BEYHAKİ KÜLLİYATI |
İMAM ŞAFİİ’NİN MENKIBELERİ |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
Şafii'nin Münazara
Gücü ve İkna Kabiliyeti
Şafii'nin
Münazarasının Güzelliği, İlme Vakıf Olması ve Tartıştığı Herkesi İkna Etmesi
Bu, uzun bir bölümdür, bununla
ilgili bize gelen nakillerin hepsini yazmaya kalksam kitap uzar. Burada sadece
Muhtasar düzenlenmesiyle yazılmış olan el-Mebsut'ta geçen münazaralarını
naklettim. En çok dikkat çekenlerle ve ilim ehlinin beğendiklerini
belirttikleri olaylarla yetindim. Doğruya ulaşmak, Allah'ın sayesindedir.
Harun b. Said el-Eyli
der ki: Şafii'nin şöyle dediğini işittim: "Eğer insanlara fazla uzun
gelmeyecek olsaydı, her meselenin delillerini kısaca ortaya koyardım."
Yünus b. Abdi'l-A'la,
Şafii'yi (Allah rahmBt Btsinl anlatırken şöyle diyor: İnsanların en
akıllılarındandı, insanlar aklına atılsa içinde boğulurlar. Elini nereye atsa,
"Bu onun işi" dersin. Şiir ve Arapça'ya girdiğinde "Onun işi
bu" dersin. Tarihe girdiğinde "Onun işi bu" dersin. Biriyle
tartıştığı zaman, onu sonunda pes ettirir.
Sonra da tartıştığı
kişiye: "Şimdi sen benim görüşümü savun, ben de senin görüşünü
savunayım" derdi. Tartıştığı kişi kendisinin görüşünü, kendisi de
karşıdakinin görüşünü savunup tartışırlardı. Sonunda yine tartıştığı kişiyi pes
ettirirdi.
Humeydi der ki: Şafii ve
Muhammed b. el-Hasan, Mekke'de bir araya geldiler. Muhammed Şafii'yle
tartışmaya girdi.
Muhammed b. el-Hasan
dedi ki: "Sana uysam da sana gücüm yetmiyor, muhalefet etsem de sana gücüm
yetmiyor."
Kuteybe der ki: Şafii'yi
gördüm; genç bir adamdı.
Ebu'l-Hasan el-Asımi,
Ebu Nuaym'dan bunun aynısını nakleder ve şunu ilave eder: Şafii, Muhammed b.
el-Hasan'a giderdi, onu tartışmada yenerdi.
Humeydı anlatıyor: Şafii
ve Muhammed b. el-Hasan'ı münazara sırasında gördüm. Şafii ona bir meseleyi
sordu, o da cevap verdi. Şafii üzerine gidince, Muhammed tıkandı ve ağır
konuştu. Şafii ona: "Sen benim görüşümü savun, ben de senin görüşünü
savunayım" dedi ve öyle yaptılar. Şafii üsteleyince Muhammed bir daha
tıkandı ve şöyle dedi: "Ne yapacağımı bilemiyorum, muhalefet etsem de sana
gücüm yetmiyor, uysam da sana gücüm yetmiyor."
Ebu Bekr b. Zenceveyh,
Kuteybe'nin şöyle dediğini işitmiştir: Muhammed b. el-Hasan'ı Mekke'de
Şafii'nin yanında gördüm. Ona şöyle diyordu: Ey Ebu Abdillah! Kendi görüşünü
savunup benimle tartışsan beni ilzam ediyorsun, benim görüşümü savunup benimle
tartışsan yine beni ilzam ediyorsun."
Başka bir kanalla
Kuteybe der ki: Şafii'nin Muhammed b. el-Hasan'la tartıştığını gördüm. Muhammed
b. el-Hasan onun elinde bir top gibiydi, istediği gibi çeviriyordu.
Kuteybe dedi ki:
Abdurrahman b. Mehdi'yi genç iken gördüm. Hammad b. Zeyd'in yanına gidip
gelirdi. Şafii'yi de Mekke'de gördüm. Abdulkerim el-Cürcani ile ders görmek
için, Mescid-i Haram'da bir araya gelirlerdi. Mekke'nin kadısıydı. Süleyman b.
Davud el-Attar da oradaydı. Muhammed b. el-Hasan da geldi, onlarla oturup
tartışırlardı.
Yunus b. Abdi'l-A'la,
Şafii'nin şöyle dediğini nakleder: "Muhammed b. el-Hasan'la münazara
yaptım, onunla tartışmamız şiddetlendi. Düğmeleri tek tek kapmaya ve şah
damarları şişmeye başladı."
Başka bir isnadla Yunus
b. Abdi'l-A'la, Şafii'nin şöyle dediğini naklediyor: Muhammed b. el-Hasan'la
tartıştık, üzerinde ince elbiseler vardı. Benimle tartışırken şah damarları
şişiyor ve düğmeleri kopuyordu. Damarları şiştikçe düğmeleri kopuyordu. Ama
vazgeçmiyordu. Sonra dedi ki: "Dostunuzunl reyiyle fetva vermesi helal
değildir. Zira aklı yoktu."
Ona "Allah için
söyle, dostumuz Yüce Allah'ın Kitab'ını biliyor mu?" dedim,
"Evet" dedi. "Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hadisini biliyor mu?" dedim, "Evet" dedi. "Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabının görüşlerini biliyor mu?" dedim,
"Evet" dedi. Ona: "Allah için söyle, dostunuz Allah'ın Kitab'ını
biliyor mu?"dedim, "Hayır" dedi. "Resulullah'ın (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hadisini biliyor mu?" dedim, "Hayır" dedi.
"Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabının görüşlerini biliyor
mu?" dedim, "Hayır, fakat akıllıydı" dedi.
Ona dedim ki:
"Bizim arkadaşımızda üç şey var, onlar olmadan fetva verilmez. Aklı yoksa
fetva vermesi caiz olmaz. Sizin arkadaşınızda onlar olmadan fetva verilemeyecek
üç şey yoktur. Bütün insanların aklı da olsa onun fetva vermesi caiz
olmaz."
Derim ki: "Aklı
yok" derken; ictihad ve kıyastan oluşan rey kastedilmiş olmalı. Çünkü
Abdurrahman b. Mehdi'nin: "Malik b. Enes'ten daha akıllı kimseyi
görmedim" dediğini nakletmiştik.
Muhammed b. Abdillah b.
Abdilhakem, Şafii'nin şöyle dediğini işitmiştir: Muhammed b. el-Hasan bana:
"Malik'in kapısında üç küsur sene kaldım" dedi ve ondan yedi yüzden
fazla hadisi lafzen duyduğunu söyledi.
Malik'ten hadis
naklettiğinde evi dolar, insanlar toplanır evi sığmazdı. Başkasından hadis
naklettiğinde sadece birkaç kişi gelirdi. Bundan dolayı şöyle derdi:
"Dostlarına sizden daha kötü davranan kimse görmedim. Malik'ten hadis
naklettiğimde mekanıma dolarsınız. Diğer hocalarımdan nakledince istemeye
istemeye gelirsiniz."
Yine Muhammed b.
el-Hasan bana: "Bizim dostumuz sızın dostunuzdan daha alimdir" dedi.
Kendisine: "Büyüklenmeyi mi kastediyorsun, adaleti mi?" dedim.
"Adalet" dedi. Ona: "Sizin delilleriniz nedir?" dedim.
"Kitab, sünnet, icma ve kıyas'' dedi.
Dedim ki: "Allah
için söyle, Allahın Kitab'ını bizim dostumuz mu sizin dostunuz mu daha iyi
bilir?" "Allah için söyleyeceksem sizin ki" dedi.
Dedim ki:
"Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetini dostumuz mu daha
iyi bilir, dostunuz mu?" "Dostunuz" dedi. "Resulullah'ın
ashabının sözlerini dostumuz mu daha iyi bilir, dostunuz mu?" dedim.
"Dostunuz" dedi. "Kıyasına başka bir şey kaldı mı?" dedim.
"Hayır" dedi.
Dedim ki: "Biz
kıyası sizden daha fazla önemsiyoruz, fakat usule uygun kıyas yapılır. Usul
bilmeyen kıyası bilemez."
Burada Şafii'nin
dostumuz dediği, Malik b. Enes, Muhammed b. el-Hasan'ın dostu ise Ebu
Hanife'dir.
Muhammed b. Abdillah b.
Abdilhakem, Şafii'nin şöyle dediğini işitmiştir: Muhammed b. el-Hasan bana:
"Siz üçte bir sahiplerisiniz" dedi, ben de ona "Siz de onluklar
sahibisiniz" dedim.
Üçte birin
açıklamasında: "Siz kadının yaralaması erkeğin yaralamasıyla aynıdır, üçte
bire varıncaya kadar" demelerini kastediyor. Onlukların açıklamasında:
"El ancak (hırsızlığın) onuncusunda kesilir" veya "Hayız en çok
on gündür" demelerini kastediyor.
İbn Abdilhakem der ki:
Şafii'nin şöyle dediğini işittim: Muhammed b. el-Hasan ariyetten (ödünç
almadan) söz ederken bana dedi ki: "Siz Safvan'ın hadisinin 1 ödünç
alınana garanti verdiğini bilmiyorsunuz. Zira ''Ben kefilim'' diyor ve yeminle
kefil oluyor."
1 Beyhaki'nin,
es-Sünenü'l-Kübni'da (6/89-90) tahric ettiği hadis şöyledir:
ResUlullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Huneyn üzerine yürüdüğünde, Safvan b. Umeyye'ye haber
gönderip kendisindeki yüz dolayındaki zırh istedi. Safvan, "Gasp mı, ey
Muhammed?" deyince, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Hayır, sana kesinlikle geri verilmek üzere ödünç" dedi ve yola
çıktı.
Ona: "Şimdi kim
kefil olarak bir şeyi ödünç alıyor ki?" dedim, "Kefil olmuyor
mu?" dedi, ona: "Sen yanındakilerle dalga geçiyorsun" dedim.
Başka bir rivayete göre
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Huneyn'e sefere çıktı. Yüce Allah
müşrikleri hezimete uğratınca Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Safvan'ın zırhlarını toplayın" buyurdu. Zırhlarından bazılarını
kaybettiler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İstersen
karşılayalım" buyurunca Safvan dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü! Şu anda
kalbimde hissettiğim iman, o gün hissettiğimden daha fazladır."
Rabi b. Süleyman'ın
naklettiğine göre Muhammed b. el-Hasan'ın; Medine ehlinin diyetle ilgili:
"Ödeyecek olanların üzerinde on iki bin dirhemdir" sözlerini
eleştirmesiyle ilgili ve Muhammed b. el-Hasan'ın:
"Tahminimize göre
biz Ömer b. el-Hattab'ın diyetin dirhemle ödenmesini emretmesini, Medine
ehlinden daha iyi biliyoruz. Çünkü dirhem, Irak halkının para birimidir. Ömer
b. el-Hattab, diyetin on iki bin dirhemle ödenmesini emretti. Bu konuda Medine
halkı doğru söylüyor. Fakat altı ölçülük on iki bin dirhemle ödenmesini
emretti" sözleriyle ilgili Şafii şöyle diyor:
Muhammed b. el-Hasan'a;
"Sen diyetin altı ölçekli on iki bin dirhem olduğunu mu söylüyorsun?"
dedim. "Hayır" dedi. Dedim ki: "Dediğin gibi diyeti Hicaz
halkından daha iyi bildiğini neye dayanarak iddia ediyorsun, sen Irak
halkındansın? Üstelik Ömer'den alıp tersine çevirdin. Ömer'in onunla ilgili
verdiği hükmü sen vermiyorsun."
"Onlar hesap
yapmayı bilmiyorlar mıydı?" deyince ben: "Sen bir şey rivayet edip
hükmüne delil kabul ediyorsun, sonra da ondan rivayet edenin hükmünü
bilmediğini söylüyorsun" diye karşılık verdim.
Şafii bu şekilde ona
cevap verip şöyle devam etti: Muhammed diyet konusunda Hicazlılardan daha
bilgili olduğunu ileri sürüyor. Ömer'in diyeti dirhem olarak kabul ettiğini de
söylüyor. Ömer'in de onlardan olduğunu bildiği halde, bu konuda Hicazlıların
daha bilgili olduğunu kabul etmiyor. Hüküm veren mi daha iyi bilir, asıl
kaynağın yakınları mı? Zira hüküm, hükmün kaynağı üzerinde vuku bulmaktadır.
Şafii cevabını bu
şekilde sürdürür, ayrıntıları Mebsut'ta yazılıdır.
İbn Abdilhakem ise
rivayetinde Şafii'nin şöyle dediğini nakleder: Muhammed b. el-Hasan'a dedim ki:
"Altı ölçekli dirhemle olursa bu on bin küsur eder. Sen ise on bin
diyorsun." "Onu hesaplamayı bilmiyorlar mıydı" deyince ben:
"Hz. Ömer insanların malından alınan para konusunda, hesabını bilmediği ve
emin olmadığı bir şekilde hüküm mü veriyordu?" karşılığını verdim.
Rabi b. Süleyman,
Şafii'yle Muhammed b. el-Hasan arasında sular bahsi, kuyuların temizlik amaçlı
boşaltılması ile ilgili görüşleri ve bu konuda insanların naklettiklerinden
ayrı düşmeleri ve sünnete aykırı hükümler vermeleri ile ilgili cereyan eden
münazarayı uzun uzadıya anlattıktan sonra, Şafii'nin şöyle dediğini nakleder:
Ona dedim ki: Sular
konusunda ne sünnete, ne icma, ne de kıyasa tabi olduğunuzu görmedim. Hakkında
birçok şey söylediniz. Aklı başında herhangi birine bir yol bul deseydiniz,
sizin dediğinizi der ve güzel bir çare bulurdu.
Şafii devam edip şöyle
dedi: Siz diyorsunuz ki: Bir fare, bir kuyuya düşüp ölse, kuyudan yirmi veya
otuz kova boşaltırız ve temiz olur. Bu yirmi veya otuz kovayı başka bir kuyuya
boşaItsanız, bundan sadece yirmi veya otuz kova eksilmiş olur. Daha fazla ölü
fare olursa kuyudan kırk veya altmış kova boşaltılır. Bu değişmeyen suyla
ilgili bu oranı kim tayin etti? Sen hiç, tümü pis olan bir şeyin bir kısmı
temizlendiğinde; tümünün temizlendiğini gördün mü?
Sonra şöyle devam etti:
Bir de; abdest alma niyetiyle bir kuyuya elini uzatsan bütün kuyunun abdest
suyuyla kirlendiğini ve tamamını boşaltmadan temizlenmeyeceğini iddia
ediyorsun. Bir fare ölüsü düşse yirmi veya otuz kovayla temizlenen kuyu, temiz
bir elin sokulmasıyla tamamen kirleniyor. Sen hiç, bir Müslüman elinin, bir leşten
daha fazla kirlettiğini iddia eden kimse gördün mü? Ayrıca, abdest niyeti
olmadan elini kuyuya soksa elinin temiz kaldığını ve kuyunun kirlenmediğini
iddia ediyorsun. Peki, kuyuya bir pislik atsa, kirletme niyeti olsa da olmasa
da aynı mı olur?
Muhammed:
"Evet" deyince bin şu karşılığı verdim: "Abdest alma niyetiyle
elini soksa, suyu kirlettiğini neden iddia ettin? Sanırım sizden başkası bunu
söylese, ''Bu adamdan sorumluluk kaldırılmıştır (delidir)'' diyecek kadar ileri
gidersiniz."
Muhammed b. el-Hasan
dedi ki: "Ben Ebu Yusufun: ''Sular konusunda Hicaz halkının görüşleri
bizim görüşlerimizden iyidir. Bu konuda bizim görüşümüz hatalıdır'' dediğini
duymuştum. Bu görüşünü değiştirmedi. Ebu Yusuf iki ay kadar sizin görüşünüzü
kabul etti, sonra bizim görüşe geri döndü."
Dedim ki: Onun bizim
görüşümüzü benimsemesi, bizim görüşümüze güç katmaz, vazgeçmesi de bizi
zayıflatmaz.
Rabi b. Süleyman'ın
naklettiğine göre Muhammed b. el-Hasan dedi ki: "Kim namazda Kur'an
dışında bir dua okursa namazı bozulur, Kur'an'dan olan bir duayı yaparsa namazı
bozulmaz."
Şafii dedi ki:
"Eğer: ''Sebze, kabak, sarımsak ve soğan yenir'' derse, ne olur?"
Muhammed: "Namazı bozulur" dedi. Şafii dedi ki: "Asıl sen
''Kur'an'da olanla dua ederse caizdir'' diyerek bozdun."
"Sen ne
dersin?" deyince ben şu karşılığı verdim: Bana göre, kişinin namaz dışında
dua etmesi caiz olan dua, namazda da caizdir. Çünkü namazda yapılan duanın
muhatabı insanlar değildir. Haber, namazda insanların birbiriyle konuşmalarını
doğru bulmamaktadır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir kavim dua etmiş, isimlerini söylemiş ve
kabilelerini zikretmiştir. Bu da haram olan konuşmanın, insanların ihtiyaçtan
dolayı birbirleriyle konuşması olduğunu göstermektedir. Kişinin Rabbine dua
etmesi, O'ndan bir şey istemesi konusuna gelince; Resulullah'ın (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ashabından hiç birinin bu konuda ihtilaf ettiğini bilmiyorum.
Sahih olan da
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğudur: "Secde
etmeye gelince, onda dua etmeye çalışın, onun sizin için kabul edilmesi
umulur."
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) her hangi bir duayı tahsis etmemiştir. Hepsi caizdir. Kişinin
namaz dışında yaptığı dua, namazda da caizdir.
Abdurrahman b. Ebi
Hatim'im kitabında okuduğuma göre Yunus b. Abdila'la der ki: Şafii,
"Namazda hapşıran birine ''Yerhamukallah'' demekte bir sakınca
yoktur" dedi. Ona "Neden?" dedim. Şu karşılığı verdi:
"Çünkü dua ediyor. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de namazda
bir kavim için ve başkaları için dua etmiştir."
Rivayet etmeme izin
verilen kitapta bu şekilde geçiyor. Ebu Hasan elAsımi'nin kitabında da farklı
nakillerle yine Yunus b. Abdila'la'nın rivayetiyle okumuştum.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazını bitirince, annem ve babam üzerine yemin
ederim ki, ondan daha iyi bir öğretmen görmedim. Vallahi, ne kızdı, ne vurdu,
ne de tenkid etti. Buyurdu ki: "Bu namazda insan sözü caiz değildir. Zira
bu tesbihtir, tekbirdir ve Kur'an okumaktır."
Ali b. Hasan'ın kardeşi
ve başkası kanalıyla naklettiğine göre Şafii şöyle anlatıyor:
Rakka'da Muhammed b.
el-Hasan'la birlikteydim. Bir hastalığa yakalanmıştım, ziyaretçilerle birlikte
beni ziyaret etti. Hastalığım hafifleyince elimi başucumdaki kitaplara uzattım.
Elime Malik'in Namaz Kitabı geçti. KüsUf bölümüne baktım, sonra mescide gittim.
Muhammed b. el-Hasan orada oturuyordu. Ona "Seninle küsUf konusunda
tartışmaya geldim" dedim. "Sen bizim bu konudaki görüşümüzü biliyor
musun?" dedi. "Ben seninle hadis ve tecrübeye dayanarak tartışmaya
geldim" deyince, "Konuş" dedi.
Ona "Fakat
sinirlenmeyeceksin ve üzülmeyeceksin" dedim, çünkü Muhammed, asık suratlı
ve tez canlı bir adamdı. Dedi ki: "Sinirlenmeyeceğime dair söz veremem.
Fakat benden sana zarar gelmez." Onunla münazara yaptık. Fakat
sıkıştırınca sanki bundan rahatsız olmuştu. Dedim ki: "Hişam b. Urve,
babasından, o da Aişe'den başka bir yolla Zeyd b. Eslem, Ata b. Yesar ve İbn
Abbas'tan; diyerek başladım. Etrafımıza insanlar toplanmıştı.
Bana: "Bir kadın ve
bir çocukla delil getirmen bir şeyi değiştirir mi?" deyince, "Keşke
başkası seninle otursaydı" dedim ve sinirli bir şekilde kalktım. Olay
Müminlerin Emiri Harun er-Reşid'e ulaşınca dedi ki:
"Biliyorum ki, Yüce
Allah bu ümmeti; Kureyşli, keskin görüşlü ve onları düştükleri yanlışlıktan
doğru yola sokacak bir alim göndermeden bırakmaz."
Ben evime döndüm,
hizmetçime "Yol hazırlıklarına başla, gece bir deve hazırla" dedim.
Sonra Mısır'a geldim.
Aynı raviden başka bir
kanalla: "Hz. Ali ile Aişe bir araya geldi" şeklinde nakledilmiştir.
Rabi b. Süleyman der ki:
Şafii'nin şöyle dediğini işittim: Şafii, sarhoş eden şeyler konusunda
tartışıyordu. Şu anda hatırlayamadığım bir şeyler söylendi.
Sonra biri şöyle dedi:
"Ne dersin on tane içse de sarhoş olmasa? Sonra helal kabul edilirse, bu
defa dışarıya çıkıp rüzgar vursa da sarhoş olsa haram kabul edilir. Sen hiçbir
kişinin yediği veya içtiği bir şeyin midesine helal girdiğini rüzgarın
esmesiyle haram olduğunu gördün mü?" Şafii dedi ki: "çoğu sarhoş eden
şeyin azı da haramdır."
Rabi'nin naklettiğine
göre Şafii, Ebu Bekr'in, bir eli ve bir ayağı kesik olan hırsızın sol elinin
kesilmesiyle ilgili hadisini nakledip delilolarak kullandı. Zaferani'nin
rivayetinde ise uzuvların kesilmesi hususunda merfu hadisi delil kabul etti.
Ardından birine ait:
"Eli ve ayağı kesilirse sonra da hırsızlık yaparsa, hapsedilir, ceza
verilir, ama eli ve ayağı kesilmez; çünkü yürüyemez" sözü zikredildi.
Şafii dedi ki: Bu hadisi
Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve hicret yurdunda Ebu Bekr'den
rivayet etmiştik. Ömer de bunu kabul edip Ebu Bekr'e dayanır. Ayrıca kestiği de
rivayet edilir, siz ona nasıl muhalefet ettiniz? Buna; "Ali b. Ebi Talib
öyle dedi" derler. Biz de deriz ki; "Siz Ali'den kesme konusunda
nahoş şeyler naklettiniz ve sonra onun üzerine yıktınız."
Bunlardan biri; Bir
çocuğun parmaklarını kestiği iddiası, birisi de; topuğu topuğun yarısından
kesmesi. Kesmeyle ilgili Hz. Ali'den rivayet ettiğinizin hiç birisi bize göre
sahih değildir. Nasıl hiç itiraz etmeden onun üzerine yıktınız ve bununla hiç
desteğe ihtiyaç duymayan Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetine,
Ebu Bekr ve Ömer'in hicret yurdundaki uygulamalarına ve ilim ehlinin
bildiklerine karşı çıktınız?
Sonra hikayeye devam
edip hadlerin tekrar suç işleyene tekrar uygulanması ve kısasta uzuvların
kesilmesi gibi aykırı düştükleri konuları zikretti. Hangi katilin katlinin
vacib olduğu konusu da zikredildi. Bu da öldürmenin son noktasıdır. Sünnetle sahabe
uygulamalarının aksine burada öldürme illetiyle haddin uygulanması konuşuldu.
Rabi'nin naklettiğine
göre Şafii, kafire karşılık müminin katledilmesi konusunda Muhammed b.
el-Hasan'la tartışırken şu hadisi nakletti:
Ebü Cuhayfe der ki: Hz.
Ali'ye sorup: "Sizde Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kalan
Kur'an dışında bir şey var mı?" dedim. Dedi ki: "Taneyi yaran ve
canlıları yaratana yemin olsun ki hayır. Allah, insana ne verdiyse Kur'an'da ve
sahifededir."
Ben: "Sahifede ne
var?" deyince şöyle devam etti: "Akıl, esirin çözülmesi ve kafire
karşılık müminin öldürülmeyeceği."
Muhammed b. el-Hasan
dedi ki: Bu bizce malum ve sabittir. Ama yorumladık ve kastettiği kafirin
darulharb ehli olduğu görüşünü benimsedik. Çünkü bu konuda "Anlaşmalı olan
anlaşmasında ... " demiştir.
Şafii dedi ki: Eğer
"Anlaşmalı olan anlaşmasında ... " demişse de, insanları eğitmek için
demiştir. Zira mümin ve kafir arasındaki düşmanlık düşmüştür. Bir müminin
anlaşmalı bir kafiri öldürmesi caiz değildir.
Sonra Şafii,
"Normal şartlarda kafir için mümin öldürülmez" sözünü "Müslüman
kafire mirasçı olamaz" sözüyle kıyaslayıp delil gösterdi. Sonra tersinden
yola çıkıp "Müslüman eman verilmiş anlaşmalı kafiri öldürürse onun için
öldürülmez" sonucuna vardı.
Dedi ki:
İbnu'l-Beylemani'den naklettiğimiz hadise göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) bir kafiri öldürdüğü için bir mümini öldürtmüştür.
Şafii dedi ki: Bizim
hadisimiz muttasıl bir hadistir, İbnü'lBeylemani'nin hadisi ise munkatı' ve
yanlış bir hadistir. İbnu'lBeylemani'ye ulaşan bilgiye göre, Amr b. Umeyye bir
süreliğine anlaşmalı olan bir kafiri öldürdü. Öldürülen elçiydi ve onun için
(Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emriyle) öldürüldü. Eğer ravi
sağlam olsaydı sen iki hadise de aykırı düşerdin.
Ayrıca Amr b. Umeyye'nin
öldürmesi, Benu Nadir'den önceydi ve Fetih'ten çok önceydi. Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbesinde: "Kafir için Müslüman
öldürülmez" sözü fetih yılındaydı. Dediğin gibi olsa bile mensuh olurdu.
Muhammed dedi ki:
"Neden mensuh demedin de, hatalı dedin?"
Şafii şöyle devam etti:
Derim ki: Amr b. Umeyye, Hz. Peygamber'den Sallallahu aleyhi ve Sellem) sonra
uzun bir müddet yaşadı. Sen ondan sonra gelenlerden ilim alıyorsun. Bizim
dostlarımızın onu tanıdığı gibi sen tanıyamazsın. Amr, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) eman verdiği iki kişiyi öldürdü. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Amr' a: "Sen benim anlaşmalı olduğum iki
kişiyi öldürdün, onların diyetini ödeyeceğim" demekten başka bir şey
yapmadı.
Ebu'l-Hüseyn
el-Asımi'nin kitabında, Rabi b. Süleyman'ın şöyle dediğini okumuştum: Asbağ b.
Ferec gelip Şafii'yle bir konuyu tartışmaya başladı. Şafii onu sıkıştırınca
Asbağ: "Ölüm (kendisine düşen) işini yapar" dedi. Şafii dedi ki:
"Bu dediğinin bizim görüşümüzden farkı nedir? Ölümün gereğini yaptığından
ne zaman şüphe ettik?"
Rabi b. Süleyman der ki:
Şafii biriyle münazara ederken, bitirip başka bir konuya geçmek istediğinde:
"Bu konuyu bırakalım, istediğin konuya geçelim" derdi. Adam ısrar
ederse şöyle derdi: Sen eskiden Medine'de çocuklara kağıtlarla Kur'an öğreten
bir öğretmene benziyorsun. Bir çocuğa "Bisuali na'celeke"[Sad 24]
(senin koyununu isteyerek ... ) ayetini öğretiyordu. "Bisuali" dedi,
gerisini hatırlayamadı. O sırada oradan bir adam geçiyordu, kalkıp; "Allah
seni ıslah etsin, bisuali na'cetek mi, ba'ceteke mi?" deyince, adam ona
şöyle dedi: "Ey Ebu Abdillah! Soruyu boş ver de sonrasını sor. Yazıklar
olsun sana, ''bisuMi na'ceteke'' olacak."
Rabi diyor ki: Şafii'nin
şöyle dediğini işittim: Eskiden iki kişi bir .(Onuda münazara ederken, birisi
gülerek tartışıyorsa herkesin onu haklı bulduğunu görürdüm. Onun diğerini ilzam
ettiğine hükmederlerdi.
Harmele der ki:
Şafii'nin şöyle dediğini işittim: Ebu Hanife, arkadaşlarına: "Münazara
yaparken gülümseyin. İnsanlar sizin galip geldiğinize hükmeder" dedi.
Süfyan b. Muhammed
el-Massisi el-Fezari, Şafii'nin şöyle dediğini naklediyor: Bişr el-Merisi bana
dedi ki: "Bir insanla tartışırken sesimin yükseldiğini görürsen, haksız
olduğumu anla. Bu yüzden ona karşı sesimi yükseltiyorum."
Ebu Abdirrahman eş-Şafii
der ki: Bir gün Bişr el-Merisi, Şafii'nin yanına girdi. Şafii'nin yanında da
Medine'den bir adam vardı. Şafii hastaydı ve yaslanmıştı. Bişr el-Merisi
Medineli adamla, kametin tek sayılı okunması konusunda münazara yaptı.
Bişr, Medineli adama
delilolarak dedi ki: "Hepimiz kamet getiren kişinin sözleri ikişer ikişer
yaparsa yerine getirmiş olduğu konusunda müttefikiz, tek tek okunmasında ise
ihtilaf halindeyiz. O zaman vacib olan, ittifak ettiğimizin caiz olması,
ihtilafa düştüğümüzün batıl olmasıdıL" Medineli buna cevap veremedi.
Şafii hasta yatağında
doğrulup şöyle dedi: "Eğer dediğin gibiyse, dostumuzun seni ilzam etmiş
olması lazım. O zaman bundan önce ezanın tekrar edilmesi ile ilgili ''Müezzin
ezanın sözlerini tekrar ederse ezanı okuduğu konusunda müttefikiz. Tekrar
etmezse okuduğunda ihtilaflıyız" demek zorunda kalırsın."
Bunun üzerine Bişr
sesini çıkarmadı ve orada bulunan herkes, Bişr'in Medineliye karşı getirdiği
illetin hakiki bir illet olmadığını anladı. Şafii de yatağına geri uzandı.
Zekeriyya b. Yahya
es-Sad'nin kitabında, ŞafiI'nin torunun şöyle dediğini okumuştum:
Şafii'nin, Muhammed b.
el-Hasan'la Mina'da Hayf Mescidinde münazara yaptığını gördük. O gün orada Bişr
el-Medsi de vardı. Muhammed b. el-Hasan Şafii'nin karşısına geçip şöyle dedi:
"Ey Ebü Abdillah! Dostlarımızla ilgili bir kitap yazdığım öğrendik. Biz de
onunla ilgili seninle münazara yapmak isteriz."
Şafii: "Biz bunu
istemiyoruz. Çünkü münazara; kalbi kırar, seninle dostluğumuz var" dedi.
Muhammed ısrar etti, o gün tartıştılar, Şafii değişik konularda onu alt etti.
Mekke ehlinin
fakilılerinden el-Ezraki kalktı, Bişr'e dönüp "Dostumuzu ve dostunuzu
nasıl buldun?" dedi.
Bişr dedi ki:
"Gördüğüm kadarıyla dostunuz, denizin derinliklerinde dolaşırken, dostumuz
küçük bir su kenarında ağzını çalkalıyor."
Razi'nin naklettiğine
göre: Bişr el-Merisi hacca gitmişti. Geri geldiğinde kendisine: "Mekke'de
kimlerle karşılaştın?" dediler. Şöyle dedi: "Bir adam gördüm; sizden
biriyse mağlup olmazsınız. Karşınıza çıkarsa dikkat edin ve hazırlıklı olun.
Kendisi Muhammed b. İdris eşŞafii' dir."
Zekeriyya es-Sad'nin
kitabında Razi'nin şöyle dediğini okumuştum.
Bişr el-Merisi dedi ki:
"Hicaz'da bir adam gördüm. Buraya gelirse sizi kendisine bağlar."
Şafii gelince Bişr
el-Merisi ile birlikte kendisine gittik. Bir meseleyi tartıştılar. Bişr dedi
ki: "Ey Ebü Abdillah! Ben seni böyle bilmezdim, değişmişsin." Şafii
de ona: "Sen de aynı, ey Ebu Abdirrahman! Ben seni böyle
bilmiyorumdu" dedi.
Şafii'nin yanından
çıkınca Bişr bize dönüp: "Ben ondan daha büyük bir fıkıh alimi bir Hicazlı
görmedim" dedi.
Zekeriyya es-Sad der ki:
Bana ulaşan bilgiye göre aralarında geçen mesele sularla ilgiliydi. Şafii
Bişr'e deliller getirdi. Sonunda onun: ''Kuyunun dibini yıkar ve içindeki bütün
suyu çeker ve doluncaya kadar beklenir" demek zorunda bırakmıştır.
Ebu'l-Hasan el-Asımi'nin
kitabında, Hasan b. Muhammed ez-Za'ferani'nin şöyle dediğini okumuştum: Bişr
el-Merisi'nin meclislerinde bulunur ve orada tartışmalarını izlerdik. Ahmed b.
Hanbel'in yanına gittik ve ona: "Ebu Hanife'nin el-Camiu's-Sağir'ini öğrenmemize
izin ver, tartışma olduğunda onlarla tartışalım" dedik.
Bize dedi ki:
"Şimdilik sabredin. Sizin karşınıza, Mekke'de gördüğüm Muttalibi'yi
çıkarırlar."
Şafii geldi, ona gittik
ve kitaplarından bazı konuları sorduk. Bize "Şahidle Yemin" Kitabını
verdi. İki gece içinde çalışıp öğrendim. Sonra erkenden kalkıp Bişr
el-Merisi'ye gittim. Beni görünce: "Seni buraya getiren nedir? Biz hadis
ehli değiliz" dedi.
Ona dedim ki: "Bunu
bırak da söyle, şahidle birlikte yemini iptal eden delil nedir?" dedim.
Onunla tartıştım ve alt ettim.
Bana dedi ki:
"Bunlar sizin görüşünüz değil. Bunlar, Mekke'de gördüğüm bir adamın
görüşleridir. Onda dünya halkının yarısının zekası var.''
Za'feranİ'nin
naklettiğine göre Bişr el-Merisi hacca gitmişti. Geri geldiğinde dedi ki:
"Hicaz'da bir adam gördüm, daha önce böyle birini görmemiştim. Hem soru
sorarken, hem cevap verirken ... "
Ondan sonra Şafii biz
Bağdad'dayken oraya geldi. İnsanlar ona gitmeye başladılar. Bişr'in etrafı
tenhalaştı. Bir gün Bişr'in yanına gittim ve ona: "Bahsettiğin Şafii
geldi" dedim. Bişr: "Eskisine göre çok değişmiş" dedi.
Za'ferani der ki: Bu
davranışı Yahudilerin Abdullah b. Selam'a davranışlarına benzedi. Onlar:
"Sen efendimizsin ve efendimizin oğlusun" demişlerdi. Müslüman
olduğunu öğrenince de: "Sen en kötümüzsün ve en kötümüzün oğlusun"
demişlerdi.
Bişr dedi ki:
"Şafii'den daha zeki bir kimse görmedim."
Zekeriyya es-Saci'nin
kitabında isnadıyla şöyle geçmektedir: İbnu'l-Benna, Bişr el-Merisi'nin şöyle
dediğini nakleder: "Hicaz'da öyle bir delikanlı gördüm ki, böyle kalırsa
dünyanın adamı olur."
Daha sonra Şafii gelince
Bişr bana: "Sana bahsettiğim delikanlı gelmiş, hadi ona gidelim"
dedi. Bağdad mahallelerinden birine gittik. Hal hatır sorduktan sonra bazı
konuları tartışmaya başladılar. Şafii isabetli sonuçlara ulaştıkça, Bişr
yanılmaya başladı.
Oradan ayrıldığımızda
Bişr bana: "Onu nasıl buldun?" dedi. "Sen yanılıyordun, o da
isabetli hükümler veriyordu" dedim. Bişr dedi ki: "Ondan daha zeki
birini görmedim" dedi.
Amr b. Ebi Seleme
bildiriyor: Şafii'ye; "el-Merisi'ye cevabını beğendim" dedim. Bana:
"Benim ona cevabımdan başka bir şeyimi beğenmedin mi? Seninle iki ay
konuşmayacağım" dedi.
Hadis başka bir
kanalıyla buna benzer bir şekilde yine Amr b. Ebi Seleme'den nakledilmiştir.
Amr b. Ebi Seleme et-Tenisi, Şam alimlerindendir ve Şafii ondan hadis
nakletmiştir. Allah razı olsun.
Ebü'l-Abbas b. Sureye'in
hocalarından naklettiğine göre: Bişr el-Merisi Mekke'den Bağdad'a döndüğünde
dedi ki: "Mekke'de Kureyşli bir genç gördüm. Mezhebimiz için ondan başka
kimseden korkmam."
Şafii'nin annesiyle Bişr
el-Merisi'nin annesi Mekke'de hakimin huzurunda şahitlik etmişlerdi. Hakim iki
kişiyi ayırmaya karar vermek üzereydi. Şafii'nin annesi dedi ki: "Bunu
yapamazsın. Zira Yüce Allah: ''Kadınlardan biri yanılırsa, diğeri onu
uyarır''[Bakara 282] buyurmaktadır." Bunun üzerine hakim onları ayırmadl,
Bir gün Bişr
el-Merisi'nin annesi Şafii'ye gelip dedi ki: !Ey Ebü Abdillah! Oğlumun senden
çekindiğini ve seni sevdiğini görüyorum. Yanında adın geçtiğinde ürküyor. Keşke
onunla konuşsan da bu düşüncelerinden vazgeçse, insanlar bundan dolayı onun
hasta olduğunu düşünüyor." Şafii ona: "Tamam söylerim" dedi.
Bişr yanına geldiğinde
ona dedi ki: "Söyle bakalım neye davet ediyorsun? Konuşan bir Kitab,
emredilmiş farz, ayakta tutulan bir sünnet, öncekilerden gelen bilgiler,
araştırma ve soru sorma?"
Bişr ona: "Hayır,
muhalefet etmek bizi aşar" dedi. Şafii dedi ki: "Sen hata yapmaya mı
karar verdin. Neden fıkıh ve hadis konuşmuyorsun? İnsanlar sana tabi olur. Bu
işi de bırakırsın." Bişr: "Biz bundan memnunuz" dedi, çıkınca da
Şafii: "İflah olmaz" dedi.
Zekeriyya b. Yahya'nın
kitabında, Hasan el-Kerabisi'nin aynı olayı naklettiğini okumuştum: Ben
"Şafii'nin annesinden bahset" dediğimde ...
Zekeriyya b. Yahya
es-Sad dedi ki: "Şafii'nin annesi devamlı yanındaydı. Nereye gitse onu
götürürdü. Annesi de bundan memnun olurdu."
Yunus b. Abdila'la
bildiriyor: Şafii'nin annesi bana dedi ki: "Yanında sadece Hafs el-Perd
kalsa o benim oğlumdur."
Zekeriya'nın
naklettiğine göre Şafii annesine: "Anneciğim! Hammad el-Berberi'nin nasıl
yükseldiğini görmüyor musun? Ondan çekiniyorum" dedi. Annesi ona dedi ki:
"Oğlum! Kartal uçup yükseldiğinde, sonra düşerse ölümü daha hızlı
olur."
Ebü Sevr der ki:
Şafii'nin şöyle dediğini işittim: Bişr b. Gıyas elMerisi'yle; maktul konusunda
münazara yaptım. Maktulün büyük ve küçük mirasçıları varsa, katil küçüklere
haber verilmeden öldürülür, iddiasına, "Hayır" dedi. Ona: "Hasan
b. Ali, İbn Mülcem'i öldürdü ve mirasçılar içinde buluğa ermemiş küçükler
vardı" dediğimde: "Hasan hata etmiş" dedi.
Kendisine: "Bundan
daha güzel cevabın yok muydu?" dedim ve o gün onunla konuşmadım.
Diyorum ki: Şafii;
ayrıca katilin, kısas olarak küçükler buluğa ermeden öldürüleceği görüşündeydi.
Hasan'ın, İbn Mülcem'i yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanlardan olduğunu
düşündüğü için öldürdüğünü düşünmektedir. Kısas vekaletiyle değil, umumi
velayetle öldürüldüğünü düşünmektedir. Allah doğrusunu bilir.
Yüsuf b. Yahya
el-Buvayti der ki: Şafii'nin şöyle dediğini işittim: Bişr el-Merisi'yle İmran
b. Husayn'ın hadisini tartıştım. Ensar'dan bir adam ölmüş, azad ettiği altı
kölesinden başka miras bırakmamıştı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
aralarında kura çekip dördünü tekrar köle yaptı. el- Merisi:
"Bu (kura),
kumardır" dedi. Ebü'l-Bahteri'ye haber verdim. Dedi ki: "Ey Ebü
Abdillah! Yanında bir şahid daha bul ve bir direğe çıkarıp asayım."
Ebu'l-Bahteri o zaman
Bağdad kadısıydı.
Bezzar'ın rivayeti ise
şöyledir: el-Merisi'yle kurayı tartıştım. Ona İmran b. Husayn'ın Resulullah'tan
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) naklettiği hadisini söyledim, dedi ki: "Ey
Ebü Abdillah! Bu, kumardır."
Ebu'l-Bahteri'ye gidip:
"el-Merisi'nin kuraya kumar dediğini duydum" dedim. Dedi ki: "Ey
Ebü Abdillah! Bir şahid daha bul, onu asayım."
İbn Ebi Davüd
bildiriyor: Harün b. Said'in yanında mesciddeydik. Şafii'nin adı geçince,
mescidin direklerinden birine baktı ve şöyle dedi: "Şafii direğe bakarak
bile bir mesele ortaya atar, ''Bu, direk altındır'' deyip bunu sana kabul
ettirinceye kadar delil getirir."
Yunus b. Abdila'la'nın
naklettiğine göre Şafii: "Irak ehlinden birisiyle tartıştım" dedi.
Yalnız kalınca bana: "Yaklaştın ey Musa" dedi.
Arap dilcileri,
fesahatini öne çıkarıp: "Fikirlerine yaklaştın" manasını
çıkarmışlardır.
Ebu'l-Velid b.
Ebi'l-Carud'un naklettiğine göre Şafii ve Abdülmelik elMacişun Mekke'de bir
araya geldiler. Münazara yaptılar. Şafii üstün gelince, diğeri dil ve edebiyata
ağırlık verdi. Şafii de onunla birlikte konuya girdi. İnsanlar dağıldılar, ama
kimse edebi belagat üstünlüklerinden dolayı bir şeyanlamadı.
Zekeriyya b. Yahya'nın
kitabında Şafii'nin torunundan benzerini okumuştum.
Muhammed b. Abdillah b.
Abdilhakem anlatıyor: Daha önce Şafii gibisini görmemiştim. Medine'ye
geldiğimde, Abdülmelik el-Macişun'un dostlarının onu yücelttiklerini gördüm.
"Dostumuz Şafii'yi alt etti" diyorlardı. Ben "Şafii'ye üstün
gelen birini görmek isterim" dedim. Abdülmelik'le görüştüm. Bir mevzuyu
sordum bana cevap verdi. "Delilin nedir?" dedim, "Çünkü Malik
şöyle şöyle dedi" diye cevap verince, içimden şöyle dedim: "Heyhat,
ben sana delilini soruyorum, ''Hocam böyle dedi'' diyorsun. Halbuki delili
senin de bilmen lazım, hocanın da bilmesi lazım."
Muhammed b. Abdillah b.
Abdilhakem şöyle diyor: "İnsanlara delilleri, Şafii'den başkası öğretmiş
değildir. Şafii gibisini hiç görmedim."
Sonra yukarıdaki olayı
naklediyor.
Muhammed b. Abdillah b.
Abdilhakem der ki: "Şafii'nin seninle tartıştığını görsen, seni yiyecek
olan bir aslan sanırsın."
Hasan b. Ali el-Eş'as
der ki: Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem'in bir insana şöyle dediğini
işittim: Şafii'yi biriyle tartışırken görsen: "Bu beni parçalamak isteyen
bir aslandır" dersin.
Ahmed b. Yahya b.
Dukeyn, Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem'in şöyle dediğini işitmiştir:
"Şafii'yle tartışan birini görseydin, ona acırdın."
Muhammed b. Ramadan b.
Şakir der ki: Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem'in şöyle dediğini işittim:
"Şafii'yle tartışan kimi gördüysem, Şafii'yle birlikte ona acıdım."
Muhammed b. İshak der
ki: Rabi'nin, Şafii'den bahsedip şöyle dediğini işittim: Onu görseydiniz:
"Bu kitaplar ona ait değil" derdiniz. Vanahi dili kitaplarından daha
büyüktü.
Abdurrahman b. Abdillah
b. Sevvar anlatıyor: Mekke'ye hacca gitmek için yola çıkmıştık. Hilal b. Yahya
da bizimle beraberdi. Mescid-i Haram'da Şafii'yi, fetva verirken gördük. Hilal
bana: "Gidip Şafii'yle münazara yapayım mı, ne dersin?" dedi.
Ona dedim ki:
"Hayır. O, bilen birisidir. Sizin görüşlerinizin gözeneklerini bilir.
Senden daha iyi hadis bilgisi var. Senin ona gücün yetmez. Boş ver senin için
daha iyi olur."
1 HiHU b. Yahya b.
Müslim, Basrahdır, Ebu Yusuf ve Züfer'den ilim öğrenmiş, Ebu Avane ve Mehdi'den
hadis nakletmiştir. Hicri 245 yılında ölmüştür.
Bana: "Ona haccın
şartlarını sorayım" deyince: "Bu mevsimde, haccın enasikini ve namazı
bırakıp şartları mı soracaksın. Herkesin seni taşlamasından korkarım"
dedim. Bıraktı ve onunla tartışmaya girmedi.
Şafii'nin torunu,
babasının şöyle dediğini nakleder: Şafii bir halkanın içinde oturdu. Bir çocuk
gelip konuştu, kendisine bazı konuları sordu, Şafii de cevap verdi. Sonra bir
som daha sordu, yine cevap verdi. çocuk: "Ey Ebu Abdillah, yanıldın"
dedi. Şafii uzun bir süre düşündü, sonra başını kaldırıp ona: "Sen
kitabında yazdığında yanıldın yeğenim. Ben söylemek istediğimde
yanılmadım" dedi.
Haris b. Sureye
en-Nekkal bildiriyor: Bir gün Şafii'nin yanına girdim.
Yanında Ahmed b. Hanbel ve
Hüseyin el-Pellas vardı. Hüseyin, Şafii'nin hadis öğreniminde önde gelen
öğrencilerindendi. Orada Ehl-i hadisten bir cemaat de bulunuyordu. Ev ağzına
kadar insan doluydu. Şafii'nin önünde İbrahim b. Uleyye vardı ve haber-i vahid
konusunda konuşuyorlardı.
Ben Şafii'ye dedim ki:
"Ey Ebu Abdillah! Yanında değerli insanlar var ve sen dönmüş bu bidat ehli
kişiyle konuşuyorsun?" Gülümseyerek bana dedi ki: "Benim onların
huzurunda buna söylemem, kendilerine söylememden daha etkilidir." Oradakiler:
"Doğru söylüyor" dediler.
Şafii dönüp devam etti,:
"Sen icmanın delilolduğunu iddia etmiyor muydun?" dedi. Adam:
"Evet" dedi. Şafii ona dedi ki: "Bana sahih olan haber-i vahidi
anlat. İcma ile mi reddettin, icmasız mı?"
İbrahim kesildi ve cevap
veremedi. Oradakiler de buna sevindiler.
Amr b. Halid bildiriyor:
Hafs el-Perd'in yanındaydık. Şafii de bizimle birlikteydi. Hafs dedi ki:
Efendim dışında kimse beni yenemedi. Bana bir soru sordu: "Söyle bana,
fanid mi daha tatlı hurma mı daha uzun?" dedi. Ben de ona: "Panid
daha tatlı" dedim. Bana: "Sen hiçbir şeyi gereği gibi
yapmıyorsun" dedi. Benim şöyle demem lazımdı: "Bu imkansızdır,
birbirlerine benzemezler."
Ebü İsmail
et-Tirmizi'nin naklettiğine göre İshak b. İbrahim şöyle dedi: Mekke'deydik,
Şafii de oradaydı, Ahmed b. Hanbel de. Ahmed Şafii'yle birlikte otururdu. Ben
onunla oturmazdım. Ahmed bana: "Ey Ebü Yaküb! Uğra, bu adamla otur"
dedi. Ona: "Onu ne yapayım, yaşı bizim yaşımıza yakın. İbn Uyeyne'yi,
Makbud'yi ve diğer hocaları bırakayım mı?" dedim. Ahmed bana şöyle dedi:
"Yazıklar olsun sana! Bu kaçıyor, onlar kaçmaz ya."
Ondan sonra onunla
oturdum, Mekke evlerinin kirasını tartıştık.
Şafii uygun görüyor, ben
görmüyordum. Bir hadisten bahsetti, ben bu konuda ona açıklamalar yapıyordum o
da sessizce dinliyordu. Benim yanımdaki Merv halkından bir arkadaşım vardı.
Bitirdiğimde ona döndü. Ben "Merden la kemale nist" dedim. Benim
arkadaşıma Farsça bir şey söylediğimi ve ayıpladığımı anladı.
Bana: "Münazara mı
istiyorsun?" dedi. Ben: "Münazaraya geldim" dedim. Dedi ki: Yüce
Allah: ''Vatanlarından çıkarılanlar. .. ''[Hacc 40] diye buyurmuş, vatanı
sahibine mi mensup saymış, başkasına mı? Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Mekke'nin fethi gününde: ''Kim kapısını kapatırsa güvendedir. Kim Ebu
Süfyan'ın evine girerse güvendedir'' diye buyurmuştur. Burada evi kime ait
saymıştır; sahiplerine mi başkalarına mı?" "Sahiplerine" dedim.
Dedi ki: "Ömer b. Hattab hapishaneyi sahibinden mi aldı sahibi olmayandan
mı?" "Sahibinden" dedim. Susturulduğumu anlayınca kalktım.
Bu olayı Ebu İsmail'in
dışında da rivayet eden oldu. O da şunu ilave eder: Şafii dedi ki: "Senin
söylediğini söyleseydim zincire vurulmayı hak ederdim."
Başka bir senedle, İshak
b. İbrahim el-Hanzali de nakleder ve sonuna şunu ilave eder: "Susturulduğumu
anladığımda yanından kalktım ve onu terk ettim."
Beyhaki der ki:
Münazaralarını "Ma'rife" isimli kitabımızda bundan daha ayrıntılı
olarak anlattık. Orada fazladan Şafii'nin, Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Akil bize ev mi bıraktı?" hadisini delil göstermesi ve
sonra da İshak'ın tabitin sözleriyle ona muhalefet etmesi de mevcuttur.
Şafii: "Bu adam
kim?" deyince, ona: "İshak b. İbrahim el-Hanzali" dediler. Şafii
dedi ki: "Horasan halkının ''fıkıh alimimiz'' dedikleri sen misin?"
dedi. İshak: "Öyle diyorlar" dedi.
Şafii dedi ki: Yerinde
başka birisinin olmasını isterdim. O zaman kulaklarının çekilmesini emrederdim.
Ben "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu" diyorum, sen
"Ata, Tavus, İbrahim ve Hasan" diyorsun. Onlar bunu bilmiyorlar mı?
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında başkası delil mi olur?
Bir de fazladan şu
vardı: İshak dedi ki: "İçinde mukim olanla misafir birdir ..''[Hac, 25]
ayetini oku.
Şafii ona dedi ki:
"İçinde mukim olanla, misafir olanı bir kıldığımı Mescid-i Haram ...
"[Hac, 25] ayetini başından oku. Bu sadece Mescid-i Haram içindedir.
İbrahim b. Muhammed
el-KMi: "Mekke'de Şafii'yi gördüm" diyerek bu olayı nakleder.
Ebü'l-Hasan el-Asımi'nin
kitabında, Davüd el-Isbehani'nin şöyle dediğini okumuştum: İshak, o sırada
Şafii'nin neyi delilolarak kullandığını bilmiyordu.
Şafii ise şunu
kastetmiştir: Eğer evler bütün insanlara helalolsaydı Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) cevabı: "Bizi kim misafir ettiyse, onun evi
bize mubahtır" şeklinde olurdu. Oysa söylediği hadisle, babalarına ait
iken, Akil b. Ebi Talib'in Müslüman olmadan önce sattığı evlere işaret
etmiştir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunlarla ilgili herhangi bir
hak taleb etmemiş ve kimseyi sorumlu tutmamıştır. Bunun için: "Akil bize
ev bırakmadı" demiştir.
Bu da şuna delalet eder:
Kim bir şeye sahipse onun malikidir ve başkalarını ondan uzak tutma hakkı
vardır.
Ebü'l-Hasan der ki:
Okuduğuma göre, İshak'ın arada sakalını sıvazlayıp şöyle dediği nakledilmiş:
"Bu konuda Muhammed b. İdris eşŞafii'den ne kadar utandım."
İshak b. Raheveyh şöyle
bildiriyor: Bir gün Şafii'yle konuştum, sözlerim biraz ağır oldu. Şafii dedi
ki: "Bunları ben söylemiş olsaydım tedibi hak etmiştim."
Ebü'l-Hasan el-Asımi'nin
kitabında okuduğuma göre, Şafii'nin oğlu Ebü Osman şöyle diyor: Babamın
münazara ederken kimseye sesini yükselttiğini duymadım.
Ebü Said el-Firyabi, İbn
Abdilhakem'e: "Şafii münazara yapar mıydı?" diye sorduğunda şöyle
dedi: "Evet, münazara ederdi, hatta sesi mescid'in dışından
ayakkabıcıların oradan duyulurdu. Ama insaflıydı."
Derim ki: Sanki sesi
yüksekti. Ebü Osman'ın: "Sesini yükselttiğini duymadım" sözü, her
zaman konuştuğu tondan manasında olmalıdır. Allah doğrusunu bilir. Yani
genellikle herkesin duyacağı yüksek sesle konuşurdu. Fakat sinirli can sıkıcı
bir şekilde bağırmazdı.
Ebu Sevr'in naklettiğine
göre Şafii şöyle diyor: Fadl b. er-Rabi bana: "Seninle Hasan b. Ziyad
el-Lu'lui'ninı münazarasını dinlemek isterim" dedi. Ona: "Lu'lui bu
kapasitede değildir. Ama arkadaşlarımdan birine git, senin önünde onunla
tartışsın" dedim.
Ebu Sevr anlatmaya devam
eder: Bunun üzerine Şafii, daha önce Ebu Hanife mezhebine tabiyken bizim
mezhebe tabi olan Küfeli bir arkadaşını getirip geldi. el-Lu'lui içeriye
girince Küfeli karşısına geçti. Şafii oradaydı, Fadl b. er-Rabi de hazırdı.
Küfeli dedi ki:
"Medine ehli, dostlarımızın bazı görüşlerini reddediyorlar. Sana bununla
ilgili bir soru sormak istiyorum." Lu'lui: "Sor" dedi. "Namaz
kılan birinin, temiz bir kadına ithamda bulunmasına ne dersin?" deyince o:
"Namazı fasid olur" dedi. "Abdesti ne olur?" diye sorunca;
"Abdestine bir şeyolmaz. İtham etmesi abdestini bozmaz" dedi.
"Peki, namazda gülmesine ne dersin?" deyince de: "Abdesti ve
namazı iade eder" karşılığını verdi. "Namazda namuslu kadınlara
iftira atmak, namazda gülmekten daha mı basit?" deyince Lu'lui; "Bu
duruma düştük" dedi ve kalkıp gitti.
Fadl b. er-Rabi de
gülümsedi. Şafii ona dedi ki: "Ben sana, bu kadar kapasitesi yok, dememiş
miydim?"
el-Buvayti der ki:
Şafii'nin şöyle dediğini işittim: Fadl b. er-Rabi bana: "Senin Lu'lui ile
münazaranı dinlemeyi arzuluyorum" dedi. Ben de ona: "İstediğin
zaman" dedim. "Bana haber gönder" dedi.
O sırada yanıma, daha
önce onların görüşlerini benimseyen sonra benim görüşlerime tabi olan bir adam
geldi. Yanıma aldım, Lu'lui de geldi. Bir yemeğe gittik, yedik. Lu'lui yemedi,
ellerimizi yıkadık.
Benimle gelen adam ona
dedi ki: "Namazda namuslu bir kadına iftira atan biri hakkında ne
dersin?" Lu'lui: "Namazı bozulur" dedi. Adam:
"Abdesti ne
olur?" deyince, "Olduğu gibi kalır" karşılığını verdi.
"Peki, namazda gülse, buna ne dersin?" diye sorunca: "Abdesti
de, namazı da bozulur" cevabını verdi. Adam: "Namazda namuslu
kadınlara iftira atmak, gülmekten daha mı hafif bir şey?" dedi.
Bunun üzerine Lu'lui
ayakkabısını alıp kalktı. Fadl'a dönüp dedim ki: "Sana ''Bu seviyede
değil'' demiştim."
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: