BEYHAKİ KÜLLİYATI |
İMAM ŞAFİİ’NİN MENKIBELERİ |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
Şafii'nin Fıkıh
Bilgisine Hakimiyeti
Şafii'nin Fıkıh
Bilgisine, Bu Konudaki Üstünlüğüne ve İstinbat Kabiliyetine Delalet Eden
Rivayetler
Şafii'nin torununun
bildirdiğine göre babası ve amcası şöyle dediler: İbn Uyeyne'nin yanındaydık.
Tefsir veya fetvalarla ilgili sorular olduğunda, Şafii'ye dönüp "Buna
sorun" diyordu.
Humeydi'nin bildirdiğine
göre Müslim b. Halid ez-Zenci, Şafii'ye: "Fetva ver, ey Ebu Abdillah!
Vallahı senin fetva vermen lazım" diyordu, O sırada Şafii henüz on beş
yaşındaydı.
Muhammed b. el-Fadl
el-Bezzaz, babasının şöyle dediğini naklediyor: Ahmed b. Hanbel'le hacca
gittik. Mekke'de aynı mekanda konakladık. Ebü Abdillah yani Ahmed erkenden
çıktı, ben de onunla birlikte çıktım. Sabah namazını kılınca mescidi ziyaret
ettim, sonra Süfyan b. Uyeyne'nin meclisine geldim.
Meclis meclis dolaşıp
Ahmed b. Hanbel'i arıyordum. Sonunda bedevi bir gencin yanında buldum. Üzerinde
boyanmış kıyafetler, başında da kavuk vardı. İnsanları yarıp Ahmed b. Hanbel'in
yanına oturdum. Dedim ki: "Ey Ebü Abdillah! Zühri, İbn Uyeyne, Amr b.
Dinar, Ziyad b. İlaka ve Allah bilir kaç tabiinin bulunduğu, Zühri'nin
meclisini bırakıp geldim."
Bana dedi ki: "Sus,
eğer ulaşamadığın bir hadisi kaçırırsan, değişik şekillerde bulursun, ayrıca
dinine de aklına da anlayışına da zararı olmaz. Ama bu delikanlının zekasını
kaçırırsan, korkarım kıyamete kadar bulamazsın. Allah'ın Kitab'ını anlamada bu
Kureyşli delikanlıdan daha anlayışlı kimse görmedim."
"Bu kimdir?"
dedim, "Muhammed b. İdris" dedi.
Ahmed b. Hanbel'in oğlu
Abdullah der ki: Babama sarhoşun karısını boşaması soruldu. Dedi ki: Eskiden
olsaydı (geçersizdir demeye) cesaret ederdim, ama şimdi cesaret edemiyorum,
çünkü Şafii "Kalem (sorumluluk) sarhoştan kalkmış değildir" dedi.
Harmele'nin bildirdiğine
göre Şafii dedi ki: Bir adam, ağzında hurma olan karısına "Eğer onu yersen
boşsun, ağzından atarsan da boşsun" derse, kadın yarısını yiyip yarısını
atar.
Rabi b. Süleyman'ın
bildirdiğine göre Şafii şöyle dedi: Bazı insanlar, her şeyden vazgeçip boşanmak
isteyen kadın konusunda bize muhalif oldu. Dedi ki: "İddeti içinde talak
ile boşanırsa, talaktan etkilenir. Talakın ona yetişmeyeceğine dair delilin nedir?"
Dedim ki: "Kur'an'dan, hadislerden, icmadan; onun talaktan
etkilenmeyeceğine dair delillerim vardır." Dedi ki: "Kur'an'dan
delilin nedir?"
Dedim ki: Yüce Allah:
"Eşlerine zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara
gelince, onların her birinin şahitliği; kendisinin doğru söyleyenlerden
olduğuna dair, Allah adına dört defa yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci
defada da; eğer yalancılardan ise, Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını
ifade etmesiyle yerine gelir"[Nur, 6,7] buyurmuştur.
Ayrıca Yüce Allah:
"Eşlerine yaklaşmamağa yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır.
Eğer (bu süre içinde) dönerlerse, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir"[Bakara 226] buyurmuştur. Ayrıca Yüce Allah:
"Eşlerinizin bıraktığı malın yarısı sizindir"[Nısa 12] ve "Sizin
bıraktığınızın dörtte biri onlarındır"[Msa 12] buyurmuştur. Şimdi ne
düşünüyorsun? Eşine suç isnad etse lanedeşiyor mu? İla ile uzak dursa o halde
kalıyor mu? Zıhar yapsa o halde kalıyor mu? Kadın ölse koca mirasçı oluyor mu?
Erkek ölse kadın ona mirasçı oluyor mu?"
"Hayır"
karşılığını verince dedim ki: "Şimdi, Allah'ın bu beş hükmü, o kadının o
adamın eşi olmadığının delilidir."
"Evet"
karşılığını verince dedim ki: "Yüce Allah'ın hükmü, kadının boş olacağına
dairdir. Çünkü Yüce Allah: ''Mümin kadınlarla evlenip, onlara dokunmadan onları
boşarsanız ... ''[5 Ahzab 49] buyurmuştur."
"Evet"
karşılığını verince dedim ki: "Yüce Allah'ın Kitabı, senin dediğin ve
benim dediğim gibi, o kadının o adamın karısı olmadığını göstermektedir, bu da
senin iddianın aksini göstermektedir."
"İbn Abbas ve
İbnü'z-Zübeyr; "Her şeyden vazgeçip kocasından boşanmak isteyen kadını
kocası başar mı?" sorusuna: "Onu boşamasına gerek yok, zira zaman
sahip olmadığı bir şeyden vazgeçmiş olur" diye cevap verdiler. Sen ise
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hiçbir arkadaşına başka bir
sahabinin sözü dışında aykırı davranmadığını iddia ediyorsun. İbn Abbas ve
İbnü'z-Zübeyr'in ikisine birden muhalif oldun. Allah'ın Kitabından ayetlere de
aykırı düştün. Sen belki senin durumuna düşen birine: ''Sen Yüce Allah'ın
hükümlerini bilmiyorsan ilim adına konuşman caiz olmaz'' derdin. Sonra bu
konuda öyle şeyler söyledin ki, hataya düştüğünde söylesen, hatanı düzeltirdin.
Üstelik sen kendini bakış açısına sahip biri olarak sayarsın."
"Bu ne demek?"
karşılığını verince dedim ki: "Sen diyorsun ki; adam, talak niyetiyle
kendisini terk eden karısına: ''Seninle bütün bağlarımız kesildi, sen benden
tamamen uzaksın ve serbestsin'' derse, bir daha eşini boşamasına gerek yok.
Halbuki evli bir kadın bundan etkilenir. Erkek eşinden ila, zıhar veya zina
suçlamasıyla ayrılsa, evli bir kadına düşen buna düşmez. Adam, bu kadını ve
diğerlerini kastetmeden: ''Bütün kadınlar boştur'' derse, eşlerini boşamış
olur, ama bu kadın boş olmaz. Çünkü kendisinin karısı değildir. Sonra dedin ki;
adam kadına ''Sen boşsun'' derse, boş olur. Karısı olmayan bir kadın nasıl boş
olsun?"
Şafii bir yerde daha
onları ilzam etti: Yüce Allah, kocası ölen kadın için iddeti farz kılıp
"Kendi kendilerine, dört ay on gün iddet beklerler"[Bakara, 234]
buyurdu. Her şeyden vazgeçip boşanan kadını ölüm iddeti bekleyenler grubuna
dahil edilmez.
Şafii bu şekilde konuyu
açtı ve devam etti. ..
Rabi b. Süleyman'ın bildirdiğine
göre Şafii şöyle dedi: Ebu Hanife der ki: "Köle efendisiyle birlikte
savaşıyorsa, onun eman vermesi caizdir. Ama savaşmıyorsa ve sadece hizmet
ediyorsa eman vermesi batıldır."
Evzai der ki: Eman
vermesi caizdir. Ömer b. el-Hattab bunu caiz kıldı.
Savaşıp savaşmadığına da
bakmadı. Ebu Yusuf köle hakkında der ki: Görüş Ebu Hanife'nin dediği gibidir.
Kölenin emanı yoktur.
Sonra da Evzai'ye cevap
vermeye başlar.
Şafii dedi ki: Doğru
görüş Evzai'nin görüşüdür, o da Resulullah'ın Sallallahu aleyhi ve Sellem)
sünnetine uygundur. Hadis de Ömer b. Hattab'tan.
Ebu Yusufun görüşü
kölenin emanını iptal ve caiz olmaması yönündedir. Yani savaşıp savaşmamasını
ayırdığında ...
Delili gördün mü?
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Müslümanlar kendileri gibi
olanlarla bir el gibidir. Kan bedelleri ödenir ve içlerindeki en düşük olanlar
zimmetleri için çalışır'' sözüdür.
Köle, müminlerden ve
müminlerin alt tabakasından değil midir?
Veya Ömer b.
el-Hattab'ın, kölenin emanını savaşıp savaşmadığına bakmadan caiz gördüğünü,
onun müminlerden olduğunu kabul ettiğini görmüyor musun? Onu müminlerden kabul
ettiği için caiz gördüğünü görmüyor musun? Delilini gördün mü; ona göre kölenin
kani hür bir müminin kanına denk değildir, ama mümin onun için öldürülebilir.
Kanına denk olmadığını nasıl iddia edebilir?
Eğer hadisin manasını;
kan karşılığı diyetle ödenir, şeklinde anlıyorsa, yanında savaşan kölenin
diyeti, hür birinin diyetine denk olamaz. Oysa kendisi fiyatı elli dirhem de
olsa kölenin emanını caiz görmektedir. Kölenin emanını, diyetini on dirhem
eksiğiyle hür birinin diyetiymiş gibi ödüyor. Diyet bakımından köleyi kadından
üstün sayıyor.
Eğer eman vermek hür ve
müslümana caiz ise; savaşmayan köle de İslam'a dahildir. Eğer savaştan dolayı
caiz görüyorsa, savaşmadığı halde kadının eman vermesini caiz görüyor, sonra da
savaşmayan hasta adamın ve korkağın emanını caiz görüyor. Eğer emanı
diyetlerden dolayı caiz görüyorsa, kadının emanını caiz görmemeli; çünkükadının
diyeti erkeğin diyetinin yarısı kadardır. Savaşmayan kölenin diyeti, ona göre
ve bize göre hür bir kadından kat kat fazla olabilir.
Eğer, "Kadının
diyeti böyledir, kölenin fiyatı da köle için diyettir" derse ve hür
birinin fiyatıyla, savaşan kölenin fiyatını bir tutup, elli dirhem olarak kabul
ederse eman caiz olur. Savaşmayan köle de on bin dirhem eder. Onun diyetini on
binden on eksik olarak kabul eder, bu da hür bir erkeğin diyetine kadınınkinden
daha yakın olur.
Şafii'nin bildirdiğine
göre Nu'man b. Beşir'i, babası Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
götürüp: "Bu oğluma benim bir köle mi hibe ettim" dedi. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Her evladına bunun gibi köle hibe
ettin mi?" diye sorunca: "Hayır" dedi. Bunun üzerine Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Geri al" dedi.
Şafii dedi ki: Nu'man'ın
hadisi sağlam bir hadistir, biz de buna göre amel ederiz. Bu hadiste değişik
meseleler için deliller vardır:
Birincisi: Bir adamın
çocuklarından hiç birini diğerlerine mal verme konusunda üstün tutmaması güzel
ahlaktandır. Bu durum, diğerlerinin babalarına iyi davranma hususunda
kalplerinde tereddüt oluşmasına sebep olur. Çünkü insanların çoğunun kalbi,
ikinci plana atıldığında, iyilik yapmaktan geri durma eğiliminde yaratılmıştır.
İkincisi: Babanın çocuklarından
birine bir şey vermesının caiz olmasıdır. Eğer caiz olmasaydı, şöyle denirdi:
"Versen de vermesen de aynıdır. Çünkü caiz değildir. Verdiğin mal önceki
vasfını kaybetmemiştir." Bu da: "Geri al " denmesiyle aynıdır.
Üçüncüsü: Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Geri al" demesi; babanın bu çocuğuna
verdiğini, geri iade etmesi gerektiğinin ve iade etmekten rahatsız olmaması
gerektiğinin delilidir.
Nakledildiğine göre
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Benden başkasını şahid
kıl". demiştir. Bu da serbest olduğunu göstermektedir.
Eğer bu böyle ise;
Çocuğun babasının verdiğine güvenerek borçlanıp evlenmesi veya borçlanmaması ve
evlenmemesi aynı olur. Bu hibeden istediği zaman vazgeçebilir. Yüce Allah'a,
hayır yolunda verdiği rızık ve yemek için hamd eder. Yüce Allah bu konuda şöyle
buyurmuştur:
"Mala olan
sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa,
(ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin;
namazı dosdoğru kılan, zekatı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine
getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip)
sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte
bunlar, Allah'a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir"[Bakara 177]
"Onlar, kendi
canları -çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire
yedirirler"[İnsan 8]
"Allah yolunda
küçük, büyük bir harcama yapmazlar ve bir vadiyi kat etmezler ki (bunlar),
hesaplarına yazılmİş olmasın"[Tevbe 121]
"Sadakaları açıktan
verirseniz ne güzel!"[Bakara 271]
"Sevdiğiniz
şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça ''iyi''ye eremezsiniz. "
Eğer yabancıya ve
akrabaya verilmesi caiz ise, çocuktan daha yakın kimse yoktur. Şöyle ki bir
kişi malını çocukları dışındaki akrabalarına veya yabancılara verirse,
çocuklarına vermemiş ve malını kendi nefsinden koparmış olur. Bu davranıştan
dolayı hoş karşılanmışsa, çocukları arasında ayırım yapmadan vermesi de hoş
karşılanır. Malından çıkarıp bazılarına vermemesi, tümüne vermemesinden daha
iyidir. Hepsine eşit davranması müstehaptır. Böylece hiç biri kendisine
davranış ta kusur göstermez. Çünkü akrabalar birbiriyle düşman gibi rekabet
eder.
Hz. Ebu Bekr, Aişe'yi
üstün tutup ona hibe etmiştir. Hz. Ömer, Asım b. Ömer'e bir şeyler hibe
etmiştir. Abdurrahman b. Avf, Üm mü Külsüm'ün çocuğuna hibe etmiştir.
Rabi b. Süleyman'ın
bildirdiğine göre Şafii şöyle dedi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Mekke'ye giderken namazını kısaltmıştır. Bu da dokuz veya on konaklama mesafesidir.
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kısaltması, onun kısaltma yaptığı
ve daha uzun mesafelerde kısaltma yapmaya delalet eder. Onun kısaltmasına ancak
iki durumdan birinde kıyas olabilir:
Birincisi: Ya aynı
mesafede kasr (kısaltma) yapmak, ya da daha uzun mesafelerde. Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kasr yaptığı seferinden daha kısa bir mesafede
kasr eden kimseyi bilmediğimden, bu bakımdan kıyas caiz değildir.
İkincisi ise: Eğer
seferinde kasr yapacaksa ve daha kısa mesafede kasr ettiğine dair bir bilgi
yoksa; sefer diye isimlendirilebilen bir mesafede kasr yapsın. İki günün
üzerindeki mesafelerde kasr yapmamıza engel yoktur. Ancak ders aldığımız
kimselerin umumu, daha az mesafede kasr yapılmayacağı konusunda aynı
fikirdedirler.
Şafii dedi ki:
"Bana göre kişi, rahat bir yolculukla iki gece süren bir yola çıktığında
kasr yapmalıdır."
Şafii bununla ilgili,
İbn Abbas ve İbn Ömer'den nakiller yapmıştır, bunları Kitabu'l-Ma'rife ve diğer
yerlerde zikrettik.
Şafii der ki: "Fakat
ben, ihtiyaten üç geceden kısa mesafelerde kasr yapmayı sevmiyorum. Kasrın terk
edilmesi mubahtır."
Rabi b. Süleyman'ın
bildirdiğine göre: Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Altını
altınla, parayı parayla, yünü yünle, kılı kıZla, hurmayı hurmayla, tuzu tuzla
satmayın. Ancak dengi denkle, bir şeyi bir şeyle peşin olursa, ama bu sınıflar
farklı olursa istediğiniz gibi peşin vererek satabilirsiniz" hadisiyle
ilgili Şafii şöyle dedi:
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bu sınıflarda, insanların talep ettiği yiyecekleri haram
kıldığı zaman, bunları iki şekilde satmaya başladılar:
Birincisi: Bir şeyi
misliyle, birincisi peşin, ikincisi veresiye satılması; ikincisi: Bir tarafın
aynı misli artırarak peşin satması, bu şekildeki satışın manası buna kıyas
edilerek haram olmuştur.
Bunlar da tartılarak
satılan yiyeceklerdir; çünkü ben bunların aynı manada olduğu kanaatindeyim,
yiyecek ve içecek, içecek yiyecek manasındadır, çünkü hepsi insanlar içindir,
beslenme olsun gıda olsun veya ikisi olsun. İnsanların bunlara üşüştüğünü ve
tartarak sattıklarını gördüm. Ölçmenin özelliğinden dolayı tartmak ölçmekten
daha hassastır.
Bizi, altın la parayı
tartmaktan alıkoyan şey şudur: Kıyasın sahih olabilmesi için, kıyaslanan iki
şey hakkında aynı hükmü verme zorunluluğudur. Eğer dinarlarla ve dirhemlerle
tartılan yiyeceği tarttığın zaman, onun hükmünü öbürüne uygulaman gerekir, bu
da peşin satmak dışında helal olmaz. Aynı şekilde dirhemlerin dinarlarla
tartılması da peşin alışveriş dışında helal olmaz. Müslümanlar dinarlarla ve
dirhemlerle nakit olarak bal ve tereyağı almayı caiz gördüklerinde,
Müslümanların bu davranışı, bana bu konuda kıyas olmayacağını göstermiştir.
Dinarlar ve dirhemler birbirine haramdır ve hiçbir şey onlarla kıyaslanmaz.
Şafii, bunlarla
diğerleri arasında bulunan farkı şöyle anlatır: Ben bir maden yapsam, buradan
çıkan madenin hakkını ödesem, sonra gümüşünü yanımda bir süre saklasam, her
sene bunun zekatı bana farz olur. Tarlamdan bir yiyeceğin hasadını yapmasam,
öşrünü ayırsam ve yanımda bir süre saklasam zekatını vermem gerekmez. Veya bir
adamın bir eşyasına zarar versem, dinar veya dirhemle karşılamam gerekir. Çünkü
diyetler hariç Müslümanın her malının fiyatı karşılanır. İlim ehlinden buna
muhalif olan kimseyi bilmiyorum.
Konuşmasının devamında
şöyle dedi: Tartılan yiyecekle, ölçülen yiyeceği kıyasladığımızda, onun hükmünü
öbürüne uygulamak gerekir ki; bir müd peşin buğdayla, üç rıtl veresiye
zeytinyağı satın almasın.
Kitabu'l-Buyu'da
Rabi'nin bildirdiğine göre Şafii şöyle diyor: Göz kararı veya sayılarak
satılan, bize göre tartıyla ve ölçüyle satılan yiyecek ve içeceklerdendir.
Çünkü çoğunun, bir memlekette tartılıp başka bir memlekette tartılmadığını
gördük.
Bu şekilde konuyu
açıklamaya devam etti.
Kadim döneminde ise Za'ferani'nin
rivayet ettiğine göre Şafii dedi ki: Tartılması mümkün olabilecek bakır veya
demirden yapılmış eşyalar neden aslına döndürülüp satılmasın? Bu sınıftan
hiçbir şeyin tartılmadan satılması caiz değildir. Ayrıca buna altın katıp para
yapılırsa; bir kap bakır veya demir bir zırh veya kılıç alıp satarken
gösterilen özenden daha fazla hassas davranılması gerekir. Bu yüzden her hangi
birini istisna etmek caiz değildir. Çünkü asılolan tartı, insanların
yaptıklarıyla değişmez.
Bu şekilde sözlerini
açıklamaya devam etti.
İbn Abbas'ın Sa'b b.
Cessame'den rivayet ettiğine göre Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
müşriklerin, evde olan ev halkından öldürülen kadınlar ve çocukların durumları
sorulduğunda, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bunlar da müşrik
erkeklerden sayılır" buyurdu.
Ömer b. Dinar'ın
ziyadeli rivayetinde: "Onların babalarındandır" dedi. İbn b. Ka'b b.
Malik'in amcasından rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) onu İbn Ebi'l-Hukayk'a gönderdiğinde, kadınları ve çocukları
öldürmelerini yasakladı.
Şafii dedi ki: Süfyan,
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Onlar onlardandır"
diyerek kadın ve çocukların öldürülmelerini mubah gördüğünü düşünmektedir. Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) İbn Ebi'l-Hukayk ile ilgili hadisinin de bunu
neshettiği görüşündedir.
Zühri, Sa'b b. Cessame
hadisinden bahsettiğinde hemen arkasından, İbn Ka'b b. Malik hadisini
zikrederdi.
Sa'b'ın hadisi
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) umresinde vuku bulmuştu.
Eğer Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) birinci umresinde olduysa, İbn Ebi'l-Hukayk
bundan önce öldürülmüştü, aynı sene olduğunu söyleyenler de vardır.
İkinci umresinde vaki
olduysa, şüphesiz İbn Ebi'l-Hukayk'tan sonradır. Allah doğrusunu bilir.
Şafii dedi ki:
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kadın ve çocukları öldürmeye izin
verdiği sonra da yasakladığı hakkında bir bilgi yoktur. Bize göre çocukların ve
kadınların öldürülmelerini yasaklaması; onların, ölüm emrini veren tarafından,
açıkça bilinmelerine rağmen, bile bile öldürülmelerini emretmeyi
yasaklamaktı.
"Onlar
onlardandır?" sözüne gelince; onların iki özelliği vardı.
Birincisi;
öldürülmelerine mani olacak iman sıfatına sahip değillerdi. İkincisi; evlere
saldırmaya engel teşkil edecek daru'l-imanın hakimiyeti de mevcut değildir.
Daha önce Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gece baskınlarına ve evlere saldırmaya izin
vermiş olsaydı -ki Mustalık oğuHarına iki defa saldırı düzenlemişti- gece
baskınları ve evlere saldırmak, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
helal kılmasıyla helalolsaydı, herkes tarafından bilinen bir gerçek var ki hiç
kimse bu saldırılarda kadınların ve çocukların zarar görmesini engelleyemez. Onların
günahları düşmüştür. Onlara zarar verenlerin de kefaret sorumlulukları,
akılları ve yetkileri düşmüştür.
Gece ve ev baskınları;
eğer İslam'ın yasağı yoksa, kasten öldürme amacı yoksa ve onları görerek
bilerek öldürmüyorsa mubah olur.
Çocukları öldürmeyi
yasaklamıştır. Çünkü küfrün ne olduğunu bilmiyorlar ve ona göre davranmıyorlar.
Kadınlar ise; onlarla savaşmanın manası yoktur. Onlar ve çocuklar ganimet olup
Müslümanlara güç katarlar.
Şafii, Yüce Allah'ın:
"Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla
olması başka. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, bir mümin köleyi azad
etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir''[Nisa 92]
sözünü delil göstermiştir.
Yüce Allah, müminin
hataen öldürülmesine diyet ve köle azad etmeyi vacip kılmış, anlaşmah bir
kimseyi öldürmeye de şartlarını taşıyorsa diyet ve köle azad etmeyi vacip
kılmıştır. Bu koşullar ise: Bunlar da öldürülende iman, anlaşmah (zımmi) olmak,
darulislamda yaşamak, öldürende darulislam ve iman şartları. Kasten öldürmeye
kefareti getirmiştir. Burada diyet söz konusu değildir, çünkü kanı imanla
yasaklanmıştır.
Müşriklerin çocukları ve
kadınları için, ne iman ne de darulislam engeli vardır. Onlarda akıl da, yetki
de, günah da yoktur. İnşallah kefaret de yoktur.
Rabi'nin bildirdiğine
göre Şafii, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yasaklarından bahsetti.
Örneğinden daha bahsettiğimiz gibi yasakladığı bazı konuların farklılık
gösterdiğine dair delillerini sıraladı. Sonra kadınla kız kardeşini, kadınla
halasını, kadınla teyzesini bir nikah altında bulundurma yasağındanı bahsetti.
Dört kadınla birlikte olmaktan, iddet müddeti içinde nikah kıymaktan, şiğardan
(bedelli nikah) ve haram mut'a nikahından bahsetti. Satışta aldatma, açıkta
kalma veya diğer sebepler dışında rutubet kapmış hurmayı satma gibi yasaklardan
bahsetti. Sonra bütün bu alışverişlerin ve nikahların feshedilmiş olacağını
söyledi.
Sonra Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), bir kişinin dizlerini toplayarak elbisesine sarılıp
oturmasından, kişinin avret yerlerinin görüneceği şekilde tek kat elbise
giyinmesini yasakladığından bahsetti. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bir çocuğa önünden yemesini ve tepsinin tepesinden yememesini
emretmesinden, ayrıca yemek yerken iki lokma arasında ara vermemeyi, hurma
yerken içini açıp bakmayı ve yolu işgal etmeyi yasaklamasından bahsetti.
Sonra Şafii dedi ki:
Gömleği elbise olarak giymek mubah iken, yemek de yiyene Allah'ın izin verdiği
kadar isterse tümünü yesin mubah iken, yeryüzü de her ne kadar Allah'a ait olsa
ve insanlar burada kalabalık olsa da kendisi için mubah iken; kendisi burada
bazı şeyleri yapmaktan nehyedilmiştir. Yasaklanmayan şeyleri yapması da
emredilmiştir.
Yasak da şuna delalet
eder: Dizleri toplayarak oturup elbiseyi toplamak ve avret yerlerini açıkta
bırakmak ki; burada avret mahallinin açılması söz konusudur. Ona "Avretini
giysinle ört" denilmiştir. Burada elbiseyi giymeyi yasaklamıyor, avretin
açılmasını yasaklıyor. Giymeyi haram kılmıyor, aksine giymeyi ve avretini
örtmeyi emrediyor.
Önünden yemesini
istemesi ve tepsinin tepesinden yememesini istemesi ise yemek adabıyla
ilgilidir. Çünkü önünden ve yemeğin tümünü yemesi kendisi için mubahtır. Yemek
sırasında öyle yapmak daha güzel bir davranış olduğu içindir. Yemekte aç
gözlülüğün çirkinliğinden dolayı onu uyarmış ve tepsinin tepesinden yemesını
yasaklamıştır. Çünkü bu şekilde aç gözlü davranması bütün bereketini kaçırır.
Bereketin devamlı ve bololması için böyle yapmasını istemiştir. Yemeğin etrafını
yedikten sonra ortasını ve tepesini yemeyi zaten mubah saymaktadır.
Yolun ortasından
yürümeyi mubah saymıştır. Zaten mubahtır.
Çünkü yoldan yürümeye
mani olacak bir sahibi yoktur. Kişiyi kendisine göre sabit olmuş bir işten
yasaklamış ve şöyle demiştir: Yollar haşerelerin sığınağıdır ve canlıların
geçiş yeridir. Haddi zatında bir yerde gecelemek haram değildir. Ama yolun
ortasında konaklamayı, yolun darlığı ve yoğunluğu dolayısıyla yasaklamıştır.
Çünkü akşam üzeri veya sabaha doğru yol üzerinde konaklarsa başkasının geçiş
hakkını ihlal etmiş olur.
Şafii der ki: Kim bir
yasağı, yasak olduğunu bildiği halde çiğnerse, o kişi yaptığıyla Allah'a karşı
gelmiştir. Allah'tan mağfiret dilemeli ve bir daha yapmamalıdır.
Eğer birisi dese ki;
"Bu adam asiyse, daha önce nikah ve alışverişlerde bahsettiğin de asiyse
bu iki grubu durumunu nasıl ayırdın?" Derim ki:
"Masiyette
aralarında bir fark görmedim. Çünkü iki grubu da asi kabul ettim. Ama bazı
masiyetler bazılarından büyüktür."
Biri dese kV "Bu
kişiye masiyetlerine dayanılarak giyimi, yemesi ve yoldan geçmesi neden haram
kılınmamış?" Ona şöyle denir: Bu, genel olarak mubah bir konudur. Helal
olan kendisine helal olmuş, bir kısmı da haram kılınmış. Bunun bir kısmında
masiyet işlemesi, tümünün haram kılınmasını gerektirmez. Sadece bu konuda
masiyet işlemesi haram kılınır. Bunun tersi de kişinin eşiyle veya cariyesiyle
hayızlı veya oruçlu iken birlikte olmasıdır. O halde bu fiil helal olmaz. Asıl
itibariyle mubah ve helalolduğu için onlardan biriyle birlikte olması haram
değildir.
Aslı itibariyle kişinin
malı ve mülkü, helalolan belli şartlar dışında başkasına haramdır. Kadınların
namusları da nikah gibi helal yollar dışında haramdır. Mal satılınca, nikah
kıyılınca şartlar gerçekleşmeden haram olan kişiye helalolmaz. Haram olan
haramla helalolmaz. Allah'ın, Kitab'ında helal kıldığı yolların birinden
verilmediği müddetçe helalolmaz ve aslı üzere kalır. Resulullah'ın (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) diliyle, Müslümanların icmasıyla veya bu manada bir delille
mülkiyeti değişmezse helalolmaz.
Rabi'nin bildirdiğine
göre Şafii şöyle dedi: Kadınların, daha zayıf oldukları erkeklere imameti caiz
değildir. Yüce Allah şöyle buyurdu: "Erkekler kadınlar üzerinde
hakimdirler"[Nisa, 34] ve "Erkekler kadınlardan daha fazla hak sahibidirler.''[Bakara,
228]
Namaz, imamın kendisine
tabi olana kıldırdığı bir ibadet olduğu için, kadının kendisinden üstün olan
birine, imam olup üstün olması mümkün olmaz. İmamlık üstünlük sıfatı ise,
kadının, Allah'ın kendisinden bir derece üstün kıldığı birine üstün olmaya
kalkışması caiz olmaz.
Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetinde ve İslam geleneğinde, erkeklerin
arkasında duran kadının, onların önüne geçmesi caiz olmaz. Biri dese ki;
"Kul zaten üstün yaratılmıştır?" Ona şöyle denir: Hür birisi de üstün
kılınmıştır. Sonra ondan daha üstün olan birisi onu geçer, bu da mümkündür.
Bazen köle hür birinden daha üstün olabilir. Bir olay olur, azad edilir ve hür
olur. Her halükarda erkektir. Kadın ise, kadın olması hasebiyle hiçbir şekilde
erkeklerden üstün bir vasfı haiz olamaz.
Ahmed b. Hanbel'in
naklettiğine göre Şafii, Ebu Hanife'nin öğrencilerinin, abdest almaya
başlayanın istediği uzuvdan başlaması görüşüyle ilgili şöyle dedi: Yüce Allah
"Safa ve Merve, Allah'ın nişanlarındandır"[Bakara, 158]
buyurmaktadır. Onlar, yani Ebu Hanife'nin öğrencileri derler ki: Sa'y yapan
kişi Merve'den başlarsa, bu şavtı tekrar eder.
Yunus b. Abdila'la,
Şafii'nin şöyle dediğini bildiriyor: Erkeğin, evlenmeden önce kadının talakı üzerine
yemin etmesinde bir şey yoktur. Çünkü Allah'ın: "Ey iman edenler!
Kadınları nikahlayıp sonra boşarsanız ... ''[Ahzab, 49] diyerek talakı,
nikahtan sonra zikrettiğini görüyoruz.
el-Müzeni'nin
naklettiğine göre Şafii'ye adaleti sorduklarında şöyle dedi: Hiç kimse Allah'a
karşı gelmeden itaat etmez. Ayrıca hiç kimse Allah'a itaat etmeden asi olmaz.
Amelinin çoğu itaat olursa ve büyük günah işlemezse bu adalettir.
Bu rivayet başka bir
senedle İbn Abdilhakem tarafından nakledilmiştir.
Buvayti bunu Şafii'den
"Bir masiyet karıştırmazsa" ziyadesiyle nakletmiştir.
Şafii, Kitabu'ş-Şehadat
bölümünde de bundan söz etmiştir. Rabi'nin rivayeti ise bundan daha geniştir.
Dedi ki: İçine masiyet karıştırmayan, halis itaat ve şahsiyet sahibi olarak
bildiğimiz çok az kişi vardır. Şahsiyeti tamamen terk edip içine hiç itaat ve
güzel ahlak karıştıramayan kimse de azdır. Bir kişinin ortaya koyduğu işlerinin
çoğunluğu itaat ve güzel ahlak olursa şahadeti makbulolur. İşlerinin çoğunluğu
masiyet ve kötü ahlak olursa şahadeti reddedilir. Had cezasını gerektiren bir
masiyet üzere olanın şahadeti makbul değildir. Yalan söylediği bilinen ve bu
durumu gizli olmayan kişinin şahadeti makbul değildir. Yalan şahitlik deneyimi
olan da böyledir.
Muhammed b. Harun'un
bildirdiğine göre: Muhammed b. İdris eşŞafii, Mekke'de: "Bana istediğinizi
sorun. Allah'ın Kitab'ından, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
sünnetinden haber vereyim" diyordu. Bir adam ona dedi ki: "Allah seni
ıslah etsin, eşekansını öldürmeyi haram sayan biri hakkında ne diyorsun?"
Şafii şöyle dedi:
Bismillahirrahmanirrahim,
Yüce Allah şöyle buyurdu: "Peygamber size ne verirse alın"[Haşr, 7]
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ''Benden sonra gelenlere; EbU Bekr ve
Ömer'e tabi olun'' diyor."
Rivayete göre Hz. Ömer,
eşek arısının öldürülmesini emretti.
Bu olayı Ebü Nuaym
el-Isbehani'nin kitabında da okumuştum, ama orada konu eşekarısının yavrusunun
yenilmesi ile ilgiliydi. İsnadla ilgili isimleri zikredip Hz. Ömer'in
eşekarısının öldürülmesini emrettiğini nakleder.
Şafii der ki: Mantıklı
olan da şudur: Öldürülmesi emredilen bir canlının yenmesi de haramdır.
Ma'mer b. Şebib'in
bildirdiğine göre Me'mün, Muhammed b. İdris'e: "Ey Muhammed! Allah
sivrisineği ne için yarattı?" diye sordu. Şafii bir süre düşünde ve
"Sultanları küçük düşürmek için, ey Müminlerin Emiri" dedi.
Me'mün güldü ve "Ey
Muhammed! Sen sivrisineğin yüzüme konduğunu gördün mü?" dedi. Şafii şöyle
cevap verdi: "Evet ey Müminlerin Emiri. Sen sorduğunda verecek cevabım
yoktu. O sırada sivrisineğin hiç kimsenin ulaşamayacağı bir yerine konduğunu
görünce aklıma bu cevap geldi."
Me'mun: "Allah bol
bol hayrını versin, ey Muhammed" dedi.
el-Müzeni'nin
bildirdiğine göre Şafii'ye, "Devekuşu bir adamın mücevherini yutarsa ne
yapmalı?" diye sorduklarında şöyle dedi: Ona bir şey diyemem. Ama
mücevherin sahibi iyi bir adamsa, gider devekuşunu kesip mücevherini alır,
devekuşu sahibine onun diri veya kesilmiş hali üzerinden karşılığını öder.
İshak b. Suğayr el-Attar
anlatıyor: Ebu Abdillah eş-Şafii'ye sorup dedim ki: "İhramlı iken yabani
keçiden süt sağan bir kişi hakkında ne diyorsun?" Dedi ki: "Keçiler,
süt olsa da olmasa da yaşar. Ne kadar sağdığına bakıp tasadduk eder." Ona
dedim ki: "Nereden ve muhalefet edene karşı delilin nedir?"
Şöyle dedi: "Adam
kaybolan malını bulmuş. Yani senin gibi biri benimle tartışabilir mi?"
Davud b. Ebi Salih şöyle
bildiriyor: Şafii'ye dedim ki: "Ey Ebu Abdillah! Sen ''Namaz kılanın
elbisesi üzerinde kendi saçından dökülen kılolursa namazı caiz olmaz''
diyorsun. Bu da uygulanması ve kurtulması imkansız olan bir durumdur. Ölmeden
önce bunu gözden geçireceğine dair Allah için söz vermeni istiyorum,"
Şafii dedi ki:
"Ölmeden önce bundan vaz geçtiğime dair şahadet ederim."
Bu konudaki görüşleri
el-Mebsut'ta nakledilmiştir.
el-Müzeni'nin
bildirdiğine göre Şafii, insanoğlunun saçının necis olduğuna dair görüşünden
vaz geçmiştir.
Ebu'l-Abbas b. Sureye
anlatıyor: Bu konuda Şafii'ye ait yazılı bir metin bilmiyorum. Bundan
vazgeçtiğine dair bir metin de bilmiyorum. Ancak kadınla ilgili şöyle demiştir:
Saçına bir insanın saçını bağlarsa namazını iade eder diyenler var, etmez
diyenler de vardır.
Derim ki: Kadı
Ebü'l-Abbas b. Sureye Allah rahmet etsin, bu hikayeyi böyle nakleder.
Rabi b. Süleyman'ın bildirdiğine
göre Şafii şöyle dedi: Erkek ve kadın saçlarına; eti yenen ve yenmeyen
hayvanların, ancak canlıyken kesilen kıllarını ekleyerek namaz kılabilirler. O
zaman temiz hükmünde olur, süt gibi. Eti yenen ve zekata tabi olan hayvanların
kılları ise, canlı olsun, kesildikten sonra olsun, temizlendikten sonra kılları
alınıp eklenebilir. Saçlarından bir kısmı düşse, insan saçıyla veya kendi
saçlarıyla ekleme yapsalar bununla namaz kılamazlar, kılmışsalar iade ederler.
Hayvanlardan faydalanıldığı
gibi insanlardan faydalanmak caiz değildir. Çünkü bu, eti yenen, kesilmiş veya
canlı hayvanların kıllarına ve saçlarına benzemez.
Şafii'nin "Bir
görüşe göre namazlarını iade ederler" sözü, "Bir görüşe göre iade
etmezler" sözünü içermektedir. Ancak bize nakil yaptığı bir kitap adı
vermemektedir. Allah doğrusunu bilir.
Rabi'nin bildirdiğine
göre Şafii şöyle dedi: Eşyalar daraldığında genişler, genişlediğinde de
daralır.
Rabi b. Süleyman der ki:
Şafii'nin şöyle dediğini işittim: Asıl veya asılla kıyas dışında konuşamazsın.
Asıl; Kitab veya sünnet
veya Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bazı ashabının söyledikleri
veya insanların icmaı.
Yunus b. Muhammed b.
Abdila'la, Şafii'nin şöyle dediğini naklediyor:
"Asıl (delile),
neden ve nasıl denilmez,"
Şafii meni meselesini
bir fasılla anlatıp bu konudaki ibadet sırasındaki emrini açıklamıştır. Şöyle
dedi: Su bol olsa da, bu çıkan pislik, diğer iki pislikten yani büyük ve küçük
abdestten daha pistir. Bu durumda olan kişinin defalarca yıkaması gerekir.
Bunları çıkaran kişinin yıkamaya, çıkış yeri olmayan yüzünden başlaması
evladır. Yüce Allah abdesti ibadet amacıyla emretmiştir, kulların itaatlerini
imtihan etmiştir. Kimin kendisine itaat ettiğini ve kimin karşı geldiğini
görmek istemiştir. Çıkan pislik ve onu temizlemek için değiL.
Ebu Said b. Ebi Amr'ın
isnadıyla Şafii'den aktardığı bilgiler böyle.
Allah rahmet etsin.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: