EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
SEBEB / ON İKİNCİ MESELE
Sebebler, müsebbebler
için konulmuş sebeb olmaları açısından ele alındıklarında, sadece
müsebbeblerinin elde edilmesi için meşru kılınmış oldukları görülür ki, bu müsebbebler
de celbi istenilen maslahatlarla, defi istenilen mefsedetler olmaktadır.
Sebeblerine nazaran
müsebbebler iki kısımdır:
a) sebeblerin asıl amacı
olarak (asli kasıdla) -ki bunlar asli maksatlar ya da öncelikli maslahatlarla
ilgili hususlar olmaktadır- ya da ikinci derecede amacı olarak (tali kasıd ile)
-ki bunlar da tabi maksatlarla ilgili hususlar olmaktadır- meşru kılınan
müsebbebler. Bunların her iki nev'i de "Mekasıd" bölümünde
açıklanacaktır.
b) Bunların dışında
kalan ve sebeblerin kendileri için meşru kılınmadığı kesin bilinen, ya da
zannedilen veya sebeblerin kendileri için meşru kılındığı ya da kılınmadığı
bilinmeyen ya da zannedilmeyen hususlar. Bu durumda karşımıza üç kısım ortaya
çıkmaktadır:
1. Sebebin kendisi için
meşru kılındığı bilinen ya da zannedilen müsebbebe ulaşmak için sebeblerinin
ortaya konulması sahihtir. Çünkü işi yerli yerinde yapmış ve Şari' Teala'nın
izin verdiği müsebbebe ulaşmak için tevessül edilmesine izin verdiği bir şeyi
kullanmıştır. Mesela: Şari' TeMa, nikahtan evvel emirde insan neslinin bekasını
kasdetmiş, sonra buna ünsiyet peyda etmek, kadının akrabalarıyla şereflerinden
ya da dini meziyetlerinden vb. dolayı sıhriyet bağı kurmak, yahut hizmet veya
ev işlerini gördürmek, helal dairesi içerisinde onun kadınlığından istifade
etmek, yahut kadının malından istifade etmek veya onun güzelliğine rağbet etmek
ya da dinine gıbta etmek veya harama düşmekten kendisini korumak. .. vb. gibi
şeriatın delalette bulunduğu bu gibi amaçları da asıl maksada tabi kılmıştır. Bu
durumda nikah akdinde, kişinin bunlara yönelik kasdı genel anlamda Şari'in de
kasdı olacaktır. Bu kadarı da yeterlidir. Mekasıd bölümünde de ortaya
konulacağı üzere Şari'in kasdına mutabık düşen kula ait kasıd sahih olmaktadır.
Dolayısıyla bu kısımdan olan esbaba tevessülün fasid olduğunu söylemek mümkün
değildir.
İTİRAZ: Mücerred
faydalanma niyeti, akitle gözetilen evvel emirde kadının helalliği kasdı önünde
bir anlam ifade etmez. Çünkü akid o kasıd üzerine bina edilmektedir. Şari
Teala'nın akidden öncelikle kas dı helalliğin doğmasıdır. Faydalanma daha sonra
onun üzerine terettüp edecektir. Kişi akidle sadece sırf faydalanmayı
kasdedince, onun kasdı Şari'in kasdı ile beraberlik arzetmeyecektir.
Dolayısıyla mücerred faydalanma kasdı
sahih olmayacaktır. Bu
şu örnekle de açıklık kazanacaktır: Bir kimse falanca kadınla hel al-haram her
nasılolursa olsun beraber olmayı istese ve bu amacı için de meşru nikahtan
başka bir yololmasa ve amacına ulaşmak için onun üzerine nikah akdinde bulunsa,
bu durumda o kişi, nikahla onun kendisine helal kılınmasını kasdetmiş
olmayacaktır. Kadının helalliğini kasdetmediği takdirde de, Şari'in akidden
gözettiği maksada muhalefet etmiş olacaktır ve dolayısıyla (akid) batıl
olacaktır.
Her fiil ya da terk
hakkında verilecek hüküm bu minval üzere cari olacaktır.
CEVAP: Bu itiraz yerinde
değildir. Çünkü biz, soruda farzedildiği şekliyle akdin sahih olduğunu
söylüyoruz. Şöyle ki: Bu kişinin kasdının esası şudur: O kasdettiği şeye caiz
olmayan yoldan ulaşamamış bunun üzerine Şari' Teala'nın o şeye ulaşmayı vasıta
olarak kabul ettiği bir yoldan yürümüştür. Bu durumda kişinin akidden kasdı,
onun bir akid olmaması değildir. Aksine nikah akdinin in'ıkadına yönelik kasdı,
izin yetkisi kendisine ait olan Şari'in izni ile olmuş ve eda edilmesi vacib
olan şeyi yapmıştır. Şu kadar var ki, bunu başka yololmadığı için mecburi
olarak yapmıştır. Dolayısıyla caiz olan bu tevessülüyle ortaya koyduğu sebebin
gereğine ulaşması tabiidir. Geriye "ulaşmaya kadir olamadığı haram bir
şeye yönelik kasdının bulunması" noktası kalmıştır. Eğer kadir olduğu
takdirde o masiyeti işlemek azminde ise, tahkik erbabına göre o kimse
günahkardır. Ama azim ve kararlılık olmaksızın zihninden geçmişse, diğer
benzeri zihinden geçen düşünceler gibi o da affedilir. Şu halde, akdin
beraberinde onu iptal edecek bir unsur bulunmamaktadır. Çünkü akit; rükünleri
tam, şartları yerli yerinde, manilerinden de uzak olarak vuku bulmuştur.
Kişinin eğer gücü yetecek olsa, günah irtikap etmeye yönelik kasdının
bulunması, Şari'ce maksud olan yolla onun mübah kılınmasını isteme kasdından
ayrı bir şeydir (ve onu etkilemez). Bu ikinci kasdın (yani kadının kendisine
mübah kılınmasını isteme) onda mevcudiyetinde şüphe yoktur. Bu kasıd da Şari'in
sebebi koyuşundaki kasdına muvafıktır. Dolayısıyla esbaba tevessül sahih
olacaktır. Akdi icra eden kimsenin mutlaka helalliğe yönelik kasıd bulundurması
şeklinde bir ilzama gitmek gerekli değildir. Aksine meşru sebebin ortaya
konulmasına yönelik kasdın bulunması -o sebeble birlikte helalliğin de doğacağı
neticesinden gafletle bile olsa- yeterlidir. Çünkü sebebten neşet eden helallik
-daha önce de geçtiği gibi- yükümlülük kapsamına dahil değildir.
2. Daha başlangıçta
kendisi için sebebin meşru kılınmadığı kesin bilinen ya da zannedilen hususlar
(müsebbebler). Deliller bu türden olan esbaba tevessülün sahih olmayacağını
göstermektedir. Çünkü sebeb, evvel emirde bu farzedilen müsebbeb için konulmuş
değildir. Onun için meşru kılınmadığına göre, sebeb ile kasdedilen şeye
nisbetle ondan maslahatın celbi ve mefsedetin defi konusunda gözetilen hikmet
netice olarak meydana gelmeyecektir. Bu yüzden de batılalacaktır. Bir açıdan
böyle.
İkinci bir açıdan ele
aldığımızda şunu göreceğiz: Bu sebeb, farzedilen bu maksuda nisbetle gayrı
meşrudur. Dolayısıyla o hiç.meşru kılınmayan sebeb gibi olmaktadır. Aslen gayrı
meşru olan bir sebebe tevessül etmek sahih olmadığına göre, aynı şekilde meşru
olmayan bir şey için tevessül edilen meşru şey de sahih olmayacaktır.
Üçüncü bir yaklaşım:
Şari' Teala'nın bu sebebi belirli olan müsebbeb için meşru kılmamış olması,
böyle bir esbaba tevessülde maslahat değil, mefsedet bulunduğunun, yahut da
sebebin kendisi için meşru kılındığı masIahatın o müsebbeble ortadan
kalkacağının bir delilidir. Böylece sebeb ona nisbetle abes olacaktır. Eğer
Şari' Teala, bu hususi esbaba tevessül durumunu yasaklamışsa durum açıktır.
Mesela kişi nikahla -hulle nikahında olduğu gibi- nikahın iptalini içeren bir
duruma veya beyakdi ile, akdin iptaliyle birlikte ribaya ve benzeri Şari'in
kasdetmediği kesin bilinen ya da zannedilen bir neticeye ulaşmak amacındaysa,
onun bu ameli (işi) nikah ve bey akdinin meşruiyetindeki Şari'in kasdına
muhalif düştüğü için batılalacaktır. Diğer ameller, muamelatla, ibadetlerle
ilgili esbaba tevessül durumları da aynı şekildedir.
İTİRAZ: Bu
nasılolabilir? Zikredilen misalde nikah akdinde bulunan kimseyi ele alalım: Her
ne kadar bu kimsenin kasdı, kadının birinci kocasına helalolması için nikahı
talak ile ortadan kaldırmak ise de, bu kasdı ancak nikah kasdı üzerine tali
(ikinci) bir kasıd olarak ortaya çıkacaktır. Çünkü talak ancak nikaha malikiyet
sonrasında vuku bulabilir. Bu itibarla hulle nikahında bulunan kimse, talakla
kalkacak bir nikahı kasdetmiş olmaktadır. Nikahın bir özelliği ve şer'i
konuluşunun hususiyeti de talak ile ortadan kalkar olmasıdır. Bu ise
haddizatında mübahtır. Dolayısıyla nikah sahih olur. Bununla kadının birinci
kocaya helal kılınmasını kasdetmiş olması ise -her ne kadar kötü bir şeyse de-
ayrı bir husustur. Kaide olarak haddi zatında birbirinden ayrı iki şey bir
arada bulunduğu zaman, bunlardan birinin diğerine tesiri bulunmaz. Çünkü bunlar
gerçekte birbirlerinden tamamen ayrı şeylerdir. Aynen gasbedilen bir yerde
kılınan namaz örneğinde olduğu gibi.
Hem sonra fıkıhta buna delalet
eden meseleler vardır:
İmam Malik ve Ebu
Hanife, nikahtan önce talaka, mülkiyetten önce azada talikte bulunmanın sıhhati
hakkında müttefiktirler. Mesela bu imamlara göre, bir kimse yabancı bir kadına
hitaben "Eğer seninle evlenirsem boş ol!"; başka birinin kölesine
"Eğer seni satın alırsam azad ol!" dese, o kadınla evlenmesi
durumunda talak, o köleyi satın alması durumunda da azad lazım gelir. Bilindiği
üzere Ebu Hanife ve Malik bu kimsenin o kadınla evlenmesini, o köleyi satın
almasını tecviz etmektedirler. el-Mebsuta adlı eserde İmam Malik'ten "Otuz
sene boyunca evleneceğim her kadın boş olsun!" diye talak üzerine yemin
eden ve sonra da zinaya düşmekten korkan kimse hakkında "Onun evlenmesinin
caiz olduğunu görüyorum. Ancak o evlenirse derhal kadın boş olur." dediği
nakledilir. Oysa ki, bu nikah ve kölenin alınmasında talak ve azaddan başka
Şari Teala'nın onlarda ne kasd-ı evvelle (asli kasıdla) ne de kasd-ı sani ile
(tali kasıdla) gözetmiş olduğu bir amaç bulunmamaktadır. Nikah talak için,
satın alma da satın alınan şeyin elden çıkması için meşru kılınmış değillerdir.
Onlar tamamen başka amaçlar için meşru kılınmışlardır. Talak ve azad, onların
meşruiyetinde amaçlanmayan fakat neticede onlara tabi olarak ortaya çıkan
hususlardandır. Dolayısıyla bunun caiz olması, talak veya azadın vukuunun nikah
ya da mülkiyetin husulünden ve ona yönelik kasdın bulunmasından dolayı
olmuştur. Nikahta bulunan bu nikahı ile talakı, köleyi satın alan da bu işiyle
onun az adını kasdetmiş olmaktadır. Bu kasıd zahiren Şari'in kasdına münafi
gibi gözükmektedir. Bununla birlikte her iki tasarruf da bu iki imama göre
caizdir. Durum böyle olduğuna göre şu iki şıktan birisi kaçınılmaz olmaktadır:
a) Ya sebebin kendisi için meşru kılınmadığı bir neticeye meşru bir şeyle
tevessülde bulunmak caizdir denilecektir. b) Ya da bu meseleler batıldır
denilecektir.
Maliki mezhebinde bu
kabil şeyler çoktur. Müdevvene'de, evlenen ve içerisinden de ondan ayrılmayı
düşünen kimse hakkında şöyle denilir:
"Bu bir müt'a
nikahı değildir. Şu halde bir kimse karısının üzerine evlenmeyi lazım kılan bir
yeminden dolayı bir kadınla evlense (ne olur 7) Bu şekilde farzedilen bir
mesele hakkında Malik: "Nikah helaldir. Eğer o nikah üzerinde devam etmek
dilerse, nikahını sürdürür, dilerse de ayrılır." demiştir. İbnu'l-Kasım:
"Bu bizim bildiğimiz ve işittiğimiz kadarıyla ilim ehli arasında ihtilaf
bulunmayan konulardan biridir." demiştir. Devamla şöyle denilmiştir:
"Bize göre o sabit
bir nikahtır. Yemininde hanis (yerine getirememiş) olmamak için evlenen kimsenin
durumu, kadınla beraber olma lezzeti için evlenip ondan muradını almak; fakat
onu tutmamak niyetinde olan kimsenin durumu mesabesindedir. Bu niyeti üzere
olduğu halde ve kalbinde de bunu gizleyerek evlenmiştir. Bu ikisinin durumu da
aynı olmaktadır. Bunlar eğer dilerlerse nikahı sürdürürler. Çünkü nikahın aslı
helaldir.
Bu mesele el-Mebsuta'da
zikredilmiştir. el-Kafi'de ise: "Bir memlekete gelip de, niyetinde
yolculuk dönüşünde boşamak olduğu halde, oradan bir kadınla evlenen kimse
hakkında çoğunluk ulemanın görüşüne göre bu caizdir." denilmektedir.
İbnu'l-Arabi, İmam
Malik'in müt'a nikahı hakkında mübalağasını ve onun içten tutulan niyetle
-mesela niyetini dışarı vurmasa bile, onunla belli bir süre ikamet etmek
niyetiyle evlenmek gibi bir durumu- caiz görmediğini zikrettikten sonra:
"Diğer Alimler ise buna cevaz vermişlerdir." dedikten sonra
yolcuların akdettikleri nikahı örnek alarak vermiş ve şöyle devam etmiştir:
"Bence niyetin buna bir tesiri olmaz. Çünkü eğer biz, nikah akdinde
bulunan kimse için, kalbi ile ebedi nikaha niyet etmesini gerekli görürsek, o
takdirde nikah "hıristiyan nikahı" olurdu. Nikah akdi sırasında
ortaya konulan sigada (lafızda) bir şey söylenmemiş olduğuna göre, onun
niyetinin bir zararı olmayacaktır. Görülmez mi ki, kişi evlenirken ölünceye
kadar devam etmesini umarak iyi geçinme amacıyla nikah akdinde bulunur. Eğer
umduğunu bulursa ne ala, aksi takdirde ayrılır. Keza korunma maksadıyla evlenen
kimse de eğer tatmin bulmuşsa beraberliği sürdürür, değilse ayrılır." İbnu'l-Arabi'nin
Kitabu'n-nasih ve'l-mensuh'daki sözü bu. el-Lahmi ise, İmam Malik'ten:
"Bir kimse gurbet ya da arzudan dolayı nikah akdedip, arzusunu tatmin
edince ayrılmak amacıyla evlense bunda bir beis (sakınca) yoktur."
dediğini nakilde bulunmuştur.
Bu meseleler, istidlalde
bulunduğunuz kaide hakkında serdedilen bilgilerin hilafına delalet etmektedir.
Bunlar içerisinde en şiddetli olanı da yemini bozmuş olmamak için yapılan nikah
akdiyle ilgili meseledir. Çünkü burada kişi, nikahı ona bir rağbeti olduğu için
istememiş; sadece yemininde hanis olmamak için akitte bulunmuştur. Nikah ise
böyle bir amaç için meşru kılınmış değildir. Bunun benzerleri çoktur. Hepsi de,
Şari'in kasdına muhalif olmakla birlikte sahih olmaktadırlar. Bu ise ancak onun
evvel emirde nikahı, sonra da ikinci olarak ayrılmayı kasdetmiş olmasındandır.
Bunların her ikisi de birbirlerine lazımı olarak bağımlı değillerdir. Eğer
birinci meselede, biri diğerine tesir edecek şekilde birbirlerine bağımlı kabul
edecekseniz, o takdirde bu meselelerde de aynı şekilde olması gerekir. O
takdirde de bu sözü edilen meselelerin hepsi de batıl olacaktır. Bu durumda
kısaca; ya bütün bunların batılalmaları ya da daha önce geçen şeylerin
batıllığı kaçınılmaz olacaktır.
CEVAP: Buna icmali ve
tafsili olmak üzere iki cevabımız olacaktır:
İcmali cevap olarak
deriz ki: Daha önce ortaya konulan deliller dolayısıyla meselenin aslı
sahihtir. İtiraz edilen şeyler ise, ne meseledendir ne de onun kapsamı
içerisine girmektedir. Onların caiz ve sahih olduğunu söylemeleri bunun delili
olmaktadır. Bu meselelerden bazıları üzerinde ittifak edilmiştir. Bu onların
konumuzu teşkil eden meselenin aslının kapsamına girmediğini gösterir. Bazıları
hakkında da ihtilaf edilmiştir. Bunlar da, caiz görmeyenlere göre onların
meselenin kapsamına girdiğini, caiz görenlere göre ise onun kapsamına
girmediğini gösterir. Çünkü ulemanın sözleri arasında tenakuz olmaz.
Dolayısıyla onların sözlerini başka türlü yormak imkanı varken, tenakuza
hamletmek yakışık almaz. Bu cevap fıkıhta ve usulde mukallid olan kimse için
yeterlidir. Alim olan kimseye (müctehid) ise şöyle bir hatırlatmada bulunulur:
Selef-i salihten geçmiş büyüklere hüsnü zanda bulunmak, onların görüşleri ve
sözleri karşısında durup düşünmek ve bir çıkış yolu aramak gerekir; mutlak
surette red cihetine gidilmez. Alim kişinin alacağı tavır böyle olmalıdır.
Tafsili (detaylı) cevaba
gelince: Bu meseleler daha önce sözü geçenleri zedelemez: Talik meselesini ele
alalım. el-Karafi: "Bu mesele iki imam üzerine varid bulunan problemlerden
biridir. Çünkü, mülkiyetten önce talikte bulunma durumunda nikahın meşruluğunu
söyleyen kimse, şer'an dikkat nazarında bulunulan hikmetten soyutlanmış bir
meşruiyeti iltizam etmiş (kabullenmiş) olmaktadırlar .... (Bu durumda) kadın
üzerine nikah akdinin asla sahih olmaması gerekirdi. Ancak akid icma ile sahlh
bulunmaktadır. Bu da akidden gözetilen hikmetin elde edilebilmesi için, talakın
lazım gelmeyeceği neticesine delalet eder. Madem ki, bu nikahın meşruluğunda
icma etmiş bulunuyoruz, bu da nikahın hikmetinin bekasına; yani o nikahın,
kendisinden gözetilen maksatları içeren bir nikah olduğuna delalet eder. Bu
nokta bizim imamlarımız için bir problem teşkil etmektedir." Karafi'nin
sözü bitti. Bu da daha önce geçenleri teyid etmektedir. Ancak konu üzerinde gereği
şekilde durabilmek için, zaruretten dolayı burada yer vermemiz gereken bir
başka meseleye müracaatta bulunmamız gerekecektir.
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: