EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

SEBEB / ON BİRİNCİ MESELE

 

Şer'an yasaklanmış olan sebebler, masIahatlar için değil mefsedetlerden dolayı konulmuştur. Nitekim meşru kılınan sebebler de mefsedetler için değil masIahatlar için konulmuştur.

 

MiSAL: İyiliği emretmek ve kötülükten yasaklamak şer'an emredilmiş bir şeydir. Çünkü bu her ne şekilde olursa olsun dinin ikamesi, İslami esasların (şeair) güçlendirilmesi ve ortaya çıkarılması, batılın da ortadan kaldırılması için bir sebeb olmaktadır. Bu ilk konulu Ş itibarıyla -her ne kadar bu yolda maruz kalınsa da- malın ya da canın itlafı ya da ırza gelecek bir zarar için konulmuş bir sebeb değildir. Cihad da aynı şekilde Allah'ın dininin yüceltilmesi (ilay-ı kelimetillah) için meşru kılınmış bir sebeb' olmaktadır. Her ne kadar cihad, mal ve nefsin itlafına neden olsa da, asli konuluşu bu mefsedetlere bir sebeb olmak değildir. İsyanların önlenilmesi her ne kadar öldürme ve iç savaşa yol açsa da, asıl amaç itibarıyla öldürme ve savaş halinin ortadan kaldırılması için bir sebeb olarak meşru kılınmıştır. Zekatın istenilmesi, İslamın bu rüknünün ikamesi için meşru kılınmıştır. Her ne kadar bu savaşa bile müncer olabilse de -nitekim Hz. Ebu Bekir [r.a.] zekat verm-eyenlerle savaşmış ve bu konuda sahabenin icmaı hasıl olmuştur- asıl amaç bu değildir. Hadlerin ve kısas cezalarının tatbiki, fesadı önleme maslahatı için meşru kılınmıştır. Bu arada nefislerin itlafına ve kanların dökülmesine neden olması söz konusu olmakla birlikte, asıl konuluş itibarıyla bu mefsedetler için konulmuş değildir. Hakimin verdiği hükmün bağlayıcı olması ve bozulmaması, hasımlararasındaki nizaların sona erdirilmesi maslahatı için bir sebeb olarak konulmuştur. Bununla birlikte bu, hatalı bir hükmün verilmiş olması ve onun yürürlüğe konulması gibi bir mefsedete de müncer olması için sebeb olarak konulmamıştır.

 

Bu arzettiklerimiz meşru kılınan, yapılması istenilen sebeblerle ilgilidir. Şimdi de yapılması yasaklanan sebeblere örnekler verelim: Fasid nikahlar yasaklanmıştır. Bununla birlikte bu tür nikahlar üzerine çocuğun nesebinin ilhakı, miras ahkamının sübutu vb. gibi hükümler terettüp etmektedir. Bunlar ise birer maslahattır. Gasb, hakkı gasbedilen kişiye (mağsubun minh) dokunacak olan mefsedetten dolayı menedilmiştir. Bununla birlikte, gasbedilen şeyin, gasbeden şahıs elinde değişmesi ya da ortadan kalkması gibi bir durumda onun (gasıb) lehinde mülkiyet ifade etmesi gibi bir maslahata da müncer olmaktadır.

 

Burada bilinmesi gereken şey şudur: Meşru olan sebeblerden neş'et eden mefsedetler, keza gayr-ı meşru olan sebeblerden ortaya çıkan maslahatlar, aslinda bizzat o sebeblerden neş'et etmiş değillerdir. Bilakis onlar, kendilerine münasib başka sebeblerden ortaya çıkmış olmaktadırlar. Bunun delili gayet açıktır: Çünkü teklif, bir abesle iştigalolsun için konulmamıştır. Bir şey meşru kılinmışsa, o ya masIahatlar için ya mefsedetler için ya da her ikisi için birden meşru kılınmış veyahut da bunların haricinde bir başka şey için olmalidır. Mefsedetler için meşru kılınmış olması düşünülemez. Çünkü nakli deliller böyle bir şeyle bağdaşmaz. Bilindiği üzere, şeriatte varid olan bütün emir ve yasakların maslahatların temini, mefsedetlerin de defi için konulmuş olduğuna dair delil sabit olmuştur. Her ne kadar bu aklen vacib değilse de, bunun böyle olduğu naklen sabit olmuştur. Aynı delilden dolayı hükümlerin hem masIahatlar hem de mefsedetler için birden meşru olmaları da mümkün değildir. Şeriat abesle iştigal etmeyeceğine göre hükümler bir başka şey için de konulmuş olamaz. Neticede masIahatlar için konulmuş olduğu ortaya çıkacaktır.

 

Aynı durum yasaklanılan şeyler hakkında da geçerlidir: Bunlar da, işlendiği zaman ya mefsedete, ya maslahata ya da her ikisine birden götüreceği için veyahut da bir başka sebebten dolayı yasaklanmışlardır. Yukarıda arzettiğimiz şekliyle, delil burada da aynı şekilde delalette bulunur. Şu halde eğer ortada yapılması istenilen bir sebeb varsa, mutlaka onun yapılmasında bir masIahat vardır ve o yüzden o şeyin yapılması istenilmiştir. Eğer o şeyden doğan bir mefsedet görürsen, onun meşru olan o sebebten neş'et etmediğini bilmelisin. Keza bir sebebin de ortaya konulması yasaklanmışsa, mutlaka onun işlenmesinde bir mefsedet vardır ve o yüzden de onun işlenilmesi yasaklanmıştır. Eğer gözüktüğü kadarıyla, onun üzerine bir masIahat terettüp ediyorsa, onun da mutlaka o gayr-ı meşru sebebten ortaya çıkmadığını bilmelisin. Bizzat bu sebeblerden neşet edecek şey, sadece; eğer meşru ise o sebebin konuluşuna gerekçe olan şey, eğer yasaklanmışsa o yasağa gerekçe olan şey olmaktadır.

 

İZAHI: Mesela iyiliği emretmek ve kötülükten yasaklamak konusunu ele alalım: Şari' Teala bununla nefislerin ve malların telef edilmesini murad etmemiştir. Kaçınılmaz bir netice olarak bunlar, sadece hakkın ikamesi, batılın izalesi için konulmuş sebebe tabi olan bir durum olmaktadır. Keza cihaddan maksad insanların telef edilmesi değildir; bilakis maksat Allah'ın dinini yüceltmektir. Ancak bu yolda canların itlafı da ona tabi olarak arkadan gelmektedir. Çünkü insanın bu sebebi ikame için kendi nefsini iki grubun boğuşacağı, silahların çekileceği ve savaşılacağı bir yere atması gerekecektir. Kendisine ulaşacak mefsedet, sebebten değil, işte bu açıdan neş'et edecektir. Hadler ve benzerlerinde de maslahatın peşinden itIM gibi bir mefsedet gelecektir. Ama bu konuları sebebden dolayı değil, bu masIahatların başka türlü ikame imkanı bulunmaması açısından olmaktadır. Hakimin hükmü zahire göre hareket edilerek hasımlar arasındaki anlaşmazlıkların ortadan kaldırılması ve davanın sona erdirilmesi içindir. Böylece masIahat açık olacaktır. Hakimin hükmünde hatalı olması ise, yeterince dava üzerinde durmamak veya işin gerçek yüzünü aydınlatacak yeterince delil bulunmamak gibi başka sebeblere bağlıdır. Hakimin tayin edilmesinde onunhata etmesi amaçlanmış değildir. Bu durumda hakimin hükmü, eğer tutar bir tarafı varsa bir başka sebebten dolayı bozulmayacaktır. Hükmün bozulmamasını gerektiren bu sebeb de hükmün feshinin, hakimin tayininden gözetilen hasımlar arasındaki davaların hükme bağlanarak neticelendirilmesi ve böylece hasımlar arasındaki çekişmenin sona erdirilmesi maksadının zıddı bir duruma müncer olmasıdır.

 

Yasaklanmış olan kısma gelince, orada söz konusu olan hükümlerin sübutu, o nikahın fasid olmasının bir neticesi olarak değil bilakis -yerinde de belirtildiği üzere- vukudan sonra oınikahın tashihine hükmetmenin bir neticesi olarak ortaya çıkmaktadır. Fasid alış veriş akidleri de bu kabildendir. Çünkü burada mebii kabzeden kimse için şer'an tazmin sorumluluğu bulunmaktadır. Dolayısıyla kabzı gerçekleştiren kimse, akid sebebiyle değil de, bu sorumluluk sebebiyle bir nevi mebiin maliki gibi olmaktadır. O malın bizzat kendisi ortadan kalktığı zaman mislini ya da kıymetini ödemesi gereği taayyün edecektir. Ama değişmeden kaldığı ya da aynen iade imkanını ortadan kaldırıcı bir durum olmadığı sürece de vacib olan, nehyin gerektirdiği fesad hali (yani akdin feshine gidilmesi) olacaktır. Mebide bir değişiklik meydana geldiği zaman veya bizzat onun üzerinde maddi varlığını (aynını) ortadan kaldırmayıcı bir tasarruf ta bulunulduğu zaman ise müctehidler: "Acaba değişiklik sebebiyle, o şey tümden ortadan kalkmış hükmünde mi olur? Yoksa olmaz mı? Ve buna bağlı olarak da fesih talep hakkı bulunur mu?" diye konu üzerinde durmuşlardır. Ancak fesih talebi durumunda, eğer mebi mesela değişik bir şekilde iade edilecekse, satıcı aleyhine bir haksızlık vardır. Öbür taraftan parayı (semeni) ödemiş ve fakat mebiden umduğu faydayı elde edememiş olması açısından da müşteri aleyhine bir haksızlık bulunmaktadır. Bu durumda adaletli olacak davranış şekli her iki durumu da göz önünde bulundurmak olacak ve neticede meblin pazara sürülmesi (havaletu'l-esvak), mebi üzerinde icra edilen fakat onu ortadan kaldırmayan tasarruflar, mülkiyetin intikali ve benzeri fıkıh kitaplarında zikredilen şekiller mebiin ortadan kalkması (fevti) gibi mütalaa edilecektir. Hasılı, burada feshe gidilmeyip, müşterinin mebiden istifade etmesine imkan verilmesinin sebebi, fasid akdin bizzat kendisi değil, aksine daha sonra onun üzerine terettüp eden arızi durumlardır.

 

Gasb durumu da aynı şekildedir. Çünkü tecavüzkar olan el (kişi) üzerine şer'an tazmin sorumluluğu binmektedir. Sorumluluk ise o şeyin mislinin ya da kıymetinin zimmette sabit olmasını gerektirir. Bu durumda gasbeden şahısla (gasıb) malik bir anlamda eşit durumda olmaktadırlar. Bu sebebten dolayı da gasbeden kimse için mülkiyet şüphesi doğmaktadır. Kısmen baki kalmakla birlikte gasbedilen şey üzerinde meydana gelen bazı değişikliklerin olması durumunda, hakkı gasbedilen kimsenin hukukuyla gasbeden kimsenin hukukuna bakarak, konunun üzerinde durulması gerekmektedir. Zira gasb, gasbeden kimse üzerine hak etmediği bir cezanın yüklenmesini gerektirmez. Öbür taraftan hakkı gasbedilen kimsenin hukuku zayi edilerek mağdur edilmesi de caiz değildir. Dolayısıyla bu iki durum arasında dengeyi bulmak (ictihad) gerekmektedir. Gasbeden kimsenin gasbedilen şeye malikiyet kazanmasının sebebi bizzat gasb değil, öncelikle tazmin sorumluluğunun üzerine binmesi, ikinci olarak da gasbdan sonra gasb edilen şey üzerinde meydana gelen değişikliklerdir. Bu ve benzeri durumlar üzerinde düşünmek gerekmektedir.

Kısaca diyebiliriz ki, şer'an yapılması istenilen sebebler, mefsedetler için konulmuş sebebler değillerdir. Nitekim gayr-ı meşru (işlenmesi yasaklanmış) sebebler de masIahatlar için konulmuş sebebler değillerdir. Böyle bir netice asla sahih değildir.

 

FASIL:

 

Bu tertip göz önünde bulundurulduğu zaman İmam Malik'in mezhebinde ve diğer mezheplerde mevcut bulunan birçok meselenin hükmü daha iyi anlaşılacaktır. Maliki mezhebinde, bir kimse "Şu zamana kadar falana olan borcumu ödeyeceğim." diye talak üzerine yemin etse, sonra da ödeyememek sebebiyle yemininde hanis olacağından (yeminin gereğini yerine getirmemiş olacağından) korksa ve o zaman geçinceye kadar olmak üzere karısıyla hulu (muhala'a) yapsa (hukuken ayrılsa) ve neticede yeminin gereği yerine getirilmediği için hanis olunsa, kadın o anda hulu yoluyla hukuken ayrı bulunduğu için artık talak vuku bulmayacaktır. Daha sonra da karısına rücu edecektir, Gerçi bu kasdı ve yaptığı şey güzel karşılanmayacaktır. Çünkü bir hakkı iptal eden bir hileye başvurmuştur. Dolayısıyla hulu'a baş vurmak yasak bir mahiyet almıştır. Maamafih, talakın vuku bulmaması gibi bir netice de vermiştir. Ancak talakın vuku bulmaması (adem-i hıns), muhalaa sebebiyle olmamış; aksine hanis olduğunda talakın isabet edeceği bir mahal olarak zevcesi bulunmadığı için olmuştur.

 

el-Lahmi'nin (Ali b. Muhammed el-Maliki [ö. 478 / 1085]), sefere çıkarak Ramazan'da oruç tutmama ruhsatını elde etmeyi amaçlayan kimse hakkındaki şu sözü de bu şekildedir: Bu kasıd hoş bir şeyolmamakla (mekruh) birlikte, böyle bir kimse Ramazan orucunu tutmayabilir. Çünkü orucunu tutmaması sefer üzerine terettüp eden meşakkat sebebiyle olmakta, bizzat mekruh olan sefer sebebiyle olmamaktadır. Gerçi oruç tutmama ruhsat hükmü seferle talil edilmiştir. Ancak öyle de olsa bizzat yolculuk için değil, meşakkat içerdiği için böyle bir talile gidilmiştir. Bunu şu husus da tavzih eder: Bu adam için mekruh görülen şey kendi kesbinin bir neticesi olan seferdir. Meşakkat ise onun kesbi haricindedir. Dolayısıyla bizzat mekruh olan şey meşakkat değil, meşakkatin sebebidir. Oruç tutmama konusunda müsebbeb bizzat sebebtir.

 

Ama farzetsek ki, şer'an yasak olan sebeb bir masIahat için; yahut yapılması istenilen bir sebeb de mefsedet için sebeb olabilecek başka bir şeyi ortaya çıkarmasalar, bu takdirde şer'an yapılması istenilen sebebde Şari'ce kasdedilen bir mefsedetin, menedilen bir sebebde de Şari'ce maksud olan bir masIahatın bulunması mümkün değildir. Mesela bey'u'l-ine yoluyla ortaya konulan hileler gibi. Bu gibi akidlerde (buyuu'l-iyne veya buyuu'l-acal) mal, bir dinarın iki dinar karşılığında veresiye olarak satılmasına vasıta kılınmaktadır.

 

Netice itibariyle burada iki uç tarafla orta bir nokta bulunmaktadır. Uç taraflardan biri, zikredilen hilelerde olduğu gibi her hal ük arda sabit bir sebeb içermemektedir. Öbür tarafise kesin olarak ya da zan ölçüsünde bir sebeb içermektedir. Gasbedilen şeyin, gasbeden kişi elinde değiştirilmesi gibi ki, bu takdirde ilgili konularda verilen bilgilere göre gasbeden kişi gasbedilen şeye malik olmaktadır. Ortada yer alan durumda ise, sebebin ne yokluğu ne de mevcudiyeti kesin olarak sabit olmamaktadır. İşte müctehidler için üzerinde durulması gereken konu da bu son kısım olmaktadır.

 

FASIL:

 

Bütün bunlar, bu fer'i meselelere sabit olan bu esas açısından baktığımız zaman söz konusudur. Eğer başka bir açıdan ele alınacak olurlarsa, hüküm başka olurdu ve konu üzerinde duranlar tereddüd ederlerdi. Çünkü o takdirde konu tereddüde mahal olacaktır. Şöyle ki: Daha önce mükellefin sebebleri işlemesinin müsebbebleri ortaya koyması mesabesinde olduğu ortaya konulmuştu. Durum böyle olduğuna göre, bu müsebbebin mükellefin ihtiyanyla vaki olmuş hükmünde olmasını gerektirecektir ve neticede o şer'i bir sebeb olmayacaktır. Dolayısıyla da onun gereği vuku bulmayacaktır. Neticede bir günah işlemek için yolculuğa çıkan kimse sefer ruhsatlarından faydalanarak namazını kısaltamayacak, orucunu tutmamazlık edemeyecektir. Çünkü meşakkat sanki kendi fiiliyle vaki olmuş gibidir. Zira mükellefin işlediği sebebden neş'et etmiştir. Kansının boş düşmemesi için hulu hilesine başvuran kimsenin bu çabası onu talakın vukuu neticesinden kurtaramayacaktır; bilakis karısına rücu ettiğinde talak vaki olacaktır. Hulle nikahı ile zevcesine tekrar dönmek isteyen kimsenin durumu da aynı olacaktır. Dolayısıyla burada bu iki esasa birden başvurulduğunda meselelerin ictihada mahal bulunduğu görülecektir. Ve görüldüğü kadarıyla her müctehid de kendisince bu iki esastan hangisi daha ağır basıyorsa onun gereği doğrultusunda bulunmuştur.

Allahu a'lem!

 

FASIL

 

Bu esasda söz konusu edilen şey; müsebbeblere sebeblerinin meşru olup olmamaları açısından, yani onların şeriat nazarı dahilinde olup olmamaları cihetinden bakmak oluyordu. Yoksa onların şer'i olmayan müsebbeblerin şer'i olmayan (adi) sebebleri olma açısından ele alınmamışlardır. Eğer bu açıdan bakılacak olursa, o takdirde bakış açısı farklı olacaktır. Çünkü öldürmeyi kas de den kimsenin bu kasdıyla intikam duygularını tatmin etmeyi amaçlamış olması, kendince bir masIahatın ce Ibi ve bir mefsedetin defi için esba.ba tevessül etmek olacaktır. Aynı şekilde farz olan ibadetleri terkeden kimse de, yine nefsini yormaktan kaçmış olmak, onu terk suretiyle rahat elde etmek amacıyla bunu yapmış olacaktır. Bu kimse mutlak surette yaptığı ve terkettiği hususlarda kendisi açısından, mefsedetin defi, masIahatın celbi konusunda esbaba tevessül etmiş olmaktadır. Aynen fetret zamanlarındaki insanların durumlarında olduğu gibi. Burada masIahat ve mefsedetten maksat, insan tabiatının kendisine uygun gördüğü ya da nefret duyduğu şeyler olmakta ve bu açıdan ele alınmaktadır. Bizim sözümüz burada bu tür hususlarla ilgili değildir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ON İKİNCİ MESELE