BEYHAKİ KÜLLİYATI |
İMAM ŞAFİİ’NİN MENKIBELERİ |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
Sapkın Mezhepler
Hakkındaki Tutumu
Heva Ehlinden (Sapkın
Mezheplerden) Uzak Durmayla İlgili Söyledikleri. Onlardan Nefret Etmesi,
Söylediklerini Yermesi, Onları Eleştirmesi, Aleyhlerine Kullanması ve Onlarla
Tartışması
Rabi b. Süleyman der ki:
Şafii'nin şöyle dediğini işittim: "Kişinin şirk dışında bütün günahlarla
Allah'ın huzuruna varması, bir parça heva (sapkın inanç) ile huzuruna
varmasından iyidir."
Bir rivayete göre:
"Hevalarının bir kısmıyla ... " şeklindedir.
Rabi dışında birisi şu
ilaveyi yapar: Bulunduğu yerde kaderle ilgili tartışan bir kavim görünce Şafii
şöyle dedi: "Allah'ın Kitab'ında meşiet Allah'a aittir, kullarına değil.
Meşiet, Allah iradesinin kendisidir. Yüce Allah: ''Allah dilemedikçe siz
dileyemezsiniz''[İnsan 30] buyurarak, kullarına iradenin kendisine ait olduğunu
bildirmiştir."
Kaderi de ispat ederdi.
Diğer bir kanalla:
"Bu hevaların bir kısmıyla ... " şeklinde nakledilmiştir.
Yünus b. Abdila'la
bildiriyor: Muhammed b. İdris eş-Şafii'ye dedim ki:
Dostumuz el-Leys b.
Sa'd: "Su üzerinde yürüyen bir heva ehli görürsem onu kabul etmem"
diyor.
Şafii dedi ki: "Az
bile demiştir. Ben onun havada yürüdüğünü görsem yine kabul etmem."
Yunus b. Abdila'la der
ki: Şafii, Hafsu'l-Ferd'le konuştuktan sonra, yanına gittim. Dedi ki:
"Nerelere kayboldun, ey Ebu Musa! Kelam ehline baktım, vallahi hiç aklıma
gelmeyen bir şey gördüm. Kişinin, şiir dışında Allah'ın yasakladığı her şeyle
imtihan edilmesi, kelam ile müptela olmasından iyidir."
Derim ki: Şafii bu
sözleriyle Hafs ve onun gibi bidat ehlini kastetmiştir. Kelamı ve kelam ehlini
zemmettiğine dair rivayetlerin hepsinde kastettiği budur. Bazı rivayetlerde
genel söylemiş, bazılarında belirterek söylemiştir. Belirterek söylemesi
geneldeki amacını anla tmaktadır:
Ebu'l-Velid b.
el-Carud'un bildirdiğine göre: Hafsu'l-Ferd Şafii'nin yanına girip onunla
konuştu, Sonra Şafii bizim yanımıza çıkıp bize şöyle dedi: "Kulun Tihame
dağları gibi günahlarla Allah'ın huzuruna varması; bu adam ve arkadaşlarının
inancından bir harfle huzuruna varmasından iyidir."
Hafs, Kur'an'ın mahluk
olduğu görüşündeydi.
İşte bu rivayetler,
kelam hakkında, daha önce söylediği ve burada geçmeyen sözlerdeki maksadını
göstermektedir.
Yoksa, Ehl-i Sünnet
ve-cemaatin kelamı ona göre neden kötü olsun, üstelik kendisi de kelam hakkında
konuşmuş, kendisiyle bunu tartışanlarla tartışmıştır. Heva ehlinden arkadaşlarının
kulağına bununla ilgili gelen yanlış bilgileri keşfetmiş ve düzeltmiştir.
Rabi b. Süleyman'ın
bildirdiğine göre Şafii'nin yanında; Abdullah b. Abdilhakem, Yusuf b. Amr b.
Yezid ve Hafsu'l-Perd toplandılar. Şafii ona Münferid derdi. Hafs, Abdullah b.
Abdilhakem'e sorup: "Kur'an hakkında ne dersin?" dedi. Cevap vermek
istemedi. Yusuf b. Amr'a sordu, o da cevap vermedi. İkisi de Şafii'yi işaret
ettiler. Bu sefer Şafii'ye sordu. Şafii deliller getirdi ve münazara uzadı.
Şafii, Kur'an'ın Yüce Allah'ın kelamı olduğuna ve malıluk olmadığına dair
deliller getirip onu yendi ve Hafsu'l-Perd'i tekfir etti.
Rabi der ki: Baktım
Hafsu'l-Perd hemen şöyle dedi: "Şafii benim katlimi istedi."
Muhaddislerden bir hoca
olan Ebu Şuayb el-Masri anlatıyor:
Muhammed b. İris
eş-Şafii'nin yanında bulundum. Ayrıca evinde Yusuf b. Amr b. Yezid ve Abdullah
b. Abdilhakem vardı. Yanlarına Hafsu'l-Perd girdi. Kelam alimi ve münazaraya
meraklı biriydi.
Yusufa dönüp:
"Kur'an hakkında ne diyorsun?" diye sordu.
Yusuf "Allah'ın
kelamıdır, bununla ilgili başka bir şey demem" dedi.
Sonra onu Şafii'ye
havale etmeye çalıştılar.
Sonunda Hafsu'l-Ferd,
Şafii'ye dönüp "Sana yönlendirdiler" dedi. Şafii: "Bırak
bunları" dedi. Fakat rahat bırakmadı.
Şafii ona: "Sen
Kur'an hakkında ne diyorsun?" diye sorunca Hafs:
"Mahlüktur
diyorum" dedi. Şafii: "Bunu nereye dayanarak diyorsun?" diye
sorunca, Hafs mahlük olduğuna dair deliller getirmeye başladı. Şafii de
Allah'ın kelamı olduğuna ve mahlük olmadığına dair deliller getiriyordu.
Sonunda Şafii onu susturdu ve tekfir etti.
Ebü Şuayb der ki:
Delilleri bende yazılıdır.
Ertesi gün
Hafsu'l-Ferd'i züccaciyeciler çarşısından gördük. Bize dedi ki: "Şafii'nin
bana yaptığını gördünüz mü?"
Alim olduğunu göstermek
istiyordu. Sonra bana dönüp şöyle dedi:
"Kimse bu konuda
onun gibi konuşmadı, onun bu dediklerine gücüm yetmez."
Daha önce; imanın
artması ve eksilmesi konusunda onun Hafs ile münazarasını nakletmiştik.
Humeydi de, Şafii'nin
Mürcie mensuplarıyla en güzel tartışmasını nakletti ve İbn Herim' e, rüyeti
inkar edenlere karşı nasıl delil getirdiğini anlattı.
es-Saci'nin kitabında
okuduğuma göre Leys'in katibi Abdullah b. Salih şöyle anlatıyor: Şafii'nin
yanında meclisindeydik. Peygamberden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelen haber-i
vahidin tesbiti konusunda konuşmaya başladı. Biz de yazdık ve İbrahim b. İsmail
b. Uleyye'nin yanına gittik. Ebü Bekr elEsamm'ın adamlarındandı. Oturduğu yer
Daval kapısının yanındaydı.
Yazdıklarımızı ona
okuduğumuz da onu çürütmek için deliller getirmeye başladı. Bu defa İbn
Uleyye'nin dediklerini yazıp Şafii'ye götürdük.
Şafii onu tenkid etti ve
İbn Uleyye'nin dediğini çürüttü. Sonra şöyle dedi: "İbn Uleyye
dalalettedir ve Daval (yolunu kaybedenler) kapısının yanında oturmuş insanları dalalete
sürüklüyor."
Bana gelen bilgilere
göre Yaküb b. Süfyan, bu İbrahim b. Uleyye'nin hikayesini anlatmış ve
"Kur'an hakkında söylemeyi doğru bulmadığım şeyler anlattı" demiştir.
Ebü Nuaym
el-Isbehani'nin kitabında okuduğuma göre İshak, babasının şöyle dediğini
bildirdi: Şafii bir gün bir kısım fukaha ile konuştu. İnceledi, araştırdı,
soruşturdu ve sıkıştırdı. Ona: "Ey Ebü Abdillah! Bunlar kelam ehli için,
helal ve haram ehli için değil ki..." dedim.
Bana şöyle dedi:
"Onu bundan önce sağlama almıştık."
el-Müzenı anlatıyor: Bir
adamla aramızda münazara geçti. Bana öyle şeyler sordu ki, neredeyse dinimden
şüphe edecektim. Şafii'ye geldim ve ona "Olay şöyle şöyleydi" dedim.
Bana "Sen nerdesin?" dedi, "Mesciddeyim" dedim.
Bana dedi ki: "Sen
Taranı gibisin, dalgalar sana çarpıyor. Bu konu mülhidlerin konusudur. Bunun
cevabı şöyle şöyledir. Kulun, Allah'ın yarattığı bütün zararlı şeylerle müptela
olması; kelamla müptela olmasından iyidir."
Derim ki: Taran,
Kızıldeniz'dedir. Firavun ve kavminin burada boğulduğu söylenir. Şafii,
Müzeni'yi, ilhad ehlinin söyledikleri ve cevap bulamadığı sözlerden dolayı
düştüğü durumu; Firavun ve kavminin helak olduğu denizdeki kişiye benzetti.
Neredeyse helak olacaktı. Sonra ona söylenen sözlerin cevaplarını öğretti ve
içindeki şüpheler dağıldı.
Bunlar Şafii'nin bu
konuları iyi bildiğini göstermektedir. İcabında kelamla mülhidlerin şüpheye
düşüren sözlerinin açıklanması gerektiğini de göstermektedir. Yani mülhidlerin
düştüğü ilhadından veya bidat ehlinin düştüğü bidatten kurtarılması için kelama
müracaat edilir. Allah doğrusunu bilir.
Fakat Şafii'nin tercih
ettiği, kelamı öğrenmekle birlikte ona dalmayı terk etmek, bu konuda
tartışmaktan uzak durmaktır. Çaresiz kaldığında kendisi buna meylederdi.
ı Kızıldeniz'de, Kulzum
ile Eyle arasında bir ada. Bu denizdeki en kötü yerdir. Bir dağın eteğinde
girdaplı su akıntısı vardır. Rüzgar dağın zirvesi sebebiyle ikiye ayrılır,
sonra dolanıp iki taraftan eser ve denizi bu deveran içine düşen geminin
üzerine sürükler. Mu'cemu'l-Buldan (2/352)
Rabi bize haber verip
şöyle dedi: Şafii'yi merdivenden inerken gördüm, mecliste bir grup kelamla
ilgili bir konuyu konuşuyorlardı. Onlara bağırıp şöyle dedi: "Ya hayırlı
bir şeyle uğraşıp yanımızda durun ya da yanımızdan kalkın gidin."
el-Müzeni şöyle
bildiriyor: Şafii'nin kapısının önünde kelamla ilgili tartışıyorduk. Şafii
dışarı çıktı ve konuştuklarımızdan bazılarını duydu. İçeri girdi ve yedi gün
boyunca karşımıza çıkmadı.
Sonra dedi ki: Karşınıza
çıkmamamın bir sebebi yoktur. Siz tartışırken benim ondan anlamadığımı mı
sanıyorsunuz? Ona girip belli bir seviyeye gelmişim. Girdiğim her alanda belli
bir seviyeye gelmişim.
Ok atmak bile, iki
mesafe arasında atış yapardım; on atıştan dokuzunu isabet ettirirdim. Fakat
kelamın sonu yoktur. Öyle şeyleri tartışın ki, hata yaptığınızda, size
"Yanıldın" desinler. Hata yaptığınızda "Kafir oldun"
diyecekleri bir şeyi tartışmayın.
Muhammed b. Abdillah b.
Abdilhakem anlatıyor: Şafii bana dedi ki: Ey Muhammed! Birisi sana kelamla
ilgili bir şey sorarsa cevap verme. Çünkü sana bir diyeti sorduğunda: "Bir
dirhem veya bir danık" dersen sana "Yanıldın" der. Fakat sana
kelamla ilgili bir şey sorar da yanılırsan sana "Kafir oldun" der.
Müzeni'nin hikayesi;
Şafii'nin kelamı öğrenmiş olduğunu ve belli bir dereceye geldiğini, sonra da
mümkün oldukça bununla ilgili tartışmayı terk etmeyi tercih ettiğini
göstermektedir.
Zekeriyya b. Yahya
es-Sad'nin naklettiği aynı hikayeye göre Rabi dedi ki: Bir gün kaderi
tartışırken Şafii merdivenlerinden yanımıza indi ve dedi ki: "Ya
yanımızdan kalkıp gidin, ya da hayırlı konular konuşup yanımızda kalın. Çünkü
kulun, şirk hariç bütün günahlarla Allah'ın huzuruna varması, bu düşüncelerin
bir kısmıyla huzuruna varmasından iyidir."
Burada Kaderiye
mezhebini yermek istemiştir. Gördüğünüz gibi "Bu heveslerin bir
kısmıyla" demiş ve bu tartışmaların bırakılmasını istemiştir.
Böyle yaparak sanki Ömer
b. el-Hattab'ın Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) rivayet ettiği şu
hadise tabi olmak istemiştir: "Kader ehliyle birlikte oturmayın ve onlarla
bu konulan açmayın" ve bu manada varid olan diğer hadislere uygun
davranmak istemiştir.
Geçmiş dönemlerde
imamlanmız da buna göre davranarak mümkün mertebe kelam konusunda konuşmaktan
uzak durdular. İhtiyaç duyduklarında, Yüce Allah'ın Kitab'ında ve Resulullah'ın
sünnetinde Allah'ın takdiri ile ilgili delil ve açıklamaları yaptılar. Yeryüzü
ve gökyüzü hükümranlığında, Allah'ın iradesi, takdiri ve kudreti dışında hiçbir
şeyin olamayacağını anlattılar. Diğer kelam konularında da söylediklerinin
doğruluğunu ispat edecek kadar konuşmayla yetindiler.
Daha sonra Yüce Allah'ın
Kitab'ında, kendi görüşlerine uymayan bölümlere müteşabih diyen bir grup ortaya
çıktı. Asli haberlere göre görüş bildirmeyi terk ettiler. Kendilerine
nakledilen haberlerin kendilerine göre sahih olmadığını iddia ettiler.
Bunun üzerine
imamlarımızdan bazılan, Allah rahmet etsin, bu ilimle uğraştılar ve meseleleri
hakikate uygun ve insanların anlayacağı bir şekilde ortaya koydular. Bununla
ilgili varid olan her şeyin sahih olduğunu, müteşabih olduğunu iddia ettikleri
ifadelerin makul olmadığını ortaya koydular.
Bidatlerini
açıkladıklarında ve zayıf inançlılar bunların müteşabih iddialarına aldanınca,
imamlarımız bunlara cevap verdiler ve delilolarak aldıkları kaynakları
aleyhlerine delilolarak kullandılar. Tıpkı Şafii'nin anlattığımız
tartışmalarında yaptığı: "Emr-i bi'l-marüf ve nehy-i ani'lmünker"in
farz olduğunu, münkeri inkar etmeyi terk edip ses çıkarmamanın fesat ve düşmanlık
olduğunu ortaya koyduğu gibi.
İlk dönemlerde
kelamcılar heva ehli (sapkın mezhep sahipleri) olarak bilinirlerdi.
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat
ise, Kitab ve sünnete dayanan inançları sebebiyle bu isimle isimlendirilmezler.
Ebu Sevr ve Hüseyin'in bildirdiklerinE
göre Şafii bununla ilgili şöyle diyor: Anlattıklarına göre Kelam ehli
sahralarda dolaştırılır, develere bindirilir, aba aba gezdirilirler ve onlara
şöyle seslenilir: "Kitab ve Sünneti terk eden ve bu sözlere yönelenlerin
cezası budur."
Ebu Sevr'in bildirdiğine
göre Şafii şöyle dedi: "Kim kelam kıyafetine bürünürse iflah olmaz."
Allah doğrusunu bilir,
ama burada heva ve hevesine kapılıp Kitab ve Sünneti terk edenleri, akıllarına
tabi olanları ve Kitab'ı buna uyduranları kastetmiştir. Bunlar görüşlerinin
yanlış olduğunu ziyadesiyle açıklayan sünneti duyduklarında ise hadislerin
ravilerini itham ettiler ve almaktan kaçındılar.
Ehl-i Sünnet'in Usul
(İslam inancının temelleri) ile ilgili görüşleri Kitab ve Sünnete dayanır.
Onların içinde, akla uygun olmadığını iddia edenlerin görüşlerini iptal etmek
için aklı kullananlar vardır. Doğruya ulaşmak, Allah sayesindedir.
Şafii'nin ve onun
zamanında yaşayanların tercih ettiği, kelamla uğraşmaktan kaçınmaktır. Bir
diğer tutum, gerekmediği yerlerde ondan bahsetmemektir. Çünkü Şafii, Reşid'in
halifeliği sırasında Irak'a geldiğinde, daveti üzerine Me'mün'un yanına girmiş
ve yanında Bişr elMerisi'ye ve diğer bidat ehlini görmüştü. Kendi döneminde
karşılaştığı bazı olaylardan ve Mu'tasım'la Vasık döneminde başlarına gelen
olaylardan Ehl-i Sünnet'in heva ehline karşı bu konuda zayıf düştüğünü
hissetmişti.
Me'mun'un huzurunda,
sanırım halifeliğinden önce, Şafii'nin Bişr'le aralarında cereyan eden
tartışmalarla ilgili farklı iki isnadla Kuteybe b. Sa'd şunları naklediyor:
Şafii, Müminlerin Emiri
Me'mun'un huzuruna girdi. Me'mun'un yanında Bişr el-Merisi vardı. Müminlerin
Emiri, Şafii'ye: "Bunun kim olduğunu biliyor musun?" dedi. Şafii:
"Hayır, ey Müminlerin Emiri" dedi. Me'mun dedi ki: "Bu, Bişr el-Merisi'dir."
Şafii hemen Bişr' e:
"Allah seni Firavun, Haman ve Karun'la birlikte esfel-i safiline
soksun" dedi. Bişr de ona: "Allah seni Muhammed, İbrahim ve Musa ile
birlikte cennette ala-yı illiyine soksun" dedi.
Bu hadisi Kuteybe'den
nakleden Ebu Süleyman der ki: Bu hadisi hadis ehlinin yanında zikrettim.
Yanlarında da onlara devamlı gidip gelen Bağdad ehlinden, Ebu Cafer diye biri
vardı. Dedi ki: "Ey Ebu Süleyman! Bunun manasını biliyor musun? Bişr
el-Merisi, Şafii'yle alayetmiş, cennet cehennem söz konusu değil."
Hadisin lafzı Ebu
Abdillah'a aittir.
Aynı hadisi Ebu Said
Muhammed b. Şazan en-Nisaburi rivayet eder, ama bu olayın Harun er-Reşid'in
huzurunda cereyan ettiğini iddia eder.
Hangisi olursa olsun,
kendisi ve kendisi gibi vera ehli sultanların meclislerine gidip onlarla
muhabbet etmekten hoşlanmasa da Şafii bu ve buna benzer olayları görünce, bunun
arkasında cereyan eden olayları hissetti. Arkadaşlarının kelam konusuna
girmemelerini istedi, bu meclislere davet edilip kelam tartışmalarına girmek
zorunda kalmasınlar ve muhabbetlerine zarar gelmesin diye.
Bunun içi Ebu Yakub
el-Buvayti'ye şöyle dedi: "Sana gelince, ey Ebu Yakub! Keskin görüşlerinle
öleceksin."
Aynen tahmin ettiği gibi
oldu. Çünkü bidat ehline karşı çok sertti.
Ehl-i Sünnetin
görüşlerini şiddetle savunurdu. "el-Vas ık" döneminde, -Kur'an'ın
mahluk olduğunu" söyletmeye çalıştılar. Bunu reddedince Mısır'dan Irak'a
götürüldü, sonunda zincire vurulmuş başına gelen işkencelere sabrederek hapiste
öldü. İnanonda sağlam idi, Allah rahmet etsin ve ondan razı olsun.
Mu'tasım döneminde,
Ahmed b. Hanbel'in başına gelen işkence ve hapis, Vasık zamanında, Ahmed b.
Nasr el-Huzai'nin başına gelen öldürme ve asma, diğerlerinin başına gelen büyük
mihnetler ilim ehli tarafından bilinmektedir.
Sonunda bazıları can
korkusuyla istenileni yapmıştır. Allah bizi benzerlerinden korusun.
Bununla ilgili olarak,
Ebü'I-Kasım el-Anmati şunları anlatıyor: Müzeni'yle on sene muhabbetim oldu.
Daha sonra bir dostunun cenazesinde bir araya geldik. Dedim ki: "İnsanlar
Müzeni'nin mezhebinden bahsediyorlar. Kur'an'dan bahsettiğini ve mahluk
olduğunu söylediğini söylüyorlar, keşke ona sorsak."
Yanına ilerledik ve ona
dedik ki: "Ey Ebü İbrahim! Seninle ilgili bu bilgileri duyuyoruz. Senden
duyduklarımızı başkalarına da anlatmak istiyoruz. Senin Ehl-i hadisin Kur'an
hakkında görüşlerinden vazgeçtiğini söylüyorlar. Biz senin Sünnete göre
konuştuğunu ve hadis ehlinin mezhebinde olduğunu biliyoruz. Keşke bize nasıl
inanacağımızı açıklasan."
Dedi ki: Ben Kur'an'ın
Allah'ın kelamı olduğu ve mahlük olmadığı dışında hiç bir şeye inanmıyorum.
Fakat bu konuda ileri geri konuşmayı istemedim. Başıma üşüşmelerinden, bu
konuda tartışmak zorunda kalmaktan ve fıkıhtan uzak kalmaktan korktum.
Ertesi gün erkenden, Mısır'daki
Cehmiyye liderlerinden, İbnu'l-Asbağ adında birisi kendisine bir elçi gönderdi.
Ona dedi ki: "Ey İbrahim! Beni falan sana gönderdi ve diyor ki: Şimdiye
kadar Kur'an hakkında konuşmaktan uzak durdun. Şimdi sana ne oldu? Senin şöyle
şöyle cevap verdiğini duydum. Kur'an'ın mahlük olmadığına dair verdiğin
cevaptaki delilin nedir?"
Bize baktı ve şöyle
dedi: Ben size "Bunun gibi durumlara düşmemek için konuşmaktan imtina
ediyordum" demedim mi?!
Ebü'l-Kasım anlatmaya
devam ediyor: "Ben senin yerine cevap vereyim" dedim, "Tamam
git, cevap ver" dedi. Ona gittim ve dedim ki:
"Senin elçin
İbrahim'e gelip şöyle şöyle dedi. Onun yerine cevap vermek için ben geldim.
Onun öğrencilerinden biriyim."
"Delilin
nedir?" diye sorunca şöyle devam ettim: "Kur'an mahlılk
değildir" diyorum. Allah'ın Kitabı, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Sünneti ve icma-i ümmetle ispat edeceğim. Üstelik Allah'ın kullarında
yerleştirdiği mantıklı delillerle ...
Bunları ona anlatınca
hayran kaldı.
Müzeni ise, ve ra ve zühd
ehli birisiydi. Sultanlardan uzak dururdu.
Buvayti ve diğer Ehl-i
sünnet alimlerinin Mu'tasım ve Vasık döneminde başına gelenleri gördükçe,
huzurlarına girip çıkma belasından çekindiği için konuşmaktan imtina etti.
Bu da gösteriyor ki,
imamlarımızdan bu konuda konuşmaktan uzak kalmayı isteyenlerin, böyle
davranmalarının sebebi bu anlattığımız sebeptir. Burada yerilen kelam, Kitab ve
Sünnete muhalif olan bidat ehlinin kelamıdır. Kitab ve Sünnete uygun olan,
makul ve anlaşılır açıklamalar yapan kelam ise övgüye layık ve ihtiyaç anında
yapılması gereken bir şeydir. Şafii ve diğer imamlarımız, daha önce
bahsettiğimiz gibi gerektiğinde bu şekilde kelamla uğraşmışlardır. Allah
hepsinden razı olsun.
Ahmed b. Halid
el-Hallal'ın bildirdiğine göre Şafii şöyle dedi: "Bidat ehlinden kimle
tartıştıysam muhakkak Şia'yı savunuyordu."
Bu sözü; bidat ehlinin
tartışırken Şii olduklarını gösterdiklerini ve arkasında bundan daha çirkin bir
bidat sakladıklarını öğrenecek kadar çok tartıştığını göstermektedir.
Sonra Şia'yı
savunanların görüşlerinden bahsetti: Yünus b. Abdila'la'nın bildirdiğine göre
Şafii şöyle dedi: Heva ehlinin hepsinin şahitliklerini caiz görürüm. Rafıziler
hariç, çünkü Rafıziler birbirlerinin lehine şahitlik ederler.
Harmele der ki: Şafii'nin
şöyle dediğini işittim: "Rafıziler kadar yalancı şahitlik eden kimse
görmedim."
Yunus b. Abdila'la der
ki: Şafii, Rafızilerden bahsedince onları çok şiddetli bir şekilde ayıplardı ve
"En tehlikeli örgüt" derdi.
Derim ki: Ortaya
çıkarılan yenilikler şöyledir:
Rabi b. Süleyman'ın
bildirdiğine göre Şafii şöyle diyor: Yenilikler iki çeşittir:
Birincisi; Kitab'a,
Sünnete veya sahabe sözlerine muhalif olan yenilikler. Bu bidat türü
dalalettir.
ikincisi; hayırlı olan
ve bunların hiç birine muhalif olmayan yenilikler. Bunlar kötü görülmeyen
yeniliklerdir.
Hz. Ömer, Ramazan
namazıyla (teravih) ilgili şöyle demişti: "Bu en güzel bidattır."
Yani önceden yoktu, sonradan çıkarılmış, bu şekilde olursa önceden geçtiği gibi
reddedilmez.
Derim ki: Bidat ehlinin,
açıkladıkları, şüphelerini sıraladıkları, cevaplarını verdikleri ve
görüşlerinin batıl olduğunun açıklaması bu şekildedir.
Eğer ortaya konulan
yenilik, güzel bir şeyse önceden anlatıldığı gibi reddedilmez. Resulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kader sorulmuştu ve cevap vermişti .. Bazı
sahabeye soruldu, onlar da naklettiğimiz gibi cevap verdiler. Ancak onlar böyle
durumlarda Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözleriyle veya sahabe
sözleriyle iktifa ediyorlardı.
Zamanımızdaki bidat ehli
ise, hadis veya sahabe sözleriyle yetinmedikleri gibi kabul de etmiyorlar. Buna
karşılık ortaya koydukları şüphelere, kendilerine göre delillerle cevap bulmak
istiyorlar. Doğruya ulaşmak, Allah sayesindedir.
Şafii, ilhad ve bidat
ehline karşı çok sertti. Bazılarına açıkça söylemiş, bazılarından uzak
durmuştur.
el-Asımi'nin kitabında
okuduğuma göre bir adam Şafii'ye gelip vasiyetini yazdırmak istedi. Şafii
"Bismillah ... " diye başlamak isteyince adam dedi ki: "Öyle istemiyorum,
şöyle yaz ''Belli olmayan zamanım gelince ... '' diye yaz." Adam öyle
deyince, Şafii ayağıyla onu itince adam sırt üstü yere uzandı. Sonra ona dedi
ki: "Kalk defol, zındık!"
Zekeriyya b. Yahya
es-Sad'nin kitabında okuduğuma göre Şafii ölüm döşeğine düşünce, bir ara
bayıldıktan sonra kendine geldi. Oradakiler bir bir "Ben kimim?" diye
sormaya başladılar. Şafii de onlara "Sen falansın, sen falansın"
diyordu. Hafsu'l-Perd ona "Ben kimim?" deyince, Şafii şöyle cevap
verdi: "Sen Hafs'sın, tövbe edinceye kadar Allah seni muhafaza
etmesin."
Hüseyin b. Ali der ki:
Şafii'nin şöyle dediğini işittim: "Kim Kitab ve sünnete uygun konuşursa,
dikkat edilmesi gereken sınır budur. Kitab ve sünnetin aslına muhalif
konuşursa, bu hezeyandır."
Bu hikayenin de
gösterdiği gibi Şafii, Kitab ve Sünnette aslı olmayan kelam ile konuşmaktan
hoşlanmamaktadır. Doğruya ulaşmak, Allah sayesindedir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
Şafii'nin Sünnet'e
bağlılığı ve Bid'atlere Karşı Sağlam Duruşu