EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

SEBEB / SEKİZİNCİ MESELE

 

Sebeblerin işlenmesi, müsebbeblerin ortaya konulması mertebesindedir. Mükellefin sebebi işlerken, müsebbebe yönelik kasdının olup olmaması arasında fark yoktur. Çünkü cari olan adet-i ilahiye göre müsebbebler sebeblere bağlı kılınmıştır. Bu itibarla sebebi işleyen kimse sanki doğrudan müsebbebi işlemiş kabul edilmektedir. Cari olan adet-i ilahi buna şahid bulunmaktadır. Zira bunlarda müsebbebler sebeblere nisbet edilmektedir. Mesela doymak yemeğe, kanmak suya, yakmak ateşe, ishal müshile ve diğer müsebbeblerin kendi sebeblerine nisbetleri gibi. Bizim kesbimizin sebebiyet verdiği fiiller de aynı şekilde bizim kendi fiillerimizden olmasalar da bize nisbet edilmektedirler. Bu durumun böyle olduğu malum ve maruf olduğuna göre, şer'i örfle de, şer'i sebeblerle onların müsebbebleri aynı paralelde cari olacaktır.

 

Meşru olan-olmayan bütün sebeblere nisbetle durumun böyle olduğuna dair şer-i deliller pek çoktur. Bu meyanda şu ayet ve hadislere bakılabilir: "Bunun için İsrailoğullarına şöyle yazdık: 'Kim bir kimseyi, bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur. "'[Maide, 32] hadiste de şöyle buyrulur: "Haksız yere öl-

dürülen hiçbir kimse yoktur ki, onun günahından Adem'in ilk oğluna bir pay ayrılmasın. Çünkü yeryüzünde ilk kan akıtma çığırını açan odur. " Yine hadiste: "Kim güzel bir çığır açarsa, onun sevabı ve kıyamete kadar da onu işleyenlerin sevabı kendisine yazılır. Keza kim de kötü bir çığır açarsa ... " buyrulur. Başka bir hadiste de: "Gerçek şu ki, çocuk ebeveyni için ateşe karşı bir örtüdür. Bir müslüman bir ağaç dikerse, o ağaçtan yenilen (yemiş) mutlaka onun için sadakadır. O ağaçtan çalınan (yemiş) onun için sadaka, yabani hayvanların yediği sadaka, kuşların yediği dahi onun için sadakadır. Hasılı bir kimse o ağacın yemişini yiyip azaltırsa, bu onun için mutlaka sadaka olur." buyurmuşlardır. Ekin de aynıdır. Alim ilim yaymaktadır ve onun ilmiyle faydalanan herkesin sevabı kadar onun da sevabı olmaktadır. Buna benzer sayılamayacak kadar çok örnek vardır. Oysa ki, bu örneklerde fayda ya da zararın meydana gelmesini intac eden müsebbebler sebebi ortaya koyan kimsenin fiili değildir.

 

Durum böyle olduğuna göre, sebebi işleyen kimse, onun müsebbebini gerektirici bir tarzda onu işlemiş olmaktadır. Ancak bazen sebebin müsebbebi gerektirici tarzda işlenmesi genel anlamda ve -bütün tafsilatıyla ihata durumunda olmasa bile- yine de tafsilath denilebilecek tarzda bilinçli olarak olur. Bazen de tafsil üzere değil de, sadece genel anlamda olur. Şöyle ki: Allah tarafından her emredilen şey, mutlaka işlendiği zaman ortaya çıkaracağı masIahat için emredilmiştir. Yasaklanılan her şey de, işlendiği zaman gerektireceği mefsedetten dolayı yasaklanmıştır. Bu durumda mükellefbir sebebe tevessül ettiği zaman, o sebebin altında bulunan masIahat ya da mefsedetlere sebebiyet vereceği şartı üzere ona girmiş olacaktır. Mükellefin o şeyin (sebebin) üzerine terettüb edecek maslahat ya da mefsedetleri veya onların miktarlarını bilmemesi, kendisini bu konumdan çıkarmayacaktır. Çünkü o şeyin emredilmiş olması, emredilen şeyin işlenmesinde Allah tarafından bilinen bir masIahat bulunduğu ve bu yüzden de onu emretmiş olduğu manasını tazammun etmektedir. Keza nehiyde, nehyedilen şeyin işlenmesinde Allah tarafından bilinen bir mefsedet bulunduğu ve bu yüzden de onun nehyedilmiş olduğu manası bulunmaktadır. Dolayısıyla mil, o sebebin ortaya çıkaracağı bütün maslahat ve mefsedetleri -bunların detaylarını bilme se bile- iltizam etmiş, kabullenmiş olmaktadır.

 

SORU: Kişi, yapmadığı şeyden dolayı sevab görür veya cezalandırılır mı?

 

CEVAP: Sevab ve ceza, kişinin ancak işlediği ve irtikabda bulunduğu şeylere terettüb eder; işlemediklerine gerekmez. Ancak şer'an bir fiilin değeri, ondan neşet edecek olan masIahat ve mefsedetlere göre ölçülür. Şari' bunu beyan etmiş ve fiilleri bir ayırıma tabi tutarak onlar içerisinden maslahatı büyük olanları esas ve temel (rükün) yapmış; mefsedeti büyük olanları da büyük günah (kebire) kabul etmiştir. Keza bu ayarda olmayanları da açıklamış ve onları da ayırıma tabi tutarak, masIahat içerenlere 'ihsan' (iyilik); mefsedet içerenlere de 'küçük günah' (sağire) adını vermiştir. Böyle bir yolla, dinin rükün ve esaslarını teşkil edenlerle, furfı ve tali unsurlarını teşkil eden şeyler birbirinden ayrılır olmuş; günahlardan hangisinin büyük (kebire, ç. kebair), hangisinin de küçük (sağlre, ç. sağair) olduğu anlaşılmış olmaktadır. Şari' Teala'nın emrettikleri arasında daha fazla önem atfettiği şeyler, dinin esaslarından (usfılu'd-din) olmakta; aynı ayarda önem atfetmediği emir ve istekleri de dinin furuu ve tamamlayıcı unsurlarından olmaktadır. Yasakladığı şeyler içerisinde de, ayrı bir önemle üzerinde durduğu şeyler büyük günahlar (kebair); aynı seviyede önem atfetmediği yasaklar da küçük günahlardan olmaktadır. Bütün bunlar, emredilen ya da yasaklanılan şeylerin işlenmesi neticesinde ortaya çıkacak olan masIahat ve mefsedetler ölçüsünde olmaktadır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

DOKUZUNCU MESELE