EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

AZİMET VE RUHSAT / İKİNCİ MESELE RUHSAT'IN HÜKMÜ:

 

Ruhsatın sadece ruhsat olması açısından hükmü mübahlıktır.

 

DELİLLERİ:

 

1. Bu konuda mevcut bulunan nasslar: Bu konuda şu ayetleri zikredebiliriz: "Fakat darda kalana, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere günah sayılmaz. "[Bakara, 173]; "Açlıktan darda kalan, günaha kaymaksızın yiyebilir. Doğrusu Allah bağışlayandır, merhametli olandır.''[Maide, 3]; 'Yolculuk ettiğinizde namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur. ''[Nisa, 101]; "Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna .. .'' Bu ve benzeri diğer ayetler mücerred "ona bir günah yok"; "Allah bağışlayandır ve merhametli olandır." gibi ifadelerle güçlüğün (harac), günahın ve sorumluluğun kaldırıldığına delalet etmekte ve ruhsatın hükmünün mübahlık olduğunu göstermektedir. Bu ayetlerin tümünde ruhsatların işlenmesini gerektirecek bir emir bulunmamaktadır. Aksine bu ayetlerde azımet hükmün terki neticesinde beklenti halinde olunan günah ve sorguya çekilme neticelerinin kaldırıldığı, asli ibaha hükmünü getiren pek çok nasslarda mevcut bulunan üslılp içerisinde belirlenmiştir.

 

Asli iMha hükmü getiren nassların uslılbu ile ilgili olmak üzere şu ayetle-

ri hatırlayabiliriz: "Kadınlara el sürmeden ve mehirlerini biçmeden onları boşarsanız size sorumluluk yoktur. ''[Bakara, 236] "Rabbinizin kereminden istemenizde size bir günah yoktur. ''[Bakara, 198]; "Böyle bir kadınla kapalı bir şekilde evlenme teklıf etmenizde ve içinizden onlarla evlenmeyi geçirmenizde size bir sorumluluk yoktur. ''[Bakara, 235] Ve buna benzer sadece günahın kaldırılmış ve işlenilmesinin caiz görülmüş olduğunu belirten diğer ayetler gibi. Keza ruhsatın mübahlığını belirtmek üzere şu ayette de delalet bulabiliriz: "Sizden bu ayı idrak eden oruç tutsun; hasta ve yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun. ''[Bakara, 185] Hadiste de şöyle varid olmuştur: "Sahabe Resulullahla [s.a.v.] birlikte yolculuk yaparlardı. İçlerinden kimisi namazı tam kılar, kimisi de kısaltırdı; kimisi oruç tutar, kimisi de tutmazdı. Hiçbiri diğerini kınamazdı. " Bu konuya delalet edecek deliller çoktur.

 

2. 'Ruhsat' kelimesinin aslı mükellefin yükümlülüğünü hafifletmek ve ondan güçlüğü kaldırmak demektir. Böylece mükellefin azimet hükümle ruhsat hüküm arasında bır tercihte bulunabilmesi ve bunun neticesinde yükümlülüğün getirdiği yükün kulun tercih ve vüs'ati dahilinde olması demektir. Bunun da aslı mübahlık oluyor. Allah şöyle buyurur: 'Yerde olanların hepsini sizin için yaratan O'dur"[Bakara, 29]; "Ey Muhammed! De ki: "Allah'ın kulları için yarattığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?"[A'raf, 32]; Pek çok nimetin zikrinden sonra da şöyle buyrulur: "Sizin ve hayvanlarınızın faydalanması için."[Naziat, 33] Ruhsatın asıl anlamı kolaylık ve yumuşaklık demektir. R-H-S kökü kolaylık ve yumuşaklık bildirmek için konulmuştur. Mesela Araplar iyice yumuşak olan şey hakkında "şeyun rahsun"; pahalılığın zıddı olan bolluk, ucuzluk için "ruhs" tabir ederler; "Ruhhıse lehu fi'l-emri fe terahhase hüve fihi"denilir ve bu ifadeyle kendisinden işi sonuna kadar götürmesi istenilmemesi ve onun da buna meyilde bulunması manası kasdedilir. Bu ve benzeri diğer kullanılış şekilleri bu kökün kolaylık ve yumuşaklık manasına geldiğini göstermektedir.

 

3. Eğer ruhsatlar mendüb ya da vacib olmak üzere işlenmeleri emredilen bir şeyolsalardı, o takdirde ruhsat değil azimet olurlardı. Oysa ki durum tersidir. Vacib kendisinde tercih hakkı bulunmayan kesin ve bağlayıcı talep olmaktadır. Mendübda da bir talep bulunması açısından durum aynıdır. Talep bulunduğu içindir ki, mendüblar hakkında "Hafifletme ve kolaylaştırma için meşrü kılınmış hükümlerdir." dememiz mümkün olmamaktadır. Durum böyle olunca ruhsat ile emri bir arada düşünmek iki zıt şeyi bir araya getirmek kabilinden olacaktır. Bütün bunlar gösteriyor ki, ruhsatlar, ruhsat olmaları açısından yapılmaları emredilen şeyler değillerdir.

 

İTİRAZ: Bu konuya iki açıdan itiraz mümkündür:

 

1. Arzedilen deliller meseleden gözetilen maksada delalet edecek durumda değildir. Zira bir şeyi işleyen kimseden günahın kaldırılmış olduğunun, bir sorumluluk terettüp etmeyeceğinin belirtilmesi o şeyin mübah olmasına delalet etmez. Çünkü o şey bazen vacib ya da mendub da olabilir. Mesela birincisine "Şüphesiz Safa ve Merve Allah'ın nişanelerindendir. Kim Kabe'yi hacceder veya umre yaparsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir günah yoktur. "[Bakara, 158] ayetini örnek olarak gösterebiliriz. Bilindiği üzere bu ayette "bir günah yoktur" ifadesiyle belirtilen Safa ve Merve arasında tavaf vacib olmaktadır. "Günahtan sakınan kimse acele edip, Mina'daki iMdeti iki günde bitirse günah yoktur. "[Bakara, 203] ayetinde ise beklemek mendub olmak üzere talep edilmekte; orada bekleyen kimsenin acele ederek iki gün sonra ayrılandan daha üstün bir davranışta bulunmuş olacağı belirtilmektedir. Buna benzer daha başka örnekler de bulunmaktadır.

 

Burada itirazımızı çürütmek için "Bu ayetlerin sebebleri vardır. Şöyle ki; Hz. Aişe hadisinde de belirtildiği üzere, müslümanlar bunlarda günah olacağını düşünüyorlardı. Onların bu düşüncelerini izale için bu ayetler inmiştir." denilemez. Çünkü biz diyoruz ki: Mübah olan şeyler hakkında da bazen hükümler sebeblerden dolayı inmiştir. Bu sebebler de o şeylerin günah olabileceği düşüncesidir. Mesela: "Rabbinizin kereminden istemenizde size bir günah yoktur. "[Bakara, 198]; "Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde ... izinsiz yemek yemenizde de bir sorumluluk yoktur. "; "Ancak, gözleri görmeyen kimse savaşa gelmezse ona bir sorumluluk yoktur: topala ve hastaya da sorumluluk yoktur. "[Fetih, 17]; "Böyle bir kadınla kapalı bir şekilde evlenme teklif etmenizde ve onlarla evlenmeyi içinizden geçirmenizde size bir sorumluluk yoktur. "[Bakara, 235]

 

Bütün bu ayetlerde ifade edilen hususlarda ve benzeri durumlarda bir günah ve sorumluluğun bulunacağı zannedilmekte ve bu zannın ortadan kaldırılması için de ayetler inmektedir. Her iki konu da bu açıdan birbirine eşit olduğuna göre, günahın ve sorumluluğun kaldırılmasına temas eden nasslarda, özellikle ibaha (mübahlık) hükmüne bir delaletin bulunacağını söylemek mümkün olmayacaktır. Bu durumda da ruhsatın hükmü bu nasslardan değil, başka yerlerden, başka delillerden çıkarılmak zorunda olacaktır.

 

2. Alimler ruhsatlar içerisinde yapılması emredilen şeylerin bulunduğunu beyan etmişlerdir. Mesela açlıktan ölmek durumunda olan bir kimsenin laşe vb. haram olan şeyleri yemesi kendisine vacib olmaktadır. Keza Arafat'ta ve Müzdelife'de namazların cem' edilerek kılınmasının sünnet olduğunu belirtmişlerdir. Yolcunun namazının kısaltılması konusunda da farzdır veya sünnettir veya müstahaptır denilmiştir. Hadiste de: "Allah ruhsatlarının işlenilmesini sever. "[Ahmed, 108] buyrulmuştur. Ayette de: "Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. " buyrulur. Buna benzer daha pek çok nass bulunmaktadır. Dolayısıyla bir tafsile gitmeden ruhsatın hükmü mutlak olarak mübahlıktır demek mümkün gözükmemektedir.

 

CEVAP: Dilin konuluşu açısından baktığımızda bir şey hakkında "güçlük ve günahın kaldırılmış olması" ifadesinin kullanılmış olmasının, o şeyin alınmasının ya da kullanılmasının mübah olması manasını gerektireceğinde bir şüphe bulunmamaktadır. LafızIa başbaşa bırakıldığımızda görüyoruz ki, lafız genel anlamda fiilin işlenmesi konusunda izin manasının bulunduğunu bildirmektedir. Günahın ve güçlüğün kaldırılması konusunda gerçi özel bir sebeb varsa da, bizim özel sebebi göz önünde bulundurmaksızın lafzın gereği doğrultusunda hareket etme hakkımız bulunmaktadır. Bazen daha önceden mevcut olan bir adet'e ya da sonradan ortaya çıkan bir düşünceye müstenid olarak şer'an mübah olan bir şeyin işlenmesinde de bir günah bulunduğu yanlış anlayışı mevcut olabilir. Nitekim bazıları tavafı elbise ile yapmada, bazı yiyecekleri yemede günah olacağını zannetmişlerdir. Bu yüzden de "Allah'ın kulları için yarattığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?"[A'raf, 32] ayeti nazil olmuştur. Babaların, annelerin ve ayette zikri geçen diğer şahısların evlerinden yemek yemek; iddet içerisindeki kadına, kendisiyle evlenmek arzusunda olduğunu çıtlatmak ve benzeri diğer konularda da durum aynıdır. "Bu ikisini tavaf etmesinde bir günah yoktur. "[Bakara, 158] ifadesi de aynı şekilde izin manası vermektedir. S.a'yin vacib olması hükmü ise "Safa ve Merve Allah'ın nişanelerindendir." kısmından ya da daha başka bir delilden alınmış olmaktadır. Bu durumda burada tenbih , terkin caiz olması ya da olmaması noktasından sarfı nazarla mücerred izin üzerine olmaktadır. Sonra bizim ayeti özel sebebi üzerine yormamız da mümkündür ve bu durumda "nişanelerindendir" ifadesi lafzı asli konuluş manasından çeviren bir karine olmuş olur. Haddizatında mübah olup da bir sebebi bulunanlara gelince, bunlar izin manasında kendisi için bir sebeb bulunmayanlarla aynı olmaktadırlar ve burada bir problem de yoktur. Diğer ayet ve bu manada varid olan diğer deliller hakkında edilecek söz de bu tertib üzere cari olacaktır.

 

İkinci noktanın cevabına gelince, daha önce de geçtiği gibi emirle ruhsat arasını bulmak (cem), birbirine zıt olan iki şeyi bir araya getirmek demektir. Dolayısıyla vücub ya da mendubluğun bizzat ruhsatın kendisine değil de mutlaka asli bir azimete dönük (raci) olması gerekmektedir. Şöyle ki; naçar durumda kalıp da, helal yoldan nefsini kurtarma imkanı bulamayan bir kimseye, laşe yemesi konusunda kendisine ulaşacak sıkıntıyı kaldırmak ve açlık elemini bertaraf etmek için kendisine ruhsat verilmiştir. Eğer telef olmaktan korkuyor ve laşe yemek suretiyle de nefsini helakten konımak imkanı buluyorsa, "Nefislerinizi öldürmeyiniz"[Nisa, 29] ayeti gereğince nefsini helaktan kurtarmakla memurdur. Nitekim bu durumdaki kişi sadece laşe yemek suretiyle değil, imkan bulduğu başka yollarla da nefsini helakten kurtarmakla memur olmaktadır. Hatta böyle bir kimsenin hali bir u'çuruma rastlayan kimsenin durumu gibidir. Hiç şüphesiz o kimsenin uçurumdan uzaklaşması matluptur ve kendisini oraya düşürmesi yasaktır. Şimdi böyle bir durum için ruhsat tabiri kullanılamaz. Çünkü burada söz konusu olan talep baştan mevcut bulunan külli bir asıldan kaynaklanmaktadır. Laşe yemediği zaman helak olmaktan korkan kimsenin durumu da aynıdır ve o da nefsini kurtarmakla memurdur. Dolayısıyla -her ne kadar kendisinden güçlüğü kaldırmış olması açısından ruhsat demek mümkünse de- nefsini helaktan koruması açısından bakıldığında ona ruhsat denilmesi mümkün değildir.

 

Netice olarak diyebiliriz ki, genel anlamda nefsin muhafazası (ihyası) azimet olmak üzere matlup bulunmaktadır. Burada söz konusu olan durum da o azimet hükmün dahiline giren kısımlarından birisidir. Ruhsat fiillere güçlüğün kaldırılması için izin verilmiş olduğunda da şüphe yoktur. Keza burada söz konusu olan durum da onun dairesine giren bir bölümüdür. Dolayısıyla cihetler aynı değil farklıdır. Cihetler farklı olunca zıtlık (münafiyet) ortadan kalkacak ve ikisi arasını bulma (cem) imkanı doğmuş olacaktır.

 

Arafat ve Müzdelife'de namazların birleştirilmesi (cem) ve benzeri meselelere gelince, bunların matlup olduğu görüşünde olanlara göre ruhsat olduklarını kabul etmiyoruz. Aksine bunlar bu görüş sahiplerine göre bir azimet hüküm olmakta ve o şekilde ibadet edilmek durumundadırlar. Namazların yolculuk sebebiyle kısaltılması hakkındaki "Namaz ilk önce ikişer rekat olmak üzere farz kılınmıştı. Sonra mukim halinde iken dörde tamamlandı. Sefer halinde iken ilk farziyeti üzere baki bırakıldı." şeklindeki Hz. Aişe hadisi de buna delalet etmektedir. Sefer esnasında namazın kısaltılması hükmünün güçlük ve meşakkate dayandırılması (talıli) onun ruhsat olduğuna delalet etmez. Çünkü güçlüğün kaldırılmasına yönelik her hükme ruhsat adı verilmemektedir. Eğer öyle olsaydı o takdirde şeriatın getirdiği bütün hükümlerin, daha önceki şeriatlara nisbetle daha hafif olması bakımından ruhsat olması gerekirdi. Veyahut namazın dört rekat olarak meşru kılınması ruhsat olurdu. Çünkü semada elli rekat olarak meşru kılınmıştı. Keza karz, müsakat, kıraz (müdarabe), diyetin akile üzerine konulması bütün bunlar ruhsat olacaktı. Halbuki daha önce de geçtiği gibi öyle değildir. Mücerred iMha hükmü dışarısına çıkan her şey ruhsat değildir. "Allah ruhsatlarının işlenmesini sever." hadisinin açıklanması ise ileride gelecektir.sıs Yine mübahlar da hep aynı düzeyde değildir. Bazı mübahlar vardır ki Allah'a sevimli gelirsı9; bazıları da vardır ki ona Allah buğz eder. Nitekim bu konu "Teklifi Hükümler" bahsinde geçmiş bulunmaktadır. ''Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. " ve benzeri ayetler e gelince burada da durum aynıdır. Çünkü mübah olan ruhsatların meşru kılınması bir kolaylaştırma ve güçlüğün kaldırılması demektir. (Dolayısıyla ruhsatIarın matlup olduğu ve hükmünün mübahlık olmadığı neticesi bu delillerden çıkmaz.) Tevfik ancak Allah'tandır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ÜÇÜNCÜ MESELE