BEYHAKİ

KÜLLİYATI

İ’TİKAD

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

Muhammed Mustafa'nın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Peygamberliğinin İsbatı

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) künyesi, Ebu'l-Kasım Muhammed b. Abdillah b. Abdilmuttalib b. Haşim b. Abdimenaf b. Kusayy b. Kilab b. Murra b. Ka'b'dır. Yüce Allah onu, Muhammed, Ahmed ve Delail adlı kitabımızda zikrettiğimiz diğer isimlerle isimlendirmiştir.

 

Peygamberlikle ilgili deliller ve mucizelerle ilgili rivayetler çoktur. Bu mucizeler, lafız olarak mütevatir olmasalar bile mana olarak mütevatirdir ve gerçekleştikleri konusunda şüphe yoktur. Bu mucizelerin hepsi de aklı aciz bırakan ve olağanüstü hallerdi.

Kitab ehlinin, Hz. Muhammed'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberliğine getirdikleri delillerden birisi de, bu konuda Tevrat, İncil ve yüce Allah'ın indirdiği diğer kitapların, ondan bahsetmesi ve Arap topraklarında çıkacağını bildirmesidir. Ama kitap ehlinin çoğu kitaplarındaki bu bölümleri tahrif etmişlerdir.

 

 

 

Abdullah b. Selam şöyle derdi: Biz, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sıfatını (Tevrat'ta) şöyle görürdük: "Biz, seni şahit, müjdesi, uyarıcı ve ümmileri koruyucu olarak gönderdik. Sen Benim kulum ve Peygamberimsin. Ona ''Mütevekkil'' ismini verdim. O ne kabadır, ne katı, ne de çarşı pazarlarda bağırıp çağıran biri! Kötülüğe benzeriyle karşılık vermez, aksine affeder, göz yum ar. Onu, eğrilmiş (sapmış) milleti; kendisiyle kör gözleri, sağır kulakları ve perdeli kalpleri açacağı, ''Allah'tan başka hiçbir tanrının olmadığına şahadet etmesi'' suretiyle dosdoğru yapmadıkça öldürmeyeceğim."

 

[T] Sahih hadistir. Buhari (2125).

 

Ka'bu'l-Ahbar da Abdullah b. Selam'ın söylediklerinin aynısını söylemiştir. Bu ikisi de Kitab ehlinin alimlerindendir ve ellerindeki kutsal metinlerde Hz. Muhammed'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sıfatlarını görmüşlerdir.

 

Bu konuda, bu rivayet ve benzeri rivayetlere şahitlik eden, Deldi! adlı kitabımızda zikrettiğimiz birçok delil vardır.

 

Zeyd b. Amr b. Nufeyl, hak dini aramak için yola çıkıp Musul'da bir ihtiyarla karşılaştı ve kendisine yola çıkış sebebini anlattı. İhtiyar: "Sen kimlerdensin?" diye sorunca, Zeyd b. Amr: "Allah'ın evinin bulunduğu memlekettenim" cevabını verdi. Bunun üzerine ihtiyar: "Senin memleketinde bir peygamber çıktı veya yakında çıkacak. Geri dön ve onu tasdik edip iman et" dedi.

 

Selman el-Farisi'nin de aynı davranış içinde olduğuna dair rivayetler de mevcuttur.

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberliğinin delillerinden biri de doğumundan peygamber olarak gönderilişine kadar meydana gelen garip olaylar, küfür ümmetinin idarecilerini zor durumda bırakmış, sözlerini değersiz kılmış, Arapların değerini ortaya çıkarmış ve onların hep anılmasına sebep olmuştur. Meydana gelen garip olaylardan biri de FH vakası ve Allah'ın, Ebrehe ve taraftarlarına tattırdığı hezimet ve cezadır. Yine meydana gelen garip olaylardan bazıları, Perslerin ateşlerinin sönmesi, Kisra saraylarının direklerinin çökmesi, Sava gölünün kuruması, (İran'ın baş kadısı) Mübezan'ın gördüğü rüya ve başkaları.

 

Yine onun özelliklerinin, üstün vasıflarının ve şanının herkes tarafından bilinip kabullenilmesi de bu delillerden birisidir.

 

Tapılan putların, kimsenin yerinden kımıldatmamasına rağmen devrilip yüzüstü düşmesi de bu delillerden biridir. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğduğu zaman, bebekliği dönemi, peygamberlikle görevlendirildiği zaman ve peygamber olarak gönderildikten sonra olan ve peygamberliğine delil teşkil eden rivayetler Delail adlı kitabımızda mevcuttur.

 

Şeyh Ebu Süleyman el-Hattabi, kitabında okuduğuma göre şöyle der: "Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberliğinin delillerinden biri de, ilk zamanlarında yetim, zayıf ve fakir olmasıdır. Ne kalpleri kendisine çelecek malı, ne başkasına galip gelebilecek gücü, ne de ileride yerine geçerek malına ve makamına sahip olması umud edilen bir kralın varisiydi. Anlattığı davasında ve dininde kendisine destek olacak yardımcıları da yoktu. Bu durumda, Arapların ve kabilelerin karşısına tek başına çıkmış, kovulmuş, yurdundan çıkarılmış, hakarete maruz kalmıştır. O zaman Araplar ve kabileler putlara taparlar, fala önem verirlerdi. Aralarında Cahiliyet, kavmiyetçilik, düşmanlık, azgınlık, kan dökme, birbirlerine saldırma, haramları helal sayma gibi şeyler hayatın bir parçasıydı. Kendilerini bir araya getiren ne bir din, ne bir lider, ne de bir kral vardı. Onları, yaptıkları bu kötü şeylerden ne sonucunu görmek, ne de yerilmek alıkoymuyordu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların kalplerini birbirine ısındırdı, onları bir araya getirip görüş birliğini, birbirlerine yardım etmelerini sağladı. Onun davetiyle, kendisine yardımda ve itaatte birlik oldular, vatanlarını terk ettiler ve onun sevgisi yüzünden kavimleriyle araları açıldı. Taptıkları putları attılar, hayat tarzları olan sefihliği bıraktılar, günlük hayatlarında doğalolan içki içmeyi terk ettiler. Mallarının çoğunu teşkil eden faizi terk ettiler, kanlarıyla ve canlarıyla ona yardım ettiler. Onun sözünü yüceltmek için, kendilerine hiçbir mal, mülk, makam veya üstünlük vaad etmemesine rağmen boyunlarını kılıçlara tereddütsüz bir şekilde uzattılar. Aksine o, bu işe koyulan zenginle fakiri, eşraftan olanla avamdan olanı eşit tutmuştur. Bunların bir araya gelip fikir birliği ve iş birliği yapmalarını çalışarak sağlamak aklen mümkün mü? Onu hak olarak gönderene ve bu vesileleri hizmetine verene yemin olsun ki kişi sadece akılla bunu başaramaz. Bu, ancak ilahi ve semavi bir iradeyle olur. Bu, insanın doğasına terstir ve insanın kendi gücüyle bunu başarması mümkün değildir. Bunu ancak yaratıp yönetme gücüne sahip olan Alemlerin Rabbi yapabilir.

 

Buraya kadar anlattığımız ın doğruluğunu Yüce Allah'ın, "Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir"[Enfal, 163] ayeti iyice açıklamaktadır.

 

Peygamberliğin delillerinden birisi de ümmi olup, yazmayı ve okumayı bilmemesidir. O üm mi bir topluluk içinde doğdu, önceden gelenlerle ilgili bilgisi, yıldızlara bakan müneccimlerin, ölçüleri bilen bir mühendisin, tabiat olaylarına bakan filozofun, münakaşa ve cedeli öğreneceği güzel bir konuşmacının olmadığı bir toplumun içinde büyüdü. O, uzun seferlere çıkmadı ki, bu yolculuğunda insanlara anlattığı şeyleri bu yolculuğunda öğrenmiş olsun. Kavminin ve kendisini tanıyanların alimi de, cahili de, eşraftan olanı da avamdan olanı da bunun böyle olduğunu biliyordu. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara Tevrat, İncil ve geçmiş ümmetlerle ilgili bilgiler verdi. Halbuki bu kitapların muhtevası kaybolup tahrif edilmiş, bunların muhtevasını bilenler de çok az bir kısmını biliyordu.

 

Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine karşı gelen bütün milletlere meydan okuyup, en güzel konuşmacılarını toplayıp sözlerinden birini bile tenkid etmelerini istedi, ama hepsi bu konuda acze düşmüştür. Bu da, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) getirdiğinin, Allah katından gönderilen bir şeyolduğunun delilidir. Yüce Allah'ın, "Kendilerine okunan bir Kitab'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan topluluk için rahmet ve ibret vardır"[Ankebut 51] ayetinin manası budur.

 

Bu ayette, daha önce Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hakkında anlattığımız haline, okuma ve yazmayı bilmemesine, kitaplarla ilgili bilgisinin olmadığına işaret vardır. Bu kitap, Allah'ın kendisine indirdiği ve Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de kavmine okuduğu bir kitaptır. Bu bile Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözlerinin doğruluğuna ve davasının haklılığına yeterli delil teşkil eder.

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberliğinin ve doğruluğunun delillerinden biri de, Allah'tan gelen Kur'an'ın, icazıyla insanlara meydan okuması, onları, Kur'an'daki sureler gibi bir sure getirmeye davet etmesidir. İnsanlar bu konuda acze düşmüş ve onun gibi bir şey söyleyememişlerdir.

 

İlim ehli, Kur'an'ın icazı hakkında ihtilafa düşmüşlerdir: Bazıları: "Onun icazı, kafiyesi dışında, belagat ve sözlerindeki güzellik yönündendir" demiştir.

Bazıları; "Onun icazı, lafzı yönünden değil kafiye yönündendir.

Araplar Kur'an'ın içindeki lafızları kullanıyorlardı" demiştir.

Bazıları: "Onun icazı, olayları bildirmesi ve gelecekte olacaklar konusunda uyarıda bulunması, gelecekte olacaklarını bildirdiği şeylerin de, Kur'an'ın bildirdiği şekilde vuku bulmasıdır" demiştir.

 

Bazıları ise: "Onun icazı, Yüce Allah'ın, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberliğinin işareti ve davasındaki doğruluğunun anlaşılması için, insanların onun gibisini getiremeyeceğini bildirmesi, meydan okumasına ve insanların gayret sarfetmesine rağmen onun gibi bir şey söyleyememeleridir" demiştir.

 

Bazı alimler de şöyle demişlerdir: Kur'an'ın icazı, sayılan bütün yönlerledir. Kur'an'ın icazının lafız yönüyle olduğunu söyleyenlerin bu iddialarının bir geçerliliği yoktur. Çünkü Kur'an'daki kelimeler Araplar tarafından kullanılmaktaydı. Belagat, sadece isimlerin ve lafızların kendisiyle olmaz. Sözün beliğ olması için kelimenin yerinde ve uygun şekilde kullanılması gerekir.

 

Ebu Süleyman (Hattabi) der ki: Mesela, Araplar "....." (yarmak, kırmak) kelimesini bilir ve konuşmalarında kullanırlardı. Ama bu kelimeyi Kur'an'daki, "....."[Hicr 94] ayetindeki gibi açıkça ortaya koymak manasında kullanmamışlardır.

 

Yine, ''....." (vurmak) kelimesini bilir ve konuşmalarında kullanırlardı. Ama bu kelimeyi Kur'an'daki, ".....''[Kehf 11] ayetindeki gibi perde koymak / uyutmak - manasında kullanmamışlardır.

 

Aynı şekilde, "...." (atmak, terketmek) kelimesini bilir ve konuşmalarında kullanırlardı. Ama bu kelimeyi Kur'an'daki, ".....''[Kehf 11] ayetinde olduğu gibi bozmak manasında kullanmamışlardır.

 

Aynı şekilde, "Onlara bir delil de gecedir; gündüzü ondan sıyırırız da karanlıkta kalıverirler"[Yasin 37] ayetinden kastedilen, geceden gündüzün çıkmasıdır, ama burada bir şeyi kaplayan ve ona yapışıp duran şeyi çekmek manasındaki sıyırmak kelimesi kullanılmıştır. Aynı şekilde, " ... gecesi olmayan günün azabı gelinceye kadar ... "[Hac 55] buna misal verilebilir. Ayetten kastedilen, azap görenlerin bekleyişi içine girecekleri bir yarın'larının olmaması hiçbir hayır elde edememeleridir.

 

O zamanın insanları özdeyiş babında "..... (Öldürmek, öldürmeyi yok etmenin en iyi yoludur)" gibi güzel sözler de söylemişlerdir. Ancak bu yönde Kur'an'da geçen ''..... (Kısasta sizin için hayat vardır)"[Bakara 179] ifadesi hem belagat, hem de icaz bakımından çok üstün bir ifadedir. Zira Kur'an'ın bu ifadesi Arapların söylemiş olduğu bu veciz sözün anlamını içinde barındırdığı gibi onların bu sözünde bulunmayan anlamları da içermektedir. Örneğin kısas'ı zikrederek bir şeye misliyle karşılık verme ifade edilmiştir. Hayat'ı zikrederek bundaki amaç dile getirilmiştir. Ayette yapmacık ve suni bir ifade tarzından uzak durulmuştur. Bunun yanında kişiyi sıkacak olan gereksiz söz tekrarlarından kaçınılmıştır.

 

Beyhaki der ki: '....."[Bakara 179] ifadesi Arapların söz konusu sözünden daha veciz, daha kısa ve etkilidir. Zira ayet, on harften ibarettir. Arapların "....." sözü ise on dört harften oluşmaktadır."

 

Kur'an'da bu yönde düşünüp araştırına yapmak istesen bu şekilde az sözle çok şeyanlatan ifadelerin bolca bulunduğunu görebilirsin. Ama benzerlerine örnek olması açısından şimdilik biz sadece bu kadarını zikrediyoruz.

 

Söz dizimine bakarsak da Kur'an'ın icazının, Arapların bu yönde söyledikleri sözlerden tür olarak da çok farklı ve üstün olduğunu görebiliriz. O zamanlarda Araplar bu yönde beş konuşma türü kullanırlardı. Bunlar da kendi aralarındaki konuşma ve tartışmalarda kullandıkları düz konuşma yani nesir, diğeri hece veznine dayalı şiir, diğeri hitabet, bir diğeri de kafiyeli konuşmadır. Bunlardan her bir türün de diğerinden farklı olan bir formu vardır. Kur'an'ın söz dizimi ise bu beş tür ile formun beşinden de farklıdır. Bu fark da Arapça'yı iyi konuşan bir Arap veya bu dil konusunda bilgisi olan, ancak Arap olmayan biri tarafından kolaylıkla fark edilebilir. Kişi Kur'an'ın ifadelerini duyar duymaz Arapların söz konusu beş konuşma türünden farklı olduğunu hemen anlar. Bu yöndeki icazın Kureyş ile diğer Araplara karşı getirilmesi onların bu dile hakimiyetlerinden dolayıdır. Kur'an'ın kendine has olan üslup ile formu da bahsettiğimiz icazın temelini oluşturmaktadır. Bu yönüyle de insanlara karşı bir mucize olup, Yüce Allah'ın daha önceki peygamberler aracılığıyla insanlara gösterdiği denizin yarılması, ölülerin diriltilmesi, ateşin insanı yakmaması gibi mucizelerin de yerini tutmaktadır. Bundan dolayı Yüce Allah: "Eğer kulumuza indirdilderimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin ... "[Bakara 23] buyurur.

Bazı alimler Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Araplara getirdiği ve benzerini getirmekten kendilerini aciz bırakan Kur'an sözlerinin icazının diğer peygamberler tarafından gösterilen ölüleri diriltme, anadan doğma körü ve alacalıları iyi etme gibi mucizelerden daha etkili ve daha açık olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Kur'an, belagat ehli, fesahat erbabı ve beyan ilminin önde gelenlerinin karşısına onların da anlayabileceği bir dille çıkmıştır. Onların Kur'an'ın bu dili karşısındaki acziyetlerinden dolayı olan şaşkınlıkları elbette ki Hz. İsa'nın ölüleri diriltmesine şahit olanların şaşkınlığından daha büyük olacaktır. Zira bunların Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) körleri ve alacalıları iyileştirme, ilminden istifade etme gibi bir beklentileri yoktu. Kureyşliler de fasih ve beliğ konuşma, hitabet gibi şeylerle ilgilenip meşgul olurlardı. Bu yönde onların aciz kalması Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) getirdiği risaletin en önemli özelliği, simgesi ve peygamberliğinin doğruluğunun bir göstergesi olmuştur. Böylesi bir huccet de kesin ve açık olan bir huccettir.

 

Bu konuda şöyle bir soru sorulabilir: "Kur'an sözlerini Arapların sözlerinden ayıran özellikler ".....''[Tur 1, 2] ''......"[Şems 1, 2] ve benzerlerinde olduğu gibi cümle ve ayet sonlarındaki kafiyelerde kendini göstermektedir. Ancak Arapların sözlerindeki kafiyeler de azımsanmayacak kadar çoktur ve bu tür ifade tarzı onların bilmedikleri bir şey değildir. Ha bu iken siz bu yönü nasıl Kur'an'ın kazının simgesi olarak yapabiliyorsunuz?"

 

Bu soruya şöyle cevap verebiliriz: "Kur'an'ın söz konusu ifadeleri kafiye babından değil ifadelerin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmak için iki sözü birbirinden ayıran ve birbirine benzeyen harflerden oluşan fasıla'lardır. Bu anlamda fasıla belagat iken kafiye ise eksiklik, kusurdur. Zira Kur'an'daki fasıla'lar ayet veya sözün genel anlamına bağlıdır. Ancak kafiyelerde sözün anlamı kafiyelere bağımlı olur. Kafiye sözün son kısımlarını birbirine benzetmek için yapmacık ve suni bir forma sokmaktan öte bir şey değildir. Kafiye (sec') ifadesi de güvercinin ötüşünden alınmadır. Zira güvercin de aynı ton ve tarz da ses çıkarır. İfadeyi daha anlaşılır kılmak için söylenen sözün anlamına bağlı olan fasıla ile anlamı kendisine bağımlı kılan ve sözün sonunu yapmacık bir forma sokan kafiyeyi birbirine benzetmek doğru değildir ve kıyasın temel ilkelerine de terstir."

Onun icazının, gelecekten doğru haberler vermesi olduğunu söyleyenlerin bu iddialarının doğruluğunu gösteren örnekler çoktur: yüce Allah: "Elif, Lam, Mim. Rum mağhlb oldu. Yeryüzünün yakınında; ama onlar bu yenilgilerinin arkasından muhakkak üstün geleceklerdir"[Rum 1-3] buyurmuştur. Netice Kur'an'ın bildirdiği gibi olmuştur. Persler Rumları yenip bu sebeple müslümanlar üzülürken müşrikler sevinince, Yüce Allah, birkaç yıl içinde Rumların Persleri yeneceğini vaad etmiştir. Kimine göre dokuz, kimine göre ise yedi yıl sonra Rumlar Persleri yenmiş ve Yüce Allah'ın Kitab ehline olan yardımı sebebiyle müslümanlar sevinmişlerdir.

 

Yüce Allah, Bedir olayıyla ilgili olarak, "Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vaad ediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kafirlerin ardını kesmek istiyordu"[Enfal 7] buyurmuştur.

 

Sonuçta Yüce Allah'ın vaad ettiği gibi, iki topluluktan biri olan Mekke'den savaş için çıkan Kureyşlileri Bedir' de yenmiş, Ebu Süfyan kervanı kurtarıp kaçabilmiştir.

 

 

 

İbn Abbas der ki: Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Bedir günü ölüleri dolaştıktan sonra kendisine: "Kervanın peşine düş. Kervan uzağımızda değil" denilince, bağlı olan Abbas: "Bu doğru olamaz" diye seslendi. Abbas'a: "Neden?" diye sorulunca, ise: "Allah sana iki topluluktan birini vaad etti ve vaadini de yerine getirdi" cevabını verdi.

 

[T] Tirmizi (3080), Ahmed (1/229, 314, 326) ve Ebu Ya'la (2373).

 

Beyhaki der ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Bedir' de müşriklerle karşılaşınca, çadırında: "Allahım! Senin bana ahdini ve vaadini gerçekleştirmeni diliyorum. Eğer dilersen bugünden sonra ebediyen Sana ibadet olunmayacak" diye dua etti. Bunun üzerine zırhını giyinmiş olan Hz. Ebu Bekr, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in elini tutarak: "Yeter, ey Allah'ın Resulü! Rabbine çok ısrar ettin" dedi. Sonra zırhını giyinmiş olan Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Toplulukları dağıtılacak, yüz geri edileceklerdir. Kıyamet onların azap ile vaad edildikleri gündür. O ne korkunç, ne acı bir gündür!"[Kamer 45,46] ayetlerini okuyarak çıktı ve Allah'ın kendisine müşriklerin kaçacağını müjdelediğini bildirdi. Savaşın sonucu da Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) söylediği gibi oldu.

 

Yüce Allah, "And olsun ki Allah, Peygamber' inin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey inananlar! Siz, Allah dilerse, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısahmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Size, bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir"[Fetih 27] buyurmaktadır.

Müslümanlar ayette belirtildiği şekilde Kaza umresini yaptıkları zaman Mescid-i Haram'a girmişlerdir. Yüce Allah'ın bu sürede vaad ettiği yakın zamandaki fetih de gerçekleşmiştir. Bu fetihten kastedilenin Hayber savaşı olduğu söylendiği gibi Hudeybiye anlaşması olduğu da söylenmiştir.

 

"Onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir. Yine onları elde edecekleri birçok ganimetlerle de ödüllendirdi"[Fetih 18, 19] ayetlerinden Hayber'in fethinin haber verildiği bildirilmiştir.

 

"Bundan başka, sizin gücünüzün yetmediği, fakat Allah'ın sizin için sakladığı ganimetler de vardır ... ''[Fetih 21] ayetinden ise Hayber fethinden sonra elde edilen ganimetlerin kastedildiği söylenmiştir.

 

"Puta tapanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamber'ini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah'tır''[Tevbe 33] ayetinde vaad edilen, hak dinin üstün kılınması ve galip gelmesi vaadi, Allah'a hamd olsun ki gerçekleşmiştir.

 

 

 

Şafii der ki: "Allah, Peygamber'ini kendisiyle gönderdiği dinini, bu dini duyanların hak olduğunu, bu dine muhalefet eden her şeyin ise batıl olduğunu kabul etmesiyle diğer dinlerden üstün kılmıştır. Müşriklerin dini de iki dindir: Kitab ehlinin dini ve ümmilerin (putperestlerin) dini. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ümmilere gelip gelmiş ve isteyerek ve istemeyerek bu dini kabul etmek zorunda kalmışlardır. Kitab ehlinden bazılarını öldürtmüş, bazılarını esir almış, sonunda bir kısmı İslam'a girmiş, bazıları ise alçalmış bir şekilde cizye vermeye mecbur kalmıştır. İşte bunun gerçekleşmesi, İslam dininin bütün dinlerden üstün kılınmasının gerçekleşmesidir.

 

Yüce Allah şöyle buyurur: "Allah, içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır."[Nur 55] Allah, bu ayetiyle, müslümanların korku, zorluk içinde olup kafirlerin galip geldiği bir sırada, müslümanların galip geleceğini ve yeryüzüne hakim olacaklarını, dininin emirlerini rahatça yerine getirebileceklerini, içinde bulundukları korkulu durumun emniyete dönüşeceğini vaad etmiştir. Allah, Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ashabına ve onlardan sonra gelenlere vaad ettiği bu şeylerin hepsini yerine getirmiştir. Bu da Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberliğinin doğru, davasında sadık olduğunun delilidir.

 

 

 

Ubey b. Ka'b der ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabı Medine'ye gelince, Ensar'ın onları barındırması üzerine Araplar onlarla irtibatını kesmişlerdi. Bu sebeple müslümanlar silahlı bir şekilde yatıp kalkıyorlardı. Bunun üzerine birbirlerine: "Acaba güvenlik içinde yaşayıp Allah'tan başka kimseden korkmayacağımız bir gün görecek miyiz?" deyince, "Allah, İçinizden iman edip, salih amel işleyenlere vaad etti ki: ''Onlardan öncekileri halife yaptığı gibi -andolsun ki- onları da muhakkak yeryüzünde halife kılacak. Kendileri için seçip beğendiği dinlerini onlar için iktidar yapacak, önceki korkularını güvene çevirecektir.'' (Böylece) onlar Bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet etsinler. Bundan sonra artık kim kafir olursa, onlar fasıkların ta kendileridir"[Nur 55] ayeti nazil oldu.

 

[T] Hasen hadistir. Hakim (2/401) ve Taberani el-Evsat (7029).

 

Beyhaki: der ki: Yüce Allah'ın, "Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bmrlerse ahiretin mükafatı elbette daha büyüktür. Onlar sabreden ve yalnız Rablerine güvenen kimselerdir"[Nahl 41, 42] ayetleri de aynı manadadır.

 

Bazı tefsirciler, bu ayetin, Mekke'de işkence gören kişilerin, bu zulümden sonra Medine'ye hicret etmeleri üzerine Allah onlara dünyada güzellikler yani bol rızıklar vaad etmesi ve bu vaadini de yerine getirmesine işaret etmektedir, demişlerdir. Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer Muhacirlerden birine bağışta bulununca: "Al, Allah sana bereketler ihsan eylesin. Bu, Allah'ın sana dünyada vaad ettiğidir. Senin için ahirette saklanan şey ise daha üstündür" derdi.

 

Ebu Leheb müslüman olmayı kabul etmeyince ve Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona diyeceklerini söyleyince, Yüce Allah: "Ebu Leheb'in elleri kurusun; kurudu da! Malı ve kazandığı kendisine fayda vermedi. Alevli ateşe yaslanacaktır"[Tebbet 1-3] ayetleri nazil oldu. Ebu Leheb müşrik olarak öldü ve küfrüyle Cehenneme yaslandı. Halbuki ayet, Ebu Leheb sağken nazil olmuştu. Buna rağmen, Ebu Leheb, sırf Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yalancı çıkarmak ve insanları şüpheye düşürmek için bile olsa müslüman olduğunu söyleyememiştir. Bunun böyle olması, gaybı bilen Allah tarafından olursa mümkündür.

 

Kur'an'ın benzerini getirmeleri istenerek kendilerine meydan okumasına gelince, şüphe yoktur ki, eğer böyle bir şeye güçleri yetseydi, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) davasının asılsız olduğunu ve sözlerinin asılsız olduğunu ispatlamak için muhakkak yaparlardı. Buna güçleri yetmediği için, iman edenlerle savaşmak, iman edenleri kandırmaya çalışmak, mallarını telef etmek, onu ailesinden ve vatanlarından ayırmak, Kur'an'ın benzeri bir şey söylemekten daha kolay geldi. Kur'an'ın benzerini söyleyememeleri onların bu konuda aciz kaldıklarını göstermektedir. Bunların durumu, önünde su olup susuzluktan iki büklüm olan kişinin suyu içmemesine benzer. Bunu gören bilir ki, suyu içmeyen bu kişi ya suyu içmekten acizdir ya da suyun kendisine zararı olduğu için içmiyor. Yoksa bu kişi bu kadar susamışken ve suyu içme imkanı varken bu suyu içmemezlik yapmaz.

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğruluğunun delillerinden biri de zamanının erkeklerinin en akıllılarından olmasıdır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu konuda Rabbinin, "Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız ... "[Bakara 24] haber vererek, onun getirdiği gibi bir şey getiremeyeceklerini söylemiştir.

 

Deldil adlı kitabımızda, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine inen ayetlerden bazılarını güzel konuşan ve edib olan müşriklere okuduğunu, onların da benzerini söylemekten aciz olduklarını itiraf ettiklerini bildiren rivayetler nakletmiştik. Burada bir kaçını sayacağız:

 

 

 

Muhammed b. Ka'b der ki: Bana anlatıldığına göre, hilim sahibi yumuşak huylu biri olan Utbe b. Rabia bir gün Kureyşlilerin meclisinde otururken ve Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mescid' de tek başına otururken: "Ey Kureyş! Şunun yanına gidip konuşarak kendisine bazı teklifler getireyim. Belki de bu tekliflerden birini kabul eder de bizi rahat bırakır" dedi. Kureyşliler: "Olur ey Ebu'l-Velid" karşılığını verince, Utbe kalkıp Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında oturdu. Utbe, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile konuşup sonunda mal, mülk ve başka şeyler teklif edip sözlerini bitirince Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bitirdin mi, ey Ebu'lVelid?" diye sordu. Utbe: "Evet" cevabını verince, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O zaman beni dinle" buyurdu. Utbe: "Dinliyorum" karşılığını verince, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ha, Mim. (Kur'an) Rahman ve Rahım olan Allah katından indirilmiştir. (Bu) bilen bir kavim için, ayetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır"[Fussilet 1 - 13] ayetlerini okuyup okumasına da devam etti. Utbe bunları duyunca, ellerini arkasına koyup onlar üzerine dayanır vaziyette dinlemeye koyuldu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), secde ayetine kadar okudu ve secde ayetine yetişince secde yaptı. Sonra Utbe'ye: "Duydun mu Ebu'lVelid?" diye sordu. Utbe: "Duydum" cevabını verince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O zaman gerisi sana kalmıştır" buyurdu. Utbe arkadaşlarının yanına dönerken bazısı şöyle dedi: "Allah adına yemin ederiz ki, Ebu'lVelid gittiğinden farklı bir durumda size geldi" dediler ve Utbe yanlarına oturunca: "Ey Ebu'l-Velid! Sen arkanda ne bıraktın?" diye sordular. Utbe:

"Arkamdaki şudur: Vallahi, öyle bir söz dinledim ki; benzerini hiçbir yerde dinlemedim. Vallahi, duyduklarım ne şiir, ne sihir. ne de kehanettir. Ey Kureyş! Beni dinlerseniz, bu adamı içinde bulunduğu durumla baş başa bırakın. Yemin ederim, Ondan duyduklarım çok büyük özelliklere sahiptir" dedi.

 

Cabir b. Abdillah vasıtasıyla yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir.

 

Ancak farklı olarak, Utbe'nin, arkadaşlarına söyledikleri arasında: "Bana öyle bir şeyle cevap verdi ki; Vallahi! O ne sihirbaz, ne şair, ne de kahindir" deyip: "Ha, Mim. (Kur'fm) Rahman ve Rahim olan Allah katından indirilmiştir ... Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki: ''İşte sizi, Ad ve Semud'un başına gelen yıldırıma benzer bir azap ile uyardım''[Fussilet 1, 2] ayetlerini okudu. Bunun üzerine onun ağzını kapattım ve akrabalık bağları adına yemin ederek susmasını istedim. Bilirsiniz ki Muhammed bir şey söyleyince yalan söylemez. Bu sebeple üzerinize azab inmesinden korktum" dediği eklenmiştir.

 

[T] Hasen hadistir. Hakim (8/440-441),

 

İkrime, Velid b. el-Muğire kıssasını mürselolarak şöyle anlatır: Velid b. el-Muğire Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bana oku" deyince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir''[Nahl 90] ayetini okudu. Utbe: "Tekrar et" deyince, Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayeti tekrar okudu. Bunun üzerine Utbe: "Vallahi bu sözün bir tatlılığı ve güzelliği var. Onun sözleri üzeri meyveli, kökü bol sulu (ağaç) gibidir ve bu sözler bir beşerin söyleyeceği sözler değildir" dedi. Kavmine de şöyle dedi: "Vallahi! İçinizde şiirleri, recezleri, kasideleri ve cin şiirlerini benden daha iyi bilen kimse yoktur. Vallahi onun söylediği bunlardan hiç birine benzemiyor. Vallahi onun söylediğinin bir tatlılığı ve güzelliği var. Onun sözleri üzeri meyveli, kökü bol sulu (ağaç) gibidir. Vallahi! O her şeye üstün gelir, ama hiçbir şeyona üstün gelemez. O altındaki her şeyi yerle bir edecektir."

 

Ümmü Seleme'den rivayet edildiğine göre Cafer b. Ebi Talib Necaşi'nin huzuruna girince: "Allah bize, nesebini, doğruluğunu ve iffetini bildiğimiz bir peygamber gönderdi. Bu peygamber bize başka hiçbir şeye benzemeyen ayetler okudu" demiştir. 

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mucizeleriyle ilgili değişik kanallarla birçok rivayet yapılmıştır. Bu rivayetler Deldil adlı kitabımızda yazılmıştır. Dileyen oradan bunları geniş bir şekilde öğrenebilir. Burada bu mucizelerden, bir kısmını zikretmekle yetineceğiz:

 

 

 

Enes b. Malik'in bildirdiğine göre Mekke halkı Allah'ın Resulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (peygamber olduğuna dair) bir delil isteyince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ay'ın yarılmasını iki defa onlara göstermiştir. 

 

[T] Sahih hadistir. Buhari (3637, 3868, 4867, 4868) ve Müslim (2802).

 

 

 

Abdullah b. Mes'üd der ki: "Mekke'de Ay yarıldı ve iki parça oldu. Bunun üzerine Mekke kafirleri: "Bu İbn Ebi Kebşe'nin size yaptığı bir sihirdir. Yolculara bakınız. Eğer onlar da sizin gördüğünüzü görmüşlerse doğru söylüyor demektir. Eğer yolcular Ay'ın yarıldığını görmemişse bu, onun size yaptığı bir sihirdir demektir" dediler. Her yönden gelen yolculara sorduklarında bütün yolcular: "Evet, gördük" cevabını verdiler.

 

[T] Sahih hadistir. Beyhaki Delail (2/266) ve Ebu Nuaym Delail (sh. 235, 236).

 

 

 

İbn Ömer'in bildirdiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe okurdu, bir minber edinince o kütük inledi. Bunun üzerine Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelip ona sarıldı. 

 

[T] Sahih hadistir. Buhari (6/601)

 

Başka bir kanalla yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir. Ancak ravi farklı olarak "Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gidip kütüğü sıvazlayınca, kütük sakinleşti" dediğini de ekledi.

 

 

 

Cabir b. Abdillah der ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında Mescid'in tavanı hurma kütüklerinin üzerindeydi ve Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbe vereceği zaman bu kütüklerden birine yaslanırdı. Minber yapılıp Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun üzerinde hutbe vermeye başlayınca, o kütüğün on aylık hamile develerin inlemesi gibi inlediğini duyduk. Sonunda Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) elini üzerine koyunca kütük sakinleşti.

 

[T] Sahih hadistir. Buhari (918, 3586).

 

 

 

Cabir b. Abdillah'tan başka bir kanalla yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir. Ancak ravi farklı olarak rivayetin sonunda "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minberden inip kütüğü kucakladı. Kütük, çocuğun inlemesi gibi inliyordu. Kütüğün ağlamasının sebebi (daha önce) yanında yapılan zikirleri duymasıydı" dediğini de ekledi.

 

[T] Buhari: (449, 918, 2095, 3584, 3585).

 

 

 

Sehl b. Sa'd es-Saidi'nin rivayetinde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu kütüğün inlemesine şaşıyor musunuz!" buyurunca, sahabe kütüğe yönelip onun ağlamasına dayanamayarak kendileri de hüngür hüngür ağladılar.

 

[T] Beyhaki: Delail (2/559-560) ve İbn Ebi Şeybe (7/433 "senedi sahihtir").

 

 

 

İbn Abbas'ın rivayetinde ise Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Eğer onu kucaklamasaydım, kıyamet gününe kadar inlemeye devam ederdi" buyurmuştur.

 

[T] Sahih hadistir. İbn Mace (1415) ve Ahmed (1/249, 266, 363).

 

Başka bir kanalla yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir. Ancak ravi farklı olarak rivayetin sonunda "Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minbere oturunca kütük öküzün böğürmesi gibi böğürdü. Hatta onun böğürmesinden Mescid sallandı" ibaresini de ekledi.  [T] Müslim'in şartınca sahihtir. Ahmed (3/226) ve Tirmizi: (3627).

 

 

 

İbn Abbas'ın hadisinde ise Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in "Şayet onu kucaklamasaydım kıyamete dek inleyip duracaktı" ibaresi geçmiştir.

 

Bu hadis Ümmü Seleme'den yapılan rivayette şu şekildedir: Kütük, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yokluğunu fark edince öküzün böğürmesi gibi böğürdü. Hatta Mescid' dekiler onun sesini duydular.

 

 

 

Amr b. Sevad der ki: Şafii: "Allah, Hz. Muhammed'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) verdiği şeyi hiçbir peygambere vermemiştir" deyince, ben: "Hz. İsa'ya ölüleri diriltme mucizesini verdi" deyince, Şafii: "Resulullah'a da (Sallallahu aleyhi ve Sellem), yanında hutbe verdiği kütüğü vermiştir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), minber yapılana kadar onun yanında hutbesini veriyordu. Minber yapılınca, o kütük inledi, hatta inleme sesi duyuldu. Bu olay ölülerin diriltilmesinden daha büyüktür" karşılığını verdi.

 

 

 

Abdullah b. Mes'ud der ki: Siz mucizeleri azab olarak kabul ediyorsunuz. Oysa biz Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında onu bereket olarak kabul ederdik. Peygamber'le (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beraber yemek yerken yemeğin Allah'ı tesbih ettiğini işitirdik. Bir seferinde Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) su getirilmişti. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yemeğe başladı ve: "Haydi bereketli abdeste ve gökten inen berekete geliniz" buyurdu. Hepimiz o sudan abdest aldık. 

 

[T] Buhari (3579).

 

Ebu Zer, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) elimleki çakıl taşlarının tesbih ettiğini, sonra Ebu Bekr'in elindeki, sonra Ömer'in elindeki, sonra Osman'ın elindeki taşların tesbih ettiğini rivayet etmiştir.

 

 

 

Salim b. Ebi'l-Ca'd der ki: Cabir'e: "Ağaç (Hudeybiye) günü kaç kişiydiniz?" diye sorduğumda: "Bin beş yüz kişiydik" cevabını verip, o zaman susuz kaldıklarını söyleyip şöyle devam etti: Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) içinde su olan bir kap getirildi ve Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) elini kabın sokunca parmaklarının arasından pınar gibi su fışkırmaya başladı. Bolca su içtik ve o su bize yetip arttı." Ben: "Kaç kişiydiniz?" diye sorunca, Cabir: "Eğer yüz bin kişi olsaydık, yine de yeterdi. O zaman bin beş yüz kişiydik" cevabını verdi.

 

 

Başka bir kanalla yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir. Ancak ravi farklı olarak rivayetin sonunda "İçtik ve abdest aldık" demiştir.   [T] Buhari (3576, 4152, 4153, 4154, 4840) ve Müslim (1856).

 

 

Başka bir kanalla yapılan rivayette ise ravi: "İnsanlar abdest alıp içtiler. Ben de onun bereket olduğunu bilip kana kana içip karnımı doldurdum" demiştir.   [T] Buhari (5639) ve Müslim 1856 (74).

 

 

 

İbn Mes'üd'un yaptığı rivayete göre ise Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Haydi, abdest almaya (veya el yüz yıkamaya) ve Allah'ın bereketine geliniz" bunun üzerine halk gelip abdest alarak içtiler. Benim ise tek amacım Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bereket dediği suyla karnımı doldurmak olmuştu.  [T] Sahih

 

 

 

İbn Abbas der ki: "Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) parmaklarının arasından pınarlar fışkırdığını gördüm. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Bilal'e insanlara: "Bereketli abdest'e (geliniz)" diye seslenmesini emretti." İbn Abbas'ın anlattığı bu olay, Hudeybiye'de değil başka bir zaman vaki olmuştur. Çünkü İbn Abbas, Hudeybiye' de bulunamamıştır.

 

[T] Ahmed (1/251, 324).

 

Enes b. Malik te İbn Abbas'ın dediği gibi Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle bir şey yaptığını rivayet etmiştir. Bunun da Medine'de vuku bulmuş olması kuvvetle muhtemeldir.

 

 

 

Enes'in bildirdiğine göre bir kap su isteyince, geniş bir kab içinde su getirdiler ve Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) parmaklarını kabın içine soktu. Enes der ki: "Ben suyun parmaklarının arasından kaynamasına bakıyordum. Bu sudan abdest alanların altmıştan seksen kişiye kadar olduğunu tahmin ettim."   [T] Buhari 8200) ve Müslim (2279).

 

Enes: "Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kuba'ya gittiğinde, namaz vakti gelince, evi yakın olanlar abdest almak için kalktılar. Geriye bir topluluk kaldı" deyip hadisi zikretti ve kalanların seksenden fazla kişinin olduğunu söyledi. Bütün bunlar, bu olayın, Cabir'in rivayet ettiği Hudeybiye gününden başka bir günde gerçekleştiğine delalet etmektedir.

 

 

 

Katade, Enes: "Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve sahabe, Mescid ile çarşı arasında olan Zevra denilen yerdeyken, Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir su kabı istedi" dedi" deyip hadisi aktardı; ancak şöyle dedi: Enes'e: "Ey Ebü Hamza! Kaç kişilerdi?" diye sordum. Enes: "Üç yüze yakın" cevabını verdi. Bu rivayete göre bu olay başka bir zaman gerçekleşmişe benziyor.

 

 

 

Yolculuklarından birinde Allah'ın Resulü ile beraber olan Ziyad b. el-Haris es-Sudai anlatıyor: Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) küçük abdestini bozduktan sonra yanıma geldi. Bu sırada sahabe peşinden gelmişti. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana: "Ey Suda! kardeş! Su var mı?" diye sordu. Ben: "Hayır, çok az bir su var, o da sana yetmez" karşılığını verince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onu bir kaba koyup bana getir" buyurdu. Dediğini yaptığımda, Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) elini suya koydu ve parmaklarının arasından bir pınarın fışkırdığını gördüm."

 

Bu da başka bir hadisede vuku bulmuştur.   [T] Ebu Davud (514, 1630), Tirmizi: (199), İbn Mace (717) ve Ahmed (4/169).

 

 

 

Bera. der ki: "Siz Fetih deyince Mekke'nin fethini anlıyorsunuz. Evet Mekke'nin fethi de bir fetihtir. Ancak biz sahabiler, Fetih deyince, Hudeybiye günündeki Rıdvan biatını anlardık. Hudeybiye bir kuyunun adıdır. İnsanlar o kuyunun suyunu tamamen aldılar ve içinde tek damla bırakmadılar. Bu durum Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zikredilince oturup bir kova istedi. (Kuyudan) su çekip bu sudan ağzına koydu ve kuyuya püskürterek dua etti, Kuyunun suyu o kadar çoğaldı ki, hem kendimize, hem bineklerimize su çektik. O zaman sayımız bin dört yüz kişiydi,"

Misver b. Mahreme de, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kuyularda aynı şeyi yaptığını zikretmiştir. Bütün bunları Delail adlı kitabımızda zikrettik.

 

 

 

İmran b. Husayn anlatıyor: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabıyla bir sefere çıktıklarında şiddetli bir susuzluğa maruz kaldılar ve sahabeden iki kişi gelince - zannedersem Ali ve Zübeyr veya başkalarıydı- Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara: "Falan yere vardığınızda bir kadın göreceksiniz, Bu kadının üzerinde iki su tulumu olan bir devesi vardır. Bana o kadını getirin" buyurdu.

 

Kadının yanına vardıklarında, onun devesinin üzerinde iki tulumun arasına oturmuş olduğunu gördüler ve: "Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) davetine icabet et" dediler. Kadın: "Allah'ın Resulü da kim, şu Sabil mi?" karşılığını verince, olar: "Kasdettiğin kişidir, ancak o gerçekten Allah'ın Resulü' dür" dediler ve kadını Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) getirdiler. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emredince kadının tulumlarındaki sudan bir miktarı bir kaba konuldu. Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) O kaba Allah'ın dilediği kadar bir şeyler söyledi (dua etti).

 

İshak'ın rivayetinde şöyle geçer: Allah'ın dilediği kadar bir şeyler söyledi (dua etti) ve suyun tekrar tulumlara konulmasını emretti. Sonra tulumların ağzının açılmasını emretti, sonra da insanlara kaplarını ve tulum doldurmalarını emretti. O gün suyla dolmayan kap veya tulum kalmadı.

 

İmran b. Husayn der ki: "Tulumlardan su alındıkça tekrar dolduklarını hayal ediyordum. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kadının bohçasının getirilmesini istedi, bohça getirilip serildi ve Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sahabeye emredip azıklarından getirerek bu örtüye koyup doldurdular. Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kadına: "Git, suyundan bir şeyalmadık, ama Allah bize içirdi" buyurdu. Kadın ailesine gelip olanları anlattı ve: "İnsanların en sihirbazı veya gerçekten Allah'ın Resulü olan birinin yanından geliyorum" dedi. O kadının bütün ailesi Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelip müslüman oldular.   [T] Sahih hadistir. Buhari (344, 348, 3571) ve Müslim (682).

 

Başka bir kanalla yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir. Ancak ravi farklı olarak rivayetin sonunda "Müslümanlar, kadının etrafındaki müşriklere baskın yapıyor, ama onun bulunduğu topluluğa dokunmuyorlardı. Kadın bir gün kavmine: "Bu topluluk kasıtlı olarak size dokunmuyorlar. Müslüman olmak ister misiniz?" deyince, kavmi onun dediğini yapıp topluca gelerek İslam'ı kabul ettiler" ibaresi geçmiştir.  [T] Hasen

 

Beyhaki der ki: Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara baskın yapmamasının sebebi, kadına gösterdiği mucizeden dolayı onların İslam'ı kabul etmelerini temenni etmesidir. Kadın kavmine bu mucizeleri anlatınca, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğru söylediğini anlayıp müslüman oldular.

 

 

 

İmran b. Husayn ile Ebu Katade el-Ensari'nin rivayet ettikleri ibrikle ilgili hadis ise şöyledir: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yanınızda su var mı?" diye sorunca, (Ebu Katade) der ki: "Evet. İçinde biraz su olan bir ibrik var" cevabını verdim. Herkes bu ibrikten abdest aldı ve içinde sadece bir yudum su kaldı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu suyu sakla ey Ebu Katade. İleride onun şaşılacak bir hali olacaktır" buyurdu.

 

(Ravi) yolculukla ilgili hadisi zikredip şöyle devam etti: Öğle sıcağı şiddetlenince: "Ey Allah'ın Resulü! Susuzluktan helak olduk" dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Size helak olmak yoktur" buyurduktan sonra:

 

"Ey Ebu Katade! Bana ibriği getir" buyurdu. İbriği alıp yanına gittiğimde:

"Bardağımı getir" buyurdu. Bardağı getirdiğimde, bardağa su döküp insanlara içi rm eye başladı: (Suyu gören halk, orada izdiham yapınca Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Birbirinize iyi davranın! Hepiniz suya kanacaksınız" buyurdu. Herkes içip sadece ben kalınca Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İç ey Ebu Katade!" buyurdu. Ben: "Sen iç, ey Allah'ın Resulü!''.karşılığını verdim, Hz, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kavmin sakisi en son içer" buyurunca ben içtim, Sonra Allah'ın Resulü de (Sallallahu aleyhi ve Sellem) içti ve ibrikte daha öncekine yakın bir miktarda su kaldı. O zaman oradakilerin sayısı üç yüz civarındaydı.

 

Başka bir kanalla yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir. Ancak farklı olarak İmran b. Husayn'ın Abdullah b. Rabah'ın rivayetini tasdik ettiği bildirilmiştir.

Yine başka bir kanalla yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir. Ancak farklı olarak: "İnsanlar bardaktaki suyu görünce oraya üşüştüler. Bunun üzerine Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Birbirinize iyi davranın! Hepiniz suya kanacaksınız'' buyurdu" ibaresi vardır.  [T] Müslim (681).

 

 

 

İyas b. Seleme b. el-Ekva', babasının şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile gazveye çıktık ve o kadar bitkin düştük ki bineklerimizden bir kısmını kesmeyi düşündük. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Azığınızın bir bölümünü toplayın" buyurdu ve bir yaygı getirilmesini emretti. Yaygı getirilip serilince insanlar torbalarındaki yiyecekleri getirip yaygının üzerine koydular. Ben, ne kadar toplandığını görmek için uzanınca, bir oğlak miktarı bir şeyler toplandığını gördüm. O zaman bizim sayımız bin dört yüz kişiydi. Bu yiyecekten hepimiz doyuncaya kadar yedik.

 

Herkes doyduktan sonra ne kadar kaldığına bakmak ıçın uzandığımda, yine bir oğlak miktarı yiyecek olduğunu gördüm. Ondan torbalarımızı doldurduk, sonra Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir ibrikte biraz su getirildi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu suyu bir bardağa döktü ve hepimiz o sudan abdest aldık. Sonra sekiz kişi daha geldi ve: "Abdest alacak su var mı?" diye sordular, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Abdest alma bitti" buyurdu.  [T] Sahih

 

Başka bir kanalla yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir. Ancak farklı olarak: "Bin dört yüz kişinin hepsi de suyu bol bir şekilde kullanarak abdest aldık" ibaresi vardır.

 

 

Yine başka bir kanalla yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir. Ancak farklı olarak azık olayında: "Herkes azık torbalarını dolduruncaya kadar Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dua etti" ibaresi vardır.   [T] Ahmed (3/417-418) ve Hakim (2/618619).

 

Bu olayın aynısı Ebü Amre el-Ensari, Ebü Huneys el-Ğıfari ve İbn Abbas tarafından da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den aktarılmıştır.

 

 

 

Cabir b. Abdillah'ın bildirdiğine göre babası, Uhud günü şehid olmuş ve geriye altı kız çocuğu ve yüksek miktarda borç bırakmıştı. (Cabir der ki) Hurma toplama zamanı gelince Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gidip: "Ey Allah'ın Resulü! Bildiğin gibi babam Uhud günü şehid oldu ve ardından yüksek miktarda borç bıraktı. Bu sebeple alacaklıların seni görmesini istiyorum" dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Git, her bir hurma çeşidini başlı başına bir arada harman yap" buyurdu. Ben de onun dediğini yaptım, sonra çağırdım. Alacaklılar onu görünce bana kızdılar. Onların yaptıklarını gören Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu harmanların en büyükleri etrafında üç defa dolaştı. Sonra başında oturdu ve: "Adamlarını çağır" buyurdu. Onlara kileyle ölçüp durdu. Nihayet Allah babamın emanetini eksiksiz yerine getirmiş oldu. Ben ise Allah'a yemin ederim ki, babamın emanetini yüce Allah eksiksiz ödetsin de kız kardeşlerime tek bir hurma tanesi dahi götürmemeye razı idim. Fakat bütün harmanlar olduğu gibi kaldı hatta Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) alacaklılara verdiği harman bile sanki bir hurma tanesi kadar bile eksilmemişti. "

 

[T] Buhari (2127, 2405, 2781, 3580, 4053).

 

 

 

Enes b. Malik anlatıyor: Ebü Talha, Ümmü Süleym'e: "Ben Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sesini zayıf işittim. Onda açlık olduğunu biliyorum. Yanında (yiyecek) bir şey var mı?" diye sorunca, Ümmü Süleym: "Evet" deyip birkaç parça arpa ekmeği çıkardı. Sonra kendisinin bir başörtüsünü alarak bir kısmına ekmeği sardı, sonra onu benim giysimin altına tıktı. Bir kısmıyla da beni sardı. Sonra da beni Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gönderdi. Ekmeği alıp gittiğimde onun Mescid' de oturduğunu ve yanında insanlar olduğunu gördüm. Yanlarında durduğumda Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Seni Ebü Talha mı gönderdi?" diye sordu. Ben: "Evet" cevabını verince, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yemek için mi?" diye sordu. Ben: "Evet" cevabını verince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) etrafındakilere: "Haydi gidelim" buyurdu ve yola çıktı, ben de önlerinden gidip Ebü Talha'ya olanları anlattım.

 

Ebü Talha: "Ey Ümmü Süleym! Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) insanlarla geliyor, bizim ise onlara yedirecek bir şeyimiz yok" deyince Ümmü Süleym: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" karşılığını verdi. Ebü Talha gidip Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) karşıladı ve beraber gelip eve girince Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yanındakileri getir, ey Ümmü Süleym!" buyurdu. Ümmü Süleym o ekmekleri getirince, Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ekmeklerin doğranmasını emretti. Ümmü Süleym yağ tulumunu sıkarak onun içinden çıkanı katık yaptı. Sonra bu ekmek hakkında Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Allah'ın dilediği şekilde bir şeyler söyledikten sonra: "On kişiye izin ver" buyurdu. Gelenlerin hepsi yediler ve doydular. Oradakilerin sayısı yetmiş veya seksen kişiydi.

 

 

Başka bir kanaHa yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir. Ancak farklı olarak: "Sonra bu ekmekleri toplayınca, yemeye başladıkları zaman ne kadarsa o kadar olduğunu gördü" ibaresi geçmektedir.

 

 

Yine başka bir kanalla yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir. Ancak farklı olarak: Ondan seksen küsur kişi yedi ve yine de yemek arttı. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) artan kısmı Ümmü Süleym'e verip: "Bundan hem sen ye, hem komşularına yedir" buyurdu" ibaresi vardır.

 

[T] Sahih hadistir. Buhari (422, 3578, 5381, 6688) ve Müslim (2040).

 

 

 

Cabir b. Abdillah'ın rivayetinde ise Abdullah, Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir ölçek arpa ve bir oğlak olan yemeğe davet edince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tencerenin ve tandırın başında Allah'a dua etti. Hem onlar, hem üç yüz kişi bu yemekten yedi. Cabir b. Abdillah der ki: Bu yemekten komşularımıza da hediye ettik. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) evden çıkınca yemeğin eksilmeme durumu kayboldu.

 

[T] Sahih hadistir. Buhari (3070, 4101, 4102) ve Müslim (2039).

 

Beyhaki der ki: Bereket için dua etmesiyle yemeğin artarak bir çok kişinin yemesi, dua yapmasıyla suyun artması gibi bir çok hadisi değişik kanallardan rivayet etmiştik. Bu rivayetlerden bazıları şunlardır: Semure'nin hadisinde anlatılan kaptaki yemeğin semadan inen bereketle çoğalması. 

 

Ebu Eyyub tarafından rivayet edilen yemeğin yapılması rivayeti. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bedeviden satın aldığı oğlak.

 

Suffa ahalisinin süt içmesi için davet ettiği sütün artması. Hz. Aişe'nin yanındaki arpanın uzun süre bitmemesi.

Bir adama verdiği arpa.

Kadının tulumunda kalan yağ.

Bu ve başka hadislerde bu konuda bir çok rivayetler vardır. Onları isnadları ile burada zikretmemiz kitabın çok uzamasına sebep olur, işaret ettiğimiz şeyler yeterlidir. Doğruya ulaşmak, Allah sayesindedir.

 

 

 

Abdullah b. Mes'ud anlatıyor: Ukbe b. Ebi Muayt'ın koyunlarını otlatıyordum, Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Eb-Cı. Bekr bana uğradılar ve Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey çocuk! Süt var mı?" diye sordu. Ben: "Evet, ama bunlar bana emanet olarak verilmiş" cevabını verince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hiç teke görmemiş bir keçi var mı?" diye sordu. Kendisine keçiyi getirince, keçinin memelerini sıvazladı ve süt inmeye başladı. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de bir kaba sütü sağdı. Hem kendisi içti, hem Ebu Bekr'e içirdi, sonra keçinin memesine: "Eski haline dön!" buyurunca memeler eski sütsüz haline döndü. Bu olaydan sonra yanına gidip: "Ey Allah'ın Resulü! Bana da bu sözlerden bir şeyler öğret" dediğimde, başımı sıvazlayıp: "Allah sana merhamet etsin. şüphesiz sen öğretilmiş bir gençsin" buyurdu. 

 

[T] Hasen hadistir. Ahmed (1/379,462).

 

Başka bir kanalla yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir. Ancak farklı olarak: "Henüz teke görmemiş olan oğlağın var mı?" diye sorunca, onlara bir oğlak getirdim. Ebu Bekr oğlağı tuttu, Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oğlağın memelerini tutup dua edince memeler sütle doldu" ibaresi vardır. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buna benzer şeyleri birden çok yerde yapmıştır.

 

Hicret ettiği zaman, Ümmü Ma'bed'in keçisine de aynı şeyi yapmıştır. Hatta cinlerden bir adam, bilinen o beyitleri bu olayda okumuştur.

 

 

 

Bera b. Azib der ki: Ebü Bekr, Azib'den on üç dirheme bir deve palanı satın almıştı. Ebü Bekr, Azib'e "Bed'ya söyle de onu benim bineğimin yanına götürsün" deyince Azib: "Hayır, sen bana Allah'ın Resulü ile birlikte Mekke'den hicret etmek için çıkınca müşrikler sizi yakalamak için arkanıza düştüklerinde ne yaptığınızı anlatmazsan olmaz" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebü Bekr şöyle anlattı: Mekke'den geceleyin yola çıktık. Gece gündüz demeden hızla yol alıp öğle vakti çatana kadar gittik. Ben sığınacak bir gölge bulmak ümidiyle gözlerimi sağa sola çeviriyordum. Nihayetinde bir kaya görüp yanına gittim. Baktım ki, az bir gölgesi daha kalmış ben orayı düzelttim. Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) için bir post serdim ve "Uzan, ey Allah'ın Resulü!" dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uzandı. Sonra ben, etrafıma bakmak üzere, arayıcılardan herhangi bir kimse görür müyüm diye gittim. Baktım ki çobanın birisi bizim gölge aradığımız gibi kayaya doğru gölge aramaya geliyor. Ben ona: "Sen kimin çobanısın, ey genç?" diye sordum. O da: "Kureyşli bir adamın" diyerek adını verdi. Ben adamı tanıdım. Ona: "Koyunların içinde sütü olan var mı?" diye sorunca: "Evet var" cevabını verdi. Ben: "Bize süt sağabilir misin?" dedim. "Evet" deyince ben de ona sağmasını söyledim. Genç, sürüden bir koyun ayırdı. Sonra ona, koyunun memesini tozlardan silkelemesini emrettim. Sonra da ona ellerini silkeleyip temizlemesini emrettim. Avuçlarından birini diğerine şöylece vurup silkeledi. Sonra bize az bir miktar süt sağdı. Ben Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) için beraberimde taşıdığım ağzı çaputla kapatılmış bir su kabını aldım. Suyu süt kabının altına boşaltıp süt soğuyuncaya kadar bekledim ve Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vermek üzere kabı alıp gittim. Tam yanına vardığım zaman Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uyandı. Ben: "İç, ey Allah'ın Resulü!" deyince bundan hoşnut olacağım kadar içti. Sonra: "Hareket etme vakti gelmiştir, ey Allah'ın Resulü!" dedim ve yola çıktık. Kureyşliler bizi arıyorlardı. Bize onlardan atın ın üzerinde gelen Suraka b. Malik b. Cu'şum dışında yetişebilen hiç kimse olmadı. Ben: "İşte bizi arayanlar bize yetiştiler, ey Allah'ın Resulü!" deyince, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Üzülme, Allah bizimledir" buyurdu.

 

Bize iyice yaklaşıp ta aramızda iki üç mızrak boyu bir mesafe kalınca: "Ey Allah'ın Resulü! Bizi arayan bu kişi bize yetişti" deyip ağlayınca Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Ben: "Vallahi kendi canım için ağladığım yok. Ben sana ağlıyorum" cevabını verince, Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelen atlıya beddua ederek: "Allahım! Ona karşı bizi dilediğin şeyle koru" buyurdu. O anda Suraka atı ile beraber karnına kadar kumlara çakıldı ve atın üzerinden doğrulup: "Ey Muhammed! Kesinlikle anladım ki bana bunu sen yaptın. Allah'a dua et de beni şu vaziyetimden kurtarsın, vallahi seni arkan sıra aramaya gelenleri şaşırtacağım. İşte şu benim ok kuburum. İçinden bir tane ok aL. Zira sen falan falanca yerlerde benim koyun ve deve sürülerime rastlayacaksın. (Bunu göstererek) onlardan ihtiyacın kadarını al" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bizim senin davarlarına da, devene de ihtiyacım yok" buyurup onu kurtarması için dua etti. Suraka da kalkıp diğer arkadaşlarının yanına geri döndü. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de benimle birlikte yola devam ederek geceleyin Medine'ye geldik.

 

[T] Sahih hadistir. Buhari (2439, 3615, 365L, 3908, 3917, 5607) ve Müslim (2009).

 

Başka bir kanalla yukarıdaki hadisin aynısı nakledilmiştir. Ancak farklı olarak: "Biz düz bir yerde giderken Suraka b. Malik bizi takib etti. Ben: ''Ey Allah'ın Resulü! Bize yetiştiler'' deyince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Üzülme, Allah bizimledir" buyurdu. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona beddua etti ve Suraka'nın atı karnına kadar kumlara gömüldü" ibaresi vardır.

 

 

 

Suraka, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peşinden gidişini anlatırken şöyle der: Hatta, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) arkasına bakmadan giderken okuma sesini duyuyordum. Ebü Bekr ise durmadan arkasına bakıyordu. Atımın ön ayakları dizlerine kadar kumlara batınca, inip ata bağırdım. At kalktı, ama ayaklarını gömüldükleri yerden çıkaramadı. Atım kalkıp doğrulduğu zaman ayaklarından gökyüzüne doğru yükselen duman gibi toz çıktı. Bunun üzerine onu yakalayamayacağımı ve onun galip geleceğini anladım. 

 

[T] Sahih hadistir. Buhari (3906).

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) müşriklere bedduası, müslümanlara duası, yağmur yağması için dua etmesi, yağmurun dinmesi için dua etmesi, yüce Allah'ın bütün bu dualarını kabul etmesiyle ilgili hadisler çoktur. Bu tür rivayetler Deldi! adlı kitabımızda isnadlarıyla zikredilmiştir.

 

 

 

Cabir der ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraber bir yolculuğa çıktım. Allah'ın Resulü abdest bozacağı zaman kimsenin göremeyeceği kadar uzaklaşırdi. Sonra ne bir tepenin, ne de bir ağacın olmadığı bir yerde konakladık. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana: "Ey Cabir! Su kabını al da gidelim" buyurdu. Su kabını doldurdum ve görülmeyecek bir mesafeye kadar gittiğimizde aralarında birkaç kulaç mesafe olan iki ağaç gördük. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Cabir! Şu ağaca git ve onların arkasına oturmam için diğer ağacın yanına gitmesini emrettiğimi söyle" buyurunca, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dediğini yaptım ve ağaç sürünerek diğer ağacın yanına geldi. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların arkasında çöküp ihtiyacını giderince geri dönüp bineklerimize bindik ve yola çıktık. Yoldayken sanki üzerimizde bizi gölgelendiren kuşlar vardı. Bu sırada yanındaki çocuğu Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gösteren bir kadınla karşılaştık. Kadın: "Ey Allah'ın Resulü! Bu oğlumu şeytan her gün üç defa yakalıyor" deyince, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çocuğu alıp kendisiyle semer kaşının arasına koydu ve: "Defol! Allah'ın düşmanı! Ben Allah'ın Resulü'yüm" deyip üç defa dua etti, sonra çocuğu kadına verdi. Geri dönerken aynı kadın iki koçu sürerek çocuğu kucağında karşımıza çıktı ve: "Ey Allah'ın Resulü! Hediyemi kabul et. Seni hak peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, şeytan bir daha çocuğuma gelmedi" dedi. Allah'ın Resulü: "Koçlardan birini alınız, diğerini ise geri veriniz" buyurdu.

 

Sonra Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aramızdayken yola devam ettik. Kaçan bir deve gelip, iki topluluk arasında durarak secdeye kapandı. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey insanlar! Bu devenin sahibi kimdir?" diye sorunca, Ensar'dan bir grup genç: "Bu deve bizimdir, ey Allah'ın Resulü!" cevabını verdiler. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Deveye ne olmuş?" diye sorunca ise, onlar: "Yirmi yıldır onunla su taşıdık. Yaşı ilerleyip, biraz yağlanınca kesip çocuklarımıza paylaştırmak istedik" cevabını verdiler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onu bana satar mısınız?" diye sorunca, onlar: "Senin olsun, ey Allah'ın Resulü!" karşılığını verdiler. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Zamanı gelinceye kadar ona iyi bakınız" buyurdu. (Sahabe): "Ey Allah'ın Resulü! Sana secde etmeye biz hayvanlardan daha çok hak sahibiyiz" deyince, Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İnsanın insana secde etmesi olmaz. Eğer bu caiz olsaydı, kadınların kocasına secde etmesi caiz olurdu" buyurdu.

 

Ubade b. el-Velid, Cabir b. Abdillah'tan, ağaçların Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) için bir araya gelip sütre yapması sonra ayrılmalarını rivayet etmiştir.  [T] Sahih hadistir. Müslim (3012).

 

Murra'nın da tıpkı Cabir'in şahit olduğu gibi Allah'ın Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gösterdiği üç mucizeye şahit olduğu rivayet edilmiştir.   [T] İbn Mace (339) ve Ahmed (4/172-173)

 

 

 

İbn Abbas'tan yapılan rivayete göre Allah'ın Resulü hurma salkımını çağırınca, salkım ağaçtan inip yürüyerek Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelmiş ve sonra tekrar yerine dönmüştür.

 

[T] Sahih hadistir. Ahmed (1/223).

 

İbn Ömer'den bildirildiğine göre ise Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ağacı çağırınca, ağaç gelip Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önünde durmuş, üç defa Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberliğine şahitlik ettikten sonra yerine dönmüştür. 

 

 

 

Selman el-Farisi, hürriyetini kazanmak için yanında çalıştığı kişilerle belli sayıda hurma ağacı ekip meyve verinceye kadar bakımını yapmak üzere anlaşınca, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelip biri dışında bütün hurmaları ekmiş, diğerini başkası ekmişti. Başkası tarafından ekilen hurma ağacı dışındaki bütün ağaçlar o yıl meyve vermişlerdi. 

 

 

 

Cabir ve başkalarının Hayber kıssasını anlatırken bildirdiğine göre (pişirilmiş) koyun butunun, Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zehirli olduğunu söylediğini bildirmişlerdir.

 

[T] Ebu Davud (4510) ve Darimi (68). Kıssanın aslı Buhari (2617) ve Müslim'de (2190) mevcuttur.

 

Ebu Said el-Hudri, kurdun Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberliğine şahitlik ettiğini bildirmiştir.

 

Said b. el-Müseyyeb, Zeyd b. Harice el-Ensari'nin vefat ettikten sonra, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberliğine şahitlik ettiğini bildirmiştir. 

 

Hz. Ömer ve başkaları, kelerin Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberliğine şahitlik ettiğini bildirmişlerdir. 

 

Rabi b. Hiraş, kardeşinin vefat ettikten sonra ResUlullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberliğine şahitlik ettiğini söylemiştir.

 

Şimr b. Atiyye, yaşlı hocalarından, gençlik çağına gelinceye kadar hiç konuşamayan çocuğun Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberliğine şahitlik ettiğini bildirmiştir.

 

Muaykib'in bildirdiğine göre kundaktaki bebek, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberliğine şahitlik etmiştir. 

 

Uhud kıssasında anlatıldığına göre Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kılıcı kırılan Abdullah b. Cahş'a bir hurma dalı verdi. Bu hurma dalı Abdullah'ın elinde kılıca dönüştü.

 

Bedir kıssasında anlatıldığına göre ise Ukkaşe b. Mihsan'ın kılıcı kırılınca Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine bir çubuk verdi ve bu çubuk, adam boyunda beyaz bir kılıca dönüştü. Ukkaşe vefat edene kadar bu kılıçla savaşlara katıldı.

 

Vakıdl'nin kitabında anlatıldığına göre Seleme b. Eslem'in kılıcı kırılınca Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) elindeki bir sopayı ona verdi ve: "Bununla vur" buyurdu. Sopa güzel bir kılıca dönüştü ve Seleme, Cisr Ebi Ubeyd savaşında şehid oluncaya kadar bu kılıçla savaşlara katıldı.

 

Bedir savaşında - Uhud savaşında da olduğu söylenir- Katade b. enNu'man gözünden isabet alıp gözbebeği yüzüne akınca, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona dua edip gözünü yerine taktı. Katade'nin gözü öyle iyi oldu ki hangi gözüne isabet aldığını fark edemeyecek duruma geldi.

 

Bedir savaşında Rifaa b. Rafi'nin gözüne bir ok isabet edince gözü patladı. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun gözüne tükürüğünden sürüp dua edince ok gözüne hiçbir zarar vermedi.

 

Yine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayber günü Hz. Ali'nin gozune tükürüğünden sürünce, Hz. Ali'nin gözündeki rahatsızlık iyileşmiş ve sanki daha önce hiç rahatsızlanmamış gibi olmuş, hayatının kalan kısmında da gözünden hiç rahatsızlanmamıştır.

 

Allah'ın Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) duaları, yağmur istemesi, şifa istemesi ve yüce Allah'ın onun bütün dualarını kabul etmesiyle ilgili bir çok delil vardır. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mucizeleri sayılamayacak kadar çoktur ve gizlenemeyecek kadar açıktır. Biz burada her türden, söylemek istediğimizi açıklığa kavuşturmak için birkaç tanesini zikrettik.

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından bazıları, Cibril'i Dihyetu'l-Kelbi'nin olmadığı bir sırada, onun suretinde gördüklerini söylemişlerdir.

 

Müşriklerden bir topluluk, Yüce Allah'ın Bedir günü Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) desteklemek için gönderdiği melekleri görmüşlerdir. 

 

Sa'd b. Ebi Vakkas, Uhud günü Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzerlerinde beyaz elbiseler olan sağında bir adam, solunda bir adamın Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namına çetin bir şekilde savaştığını görmüştür. Sa'd bu kişileri daha önce hiç görmediğini, daha sonra da görmediğini, bunların melek olduğunu anladığını söylemiştir. 

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hayattayken, sonradan olacaklardan haber vermesi ve söylediklerinin hepsinin ortaya çıkmasıyla ilgili rivayetler de çoktur ve Delail adlı kitabımızda zikredilmişlerdir.

 

Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'deyken haşerenin Kabe' de asılı olan (müslümanlara yapılan ambargo anlaşmasını içeren) kağıt parçasını yediğini bildirmiş, gidip baktıklarında gerçekten de sayfanın yenmiş olduğunu görmüşlerdir.

 

Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Beytu'l- Makdis'e gidip oradan yedi kat göğe yükseldiğini söyleyince onu yalanladıklarında, kendisini yalanlayanlara yolda gördüğü kervanlarını ve (Mekke'ye) gelişini,

 

Beytu'l- Makdis ile ilgili bilgi vermiş ve dediklerinin doğru olduğu ortaya çıkmıştır. 

 

Yine sahabenin bildirdiğine göre o, Mute savaşında Zeyd b. Harise, Cafer b. Ebi Talib ve Abdullah b. Revaha'nın başlarına geleni, onlardan bir haber gelmemişken bildirmiştir.

Yine, Necaşi'nin vefat ettiğini, vefat ettiği gün haber vermiştir.

 

Hatib b. Ebi Beltea'nın (Mekke müşriklerine) gönderdiği mektubu ve doğru olduğu anlaşılan bir çok şeyi haber vermiştir. Bunları burada zikretmek kitabın uzamasına sebep olur.

 

Ümmetine, kendisinden sonra yapılan fetihleri henüz hayattayken bildirmiştir.

Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hz. Osman'ın hilafetinin son dönemlerinde başlayıp ölümüyle ortaya çıkan fitne konusunda uyarıda bulunmuştu. 

 

Kendisinden sonra gelecek olan hilafetin müddetini bildirmiştir.

Bu halifelerden sonra gelecek ve Ümeyye oğullarından, sonra Abbas oğullarından olacak olan halifelere işaret etmiş ve dediği gibi de olmuştur.

 

Sahabeden bazılarının şehit olacağını söylemiş, saydığı kişilerin hepsi de sonradan şehid olmuşlardır. 8

 

 

 

Abdullah b. Selam'ın şehid olmayacağını, ama müslüman olarak vefat edeceğini bildirmiş ve söylediği gibi de olmuştur.

 

[T] Sahih hadistir. Buhari (2813, 7010, 7014) ve Müslim (2484).

 

Osman b. Aftan'ın başına gelecekleri bildirmiştir.

 

Ammar b. Yasir'in öldürüleceğini, torunu Hz. Hüseyin'in öldürüleceğini torunu Hasan b. Ali'nin müslümanlardan iki büyük grubun arasını düzelteceğini bildirmiş ve bütün söyledikleri gerçekleşmiştir.

 

Vefat edeceğini kızı Hz. Fatıma'ya bildirmiş, kendisinden sonra ilk vefat edeceğin de kızının kendisi olduğunu söylemiş ve buyurduğu gibi de olmuştur.

 

Ümmetine Esvedu'l-Ansı ve Müseylimetu'l-Kezzab'ın şerrinden Allah'ın kendilerini koruyacağını bildirmiş ve dediği gibi olmuştur.

 

Üveys el-Karani'den haber verip onu vasfetmiş ve vefatından sonra Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) söylediği gibi (Üveys Medine'ye gelince) sahabe onun Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vasfettiği gibi olduğunu görmüşlerdir. 

 

Bakara ve Al-i İmran Surelerini ezberleyen Ensar'dan bir adam irtidad edip kafirlere katılıp sonra ölünce, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yer onu kabul etmez" buyurdu. Adam defalarca defnedilmesine rağmen toprak kendisini dışarı atmıştır. Delail adlı kitabımızda Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğruluğuna şahitlik edecek her çeşitten mucizeler zikredilmiştir. Bu tür rivayetleri senedleriyle bilmek isteyen oraya bakabilir.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), son peygamber oluşu sebebiyle çok büyük bir mertebesi vardır. İki omuzu arasında peygamberlik mührü vardı. Kitab ehli Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onunla ve kutsal metinlerinde gördükleri başka alametlerle tanırlardı.

 

Kalbinin yarılıp Şeytan'ın nasibinin oradan çıkarıldıktan sonra yıkanması ve bu olaya orada olan birçok kişinin şahit olması da bu mucizelerden biridir.

 

Enes b. Malik: "Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) göğsündeki dikiş izlerini görüyordum" demiştir.

 

Mirac gecesi Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya gitmesi, oradan Sidretu'l-Münteha'ya yükselmesi uyanıkken olmuştur. Mirac'da gördüğünü söylediği olağan dışı şeyleri, melekleri, peygamberleri, Cenneti, Cehennemi ve başka şeyleri gözleriyle görmüştür.

 

 

 

İbn Abbas, " ... Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'an'da lanetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik. .. ''[İsra 60] ayetinde geçen görüntülerden kasıt, İsra gecesi Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gözüyle gördüğü şeylerdir, demiştir.

 

[T] Sahih hadistir. Buhari (3888, 4716, 6613).

 

 

Mirac ve göğsünün yarılmasıyla ilgili hadiseleri Delail' de zikrettik.

 

 

 

Hz. Aişe der ki: Bu ümmet içinde, "Hem onu berrak bir ufukta gördü"[Tekvir 23] ve "Andolsun ki, o onu bir kez daha inişinde gördü"[Necm 13] ayetlerini ilk olarak ben sordum. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "O görülen Cibril' dir. Onu kendi yaratıldığı şekilde iki defa gördüm. Onu gökten inerken ve yaratılışının büyüklüğü gök ile yer arasını kaplamış olarak görmüştüm."

 

[T] Sahih hadistir. Buhari (3234, 3235, 4662, 4855, 7380, 7531) ve Müslim (177).

 

 

 

Abdullah b. Mes'üd, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ii Araları iki yay aralığı kadar veya daha da yakın oldu"[Necm 9] ayetini açıklarken: "Cibril'i gördüm, altı yüz kanadı vardı" buyurduğunu söylemiştir. 

 

[T] Sahih hadistir. Buhari (3232, 4856, 4857) ve Müslim (174).

 

Abdullah b. Mes'üd, "Andolsun ki, o onu bir kez daha inişinde gördü"[Necm 13] ayetini açıklarken: "Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Cibril'i gördü, altı yüz kanadı vardı" demiştir.

 

Ebü Hureyre de aynı rivayette bulunmuştur.

 

 

 

İbn Abbas ise, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbini iki defa gördüğünü söyleyip, bu ayetleri Rabbini görmesi olarak tefsir etmiştir. Allah en doğrusunu bilir.

 

[T] Ahmed (1/285, 290).

 

Bu konuyla ilgili görüşler el-Esma ve's-Sıfat ve er-Rüye adlı kitaplarda isnadlarıyla geçmiştir.

 

 

*******

Fasıl

*******

 

Peygamberler, vefat ettikten sonra ruhları kendilerine iade edilir ve onlar Rableri katında tıpkı şehitler gibi diridirler.

 

Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Selleml, Mirac gecesi bu peygamberlerden bazısını görmüş, onlara salat edilmesini, kendisine de salavat getirilmesini emretmiştir.

 

Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), getirdiğimiz salavatların ve selamların kendisine arz edileceğini, Allah'ın, peygamberlerin bedenini yemesini toprağa haram kıldığını bildirmiştir. Onların hayatta olduklarıyla ilgili ayrıca bir kitap yazdık.

 

Allah, Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaratmadan önce Allah katında peygamber olarak yazılmıştı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat ettikten sonra da Allah'ın peygamberi, seçilmişi ve en hayırlı kuludur. Onun emir ve yasaklarını tebliğ edenler de onun halifeleridir. Allah'ın emri (kıyamet) gelinceye kadar onun risaleti baki, şeriatı açıktır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

Evliyanın Kerametleri