BEYHAKİ

KÜLLİYATI

İMAM ŞAFİİ’NİN MENKIBELERİ

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

Şafii'nin Hadis İlmine Hakimiyeti

 

Şafii'nin, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hadis Bilgisini Gösteren Rivayetler

 

 Ahmed b. Hanbel der ki: Şafii gelip açıklayıncaya kadar, Hadis ehli, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hadislerinin manasını bilmezlerdi.

 

 

Hüseyin b. Ali el- Kerabisi der ki: Allah, Şafii'ye rahmet etsin, Ebü Abdillah eş-Şafii bize öğretinceye kadar Sünnetin çoğundan hüküm çıkarmayı anlamamıştık.

 

 

 

el-Buvayti der ki: Şafii'nin şöyle dediğini işittim: "Ameller niyetlere göredir" hadisine; ilmin üçte biri dahil olur.

 

 

 

Şafii'nin isnadıyla aktardığına göre Zeyd b. Halid el-Cüheni şöyle dedi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hudeybiye'de, gökyüzünde karanlığın izi varken bize sabah namazı kıldırdı. Bitirdiğinde insanlara dönüp:

 

"Rabbiniz ne dedi biliyor musunuz?" dedi. Oradakiler: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler. Dedi ki: "Sabah olduğunda kullarımdan biri bana inandı, biri de inkar etti. Allah'ın fazlı ve rahmetiyle yağmur yağdı, diyen kişi; bana iman edip yıldızlarz inkar etti. Fakat falan yıldız zn batmasıyla yağmur yağdı, diyen; beni inkar edip yıldızlara iman etmiştir. ''

Şafii (Allah rahmet etsin) der ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) annem babam üzerine yemin olsun ki Arab'dır, bu sözünün mecaz olması muhtemeldir. Çünkü iki müşrik kavmin iki dağı arasında yağmura yakalanmıştır ve bu olay Hudeybiye Gazvesinde vaki olmuştur. Allah doğrusunu bilir, ama benim anladığım kadarıyla sözünün manası şöyleydi:

Kim "Allah'ın lütfuyla yağmur yağdı" derse bu, Yüce Allah'a imandır.

 

Çünkü, Allah dışında hiç kimsenin yağmur yağdırıp vermeyeceğini biliyor.

Kim "Falan yıldızın batmasıyla yağmur yağdı" derse, daha önce müşrikler yağmurun yağmasını yıldızların kaymasına bağladıkları için; Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifadesine göre bu küfürdür. Çünkü batma veya kayma zamandır. Zaman ise yaratılmıştır, ne kendine ne de başkasına faydası vardır. Ne yağmur yağdırabilir, ne de başka bir şey yapabilir. "Falanın batmasıyla yağmur yağdı" diyen kişi: "Falan vaktin girmesiyle yağmur yağdı" demiş olur. Bu da: "Falan ayda yağmur yağdı" demek gibi olur ki bu, küfür değildir.

Bunu başka türlü demek benim için daha makbuldür. "Falan vakitte yağmur yağdı" demesi daha uygun olur.

 

Bana ulaşan bilgiye göre Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından birisi, sabah uyanıp yağmur yağdığını görünce "Fethin yaklaşmasıyla bereketlendik" deyip: "Allah'ın insanlara verdiği rahmeti önleyebilecek yoktur''[Fatır 2] ayetini okurdu.

 

 

 

Şafii der ki: Rivayete göre Ömer b. el-Hattab, Cuma günü minberdeyken dedi ki: "Yıldızların kaymasından ne kaldı?" İbn Abbas kalkıp: "Avva dışında bir şey kalmadı" dedi. Hz. Ömer dua etti, insanlar da dua ettiler. Minberden indiğinde öyle yağmur yağmaya başladı ki insanlara can geldi. 

 

Şafii dedi ki: Ömer'in bu sözleri benim dediğimi açıklamaktadır.

Çünkü "Yıldızların vakit belirlemesinden ne kaldı?" ifadesiyle şunu kastetmiştir; Yüce Allah'ın ne zaman yağmur yağdıracağını tecrübeyle öğrenmişlerdir. Aynı şekilde soğuk ve sıcağın ne zaman geleceğini de tecrübeyle öğrenmişlerdi.

 

Bana ulaşan bilgiye göre Ömer b. Hattab'a Temim oğullarından, bastona dayanarak yürüyen yaşlı bir adam geldi. O gün yağmur yağmıştı. "Dün gece Muceydih (yıldızı) ne iyi doldurdu" dedi. Ömer adamın yağmurun yağmasını yıldıza bağlamasından rahatsız oldu.

Bu hadisi Ebu Abdillah zikretmez, İbn Musa zikreder.

 

 

 

Rabi b. Süleyman'ın bildirdiğine göre Mikdad'ın hadisinde, Mikdad: "Bir adam, bir elini kılıçla kesip bir ağaca sığındı ve "Müslüman oldum" dedi. Bunu dedikten sonra öldüreyim mi, ey Allah'ın Resulü?" diye sorunca Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Öldürme! Eğer öldürürsen, senin onu öldürmeden önceki halin gibi olur. Sen de onun, bu söylediği ifadeyi söylemeden önceki haline dönersin."

 

Bu hadisle ilgili Şafii şöyle dedi: Yani kanı helal olur, yoksa müşrik olmaz. Öbürünün "La ilahe illallah" demeden önce kanının helal olması gibi.

 

 

 

İbrahim b. Mahmud'un bildirdiğine göre birisi, Yunus b. Abdila'la'ya Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Kuşlarz yerlerinde rahat bırakın" hadisini sordular. Dedi ki: Allah hakkı sever. Bunun sahibi Şafii'ydi. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Kuşları yerlerinde rahat bırakın" hadisini tefsir ederken dinlemiştim. Şöyle dedi: Cahiliye döneminde bir adam bir şey yapacağı zaman, bir kuşun yuvasına gider ve ürkütürdü. Eğer kuş sağa doğru uçarsa adam işini yapar, kuş sola doğru uçarsa vazgeçerdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu yasakladı.

 

Yunus der ki: "Şafii, bu anlamlar konusunda müstesna bir sahsiyetti. "

 

 

 

Ali b. Ahmed el-Berzai'nin bildirdiğine göre İshak b. Raheveyh, Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main, Mekke'ye girdiler. Abdurrezzak'ın yanına gidiyorlardı. Mescid-i Haram'a girdiler. Bir kürsüde genç bir adam gördüler, etrafında da insanlar vardı.

 

Şöyle diyordu: "Ey Şam halkı! Ey Irak halkı! Bana Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetini sorun." Biz oradaki bir adama: "Bu kürsüde oturan adam kim?" dedik. "el-Muttalibi eş-Şafii" dedi.

 

İshak der ki: Ahmed b. Hanbel'e "Ey Ebü Abdillah! Hadi bizi götür ona uğrayalım, yolumuz oradan geçsin" dedim. Yanına vardığımızda dedik ki: "Ey Ebü Abdillah! Ona Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ''Kuşları yuvalarında bırakın'' hadisini sor" dedik. "Ne yapacaksın? Bu açıklanmış; gece karanlığında kuşları yuvalarında rahat bırakın" dedi. İshak: "Vallahi soracağım" dedi ve devam etti: "Ey Muttalibi! Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ''Kuşları yuvalarında bırakın'' hadisinin açıklaması nedir?" dedi. Şafii dedi ki: "Evet, ey Farisi! Duyduğuma göre bu Ahmed b. Hanbel, Irak'ta bu hadisi: ''Gece karanlığında kuşları yuvalarında rahat bırakın'' diye açıklıyormuş." İshak dedi ki: "Ey Muttalibi! Bu hadisin açıklaması nedir, o halde?" Ahmed dedi ki: "Evet bu hadisi bize Süfyan b. Uyeyne rivayet etti, açıklamasını sordum, ''Bilmiyorum'' dedi."

 

Şafii der ki: "Allah seni mübarek kılsın, ey Ebu Muhammed!"dedim, elimi tuttu ve "Ey Şafii, bu hadisin açıklaması nedir?" dedi.

 

Dedim ki: Cahiliye Arapları bir yolculuğa çıkmak istediklerinde, bir kuşun yuvasına giderler ve onu ürküt üp uçururlardI. Kuş sağa doğru uçarsa bu fala göre hareket ederlerdi. Sola doğru uçarsa veya yuvasına geri dönerse bunu uğursuzluk addedip geri dönerlerdi. Resulullah'a Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamberlik gelince, bir yere çıkıp insanlara şöyle seslendi: "Kuşları yuvalarında rahat bırakın ve Allah'ın adıyla erkenden yola çıkın."

 

İshak, Ahmed'e "Ey Ebu Abdillah! Eğer Irak'tan Hicaz'a sırf bu hadisin açıklaması için gelmiş olsaydık bile, bizim için ganimet olurdu. Ahmed b. Hanbel dedi ki: "Her ilim sahibinin üstünde bir bilen bulunur."[Yusuf 76]

 

 

 

Derim ki: Rivayete göre Süfyan b. Uyeyne, bu hadisi rivayet etti, Şafii de İbn Uyeyne'nin yanındaydı. Süfyan ona dönüp: "Ey Ebu Abdillah! Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ''Kuşları yuvalarında bırakın'' hadisinin manası nedir?" diye sordu. Şafii, İbn Uyeyne'ye dedi ki: "Araplarda bir kişi, yola çıkmak istediğinde, bir kuşun yuvasına gidip onu uçururdu. Kuş sağa giderse, adam yola devam eder, sola giderse geri dönerdi. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ''Kuşlarz yuvalarında bırakın'' buyurdu."

 

İbn Muhacir der ki: Bu olaydan sonra İbn Uyeyne'ye bu hadis sorulduğunda, Şafii'nin açıkladığı gibi açıkladığını duydum.

 

Asmai'ye hadisin tefsirini sordum, Şafii'nin dediğini söyledi. Veki' b. el-Cerrah'a sordum, "Bize göre bu hadis gece avcılığıyla ilgilidir" dedi. Ona Şafii'nin sözlerini hatırlattım, "Biz geceleyin avlanma dışında olduğunu sanmıyoruz" dedi.

 

Hocamız Ebu Abdillah el-Hafız'ın bize haber verdiği rivayeti böyleydi.

 

 

 

Muhammed b. İdris eş-Şafii'nin naklettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mescid'de yaslanmıştı. Yanına Safiyye geldi. Sonra onu geri çevirdi ve birlikte yürüdü. Ensar'dan iki adamla karşılaştılar. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Bu Safiyye'dir, şeytan insanın içinde, kanın damarda dolaştığı gibi dolaşır. "

 

Şafii der ki: Bu, Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem), öğretim amaçlı vuku bulmuştur. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu, kendisini suçlamasınlar diye yapmamıştır. Çünkü onu suçlasalar kafir olurlar. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu tedib amaçlı yapmıştır. Şunu demek istemiştir: Biriniz bir kadınla konuşurken, kendisini görenlere: "Bu kadın falandır, şundan dolayı buradadır" desin.

 

Bu açıklama üzerine İbn Uyeyne, Şafii'ye "Allah senı mükafatlandırsın ey Ebu Abdillah."

 

 

 

Abdurrahman b. Muhammed b. İdris'in naklettiğine göre birisi şunu anlatıyor: İbn Uyeyne'nin meclisindeydik. Şafii de oradaydı. İbn Uyeyne, Zühri'den, Ali b. Hüseyin'in şu hadisini nakletti:

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), eşi Safiyye'yle birlikte yürürken bir adamla karşılaştı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Bu, eşim Safiyye" dedi. Adam "Sübhanallah, ey Allah'ın Resulü" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Şeytan, insanın içinde kanzn dolaştığı gibi dolaşır."

 

İbn Uyeyne dedi ki: "Bunun fıkhi açıklaması nedir, ey Ebu Abdillah?" diye sorunca, Şafii şöyle devam etti: İnsanlar Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i suçlarlarsa, bu suçlamadan dolayı kafir olurlar. Fakat Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisinden sonrakilere terbiye vermiştir. Şu duruma düşerseniz şöyle yapın, ki sizin hakkınızda suizanda bulunmasınlar, demiştir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yeryüzünde Emin olduğu halde suçlanmıştır.

 

İbn Uyeyne dedi ki: "Allah mükafatını versin, ey Ebu Abdillah. Senden hep hoşumuza giden cevaplar alıyoruz."

 

Bu hadisi, Abdurrahman kitabında İbn Uyeyne'nin meclisinde oturuyorduk. .. " şeklinde başlayarak nakleder.

 

Rabi b. Süleyman'ın naklettiğine göre Şafii, senedini sıralayarak Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "İyi hali olanların hatalarınz affedin" hadisini naklettikten sonra dedi ki: İlim ehlinden bu hadisi bilen birinin şöyle dediğini duydum: İyi hali olan kişinin hatasını had (şeri ceza) gerekmedikçe affederiz. İyi hal ehli, hatalarını farkında olmadan işleyenlerdir. Kişi hatayı işlediğinde hata olduğunu bilmez."

 

Za'ferani'nin Şafii'den naklettiğine göre bunlar bu hatayı yapmadan önce hata olduğunu bilmeden işlemişlerdir.

 

Rabi'nin bildirdiğine göre Şafii şöyle dedi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) saklanan erkeği ve saklanan kadınılanetlemiştir.

 

Şafii dedi ki: Buradaki "saklanan (muhtefi)" nebbaş, yanı mezar hırsızı demektir.

Aynı senedle Şafii, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Sadaka bir mala karışzrsa onu helak eder" hadisinin manasını şöyle açıkladı: Yani sadakaya ihanet etmek, sadaka ihanetinin karıştığı malı mülkü telef eder.

 

Yine aynı isnadla Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Sadaka memuru size geldiğinde, memnun olmadan yanınızdan ayrılmasın"' hadisi ile ilgili Şafii şöyle dedi: Yani, ona olan borçlarını itaatkar bir tavırla, onu kırmadan ödemeleridir. Çünkü mallarından üzerlerine düşen borcu vermektedirler. Onlara ve sadaka memuruna bunu emrediyoruz.

 

Şafii'nin bildirdiğine göre İbn Ebi Muleyke mürselolarak şöyle aktardı: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Bir kişi Müslüman olduğunda neye sahipse, o onundur''

 

 

 

Rabi'nin bildirdiğine göre Şafii şöyle dedi: Rivayete göre Ebü Bekre, rükuyu kaçırma korkusuyla kendi başına erken rükuya vardı. Bunu Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) söylediğinde ona şöyle dedi: ''Allah hzrsznı arttırsın, ama bir daha yapma."

 

Şafii dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iade etmesini istemedi. Bu da onun affedildiğinin delilidir. "Bir daha yapma" sözü de "Koşarak namaza yetişmeye çalışmayın. Yürüyerek gidin ve sakin olun. Yetişebildiğinizi kzlın, kaçırdığınızı kaza edin'' hadisini andırıyor. Yani zorluğundan dolayı, yerine varıncaya kadar rükuya varman gerekmez. Aynı şekilde kameti duyduğun zaman koşman gerekmez, Allah doğrusunu bilir.

 

Şafii ilk devresinde, Za'ferani rivayetiyle şöyle açıklamıştı: "Bir daha yapma" sözüyle, saf dışında namaz kılma demek istemiş olabilir. Hafifletmek istemiş de olabilir, insanlara namaza giderken koşmamalarını hafifletmek için istemiş olabilir, Allah doğrusunu bilir.

 

 

 

Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem'in bildirdiğine göre Şafii şöyle dedi: Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "İsrail oğullarından bahsedin bunda sakınca yoktur" hadisinin manası şöyledir: Yani onlardan duyduklarınız anlatmanızda bir sakınca yoktur. Fakat bu ümmette, gökten gelip kurbanı yiyen ateş gibi rivayetler söz konusu olursa, onların bu yalan hikayelerini nakletmemek lazım. 

 

Rabi'nin bildirdiğine göre Şafii Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Çekmesinde zayıflık vardır" ifadesini şöyle açıklıyor: Bu (kişi) Ebü Bekr' dir ki, onun halifelik süresi kısa, vefatı erken oldu. İrtidad edenlerle savaşması, Ömer'in kendi döneminde yaptığı fetihler kadar olmamasına sebep olmuştur. 

 

 

 

Ebu'l-Hasan el-Asımi'nin kitabında okudum: Rabi bu hadisi açıklarken, Şafii'nin şöyle dediğini naklediyor: Ömer b. Hattab ile ilgili "Garp elinde oluverdi" derken, buradaki "garp" kuyudan hayvanlarla çekilen büyük su kovasıdır. Bu, hayvan veya çıkrık yardımıyla çekilir, insan eliyle çekilmesi mümkün değildir. Bu anlatım, Ömer'in uzun süren halifelik dönemini ve İslam'a yaptığı katkıları ifade içindir. Onun yaptıkları ve yenilikleri, her zaman büyük bir kova gibi olmuştur.

 

Rabi'nin bildirdiğine göre Şafii şöyle dedi: Şair kemikle ilgili der ki: Hasretin kalıntısı içinde var, eti sert, Kemiğise gevşemiş iliği de çürümüş. 

 

Rabi der ki: Şafii'ye "Rüku sırasında elleri kaldırmanın manası nedir?" dedim. "İftitah sırasında kaldırmanın manasıyla aynıdır. Allah'ı tazimdir ve Yüce Allah'tan sevab umarak sünnete ittiba etmektedir, Safa ve Merve' de ve diğer yerlerde elleri kaldırmak gibi" dedi.

Şafii der ki: Muhammed b. el-Hasan'ın yanında namaz kıldım.

 

Rükuya giderken ellerimi kaldırdım, selam verdiğimizde Muhammed b. el-Hasan bana: "Ellerini niye kaldırdın?" diye sordu. Ona şöyle dedim:

 

Yüce Allah'ın Celalini tazim etmek, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetine tabi olmak ve Allah'tan sevab almayı düşündüğüm için.

 

 

 

Harmele'nin bildirdiğine göre Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Velayeti onların lehine şart koş'' sözünü Şafii "Velayeti onların üzerine şart koş" şeklinde açıklamıştır.

 

Yüce Allah'ın "Lanet onlarındır"[Ra'd 25] ayetini de: "Lanet onların üzerinedir" şeklinde açıklamıştır.

 

 

 

Rabi'nin naklettiğine göre Şafii şöyle dedi: Yahya b. Said'in Amra yoluyla Aişe'den naklettiği hadis, Hişam'ın hadisinden daha sağlamdır. Tahminime göre "Velayeti onların lehine şart koş" ibaresi hatalıdır. Amra'nın hadisinde sanırım Aişe, Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emri olmadan, caiz olabileceğini düşünerek onlara bunu şart koştu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine, azad ettiği takdirde velayetin kendisinde olacağını bildirdi ve ona "Daha önce koştuğun şart sana engel olmaz" buyurdu. Yoksa caiz olmayan bir şartı koşmasını kendisine emredeceğini düşünmüyorum.

 

Aynı senedle nakledildiğine göre Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Aişe'nin Berire lehine koştuğu şartını iptal etmesi ile ilgili şöyle dedi: Allah doğrusunu bilir, ama aynı hadiste Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) velayetin azad edene ait olduğuna Allah'ın hükmettiğini bildirmişti. Ayrıca Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), velayetin alınıp satılmasını veya hibe edilmesini yasaklamıştır. Bu haber onlara ulaştığında, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kararının tersine şart koşanlar karşı gelmişti. Bu karşı gelmenin sonucu had ve cezalardır. Karşı gelenlere ceza, şart koşanların şartını iptal etmek olmuştu. Böylece şart koşanlar bundan vazgeçecek veya diğerleri bundan ibret alacaktı. Bu da en güzel ders verme şekliydi.

 

Rabi b. Süleyman'ın naklettiğine göre Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Rehin bırakılan mal, sahibine kapanmaz, geliri onun, borcu da onundur" hadisi ile ilgili Şafii şöyle dedi: Bizim görüşümüz böyledir. Bunda, bütün rehinlerin, rehin alana ait olmadığına dair delil vardır. Çünkü Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştu: "Rehin, rehin alınan sahibine aittir. Mal kime aitse mazmunu da ona aittir, başkasına değil."

 

Sonra devam edip "Faydası kendisine ait, zararı da kendisine aittir" diyerek tekid etmiştir. Faydası; güvende olması ve gelişmesi, borcu ise; zararı ve eksilmesidir.

 

Allah doğrusunu bilir, ama "Rehin kapatılmaz" ifadesinin manası; rehin alan onu hak etmez, rehin bırakan tasarruf hakkım rehin bıraktığı yerde bırakmaz. Rehin alan, rehin almakla onun hizmetini ve menfaatini hak etmez. Menfaati rehin bırakana aittir, çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Rehin, onu rehin bırakan sahibine aittir, geliri de ona aittir" demiştir. Menfaati de gelirindendir.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir rehni başka bir rehinden ayırmasa da, rehnin tazmin edilmiş veya edilmemişi olmaz. Şafii bu şekilde sözlerini açıp devam eder...

Şafii, "Rehn-i Sağfr" kitabında Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Rehin kapatılmaz" ifadesini açıklarken şöyle dedi: Hiçbir şekilde rehin olmaktan çıkmaz, yani yok olsa bir şeyle yok olmaz. Sahibi onu çözmek isterse elinde tutan, onu zapt edemez. Rehin bırakana: "Üzerime geçirdim, sana verdiğime karşılık artık benimdir" diyemez. Üzerinde konuştukları şartlardan herhangi birini değiştiremez. Rehin her zaman, rehin bırakana aittir. Kendisi bilinen yollarla mülkiyetinden çıkarıncaya kadar ...

 

Şafii, daha önce de geçtiği gibi, bu hadisin sonuna göre hüküm vermiştir. 

 

Rabi b. Süleyman'ın bildirdiğine göre Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Kur'an okurken teganni yapmayan bizden değildir" hadisiyle ilgili bir adam Şafii'ye: "Onunla teganni mi etsin?" diye sordu. Şafii dedi ki: "Anlamı bu değildir. Manası; Kur'an'ı hadr metoduyla ve hazin bir edayla okumaktır.

 

 

 

el-Müzeni'nin bildirdiğine göre Şafii, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Kur'an okurken teganni yapmayan bizden değildir" hadisiyle ilgili şöyle dedi: Manası sesi güzelleştirmektir. Yoksa teganni yapmayı kastetmemiştir. Eğer öyle olsaydı, teganni yani şarkı söylemek fiilinden olurdu.

 

 

 

Zekeriyya es-Saci'nin kitabında Şafii'nin şöyle dediğini okumuştum: İbn Uyeyne, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Kur'an okurken teganni yapmayan bizden değildir" hadisiyle ilgili şöyle dedi: Bu onunla müstağni olmak, yetinmek demektir.

 

Şafii ona dedi ki: "Buna (böyle tevil etmeye) cesaret ediyor musun, ey İbn Uyeyne? Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) eğer müstağni olmayı kastetseydi; Kur'an'la müstağni olmayan bizden değildir" derdi, istiğna fiilini kullanırdı. Ama "Kur'an okurken teganni yapmayan bizden değildir" demiştir, teganni fiilini kullanmıştır, buradan teganni olduğunu anlıyoruz."

 

Rabi der ki: Şafii, Kitabu'ş-Şiğar da şöyle diyor: Bir adamın kızını veya velisi olduğu bir kadını; birine, kızıyla veya velisi olduğu kadınla evlenmek üzere evlendirmesine şiğar denir. Bunlar, mehirleri karşılıklı mahsup ederler, biri diğerinin mehri sayılır veya her iki taraf için mehir belirlenmez. Bu, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yasakladığı şiğardır. Bu nikah, helal değildir ve feshedilir.

 

Harmele b. Yahya der ki: Şafii'yi, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Tesbih erkeklere, alkış kadınlara mahsustur'' hadisini açıklarken dinlemiştim. Dedi ki: Çünkü kadının sesi, namaz dışında meftun eder. Sesiyle insanları meftun edebilir endişesiyle, namazın içinde de hoş karşılanmamıştır.

 

 

 

Rabi b. Süleyman'ın bildirdiğine göre Şafii dedi ki: Rav', korkudur, rav'; kalptir. Bu, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hadisinin açıklamasıdır. Şöyle buyurmuştur: "Ruhu'l-Emin, kalbime şöyle ilham etti. Bu nefsin, nzkına kavuşmadan bu dünyadan çıkması haramdır. İsteklerinizi güzelleştirin. ''

 

 

 

Rabi b. Süleyman'ın bildirdiğine göre Şafii Mekke'de, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Taze otu biçilmez " hadisini açıklarken şöyle dedi: Hadisteki "ihtila" biçmek ve eHe yolmaktır.

 

 

 

Rabi'nin bildirdiğine göre Hafsu'l-Ferd, Şafii'ye geldi. Ahad hadisleri hükümsüz sayıyordu. Şafii'ye dedi ki: "Ey Ebu Abdillah! Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) rivayet edilen her hadiste bir fayda var diyorlar. Onun, bir kavmin topraklarına geldiğinde, ayakta küçük abdest yaptığına dair rivayetin faydası nedir?"

 

Şafii dedi ki: "Ey Hafs! Bunda faydaların en büyüğü vardır. Bilmıyor musun Araplar; kişide bel ağrısı varsa tedavisi ayakta küçük abdest bozmasıdır, derler. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayakta yaparak şifa dilemiştir. Sonra bunu terk etmiştir."

 

Rabi'nin bildirdiğine göre Şafii dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) masburayı yasaklamıştır. Masbura; bağlanıp okla vurulan koyundur.

 

Rabi'nin bildirdiğine göre Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hacamat yapan kişinin kazancını yasaklaması, ona (para olarak) et ve ekmek verilmesini istemesiyle ilgili Şafii şöyle dedi:4 Bunun bir tek manası vardır:

 

Kazançlar içinde pis olan var, güzelolan var. Hacamatçının kazancı pistir, bundan daha güzel kazançlar içinden birini verip onu bu pislikten uzak tutmak istemiştir. Soran kişi direnince, daha temiz olduğundan ona et ve ekmek vermesini tavsiye etmiştir. Haram olduğundan değil.

 

Eğer haram olsaydı, (hacamatçı) Muhayyisa'nın haram paraya malik olmasına, ekmek yedirilmesine ve bineğinin yemlenmesine izin vermezdi. Onun ekmeği, farz ve helal olanlara verilir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hiçbir hacamatçıya, kan aldığı için ücret ödememiştir. Çünkü vermesi helalolan kişiye verirdi. Bir şeye sahip olmak kime helal ise, onu yedirdiği kişiye de yemek helaldir.

 

 

 

Rabi b. Süleyman'ın bildirdiğine göre Şafii: "Sadece onlar" ibaresini, "şu var ki onlar" şeklinde açıklamıştır.

 

 

 

Aynı senedle Şafii dedi ki: "İç yağını taşıyorlar" ifadesiyle, yağı eritiyorlar demek istemiştir. Bu açıklama, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Allah Yahudileri lanetlemiştir, onlara iç yağlar haram kılındı, onlar onun şeklini değiştirdiler'' hadisiyle ilgilidir.

 

 

 

Aynı senedle Şafii:, burun hadisindeki: "Eğer (burun başkası tarafından) olduğu gibi kesilmiş ise ... " ifadesi için şöyle dedi: "Kökten bütünüyle demektir."

 

 

 

Aynı senedle dedi ki: Hz. Osman'ın "Ümmü hubayn (kertenkele); hullan demektir, hullan ise keçi veya koyun yavrusu demektir" sözü hakkında: "Yani ihrama girmiş birisi kertenkele öldürürse cezası bir keçi veya koyun yavrusudur. Osman bu şekilde karar vermiştir" dedi. 

 

 

 

Aynı senedle Şafii' nin "Koltuk, yatak demektir" sözünü işittim. Rabi'nin naklettiğine göre: Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Benim emrimi, koltuğuna yaslanarak karşılayan kimseye dost değiliz" hadisinin sonunda, Şafii dedi ki: "Buradaki koltuk yataktır."

 

Rabi'nin naklettiğine göre Şafii, iddet bekleyen kadın hadisinin açıklamasında şöyle dedi: Hafş; basit, kıldan ve benzer şeylerden yapılmış küçük bir evdir. Kabs; parmaklarıyla bindiği hayvana tutunmasıdır. Kabz ise; bütün avucuyla tutmasıdır.

 

Rabi'nin naklettiğine göre Şafii, hacetini giderdiği sırada Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selam verenlerle ile ilgili rivayetlerF naklederken şöyle dedi: (Birine) cevap vermedi, teyemmüm aldıktan sonra selamını aldı.

 

Başka bir rivayete göre selamını aldı, ama teyemmümden bahsetmedi. Ama ona: "Beni bu halde görürsen selam verme" buyurdu.

 

Sonra Şafii şöyle devam etti: Bu ikisinde ve bir sonraki hadiste deliller vardır:

Birincisi; selam Allah'ın isimlerinden bir isimdir, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selamı teyemmümden önce ve hazarda teyemmümden sonra aldıysa, sahih olarak teyemmüm olmayan bir kişinin o vakitte namaz kılması caiz değildir. Bu, Yüce Allah'ı zikretmek için abdestli veya teyemmümlü olmasına gerek olmadığını gösterir. Allah doğrusunu bilir, ama kıraatın da bu şekilde abdestsiz okunabilmesi muhtemeldir, çünkü o da Allah'ı zikirdir.

 

ikincisi; küçük veya büyük hacetini gideren bir kimseyi gören kişinin, o vaziyette ona selam vermemesi gerekir.

 

Üçüncüsü; bu durumda selam vermek mubahtır. Çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu rivayetlerin birine göre de olsa, o halde selamı almıştır.

 

Dördüncüsü; selamı, o halden çıkıp teyemmüm alıncaya kadar almamak mubahtır. Sonra alabilir. Selamı tamamen iptal almamak vacib olduğundan mümkün değildir. Teyemmüme kadar tehir edilebilir.

 

Beşincisi; selamı teyemmümden sonraya tehir etmek. Teyemmüm veya abdestten sonra zikretmek, önce zikretmeye tercih edildiğinin delilidir.

 

Eğer birisi derse ki; Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selamı almak için teyemmüm aldığına göre kişi kaçırma korkusuyla istiyorsa cenaze ve bayram namazları için teyemmüm alması da caizdir.

 

Deriz ki: Cenazede ve bayramdakiler namazdır. Teyemmüm ise sahih kavle göre hazarda namaz için caiz değildir. Eğer zikir olduğunu iddia edersen, selamın teyemmüm olmadan caiz olması gibi, bayram da teyemmümsüz caiz olur. 

 

Yani teyemmüm olmadan caiz olması gerekir. Ayrıca selam da teyemmüm olmadan caiz olur. Allah doğrusunu bilir.

 

 

 

Rabi'nin bildirdiğine göre Şafii şöyle dedi: Şafak, güneşin battığı andaki kızıllıktır, beyazlık değildir. Ben Arapların, kızıllığa şafak dediğini gördüm. Din Arapça' dır, bu da manasının delillerindedir.

 

Başkası Rabi'den şu eklemeyi yapar: Şafii bir gece bana "Katın eyerle" dedi, eyerledim. Bir yola girdi, onu takip ettim. Akşam oluncaya kadar yürüdü. "Katın tut" dedi, tuttum. Ben uyuyuncaya kadar katır ayakta durdu. Sonra geldi, katıra bindi, onu takip ettim.

Evine girdiğinde ona bunun sebebini sordum. Bana dedi ki: Muhammed b. el-Hasan'la şafak konusunda tartıştım. Kendisi "Beyazlık" dedi, ben "Kızıllık" dedim. Kendim gözleyinceye kadar rahat edemedim, baktım kızılmış.

 

es-Sülemi'nin bize aktardıkları bunlar, Asımi'nin kitabında da Şafii'nin haberleri içinde benzerini okumuştum.

 

Rabi'nin bildirdiğine göre Şafii, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) köleyle ilgili: "Gücünün üzerinde işler yaptırılmaz" hadisini kastederek şöyle dedi:

 

Allah doğrusunu bilir, ama sürekli yapabileceği işler yaptınlabilir. Sadece bir gün, iki gün veya üç gün çalışacak şekilde davranılmaz. Sonra aciz düşer, takati kalmaz. Güçlü köle veya güçlü cariye de öyledir. Sabah oluncaya kadar ancak bir gece yürüyebilirler, genellikle bir gün yürürler sonra karşılaştıkları zorluklardan dolayı güçten düşerler. Köleye düşen de, efendisinin anlattığımız şekilde gücünün yettiği işlerini yapmasıdır.

 

Şafii bu şekilde konuyu açıp devam etti.

 

Ebu'l-Hasan el-Asımi'nin kitabında okuduğuma göre Şafii, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Safiyye'yi azad etmesi ve azadını mehir olarak vermesi hadisiyle ilgili şöyle dedi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu konuda başkası gibi değildir. Çünkü nikah kararını elinde bulunduran kendisidir.

 

 

 

Ebu Mansur'un kitabında okuduğuma göre Şafii şöyle dedi: Yüce Allah "Bizi ancak dehr (zaman) helak eder. Bu konuda bir bilgiye sahip değiller. Onlar sadece öyle sanıyorlar"[Casiye, 34] buyurmaktadır.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de "Dehre hakaret etmeyin, Allah dehrin kendisidir'' buyurmuştur.

 

Şafii dedi ki: Bunun tevili Allah doğrusunu bilir şöyledir: Araplar, başlarına; ölüm, yıkım, mal zararı ve benzeri bir musibet geldiğinde, dehre (zamana) hakaret edip söverlerdi, gece ve gündüze söverlerdi. "Dehrin musibetleri çarpsın, dehr onları yok etsin, başlarına çöksün" derlerdi. Gece ve gündüzü, bu işlerin faili kabul ederlerdi.

 

Bunun için Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Dehre sövmeyin" buyurdu.

Bunları size o yapıyor diye, hakaret ettiğiniz zaman, bunları size yapan Yüce Allah'a hakaret etmiş olursunuz. Çünkü bunları yapan kişi Yüce Allah'ın kendisidir.

 

 

 

Rabi b. Süleyman'ın bildirdiğine göre: Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ali b. Ebi Talib'e "Ben kimin dostuysam, Ali de onun dostudur'' hadisiyle ilgili Şafii şöyle dedi: Bununla İslam dostluğunu kastetmiştir. Bunun açıklaması Yüce Allah'ın "Bu, Allah'ın inananların yardımcısı olmasından dolayıdır. Kafirlere gelince onların yardımcısı yoktur'' ayetidir.

 

Ömer b. Hattab'ın Ali'ye "Artık her müminin dostusun" sözüne, "her Müslüman" da dahildir.

 

Rabi'nin bildirdiğine göre Şafii dedi ki: İbar, aşılamaktır, bu da hurma dalının veya gözünün damızlık ağaçtan alınıp, aşılanacak hurmanın gövdesine yerleştirilmesidir. Allah'ın izniyle gelişip meyve verecektir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

Şafii'nin Fıkıh Bilgisine Hakimiyeti