EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
İCTİHAD / İSTİFTA VE
İKTİDA / ALTINCI MESELE:
Daha önce de geçtiği
gibi ilim talibinin, tahsili sırasında üç hali (mertebe, aşama) bulunmaktadır:
Birinci hal (başlangıç mertebesi)
üzere bulunan ilim talibine, ne sözlerinde ne de fiillerinde uymak caiz
değildir. Zira henüz ictihad derecesine ulaşmamıştır. İctihadı muteber
olmayınca, ona uymak da aynı şekilde muteber olmayacaktır. Böyle birinin
amelleri, eğer kendi yaptığı bir ictihad sonucu ise, değersiz olacaktır. Eğer
bir başkasını taklit yoluyla işlemişse, o zaman da vacip olan, uyma için onun
taklit ettiği ya da başka bir müctehide dönmektir. Zira bu aşamada bulunan ilim
talibi, henüz kemale ermediği için, hiç bilmediği yerlerden kendisine çeşitli noksanlıklar arız
olabilir. Böylece de ameli (şeriata) muhalif düşer. Bu durumda onun amelinin
sahih olup olmadığına güvenilemez, dolayısıyla da ona itimat edilemez.
Üçüncü hal (idihad
mertebesi) sahibi ise, ondan fetva istemenin ve verdiği fetvanın gereği ile
amel etmenin sahihliği konusunda bir tereddüt yoktur. Fiillerine uyma konusu
ise, bir önceki meselede geçen tafsilat üzeredir.
İkinci hal sahibine
gelince, işte bu, hem istifta (kendisinden fetva talebi) hem de fiillerine uyma
konusunda problemi teşkil etmektedir. Böyle birinden fetva talebinde bulunmanın
sahih olup olmaması konusu, daha önce geçen bu durumdaki bir kişinin ictihMının
sahih olup olmaması hakkındaki değerlendirmelere bağlıdır.
Fiillerine uymanın
sıhhatine gelince, eğer biz bu mertebedeki birinin ictihadının sahih
olamayacağı görüşünü kabul edersek, o takdirde -birinci hal sahibinin durumunda
olduğu gibi- onun fiillerine uyma sahih olmayacaktır. Eğer ictihadının sahih
olacağını kabullenirsek, o zaman da onun fiillerine uyma konusu, az önce geçen
tafsilat ve değerlendirmeler üzere olacaktır.
Bu anlattıklarımız,
kişinin amellerinde hal sahibi olmaması durumundadır. Eğer hal sahibi ise -ve
kendisi"de fetva vermeye ehil biriyse- bu durumda acaba, geçen tafsilat
üzere ona uymak sahih olur mu? Yoksa olmaz mı? Her konuda ondan fetva istemek
sahih olur mu? Yoksa olmaz mı? Bütün bunlar üzerinde durulması gereken konular
olmaktadır. Böyle bir zatın fiillerine uyma, eğer aynı konuda hal sahibi
bulunmayan başka birine uyma imkanı varsa sahih olmaz,
ona ancak kendisi gibi hal sahibi olanların uyması uygun olur. Şöyle ki:
Erbab-ı halden olan
kimseler, amellerinde nefsanı hazIarına iltifat etmezler, hakların edası
konusunda aşırı bir gayret gösterirler. Bunu da ya korku, ya re ca ya da
mahabbet (sevgi) saikiyle yaparlar. Onların peşin zevkleri, içerisinde
bulundukları halden gayrı ne varsa hepsini ilgi alanı olmaktan çıkaran durum
ile ellerinden düşmüştür. Onların bir an olsun amelden geri kalmaları yoktur,
seyri sülükte fütur göstermeleri, bu yolda dinlenmeleri söz konusu değildir.
Şimdi, hali böyle olan bir kimseye, nefsanı hazIarını talep te bulunan,
kendisine mübah kılınan şeyleri sonuna kadar elde etmede hırs ve cimrilik
gösteren diğer kimseler nasıl uyabilir ve buna nasıl güç yetirebilir?! Sonra Allah Teala onlara, diğerlerine zor gelen şeyleri
kolaylaştırmış, kendisine kulluk yolunda üstlendikleri yükleri taşıyabilmeleri
için onları kendi katından bir güçle teyit etmiştir. Bunun sonucu olarak da,
insanlar için zor gelen şeyler onlar için kolay, diğerlerine ağır olan şeyler
onlara hafif gelir olmuştur. Bu durumda tahammül güçleri zayıf olanlar veya
nefsin aşması gereken mesafeleri katetmede azmi hasta olanlar, veya o yüce
mertebeleri elde etmeye yönelik isteksiz olanlar veya yüce gayeler yerine ilk
zuhuratlarla yetinenler, onların taşıdıkları o yüklere nasıl güç yetirebilirler?! Evet bütün bu sıradan
insanların, erbab-ı halden olanlara tabi olma güç ve kudretleri yoktur. Bir
süre için ka dir olsalar bile, çok kısa zamanda hemen kesilirler; halbuki matlup olan amelde devamlılıktır. Bu yüzdendir ki
Rasulullah [s.a.v.] hadislerinde şöyle buyurmuştur: ''Amellerden güç
yetirebileceğiniz şeyleri yapmaya çalışınız. Çünkü siz usanmadıkça Yüce Allah
asla (sevap vermekten) usanmayacaktır''; ''Allah Teala'ya amellerin en
sevimlisi, az da olsa üzerinde sahibinin devamlı olduğudur'' O, işlerde orta
yolu tutmayı emretmiş ve gayeye ancak bu şekilde ulaşılabileceğini
bildirmiştir. Yine o: "Şüphesiz ki Allah, herşeyde yumuşaklığı (rıfk)
sever'' buyurmuştur. Sertliği, aşırılığı, tekellüfe girmeyi ve zorlaştırmayı
amelden kesilmeye sebep olur korkusuyla kerih görmüştür. Yüce Allah da:
"Bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size
uysaydı, elbet sıkıntıya düşerdiniz"(Hucurat 7) buyurmuş ve öncekilerin
üzerinde olan ağır yükleri bizden kaldırmıştır.
Bu durumda, madem ki erbab-ı halden olan kimselere uymak, böyle bir
sonuca götürecektir, öyleyse onların fetva makamını işgal etmeleri uygun
değildir, keza diğerlerinin onları imam edinmeleri de doğru değildir. Onları,
ancak ve ancak kendileri gibi hal sahibi olan ve amelden kesilme korkusu
bulunmayan diğerlerinin örnek edinme si söz konusu olabilir. İşte öyle olduğu
zaman geçen tafsilat üzere onlara uymak caiz olur. Bu konuyu ehli bilir ve
onlar için delilleri en kamil bir şekilde açıktır.
Kendilerinden fetva
istenmesi halinde verdikleri fetvaya uymanın hükmüne gelince, bu aşağıdaki
tafsilata tabidir:
Fetva, ya kendisinin hal
sahibi olduğu birşey hakkında sorulmuştur.
Ya da öyle değildir:
Eğer birinci ihtimal söz
konusu ise, o zaman meselenin hükmü, fiillerine uymanın hükmü gibidir. Çünkü
kendi halleri ile ilgili söz etmesi de kendi fiilleri cümlesindendir ve genelde
o, suali soran kimsenin halinin gereği ile değil de, içinde bulunduğu halin
gereği ile fetva verir.
Eğer ikinci ihtimal söz
konusu ise, o zaman verdiği fetva ile amel etmek caizdir. Çünkü bu takdirde o,
halin değil, ilmin gereğinden konuşmuş olacaktır. Zira kendisi, o hal üzere
değildir.
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: