BEYHAKİ

KÜLLİYATI

İMAM ŞAFİİ’NİN MENKIBELERİ

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

Muhammed b. el-Hasan ile Yaptığı Münazaralar

 

Yemen'e Gitmesi, Orada Kalması, Yemen'den Alınıp Harun Reşid'e Götürülmesi, Muhammed b. el-Hasan'la Aralarında Geçen Münazaralar

 

Abdullah b. ez-Zübeyr el-Humeydi'nin naklettiğine göre Muhammed b. İdris eş-Şafii şöyle anlatıyor: Annemin kucağındaydım, çocuktum. Annem beni medreseye gönderdi. Öğretmene vereceği bir şey yoktu. Öğretmen kalkıp gittiğinde onun yerine bakmama razı oluyordu. Kur'an'ı hatmedince mescide girdim. Alimlerle birlikte oturuyor, hadisi veya meseleyi dinleyip öğreniyordum. Kağıt almam için annemin vereceği parası yoktu. Evimiz Hayf mahallesindeydi. Geniş kemik arıyordum, alıp üzerine yazıyordum. Üzeri dolunca evimizde bulunan eski bir küpün içine atıyordum.

 

Sonra Yemen'e bir vali atandı. Kureyşlilerden birisi birlikte Yemen'e gitmem için onunla konuştu. Annemin bana vereceği bineğim de yoktu. Evi on altı dinara rehin bıraktı, parayı da yol için bana verdi, valiyle birlikte yola çıktım.

 

Yemen'e varınca bana bir görev verdi. İşimden memnun oldum, işimi arttırdı. Receb ayında işçiler Mekke'ye gidiyorlardı. Bana çok övdüler, hatıralarım uçuştu, Yemen'den geri geldim. İbn Ebi Yahya'ya vardım, önceden onunla otururdum. Selam verdim, bana sitem etti ve: "Hem bizimle oturur hem de yapacağınızı yaparsınız, birinizin aklına bir şey gelince yaparsınız" gibi şeyler söyledi. Bırakıp çıktım.

 

Süfyan b. Uyeyne'ye vardım, selam verdim, beni hoş karşıladı ve "Yaptığın işleri duydum. Seninle ilgili söylenenler ne güzel! Allah'a karşı olan görevlerini yerine getirmedin, sakın dönme" dedi. Süfyan'ın bana yaptığı nasihat, İbn Ebi Yahya'nın yaptığından daha etkili gelmişti.

 

Sonra Necran'a vardım. Orada Haris oğulları ve Sakifin mevalileri  vardı. Kendilerine vali geldiğinde mızmızlanıyorlardı. Ben varınca bana da aynısını yapmak istediler. Benden yüz bulamadılar. Birçok kişi haksızlığa uğradığını söyleyip yanıma geldi.

 

Hepsini toplayıp "Bana içinizden yedi tane dürüst adam bulun" dedim. Bunların haklı dedikleri haklı, haksız dedikleri haksız olacaktı. aralarından yedi kişi üzerinde anlaştılar. Oturdum ve hasımlara ''Yaklaşın" dedim. Yedi kişiyi etrafıma oturttum. Biri şahitlik edince yedi kişiye dönüp; "Bunun şahitliği için ne diyorsunuz?" diyordum. Dürüst

derlerse dürüst kabul ediyordum, inanmadıklarında da "Başka şahit getir" diyordum. Bu şekilde yapa yapa, haksızlığa uğrayanların hepsini tespit ettim. Tespitleri bitirince, hükmedip tescil etmeye başladım.

 

Keskin bir kararı görünce; "Aleyhimize karar verdiğin bu mezralar bizim değil, biz ekiyoruz; ama Mansur b. Mehdl'nin mallarıdır" dediler. Hemen katibe dönüp "Yaz!"; "Yukarıda aleyhine hüküm verdiğim falanın oğlu falan; hüküm verdiğim mezranın kendisine ait olmadığını; Mansur b. Mehdl'ye ait olduğunu itiraf etti" dedim. Mansur b. Mehdi ise olduğu yerde duruyordu.

 

Mekke'ye gittiler, benimle uğraştılar ve Irak'a atandım. Bana "Kapıda dur!" dediler, bekledim. Orada bulunanlardan birine tabi olmaktan başka bir çarem yoktu. 

 

Muhammed b. el-Hasan, iyi bir mevkiye sahipti, ona gittim ve "Bu bana fıkıh gibi geliyor" dedim. Yanında kaldım, kitaplarını yazdım ve ibarelerini öğrendim.

 

Kendisi kalkıp gittiğinde arkadaşlarıyla tartışırdım. Bir gün bana sinirli bir şekilde; "Bize muhalif olduğunu duydum?" dedi. Ona: "Allah seni ıslah etsin! Münazara sırasında konuştuğumuz şeylerdir" dedim. "Bundan başka şeyler duydum. Benimle konuş veya tartı ş" dedi. "Seninle münazara yapmaktan korkarım" dedim. "Bundan kurtuluş yok" dedi ve şöyle devam etti:

 

"Bir adam birinden bir ağaç gasp edip onunla ev yapsa, eve de bin dinar harcasa, ağacın sahibi gelip iki adil şahitle ağacın kendi ağacı olduğunu, bu adamın onu kendisinden çalıp onunla ev yaptığını ispatlasa; buna ne dersin?"

 

Ona dedim ki: "Ağacın sahibine; ''Karşılığını almak ister misin?'' derim. Kabul ederse eder, etmezse binayı yıkarım ve ağacı sahibine iade ederim."

 

Bana dedi ki: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ''İslam'da zarar vermek yok zarar görmek de yok''l demedi mi?"

 

Dedim ki: "Ona kim zarar verdi ki? Kendi kendine zarar verdi."

 

"Peki! Şuna ne dersin: Bir adam birinden ibrişim ip çalsa, onunla karnını dikse, ipin sahibi iki adil şahitle, bu adamın bu ipi kendisinden çaldığını ispat etse; ipi karnından çekip alır mısın?" dedi. "Hayır" dedim. "Sözünden vazgeçtin" dedi. Arkadaşları da; "Evet sözünden döndün" dediler. "Acele etmeyin" dedim.

 

Dedi ki: "Şuna ne dersin: Biri, bir adamdan bir tahta çalsa, gemisinin denizin içinde kalan bir yerinde kullansa; tahtanın sahibi de iki sağlam şahitle bunu ispatlasa, tahtayı gemiden söker misin?" "Hayır" dedim. "Allahu Ekber, sözünden döndün" dedi.

 

Ona dedim ki: "Düşün, eğer ip kendine ait olsaydı, çekip kendini öldürmek istese; bu onun için mubah mı, haram mı olurdu?" dedim. ''Hayır, haram olur" dedi.

"Peki" dedim; "Tahta adamın kendisine ait olsaydı, denizin ortasında onu sökmek istese; bu onun için mubah mı, haram mı olurdu?" "Hayır, haram olur" dedi.

 

Dedim ki: "Peki, adamın evinde kullandığı ağaç kendi ağacı olsa, onu almak istese ve üzerindeki evi yıksa; bu onun için haram mı olur, helal mi?"

 

"Mubah olur" dedi. "Allah sana merhamet etsin, helali haramla mı kıyaslıyorsun?" dedim.

"Gemi sahibini ne yapacaksın?" dedi.

 

Şöyle cevap verdim: "Kendisi ve yolcu arkadaşlarına zarar vermeden, en yakın limanlardan birine gitmesini emrederim. ''Tahtayı sök, sahibine ver, sen de gemini tamir et ve git'' derim."

 

Sonra ona dedim ki: "Şuna ne dersin: Eşraftan kabul edilen falan oğullarından falan adam, zenci bir adamdan cariyesini gasp etse; ondan on çocuğu olsa, hepsi Kur'an okusa, Müslümanlar arasında şerefleriyle yaşasalar, minberlerde hutbe verseler, sonra cariyenin sahibi de adil iki şabitle bu cariyenin kendisine ait olduğunu ve zorla alıp bu çocukları ondan yaptığını ispat etse; nasıl hükmederdin?"

 

Dedi ki: "Cariyeyi sahibine iade ederdim, çocuklarını da ona köle yapardım."

Ona "Bunu ağaç için niye demedin?" dedim. Sonra dedim ki: "Allah için söyle, hangisi daha zararlı, tahtayı söküp alman mı, cariyenin çocuklarını köle sayman mı?"

 

Bunun üzerine Muhammed b. el-Hasan görüşünden vazgeçıp Şafil'nin görüşünü kabul etti. Allah ikisinden razı olsun.

 

 

 

Zübeyr b. Avvam'ın torunlarından Zübeyr b. Ahmed der ki: Dostlarımızdan bir grubun Şafii'nin hikayelerini anlattıklarını duymuştum. Biri diğerine bir şeyler ekliyor, kimi de diğerinin anlatmadığını anlatıyordu. Onlardan tertibe uymayan olaylar dinledim, ama nakledilenlere uymaktaydı. Hepsini topladım ve dediklerinden ayrılmadım. Şafii'nin şöyle dediğini anlattılar:

 

Bu işi elimin darlığı sebebiyle istedim. İlim ve hıfız ehliyle otururdum. Sonra duyduklarım ın bir kısmını derleyip yazmak istedim. Mekke'de Hayf tarafında otururduk. Kemikleri ve kürek kemiklerini arardım ve üzerine yazardım. Bu şekilde evimizde iki küp kemik doldurmuştum. Sonra Muttalibi bir adam Yemen taraflarına vali tayin edildi. Annem amcam oğullarına gitti; valiye gitmelerini istedi ve beni beraberinde götürmesini istemelerini istedi. Kabul etti ve Yemen taraflarına kadar onunla gittim. Orada Harun'un komutanlarından, Hammad el-Berberi adında bir adam vardı. Ona Alevilerin durumunu anlatıp dikkat etmesini isteyen bir mektup yazdı. Benim durumumu da yazdı. Şöyle dedi: "Yanında, Muhammed b. İdris adında bir adam var. Savaşçıların kılıcıyla yapamadığını bu adam diliyle yapabiliyor. Hicaz'da ihtiyacın olursa onları oradan al"

 

Mektup ulaşınca, ben, Muttalibi ve bizimle birlikte birkaç kişiyi alıp götürdüler. Bizi Harun'un karşısına onar onar aldılar. Gecenin çoğu geçmişti. Teker teker kalkıp örtünün arkasından konuşmaya başladılar, kendisi de boyunlarının vurulmasını emrediyordu.

Sıra bana gelince, "Ey Müminlerin Emiri! Kulun ve hizmetkarın Muhammed b. İdris eş-Şafii" dedim. "Boynunu vurun" dedi. Ona dedim ki: "Ey Müminlerin Emiri! Ben söyleyeyim sen de dinle. Elin uzun, gücün caydıncıdır. Yine bana istediğini yaparsın." "Söyle" dedi. Dedim ki:

 

"Ey Müminlerin Emiri! Beni senin emrinden ayrılıp o insanlara katılmakla suçluyor gibisin. Benim için senin ve onların ne ifade ettiklerini bir meselle anlatacağım:

Bir adamın iki tane amcaoğlu olduğunu düşün; birisi onu kendinden saydı, kendine ortak kabul etti, kendi gibi gördü, izni olmadan malını haram kabul etti, evlilik olmadan kızını haram saydı, ona düşman olanı kendine düşman, dost olanı kendine dost kabul etti.

Diğeri kendisinden üstün olduğunu iddia etti, soyca ondan üstün olduğunu ve kendisinin kölesi olduğunu ileri sürdü. Kızının cariyesi olduğunu ve izni olmadan helal olduğunu, malının da ganimet olduğunu iddia etti. Sence hangisine yönelir, ey Müminlerin Emiri? İşte sen ve onlar benim için öylesiniz."

 

Harun er- Reşid sözlerimi üç defa tekrar ettirdi. Her seferinde aynı şeyi değişik kelimelerle tekrar ettim.

 

Harun er-Reşid: "Hapse atın" dedi. Beni avluya hapsettiler. Muhammed b. el-Hasan dışında konuşup görüştüğüm kimse yoktu. Fıkıh için ona meylediyordum ve sultanın nezdinde benim için bir şeyler yapmasını umuyordum.

 

Bir gün geldi, Medine'yi kötüleyip halkından şikayet ediyordu.

 

Dostlarından bahsediyor, ne kadar kadirşinas olduklarını söylüyordu. Medine halkına bir kitap yazdığını söyledi ve şöyle devam etti; Kitabımda bir harf hata bulabilen birini bulsam ve develerin ciğerleri beni ona götürebilirse giderim."

 

Muhacir ve Ensar'ın yüzlerini baktım. Medine ve halkıyla ilgili söylenenlerden dolayı yüzleri kapkara oluyordu. Muhammed b. el-Hasan'ın dostlarına baktım, dostlarından duydukları övgülerden dolayı parlayıp beyazlıyordu.

 

İki karar arasında kaldım; ya, Muhacir ve Ensar'ın yüzlerini aydınlatıp sultanı daha fazla kızdıracaktım; ya da Muhammed b. el-Hasan'ın bana sultan nezdinde şefaatçi olmasını umarak sessiz kalacaktım. Bu durumda, Yüce Allah'ın rızasını tercih ettim, karşısına geçtim ve şöyle dedim:

 

"Ey Ebu Abdillah! Medine'yi eleştirip halkını kötülemeye başladığını görüyorum? Eğer Medine'yi kastediyorsan; O, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haremidir, güvencesidir, hicret şehridir; vahiy burada indi, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buradan ortaya çıktı, kabri de buradadır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Tabe diye isimlendirdi, içinde cennet bahçelerinden bir bahçe var. Eğer halkını kastediyorsan; onlar Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabıdır, akrabalarıdır, imanı yerleştiren, vahyi muhafaza eden ve sünneti derleyen Ensar'ıdır.

 

Onlardan sonraki tabiileri kastediyorsan; onlar sahabenin çocuklarıdır, onlara tabi olanlardır, bu ümmetin hayırlı insanlarıdır.

 

Eğer bu insanların içinden bir adamı; Malik b. Enes'i kastediyorsan, kimi kastediyorsan söyleyip, Medine'nin tümünü suçlamaman lazım, değil mi?"

 

Muhammed b. el-Hasan şöyle dedi: "Sadece Malik b. Enes'i kastettim."

Dedim ki: "Senin Medine halkı için yazdığın kitabı okudum ve "Bismillahirrahmanirrahim ile Sallallahu aleyhi ve Sellem arasında hata buldum" dedim.

 

Kitabında yüz otuz yerde Yüce Allah'ın Kitabı'yla cevap verdiğini gördüm.

Aralarında delil olmadığı halde bir duvar için tartışan iki kişiyle ilgili; "Kerpiçlerin yarısından çoğuna sahip olana ve duvar bağlarının düğümünün olduğu tarafa aittir" demişsin.

Ev eşyası için tartışan eşler için; "Erkeklerin işine yarayanlar erkeğe, kadınların işine yarayan eşyalar kadına aittir" demişsin.

 

Karısının doğurduğu çocuğu inkar edip; "Onu başkasından peydahladın, doğuramazsın" diyen bir koca için; "Ebenin şahadeti kabul edilir" demişsin.

 

Kiracı ve dükkan sahibinin sahiplendiği raflarla ilgili; "Yapıştırılmışsa kiracıya, inşa edilmişse dükkan sahibine aittir" demişsin.

 

Bunları ve buna benzer şeyleri söyledim ve delil ve yemin olmadan bütün hükümleri anlattım. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de; delil iddia sahibine, yemin ise suçlanan kişiye aittir, diye hükmetmiştir.

 

Sen şahit ve yemini bize fazla gördün, halbuki bunlar Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünneti, Ali b. Ebi Talib'in kavli ve Hicaz ehlinin kavlidir.

 

Sen ise bunları kendi reyinle söylüyor, sünneti reddediyorsun.

 

Sonra kendisine; bize muhalif olup sünneti terk ettiği bazı konuları söyledim. O gün orada Herseme vardı. Bu olayı yazdı. Yabancı memlekette hakkın zaferini duyduklarında, Muhacir ve Ensar'ın yüzü güldü. Muhammed b. el-Hasan'la arkadaşlarını hüzün kapladı.

Herseme, Müminlerin Emirine gittiğinde avlunun mahiyetini sordu.

 

Kendisine haberi okudu. Harun dedi ki: "Muhammed b. el-Hasan, Abdi Menaf oğullarından biri tarafından yolunun kesilmesine nasıl izin verdi? Şafii'ye git, selamdan önce ondan memnun olduğumu söyle, sonra da selamımı söyle. Ayrıca ona beş bin dinar verilmesini emrettiğimi söyle. şehrin hazinesinden hemen al ve ona ulaştır. "

 

Herseme hemen çıktı, Müminlerin Emirinin memnuniyetini Şafii'ye bildirdi, selamını iletti ve kendisine beş bin dinar verilmesini emrettiğini haber verdi ve ona dedi ki: "Halifeye ayıp olmasa bir o kadar verilmesini de ben emrederdim. Ama dört bin dinar verilmesini emrettim, hizmetçimle görüş."

 

Şafii dedi ki: "Allah seni hayırla mükafatlandırsın. üstümdekiler dışında kimseden hediye kabul etmeme prensibim olmasaydı senin bu hediyeni kabul ederdim. Müminlerin Emiri neyi emrettiyse onu ver."

 

Hermese parayı ona verdi. Şafii onu alıp hacamatçıyı çağırttı, başından hacamat yaptırdı, elli dinar verdi. Geriye kalanı kese kese taksim edip üzerine kağıt iliştirip isim yazıyordu. Her birini Hadra'da yaşayan Mekke halkından ve Kureyşli olan birine paylaştırdı. Evine gittiğinde yüz dinardan daha az parası kalmıştı.

 

Hermese, dikkatli bir şekilde Müminlerin Emirine girmesini tavsiye etmişti. Vaziyetini düzeltti ve girdi. Muhammed b. el-Hasan, Müminlerin Emirinin yanındaydı. Huzurunda konuştular, Şafii ona; "Kasame hakkında ne diyorsun?" dedi.

 

Muhammed b. el-Hasan; "İstifham" dedi.

 

Şafii; "Vallahi küfre düştü, ey Müminlerin Emiri! Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir yahudiden bilgi istediğini iddia ediyor" dedi. 

 

Harun er-Reşıd; "Kılıç ve deri" dedi. Bunları isteyince sarsıldım ve dedim ki: "Ey Müminlerin Emiri! Burada inkar etse de başka yerde itiraf eder. Fakat tartışmacılar münazara yaptıklarında, her biri elindeki delillerle tartıştığı kişiye karşı sonuna kadar kendi savunur." Müminlerin Emiri sakinleşmişti. Onu affetti. Yanından ayrıldığımızda, Muhammed b. el-Hasan bana; "Ey Ebu Abdillah! Kammın akmasına sebep oluyordun" dedi. Dedim ki: "Bunu yaptıysak, hemen kurtardık."

 

 

 

el-Mukaddemi, Şafii'nin şöyle dediğini naklediyor; Muhammed b. el-Hasan bana göre hala değerli ve büyüktür. Kitapları için altmış dinar harcadım. Sonunda onunla Harun er-Reşid'in huzurunda bir araya geldik.

 

Muhammed b. el-Hasan başlayıp şöyle dedi: Ey müminlerin emiri! Medine halkı Allah'ın Kitab'ının içinde yazılanlara, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hükümlerine, Müslümanların icmaına aykırı davrandılar, bir şahid ve bir yeminle hüküm verdiler.

 

Bunları duyunca kafam allak bullak oldu. Dedim ki: "Senin, Nübüvvetin evine, Kur'an'ın kendilerine nazil olduğu ve hükümlerin kendileriyle sağlamlaştığı kişileri kastettiğini görüyorum. Üstelik Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kab ri omuzlarında ve sen tutmuş onları eleştiriyorsun. Sen, neye dayanarak, sadece ebenin şahadetini kabul edip halifeden, dünya kadar mal ve büyük miras aldın?" "Ali b. Ebi Talib'e dayandım" dedi.

 

Dedim ki: "Hz. Ali'den meçhul birisi rivayet etmiş, adı da Abdullah b. Neci, ondan da Cabir el-Cu'fi nakletmiş, bu da ric'at (Ali'nin dünyaya tekrar dönmesine inanma) ile ith am edilen biridir. Çünkü Süfyan b. Uyeyne; "Cabir'in yanına girdim, bana kehanet ile ilgili sorular sordu" diyor. Bizim elimizde Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) metoduna uygun olan, Ali b. Ebi Talib'in bir şahid ve yeminle Küfe'de hüküm vermesine dair örnekler var. Sen kasame ile ilgili ne demeyi düşünüyorsun?"

 

"İstifham" dedi. Dedim ki: "Sen, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ümmetine istifhamla hüküm verdiğini mi iddia ediyorsun? Hem onlara soruyor, hem de hüküm vermiyor?"

 

Harun er-Reşid bunu duyunca, kılıcı ve deriyi istedi.

 

Ben, Harun er-Reşid'e dönüp; "Ey Müminlerin Emiri! Görüşü bu değil, bunun aksine hüküm veriyor. Yani hem yemin ediyorlar, hem de diyeti ödüyorlar. Fakat münazara sırasında tartışmacıların her biri diğerini bir delille alt etmek ister."

 

Harun sakinleşti. Oradan çıktığımızda; "N eredeyse kanımı akıtacaktın" dedi, "Allah seni yeniden yarattı" dedim.

 

 

 

Hadisi, Ebu Abdillah el-Hafız aynı manada başka bir kanalla yine Muhammed b. Ebi Bekr el-Mukaddemi'den nakletmiş; fakat "Diğer tartışmacıyı susturacağı.." ibaresiyle aktarmış ve Cabir el-Cu'fi ile ilgili; "Ric' ate inanıyordu" demiştir.

 

Bu hadiste bahsettiği "istifham" daha önce nakledilen rivayetten daha sahihtir. Çünkü burada Müslümanlara sormaktadır.

 

 

 

Abdullah b. Ahmed babasından, Muhammed b. İdris eş-Şafii'nin şöyle dediğini nakletmektedir: Rey ehlinden Muhammed b. el-Hasan bana; "Medine ehli için bir kitap yazdım ona bakarsın" dedi. Baş tarafına baktım sonra fırlatıp attım. 

"Ne oluyor sana?" dedi. Ben: "Baş tarafı hatalı, sen bu kitabı kim için yazdın?" dedim, "Medine halkı için yazdım" dedi. "Medine halkı kim?" dedim. "Malik" dedi. Dedim ki: "Malik tek bir adamdır, Medine'de Malik dışında fakihler de vardır. İbn Ebi Zi'b, el-Macişün, falan falan ... ayrıca Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ''Medine'ye Deccal ve veba giremez. Medine'nin her girişinde kılıcını çekmiş bir melek vardır'' buyurmuştur."

 

Ebu Sevr'in rivayet ettiğine göre Şafii şöyle dedi: Muhammed b. el-Hasan'la birlikte, Rakka'da bir mecliste bulundum. Mecliste Haşim oğullarından ve Kureyş'ten bir topluluk vardı. ilimle uğraşan başkaları da vardı.

 

Muhammed b. el-Hasan dedi ki: "Bir kitap yazdım, bir kimsenin içinden bir konuya cevap verdiğini duysam; develerin götürebileceği bir yerdeyse ona giderim."

 

Ona dedim ki: "Senin kitabına baktım, Besmele'den sonraki kısmın tümü hatalıdır." "Nasıloluyor" dedi. Dedim ki: "Medine ehli diyor ki" diyorsun. Bununla Medine ehlinin tümünü mü kastediyorsun, yoksa "Medine ehli diyor ki" derken sadece Malik b. Enes'i mi kastediyorsun. Bunu açıkça belirtmiyorsun. Eğer "Medine ehli diyor ki" derken, Medine ehlinin hepsini kastediyorsan yanılıyorsun. Çünkü Medine ehli senin onlarla ilgili anlattıkların konusunda ittifak etmiş değiller. Sadece Malik b. Enes'i kastediyorsan ve tek başına onu Medine ehli sayıyorsan yanılıyorsun. Çünkü Medine'de, Malik'e muhalif olup, tövbe etmesi gerektiğini düşünen alimler vardır. Her iki maksadında da yanılıyorsun."

 

Meclistekiler durumu anladılar ve çoğunluğu Hicaz halkından olan meclistekiler memnun oldu.

 

 

 

Ebu Sevr de eksek fazla bu hikayeyi aşağı yukarı buna benzer bir şekilde anlattı ve şunları ekledi: Şafii dedi ki: Medine halkını yerdiğini görüyorum. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onunla ilgili ne dediğini, diğer şehirlere nasıl üstün tuttuğunu biliyorsun. Eğer sözlerinle şehri yermek istediysen, Medine Yüce Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) için seçtiği toprak parçası, diğer şehirlere üstün tuttuğu şehridir. Halkını yermek istediysen, Medine halkı Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı ve ashabının çocuklarıdır. Kimi yermek istedin, Medine'yi mi halkını mı?"

 

Muhammed b. el-Hasan dedi ki: "Ben şahidle yemini bir tutanları yermek istedim. Çünkü Allah'ın Kitab'ına aykırı görüş bildirmişlerdir."

 

Dedim ki: "Nerede Kitaba muhalefet etmişler?" Şöyle dedi: Yüce Allah; "Erkeklerinizden iki şahid tutun ... "[Bakara 282] ve "İçinizden iki adil şahid ... ''[Talak 2] şeklinde buyurmaktadır. Onlar ise; tek bir şahid, dediler.

 

Ona dedim ki: "Bana söyle yüce Allah'ın; ''Erkeklerinizden iki şahid tutun ... '' emri kesin mi, iki şahitten az olmaz mı, yoksa kesin değil mi?"

 

"Hayır kesindir ve iki şahitten az caiz olamaz" deyince ben: "Şimdi, eğer sana göre bu kesinse ve ''İki şahitten az olması caiz değil'' diyorsan, sen ve ddstun Kitab'a muhalif oldunuz demektir" karşılığını verdim.

 

"Nerede Kitab'a muhalefet ettik?" diye sorunca ben: "Ebenin, tek başına doğumla ilgili şahitliğine ne diyorsun?" dedim. "Tek başına şahadeti caizdir" dedi. Dedim ki: "Sen tek başına bir kadının şahadetini caiz gördün ve Kitab'a muhalefet ettin." "Ali b. Ebi Talib ebenin şahadetini kabul etmişti" dedi.

 

Dedim ki: "Bu, Hz. Ali'nin yapmaması gereken bir şeydi, sen ise bir rahid ve isteyenin yeminiyle hükmederek, Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Ali'nin yaptıklarına muhalefet ettin."

 

Bu konuşmalardan dostlarımız çok memnun oldular. İlk defa o gün, açıkça ona muhalefet edip tartışmıştım. Sonra Medine ehli ile ilgili kitabını tenkid etmeye devam ettim.

 

 

 

Zekeriyya b. Yahya es-Sad bu hikayeye; "Kitabını okuyup onda hatalar tespit ettim" ibaresini ekledi.

 

Cafer b. Ahmed ise, Ebü Sevr'e dayandırdığı rivayetinde Şafii'nin şöyle dediğini ekler:

Dedim ki: Kitabının başında; "Şahidle birlikte yeminle hüküm veren, Allah'ın Kitab'ında yazılanlara muhalefet etmiştir" diyorsun, sen bu kitabında görüşlerinle, Yüce Allah'ın Kitab'ına yetmiş kez muhalefet ettin."

 

Bunu dedikten sonra hikayenin ayrıntılarını anlatmaya devam eder ve der ki: "Sen ebenin şahadetiyle hüküm verdin, bu da Yüce Allah'ın Kitab'ına aykırıdır." "Şu da var, şu da var" dedikçe Muhammed b. el-Hasan yüzü değişmeye başladı ve sesi kesildi.

 

Şafii der ki: Bu olay Harun er-Reşıd'e ulaşınca, başımın belaya gireceğini düşündüm. Bu olayona haber verilince şöyle dedi: "Abdi Menaf oğullarından bir adamın Muhammed b. el-Hasan' ın sesini kesmesi şaşılacak bir şey değildir."

 

Sonra bana bin dinar gönderdi ve "Senden memnun oldum" dedi.

 

Me'mun da bana beş yüz dinar gönderdi ve "Bana da uğramanı isterim" dedi.

 

Hasan b. Muhammed ez-Zaferan!'nin naklettiği bir rivayetine göre Şafii, Kadım'de şöyle diyor; Kur'an'a açıkça muhalif oldukları yüz otuz hüküm çıkardım. Sünneti delil olarak kullandıkları var, eserleri (sahabi ve tabiun sözlerini) delilolarak kullandıkları var. Tabiundan bir adamın sözlerini delil olarak kullandıkları var, delilsiz muhalefet ettikleri hükümler bile var. Sonra da Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir şahidle birlikte yemini kullanıp hüküm verdiğini iddia ederler. Bu ise Kur'an'ın zahirine aykırı değildir.

"Yüce Allah bir şeyi helal kılıp diğerini haram kılmaz ve değinmeyebilir. Değinmemesi onun haram olduğunu göstermez" şeklinde düşünüyorlarsa; bu onların aleyhine olur, zira Yüce Allah iki şahidi, daha az şahid caiz olsun diye, haram kılmadan emretmiştir.

 

Şafii bu hükümleri Cedıd'de Rabi ve diğerlerinin rivayetinde zikretmişti.

Ayrıca, Muhtasar tertibiyle düzenlenmiş Mebsut'ta da ayrıntılı olarak anlatılmıştı.

 

Amr b. Dinar'ın, rivayet ettiği şu hadise dayanmıştır: İbn Abbas dedi ki: "Res-ulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), mallar hususunda, şahidle birlikte yeminle hüküm vermiştir."

 

 

 

Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem, Şafii'nin şöyle dediğini naklediyor: Muhammed b. el-Hasan bana dedi ki: "Seyf b. Süleyman'ın, yeminle birlikte şahid hadisini rivayet ettiğini duysaydım, insanların yanında ifsad ederdim."

 

Ona "Ey Ebu Abdullah! Eğer sen onu ifsad edersen fasid olur" dedim. Şafii, İbn Abbas'ın hadisiyle birlikte, birçok haber ve eserle hüküm vermiştir. Bunların hepsi; "Kitdbu'l-Ma'rife"de zikredilmiştir.

 

Zekeriyya b. Yahya es-Sad'nin kitabında, Şafii'nin Medine'ye gelişini, Malik'in yanına gitmesi, Mekke'ye dönüşünü ve Yemen'e çıkışını okumuştum. Onun taşınmasına yardım edenler oldu, saçını ve tırnaklarını bile almaya imkan olmadan yola çıktı. Rakka'ya gelince Muhammed b. el-Hasan'ı bulup onunla bağlantı kurdu. Yanında altmış dinar vardı. Bir yazıcıya verdi ve kitaplarını yazdırdı.

 

Muhammed b. el-Hasan bir gün Rakka mescidinde oturdu ve Hicaz ehlini eleştirmeye başladı. "Neyi güzel yapıyorlar? İçlerinde bir meseleyi güzel halleden kim var?" diyordu. Şafii de oralardaydı. Olayı duyup gelerek selam verdi. Bıyıkları ağzına giriyordu. Bunlar, Fadl b. er-Rabi'nin huzurunda cereyan geçiyordu.

 

Şafii: "Dostunuz, insanlar içinde, olması gerekenden çok daha büyük bir alimdir, sünnet konusunda da insanların en cahilidir" dedi. Onunla bazı meseleleri tartıştı. Kendisine: "Çok oldun" dedi. Fadl da aralarında olanları yazıyordu. O gün aralarında vuku bulan konulardan biri de şöyleydi: Şafii ona: "Korku namazı hakkında ne diyorsun, kişi nasıl kılmalı?" dedi.

Muhammed b. el-Hasan şöyle dedi: "Neshedilmiştir. Çünkü Yüce Allah ''Sen aralarında olup namazlarını kıldırdığın zaman ... ''[Nisa, 102] demiştir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aralarından gidince, korku namazı onlara vacib olmaz."

 

Şafii ona dedi ki: "Yüce Allah ''Mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arındıracak sadaka olarak al''[Tevbe, 103] diye buyurmuştur, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aralarından gidince, sadaka onlara vacib olmaz mı.?"

 

Başka bir rivayete göre olay şöyle devam ediyor: Muhammed b. el-Hasan: "Hayır onlara vacibdir" dedi. Şafii: "Hayır onlara vacibdir" dedi. Sonra şöyle devam etti: "Hiçbir insan, gönderilmiş bir Peygamber de olsa başkasının dilini yok sayamaz. Fakat kadirşinas insanların katında açıkça ortaya çıkması senin için yeterli delildir. Görmüyor musun; Hz. İbrahim'in adamı kendisine: ''Ben hayat verir ve öldürürüm'' dedi. İbrahim de: ''Allah, güneşi doğudan getirir, sen onu batıdan getir'' dedi. Yüce Allah da: ''Kafir apışıp kaldı''[Bakara, 258] diye buyurdu."

 

Şafii dedi ki: Haksızlık eden de böyle apışıp kalır.

Fadl b. er-Rabi, Harun er-Reşid'in yanına girdi ve: "Ey Müminlerin Emiri! Sana bir müjde vereyim mi? Senin gözünü aydınlatacak bir şey söyleyeyim mi Ey Müminlerin Emiri?" dedi. Harun er-Reşid: "Nedir?" diye sordu. Fadl: "Şafi' ailesinden bir adam şöyle şöyle güzel şeyler yapıyor, falanların meclisindeydi" deyip aralarında olanları ona okudu.

Harun buna sevindi ve dedi ki: "Ona git ve ondan memnun olduğumu söyle, selam vermeden önce bunu bildir. Sonra onu ödüllendir."

 

Fadl çıkıp Şafii'ye haber verdi, Şafii, secdeye kapandı ve Allah'a şükretti. Fadl ona dedi ki: "Müminlerin Emiri, ödülolarak sana para vermemi emretti, ben de sana bir o kadar ödül veriyorum."

 

Şafii, berberi çağırttı, saçını kestirdi ve ona elli dinar verdi.

 

 

 

Dureyd'inin naklettiğine göre Şafii, Samarra şehrine gidince şehre girdi. Üzerinde yolculuğun kiri vardı, saçını kesmesi için berberi çağırttı. Geldiğinde, berberin gömleği Şafii'nin gömleğinden temizdi. Şafii'nin işini bitirince berbere yirmi dinar verdi. Berber ona dönüp özür diledi. Şafii ona: "Git, sen işçi adamsın, seni çalıştırdık ve ücretini ödedik" dedikten sonra şöyle devam etti:

 

Üstümde kıyafet var, alıp hepsini satsam, Bir kuruş para eder, kuruş bile fazladır. Ayrı kişiliği var, tutup ta kıyas etsem, Bütün eski acılar, önemli ve fazladır. Kılıca zarar vermez yırtılsa da kılıfı, Keskinse nereye değse sonu paramparçadır. Bir başkası şunu ekler:

Geçen günler köreltip yıpratsa kılıcımı Nice keskin kılıçlar kılıfında körelir.

 

 

 

Umare b. Zeyd bildiriyor: Muhammed b. el-Hasan'ın arkadaşıydım. Bir gün onunla birlikte Harun er-Reşıd'in yanına girdim, ondan bir şeyler istedi. Sonra Muhammed b. el-Hasan'ın onunla gizli konuşup: "Muhammed b. İdrıs, hilafete ehil olduğunu iddia ediyor" dediğini duydum. Bunu duyunca Harun er-Reşıd'in sinirden yüzü kızardı, sonra:

"Onu bana getirin!" dedi. Karşısına getirdiklerinde bir müddet sustu, sonra başını kaldırıp ona baktı ve "Eee" dedi. ŞafiI şöyle dedi: "Ne eesi, ey Müminlerin Emiri? çağıran sensin, çağrılan benim. Sen sorarsın, ben de cevap veririm."

 

Harun er-Reşıd dedi ki: "Bu seninle ilgili bana gelen haberler nedir?"

 

Şafii: "Nedir ey, Müminlerin Emiri?" deyince, Harun er-Reşid: "Senin hilafete ehil olduğunu iddia ettiğini duydum" dedi. ŞafiI dedi ki: "Haşa, vanahi. Sana haberi getiren iftira etmiş, haram işlemiş ve kötü yapmış.

 

Ey Müminlerin Emiri! Benim İslami saygınlığım ve neseb sorumluluğum var, bunların ikisi şeref olarak bana yeter. Ayrıca Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) amcasının oğlu; dinini savunan ve ümmeti koruyan biri olarak Allah'ın belirlediği adaba en fazla uyması gereken kişi benim."

 

Harun er-Reşid'in yüzü parlamıştı. Sonra ona: "Korkma, sakin ol. Senin akrabalık bağının ve ilminin değerini takdir ederiz" dedi, yanına yaklaşmasını istedi ve dedi ki: "Senin Yüce Allah'ın Kitabı ile ilgili ilmin nasıldır? Çünkü en önemlisi onunla başlamaktır."

 

Şafii: "Yüce Allah onu kalbimde muhafaza etti. Endişemi iki kapağının arasına sıkıştırdı" deyince Harun er- Reşid: "Onun hakkındaki ilmin nasıl?" diye sordu.

 

Şafii dedi ki: "Hangi ilmi soruyorsun, ey Müminlerin Emiri? Tenzil ilmi mi, tevil ilmi mi? Hükmünün ilmi mi? Müteşabih ilmi mi? Nasih ve mensuh ilmi mi? Haberleri mi, hükümleri mi? Mekki'si Medeni'si mi? Gece nazil olanı mı, gündüz nazil olanı mı? Seferde nazil olanı mı, hazarda nazil olanı mı? Açıklama ve sıfatları mı? Surelerin düzenlenmesi mi? Nezairi mi? İ'rabı mı? Vücuh ve kıraatı mı? Harfleri mi? Kelimelerinin manaları mı? Cezaları mı? Ayet sayısı mı?"

 

Harun er-Reşid dedi ki: "Sen Kur'an ilimleriyle ilgili çok büyük bir ilme sahip olduğunu iddia ediyorsun." Şafii şöyle cevap verdi: "İmtihan, ey Müminlerin Emiri, iddiamı belirler." Harun er- Reşid: "Ahkam ile ilgili bilgin nasıl?" deyince, Şafii şöyle devam etti: "Köle azad etme mi, münakehat mı? Siyer ve savaşlar mı? Cezalar ve diyetler mi? İçecek ve alım satım mı? Yiyecek ve içecekler mi? Bunların haramı ve helali mi? Bunlarla ilgili hükümler mi?"

Harun er-Reşid; Yıldız ilimleriyle ilgili bilgin nasıl?" diye sordu. Şafii şöyle devam etti: "Dönen feleği, dolaşan yıldızları ve sabit kutbu bilirim. Ayrıca kızları, mavileri ve Arapların enva' dedikleri; yıldızların doğuş ve batışını bilirim. İki aydınlatıcı; Güneş ve Ay'ın yerlerini, yörüngeleri ve dönüşleri bilirim. Uğursuzluğu ve şansı, heyet ve tabiatı, denizde ve karada yol bulmaya yarayanları ve namaz vakitlerine delalet edenleri bilirim. Sabahların ve akşamların geçmesiyle takvimi ve yolculukta yolumu bulmayı bilirim."

 

Harun er-Reşid: "Tıp ile ilgili bilgin nasıl?" dedi. Şafii devam etti: "Aristoteles, Manhoares, Korkores, Calinos, Hipokrat, Anidakiles gibi Yunanlıların dediklerini kendi dilleriyle bilirim. Arap tabiplerin naklettiklerini ve Hamaşef, Şahem-Düveyhim, Bezr-Cemhir gibi Hind filozoflarının ileri sürdüklerini ve Pers bilginlerinin yazdıklarını bilirim."

Harun: "Şiirle ilgili bilgin nasıl?" dedi. Şafii şöyle dedi: "Cahiliye şiirini, Muhadram ve yeni şiiri bilirim."

 

Harun er-Reşid: "Ne kadar biliyorsun?" diye sorunca Şafii: "Söylenişini ve vezinlerini, bahirleri ve sanatları bilirim" dedi.

 

Harun er-Reşid: "Hadis hıfzın nasıl?" diye sordu. Şafii dedi ki: "Şahidi, şaz olanı, ahlak ile ilgili olanı ve iyi niyetlilerin dikkatini celbeden hadisleri rivayet ederim."

 

Harun er- Reşid: "Ensab (soybilimi) ile ilgili bilgin nasıldır?" diye sordu. Şafii şöyle cevap verdi: "Ey Müminlerin Emiri! Onun hakkında, küfrün saldırdığı ve hakkın inkar edildiği Cahiliye döneminde bile cahil olmak yakışmazdı, zira tanışmaya yardımcı ve denkliklere göstergedir. Başlangıcımıza kol kol uzandım; hayatları ve faziletleri inceledim. Kabile ve aşiretleri topladım. Küçüklerin büyüklerinden aldıkları mirasları ve selefe uyan halefin yaptıklarına kadar inceledim. Milletlerin halklarını, as illerin soyunu ve günlerin etkilerini bilirim. Müminlerin Emirinin nesebinin benim nesebimle olan ilişkisi, Emirin atalarının atalarımla ilişkileri de buna dahildir."

 

Harun hafif yaslanmıştı, oturuşunu düzeltti ve şöyle dedi: "Ey İdris'in Oğlu! İçimi doldurdun ve gözüme girdin. Bana öyle bir nasihat et ki, senin ilminin derinliğini ve anlayışının mahiyetini anlayayım."

 

Şafii: "Şartlarım var, ey Müminlerin Emiri" dedi. Harun er-Reşid "Kabul ettim, söyle neymiş?" deyince, Şafii şöyle dedi: "Resmiyetin terk edilmesi, heybetin kalkması, kibir kaftanını omzundan düşürmen, nasihati kabul etmen, nasihatin değerini takdir etmen ve ona uyman."

 

Bundan sonra Şafii (Allah rahmet etsin) dizlerinin üzerine oturdu, sonra herhangi bir saygı ifade etmeyecek bir şekilde ellerini dizlerinin üzerine uzattı. Sonra eliyle onu işaret edip şöyle dedi: "Eyadam! Gururla güven yularım salan, zamanla korku ipini toplar. Kim hüküm verirken barış tarafına meyletmezse, Allah'ın belalarına daha az maruz kalma mertebesini kaybeder, güveninde korku oluşur. Tıpkı örümcek ağı gibi, kendini bile ona emanet edemez. Yakınlarından hiç kimse karanlıklarım aydınlatmaz. Fakat geçmiş insanlardan ibret alıp gelecek güzellikleri karşılarsan; gününe dikkat edip yarınına hazırlık yaparsan; beklentilerini düşük tutup ecelinin geleceği am gözünün önünde canlandırırsan; dünya hayatının kısa olduğunu görürsen; sana uzatılan pişmanlık eli uzandığında verilen mühlete kamp yarın kıyamet gününde tövbeye hasret kalmazsan (kurtulursun). Aksine; heva, şaşkınlık revakını senin üzerine çatar ve seni öyle bırakırsa; sana uzanan nasihat elini göremezsen; bil ki: ''Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur.''" [Nur, 40]

Bunarı dinleyen Harun er- Reşid elindeki mendil ıslanıncaya kadar ağladı. Ağlaması ve hıçkırığı yükseldi, hizmetçisi ve başında duranlar, Şafii'ye: "Sus be adam! Müminlerin Emirini ağlattın" dediler. Şafii onlara kızarak baktı, azarladı ve şöyle dedi: "Ey efendilerin kulları, zalimlerin yardımcıları, imamların düşmanları, fani dünya sevgisine şahsiyetlerini satanlar, baki ahiret hayatının azabım satın alanlar! Sizden öncekilerin zamana nasıl kandığını; nimetlerin ard arda verilmesiyle refah içinde yaşarken, güçlü ve kuvvetli biri tarafından nasıl hesaba çekildiklerini görmediniz mi? Allah'ın onların sırlarım nasıl ifşa ettiğini; üstlerine zillet yağmurunu nasıl yağdırdığını görmediniz mi? Köşklerde, nimetler içinde, mutlu bir şekilde yaşarken; taşların ve kayaların, kabir tümseklerinin altına hesaba çekilmek üzere girdiler. Ondan sonra Yüce Allah'ın huzurunda duracaklar, tehlikeli sorgusuna tabi olacaklar. Zerreden daha hafif olandan, piramit büyüklüğünde olanlara kadar; intikam hasadı, korku ve endişeye duçar olacaklar."

 

Harun er-Reşid "Ey İdris'in Oğlu! Bu şekilde bize dilini sıyırdın.

 

Kılıcından daha keskindi" dedi. Şafii: "Kabul edersen lehine olur, ey Müminlerin Emiri. Aleyhine olmaz" dedi. Harun: "Bundan kurtulmanın yolu nedir?" diye sorduğunda Şafii şöyle cevap verdi: "Birincisinden sonra ikinciyi söyleyemem. İmar sırasında Yüce Allah'ın ve Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hürmetini gözet. Yolları güvenli kıl ve ümmetin ihtiyaçlarına dikkat et."

 

Harun: "Bu nasılolacak?" deyince Şafii şöyle dedi: "M uhacir ve Ensar'ın çocuklarına ganimetlerden payını ver ki; vatanlarından uzakta muhtaç kalıp rahatsız olmasınlar. Bütün insanların ve öncü orduların ihtiyaçlarını göz önünde bulundur. Adalet ve insaf dağıt, gerisini gizli bırakma. İlim ve vera' ehlini şiar edin, olaylar söz konusu olduğunda onlara danış. Onu bunu ith am edenlere uyma. Allah'ın bağlanmasını istediği bağları kesmeyi sana güzel gösterenlere de uyma."

 

Umare der ki: Şafii, bunları Harun er-Reşid'e söylerken, Muhammed b. el-Hasan'a baktım. Rengi değişmişti. Harun: "Bunlara kim dayanır?" dedi. Şafii ona: "Senin ismini taşıyanlar" dedi.

 

Harun er-Reşid: "Bu umumi ihtiyaçtan sonra, giderilmesi gereken özel bir ihtiyaç veya halledilmesi gereken bir konu var mı?" deyince, Şafii şöyle devam etti: "Bu kadar nasihat ettikten ve vaaz sunduktan sonra; bir istekle yüzümü kara çıkarıp bir hacete zelil olmamı mı emrediyorsun ?"

 

Harun er-Reşid bir müddet durduktan sonra dönüp: "Ey Muhammed b. el-Hasan ona bir mesele sor" dedi. Muhammed b. el-Hasan şöyle dedi:

 

"Ey İdris'in Oğlu! Bir adamın dört karısı var; birincisinin ikincinin halası olduğunu ve üçüncüsünün dördüncünün teyzesi olduğunu öğrendi. Bu konuda ne dersin?"

Şafii dedi ki: "İkinci ve dördüncü hanımları boşar." Muhammed b. el-Hasan: "Buna delilin nedir?" deyince Şafii, şöyle devam etti: Ebu Hureyre, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

 

Kadın ile halası ve kadın ile teyzesi bir nikah altında bulunamaz.'' Sen ne dersin, ey Muhammed b. el-Hasan! Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kurban günü kıbleye yönelip nasıl tekbir getirdi?"

 

Muhammed b. el-Hasan kekelemeye başladı ve cevap veremedi. Şafii, Hararun er-Reşid'e döndü ve şöyle dedi: "Ey Müminlerin Emiri! Bana helal ve haramdan soruyor cevap veriyorum, ben ona Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetlerinden birini soruyorum kekeliyor. Vallahi kendisine ''Ebu Hanife nasıl yaptı?'' diye sorsam cevap verir."

 

Harun er-Reşid muhafızına işaret etti, Muhammed b. el-Hasan'ı kaldırdı.

 

Umare der ki: Ben onunla birlikte kalkmak istemedim. Sonra Şafii'yi yanına çağırdı ve ona büyük oranda para verilmesini emretti. Bir rivayete göre, elli bin. Sonra devamlı gelip gitmesini emretti. Kalkınca ben de onun birlikte kalktım. Paralarını aldı, avluya çıkınca hepsini dağıttı, evine vardığında ondan hiçbir şey kalmamıştı. Sonra vakarla yoluna devam etti. Ondan sonra hep öne alındı, takdir ve tazim gördü.

 

Kadı (rahimehullah) der ki: Seyyid bu hikayeyi böyle anlattı, hocalar da buna yakın bir şekilde aktardılar, ben de birinin anlattığı gibi anlattım, manası anlaşılmış oldu.

Ahmed'in bildirdiğine göre bu olay. Abdullah b. Muhammed el-Belevi tarafından da nakledilmiştir.

 

Zekeriyya b. Yahya da, Rabi b. Süleyman'a dayandırdığı rivayetinde; Şafii'nin Yemen'e gitmesini, araya girenlerin yardımıyla Alevilerle birlikte Harun er-Reşid'e gitmesini, Harun er-Reşid'in boyunlarının vurulmasını emretmesini nakleder. Muhammed b. el-Hasan'ın: "Ey Müminlerin Emiri! Bu Muttalibi, seni güzel konuşması ve diliyle seni kandırmasın, dili kuvvetli biridir" dediğini, Şafii'nin Harun'a söylediklerini, sonra Harun'un Şafii'ye; Kur'an'ı, yıldızları, nesepleri sormasını anlatır. Sonra elli bin vermesini, Şafii'nin bu parayı dağıtmasını, Medinelileri yeren Muhammed'le Reşıd Kapısında tartışmalarını yukarıda geçen isnadlara benzer bir şekilde anlatır. Fakat nasihat ve sonrası olmadan nakleder.

Bu olayı anlatan rivayetlere göre Şafii, Harun er-Reşıd'in huzuruna girerken bir dua okumuştu, Fadl b. er-Rabi daha sonra kendisine bu duayı sorduğunda ona öğretmişti. Dua şöyle: "Allah, kendisinden başka bir ilah olmadığına şahittir, melekler de öyledir. İlim erbabı adaleti ikame ederler. O'ndan başka ilah yoktur, Aziz ve Hakim olan da O' dur. Allah katında din İslam'dır."[Al-i İmran;18] Ben de Allah'ın şahid olduğuna şahadet ederim. Allah bu şahadeti kabul etti. Bu şahadet benim Allah'a emanet ettiğim ve kıyamet günü bana iade edeceği bir şahadettir. Allahım! Her türlü afet ve beladan, gecelerin ve gündüzlerin musibetlerinden; senin Nurunun kudsiyetine, saflığının yüceliğine ve celalinin bereketine bazı rivayetlerde; cin ve insanların getirdiği musibetlerdensığınıyorum. Hayır müjdeleyenler hariç. Allahım! Bana yardım edecek olan sensin, senden yardım isterim. Tesellim sensin, sende teselli bulurum. Sığınağım sensin, sana sığınınm. Ey zalimlerin boyun eğdiği, Firavunların boyun eğdiği; beni zelil etmenden sana sığınınm. Gizlediklerini ifşa etmekten, senin zikrini unutmaktan, şükründen uzak kalmaktan sana sığınınm. Gecemde ve gündüzümde; uykumda ve uyanıklığımda; yolumda ve seferlerimde; hayatımda ve ölümümde ben senin himayen altındayım. Seni zikretmek benim şiarım ve sana hamd etmek hazinemdir. Senden başka ilah yoktur. Hamdinle seni tesbih ederim. Azametinin hatırına, tesbihatının hatırına beni senin gazabından ve kullarının kötülüğünden koru. Etrafıma senin muhafaza surlarını çat ve beni inayetinin muhafazasına dahil et. Bana hayırlar ihsan et, -başka rivayetlerde; hayrınla beni besle, veya cin ve insanların korkularından koru- ey merhametlilerin merhametlisi! Yüce ve büyük olan Allah dışında güç ve kuvvet yoktur. Razı olunan, Muhammed Peygamber'e ve aline çokça salatü selam olsun."

 

Şafii'nin, Harun er- Reşid'in huzuruna girmesini anlatan rivayetlerde bu duanın bir kısmı nakledilmiştir.

 

 

 

Ebu Abdillah el-Hafız, başka bir yolla Fadl b. Rabi'ye dayandırdığı rivayetinde buna benzer bir duayı; başındaki şahadet bölümü olmadan; Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kadar uzanan meşhur bir senede bağlı olarak nakleder.

 

Ebu Nuaym da; Hammad en-Nersi'ye dayandırarak, şahadetle birlikte aynısını nakleder.

Bu hadisin Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) isnad edilmesi ve o ravilerin naklettiklerini ileri sürmek kesinlikle batıldır.

 

Ebu Nuaym başka yolla Şafii'ye dayandırıp Fadl b. er-Rabi'den rivayet eder.

Asımi'nin kitabında bu hadisi, Şafii'nin öğrencilerinden nakille okudum. Buna göre Şafii (Allah razı olsun) Harun'un yanına girerken bu duayı okudu. Ama ne isnad ettiler, ne merfu olarak rivayet ettiler. Bu daha uygundur.

 

Hamza b. Yusuf es-Sehmi'nin kitabında, Şafii'nin Irak'a, ayaklarında prangalarla girişini okudum. Abdullah b. Muhammed el-Belevi'nin rivayetine göre: Hicri yüz seksen dört senesinde, Şaban ayının sonlarına doğru bir Pazartesi günüydü. Ebu Yusuf kadılar kadısıydı. Zulümlerin başında da Muhammed b. el-Hasan vardı. Onunla ilgili Harun'a söylediklerini söylediler; "Alevilere meyilli, bu işe senden daha layık olduğunu iddia ediyor, yaşını aşan ilimlere sahip, etkileyici bir dili ve konuşması var" ve daha önce rivayet ettiğimiz sözleri. Allah doğrusunu bilir.

 

Ebu Bekr Muhammed b. Abdullah'ın kitabında da okumuştum; Umare b. Zeyd şunları ekleyerek naklediyor: Harun er-Reşıd, birincisinde Şafii'yi affedince, Yemen sadakalarını toplayacak bir adam aradı. Muhammed b. el-Hasan ona Şafii'yi işaret etti ve "Kendisi fakih ve alim bir zattır. Ayrıca soyu Müminlerin Emıriyle Abdi Menaf b. Kusay'da birleşmektedir" dedi. Harun er-Reşıd: "Onu bana getirin" dedi. Gelince ona; "Yüce Allah'ın Kitabı hakkında ilmin nasıl?" şeklinde sorular sordu diye olayı anlatır. Sonra Yemen'e gitmesini ve orada bir sene kalmasını anlatır. Bu sırada Harun er-Reşıd'e: "Şafii, Yemen'de Alevi olarak başkaldırmak istiyor" şeklinde haber ulaştı. Haber yalan dı. Harun erReşıd çok sinirlendi. Sonra adam gönderip onu ve yanında on küsur kişiyi getirtti.

 

Sonra Muhammed b. el-Hasan'ın özel ilgisini nakleder. Bunun kendisine fayda sağlamayacağını söyler. Onlardan dokuz kişiyi öldürtür.

 

Sonra Şafii'yi içeri alır. Şafii, Harun er-Reşıd'le yüz yüze gelince: "Ey iman edenler! Bir fasık size bir haber getirirse araştırın. Bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için doğruluğunu araştırın"[Hucurat, 6] ayetini okudu.

 

Harun er-Reşıd: "Olay dedikleri gibi değil mi?" dedi. Şafii dedi ki: Ey Müminlerin Emıri! Yeryüzünde, bütün insanların kendisine kul olduklarını sanmayan bir Alevi var mı? Beni kölesi yapmak isteyen birine karşı nasıl isyan ederim? Ben onlardan, onlar benden iken Abdi Menaf oğullarından bir lidere nasıl tuzak kurarım?"

 

Böyle deyince Harun er-Reşıd'in kızgınlığı geçti. Sonra Muhammed b. el-Hasan'ın girişini ve tartışmalarını, Harun er-Reşıd'in Şafii'ye gösterdiği ilgiyi anlatır.

 

Dört kadınla ilgili soruda farklı olarak şunları nakleder: "Bir kadınla evlendi, gerdeğe girdi, diğeriyle evlendi, ama gerdeğe girmedi. Sonra ikinci karısının birincinin annesi olduğunu öğrendi."

 

Şafii de dedi ki: "Ve karılarınızın anneleri ve evlenip zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup, evlerinizde bulunan üvey kızlarınız ... "[Nisa 23] ayetine dayanarak ikincisini boşar.

Sonra üçüncü ve dördüncüyle ilgili daha önce söylediklerimizi söyler.  Bu görüşmede Ebu Yusufun da hazır olduğu, onun ve arkadaşlarının amacının para olduğunu söyleyenler de olmuştur. Allah doğrusunu bilir.

 

 

 

Ebu Bekr et-Tavil, Şafii'nin (Allah rahmet etsin) Mısır'da şöyle anlattığını naklediyor: Müminlerin Emıri Harun er-Reşıd, Yemen'e zekat görevlisi göndermek istiyordu. Güvenilir görevliler aramaya başladılar. Altı kişi bulundu, ben de onlara katıldım. Yaşça en küçükleriydim. Gelirleri toplamak üzere Yemen'e doğru yola çıktık. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderdiğinde söylediği hadis gereği; zenginlerinden alıp fakirlerine dağıtmaya başladık.

 

Müminlerin Emıri'ne: "Gönderdiğin görevliler, beytülmale hiçbir şey ulaştırmıyorlar" demişler. Buna kızıp "Bize karşı mı çıkıyorlar?" dedi. Bizi geri getirdiler. Geri geldiğimizde öldürüleceğimizi veya başımıza büyük bir bela geleceğini hissettim. Yıkandım, kefenimi giydim ve güne oruçlu başladım. Huzuruna çıkarıldık. Uzak bir yere oturttular. Sonra birer birer yakınına çağırmaya başladı. Yanına giden kişiye Harun erReşıd "Neredeydin?" diyor, kişi de "Müminlerin Emıri beni Yemen gelirlerini toplamak için gönderdi" diye cevap veriyor, "Getirdiğiniz nerede?" diye sorunca da "Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emrettiği gibi yaptık" diye cevap veriyordu. Halife: "Biz bir şey değil miyiz? Şu odaya gir" diyordu. Yandan gördüğüm bir odaydı. İçeri girince başının düştüğünü hissediyordum.

 

Sıra bana gelince beni zorla kaldırdılar ve önüne diktiler. Bana: "Nerdeydin?" dedi. "Yemen'de" dedim. "Toplanan gelirlerle ne yaptın?" dedi. Ben de içimden geldiği gibi konuştum. Tam bu sırada Ebu Yusuf içeri girip: "Şafii genç geldi, ey Müminlerin EmIri. Bu amcan oğludur, sana bahsettiğim genç bu" dedi. Söylemediği güzel özellik kalmadı. Müminlerin Emıri kendisine "Yeter, vallahi bu adamda gördüğüm kadar saf bir Arapça görmedim" dedi. Sonra soruları tekrar etti: "Neredeydin?" dedi. Ben değişik lehçelerle ileri geri konuştum, dediğim de başta dediğimle aynıydı.

 

Sözlerimi bitirdiğimde, Ebu Yusuf bir daha beni övmeye ve methetmeye başladı. Müminlerin Emıri "Tamam onu affettik" dedi. Kaldırdılar ve dışarı çıkardılar. Sarayda bir yere vardığımız da bana elçiler geldi. Onları gördüğümde: "Allah ona veya Ebu Yusufa doğruyu göstermiştir" dedim. Elçiler bana selam verdiler ve "Müminlerin Emıri seni affetti ve ödül verilmesini emretti" dediler. Allah'a şükrettim.

 

Kapıya ulaşmıştım ki; başka elçiler geldiler. Onları görünce sarığımı sardım. Yaklaşıp bana selam verdiler. Dediler ki: "Falan köşke git. Sana ödül verilmesini ve bu köşkte ikamet etmeni emretti. Ebu Yusuf da sana selam söyledi ve dedi ki: "Kitab yaz, bu zamanda en iyi kitap tasnif eden kişisin. Senin görüşün olduğunu bildiğim iki konu hakkında konuşma. Konuşursan şöyle olur." Bunu derken boynunu işaret edip kesileceğini ima etti. Bunların birincisi ümmü veled (çocuk doğuran cariye) konusu, ikincisi zorda kalanın imanı mevzusuydu. Ben bunları yine konuştum. Yanından kalktığımda tek amacım son sözlerimin ''La ilahe illallah'' olmasıydı."

 

 

 

Abdurrahım b. Şerus'un bildirdiğine göre Malik ve Ebu Yusuf Harun er-Reşıd'in huzurunda; evlenen bir adamın kadını terk edip yola çıktıktan sonra, döndüğünde zifafa girmeden boşaması halinde ne olacağını konuştular. Malik: "Kadın adamdan aldığının yarısını geri verir" dedi. Ebu Yusuf konuşunca yanında olanın elinden tutup kalktı.

      

Dışarı çıktığında Fadl b. er-Rabi'ye dönüp: "Keşke şu Şafii delikanlıya haber gönderseniz de onunla tartışsam" dedi. Yani Ebu Yusufla tartıştı.

 

Bu hikaye doğru ise, Harun er-Reşid'e Şafii ilgili bilgiler Malik hayattayken gelmiş olabilir. O yüzden böyle demiştir. Allah doğrusunu bilir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

Şafii'nin Hapisteyken Gördüğü Rüya