BEYHAKİ KÜLLİYATI |
İ’TİKAD |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
Alemin Yoktan Var
Olması, Onu Var Edenin ve Düzenleyip İdare Edenin, Kadim, Ortağı ve Benzeri
Olmayan İlahın Olması
Yüce Allah şöyle
buyurur: "Tanrınız bir tek Tanrıdır. O, merhamet eden, merhametli olandan
başka Tanrı yoktur. Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri
ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde,
Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı
orada yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları
döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller vardır.''[Bakara 163-164]
Ebu'd-Duha der ki:
"Tanrınız bir tek Tanrıdır ... ''[Bakara 163] ayeti nazil olunca,
Müşrikler hayret ederek: "Muhammed, tanrınızın tek tanrı olduğunu
söylüyor. Eğer doğru söylüyorsa, bize bir delil getirsin" dediler. Bunun
üzerine, "Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri
ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde,
Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı
orada yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları
döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller vardır''[Bakara 163, 164] ayeti
nazil oldu. Yani, şüphesiz ki, bu ayetlerde düşünen kimseler için deliler
vardır.
[T] Hadis hasendir.
Beyhaki der ki: Yüce
Allah, emri altına aldığı gökler ve içindeki Güneş, Ay ve yıldızların
yaratılışını zikretmiş, yeryüzünün, içindeki denizler, nehirler, dağlar ve
madenlerle yaratılışını, gecenin ve gündüzün peş peşe gelmesini ve birinin
uzarken diğerinin kısalmasını, denizde yüzen gemilerin insanlara sağladığı
faydayı, gökyüzünden, memleketlere hayat veren yağmurun yağmasını, gece ve
gündüzün, soğukla sıcağın peş peşe gelip böylece insanların ve hayvanların
rızıklarının ortaya çıkmasını, yeryüzünde farklı şekil, değişik dil ve renkteki
canlıları yaydığını, rüzgarları ve yerle gök arasında emre amade duran
bulutları döndürdüğünü ve bunlarda canlılar için olan faydaları zikretmiş,
bütün bunlarda düşünen kimseler için deliller olduğunu bildirmiştir.
Sonra başka bir ayette
bunlara bakılmasını emredip, Peygamber'ine:
"Göklerde ve yerde
neler var, bir bakın ... "[Yunus 101] buyurmuştur. Yani, Allah, açık
ayetler ve aydınlatıcı deliller ışığında bu alemin şekline bakıp düşünürsen
onun, sakini için gerekli her şeyin mevcut olduğu bir ev gibi olduğunu
görürsün. Sema bir tavan gibi yükselmiş, yeryüzü bir kilim gibi serilmiş, yıldızlar
kandiller gibi dizilmiş, cevherler azık gibi biriktirilmiş, değişik bitkiler,
yemek, giymek ve başka şeyler için hazırlanmış, bir kısım hayvanlar binek
olarak ve başka şeylerde kullanılmak üzere (insanoğluna) sunulmuştur. İnsan da,
kendisine cömertçe sunulan (alem denilen) bu evin sahibi gibidir. Bu da,
alemin, düşünülerek ve takdir edilerek bir nizamla yaratıldığının, onu
yaratanın da hikmet sahibi, kudreti tam ve alim olduğunun delilidir. Bu
açıklamayı, Ebu Süleyman el-Hattabi'nin kitabında okumuştum.
Beyhaki der ki: Sonra
Yüce Allah, başka bir ayette kullarının, göklerdeki ve yerdeki Melekutuna
(sınırsız hükümranlık ve nizama), yarattığı başka şeylere bakmalarını teşvik
edip: "Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama,
Allah'ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar
mı? Peki, bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?"[A'raf 185]
buyurmuştur. Göklerdeki ve yerdeki melekutta deliller vardır. Yüce Allah bu
ayetle onlara şöyle buyurmuştur: "Onlar, göklerdeki ve yerdeki Meleklituna
(sınırsız hükümranlık ve nizama), yarattığı başka şeylere düşünerek ve tedebbür
ederek bakmıyorlar mı! Bu şeyler sonradan var olduğu için değişime uğrarlar.
Sonradan var olanların, muhakkak bir var edicisi vardır ve bu var edenin de
sonradan var olanlara benzemesi caiz değildir. Allah'ın Halil'i Hz. İbrahim de
bundan yola çıkarak, sonradan var olanların ilah olduğunu kabul etmeyip,
bunları yaratıp var edene yönelerek: "Doğrusu ben yüzümü, gökleri ve yeri
yaratana, doğruya yönelerek çevirdim, ben ortak koşanlardan değilim"[En'am
79] demiştir.
Ali b. Ebi Talha'nın
bildirdiğine göre İbn Abbas, "Yakinen bilenlerden olması için İbrahim'e
göklerin ve yerin hükümranlığını şöylece gösteriyorduk"[En'am 75] ayetini
açıklarken şöyle demiştir: Göklerin ve yerin hükümranlığından kastedilen,
Güneş, Ay ve yıldızlardır. Hz. İbrahim, "Gece basınca bir yıldız gördü,
''İşte bu benim Rabbim!'' dedi." Yıldız batınca, ''Batanları sevmem''
dedi. Ay'ı doğarken görünce, ''İşte bu benim Rabbim!" dedi, (Ay) batınca,
''Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi and olsun ki sapıklardan olurdum'' dedi.
Güneş'i doğarken görünce ''İşte bu benim Rabbim, bu daha büyük!'' dedi. (Güneş)
batınca, ''Ey milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım. Doğrusu ben
yüzümü, gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim, ben ortak
koşanlardan değilim''[En'am 76 - 79] dedi.
[T] Şafii, Leys'in
katibi Abdullah b. Salih'in zayıf olduğunu, Ali b. Ebi Talha'nın İbn Abbas'tan
hadis dinlemediğini ve bu rivayetin senedinin zayıf olduğunu söylemiştir.
Beyhaki der ki: Yüce
Allah, kulların kendi nefislerine bakıp düşünmelerini teşvik etmiş ve
"Kendi canlarınız da da nice deliller vardır. Görmüyor musunuz?''[Zariyat
21] buyurarak, insanların üzerlerindeki işaretlere ve eserlere bakmalarını
istemiştir. Kişi, tutan iki eline, yürüyen iki ayağına, gören iki gözüne, duyan
iki kulağına, konuşan diline, sütten kesildiği zaman çıkan ve yediği yemeği
öğüten dişlerine, yemeği sindiren midesine, vücudu düzenleyen karaciğerine,
vücudun her tarafına uzanan damarlarına, besinlerin emilimi yapıp vücudundan
çıkaran bağırsağına bakınca, bunların, Hakim, alim ve kadir olan tarafından
yapıldığına işaret ettiğini anlar.
Abdullah b. ez-Zübeyr,
"Kendi canlarınız da da nice deliller vardır. Görmüyor
musunuz?"[Zariyat 21] ayetindeki canlardaki delillerden kastedilenin,
büyük ve küçük abdestin çıkış yolları olduğunu söylemiştir.
[T] Hadisin Muhammed b.
el-Murtefi dışındaki ravileri güvenilirdir. Ebu Hatim bu kişiyi güvenilir
bulmuştur,
Asmai'nin bildirdiğine
göre İbnu's-Semmak, bir adama: "Seni yaratıp, yağla görmeni, kemikle
duymam ve etle konuşmam sağlayan Allah yüceler yücesidir" demiştir.
Deriz ki: İnsanın
bedenine ve diğer canlılara baktığımızda, birbirine düşman, ters ve birbirini
bozan, sıcaklık ve soğukluk, nem ve kuruluk gibi şeylerin olduğunu görüp:
"Bunları bir araya getiren ve lütfuyla onların bir arada kalmalarını
sağlayan vardır" deriz. Eğer böyle olmasaydı bu zıtlıklar sebebiyle vücut
bozulurdu. Eğer birbirine zıt olan ve bir arada bulunmaları mümkün olmayan
şeylerin, onları bir araya getiren biri olmadan bir arada bulunmaları mümkün
olsaydı, ateşle suyun, onları bir araya getiren biri olmadan bir arada
bulunmalarının mümkün olması gerekirdi. Böyle bir durum ise düşünülemez.
Onların bir araya gelişi, bunun onları bir araya getirip birleştirmeye gücü
yeten Kahhar olan Yüce Allah tarafından olduğunu gösterir.
Şafii'den anlatıldığına
göre, Mureysi kendisine Reşid'in meclisinde tevhidin delillerini sorunca, Şafii
buna benzer deliller getirmiş ve hüccet olarak konunun başında zikrettiğimiz
ayetleri ve canlıların seslerinin değişik olmasını göstermiştir.
Deriz ki: Yüce Allah
Kitab'ında, kişinin kendisini yaratam ve halden hale çevireni bilmesi için,
nefsimizin bir halden diğer hale dönüşüp değiştiğini bildirmiştir. Yüce Allah:
"Ne oluyorsunuz ki Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz. Oysa sizi
merhalelerden geçirerek O yaratmıştır."[Nuh 13, 14] ve "And olsun ki,
insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere
yerleştirdik. Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik
et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik.
Sonra onu başka bir yaratık yaptık: Biçim verenlerin en güzeli olan Allah ne
uludur! Sizler, bütün bunlardan sonra ölürsünüz"[Müminun 12-15]
buyurmaktadır.
İnsan kendisini
düşündüğü zaman, onun düzenlenmiş ve değişik hallerden geçirilmiş olduğunu
görür. İlk önce bir nutfeyken (meni), sonra alaka olmuş, sonra mudğa (bir
çiğnem et parçası) olmuş, sonra da et ve kemiğe dönüşmüştür. Kişi bunu görünce,
bedenini eksik bir halden tam bir duruma getirenin kendisi olmadığını bilir.
Çünkü o, hem beden hem de akıl yönünden en mükemmelolduğu halinde bile bir
uzvunu dahi meydana getiremez ve organlarına herhangi bir organ da ekleyemez.
Bu da, kişinin eksik ve zayıf olduğu zamanda bunları yapmaktan daha da uzak
olduğunu gösterir. Kişi ilk önce genç, sonra olgunluk yaşında, daha sonra da
ihtiyar olduğunu görür. Kişiyi kendi kendini genç ve kuvvetli olduğu halinden
ihtiyarlığa nakledemez. Bunu tercih eden de kendisi değildir. Saçlarının ağarıp
ihtiyarlamasına engelolup gençliğindeki kuvvetine dönmeye de gücü yetmez.
Bununla kişi bunları yapanın kendisi olmadığını, kendisini bir halden diğer
hale döndürenin olduğunu, eğer böyle olmasaydı, bir döndüren olmadan bunların
olamayacağını anlar. Kişi böylece, hayatı, ilmi, kudreti, iradesi, duyması,
görmesi ve konuşması olmayanın titizlik isteyen bir şeyi yapamayacağını, hiçbir
şeyi emredemeyeceğini ve yasaklayamayacağını bilir. Bu da, bunları yapanın,
diri, alim, kadir, isteyen (istediğini yapan), duyan, gören ve konuşan biri
olduğunu gösterir. Yine kişi, kendisini yapanın tek olduğunu, eğer birden çok
ilah olsaydı birbirlerine üstün olmaya çalışacağını anlar. Eğer Yaratanla
beraber başka ilahlar da olsaydı, yaratılmışlar arasına fesat girerdi.
Böylece kişi, tek ilah
olduğunu ve Onun ortağı olmadığını anlar. Yüce Allah bu konuda: "Allah
çocuk edinmemiştir; O'nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı kendi
yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı. Allah
onların vasıflandırdıklarından münezzehtir. O, görülmeyeni de, görüleni de
bilir. Koştukları ortaklardan yücedir"[Müminun 91, 92] ve "Eğer yerle
gökte Allah'tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan
Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir"[Enbiya 22]
buyurmaktadır.
Sonra kişi bilir ki,
Alemi yaratan, Alemden hiçbir şeye benzemez. Çünkü muhdes (sonradan yaratılmış)
olan bir şeye herhangi bir yönüyle benzeyecek olsaydı, sonradan var olma
yönüyle benzerdi. Kadim olanın da muhdes olması veya bir yönüyle kadim, bir
yönüyle de muhdes olması imkansızdır. Çünkü bir şeyi yapanın, kendisi gibi bir
şey yapması imkansızdır. Tıpkı, sövenin, sövgü olamayacağı veya yalan
söyleyenin kendisinin yalan olamayacağı gibi. Çünkü birbirine benzer iki şeyden
birinin diğerini yapması imkansızdır. Birbiriyle aynı olan iki kişiden biri
diğerinden daha üstün bir şey yapamaz. Çünkü birbiriyle aynı olan iki kişiden
biri, diğerini yaparsa, ondan daha üstün olmuş (onunla aynı olmamış) olur.
Durum böyle olunca, yüce yaratanın yaratılmışlara benzetilmesi mümkün değildir.
O, Kendisini vasfettiği gibidir. " ... O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O,
işitendir, görendir"[Şura 11], "De ki: O Allah bir tektir. Allah her
şeyden müstağni ve her şey O'na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir
şey O'na denk değildir."[İhlas 1-4]
Ubey b. Ka'b'ın
bildirdiğine göre müşrikler: "Ey Muhammed! Bize Rabbinin nesebini
söyle" deyince, Yüce Allah, " ... O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O,
işitendir, görendir"[Şura 11], "De ki: O Allah bir tektir. Allah her
şeyden müstağni ve her şey O'na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir
şey O'na denk değildir"[İhlas 1-4] (İhlas) süresini indirdi.
Çünkü doğan her şey
ölür, ölen her şey ise geriye miras bırakır. Yüce Allah ise ne ölür ne de
geriye miras bırakır. Onun benzeri ve dengi yoktur.
[T] Hadis, hasen li
ğayrihidir. Tirmizi (3374), Ahmed (5/133-134), Hakim (2/540), Beyhaki el-Esma
ve's-Sıfat (50, 607) ve Şu'abu'l-İman (101).
İbn Abbas, " ... En
yüce sıfatlar ise Allah'a aittir ... ''[Nahl 60 ] ayetini açıklarken:
"Onun benzeri hiçbir şey yoktur" demiştir. " ... Hiç O'na
benzeyen bir şey bilir misin?"[Meryem 65] ayetini ise: "Rab gibisi
veya Ona benzeyen bir şey bilir misin?" şeklinde açıklamıştır.
Deriz ki: Bazı
hocalanmız Yaratan'ın isbatı ve alemin var edilmesini, peygamberliğin
başlangıcı ve resullerin mucizeleriyle isbat etme yoluna gitmişlerdir. Çünkü bu
deliller, şahit olanlar tarafından duyarak ve görerek alınmıştır. Bunlara şahit
olmayanlar tarafından ise kendilerine aktarılmak suretiyle alınmıştır. Nübüvvet
sabit olunca, yaratanın varlığını ve alemin var edildiğini kabul etmek,
Peygamber'in davet ettiği şeyi kabul etmede şart olarak sayıldı. Peygamberlere
iman edenlerin çoğu bu yolla iman etmişlerdir.
Ebü Bekr b.
Abdirrahman'ın bildirdiğine göre Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
eşi Ümmü Seleme der ki: Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı
Mekke'de işkenceye maruz kalınca, Allan'ın Resulü onların Habeşistan'a
-Necaşi'nin yönettiği ülkeye- gitmelerini söyledi. (Ebü Bekr) Hadisin devamını
zikredip şöyle devam etti: Cafer, Necaşi ile konuşarak dedi ki:
"Biz, Mekke
halkının dinindendik. Yüce Allah bize kendimizden, soyunu, doğruluğunu ve
iffetini bildiğimiz bir peygamber gönderdi. O bizi, Allah'a inanmaya, Ona
hiçbir şeyi ortak koşmamaya, atalarımızın ve başkalarının taptığı putları
bırakmaya davet etti. Bize iyiliği emredip kötülüğü yasakladı, namaz kılmayı,
oruç tutmayı, sadaka vermeyi, akrabalarımızla alakayı kesmemeyi ve bilinen her
türlü güzellikleri öğretti. Bize, Yüce Allah'tan indirilen ayetleri okudu. Bize
okudukları, başka hiçbir şeye benzemiyordu. Biz de ona iman ettik ve getirdiği
şeyin hak olduğunu ve Allah tarafından geldiğini bildik. Bunun üzerine
kavmimizden ayrılınca bize eziyet etmeye başladılar."
Necaşi: "Sizin
yanınızda bana okuyabileceğiniz, Allah'tan Peygamberinize inmiş bir şey var
mı?" diye sordu. Cafer: "Evet" deyip, Meryem Süresini okuyunca,
Necaşi o kadar ağladı ki, (akan gözyaşlarından) sakalı ıslandı. Necaşi'nin din
adamları da, okunan ayetleri dinledikleri zaman ağladılar ve hatta onların
mushafları da gözyaşlarından ıslandı. Bunun üzerine Necaşi: "Şüphesiz ki
bu ve Musa'nın getirdikleri elbette ki aynı aydınlığın kaynağından
gelmektedir" dedi.
[T] Senedi hasendir.
Ahmed (1/201, 51290)
Deriz ki: Necaşı ve
yanındakiler Kur'an'ın icazını, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
peygamberlik konusundaki iddiasının doğruluğunun delili olarak gördüler. Bu
delille yetinip Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Allah tarafından
getirdiğine iman ettiler. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kendisiyle geldiği delil (Kur'an) var edenin isbatı ve alemin sonradan var
edildiğinin delilidir. Sabit'in bildirdiğine göre Enes der ki: Resulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) soru sormamız yasaklanmıştı. Çölden (köylerden)
bir adamın çıkıp gelerek Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sorular
sorması ve Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunlara verdiği
cevapları dinlemek bizim pek hoşumuza giderdi. Bir gün bir bedevi gelip:
"Ey Muhammed! Bize elçin geldi ve senin, Allah tarafından gönderildiğini
söylediğini iddia etti" dedi. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Doğru söyledin" karşılığını verince, adam:
"Gökyüzünü kim
yarattı?" diye sordu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Allah" cevabını verince, bedevi: "Yeryüzünü kim yarattı?"
diye sordu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah" cevabını
verince, bedevi:
"Bu dağları kim
dikti?" diye sordu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Allah" cevabını verince, bedevi: "Onda bu faydalı şeyleri kim
yarattı?" diye sordu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Allah" cevabını verince, bedevi:
"Gökleri ve yeri
yaratan, dağları diken ve faydalı şeyler meydana getiren Allah hakkı için seni
gerçekten Allah mı peygamber olarak gönderdi?" diye sordu. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet" cevabını verince, bedevi:
"Bize gelen elçin,
her gün ve gecede üzerimize beş vakit namazın farz olduğunu söyledi" dedi.
Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Doğru söylemiş"
karşılığını verince, bedevi: "Seni elçi olarak gönderen hakkı için söyle,
bunu sana gerçekten Allah mı emretti?" diye sordu. Allah'ın Resulü:
"Evet" karşılığını verince, bedevi: "Elçin, bizim mallarımızdan
zekat vermemizin üzerimize farz olduğunu söyledi" dedi. Allah'ın Resulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Doğru söylemiş" karşılığını verince,
bedevi: "Seni resul olarak gönderen hakkı için söyle, bunu sana gerçekten
Allah mı emretti?" diye sordu. Hz. Peygamber: "Evet" karşılığını
verince, bedevi:
"Elçin, yılda bir
ay oruç tutmanın üzerimize farz olduğunu söyledi" dedi. Allah'ın Resulü:
"Doğru söylemiş" karşılığını verince, bedevi: "Seni resul olarak
gönderen hakkı için söyle, bunu sana gerçekten Allah mı emretti?" diye
sordu. Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet"
karşılığını verince, bedevi: "Elçin, içimizden gücü yetene Kabe'yi hac
etmenin farz olduğunu söyledi" dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Doğru söylemiş" karşılığını verince, bedevi: "Seni
resulolarak gönderen hakkı için söyle, bunu sana gerçekten Allah mı
emretti?" diye sordu. Allah'ın Resulü: "Evet" karşılığını
verince, bedevi: "Seni hak olarak gönderene yemin ederim ki, bunlara ne
bir şeyeklerim, ne de bir şey eksiltirim" dedi. Bedevi gidince, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Eğer doğru söylüyorsa Cennete
girer" buyurdu.
[T] Sahih hadistir. Müslim
(12) ve Buhari (63).
Beyhaki der ki: Soruyu
soran bedevi, Resulullah'ın {Sallallahu aleyhi ve Sellem zamanında yaygın olan
mucizelerini duymuştu. Aynı zamanda (elçinin) Kur'an'dan okuduğu ayetleri de
duymuş olabilir, ama yaratıcının varlığını, sadece kendisine farz kıldığı ve
yarattığı şeyleri sorarak isbat etmiştir. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) mucizelerini yeterli görmeyenlerin bazıları, onun doğru söylediğine
dair delil getirmesini istemişlerdir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) delili gösterince de iman edip, onun getirdiklerini tasdik etmişlerdir.
İbn Abbas der ki:
Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir bedevi gelerek: "Senin
Allah'ın Resulü olduğunu nasıl bileceğim?" diye sorunca, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şu hurmanın salkımını çağırsam ve o benim
peygamber olduğuma şahadet etse olur mu?" karşılığını verdi. Bedevi:
"Olur"
deyince, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) salkımı çağırdı. Hurma
salkımı ağaçtan indi ve sıçrayarak Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yanına geldi. Sonra Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) salkıma:
"Geri dön!" deyince salkım yerine döndü. Bunun üzerine bedevi:
"Şahitlik ederim ki sen Allah'ın Resulü'sün" diyerek Müslüman oldu.
A'meş'in, Ebu Zabyan'dan
bu hadisi destekleyen bir rivayeti vardır.
İbn Ömer, Hz.
Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aynı manada bir rivayette
bulunmuştur.
[T] Sahih hadistir.
Tirmizi (3628), Hakim (2/620) ve Buhari et-Tarıhu'l-Kebir (3/3
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
Yüce Allah'ın
İsimleri ve Sıfatları