EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

AZİMET VE RUHSAT / BİRİNCİ MESELE: AZİMET:

 

"Azimet" baştan konan genel mahiyetli (külli) hükümlerdir.

 

"Genel mahiyetli (külli)" olmasından maksat, belli mükelleflere ve belli hallere mahsus olmaması demektir. Mesela namaz gibi. Çünkü namaz bütün hallerde ve bütün mükellefler için mutlak ve genel bir şekilde meşru kılınmıştır. Oruç, zekat, hac, cihad ve İslam'ın esaslarından olan diğer külli yükümlülükler de aynı şekilde azimet türünden olan hükümlerdendir. Azimet kapsamı içerisine aslında masIahatın teminine yönelik olarak meşru kılınan şeyler de girmektedir. Bunlar iki dünya saadetinin teminine yönelik olmak üzere meşru kılınan satış, icare ve diğer bedelli akitler; keza işlenilen cinayetlerle ilgili hükümler, kısas ve tazminat hükümleri gibi şeylerdir. Kısaca şer'i külli hükümlerin tamamı bu kısımdandır.

 

Tarifte geçen "baştan konan" ifadesinden kasıt ise, onunla Şari' Teala'nın ilk baştan teklifi hüküm inşasında bulunmak istemiş olması ve ondan önce şer'i bir hükmün bulunmuş olmamasıdır. Eğer daha önce bir hüküm bulunur, fakat önceki hüküm bu sonuncusuyla neshedilmiş olursa, bu neshedici olan sonuncusu da kÜlli ve genel maslahatlara bir giriş ve hazırlık olmak üzere baştan konan hüküm gibi kabul edilir.

Bir sebeb üzerine varid olarak gelen külli hükümler de azimet kapsamı dışına çıkmazlar. Çünkü hükmü gerektiren sebebler daha önce yok olabilirler. Ortaya çıktıklarında da kendilerine uygun hükümleri gerektirirler. Bu tür hükümler de azimet kapsamı dahilinde olurlar. Örnekler: "Ey inananları (Peygamberi çağırırken yanlış manaya çekilebilen ve bizi gözet anlamına gelen) 'raina' demeyiniz.

 

(Onun yerine yine aynı manada olan) 'unzurna' deyiniz. ''[Bakara, 104]; "Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek, aşırı gidip Allah'a sövmesinler.''[En'am, 106]; "Rabbinizden refah istemenizde bir engel (günah) yoktur. ''[Bakara, 198]; "Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi biliyordu. Bu sebeble tevbenizi kabul edip sizi affetti; artık eşlerinize yaklaşabilirsiniz. ''[Bakara, 187]; "Allah'ı sayılıgünlerde anın. Günahtan sakınan kimseye acele edip, Mina'daki ibadeti iki günde bitirse günah yoktur, geri kalsa da günah yoktur. ''[Bakara, 203] Bu ve benzeri ayetlerde getirilen hükümler böyledir. Çünkü sebeb, duyulan ihtiyaca binaen peyderpey gelen hükümlerin yerleştirilmesi için birer hazırlık mahiyetindedirler. Bütün bunları 'azimet' terimi kapsamaktadır. Çünkü bunlar baştan konulmuş külli hükümlerdir. Keza genel ifadelerden yapılan istisnalar ve diğer tahsis görmüş hükümler de baştan konulmuş külli hükümlerden sayılmaktadır. Mesela: "İkisi Allah'ın yasalarını koruyamamaktan korkmadıkça kadınlara verdiklerinizden bir şeyalmanız size helal değildir. Eğer Allah'ın yasalarını ikisi koruyamayacaklar diye korkarsanız, o zaman kadının fidye vermesinde ikisine de günah yoktur. ''[Bakara, 229]; "Apaçık hayasızlık etmedik çe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın ... "[Nisa, 19] ayetleri gibi. Keza ayette "Müşrikleri öldürünüz. ''[Tevbe, 5] buyrulmuşken hadisle kadın ve çocukların öldürülmeleri yasaklanmıştır. Bütün bu tür istisna ya da tahsis yoluyla getirilen hükümler de azimet kapsamı içerisinde bulunmaktadır.

 

Ruhsat: Haramlığı gerektiren külli bir asıldan istisna olmak ve sadece ihtiyaç mahallerine has kılınmak üzere meşakkat veren bir özür sebebiyle meşru kılınan hükümlerdir. "Bir özre mebni meşru kılınmış olması", usulcülerin ruhsat için zikretmiş oldukları özelliği teşkil etmektedir.

 

Ruhsat tarifinde "meşakkat veren" kaydını getiriyoruz. Çünkü özür sırf bir ihtiyaç neticesi olabilir ve ortada meşakkat bulunmayabilir. Bu durumda o şey ruhsat diye isimlendirilmez. Mesela kıraz (mudarabe) akdinin meşru kılınması gibi. Kıraz akdi aslında bir özürden dolayı meşru kılınmıştır. Bu özür de sermaye sahibinin ticaret için koşturmaktan aciz olmasıdır. Bununla birlikte kıraz akdi özür ve acziyetin bulunmaması durumunda da caizdir. Müsakat, karz, selem akitleri de aynı şekildedir. Bütün bunlar her ne kadar haram olan bir asıldan istisna edilmiş tasarruflarsa da, onları 'ruhsat' kapsamı içerisine koymak mümkün değildir. Bunlar ancak "külli olan haciyyat" adı altına giren tasarruflardır. Haciyyattan olan şeylere ise alimlerce 'ruhsat' adı verilmez.

 

Bazen de özür tekmili (tamamlayıcı) bir asıla yönelik olabilir ve ona yine de 'ruhsat' adı verilmez. Mesela namazı ayakta kılamayan ya da meşakkatle kılabilen bir kimsenin oturma haline intikal etmesi meşrudur. Her ne kadar bu şekilde namaz kılması namazın rükünlerinden birini ihlal ediyorsa da meşakkat sebebiyle istisnaya tabi tutulmuş ve o kişi hakkında kıyam (ayakta durma) farzı kesinlik kazanmamıştır. Bu kesin olarak bir ruhsat olmaktadır. Eğer bu ruhsata sahip olan kimse imam ise o takdirde ne olacaktır. Hz. Peygamber [s.a.v.] hadislerinde: "İmam ancak kendisine uyulması içindir. Bu itibarla eğer o oturarak kılarsa siz de hep beraber oturarak kılınız." buyurmuşlardır. Şimdi bu durumda cemaatin oturarak namaz kılmaları bir özür nedeniyle olmaktadır. Ancak cemaat hakkında söz konusu olan özür meşakkat değil, imama muvafakat etme, muhalefet etmeme talebiyle ilgilidir. Böyle bir şey külli asıldan özür sebebiyle müstesna edilmiş olsa bile ruhsat diye isimlendirilemez.

 

Ruhsatların bir özre dayanılarak külli bir asıldan istisna yoluyla meşru kılınmış olması, onların baştan konulmuş hükümler olmadıklarını göstermekteddir. Bu yüzden de ruhsatlar 'külli (genel)' özellik arzetmezler. Öyle gözükseler bile bu arızi olarak olur. Yolcu için namazı kısaltma ve oruç tutmama hükümlerinin caiz görülmesi namaz ve oruç hükümlerinin istikrar kazanmasından sonra olmuş kabul edilmektedir. Her ne kadar oruç ayetleri bir defada aynı anda nazil olmuş olsa da, istisna bir nevi kendisinden istisna edilen şeyin (müstesna minh) hükmünün istikrarından neş'et eden ikinci bir hüküm olmaktadır, " ... fakat, darda kalana günah sayılmaz ... "[Bakara, 173] ayetinde söz konusu edilen naçar durumda kalan kimse için laşe yeme hükmünde de durum aynıdır.

 

"Sadece ihtiyaç alanına has olması" da ruhsatların özelliklerinden biri olmaktadır. Külli haciyyattan olmak üzere meşru kılınan hükümlerle ruhsatlar arasındaki ayırıcı özellik de işte bu nokta olmaktadır. Çünkü ruhsatların meşru kılınması cüz'i özellik taşımakta ve sadece ihtiyaç anına hasredilmektedir. Yolculuğun bitmesi durumunda kişinin namazları kısaltma ve oruç tutmama ruhsat hükmünden asılolan namazların tam olarak kılınması ve oruçların tutulması esasına dönmesi vacib olacaktır. Oturarak namaz kılma durumunda olan kimse ayakta kılmaya kadir olduğu zaman artık oturarak kılamayacaktır. Teyemmümle namaz kılan suyu bulduğu zaman abdest ile namazını kılmak zorunda olacaktır. Diğer ruhsatlarda da durum aynıdır. Karz (ödünç), kıraz (mudarabe) ve müsakat akidlerinde ise durum böyle değildir. Bunlar ruhsatIara benzeseler de bu arzettiğimiz ıstılahi manada ruhsat değillerdir. Çünkü bunlar özür ortadan kalksa da meşrudurlar. Mesela bir insanın ihtiyacı olmasa da borç alabilir; bizzat kendisi ya da ücretle bakabilme imkanına sahip olsa bile bahçesini ortaklığa (müsakat) verebilir; keza bizzat kendisi çalıştırmak ya da ücretle birini istihdam etmek suretiyle sermayesini işletebilme imkanı olmasına rağmen müdarabe akdinde bulunabilir. Benzer diğer tasarruflarda da durum aynıdır. Kısaca azımet baştan konulmuş küllı bir as ıla yönelik iken ruhsat, o külli asıldan istisna edilen cüz'ı bir hususa yönelik olmaktadır.

 

 

FASIL:

 

Bazen 'ruhsat' tabiri, mutlak surette haramlığı (meni) gerektiren külli bir asıldan istisna edilen şeyler hakkında ve meşakkat veren bir özür sebebiyle olmasına aldırış edilmeksizin de kullanılır. Bu manada ruhsat tabiri içerisine karz (ödünç), mudarabe (kıraz) ve müsakat akitleri, musarrat hadisinde sözü edilen sağılan süt karşılığında bir sa' yiyecek verilmesi meselesi, ariyye yani hurma ağacı üzerindeki taze yaş hurmaları tahmini olarak kuru hurma karşılığında satma meselesi, diyetin akile üzerine yüklenmesi vb. gibi meseleler de girecektir. "Hz. Peygamber {s.a.v.], yanında olmayan şeyi satmayı yasakladı"; "Selem hakkında ruhsat (izin) verdi." hadisi buna delalet etmektedir. Bu manada ruhsatlar haciyyat esasına dayanmaktadır. Hacı asıla dayanması açısından birinci manasında ruhsat ile müştereklik göstermekte ve isimlendirme konusunda onun hükmüne tabi olmaktadır. Nitekim haram olan asıldan istisna durumunda da üzerine birinci manasında ruhsat hükmü cereyan etmektedir. Mazur imama uymak için oturarak namaz kılan cemaatin durumları ile imamla kılınan korku namazı da bu manada ruhsat altına girer. Ancak bu iki mesele haciyyattan değil de, tekmili asıldan alınmış olurlar. Her ne kadar bir asıldan alınmış olmasalar da haklarında 'ruhsat' tabiri kullanılır. Nitekim bazen zaruriyyattan olan asıldan alınan bir durum için de ruhsat tabiri kullanılmaktadır. Mesela ayakta durmaya güç yetiremeyen kimsenin namaz kılması gibi. Böyle bir kimse hakkında ruhsat zaruri olup haci bir özellik taşımamaktadır. Haci olması ancak kıyama kadir olması fakat namazda ya da bu yüzden kendisine bir meşakkat dokunması durumunda olmaktadır. Bütün bunlar açıktır.

 

 

FASIL:

 

Bazen 'ruhsat' tabiri bu ümmettten kaldırılmış olan ağır yükümlülükler ve zor işler anlamında kullanılmaktadır. Bu tür işler ve yükümlülüklere şu ayetlerde delalet bulunmaktadır: "Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. "[Bakara, 286]; "O peygamber, onlara uygun olam emreder ve fenalıktan meneder, temiz şeyleri helal, murdar olan şeyleri haram kılar; onların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir." [A'raf, 157] Çünkü ruhsat kelimesi sözlükte 'yumuşaklık' manasına gelmektedir. Bazı hadislerde varid olan 'ruhsat' ifadeleri işte bu manaya (yani kaldırılmış olan ağır işler ve zor yükümlülükler manasına) yorulur. Mesela bir hadiste şöyle denilir: "Hz, Peygamber [s.a.v.] bir iş yaptı da o işe ruhsat verdi. " "Allah azımetlerinin yapılmasını sevdiği gibi ruhsatlarının yapılmasını da sever. '' hadisindeki ruhsat tabirinin de bu manaya yorulması mümkündür. Bu konunun izahı ileride inşallah gelecektir. Kolaylık ve hoşgörü esası üzere gelen şeriatımızda mevcut bulunan müsamaha ve yumuşaklık, daha önce geçen milletlerin yüklenmiş oldukları ağır azımetlere (yükümlülüklere) nisbetle 'ruhsat' olmaktadır.

 

 

FASIL:

 

Ruhsat tabirinin kullanıldığı bir diğer mana da mutlak surette kullara bir genişlik olmak üzere onların hazIarına ulaşmalarını, arzularını gidermeyi temine yönelik olmak üzere meşru kılınan hükümler olmaktadır. "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. "[Zariyat, 56]; "Ehline namaz kılmalarını emret ve sen de ona daim ol. Biz senden rızık istemiyoruz. ''[Taha, 132] ayetleri ve benzerlerinde Yüce Allah ilk azımet hükmünü açıklamış olmaktadır. Bu ayetler genel ve tafsili olarak kulların Allah'ın mülkü olduğunu ifade etmektedir. Bu itibarla kulların O'na teveccüh edip yönelmeleri, ona ibadet uğrunda bütün çabalarını sarfetmeleri bir görevleri olmaktadır. Çünkü onlar Allah'ın kullarıdırlar ve Allah katında herhangi bir hakları olmadığı gibi, ona karşı bir hüccetleri de bulunma-maktadır. Buna göre, Allah'ın kulların hazIarını elde etme ve arzularını tatmin yönünde bir teşride bulunması durumunda bu onlar için bir nevi ruhsat olacaktır. Çünkü bu tür hazIarın elde edilmesine yönelik davranışlar, Allah'tan başkasına yönelmek ve kulluğun gereği dışında başka şeylerle uğraşmak manasına gelmektedir.

 

Bu yaklaşımda azimet, mutlak ve genelolarak emirlere yapışmak, yasaklardan da kaçınmak ve bunlardan alıkoyacak her türlü mübahlarla meşgulolmayı terketmek olacaktır. Emirlerin vacib veya mendub; yasakların mekruh ya da haram olması arasında bir fark gözetilmemektedir. Çünkü emreden kimsenin emrinden maksadı genel anlamda ona uyulmuş olmasıdır. Kul tarafından göz önünde bulundurulan hazIarın elde edil-

mesi konusunda verilen izin ruhsat olmaktadır. Bu itibarla mükellef için hafıfletici ve genişlik getiri ci her hüküm bu manada ruhsat kapsamına girmektedir. Azimetler, Allah'ın kullar üzerindeki hakkı; ruhsatlar ise Allah'ın bir lütfu neticesinde kulların elde ettikleri hazları olmaktadır. Bu tertib üzere mübahlarla ruhsatlar, her ikisi de kullar üzerine getirilen genişlik olmaları, ondan güçlüğü kaldırmaları ve hazzını temine yönelik olmaları hasebiyle müştereklik göstermektedirler ve mübahlar -bu bakış açısına göre- bazı kereler mendublarla tearuz haline girmekte ve kul bazen ahiretteki hazzını dünyadaki hazzı üzerine tercih etmekte, bazen de Rabbinin hakkını kendi hakkına tercih etmektedir.

 

Bu durumda birinci şıkka göre mübahı işlememek suretiyle onu doğrudan ortadan kaldırmış veya ikinci şıkka göre Rabbinin hakkını alarak kendi hazzını terketmiş olur. Bu durumda kendi hazzı Allah'ın hakkına tabi olarak bulunmuş olur. Maksud olan ve öncelik verilen bizzat Allah'ın hakkı olmuş olur. Kula düşen gücü yettiğince çaba ve gayretini ortaya koymaktır; Allah ise dilediği gibi hükmedecektir.

 

Bu sonuncu yaklaşım tarzı hal erbabından bulunan Allah'ın veli kullarına has olmaktadır. Keza hallerden yükselmiş kimseler de bu manaya itibarda bulunmakta ve şakirdlerini (talebelerini) bu yaklaşım üzere terbiyeye tabi tutmaktadırlar. Dikkat edilecek olursa bunların görüşlerinin, ilmin azimetlerini almak ve ruhsatlardan tümden kaçınmak şeklinde olduğu görülecektir. Hatta öyle bir neticeye varmışlardır ki, haci olan bütün asılları veya büyük bir kısmını hep ruhsatlardan telakki etmişlerdir. Bu ise ruhsatın son manasından da anlaşılacağı üzere, kulun hazzına yönelik şeyler olmaktadır. Bu mana ileride açıklanacaktır.

 

 

FASIL:

 

Ruhsat tabirinin bu dört manası ortaya konulunca görülmüştür ki, bunlardan bir kısmı sadece belli insanlara, bir kısmı da bütün insanlara hastır. Bütün insanlara has olan ruhsatlar birinci anlamda olan ruhsatlardır. Ruhsat bahsine getirilecek ayrıntılar (teferruat) da bu kullanılış şekli üzerine bina edilecektir. Ruhsat tabirinin ikinci kullanılış şekli hakkında ise burada söz edilmeyecektir. Çünkü bu manada ruhsat üzerine düzenlenecek herhangi bir netice (furu) yoktur. Sadece şer'i bir kullanılış şekli olduğunun belirtilmesi için yer verilmiştir. Üçüncü kullanılış şekli de aynıdır. Dördüncüsüne gelince bu kullanılış şekli sadece belli bir kesime has olduğu için, onun üzerinde de özelolarak durulmayacaktır. Şu kadar var ki, birinci manası üzerine düzenlenecek neticelerden (furu), dördüncü manasında ruhsatlar üzerine yapılacak düzenlemeler anlaşılmış olacaktır. Bu sebebten dolayı da özelolarak onun üzerinde durmaya ihtiyaç bulunmamaktadır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

İKİNCİ MESELE: RUHSAT’IN HÜKMÜ