80) sözünü kasdetmekte, göğsünün daraldığı, kavminin yaptığı kötülüğe karşı sabrının taştığı o zamanda Lut'un (a.s.) yanlışlık yaptığını kastetmektedir. Halbuki Lut (a.s.) bu sözü söylediği anda en kuvvetli rükn (=dayanak) olan Allaha sığınmakta ona dayanmaktaydı.

 

(Hadis imamları),"Allah, Lut'tan sonra gönderdiği bütün Peygamberleri, kendi kavmi içersinden kendisine yardımcı olan ve koruyan bir gurupla birlikte göndermiştir." demişlerdir.

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'Yusuf'un çağrıldığı şeye çağrılsaydım, elbette (hemen) icabet ederdim" sözüne gelince: Yani Yusuf (a.s.), uzun bir sıkıntı çektikten sonra hapisten çıkması istendiğinde, gelen elçiye "Efendine dön ve ellerini kesen kadınların hali nedir? diye sor" demiş ve o anda (hemen) hapisten çıkmamıştır. Allah (bu ayette) Yusuf'un sabır ve teennisini göstermektedir.

 

Resulullah, "Onun yerinde ben olsam ve hapisten çıkmam istenseydi, hiç durmaz hemen çıkardım." demiştir. Bu sözü de, onun tevazuundandır. Resulullah Yusuf'un yerinde olsaydı ve hemen hapisten çıksaydı veya Yusuf (a.s.) elçi ile beraber hapisten çıksaydı, bu hareket onlar için bir noksanlık veya günah teşkil etmezdi. Yusuf (a.s.) hemen hapisten aceleyle çıkmamakla Allah'tan gelen meşakkatları ağır kabul etmediğini, fakat kendisinin sabır sahibi ve meşakkatlerin sevabını Allah'tan bekleyen biri olduğunu ve bunun için hemen aceleyle hapisten çıkmadığını ifade etmek istemiştir.

 

 

8- Görülen Realite'nin Yalanladığını Söyledikleri Bir Hadis ...

 

İDDİA: Ebu Saidi'l-Hudri, Cabir b. Abdillah ve Enes b. Malik'ten (r.a.) Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yüzüncü seneden bahsederek "Muhakkak ki o gün yeryüzünde, nefes alan hiçbir insan kalmayacak" dediğini rivayet ettiniz. Bu ise batıldır. Gören gözlere aşikardır ki biz üçyüzüncü seneye girdiğimiz halde insanlar (ölmek şöyle dursun) eskisinden daha çokturlar.

 

CEVAB: Biz deriz ki, bu ya unuttukları veya Resulullah bunu alçak sesle söylediği ve onlar da bunu duymadığı için ravilerin bir kelimeyi düşürdüğü bir hadistir.

 

Bize kalırsa -hatta böyle olduğundan şüphemiz de yok- Resulullah 'Yeryüzünde o gün (o zaman) sizden hayatta kimse kalmayacak" demiştir. Yani burada, bu sözün söylendiği yerde hazır bulunanları veya Ashabın hepsini kasdetmiştir. Ravi de " "..sizden" kelimesini düşürmüştür.

 

Bu İbn-i Mes'ud'un (r.a.) "Cin gecesi" hakkında söylediği "O gece ben hariç, bizden kimse bulunmadı" sözüne benzer. Ravi, burada da "ben hariç" sözünü düşürmüştür.

 

Benim söylediklerimi doğrulayan diğer bir husus şudur: Ebu Kudeyne, Mutarrif'ten, o da el-Minhal b. Amr'dan rivayet etti ki: Hz. Ali (r.a.) İbn-i Mes'ud'a: "Sen insanlara fetva mı veriyorsun?" dedi. O da "Evet, ve onlara sonradan gelenlerin (akibetlerinin) tehlikeli olduğunu bildiriyorum." dedi. Ali: "Bana söylermisin, sen bunu Resulullah'tan işittin mi? dedi. İbn-i Mes'ud: "Resulullah'ı "Yüzüncü sene geldiğinde, yeryüzünde göz açıp kapayan birtek kimse   kalmaz " derken İş!ttim" dedl.

 

Ali (r.a.) "Çukura isabet edemedin (hata ettin)! Resulullah bunu sadece o gün orada bulunanlar için söyledi. Reca" da yüz senesinden sonra olmayacakmıdır? dedi.

 

Buna benzeyen ve içinde hata vuku bulan diğer bir hadis de Muhammed b. Halid b. Hidaş'ın bana tahdis ettiği hadistir. (Muhammed b. Halid şöyle) dedi: Bana, babam, Hammad b. Zeyd'den, o Eyyub'dan, o da el-Hasen'den, o da Sahr b. Kudametu'l-Ukayli'den (r.a.) haber verdi. (Sahr): "ResuluIIah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), "Yüz senesinden sonra doğanların Allah nazarında bir kıymeti (ehemmiyeti) yoktur" buyurdu demiştir.

 

Eyyub dedi ki; Sahr b. Kudame (r.a.) ile karşılaştım ve ona bu hadisi sordum. "Bu hadisi bilmiyorum," dedi.

 

EBU MUHAMMED: İşte içinde hata bulunan ve rivayetlerin birbirini tutmadığı hadis budur.

 

 

9- Düşüncenin (Nazar) Ve Akli Delillerin (Huccetu'l-Akl) Reddettiğini Söyledikleri Bir Hadis...

 

İDDİA: Abdulaziz b. el-Muhtar el-Ansari'den, o da Abdullah ed-Danac'dan rivayet ettiniz ki (ed-Danac şöyle) dedi: Ebu Seleme b. Abdirrahman'ı (22-94) Basra mescidinde gördüm. el-Hasen (el-Basri) (22-110) geldi, onun yanına oturdu ve ona Ebu Hureyre'den. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Güneş ve Ay, kıyamet günü dürülüp sarılarak ateşe atılmış iki Öküzdürler dediğini rivayet etti.

 

el-Hasen: Güneş ve ay'ın günahı ne?" dedi. Ebu Seleme: "Ben sana Resulullah'tan hadis rivayet ediyorum...! dedi ve sustu.

 

(Dediler ki:) el-Hasen "Güneş ve ay'ın günahı nedir?" demekte haklı ve doğrudur Ve el-Hasen'in bu sözü, Ebu Seleme'yi veya Ebu Hureyre'yı reddetmektedir.

 

EBU MUHAMEMD: Biz deriz ki: Güneş ve ay ateşe sokulduklarında onunla azab edilmiş olmazki "bu ikisinin günahı nedir?"denilsin. Bilakis ikisi de ateşte yaratılmışlardır ve böylece yine ateşe döndürülmüş olmaktadırlar.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Allah'ın kızgın ateşi (olan güneş) battığı zaman: "Eğer Allahın emrinden, onu (güneşi) meneden birşey olmasaydı, yeryüzünde ne varsa hepsini helak ederdi" buyurmuştur.

 

Yine "Güneş gökte bir kasme (=derece) yükselince, mutlaka ona Cehennem kapılarından bir kapı açılır. Tepeye dikildiği vakitte ise kapıların hepsi açılır." buyurmuştur.

 

Bu hadis de sana gösterir ki, güneşin sıcaklığı Cehennemin galeyana gelmesindendir. Bu sebeple Raslullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "(öğle) namazını serinlikte kılınız. Çünkü sıcaklığın şiddeti Cehennemin galeyana gelmesindendir'' buyurmuştur.

 

Ateşten olan birşey tekrar ateşe döndürüldüğü zaman "Ona azab olunmuştur." denemez...

 

Ateş, devamlı dönen itaatkar yörünge (ve gezegen)ler, dopdolu deniz ve benzerleri gibi belli bir iş gören varlıkların meydana getirdikleri etkilerden dolayı ne azab vaki olur ne de sevab. Bunun misali tıpkı Cenab-ı Hakkın " ...artık o ateşten sakının ki, onun yakıtı insanlarla taşlardır." Bakara 24 ayetini duyan bir adamın ''Taşların günahı ne?" demesine benzer.

 

 

10- Mütenakız (Çelişik) Olduğunu Söyledikleri İki Hadis...

 

İDDİA: Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Ne sirayet vardır ne de uğrsuzluk dediğini, bunun üzerine kendisine "Nukbe devenin dudağında belirir, bu yüzden de bütün sürü uyuza yakalanır." denildiğini, O'nun da (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Peki ilk deveye hastalığı sirayet ettiren nedir? dediğini veya bu manada birşey söylediğini rivayet ettiniz.

 

Sonra da bunun aksine olarak "Hastalıklı olan sakın sıhhatlilerin yanına sokulmasın. Cüzzamlı'dan arslandan kaçar gibi kaçın.. ve Cüzzamlı bir adam müslüman olmak için biat etmeğe Resulullah'a geldi. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona kendisinin biatini kabul ettiğini bildirdi ve geri dönmesini emretti kendisiyle görüşmesine izin vermedi." ve "Uğursuzluk; kadında, evde ve (binek) hayvanında olur" hadislerini rivayet ettiniz.

 

Bunların hepsi de birbirine aykırı olup, birbirine benzememektedir.

 

CEVAB: Biz deriz ki: Bu hadislerde herhangi bir ihtilaf (aykırılık) yoktur. O hadislerin herbirinin kendisine has yeri ve zamanı vardır. Herbirisi kendi yerine konulduğu zaman ihtilaf ortadan kalkar.

 

Sirayet iki çeşittir: Birincisi: Cüzzam'ın sirayeti (bulaşması)dır. Zira cüzzamlı kimsenin kötü kokusu fazlalaşır. Öyle ki, onunla uzun bir müdet oturan veya birlikte yemek yiyen kimse de hastalığa yakalanır... Cüzzamlı kimsenin karısı da böyledir. Kocası ile birlikte tek örtü altında yatar ve böylece pislik ona da bulaşır ve muhtemelen o da cüzzama yakalanır. Bunun gibi çccukları da çoğu zaman babalarına çekerler.

 

Kendisinde akciğer veremi,verem ve uyuz hastalığı bulunan kimse de böyledir. Doktorlar verem ve cüzzam hastaları ile beraber oturulmamasını emrederler. Fakat bununla sirayeti kasdetmezler. Onlar bununla sadece kötü kokuyu kasdederler. Zira bu koku,uzun müddet koklayan kimseyi hasta edebilir.

 

Halbuki uğur veya uğursuzluk inancından en uzak olan kimseler doktorlardır.

 

Devede olan nukbe yani yaş (irinli) uyuz da böyledir. Deve, hemcinsleriyle ihtilat eder ve yarasını diğer develere sürter, onların ağılına varır ve yarasından akan irin ile uyuzu oraya bulaştırır. Hayvanın palan'ının sürtmesinden meydana gelen yara da buna benzer bir şekilde bulaşır.

 

İşte Resulullah'ın Hastalıklı olan, sağlam olan'ın yanına sokulmasın," derken kasdetmiş olduğu mana da budur. Hasta olanın sağlam ile karışmasını ve ona uyuzdaki gibi pislik ve kaşıntısını bulaştırmasını hoş karşılamamışür.

 

Bazıları bununla Resulullah'ın, deveye musallat olan şeyin, (Allah'tan değil) hastalıklı birinden olduğuna inanıp da günaha girmemesini kasdettiğini zannetmişlerdir.

 

Bana kalırsa hadisi bu şekilde açıklamak mümkün değildir. Çünkü biz, benim anlattıklarımın doğru olduğunu gözlerimizle görmekteyiz.

 

Sirayetin diğer çeşidine gelince: O da veba'nın sirayetidir. Veba bir yerde ortaya çıkar ve insan vebanın bulaşmasından korkarak oradan kaçar gider.

 

EBU MUHAMMED: Bana Sehl b. Muhammed tahdis etti (ve) dedi: Bize el-Asmai, Basralı birinden haber verdi ki: O adam vebadan korkup kaçarken bir eşeğe binerek ailesini Safevan'a doğru götürdüğü sırada, kendisinin arkasından gelen bir deve sürücüsünün şunları söylediğini duymuş: Allah'tan ne bir eşeğe binilip kaçılabilir, ne de koşucu ve rüzgar gibi bir at üzerinde... Ölüm takdir edilen zamanda gelir de, Allah, gece yol alanın, sabah karşısında oluverir."

 

Resulullah: "Bulunduğunuz beldede veba olursa, oradan çıkmayın..! ve "Bir beldede veba olursa oraya girmeyin. buyurmuştur.

 

"Veba bulunan bir beldeden çıkmayın" sözü ile sanki siz, Allah'ın kaderi (olan veba) dan kaçmakla, Allah'tan kaçabileceğinizi sanıyorsunuz!..." demek istemiştir.

 

"Bir beldede veba olursa, oraya girmeyin" sözü ile de, veba olmayan beldedeki yeriniz sizin için daha huzurlu ve yaşayışınıza daha elverişlidir..'' demek istemiştir.

 

Bu cümleden olarak, kadın ve ev de, uğursuzlukla bilinir. Adam'ın başına, onun hoşuna gitmeyen birşey veya bir musibet gelince adam "(Ev veya kadın) uğursuzluğunu bana sirayet ettirdi (bulaştırdı)" der. Resulullah'ın, "sirayet yoktur" dediği sirayet (bulaşma) da işte budur.

 

Ebu Hureyrenin Resulullah'tan rivayet ettiği "Uğursuzluk; kadında, evde ve (binek) hayvanında olur hadisine gelince; Bu, Ebu Hureyrenın hata etmiş olabileceğini, onun Resulullah'tan birşey işittiğini fakat onu iyi anlayamadığını insanın aklına getiren bir hadistir.

 

EBU MUHAMMED: Bana Muhammed b. Yahya el-Kat'i tahdis etti (ve) dedi: Bize Abdu'l-A'la, Said'den, o da Katade'den o da Ebu Hassan el-A'rac'dan haber verdi ki: iki adam Aişe (r.anha) nın huzuruna girdiler ve ona, Ebu Hureyre'nin Resulullah'tan "Uğursuzluk ancak kadında, evde ve hayvanda olur dediğini" rivayet ettiğini söylediler. Hz. Aişe (r.anha) dehşetle (ve esefle): "Kur'anı indirene yemin ederim ki, bu hadisi rivayet eden. Ebu'l-Kasım'a (Muhammed'e) (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iftira etmiştir. "Resulullah sadece "Cahiliyye insanları, uğursuzluk hayvanda kadında ve evde olur derlerdi." demiştir." dedi ve "Ne yeryüzünde ne de sizlere bir musibet gelmez kl. biz onu yaratmazdan önce (o), bir kitapta yazılmış olmasın." (Hadid 22) ayetini okudu."

 

Bana Ahmed b. el-Halil tahdis etti (ve) dedi: Bize Musa b. Mes'ud en-Nehdi, İkrime (b. Ammar) dan İshak'dan İbn-i Abdullah b. Ebi Talha'dan o da Enes b. Malik'den (r.a.) haber verdi. (Enes) şöyle dedi: Biz'den bir adam. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi ve "Ya Resulallah. biz, bir eve taşındık, orada sayımız çoğaldı, mallarımız da arttı. Sonra başka bir eve taşındık, orada ise hem sayımız, hem de malımız azaldı' dedi. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Orayı terkedin ve bırakın. O ev kötü (bir ev) dir.'' buyurdu.

 

EBU MUHAMMED: Ne bu hadis, birinci hadisi nakzeder, ne de birinci hadis, bu hadisi...

 

Resulullah onlara sadece o evden ayrılmalarını emretmiştir. Çünkü onlar, o evin havasını ağır bulmalarına ve başlarına gelen şeylere rağmen tedirgin ve sıkıntılı bir halde orada oturuyorlardi. Bu yüzden Resulullah onlara evi terketmelerini emretmiştir.

 

Şüphesiz insanların, kendilerine bir kötülüğü dokunan yerin bu hususta her hangi bir sebep mevcud olmasa bile ağırlığını hissetmeleri, Ailahın onların tabiat ve mizaçlarında yaratmış olduğu bir şeydir.

 

Keza, kendisine iyiliği dokunan kimsenin o kimsenin maksadı iyilik etmek olmasa bile insana sevimli gelmesi; kötülüğü dokunan kimsenin maksadı kötülük etmek olmasa bile sevimsiz ve kötü gelmesi de Allah'ın insanlarda yaratmış olduğu bir şeydir.

 

Resulullah, nasıl olur da cibt (kehanet) kabilinden olan uğursuzluğa inanabilir...? Cahiliyye ehlinin bile pekçoğıu uğursuzluğun mevcud olmadığı kanaatında idiler ve onlar uğursuzluğa inanmayan kimseyi medhederlerdi.

 

Şair bir adamı medhederek şöyle demiştir: "Korkak değildir. Yükünü sardığı zaman, "Bugün bana vak ve hatim düşman oldu" der, fakat uğursuzluğuna inanan bu adam, bu şey lerden (vak ve hatim'den) yüzçevirdiği zaman, (uğursuzluğuna inandığı şeye rağmen) yoluna devam eder..."

 

EBU MUHAMMED: el-Husarim, uğursuzluğa inanan kimsedir. Vak, göç eğen kuşu, hatim de karga demektir.

 

el-Murakkış da (vak ve hatim hakkında) şöyle demiştir: 'Vak ve hatim'den dolayı hiç yolculuğa çıkmazken yola çıkmış bulundum... Baktım ki uğursuz ile uğurlu, uğurlu ile uğursuz aynı imiş. Onun gibi bir kimse için ne devamlı uğur ne de uğursuzluk sözkonusudur."

 

Bize İshak b. Rahuye tahdis etti. (ve) dedi: Bize Abdurrazzak, Ma'mer'den, o da İsmail b. Umeyye'den haber verdi ki, Resulullah: "Üç şey vardır ki, hiçbir kimse onlardan kurtulamaz: UğursuzIuk, (su-i) zan ve hasedlik..! buyurmuş, "Bunlardan kurtulmanın çaresi nedir?" diye sorulunca, "Bir şeyi uğursuz saydın mı o yüzden birşeyden geri dönme, su-i zan'da bulunduğun zaman onu araştırma, hased ettiğin zaman (o şeyi) arzu etme!" -bu veya buna benzer birşey söyledi- demiştir.

 

Bana Ebu Hatim tahdis etti (ve) dedi: Bize el-Asmai, Said b. Müslim'den, o da babasından onun (babasının) uğursuzluğa inanan bir kimseye şaştığını onu şiddetle ayıpladığını ve şöyle dediğini haber verdi: "Ben bir tepede dururken devenin birisi kaçtı. Ben onun izini takib ederken, Vail oğulları kabilesinden Hani' b. Ubeyd'le karşılaştım. O hızla gidiyor ve şunları söylüyordu: "ve şer, tepelerin üzerine sarılıp, sarmalanır.

 

Sonra kabileden başka bir adamla karşılaştım, o ise: "Eğer sen bizim üzerimize şakileri salarsan, onlar bizi (asla) bulamayacaktır. diyordu. Sonra küçükken ateşe düşmüş ve ateşte yandığı için yüzü çirkinleşmiş ve şekli bozulmuş bir çocuğun yanına vardık. Ben çocuğa: "Sürüden kaçan bir deve (gördüğünü) hatırhyormusun?" dedim... Bana: Burada bedevilerden buralı olanlar var, onlara bir bak (sor) dedi. Ben de baktım, bir de ne göreyim. deve onlarda ve yavrulamış. Ben de onu ve yavrusunu aldım.

 

EBU MUHAMMED: el-Farık, hamile olan ve arkadaşlarından ayrılan deveye denir.

 

Ikrimede (-150) şöyle demiştir: İbn-i Abbas'ın (r.a.) yanında oturuyorduk. Öterek bir kuş geçti Oradakilerden bir adam: "Hayır olsun,. hayır olsun..!" dedi. İbn-i Abbas da: "Ne hayır ne de şer...! Resulullah güzel isimleri ve hayır ummayı (el-fe'lu's-salih) severdi." dedi.

 

Bana er-Rakaşi tahdis etti (ve) dedi: Bize el-Asmai haber verdi (ve) dedi ki: İbn-i Avn'a (66-151) Fe'l (hayır umma, uğur) nedir? diye sordum, bana: "Bir kimsenin hasta olduğu zaman kendisine 'Ya Salim" dendiğini işitmesi; birşey aradığında da "Ya Vacid dendiğini duymasıdır." dedi.

 

EBU MUHAMMED: Bu (anlatılan) da insanların yaratılış icabı hoşlandığı ve ünsiyyet duyduğu şeylerdir. Bu tıpkı onların adetleri olan, selamlaşırken birbirlerine selamet dilemeleri, dilek ve temenni hususunda mübalağa etmeleri, hayırla müjdelemeleri gibidir. Keza "...afiyette olasın, selamette olasın Ve " hayırlı, bereketli sabahlar olsun" denilmesine benzer. İranlılar da: "Bin nevruz (boyunca) yaşayasın!" derler.

 

Bu sözü işiten kimse, o kimsenin ömrünün uzayıp kısalmayacağını artıp eksilmeyeceğini bilir. Lakin hayrı (iyiliği) sevmek, müjdeli haberden, güzel manzaradan, hoşa giden isimden dolayı ferahlık duymak insanın tabiatında mevcuddur...

 

Bazan insan çiçekli bir bahçeye uğrar ve -kendisine herhangi bir faydası olmadığı halde- bundan dolayı sevinir, veya berrak bir su görür, suyu içmediği veya içirmediği halde o su kendisinin hoşuna gider.

 

Bazı hadislerde Resulullah'ın turunç kırmızı güvercin ve el-fağıye yani (kına çiçeğin)den hoşlandığı rivayet edilmiştir. Bu, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) güzel isimden ve hayra yormaktan hoşlanmasına benzer.

 

Onun, "ateşin oğulları (=benu'n-nar)", "yangının oğulları (=benu hırak)rı,"Zina oğulları (=benu zinye) ve "hüzün oğulları(=benu huzn) ve buna benzer isimlerden hoşlanmaması da buna benzer bir sebepten dolayıdır.

 

 

11- Mütenakız Olduğunu İleri Sürdükleri İki Hadis...

 

İDDİA: Siz, Habbab b. el-Eretten rivayet ettiniz ki (Habbab şöyle) demiştir: RasuIuIIah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sıcağın şiddetinden şikayette bulunduk, bizim şikayetimizi dinlemedi."

 

Yani: Onlar sıcağın fazlalığından ve kendilerinin bundan mutazarrır olduğundan yakındılar ve Rasulullah'tan namazı sıcağın şiddeti geçince kıldırmasını istediler. Resulullah onların şikayetlerini kabul etmedi (yani namazın tehir edilmesine evet demedi).

 

Sonra Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir de: "Namazı hava serinleyince kılınız. Çünkü sıcağın şiddeti, Cehennemin galeyana gelmesindendir. hadisini rivayet ettiniz. İşte bu, apaçık bir ihtilaf ve tenakuzdur.

 

CEVAB: Biz deriz ki -hamdolsun- burada ne ihtilaf vardir ne de tenakuz... Çünkü vakitlerin evvelinde Allahın rızası, sonunda da afvı vardır. Affetmek ise ancak bir kusurdan dolayı mevzuubahis olabilir. Vakitlerin evvelinde (namazların kılınması) te'kidli bir emirdir. Vakitlerin sonlarında kılınması ise bir ruhsattır. Resulullah'ın kendi şahsı için ise işlerin en ali (yüce) si ve Allah'a yakını ile amel etmekten başkası caiz olmaz. O, herhangi bir şeyin caiz olduğunu insanlara göstermek için bir veya iki kere ruhsatla amel edebilir. Fakat Resulullah'ın, düşük ve ehemmiyetsiz olana devam edib de müekked ve efdal (daha üstün ve kıymetli) olanı terketmesi caiz olmayacak birşeydir.

 

Sıcağın şiddetli olduğu bir zamanda, kendisi ile beraber namazı kılan ashabı, sıcağın şiddetinden şikayet edip sıcak azalıncaya kadar namazın tehir edilmesini istediklerinde onların bu isteklerini kabul etmedi. Çünkü ashab o anda kendisiyle beraber bulunuyordu. Sonra, orada hazır bulunmayanlara, sünnetinde genişlik ve kolaylık olsun diye namazın hava serinleyince kılınmasını emretti. Sabah namazının alaca karanlıkta kılınmasını emrettiği halde "Sabah namazını ortalık aydınlanınca kılın! buyurması da böyledir.

 

Resulullah'ın öğle namazını zeval vakti kıldığına namazı (hava serinleyinceye kadar) tehir etmediğine delalet eden şeylerden birisi de İsmail b. Uleyye'nin Avf dan, onun da el-Minhal'den, onun da Ebu Berze'den (r.a.) rivayet ettiği şu hadistir: Resulullah, da dedikleri öğle namazını güneş batıya meylettiği vakit yani zeval vakti kılardı.

 

 

12- Mütenakız Olduğunu Söyledikleri İki Hadis...

 

İDDİA: Resuluilah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Asla hiçbir Peygamber Allahı inkar etmemiştir." buyurduğunu ve bir de "Küçük yaşta iken kendisine iki melek geldiğini, kalbinden bir kan pıhtısı çıkardıklarını, sonra kalbini yıkadıklarını ve yerine koyduklarını rivayet ettiniz.

 

Sonra da Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kırk sene kavminin dini üzre olduğımu, iki kızını, ikisi de kafir olan Utbe b. Ebi Leheb ve Ebu'l-As b. er-Rabi'e nikahladığını rivayet ettiniz. Bunda ise ihtilaf ve tenakuz vardır. Ve bu Resulullah için bir nakısa (eksiklik) dir.

 

CEVAB: Biz deriz ki, manası anlaşılmca, bunda hiç kimsenin -Allaha hamd olsun- bunu tenkid etmesi veya buna dil uzatması mevzu bahis değildir. Çünkü Yemenliler hariç bütün araplar İbrahim (a.s.) oğlu İsmail'in (a.s.) neslidir ve daima İbrahim (a.s.) dininden kalma bazı esasları muhafaza edegelmişlerdir.

 

Ka'be'yi haccetmek ve ziyaret etmek, hıtan (sünnet olmak), nikahlanmak, üç kere boşayınca (kat'i) ayrılığın vuku bulması. bir veya iki boşamada erkeğin tekrar hanımına dönme hakkının bulunması, öldürülenin diyeti olarak yüz deve verilmesi cünüb olunca boy abdesti alınması, hunsa'nın kadın mı erkek mi sayılacağı hususunda bevletme uzvuna bakılması akrabalık sıhriyet ve soy cihetinden mahrem olanların nikahlarının haram kılınması bu kabil esaslardandır ve arapların bunlara uydukları herkes tarafından bilinen bir husustur.

 

Üstelik onlar (günah ve sevabları) yazan iki meleğin varlığına da inanıyorlardı.

 

Cahiliyye şairlerinden el-A'şa: "Senin nimetini inkar ettiğimi sanma, şahidim üzre ey Allahın şahidi, şahid ol.." demiştir. Yani: Dilim üzre ey Allahın meleği, dediklerime şahid ol.."demektir.

 

Arapların bir kısmı ba's (diriliş) e hesab'a da inanırdı. Zuheyr b. Ebi Sulma Cahilidir, -İslama erişmemiştir- Muallakat-ı Seb'a'dan addedilen meşhur kasidesinde şöyle demektedir: "...ya geri bırakılır, bir kitaba (yazılıp) konulur ve hesap gününe saklanır veya geri bırakılmaz, hemen cezalandırılır."

 

Sahibinin kabri başında ayakları bağlanan ve ölesiye kadar ne yem ne su verilen deve hakkında da "Kıyamet günü sahibi o deveye binerek gelir. Eğer yakınları, kendisi öldükten sonra bunu yapmazlarsa, çıplak ayakla, yaya olarak gelir." derler.

 

Ebu Zubeyd de bunu anlatarak şöyle demiştir: "Başları velaya içersinde olan develer gibi, Yanaklarının pembeliğini sam yeline veren (sevgili) ler"

 

el-velaya, devenin hamutunun (semerinin) altına konulan örtüye denir. Araplar bunun ortasını oyarlar ve devenin boynuna geçirirlerdi. en-Nabiğa da şöyle demiştir: "Mahalleleri İlah'in canibidir, dinleri de tamdır. Mükafattan başka birşey de beklemezler,"

 

en-Nabiğa'nın mükafattan kasdı, amellerin karşılığıdır. Mahalleleri de Şam dır.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kavminin dini üzre idi, dendiği zaman kasdedilen, ResululIah'ın, kavmi gibi Allah'a iman etmesi; sünnet olmak, boy abdesti almak haccetmek, tekrar dirilişe, kıyamet ve amellerin karşılığının görüleceğine inanmak gibi hususlarda onların şeriatlarıyla amel etmesidir. Bununla beraber Resulullah, putlara yaklaşmaz, onları ayıplamaz ve "Bana sevdirilmedi" derdi.

 

Şu kadar ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kendisine vahyolunana kadar, Allahın farz (olan emir) lerini ve kulları için (daha sonra} kendisi vasıtasıyla koymuş olduğu hükümleri bilmiyordu.

 

Allahu Taala da: "O (Rabbin) sen bir yetim iken (seni) barındırmadı mı? Seni (şeriat hükümlerini) bilmezken (nübüvvet nimeti ile şer'ı) yola koymadımi?" (Duha 6-7) buyurmuştur. Cenab-ı Hakk'ın ayetteki "dal" lafzından muradı, iman, İslam ve onun esaslarının tafsilatını bilmiyordun, Allah da sana yol gösterdi, demektir.

 

Yine Cenab-ı Hakkın: "Sen kitap nedir iman nedir, biliniyordun." (Şura 52) ayeti de böyledir. Yani: Sen Kur'an nedir, imanın esasları nelerdir, bilmezdin, demektir.

 

Allah bu ayette ikrar manasına olan imanı kasdetmemiştir. Çünkü Resulullah'ın küfür ve şirk üzre ölen ecdadı Allahı bilirler. O'na inanırlar. O'nun (rızası) için haccederler, (fakat) Allaha yaklaşmak için O'ndan başka ilahlar edinirler ve söylediklerine göre bu ilahlar onları Allaha yaklaştırırdı. Keza zulümden sakınırlar. Zulmün neticelerinden kaçınırlar ve "Hiç kimseye karşı haddi aşmayalım ve zulmetmeyelim" diye anlaşma yaparlardı.

 

Habeş meliki (Ebrehe) Abdulmuttalib'e ne istediğini sorduğu zaman, onun"Kaçan develerimi..." demesine, Ebrehe, "Nasıl olur da Ka'beyi yıkmamamı istemiyorsun da (kalkmış develerini istiyorsun)" deyince, Abdulmuttaiib: "Bu evin (Ka*be) yıkılmasına mani olacak bir (sahib)i var" demiş veya buna benzer birşey söylemiştir.

 

Onlar Allanın varlığını kabul ederler, O'na inanırlardı. Böyle olunca, tertemiz ve pak olan Resulullah -vahiyden önce- nasıl olur da Allaha iman etmez?

 

Bu (bizim anlattığımız) husus, herkese aşikardır. Hiç kimse Allahın: "Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun" ayetindeki iman'dan kasdedilenin, imanın esasları olduğunu hatırdan uzak tutamaz.

 

EBU MUHAMMED: Bu hadisin manası şudur: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) İbrahim ve İsmail (a.s.) dinleri üzere idi. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kavmi bunlardır, yoksa Ebu Cehil ve diğer kafirler değildir. Çünkü Allah İbrahim'in (a.s.) "Kim bana tabi olur, izimden giderse, işte o, bendendir. Kim de bana isyan ederse, tevbe ettiği takdirde muhakkak ki sen çok bağışlayıcı, çok merhamet edicisin" (İbrahim 36) dediğini Kur'an'da hikaye etmiştir.

 

Cenab-ı Hak Nuh'a (a.s.) "O senin ailenden değildir."(Hud 46) demiştir. Yani Nuh'un oğlu, babasının dininden ayrı olduğu için (onun ailesinden değildir)

 

Resulullah'ın iki kızını iki kafire nikahlamasına gelince: Bu da Resulullah'ın bilmediği dini hükümlerden idi. Birşey, haram kılınmakla kabin ve çirkin olur, mübah ve helal kılınmakla da güzel olur. Resulullah'ın, Allahın kafirlerle nikahlanmayı haram kılmasından ve bu hususta ayet inzal etmesinden önce kızlarını iki kafire nikahlamasında, onu Allaha küfretmeğe götürecek herhangi birşey yoktur.

 

BİR SONRAKİ İÇİN TIKLA:

 

SAYFA-2 13-24.BAŞLIKLAR